osman aysu - travma
DESCRIPTION
Polisiye-GerilimTRANSCRIPT
Mehmetcan
Mehmetcan
TER içindeydim. Soluk soluğa koşuyor karanlık ve izbe
berhaneye, o acımasız ve gaddar adamdan daha önce varmaya
çalışıyordum. Sevgilim, hayatta değer verdiğim tek kadının ge
leceği, oraya daha önce erişmeme bağlıydı. Adalelerim kasılmış,
bütün vücudum gerilmişti. Her an sağ baldırıma kramp girmesin
den korkuyordum. Heyecanın damarlarımda yarattığı adrenalin
son raddeye varmıştı.
Çamur içindeki yolun tepeye varan rampasını tırmandığım
da birden karanlıklar içindeki berhaneyi gördüm. Üst odada ışık
vardı. Korkunun acısı yüreğime oturdu. Geç kalmıştım. Gaddar
düşmanım benden önce varmış olmalıydı.
Şimdi yokuş aşağı daha hızlı iniyordum. Korku yüreğimi
dağlıyordu. Her şey şu birkaç dakika içinde belli olacaktı. Koşu
tempomu daha da arttırdım. Sprinter atlet gibi mesafeleri kat edi
yordum, ama ne yaparsam yapayım, geç kalmış olmanın ezikli
ğini ruhumdan silkip atamıyordum. Bu sanki finişi olmayan bir
koşuydu. Bu duyguyu daha önce yaptığım atletizm yarışmaların-
7
Mehmetcan
da da yaşardım; son metrelerde finiş çizgisi bir türlü gelmek bil
mezdi. Ne var ki bu sefer ki yarış bir müsabaka değil, hayatımla
yaptığım bir savaştı âdeta. Derya'nın hayatta kalması benim ba
şarma bağlıydı.
Son metreleri yutarcasına aldım.
\ Şuurum tam yerinde sayılmazdı; tek arzum düşmanımdan
evvel varmaktı. Yağcın yağmurdan yumuşayıp çamur deryası ha
line gelmiş yolu bitirdiğimde bacaklarımda kalan son dermanla
tahta kapıyı bir tekmede ardına kadar açarak, berhanenin karan
lık boşluğuna daldım. İki katlı bu evi çok iyi biliyordum. Üst kat
ta Derya'nın çırılçıplak bağlı olarak masanın üzerine yatırıldığı
odayı da. Bu onu kaçıncı kurtarışımdı...
Ama er veya geç bir seferinde ben kaybedecektim. Hiçbir
yartş her seferinde kazanılmazdı. Tek bildiğim şey, yarışı kaybe
dersem sevgilimi de sonsuza kadar bir daha bulamayacağım idi.
Bu ihtimalin yürek çarpıntısıyla önümde uzanan tahta ve köhne
basamakları tırmanmaya başladım. Berhanenin içindeki inanıl
maz sessizliği şimdi ikişer üçer atlayarak çıktığım basamakların
gök gürültüsünü andıran gıcırtıları bozuyordu.
\ Her an güçsüzlükten tükenip yere yuvarlanabilirdim. Tek-
miİ\ kaslarım artık beynimden aldıkları emre isyan ediyorlardı.
Ne \kadar zamandan beri bu cehennemi koşuyu sürdürdüğümü
hatırlamıyordum.
! Derya'nın bulunduğu odanın kapısı aralıktı ve o aralıktan
karanlık koridora solgun bir ışık sızıyordu.
i Sonunda varmıştım işkence odasına. Hiç tereddüt etmeden
yüklendim kapıya.
\ Kapı ardına kadar açıldı. i Bu sahneyi daha önce de çok görmüştüm. Manzaranın vah
şeti yüreğimi kor gibi yaktı her zamanki dehşetiyle... Sevgilim o inc§ uzun tahta masanın üzerinde çırılçıplak ve bağlı olarak yatı-
8
Mehmetcan
yordu. Tepede sallanan çıplak ampulün duru beyaz teni üzerinde
kırılan ışıkları o tapılacak güzellikteki bedeninde açıklıklı koyulu
gölgeler yaratıyordu.
Ama manzaranın en korkunç yanı hemen masanın başında
ayakta duran o iblis herifin elindeki sivri hançerdi. Bu sefer geç
kalmıştım. O hain adam yarışı kazanmış ve benden evvel odaya
girmeyi başarmıştı. Çaresizlikten gözlerim karardı. Kalbimin du
racağını hissettim.
Artık onu durdurmam imkânsızdı...
Adam çoktan elindeki hançeri havaya kaldırmış ve menfur
emeline ulaşmak üzere olduğunu ince mor dudaklarına yayılan
sinsi gülüşüyle âdeta benle alay eder gibi yüzüme bakarak sırıtı
yordu.
Son bir gayretle hamle yaptım. Ama nafile idi...
Sivri hançeri yıldırım hızıyla sevgilimin kalbine sapladı.
Oluk gibi bir kan sütunu odanın tavanına kadar sıçradı. Gözlerim
dehşetle irileşti. Her şey bitmiş, yetişememiş ve bu defa Deryayı
kurtaramamıştım. Şimdi tavandan yağmur gibi sevgilimin kanı
damlıyordu cansız bedenine.
Kımıldayamıyordum. Katil ise isterik kahkahalar atmaya
başlamış, zaferini kutluyordu. İlk şaşkınlığım geçince çığlıklar
atmaya başladım. Avaz avaz bağırıyordum.
Sevgilimi bu kez kurtaramamıştım...
Omzuma dayanan bir el şiddetle beni sarsıyordu...
Gözlerimi açtığımda bir an kendime gelemedim. Soluk
soluğa idim, sucuk gibi terlemiştim ve bisiklet yakalı fanilam
terden vücuduma yapışmıştı. Başım dönüyordu.
Şaşkın nazarlarla beni dürten sevgilime baktım.
Derya, harika güzellikteki iri mavi gözlerini üzerime çevir
miş, "Hayatım, yine kâbus görüyorsun, uykunda avaz avaz ba-
ğınyordun," dedi.
9
Mehmetcan
Bir an olaya uyum sağlamakta zorlandım.
Sevgilimi yanı başımda sağ ve sağlıklı görmek inanılmaz bir
sevinç yaratmıştı bende, ama ne yazık ki bu sevincimi dahi ifade
edecek halde değildim. Bir süre bir Deryaya bir de boş gözler
le yatak odamın tavanına baktım. Derya yanı başımda, yatağın
içinde geceliği ile bana sarılmıştı ve odanın tavanından damla
yan kan filan yoktu. Yine sık sık gördüğüm o kâbusu yaşamış
tım. Ama karabasanım her seferinde beni biraz daha sarsıyor,
fiziksel ve ruhsal yaralar açıyordu içimde. Uyanmama rağmen
hâlâ dengemi sağlayamamıştım. Kalbim deli gibi çarpıyor, soluk
alrnakta zorlanıyordum.
j Saçlarımı okşayıp beni teskin etmeye çalışan Derya, "Yine
aynı kâbusu mu gördün?" diye sordu. Ona cevap veremedim;
ağzim kurumuş, dilim damağıma yapışmıştı. Sualini anlamıştım,
başımı onaylarcasma sallamaya gayret ettim.
! "Biraz su ister misin?"
ı Güçlükle, "Lütfen," diye fısıldadım. Ama sanki dilim kuru
birıodun parçası gibi ağzımın içinde dönmüyordu. Sevgilim he
men yataktan kalkmış, yalın ayak bana su getirmek için yatak
odamızdan dışarıya fırlamıştı. Onun uzaklaşışmı arkasından
seyrettim. Saçmaydı ama bir an olsun yanımdan ayrılışı bile yine
yürjeğime korku salmıştı. Kâbuslarımda gördüğüm o sinsi düş
manımın yine ortaya çıkıp Derya'ya saldıracağını düşündüm.
Korkarım artık gerçeklerle rüyaları ayırt edemeyecek hale geli
yordum. Ürpermem anlamsızdı, karabasan çoktan bitmişti, ama
Derya'nın odaya dönüşünü korkuyla bekledim.
Vücudunun cezbedici bütün hatlarını ortaya çıkaran kısa
cık şeffaf geceliğiyle odaya döndüğünde rahatlamıştım sanki.
Elihdeki bardağı kuruyan dudaklarıma uzatıp suyu içmeme
yardım ederken ona minnetle ve sevinçle bakıyordum. Bana
suyu içirdikten sonra hemen şifoniyerin çekmecesinden kuru
10
Mehmetcan
bir fanila çıkarıp sırtımdaki lök gibi ıslak fanilamı değiştirmeye
kalkışmıştı. Hiç sesimi çıkarmadan, bir çocuk gibi yaptıklarını
izliyordum.
Beni yatırıp yeniden yatağa yanıma uzandığında, "Bu böyle
devam edemez" diye homurdandı. "Seni bir doktora götürme
liyiz. Bu kâbuslar çok sıklaştı."
Derya'nın haklı olduğunu biliyordum.
Altı aydan beri sık sık gördüğüm bu kâbuslar beni rahat
sız ediyor, geceleri uykularımı kaçırıyor ve en mühimi ruhsal
dengemi zorluyordu. Hemen hemen her seferinde aynı şeyleri
görüyordum. Biricik sevgilime saldıran kötü bir adamı. Şeytan
ruhlu, melanet kumkuması, kötülük timsali, bize kin ve garez
kusan tanımadığım bir adamı.
Evet, karabasanlarımın kötü kişisini hiç tanımıyordum;
tamamen hayallerimin mahsulüydü. Derya'yı neresi olduğunu
bilmediğim, uzak, tenha ve karanlıklar içindeki bir evde kıstır
mış, soyup tahta bir masaya bağlamış ve onu öldürmeye hazır
lanırken görüyordum hep. Ama her seferinde son anda yetişip
onu kurtarmayı başarırken, ilk defa bu gece kâbusumda onun
öldüğüne şahit olmuştum. Belki de bu yüzden de bu son kâbus
beni ziyadesiyle sarsmıştı.
Doğru, bir doktora gözükmeliydim artık. Şayet bu bir has
talık nöbetiyse çok artmıştı. Durum ruhsal sağlığımı tehdit edi
yordu. Nöbet sonrası ve onu takip eden gün, içine kapanık, sar
sılmış, dengesini kaybetmiş, somurtuk ve aksi bir adam haline
dönüşüyordum. Özellikle son bir ay içinde karabasanlarım çok
artmıştı; bazen haftada iki kere başıma geliyordu.
Otuz iki yaşında, genç ve sıhhatli sayılırdım.
Ne var ki doktora gitmek istemiyordum. Zaten otuz iki yıl
lık hayatım boyunca sadece iki kere doktorlarla münasebetim
olmuştu, ilki henüz küçük bir çocukken geçirdiğim kızamık
hastalığı sırasında, ikincisi ise Fenerbahçe kulübünde atletizm
yaptığım sıralarda zaman zaman sağ baldırıma aşırı zorlamadan
11
Mehmetcan
kramp girmesi nedeniyle fizikoterapistle yaptığım tedavi sıra
sındaydı. Bu iki vakanın dışında doktorlarla temasım olmamış
sayılırdı.
! Her şey altı ay evvel yine bu yatakta başlamıştı.
; O gece yalnızdım. Telaşla uyanmış, kötü bir rüya gördü
ğümü sanmıştım. Herkes böyle rüyalar görebilirdi, hiç önem-
serrlemiştim. Nitekim az sonra sırtımı dönüp uyumaya devam
etrrjiştim. Aynı rüyayı birkaç gece sonra tekrar görünce de pek
mühimsememiştim. Lâkin aynı şeyleri üçüncü dördüncü kere
görjmeye başlayınca bir anormallik olduğunu sezinlemiştim ar
tık. Ruh sağlığı hakkında fazla bir şey bilmezdim, ama şuuraltı
bir olayın beni rahatsız etmeye başladığını da yavaş yavaş rüya-
mıri bir kâbusa dönüştüğünü hissedince kavramıştım. Artık her
seferinde kan ter içinde uyanıyor, bütün benliğimde aşın bir
yorgunluk hissediyor ve ertesi günü berbat geçiriyordum.
!Dört ay öncesine kadar gördüğüm rüyalardan Derya'ya
hiç i bahsetmemiştim. Ne anlatabilirdim ki? Rüyalarımda seni
hep metruk bir evde, çırılçıplak, bir masaya bağlanmış, kötü
bir adamın saldırısına hazırlanırken gördüğümü mü söyleyecek
tim? Çok tuhaftı ve sevgilim tarafından yanlış da anlaşılabilirdi.
Rüyalarımda Derya'yı çırılçıplak görmem, ister istemez cinsellik
bağlamında anlamsız bazı çağrışımları akla getirebilirdi. Oysa
onunla gayet dengeli ve sağlıklı bir cinsel hayatımız vardı. Ama
bir gece bir arkadaş partisinin sonunda yine benim evimde
birlikte uyurken yeniden o kâbusu görmüş ve çığlıklar atarak
uyanmıştım. O zaman sevgilime beni rahatsız eden rüyalarım
dan bahsetmek zorunda kalmıştım. Önce pek önemsememişti
DeıJya, tıpkı benim gibi. Lâkin kâbuslarım sıklaşınca o da endi
şeye kapılmıştı.
Hâlâ terliyordum. Bu kez garip bir utanç kaplamıştı beni.
Buna bir tür korku da denilebilirdi belki. Manasız olduğunu
12
Mehmetcan
biliyordum ama bu son kâbusta sevgilimin hayatını kurtarama-
mış, gözlerimin önünde o iblisin Derya'yı öldürmesine engel
olamamıştım. Diğerlerinden farklıydı bu geceki. Ne ifade edi
yordu acaba? Ağzımı açıp, hâlâ usul usul okşayarak beni sakin
leştirmeye çalışan sevgilime bir şey söylemiyordum ama, aklıma
yeni bir düşünce saplanmıştı. Acaba bu geceki kâbusumun elim
sonucu, onun hayatını kurtaramarnam, gördüğüm karabasanla
rın da bittiğini mi ifade ediyordu? Belki saçma bir düşünceydi
ama onun hayatta kalmasını sağlayamamışsam, bir daha ne gö
recektim? Mükerreren aynı sahneyi mi? Sağlıklı düşünemedi
ğimin farkındaydım ama bu düşünce bile, içimde yarattığı tüm
burukluğa rağmen sanki bana bir ümit ışığı gibi gelmişti. Belki
de bir daha bu berbat karabasanı görmeyecek, ondan tamamıy
la kurtulacaktım.
Ayşe beni yatırmış, üstümü örtmüş, dirseğinin üstüne yas
lanarak bir eliyle de hâlâ terden ıslak saçlarımı okşuyordu. Yu
muşacık sesiyle fısıldamıştı.
"Yarın sabah ilk işim bir psikiyatrdan randevu almak ola
cak" dedi. "Bu böyle devam edemez. Artık itirazlarını dinleme
yeceğim."
Sesimi çıkarmadım.
Yavaş yavaş toparlanıyordum. Soluklarım belli bir intizama
girmiş, titremelerim düzelmişti ama az az da olsa terlemeye de
vam ediyordum. Yorgun bakışlarımı sevgilimin mavi gözlerine
çevirdim. Hayatımda gördüğüm en güzel kızdı, onu çılgınlar
gibi seviyordum. Rüyamda bile olsa öldüğünü görmek, hele
böyle elim bir cinayete kurban gitmesi, benliğimde tarifsiz bir
acı yaratmıştı. İsteğine karşı gelmek istemiyordum, ama bir ruh
doktoruna ne anlatacaktım? Sevgilimin saldırıya uğradığını mı?
Sık sık gece uykularımda aynı sahneyi gördüğümü mü?"
Doğrusu tababetin bu dalı hakkında fazla bir şey bilmiyor
dum ama duyduğum kadarıyla doktor bilincimle, şuuraltımda
yer eden olaylar arasında bir bağıntı kurup kâbuslarımı gün ışı-
13
Mehmetcan
ğıria çıkarmaya çalışacaktı. Belki Ayşe sadece bir araçtı, belki de
yıllar önce sebebini bilmediğim veya hatırlamadığım bambaş
ka i bir hadisenin etkisi altındaydım. Hafızamı zorlayıp ruhumu
tehdit eden belki de çocukluğumdan kalma bambaşka bir ola
yın mevcudiyetini anımsamaya çalıştım. Lâkin aklıma hiç böyle
biti vaka gelmiyordu. Çocukluk ve gençlik yıllarım son derece
huzurlu ve sakin geçmişti, beni etkisine alabilecek herhangi bir
olay kesinlikle aklıma gelmiyordu.
"Biraz daha bekleyelim," dedim Ayşe'ye.
"Daha neyi bekleyeceğiz ki? Nasıl sarsıldığını görmüyor
müsün?"
i "Belki de bitmiştir. Bu sonuncusu olmuştur. Kim bilir, bir
daha bu kâbusu görmem."
"Kendi kendini kandırmaya çalışma Murat," dedi sevgilim.
"Ne bitmesi? Bilâkis son zamanlarda kâbusların daha da sıklaş
tı. Çocuk gibi hareket ediyor, doktora gitmekten korkuyorsun.
Ne kadar anlamsız. Biliyor musun, psikiyatrların muayeneha
neleri senin gibi hastalarla dolup taşıyor. Bunun utanılacak veya
çekıinecek bir yanı yok. Kesinlikle sıhhatli bir durum değil bu."
"Acele etme," diye fısıldadım. "İnan bana bu sonuncu gör
düğüm kâbus olabilir."
! Garipseyerek yüzüme baktı.
"Sonuncu olduğuna nasıl hükmediyorsun?" diye sordu.
; Yutkunmak zorunda kaldım.
i Son kâbusumda onu kurtaramadığımı söyleyemezdim.
! "Bilmem," diye fısıldadım. "İçimden bir his bunun sonun
cu olduğunu söylüyor."
Gülümsedi, yine onu atlatmaya çalıştığımı sandı.
Olumsuzca başını iki yana sallayıp, "Hayır, bu defa beni
atlatamazsın artık," diye söylendi. "Yarın tanıdığım bir doktor
da^ randevu alacağım," dedi.
; itiraz edemedim. Kolumdaki saate bir göz attım; gecenin
üçüydü. Genellikle kâbuslarım hep böyle kan uykuya daldığım
14
Mehmetcan
ilerlemiş saatlerde geliyordu. Bakışlarımı sevgilime çevirdim.
Uyku mahmuruydu, ama o kadar güzel görünüyordu ki, elim
de olmadan hayranlıkla onu süzdüm. Sanki aklımdan geçenleri
sezmiş gibi, "Hadi, şimdi uyumaya çalış, çok yorgun görünü
yorsun," diye fısıldadı. Sonra o da yanıma kıvrılıp yorganın altı
na kaydı. Yorganın altında elini tuttum. Sıcacık ve yumuşacıktı
teni. Kâbuslarıma lanet ettim içimden; bunun kesinlikle beyni
min bana oynadığı bir oyun olduğundan emindim, ama bir an
için dahi olsa onu kaybetmek korkusu bütün dehşetiyle içime
sinivermişti. Neden sonra bana şaşırmış nazarlarla baktığını
fark edince parmaklarımın arasında kalan elini heyecandan faz
la sıktığımı anlayıp hemen gevşettim. Karabasanın etkisinden
tamamen sıyrılamadığımı hissediyordum.
"Hadi artık, elektriği kapatacağım," dedi. "Uyuyabilecek
misin?"
"Tamam. Söndür ışığı," diyebildim.
Derya uzanıp kendi tarafındaki gece lambasının butonuna
bastı. Yatak odası bir anda zifiri karanlığa büründü. Gerçi ka
palı perdelerin arkasından sokağın az da olsa yetersiz ışığı odaya
sızıyordu ama gözlerim o kifayetsiz aydınlığa alışıncaya kadar
ruhumu kasvet kaplamıştı.
O an bir şeyin daha farkına vardım; karanlıktan hoşlanmı
yordum. Gariptir ama bunu sanki ilk defa hissediyordum. Daha
önce karanlığın ürkütücü tesirini ruhumda hiç hissetmemiştim.
Yoksa bunun da bir hikmeti var mıydı? Gece ve karanlık olsa
olsa normal olmayan insanlarda böyle bir etki doğurabilirdi. Be
nim yaşımdaki bir erişkin için karanlıktan ürkmenin ne manası
olabilirdi? Hiç kımıldamadan yatağın içinde öylece büzülmüş
yatıyordum.
Gece, karanlık ve yalnızlıkta insanoğlu nedense ruhunun
bütün çarpıklığıyla kendini baş başa kalmış gibi hissediyordu.
Belki de ürküntünün asıl sebebi buydu.
O an aklıma başka bir şey takıldı.
15
Mehmetcan
, Acaba uyursam, aynı kâbusu bir daha görür müydüm?
Ha(yır, diye mırıldandım içimden. Bugüne kadar aynı kâbusu
hiç üst üste iki kere görmemiştim. Herhalde bundan sonra da
görmezdim. Bunun bir garantisi yoktu şüphesiz, fakat bundan
öncekileri anımsayarak en azından dört beş gün sonrasına ka-
daıi rahat ve sakin bir hayat sürecektim. Nöbet araları dört beş
güıjı kadar uzuyordu.
Gözlerim odanın karanlığına biraz daha alışmıştı şimdi. Ya
tak! odamın içindeki eşyalar silik birer görüntü olarak şekilleni
yordu yavaş yavaş. Tam karşımdaki gardırobu, yan taraftaki iki
berjeri seçebiliyordum. Derya ışığı söndürdükten sonra ne kadar
süreyle düşüncelerimle boğuştuğumu hesaplayamamıştım. Belki
on dakika, belki de daha fazla zaman geçmişti. Bir ara yanımda
yatan sevgilimin muntazam aralıklarla alıp verdiği nefesini du
yarak bakışlarımı ona kaydırdım. Benim sakinleştiğimi görünce
uykuya yenik düşmüştü yeniden. Ne de olsa, gecenin ilerlemiş
bir saatiydi. Uzun sarı saçları kuştüyü yastığın üzerine dağılmış
haldeydi; odanın karanlığında saçlarının parlaklığını hissediyor
ama| çok hoşuma giden rengini ayırt edemiyordum. Sarılıp saç
larımdan öpmek istedim ama sonra hemen isteğimi dizginledim,
onui yeniden uyandırmamak, uykusunu bozmamalıydım.
Uyuyabilecek miydim acaba?
Bu gece eskilere kıyasen en kötü kâbusu görmüştüm ve
hâlâ] tam olarak etkisinden kurtulamıyordum. Gözlerimi yum
dun), uyumaya gayret etmeliydim.
jHer kâbus sonrası olduğum gibi bedenime müthiş bir yor
gunluk çöküyordu. Sanki hayalimde yarattığım o berhaneye
sevgilimi kurtarmak için gerçekten koşmuşçasına bütün ada
lelerim sızlıyordu. Utanmasam gençliğimde atletizm yaparken
sağ baldırıma musallat olan krampın yeniden tutacağını düşü
necektim.
16
Mehmetcan
Neden sonra yorgunluğum etkisini gösterdi. Zihnim kar
makarışık, düşüncelerimi şekillendiren endişeler arasında bir
den sızıp kalmıştım...
Alnıma konan etli iki dudağın sıcak öpüşüyle gözlerimi aç
tım. Yatağın kenarına oturan Derya beni öperek uyandırmıştı.
Yüzüme bakan mavi gözlerinde şefkat ve ihtimam sezinliyor
dum. Gözlerinin içi gülümsüyordu.
"Rahat uyuyabildin mi?" diye fısıldamıştı.
"Uyudum, uyudum... Merak etme iyiyim," dedim.
"Hadi, öyleyse kalk. Tıraşını ol, duşunu al ve giyin. Geç
kalıyoruz. Sen banyodayken ben de kahvaltımızı hazırlarım."
Derya mutfağa doğru yürürken ben de üzerimden yorganı
atıp kalkmaya davrandım, ama o lanet bitkinlik yine yakama
yapışmıştı. Daha ayağa kalkar kalmaz, dizlerimin titrediğini
hissettim. Aşırı halsiz ve" yorgundum. Hemen aklıma, dün gece
yatakta Derya'nın doktora gitmem için yaptığı ısrarı hatırladım.
Bir doktora gitmeye hiç niyetim yoktu; şayet sevgilim bu bitkin
halimi görürse büsbütün ısrara kalkışacaktı.
Belki ılık bir duş iyi gelir diye önce banyoya geçtim. Her
sabah önce muntazaman tıraş olduğum için, elim yüzüme süre
ceğim köpüğe gitti. Dikkat ettim, parmaklarım titriyordu. Jileti
güçlükle kullandım.
Ne oluyordu bana, anlayamıyordum bir türlü.
Yoksa gerçekten bir hastalığa mı kapılmıştım? Mahiyetini
pek kestiremediğim bir ruh hastalığı; belki de olası bir çılgınlı
ğın ilk etabı...
îçimi bir titreme aldı.
Akd hastalığının irsi olduğunu işitmiştim, duşun altına gi
rerken ailemde böyle birilerinin olup olmadığını düşündüm bir
an, ama bildiğim kadarıyla ne ana tarafımda ne de babamın so
yunda hiç akıl hastası yoktu.
17
Mehmetcan
I Neyse, ılık su iyi gelmişti biraz. Suyun altında normal sü
reden biraz fazla kaldım. Bu arada Derya banyonun kapısına
gelmiş, acele etmemi hatırlatmıştı bir kere daha. Mutfağa gitti
ğimde sırtımda hâlâ bornozum vardı. Derya sitemkâr bir şekil
de yüzüme baktı.
"Hayatım, biliyorsun," dedi. "Bu sabah onda Ak-Yapı fir
masının sahibi ile randevum var, gecikiyorum, lütfen biraz acele
et."
Derya aynı zamanda sahibi olduğum inşaat şirketinin mi
marıydı da. Bir sene evvel aldığım büyük bir sitenin inşaatı
işinde tanışmıştım onunla. Ortağım Behzat'ın tanıdığıydı. Ama
kısa bir süre sonra iş ilişkimiz, aşka dönüşmüştü. Son altı aydan
beri de birlikte yaşıyorduk, daha doğrusu en az haftanın üç dört
günü beraber oluyorduk.
"Sen önden çık," dedim yorgun bir edayla. "Randevuna
gecikmeni istemem."
| Sessizce yüzüme baktı. Nefis gözlerinde hüzünlü bir merak
şekillenmişti.
! " iyi değilsin, değil mi?" diye mırıldandı.
! Üzülmesini istemiyordum, inkâra kalkıştım.
I "iyiyim, merak etme," dedim. "Ama senin yolun uzak. Oğ-
ledön sonra bizim ofiste buluşuruz."
! O çoktan hazırdı zaten. Çay fincanını masanın üzerine bı
rakırken, "Unutma," diye söylendi. "Bugün doktordan randevu
işini ayarlayacağım, tamam mı?"
!Başımı salladım. Şimdi tartışacak hâlim yoktu.
i Çantasını kapıp yanıma yaklaştı, yanağıma bir öpücük kon
dururken, her zaman ki telaşlı haliyle mırıldandı.
I "Öğleden sonra görüşürüz, sevgilim. Arabanı dikkatli sür,
sürajt yapma sakın," diye de tembihte bulundu."
i"Merak etme," dedim.
Derya dairemden çıkınca içimi bir boşluk kapladı. Artık
korkmam için sebep kalmamıştı, her doğan gün ile beraber ru-
18
Mehmetcan
humu kaplayan o kasvet ve korkudan arınıyordum. Asıl düşma
nım gecenin karanlığıydı; nasıl olsa gündüz vakti kâbus görmü
yor, kendimi de sevgilimi de emniyette hissediyordum.
Bornozla mutfaktaki masanın önündeki sandalyelerden bi
rine çöktüm âdeta. Bu berbat durumum acaba daha ne kadar
sürecekti. İtiraf etmeliyim ki, ben de durumumdan endişelen
meye başlamıştım çoktan. Gerçekten hasta mıydım? Gördük
lerim birer kâbus, nöbet, ya da tıbbi tabirle birer halüsinasyon
muydu? Normal olmadığım bir vakıaydı. Sağlıklı bir insan ay
lardır aynı şeyi beyninde şekillendiremezdi.
Kâbusu gece üç sularında görmüştüm; saat şimdi sabahın
dokuzuydu ve ben daha sonra deliksiz uyumama rağmen yor
gunluğumu üstümden atamamıştım. Endişelenmekte haklıy
dım; gördüğüm kâbuslar daha sonra bende hatırı sayılır fiziksel
bir çöküş yaratıyordu. Artık tecrübeyle öğrenmiştim, bu yor
gunluk devresi yarın sabaha kadar sürecekti.
Evimden çıktığımda saat on bire geliyordu. O gün Ataşe-
hir civarındaki yeni inşaat sahamıza gitmek zorundaydım ama
o gücü kendimde bulamadım. Kapalı garajdan BMW'mi çıka
rıp ağır ağır Mecidiyeköy'deki büroma doğru sürdüm arabamı.
Derya'mn uyarısına uymuş mümkün olduğunca hız yapmaktan
kaçınmıştım.
Büroya girdiğimde daha koridordan odama ilerlerken orta
ğım Behzat'la karşılaştım.
Şaşırarak bana baktı.
"Yahu sen bu sabah Alaşehir'e gitmeyecek miydin?" diye
sordu.
Sinirli bir şekilde homurdandım.
"Evet ama gitmedim."
"Neden? Ne oldu?"
"Pek iyi değilim," dedim.
19
Mehmetcan
I Bunca zamandır sıhhatimden hiç şikâyetim olmadığını ga-'
yetjiyi bilen Behzat yadırgayarak beni süzdü.
"Nen var?"
| "Yok bir şey."
i ifademde ki tenakuzu hemen sezinleyen ortağım şaşkın
şaşkın beni süzmeye devam etti. "Anlatsana yahu, ne oldu?"
"Varma üstüme. Biraz keyifsizim işte."
i Behzat'ı bilirdim; bir şeye kafası takıldı mı öğreninceye ka-
darl üstelerdi.
"Soğuk algınlığı filan mı? Havalar şu sıra çok sakat. Hiç
ihmale gelmiyor."
"Öyle," dedim.
; "Keşke evde istirahat etseydin. Baksana yüzüm bembeyaz.
Sen; gerçekten hastasın yahu. Seni hiç böyle görmemiştim."
j Ortağımın söyledikleri beni büsbütün tedirgin etmişti. De
mek halim bu kadar belli oluyordu. Uykuda görülen bir rüyanın
ins4nın dış görünüşünde bu denli rahatsızlık belirtileri yarataca
ğın^ ihtimal vermemiştim. Odama doğru yürürken ona karşılık
vermemiştim. Ama gerçek bir dost olan ortağım da peşimden
oda|ma geldi.
; "Nerede üşüttün böyle, yahu?" diye sorgulamaya devam
ediyordu beni.
| Teknik Üniversite'den beri mektep arkadaşım ve şimdi
de ortağım olan Behzat'a kâbuslarımdan hiç bahsetmemiştim.
Gerçeği ondan saklamanın hiçbir anlamı yoktu; hem gerçekten
bir ruh hastalığına yakalanmak üzereysem veya yakalandıysam,
buriu bilmek onun da hakkıydı. Yine de kısa bir tereddüt geçir
dim. Durumu nasıl açıklayacağımı kestiremedim.
Bendeki durgunluğu o da sezinlemişti.
[ Soğuk algınlığının dışında bir şey olduğunu fark etmiş gibi
yüzüme bakıyordu.
"Yahu Murat," dedi. "Sen de bir gariplik var."
"Ne garipliği?" diye sordum.
20
Mehmetcan
"Ne bileyim, hiç de üşütmüş, birinebenzemiyorsun. Bu so
ğuk algınlığı ya da grip filan gibi bir şey değil. Ne oldu yahu?
Yoksa başka bir derdin mi var?"
Daha fazla durumumu saklamanın anlamı yoktu.
"Otur şöyle karşıma," dedim.
Tatsız bir açıklama yapacağımı anlamış gibi huzursuz bir
şekilde masamın önündeki deri koltuğa çöktü. Başıma gelenleri
ilk defa Derya'nın dışında birine anlatacaktım, bunun hiç de
hoş olmadığının farkındaydım, ama Behzat güvendiğim biriydi
ve en azından hastalığım hakkında (şayet bir hasta isem) bazı
şeyleri bilmesi onun da hakkıydı.
"Doğru. Grip filan değilim," diye söze girdim.
Yüzündeki ifade daha da değişti. Hayretle bana bakmaya
başladı.
"Nen var öyleyse?"
içimi çektim, derin bir nefes aldım sonra altı aydır çektiğim
sıkıntıyı biraz üstü kapalı olarak ortağıma anlatmaya başladım.
Kâbuslarımı bütün netliği ile anlatmam şart değildi tabii; ne
de olsa Behzat bir ruh doktoru değildi. Ayrıca Derya ile olan
ilişkimi ve evlilik planlarımızı bildiği için rüyalarıma biraz san
sür getirmeyi daha uygun bulmuştum. Neden böyle yaptığımı
bilmiyordum, belki de biraz utanmıştım. Kâbuslarımı oldukça
gerçeğine yakın bir şekilde naklettim ama Derya'nın çırılçıplak
bir masanın üzerinde yattığını söylemedim. Kâbuslarımın ero
tik boyutu belki onda başka çağrışımlar yaratabilirdi.
Beni dinleyince, "Allah Allah," diye homurdandı. "Bu ne
biçim rüya yahu?" dedi.
"Ben de bilmiyorum."
"Ee, niye kafanı takıyorsun? Alt tarafı rüya işte. Hepimiz
böyle abuk subuk şeyler görürüz. Gerçek değil ya, niye bu ka
dar etkilendin anlamıyorum. Takma kafanı."
"Ama aynı rüyayı çok sık görür oldum."
"Ne olacak yani? ilk seferinde etkilenmişsen beynine nak-
21
Mehmetcan
şohjınmuştur bir defa, ondan sonra da sık sık tekrarlanmış. Ba
zen bana da olur, aynı rüyayı görürüm. Meseleyi bu kadar bü
yütecek ne var?"
Bezgin bir şekilde homurdandım.
; "Derya bir psikiyatriste görünmemi istiyor."
| "Daha da neler? Saçmalama... Bir iki rüya gördün diye
doktora koşmanın anlamı mı var yahu? Onlar para tuzağı. Dok
torun eline düşersen, sağlam gitsen hasta çıkarsın."
j "Zaten ben de gitmek istemiyorum," dedim.
I "Boş ver. Ama şunu da kabul etki ikimiz de çok yorulduk,
hele şu son proje seni fazlasıyla üzdü. Çok emek verdin. Senin
yerinde olsam, hemen işi gücü bırakır bir hafta on gün esaslı bir
tatile çıkarım. Boş ver her şeyi. iyice bir dinlen. Derya'yı da al,
deniz kenarında beş yıldızlı bir otele git. Kafanı dinle, bak ne
rüya kalır ne kâbus."
j "imkânsız," diye mırıldandım. "Şu an hiçbir yere adım ata-
maıjn. işlerin durumu malum. Şantiye de olmam lâzım."
i "Yahu ben ne güne duruyorum? Bir hafta on günden ne
çık^r? Şantiyeye de bakarım."
: "Olmaz," dedim.
i "Saçmalıyorsun ama... Sıhhatin her şeyden daha önemli.
Sen: bu rüya işini kafana fazla takmışsın. Eminim ki aşırı yor
gunluktandır. Çok stresli günler geçirdik, git dinlen. Bak göre
ceksin, turp gibi sağlam dönersin."
I Bir an düşündüm. Hani, Behzat haklı da olabilirdi. Ger
çekten de çok yorucu bir sezon geçirmiştik ve ziyadesiyle yorul
muştum. Ama gördüğüm kâbuslarla yorgunluğum arasında bir
bağjkuramıyordum. Olabilir miydi acaba?
| Kararsız kaldığımı görünce üsteledi.
| "Dediğimi yap. Al Derya'yı git. Sana iyi gelecektir."
•isteksizce homurdandım.
"Yahu kış mevsimindeyiz, şimdi Akdeniz sahillerine gitme
nin ne anlamı var? Ne yapacağım oralarda?"
22
Mehmetcan
"Öyleyse al sevgilini Fransa'ya veya italya'ya git. Bir Paris
yolculuğu kötü mü olur?"
"Bilmem," dedim. "Tatil fikri hiç aklıma gelmemişti."
"Gelmez tabii. Çalışmaktan başka ne halt ediyoruz ki? iki
miz de yıllardır şöyle doğru düzgün bir tatil yapamadık. Sen,
doktora filan kulak asma, asıl sorunun biraz dinlenmek."
Behzat sanki sıkıntıma gerekli teşhisi koymuş gibi oturdu
ğu koltuktan kalktı, rahatlamış bir şekilde kapıya yürüdü. Kapı
yı açıp odasına doğru giderken de söyleniyordu.
"Tavsiyemi dinle. Bu meselenin tek çözümü biraz istirahat.
Çok yorgunsun."
Acaba öyle miydi?
Kâbuslarımın asıl nedeni yorgunluğum muydu? Nedense
içimde bir kuşku vardı...
Derya'nın büroya dönüşü iki buçuğu bulmuştu. Onu kar
şımda görür görmez neşem yerine gelmiş, sabahtan beri süre
gelen durgunluğumdan sıyrılmıştım âdeta. Flayatımda ne kadar
önemli bir yeri olduğunu sanki bir kere daha anlamıştım. Neşe
min, hayata bağlılığımın kaynağıydı. Gelip masamın karşısında
ki koltuğa oturunca gözlerim ışıldamıştı.
"Ne haber, işi bağladın mı?" diye sordum.
Mağrur ve kendinden emin haliyle gülümsedi.
"Tabii. Kaçar mı benden? Firma bütün şartlarımı kabul
etti."
Onun adına sevinmiştim. Bu işten yüklü bir ücret alacağını
biliyordum. Sevincine ortak oldum.
"Senin adına çok sevindim," dedim.
Ama o meseleyi kapatarak yüzüme bakmıştı merakla.
"Sen nasılsın? Sabahtan beri telefonla arama fırsatım olma
dı, iyi misin?"
"iyiyim, iyiyim," dedim.
23
Mehmetcan
j "Şimdi o tanıdığım doktora telefon edip randevu alacağım."
"Dur, acele etme. Önce beni bir dinle."
, Sevgilimin hemen kaşları çatılmıştı.
| "Ne var? Yoksa yine beni atlatmaya mı kalkışacaksın? Bu
sefejr lâmı cimi yok. Doktora gideceğiz."
"Hayatım önce konuşmama bir izin versene."
j O harika mavi gözlerinde hemen hiddet emareleri belirmişti.
! "Yine atlatmaya çalışacaksın, değil mi?"
içimden, Allahım ne güzel bir kadın, diye geçiriyordum.
Galiba hayattaki en büyük şansım onu bulmak olmuştu. Daha
bir sene evvel Behzat onu yetenekli bir mimar diye bizim bü
roya getirdiği gün beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bir ka
dında mevcut olması istenen her türlü vasıf ve yeteneğe sahipti.
Hani, güzellik enfüsidir, her insanın beğenisine göre farklılık arz
eder derler ya, fakat kuşkusuz bunun birde objektif, herkesçe
kabulü gereken yanları vardır. Kimse onun güzelliğine bigâne
kalajmazdı. Vücut hatları tek kelime ile şaheserdi. Uzun boyu,
ince| bir bedeni ve insanın devamlı bakmak isteyeceği bir yüzü
varqı. Daha ilk görüşte yüreğimi hoplatmış, mesleki yeteneği ne
olursa olsun, yanımızda çalışması isteğine kapılmıştım. Sanırım
ilk görüşte âşık olmak bu anlama geliyordu. Derya bizimle ça
lışmak için bir sürü şart ileri sürmüştü. Onu Behzat getirmesine
rağmen, ortağımın şartlarını öğrenince itiraza kalkıştığını gör
müş, kızın da teklifimizi kabul etmeyeceği kuşku ve korkusuna
kapılmıştım. Onu reddetmem mümkün olamazdı. Sonunda an
laşmıştık. Daimi biz de çalışmayacaktı ama projelerimizin genel
mimarı da o olacaktı.
Bir an onunla ilgili hayallerimden sıyrılıp cevap verdim.
'"Acele etme," dedim. "Bu sabah Behzat'la konuştum. Ona
da gprdüğüm kâbusları anlattım. Merak etme, bütün teferrua
tıyla; değil. Bazı noktaları sansürledim."
?Ne gereği vardı Behzat'a anlatmanın?"
"Ama mâkul bir gerekçe ileri sürdü. Benim de aklım yattı."
24
Mehmetcan
"Neymiş o?"
"Aşın yorgunluk."
"Hiç alakası yok."
"Öyle deme Derya. Ben gerçekten çok yorgunum. Biliyor
musun, en az dört seneden beri hiç tatil yapmadım."
"Eee?"
"Behzat seni alıp bir tatile çıkmamı önerdi. Hiç de fena bir
fikir değil gibi geldi bana."
Sevgilim nefis mavi gözlerini devire devire birkaç saniye
bana baktı, sonra bu fikre pek sıcak bakmazmış gibi mırddandı.
"Tatil mi? Bu kışta kıyamette? Zamanı mı ayol şimdi?"
"Yaz olmuş, kış olmuş fark eder mi? Deniz şart değil ya, biz
de bir kayak merkezine gideriz. Romanya'ya veya Alp'lere."
"Murat sorunun yorgunluktan kaynaklanıyorsa, buna bir
itirazım olamaz. Tabii ki dilediğin kadar dinlenebilirsin. Ama
fikrimi sorarsan senin önce bir doktora görünmen lâzım."
Hemen bastırdım.
"Doktoru boş ver, önce Behzat'ın tavsiyesini bir deneyelim
bakalım."
Derya isteksizce kaşlarını oynattı. "Sen bilirsin ama o tak
dirde tatile yalnız çıkacaksın demektir."
"Ne demek bu?"
"Manası çok basit. Çünkü bu sıralar işimi bırakıp seninle
gelemem. Bunu bu sabah bana söyleseydin, bir ayarlama yapa
bilirdim, ama bildiğin gibi yeni bir anlaşmaya imza attım. Belirli
bir sürede çizimleri gerçekleştirmek zorundayım. Hiç vaktim
olmayacak."
Afallayarak yüzüne baktım.
"Ciddi mi söylüyorsun? Oysa bu seninle ilk gezimiz ola
caktı."
"Bunu ne kadar isteyeceğimi herhalde tahmin edebilirsin
ama dediğim gibi bir anlaşma yaptım, şu sıralar buradan uzak
laşmam olanaksız."
25
Mehmetcan
"Bir haftalığına olsun, ayrılamaz mısın İstanbul'dan? Sade
ce yedi günlüğüne."
Olumsuzca başını sallamıştı yine.
| Altı aydır Derya'nın huyunu suyunu anlamıştım artık, bir
kere ağzından hayır lâfı çıkmışsa kimse onu döndüremezdi etti
ği laftan. Israr etmedim, ama içimde hafif bir kırıklık olmuştu,
îşirje gösterdiği hassasiyet ve bağlılığı anlıyordum, fakat ortada
bir sıhhat problemi vardı ve o kişi Derya olsa, ben her türlü acil
işinjıi bırakıp onun peşinden giderdim. Yine de bozulduğumu
ona belli etmek istemedim.
Konuyu değiştirdim, zaten sevgilim de ısrarcı olmamıştı...
26
Mehmetcan
15?
<3 AAT beşe doğru Derya bizim ofisten çıkıp kendi mimar
lık bürosuna dönmüştü. Behzat ise daha o gelmeden önce Ata-
şehir' deki inşaat alanımıza gittiğinden Derya'nın tatile çıkama
yacağını söyleyememiştim. Behzat'ın önerisi şimdilik yatmıştı.
Ustümdeki o yorgunluğun bu gece rahat bir uyku çekme
den geçmeyeceğini biliyordum. Derya'ya da biraz gücenmiştim.
Erkenden bürodan çıktım, bu gece sevgilim de zaten annesinin
yanında kalacaktı. Yani geceyi evimde tek başıma geçirecektim.
Kâbuslarım son zamanlarda âdeta bir nöbete dönüşmüştü; ge
celeri uykuda gördüğüm bir rüya olmaktan çıkmış, ruhsal ve
fiziki etkilerini uyandıktan sonra da yirmi dört saat sürdüren
bir dert haline gelmişti. Yapılacak en iyi şey dinlenmem, evime
dönüp istirahat etmemdi, daha doğrusu deliksiz ve rüyasız sekiz
saat uyumamdı.
Tam evime yaklaştığım sırada telefonum çalmaya başladı.
Arayan babamdı. Telefonu açtım. "Merhaba baba," de
dim. Dört seneden beri Erenköy'deki evinde dinleniyordu ar-
27
Mehmetcan
tık. Uzun zaman önce beyin kanaması nedeniyle felç geçirmiş ve
çalışma hayatından tamamen çekilmişti. Başında bulunduğum
inşalat şirketini altmışlı yılların ortasında Behzat'ın babasıyla
birljkte kurmuşlar sonra onu dev bir kuruluş haline getirmiş-
lerdii. Ne yazık ki şimdi ikisi de işlerinin başında değillerdi ar
tık. Behzat'ın babası kanserden vefat etmişti, benim peder de
sağ tarafındaki felç nedeniyle aktif hayattan uzaktı. Yaşı yetmişi
bulmuştu.
"Nasılsın oğlum?" diye sordu.
I "Teşekkür ederim baba, koşuşturup duruyoruz işte," de
dim. Ona gördüğüm kâbuslardan bahsetmenin hiçbir anlamı
yoktu. Zaten hasta olan adamı şahsi problemlerimle üzmenin
gerejği de yoktu.
"Senden bir ricam olacak," dedi.
"Estağfurullah baba, o ne biçim söz. Emret."
;"lş çıkışı bana uğrayabilir misin?"
iBir an düşündüm; babam şehrin öbür yakasında Erenköy'de
oturtuyordu. Bu yorgun ve bitkin halimde karşı tarafa geçmek
gözemde büyüdü, tek isteğim bir an önce evime gidip dinlen
mekti. Fakat yaşlı adamcağızın isteğini de geri çeviremezdim.
"Bir sorun mu var?" diye sordum.
"Hayır, hayır sorun filan yok. Hem özledim, hem de sen
den bir isteğim olacak."
Vicdanıma yenik düştüm. Onu hakikaten son zamanlarda
birajz ihmal etmiştim, işlerimin yoğunluğundan sık sık uğraya-
mıy^r, gönlünü ve hayır duasını alamıyordum. Şimdi özledim
derken, bahaneler yaratıp ziyaretimi ertelemek hiç de yakışık
almayacaktı. Ayrıca bir de isteği olduğunu ifade etmişti.
."Tamam," diye mırıldandım. "Yarım saat sonra yanında
yım!"
BMW'mi köprü istikâmetine kırdım. Karşı yakaya geçen
yoğjın trafiğe daldığımda bir yandan da düşünüyordum. Babam
gerdekten mükemmel bir insandı. Hayatta başarılı olmuş, mes-
28
Mehmetcan
leğinde sivrilmiş, akıllı yatırımlar yapmış ama en önemlisi beni
yetiştirebilmek için elinden geleni ardına koymamış biriydi. An
nemin vefat ettiği sırada henüz ortaokul sıralarında bir öğren
ciydim. Bir daha evlenmeye kalkışmamış, bütün enerjisini işine
ve benim yetişmeme hasretmişti. Büyüdükçe yaptığı fedakârlığı
daha iyi takdir etmiştim.
Kırk dakika sonra Erenköy'deki dairesinin kapısına dayan
mıştım. Bir zamanlar kendi inşa ettiği bir apartman dairesinde
oturuyordu. Bağdat Caddesinin denize bakan tarafında, man
zaralı, güzel bir evdi. Yanında ona bakan hizmetkârları vardı.
Bana kapıyı da son yıllarda can yoldaşı gibi babama bakan,
emektarımız Cemal Efendi açmıştı. Hâlâ bana "küçük bey"
derdi. Yine her zamanki güler yüzüyle, "Hoş geldiniz, küçük
bey," dedi.
İçeriye babamın yanına gitmeden önce, ona sordum.
"Bir sorun mu var, Cemal Efendi?" dedim.
Şaşırmış gibi yüzüme baktı.
"Ne sorunu?"
"Bilmem, peder beni apar topar çağırdı da."
"Özlemiştir, herhalde. Ne de olsa artık yaşlanıyoruz. Bir
ayağımız çukurda sayılır, ufak tefek kaprislerimizi anlayışla kar
şılarsınız umarım. Beyefendi sizi çok özlüyor, yeterince göremi
yorum, diyor."
Bizim emektar Çerkez haklıydı. Bazen on gün oluyor, pe
deri ziyarete gelemiyordum. İşlerin yoğunluğuna şimdi bir de
başımda kavak yelleri estiren Derya dahil olmuştu. Haliyle
boş vakitlerimin çoğunu sevgilime ayırıyor, pederi biraz ihmal
ediyordum. Bir suçlu gibi hafifçe utanarak salona doğru yürü
düm.
Babam ilerleyen yaşma ve geçirdiği felç haline rağmen her
zaman şık ve bakımlı olurdu. Cam kenarındaki büyük koltukta,
29
Mehmetcan
sıramda lacivert üzerine beyaz puanlı robdöşambrı, boynun
da | ipek fuları, ayağında yumuşak glaseden yapılmış pırıl pırıl
boyalı ayakkabılarıyla gayet şıktı. Yürürken kullandığı metal
bastonu da hemen yanı başında duruyordu. Tabii yaşı itibariyle
zarhanımızın ihtiyarlarından ziyade daha çok altmışlı yıllardan
kallma örnek bir beyefendi görünümündeydi. Yine de onun
şıkjık ve zarifliğini hiç elden bırakmamasını hep takdirle karşı
lardım. Eminim, onun yaşına geldiğimde onun kadar zarif biri
olamayacaktım.
; Gülerek yaklaştım.
i O da beni görünce yüzünde mutlu bir ifade oluşmuştu.
Her zaman ki olgunluğu içinde ihmalkârlığıma dair tek kelime
etnjıedi. Sadece, seni özledim demekle yetinmişti. Önce bir süre
havadan sudan konuştuk, hasret giderdik. Ona şirketin duru
mu!, yürüyen inşaatlar hakkında bilgiler verdim. Filhakika ken
di kurduğu ve bugüne getirdiği devasa şirket üzerindeki bütün
hisselerini bana devretmiş, işle her türlü ilişkisini kesmişti, ama
ne de olsa şirket onun eseriydi.
Hizmetçinin pişirdiği kahvemi yudumlarken bir ara pede
rin i anlamlı bir şekilde beni süzdüğünü gördüm ve meraka ka
pıldım.
"Hayrola baba?" dedim. "Bir şey mi var, benden gizledi-
ğin?"
I "Benim yok, ama senin var galiba," dedi.
Bir an irkildim.
j Nedense ilk aklıma gelen şey, kâbuslarım olmuştu. Fakat
buıjıu babamın bilmesi imkânsızdı. Ortağım Behzat bile daha
bu^ün öğrenmişti derdimi. Gerçi Behzat'la çok iyi birer dost
tuk, o da zaman zaman babama uğrar, elini öper halini hatırını
sorardı, ama bana danışmadan gelip gördüğüm karabasanlar
da^ yaşlı ve hastalıklı babama olayı anlatması asla düşünülecek
bir jihtimal değildi.
"Ne demek istiyorsun?" dedim.
30
Mehmetcan
Babam gülümsemeye devam ederek yanı başında duran
günlük gazetelerden birinin magazin ilavesini sağlam eliyle aça
rak bana doğru uzattı.
"Bunu gördün mü?" dedi.
Dün geceyi berbat bir halde geçirdiğimden bugün hiçbir
gazeteye bakacak ne vaktim ne de halim olmamıştı.
"Nedir o?" diye sordum.
"Sen açıkla bakalım," dedi.
Hemen ilaveyi alıp işaret ettiği resme baktım. Birkaç gece
evvel Derya ile gittiğimiz bir gece kulübünden çıkarken çekil
miş bir fotoğrafımızdı. Paparazilerin yaptığı bir azizlik.
Gülümsemek zorunda kaldım. Fotoğrafı gerçekten de gör
memiştim.
Babam ciddi bir şekilde sordu: "Gelin adayım mı?"
Bir an ne cevap vereceğimi kestiremedim. Gerçekten de
Derya ile evlenmeyi düşünüyorduk ama henüz kesin verilmiş
bir kararımız yoktu ve henüz birbirimizi tanıma safhasındaydık.
Babam tüm monden görünümüne rağmen, ne de olsa yaşı gereği
biraz daha muhafazakâr bir insandı. Ona Derya ile birlikte ya
şadığımızı, bir tür evlilik deneyimi yaptığımızı söylersem, bunu
anlayışla karşılayacağından kuşkuluydum. Oysa çevremizdeki
pek çok çift gibi biz de bir tecrübe dönemi geçiriyorduk.
"Olabilir," diye fısıldadım.
"Çok şükür... Demek nihayet evlenmeye karar verdin ha.
Oğlum, şu âhır ömrümde artık bende torun sevgisi tatmak is
tiyorum."
"Dur baba, o kadar acele etme. Sadece olabilir dedim."
"Ne demek bu? Evlenmeye karar verdiniz mi vermediniz
mi?"
"Düşünüyoruz," demek zorunda kaldım.
Babam büyük bir içtenlikle devam etti.
"Allah için hoş bir hanım. Boyu posu, endamı yerinde. Res
min altında yazılanlara göre de mimarmış, öyle mi?"
31
Mehmetcan
i Başımla onayladım.
! "Evet. Bizim şirketin mimarı. îşe aldığımı sana daha önce
dejsöylemiştim."
; "Öyle mi? Hatırlamıyorum. Çalıştığın bir sürü mimarın ol
mazlı."
i "Doğru ama Derya çok yeteneklidir."
"Şu halde mesele nedir? Neden kararınızı bir an önce ver
miyorsunuz?"
"Baba," dedim gülümseyerek. "Bu iş akdi değil, ömür boyu
birbirimizi bağlayacak bir karar. Henüz düşünme ve tanıma saf-
hasındayız. Evlenmek o kadar kolay değil. Acele etme."
j Babam ilk defa biraz sitem eder gibi mırıldandı.
; "Yine de böyle bir haberi senden değil de, gazetelerin de
dikodu sütunlarından öğrenmem beni biraz rahatsız etti. O ha
mımdan nişanlın diye bahsediyorlar."
| Gönlünü almak için mırıldandım.
| "Tabii ki karar verirsem, önce benden duyacaksın. Sen o
gazetecilere bakma, yanımda kimi görseler hemen aramızda bir
şeyi varmış gibi manşet atarlar. Dedim ya, henüz ciddi bir şey
yolj:. Nişanlanmış filan da değiliz. Telefonda benden bir isteğin
olduğunu söylemiştin, yoksa bu konuda bilgi mi almak istemiş
tin?" ; Peder birden hatırlamış gibi, "Ha," dedi. "isteğim o değil
di. +
"Söyle bakayım, nedir?"
Bir an mahzun nazarlarla yüzüme baktı. Sonra titrek sesiyle
konuştu.
i "Hani bir zamanlar yanımda çalışan Şinasi bey vardı, hatır
lıyor musun? Gerçi o zamanlar sen daha lisedeydin, ama yine
de hatırlaman lâzım. Bizim büroda getir götür işlerine bakardı,
efendiden, bize sadık bir elemandı."
j Anımsamaya çalıştım ama çıkaramamıştım. Zaten dün ge-
cekji nöbetten sonra zihnim o kadar dağınıktı ki.
32
Mehmetcan
"Hatırlayamadım," dedim. "Ne var ki?"
"Yıllar sonra bu sabah beni ziyarete geldi."
"Eee? Maddi bir sorunu filan mı varmış? Bir istekte mi
bulundu? Öyleyse bana adresini, ismini filan ver, icabına ba
karız."
"Tam öyle değil," dedi babam.
Bu kez merakla yüzüne baktım.
"Ne istiyormuş peki?"
Babam çekiniyormuş gibi kısa bir an durakladı, sonra ba
kışlarını yüzüme çevirdi.
"Seneler önce yanımda çalışırken ona verilmiş bir sözüm
vardı. Ama araya giren hadiseler, işlerimizin birden büyümesi,
onun rahatsızlığı filan derken verdiğim sözü yerine getireme
miştim."
Dayanamayıp sordum.
"Ne sözü vermiştin baba?" dedim.
"Adamcağızın şehir dışında iki katlı ufak bir evi vardı. O
tarihlerde bile dökülüyordu. Şimdi artık iyice oturulamaz hale
gelmiş. Yıllar önce orayı tamir ettireceğime dair söz vermiştim.
Bugün gelip bana o sözümü hatırlattı."
Şaşırarak babamı süzdüm.
"Yani şimdi o evi onarmamı mı istiyorsun?"
"Evet, senden bunu rica edeceğim."
Çok tatsız bir işti bu. Bunca meşgalem içinde bir de bu
nunla uğraşmam tam külfetti bana, ama babamın hatırını kıra-
mazdım tabii. Meseleyi kendine sorun yaptığını hissetmiştim;
ayrıca babam verdiği sözleri daima yerine getirmekle tanınmış
muteber bir insandı. Alt tarafı şirketten birkaç eleman ve usta
gönderip baktırırdım.
"Tamam," dedim. "Nerede bu ev?"
" Sarıkaya' daymış."
"Sarıkaya mı? Nereye düşüyor bu semt, hiç duymadım."
"Kurtköy civarındaymış."
33
Mehmetcan
"Mesele değil öyleyse. Sen adamın adresini bana bir ver,
baktırır, oraya bir ekip gönderirim."
"Sağ ol evladım. Çok makbule geçer."
| "Estağfurullah baba," dedim.
Fazla kalamamıştım pederin yanında, yorgunluktan gözle
rim kapanıyordu. Evime dönerken arabayı bile zor kullanıyor
dum. Tek isteğim bir an önce kendimi yatağa atmaktı. Arabamı
binanın altındaki kapalı garaja bırakıp asansörle daireme çıkar
ken aklıma takıldı birden; dün geceki son karabasandan sonra
ço|c yorgun düşmüştüm. Gerçi her kâbus sonrasında üç aşağı
beŞ yukarı buna benzer mecalsizlikler hissediyordum ama bu
sefer güçsüzlüğüm çok şiddetli olmuştu. Sabahtan beri uyurge
zerler gibi sarsak sarsak dolaşıyordum etrafta. Kolum kanadım
kırılmıştı sanki. Nedendi acaba? Yoksa nöbetlerim bundan son
ra daha mı şiddetli geçecekti? Homurdandım kendi kendime.
Bunu düşünmek bile abesti; belki de bir daha o lanet kâbusu
hiç; görmeyecektim.
'• Daireme girdim. Gece uykusuna dalmak için henüz vak
tin çok erken olduğunu biliyordum, fakat ayakta duracak halim
yoktu. Doğru yatak odama geçtim. Nasıl soyunup kendimi yata
ğa attığımı bile doğru dürüst hatırlamıyordum. Az sonra derin
bir iuykuya dalmıştım...
; Yol çamur içindeydi. Her zamanki gibi yine yağmur yağıyor
du.}.
Değişmeyen aynı ürperti yüreğimi dağlamaya başlamıştı.
Acele etmeliydim. Bütün gücümle koşuyordum. Balçık haline
gelrkiş çamur her adım atışımda botlarımın tabanına yapışıyor
hareketlerimi güçleştiriyordu.
Ama umurumda değildi.
34
Mehmetcan
Bu zamana karşı yaptığım en büyük yarıştı ve sonunda sevgi
limin hayatı mevzu bahisti. Onu kurtarmak için yarışıyordum...
O tepe... O tepeyi aşınca iki katlı, karanlık, ürkütücü evi
görecektim.
Artık bu yolu çok iyi biliyordum. Neyle karşılaşacağımı da.
Derya üst kattaki odada, masanın üzerinde çaresiz ve korku
içinde yetişmemi bekliyordu. Yapacağım tek şey biraz daha hız
lanmaktı. ..
Yorgunluktan bitkin haldeydim. Kalbim yerinden fırlayacak
gibi atıyordu. Ama ben iyi bir koşucu ve kurtarıcıydım. Aynı za
feri bir kere daha kazanacaktım, kazanmak zorundaydım.
Tepeye vardım.
O izbe evi görüyordum artık.
Üst kattaki odada yine ışık vardı.
Bundan sonra meyilden aşağıya doğru koşacaktım. Fakat bir
den olduğum yere mıhlandım. Sanki her şey birbirine girmişti.
Titremeye başladım.
Bu yarışı hatırlamıştım birden. Bu benim kaybettiğim müsa
bakaydı. Eve girişimi, gıcırdayan eski basamakları atlayarak üst
kata çıkışımı, rüzgâr hızıyla odaya dalışımı ve o karanlık yüzlü
iblisin sevgilimi öldürüşünü anımsadım.
Derya ölmüştü.
Tavana kadar sıçrayan sevgilimin kanının yağmur gibi yüzü
me akışını görüyordum.
Öyleyse niye koşuyordum şimdi? O artık yaşamıyordu ki...
Sanki bir zaman tünelindeydim ve evvel ile sonrayı karıştırı
yordum. Bu yarışın sonunda Derya'yı kurtaracak mıydım? Şayet
kurtaracaksam o ölüm sahnesi neydi?Derya ölmüş ise neden tek
rar bu yarışa girmiştim?
Tepenin üstünde, yağmur altında "Bu bir kâbus," diye fısıl
dadım. Hayatımın kâbusu...
Garipti ama yaşadığımın hayatın gerçeklerine uymadığını
hissediyordum. Bunlardan biri hayaldi. Şayet aynı yarışa bir daha
35
Mehmetcan
iştfrak ettiysem, Derya hayatta olmalıydı, aksi halde neden koşa
caktım ki?
\ Karanlığın içinden kopup gelen rüzgâr kulaklarımda uğul-
duyordu ve ben hâlâ çamurlu tepenin üstünde hareketsiz, o met
ruk eve bakıp duruyordum. Ne yapacağıma karar vermemiştim
henüz.
I Derya hayatta ise beklemem zaman kaybıydı. Ve iblis'e, o
kahrolası katil prim vermiş oluyordum. Yarışı onun kazanmasına
izin veremezdim.
Hızla tepeden aşağıya doğru koşmaya başladım.
• Her seferinde aynı yolu izliyordum. Metruk evin aralık tah
ta kapısına giden en kestirme yolu. Bu kez ben kazanacaktım.
Katil hâlâ ortalarda yoktu. Sadece eve yaklaşırken bir defa beni
geçtiğini ve o zamanda Derya'yı tam kalbinden bıçakladığını ha
tırladım.
i Ama ışığı yanan o üst kattaki odada sevgilimin hâlâ hayatta
olup olmadığını görmeden rahat edemeyecektim. Yıldırım gibi
indim yolun sonuna.
; Kapıya doğru atıldım.
I İblisi de ancak o an fark edebilmiştim. O da benim gibi kan
ter içinde koşuyordu. Birimiz kurtarmak, diğerimiz ise öldürmek
için1, uğraşıyorduk. Ama ben ondan daha avantajlıydım ve aralık
dürün kapıya daha yakındım. Hedefe önce ben ulaşacaktım.
O da hızlıydı; hem de çok hızlı.
i Gittikçe arkamdan yaklaşan ayak seslerini ve hırıltılı soluk
larını duyuyordum...
ı Çamurlu yol bitmişti artık. Şimdi o ıssız berhaneye giden çi
meklerle kaplı ıslak alandaydık. Bu mesafe kısaydı ama yağan
yağktur nedeniyle zümrüt yeşili çimler çok ıslaktı ve her an ayağı
mın kayıp yuvarlanma tehlikem vardı. Düşmemeli ve yere sağlam
basmalıydım. Yuvarlanırsam önde olmanın ve sevgilime yetişme
avaHtajımı külliyen kaybederdim. Şimdi daha temkinli basıyor
dum, otların üzerine.
36
Mehmetcan
İlk etabı ben kazandım ve metruk evin kapısından önce ben
girdim. Bu sevgilimi öldürmek isteyen katilin yarışı kaybetmesi
anlamına geliyordu. Nasıl olsa karanlık evin içindeki Merdiveni
de ben daha önce çıkacak ve Derya'nın bağlı olduğu odaya ondan
evvel dalacaktım. Odaya birinci giren yarışı kazanıyordu.. ,
Garipti ama insanın zihninde gelişen bir yarışın kural ve ne
ticeleri acaba hep aynı şekilde mi tecelli edecekti? Öyle olduğuna
inanıyordum. Derya'ya ulaşmak için yaptığım kim bilir kaçma
koşuydu bu. Biri hariç, hepsini kazanmıştım. Kaybettiğim tek ko
şuda da katil Derya'yı öldürmüştü. Ama önemli değildi; tekrar
koştuğumuza göre sevgilim yukarıdaki odada yarışı kazanmamı
ve benini birinci olarak içeriye dalmamı bekliyor olmalıydı.
O sağ ve salimdi... Öyle olmalıydı...
İyice yaklaşmıştı peşimdeki hunhar ve eli kanlı katil. İzbe ev
den içeriye dalarken göz ucuyla arkama baktım. Sadece karanlık
ta elinde tuttuğu çelik metal sivri hançerinin göz alıcı parlaklığını
görebiliyordum.
Katilin yüzü flu ve gölgeliydi. Simasını seçmem mümkün
olmuyordu. Zaten hiçbir yarışmada onun yüzünü net olarak gö
rememiştim. Yine de ikimiz de yarışma kurallarına harfiyen ri
ayet ediyorduk. Katil istese elindeki bıçağı kullanabilir ve beni
sırtımdan hançerleyebilirdi, ama onun zoru benimle değil asıl
sevgilimleydi.
Bütün hedefi Derya idi...
Şimdi çamurlu botlarımın altındaki basamaklar acayip şekil
de gıcırdıyordu. Finiş noktasına çok az kalmıştı, az sonra odaya
dalacak ve yarışmanın ipini göğüsleyecektim. Bir kere daha mü
sabakayı kazandığımdan kuşkum kalmamıştı artık.
Titrek sarı ışığın aydınlattığı odaya önce ben girdim. Sevgili
mi öldürmek amacıyla yanıp tutuşan katili arkada kalmıştı. Her
yarışta olduğu gibi adalelerim gerilmiş, sağ baldırımda oluşacağı
nı sandığım kramp ihtimali çoğalmıştı; ama kramp da girse, artık
önemli değildi zira yarış bitmişti.
37
Mehmetcan
I Odanın tam ortasında duran ahşap masaya baktım.
Bir an yüreğim eskisinden de hızlı çarpmaya başladı. Damar-
larmdaki kan çekiliyordu sanki.
i Gördüğüme inanamıyordum.
Masanın üstü boştu.
I Derya yoktu...
; Donakaldım...
Derya yoksa, bu yarışmayı o iblisle neden yapmıştım sanki?
Bunca eziyete kimi kurtarmak için katlanmıştım?
i Öfkem başıma sıçradı.
j Katil bunun hesabını vermeliydi. Hiddetle geriye döndüm.
| Aynı anda da sevgilimin hunhar katili odadan içeriye giri
yordu. Artık benden kaçamaz, elimden kurtulamazdı. Kayıplara
kayşan sevgilimin hesabını vermeliydi.
I ikimiz de soluk soluğa idik.
i Sessiz ve buz gibi soğuk olan kirli ve kokuşmuş odayı hırıltı
halinde ağızlarımızdan yükselen hırıltılar kaplıyordu.
i O öfkeyle sevgilimin katilinin yüzüne baktım.
Adamın yüzü yoktu. Suratının olması gereken yerde derin bir
boşluk vardı. Tüylerim ürperdi. Ama öyle hiddetli ve nefret duy
guları içindeydim ki, bu garip durum bile korkuma engel oldu.
i "Söyle," diye hırladım. "Sevgilim nerede? Ne yaptın ona na
mussuz?"
\ Yüzündeki boşluk bir an yırtılır gibi gerildi. Ağzının olması
gereken yerde bir çukur peydah oldu. Çirkin, hatta iğrenç sarar
mış] dişlerini görür gibi oldum. Belki de ben öyle sanıyordum.
Muhtemelen gördüğümü sandığım o yırtık ağız yeri ve sararmış
dişler hayal gücümün bir oyunuydu. Ama o yırtık ağız yerinden
çıkan sesler gerçekti. Katilin ürkütücü ve metalik sesi kulakla
rımda uğuldamıştı...
\ "Yarışı kaybettin, Murat Akyol... Unuttun mu, geçen sefer
seni geçtim, ipi senden önce göğüsledim ve biricik sevgilini gözle
rinin önünde hançerledim."
38
Mehmetcan
Daha sonra odanın sessizliğinde muzaffer bir eda ile zafer
çığlığı attı.
Çaresizlikten titriyordum.
Bir önceki yarıp hatırlamaya çalıştım. Haklıydı, o koşuyu
katil kazanmış ve ben geç kalmıştım. Gözlerimin önüne elinde
tuttuğu hançeri Derya'nın kalbine sapladığı an geldi. Kan sütunu
tavana kadar sıçramış, sonra sevgilimin kanı yağmur gibi aşağıya
akmıştı.
Nazarlarım çıplak ampulün asılı olduğu tavana çevrildi. Ta
vanda hiç kan lekesi yoktu. Boş masanın üzerinde de. Bütün kan
lekeleri silinip gitmişti sanki.
"Yalan söylüyorsun!" diye gürledim. "O yaşıyor."
"Yaşıyorsa, nerede peki? Onu burada bulman gerekmez miy
di?"
Haklıydı, aksi halde Derya'yı kurtarmak için yaptığım bu ko
şunun ne anlamı kalıyordu ki?Beynim uğuldamaya, şakaklarım
atmaya başlamıştı. Neredeyse yere düşüp bayılacaktım. Derya,
güzeller güzeli sevgilim yoktu artık. Bu iblis onu benden öldüre
rek çalmıştı. Beynimi kaplayan zil sesleri daha da yoğunlaştı, beni
bulunduğum ortamın dışına taşıdı...
Ziller çalıyordu gerçekten, ama o çalan ziller beynimin
içinden değil, baş ucumdaki komodinin üzerine bıraktığım cep
telefonundan geliyordu. Gözlerimi açtım. Her kâbustan sıyrı
lışımda olduğu gibi bir süre şaşkın şaşkın bulunduğum ortamı
tanımaya gayret ettim.
Yatağımın içindeydim.
Fakat bu kez gerçek ortama uyumum daha rahat olmuştu
nedense. Terlemiştim yine ama pek fazla değildi. Çalan telefo
numu açmak için durduğu yerden aldım.
Bir an boş ver açma, diye geçirdim aklımdan. Arayan her
kimse arar arar vazgeçerdi sonunda. Şu an kimseyle konuşacak
39
Mehmetcan
halde değildim; ne de olsa kâbus şeklinde tecelli eden bir nöbet
daha geçirmiştim. Arayan numaraya gözüm ilişti, rahatladım
binden. i Derya idi.
i Karabasanımda gaiplere karışsa da gerçek hayatta dipdiri
karşımda, hattın öbür uçundaydı işte. Elimde olmadan sevin
miştim; çocuksu bir duyguydu ama gerçekti. Tuşa bastım ve
"Merhaba," diye mırıldandım. Ama aynı anda yaptığım hatayı
da anlamıştım. Sevgilim kurt gibi zeki ve uyanık bir kızdı. Şimdi
mutlaka sesimdeki yorgun ve bitkin ifadeden konuşma tarzım
dan yeni bir nöbet geçirdiğimi anlardı.
. "Ne haber? Nasılsın? Arayıp bir halini sorayım dedim,"
diye fısıldadı.
Geçirdiğim son nöbeti ondan saklayacaktım. Öğrenirse
yine takaza etmeye başlayacak, doktora görünme isteğini yine
leyecekti. ; "Uyuyordum," dedim.
Derya şaşırarak mırıldandı.
! "Bu saatte mi? Daha çok erken değil mi sevgilim?"
j Elimde bahanem hazırdı. Durumumu sezinlese bile dün
geceki nöbete atfedecekti.
"Biliyorsun," dedim. "Dün gece çok sarsıldım. Bu duru
mun en iyi ilacı dinlenmek. Eve gelir gelmez yatağa girdim."
Durakladı. Sanki bahanem ona tatmin edici gelmiş gibiydi.
"Tuh! Keşke aramasaydım, seni uyandırdım."
j "Hiç önemli değil. Yine uyurum. Dert etme. Sesini duy
mak bana en iyi ilaç," dedim. : Yine bir sessizlik oldu.
i Bu gece beni yalnız bırakmakla hatasını idrak etmiş gibiydi.
Yumuşacık bir sesle sordu. "Bana kırgın mısın?"
; "Kırgın mı? Niye kırgın olacağım ki?"
"Anlamazlığa gelme. Bu gece senin yanında olmam gere
kirdi."
40
Mehmetcan
"Olsun. Bu haftanın çoğu günü birlikteydik. Annenin de
mızmızlık etmesini istemem."
"Yine de bana bozuksun, değil mi?"
"Böylesi daha iyi. Hiç olmazsa bu gece erkenden yatağa gir
dim. Dinleniyorum."
"Doğru söylüyorsun, değil mi? İnanayım mı?"
"İnan, sevgilim," dedim.
"Tamam., öyleyse. Yarın büroda görüşürüz. Öptüm."
"Ben de."
Kapatacağını sandım. Ama hat hâlâ açıktı.
"Murat!" dedi.
"Efendim?"
"Seni çok seviyorum."
"Bende."
Bu kez telefonu kapatmıştı. Derin bir soluk aldım. Yeni bir
nöbet geçirdiğimi anlamamıştı Derya. Aslına bakılırsa durumu
iyi idare etmiştim. Oysa her yanım titriyordu. Adalelerim kas
katıydı...
Telefonu komodinin üstüne bırakıp yatağa uzandım yine.
Gözlerimi tavana dikip düşünmeye başladım. Neler oluyordu
bana? Bu ne biçim bir illetti? Eskiden üç dört günde bir gör
düğüm kâbus ilk defa yoğunlaşmış, hatta aradan yirmi dört saat
geçmeden tekrarlamıştı.
Yoksa her gün bu karabasanı görecek miydim?
Bu şartlar devam ederse, hayat tam bir cehennem azabına
dönecekti benim için. Hatta uyumak için yatağa girmeye bile
korkacaktım.
Yeniden uyuyabileceğimi sanmıştım ama mümkünü yoktu.
Gözlerimi kapamaya bile korkuyordum.
İnsanların gördüğü rüyalarda bile cinsel nedenler bulan
ve rüyaları bir takım seksüel nevrozlara bağlayan Freud aklıma
geldi. Yoksa benim de bir çeşit seksüel problemim mi vardı?
Buna pek inanmak istemiyordum; zira ne Derya'dan evvel ve ne
41
Mehmetcan
de sonra hiçbir kadınla şuuraltı bile olsa bir sıkıntım olmamıştı.
Aıiıa neden kâbuslarımda hep Derya'yı çırılçıplak ve tahta bir
masaya bağlanmış, çaresiz ve tarafımdan kurtulmayı beklerken
görüyordum acaba? Derya'nın çıplaklığında şuur altıma itilmiş
, bir yan, kendime bile açıklayamadığım kör bir nokta mı vardı?
Boğulur gibi oldum bir an. Boğazım susuzluktan kavrulu
yordu, ama yerimden kalkıp bir bardak su içecek halim yoktu.
Kımıldamadan yattım öylece...
42
Mehmetcan
H_^ÖK masmaviydi o sabah, insanın içine huzur ve sa
kinlik veren derin ve koyu bir mavilik. Ufkun nihayetine kadar,
tek bir bulut görünmüyordu. Kaç gündür kasvetli yağmur bu
lutlarıyla dolu olan sema, sanki sihirli bir değnek değmişçesine
her türlü grilikten kurtulmuş, bir yaz gününün ferahlığına ka
vuşmuştu. Güneş pırıl pırıl işiyordu ama hava yine de oldukça
soğuktu.
Kurtköy'deki inşaat sahamızın şantiyesinde Derya masanın
üzerine yaydığı planlara bakarak mırıldandı. "Sana bir şey söy
leyeyim mi?" dedi.
"Söyle bakalım?" diye karşılık verdim.
Fikrini açıklamadan önce bir süre kuşkuyla yüzüme baktı.
"Sinirlenmek yok ama," diye söylendi.
"Niye sinirleneyim ki?"
"Müteahhitler öyledir. Mimarlar kabul edilmiş plan ve
projeler üzerinde tadilata kalkışırlarsa bozulurlar. Bunun ne
anlama geldiğini bilirim. Bir yığın bürokratik külfet, zaman ve
mesai kaybı, imarla yeni sorunlar, masraf kapıları ve gecikme.
Hiç işinize gelmez."
43
Mehmetcan
"Çıkar şu ağzındaki baklayı. Ne düşünüyorsun?"
Yine bir süre sustu. Bakışlarını inşaat planlarından ayırma
dan homurdandı.
"Kanımca kurulacak böyle büyük bir sitenin sosyal aktivite
alanını yeterince ihtiyacı karşılayacak şekilde düzenleyemedik.
Bunda benim de hatam olduğunu kabul ediyorum; bu öneriyi
işin başında getirmeliydim."
"Yani?"
"Bence buraya ulusal ve uluslararası markalara sahip site
içi bir alış veriş merkezi, ayrıca bir kapalı yüzme havuzu, fitness
salonu ve güzellik merkezi ilave etmeliyiz. Bunları ilave etmez
sek!, emsallerinden geri kalacaktır. Artık bu tür merkezler ola
ğan! oldu."
Hayretle yüzüne baktım.
"Ama bunların hemen hemen hepsi projede var."
Olumsuzca başını iki yana salladı.
! "Yeterince büyük değil, Daha genişletmeliyiz."
"Şaka mı yapıyorsun Derya? Elimizde yeterince kullanım
alam yok. Bunu nasıl sağlayacağız?"
'"İmarla bir görüşsek," dedi. "Belki bir şeyler çıkarırız."
'"Hayır," dedim.
|"Neden?"
|"Bu olmayacak duaya amin demek gibi bir şey. Zaten yasal
hakkımızı sonuna kadar kullandık. Fazlasına izin vermezler. Ba
şımın ağrımasını istemem."
Yüzüme manidar bir şekilde baktı. "Sen yine de bir dü
şün,* dedi. "Ben belki bir şeyler yapabilirim."
ÎOlmaz." Kararım kesindi.
tNiye bu kadar kesin konuşuyorsun? Once teklifimi bir
düşüh."
;Bize getireceği munzam maliyeti hiç hesapladın mı? Zaten
bu işe girdiğime bin pişman oldum. Bu parayla çok daha kârlı
bir ifşaata girebilirdim."
44
Mehmetcan
Birkaç dakika hiç sesini çıkarmadan durdu öylece.
"Senin yerinde olsam bu fikri bir de Behzat'a açardım,"
dedi sonra.
"0nun da vereceği cevabı sana söyleyebilirim; olmaz diye
cektir."
Derya pes etmiş gibi omuz silkti. "Siz bilirsiniz," diye mırıl
dandı. Israrcı ve inatçı huyunu öğrenmiştim artık, bu kadar ça
buk pes edeceğini sanmıyordum. Hele projeyi daha da mükem-
. melleştirip daha cazip hale getirecek bir fikre inandığı zaman.
'Bir adım geri çekilip onu seyre başladım. Karşı cinsin,herhalde
en mutena örneğiydi sevgilim. Tanrı'nın bana bir armağanı.
Kaç erkek acaba benim kadar şanslı olabilirdi. Onunla tanış
mam bile ilahî bir lütuf gibi geliyordu.bana. Bir kadında hoşla
narak aradığım bütün vasıflara haizdi Derya. Yüzünün güzelli
ği, vücudunun tenasübü, dişiliği, sevişirkenki performansı tek
kelime ile kusursuzdu. Tabii bunların yanında kültürü, zekâsı,
yaratıcılığı ve girdiği her toplumda ağır basan kişiliği ile de beni
etkilemişti. Ona sırılsıklam âşıktım.
Giydiği her şeyi kendisine yakıştırmasını bilen bir kadındı.
Onunla tanışıncaya kadar ilgi duyacağım kadınları, daha ziyade
frapan, süslü, makyajlı,, gösterişli olarak beğeneceğimi sanırdım
hep. Dikkatle onu inceledim. Bugün yüzünde bir damla mak
yaj yoktu. Gününü inşaat sahasında geçireceği için de, oldukça
babayani giyinmişti. Ayağında kalın botlar, bir blucin ve siyah
balıkçı yaka bir kazak vardı. Açık havaya çıkarken kullandığı
kaz tüyü anorağını da çıkarmış şantiye binasındaki koltuklar
dan birinin üzerine, bırakmıştı.
Ama dikkat ettim; bu erkeksi haliyle bile bedeninden neşro-
lan cinsi cazibesi sanki etrafa yayılıyordu, incecik beli, Angolo-
Sakson ırkına has ve o bedene kıyasen iri göğüsleri, uzun boyu
ile daima insanın cinsel arzularına hitap eden bir görüntüsü
vardı. Neyse ki o an aklımdan geçenleri anlayamayacak şekilde 1 kendini masanın üzerinde yatan projeye kaptırmış, tüm ilgisini
45
Mehmetcan
ozalit kağıtlara vermişti. Emindim, o an ruhumda yarattığı fırtı
nayı hissetse, bir an durmayacak, ortaya attığı proje değişikliği
fikrini bana kabul ettirmek için her türlü çareye baş vuracaktı.
Nitekim bunu yaptırır, başarıya da ulaşırdı. Buna benzer pek
çdk ihtilafta, zaaflarımdan istifade edip, önce direndiğim, karşı
koyduğum pek çok fikrini sonradan bana kabul ettirmeyi ba
şarmıştı. Bu kez de aynı tuzağa düşmemek için hemen konuyu
değiştirdim.
! "Hadi gidip bir yerde öğle yemeği yiyelim," dedim.
I Biraz yadırgayarak yüzüme baktı. Genellikle şantiyede çalı
şırken öğle yemeklerimiz aksardı. Şimdi de açık arazideydik ve
baŞ başa kalıp güzel bir yerde yemek için oldukça uzak yerde
sayılırdık.
j "Nerede?" diye sordu.
. "Bilmem," dedim. "Mesela Pendik veya Maltepe sahilinde
ki balık lokantalarından birine gidebiliriz."
Biraz düşündü.
"Hani hiç de fena olmaz. Ben de acıktım ama yeniden bu
raya dönmek zor değil mi?"
i "Boş ver. Biz de dönmeyiz."
I "Ama burada yapacağım işler var daha."
"Yarına bırak."
i Muzip bir eda ile yüzüme bakıp gülümsedi.
! "Sen bilirsin. Ne de olsa patron sensin," diye takıldı. !
Masamız denize nazır cam bölmenin hemen önündeydi.
Lüfer ısmarlamıştık.
i Izgara balıklarımızı yerken bir de ufak şişe şarap açtırmış
tık. Derya'nın içki ile başı pek hoş değildi oldum olası, daima az
içerdi. En fazla bir kadeh. Ama o gün ortaya getirilen yeşil sala
tayı atıştırırken o tek kadehi çoktan bitirmişti. Ona takıldım.
"Bugün bakıyorum hızlısın," dedim.
46
Mehmetcan
"Bilmem. Şarap çok tatlı geldi. Canım içmek istedi. Zaman
zaman sana da olur mu?"
"Ne olur mu?"
"Şiddetli bir istek. Hayata bağlanmak arzusu, yaşamı dolu
dizgin, tüm imkânlarıyla yaşamak heyecanı. Etrafına bir bak
sana; hava bugün pırıl pırıl, kaç gündür ufku kaplayan o kara
bulutların hepsi gitmiş. Güneş insana bu kış gününde yaşamak
şevki veriyor. Mutluyum. Sevdiğim mükemmel bir adam var
karşımda. Anlayışlı, sevecen ve o da beni deliler gibi seviyor.
Güzel bir ortamda başbaşayız. Böyle bir ortamda bir kadeh faz
la şarap içmemek mümkün mü?"
Ben de gülümsedim.
"Mutlusun, değil mi?" diye sordum.
"Hem de çok," dedi. "iyi ki gelmişiz buraya. Ya sen, sen de
mutlu musun?"
Kısa bir an durakladım, sonra "Evet," diye fısıldadım.
Aslında o kısa duraklamamın sebebi bir an aklıma takılan
kâbuslarım olmuştu. Gördüğüm karabasanları hatırlamak için
hiç de uygun bir ortamda değildik, o an sıhhatim ve sağlığımın
geleceği ile ilgili bir şey düşünmek istemiyordum. Karşımda
oturan sevgilim, önümüzdeki deniz manzarası, yediğimiz nefis
taze balık ve ışıldayan güneş beni karamsar şeyler düşünmekten
alıkoyuyordu. Bunda şarabın da etkisi vardı tabii.
Karabasan fikrini hemen aklımdan silip atmak istedim.
Cam cehennemeydi; hayatım boyunca o korkunç kâbusu gö
recek değildim ya. Hemen silkinip bakışlarımı Derya'nın derin
mavi gözlerine çevirdim.
"Bir plan yaptın mı?" diye sordum.
Hınzırca gülümsedi.
"Az önce yapmayı teklif ettiğim değişiklik konusunda mı?"
dedi.
Eminim neyi kast ettiğimi çok iyi anlamıştı. Dudaklarında
beliren alaycı kıvrımlardan anlıyordum bunu. Üsteledim.
47
Mehmetcan
i "Hayır. Evlenme tarihimizi kararlaştırdın mı nihayet? Sabırsızlıkla bunu beklediğimi pekâlâ biliyorsun."
Ciddileşti birden.
| "Bu acele niye hayatım?" diye mırıldandı. "Sürdürdüğümüz hayattan bir şikâyetin mi var? Evli bir çift gibi yaşamıyor muyuz?"
j "Pek öyle sayılmaz." i "Neden? Ne farkımız var ki?"
"Ben birlikteliğimizi herkese ilan etmek, meşru bir zemine oturtmak istiyorum."
1 "Ömürsün vallahi! Bu devirde senin gibi erkeği bulmak çokj zor. Şu sıralar erkekler evlilikten fellek fellek kaçmaya çalışırken sen dolu dizgin üstüne gidiyorsun."
j "Ne yapayım, senin gibi bir kadın her zaman karşıma çıkmıyor ki."
| Derya kadehinden bir yudum daha şarap aldı, keyifle içerken ıçapkınca da fısıldadı.
i "Bu akşam sendeyim," dedi.
jSevinmem lâzımdı ama bir an durakladım. Acaba bu gece de ajynı kâbusu görecek miydim? Bir an sıkıntı bastı, yanaklarımın i kızardığını duyumsadım. Derya'nın o halimi yeniden görmesini istemiyordum.
"Ne o? Sevinmedin mi yoksa?" i"Sevinmez olur muyum hiç?" parip garip yüzüme bakıyordu. "Sanki neşen kaçmış gibi geldi bana da." "Saçmalama," demekle yetindim.
Ama içimi bir ürküntü almıştı...
O gece bir tiyatroya davetliydik. Dönüşte arabanın içinde oyunjun kritiğini yapıyorduk. Eğlenceli bir salon komedisiydi; Çapkın bir erkeğin karısı, metresi ve iş yerindeki sevgilisi ara^
48
Mehmetcan
sınclaki üçlü gidip gelmeleri anlatan bir güldürü. Temsil boyun
ca gülüp durmuştuk. Neşe dönüşte ikimize de sirayet ettiğinden
hâlâ şakalaşıyorduk. Fakat eve yaklaştıkça içimi tedirginlik kap
lamaya başladı. Elimde olsa hiç uyumak istemiyordum. Artık
bundan böyle her uykuya dalışta o kâbusun esiri olacağımı dü
şünmeye başlamıştım; zira o eski kâbus periyodum değişmiş,
üst üste o karabasanı görür olmuştum.
Dairemden içeriye girer girmez Derya ayağındaki uzun to
puklu ayakkabılarını çıkarıp çoraplanyla salona yürüdü. Belki
de bu nefis yaratığm bana en ters gelen yanı dağınıklığıydı; ina
nılmaz ölçüde savurgandı. Ben ne kadar derli toplu, itinalı, her
şeyin yerli yerinde durmasına titizlik gösterirsem; o da aksine
her şeyini bir yerlere bırakmaya meraklıydı sanki. Ayakkabıları
nı kapının önünde bırakmış, paltosunu salondaki koltuklardan
birinin üzerine atmıştı. Yorulmuş gibi kanepeye çökerken ku-
lağındaki küpeleri de çıkarmış önündeki orta sehpasının üze
rine bırakıyordu. Eminim bir daha o küpeleri takma ihtiyacını
duyuncaya kadar onları bıraktığı yerden kaldırmazdı. Ofisi de
öyle darmadağınıktı. Dosyalarını, projelerini, hatta tuttuğu not
ları bile nasıl o hengame içinde bulduğuna şaşardım. Şimdilik
hiç sesimi çıkarmıyordum ama evlendiğimizde bunun aramızda
ciddi bir sorun yaratacağından emindim.
Saat gece yarısını bulmuştu.
Uykumun gelmesini engellemek ister gibi sordum.
"Birer kahve içelim mi?" dedim.
"İstemem," dedi. "Ona ayıracağımız zamanı daha başka
şekilde değerlendirmek.istemez misin?"
İmali bir şekilde gülümsüyordu.
"Hadi öyleyse, yatak odasına gidelim," dedim.
"Şımarmak istiyorum sana. Hadi beni kucağına al da gö
tür."
Bu işi zevkle yapabilirdim. Yanına yaklaşıp onu kollarımın
arasına alıp oturduğu kanepeden kaldırdım. Boynuma sarılmış,
49
Mehmetcan
başını göğsüme dayamıştı. Kullandığı parfüm kokusu burnuma
sirjiyordu. Ağır ağır yatağa taşıdım.
i Bu akşam keyfi yerindeydi. Seyrettiği komedi belli ki onu
daha da neşelendirmişti.
! "Bu gece sen beni soy bakalım," dedi.
Hiç itiraz etmedim...
i Fazla uzun olmayan ama doyurucu aşk dakikaları yaşamış
tık; Derya mest olmuş şekilde uykuya dalmıştı. Benim sorunum
ise iasıl şimdi başlıyordu.
: Uykuya dalmaktan korkuyordum.
j Aksi gibi bir iş gününün gerginliği, tiyatroda geçirdiğimiz
saader ve sonra da fazla uzun olmasa da sevişmenin yorgunlu
ğu benim de uykumu getirmişti. Göz kapaklarım ağırlaşıyor-
du.!Uyumamak için direnmem çok saçmaydı, önünde sonunda
herkes gibi uykusuzluğa yorgun düşüp sızacaktım tabii. Üstelik
bu anlamsız direncim belki de daha kötü sonuç verecekti; bil
miyordum ama yorgunluğumun kâbusu davet etmesi de müm
kündü. Fakat her ne olursa olsun, Derya'nın yanında yine öyle
çaresiz, ürkmüş ve nöbet geçiren bir hasta gibi hallere düşmek
istemiyordum.
Allah'tan Derya'nın ışık yanan bir odada uyuyamamak gibi
bir sıkıntısı yoktu. Bunu bildiğimden baş ucumdaki komodinin
üzerinde duran ufak gece lambasını yaktım. Göz ucuyla sev
gilinde dönüp baktım, hiç farkına bile varmamıştı. Aslında ne
yapacağımı bilmiyordum ama sanki gecenin tam üçünde o ka
rabasan ruhuma musallat oluyormuş gibi bir his vardı içimde.
O korkunç rüyayı her zaman aynı saatte görmüyordum, fakat
genellikle sabaha karşı uykunun nispeten hafiflediği saatlere
rastlıyordu yakama yapışması.
Usulca yorganı açıp yataktan kalktım. Uykumu dağıtmak
için yüzümü gözümü yıkamak istedim. Gürültü çıkarmamaya
50
Mehmetcan
gayret ederek banyoya gittim. Soğuk suyu açarak elimi yüzümü,
ensemi ıslattım. Biraz dirilmiş gibiydim. Ama yatağa dönersem
uykunun yine bastıracağına emindim. Çalışma odama doğru
yürüdüm. Gecenin bu saatinde otomatik beyinli merkezi ısıtma
sistemi on derece kadar düştüğünden evin içi biraz serinlemiş
gibi gelmişti bana, hafifçe üşüdüğümü hissettim. Niyetim çalış
ma odama geçip biraz kitap okumaktı. Belki o şekilde saat üçe
kadar dayanabilirdim. Önce yeniden yatak odasına dönüp rob-
döşambrımı sırtıma geçirdim, sonra boşuna yanan gece lamba
sını söndürdüm. Hiç ummuyordum ama etraf kararınca birden
sevgilimin sesi duyuldu.
"Murat?"
Çaresiz fısıldadım.
"Efendim?"
"Ne oldu, niye kalktın?"
"Hiç," dedim. "Bir şey yok. Sen uyumana bak."
Fakat sanki bana inanmamış gibi hemen uzanmış kendi ta
rafındaki lambayı yakmıştı. Telaş içinde yüzüme bakıyordu.
"Yoksa yine kâbus mu gördün?"
Ona korkumdan bahsedemeyeceğim için hemen mırıldan
dım.
"Yok canım. Uyuyamadım bir türlü, uykum kaçtı. Gidip
biraz kitap karıştıracağım çalışma odamda."
Hâlâ şaşkın şaşkın beni süzüyordu.
"Elin yüzün ıslak. Ter mi o?"
"Hayır," dedim. "Elimi yüzümü yıkadım. Kurulamadım
da, onun ıslaklığı."
"Büsbütün uykunu kaçırmaz mı?"
"Sen takma kafanı, uyumana bak."
Ama nedense Derya rahatlamamıştı.
"Ben de geleyim mi yanına?" diye sordu.
"Yok canım, ne münasebet. Neden uykusuz kalacaksın ki.
Zaten birazdan uykum gelince ben de yanma gelirim."
51
Mehmetcan
. I Pek rahatlamamıştı ama uykusu baskın çıktığından homur
dandı.
j "Fazla geç kalma," dedi.
i Baş ucundaki lambayı söndürünce yatak odasından dışa
rıya çıktım. Koridorun başındaki çalışma odama geçerken si
mitlerim bir hayli gerilmişti. Bu halde normal bir yaşamı sürdü
remeyeceğim aşikârdı. Her gece kâbus göreceğim korkusuyla
yajşayamazdım. Beni asıl endişelendiren şey, doktora gitmek de
ğil ama doktorun ben de bulacağı muhtemel bir hastalıktı. Bu
endişenin okumuş, kültürlü, medeni bir insana yakışmadığının
fat/kındaydım ama içimden yükselen endişeyi de frenleyemiyor-
dı}m bir türlü. Şayet doktor ben de bir hastalık teşhis ederse, ne
yapardım o zaman? Bu düpedüz; ruhsal bir hastalığın tezahürü
olacaktı. Ne de olsa tıbbi konularda hiçbir bilgim yoktu, endi
şe l i biraz çocukça sayılabilirdi lâkin bana bir ruh hastası denil
mesini istemiyordum. Özellikle tam evlilik arifesinde olduğum
şu sıralarda. Acaba Derya bu durumu nasıl karşılardı? Hem ruh
hastalığı ne demekti; halk arasında akli muvazenesi kaybetmiş,
meczup veya deli diye baktığımız insanlara da daha nâzik bir
ifade ile ıruh hastası demiyor muyduk? Yanlış, ters ve hatalı da
ols^ bu basit muhakemem beni korkutmaya yetiyordu.
i Çalışma odama omuzlarım düşük, çökük, ayaklarımı sü
rüye sürüye girdim. Öyle karar vermiştim ama kitap okuyacak
halim filan) yoktu. Dikkatimi veremeyeceğime, bir şeyler oku
maya kalkışsam da faydası olmayacağını anlamıştım. Tavana ka
dar] yükselen kitap raflarındaki ciltli eserlere boş boş: bakmaya
başladım. Sonra sırf laf olsun diye raflarda duran birini çekip
masamın başına oturdum.
i Gecenin bu saatinde evin içinde inanılmaz bir sessizlik var
dı. iSinek uçsa sanki kanadının sesini duyacaktım. Bir ara bu
sessizlik bile sinirimi bozdu, işin aslına bakılırsa her şeye sinir-
lenmek için bahane arıyordum. Kitabı1 kütüphanedeki yerine
koydum, okumam mümkün olmuyordu; Başka şeyler bulmâlıy-
52
Mehmetcan
dım vakti geçirmek için. Yazı masamın çekmecelerini açıp dü
zenleyeceğim rast gele şeyler aradım; ama yoktu. Her zamanki
titizliğim bir kere daha kendisini göstermişti, her şey yerli ye
rinde ve muntazamdı. Bu arada fazla gürültü de çıkarmamaya
çalışıyordum, Derya'yı uyandırmamalıydım.
Eski bir plak koleksiyonum vardı, içinde babamın devrin
den kalma taş plaklar bile mevcuttu. Kırk beşlikler, long play'ler
daha niceleri. Usul usul onları gözden geçirdim. Babamdan kal
ma eski plakları incelerken birden aklıma, pederin isteği gel
di. Utandım bir an, adamcağızın ricasını yerinle unutmuştum.
Neyse yarın nasıl olsa Kurtköy'deki inşaata yine gidecektim, bir
fırsatını bulup o Sarıkaya denen mevkideki eve de uğrayarak ne
yapılması gerektiğine bakmaya karar verdim.
Saat ikiye doğru uyku iyice bastırmıştı.
Belki uyumamakta direnmem aptallıktı. Ilanihaye böyle
davranamazdım ya her gece. Mutlaka bunun bir çaresini bul
malıydım. Ama bu gece olan olmuştu artık, zaten bu saate ka
dar uyanık kalmıştım, bir saat daha idare edebilirdim.
Yeniden banyoya girip fazla ses çıkmasın diye soğuk su
musluğunu kısık açarak tekrar elimi yüzümü yıkadım. Soğuk
su insanı ferahlatıyordu. Bir yandan da Derya'nın yattığı odayı
kontrol ediyordum. Hatta bir ara aralık duran kapının önüne
kadar gidip içeriden gelen nefes seslerini dinledim. Hiç olmazsa
sevgilim mışıl mışıl uyuyordu. Yatağın insana bu kadar çekici
geldiğini hiç hissetmemiştim.
O son bir saat azap içinde geçti.
Gözlerimin kapanmasını engellemek için elimden geleni
yaptım. Meğer uykuyla mücadele etmek ne kadar zormuş. Aklı
ma gelen her şeyi denemiştim.
Saat üçe beş kala yorgunluktan bitik bir halde çalışma oda
mın ışığını söndürüp yatak odasına geçtim. Nihayet tehlikeli
saati atlattığımı düşünüyordum.
Yatağa girişimi Derya duymadı bile.
53
Mehmetcan
j Herhalde uykusunun en derin zamanındaydı. Yorganı bi
raz üzerime doğru çekerken sadece yattığı yerde bilinçsizce kı
mıldadı ama sesi çıkmadı. Yatağın içi onun vücut ısıstyla sıcacık
gelmişti bana.
Her şeye rağmen hâlâ korkuyordum.
Benim ki sadece tahmini bir varsayımdı; kuşkusuz o kâbusu
görmem belirli bir saat dilimi ile kısıtlanamazdı. Uykuya dalar
dalmaz da görmem mümkündü.
j Yatağın içinde dönüp durdum. Sonra sanki Derya'nın var
lığından medet umarcasına sevgilime sarıldım. Ne tuhaftır, Der
ya sanki saatlerdir yanında uyuyormuşum gibi bana sokulmuş
ve!alışkanlıkla bacaklarından birini bedenime sarmıştı. Genel
likle uykuya dalarken hep yapardı bunu. Başka şartlar altında
ols|a heyecan ve arzuyla bende tutup onu kendime çekerdim,
arrta bu defa heykel kadar hareketsiz kalmıştım.
! Gözlerim birden kapanıverdi.
Derin bir uykuya dalmıştım...
54
Mehmetcan
ÖZLERİMİ açtığımda odaya kış güneşi dolmuştu ve
Derya hâlâ yanı başımda uyuyordu. Ama sırtını bana dönmüş
ve üstü hafifçe açılmıştı. Gözümden uyku akıyordu henüz, uy
kumu alamamıştım fakat sabah olmuş ve Tann'ya şükür kâbus
görmemiştim. Uyku sersemi çocuk gibi sevindiğimi hissettim.
Sabah olduğuna göre artık kâbus da görmezdim, o anlamsız
inancıma göre kâbus görmeme neden olan şeylerden biri de ge
cenin karanlığıydı. Tehlikeyi atlatmış olmanın verdiği rahatlıkla
yeniden kendimi uykunun derin çekiciliğine bıraktım. Yeniden
gözlerim kapandı ve uyumaya devam ettim.
Omzuma değen elle sıçramıştım.
Bunun kabus olmadığının bilincindeydim. Derya beni nor
mal uykumdan uyandırıyordu. Mavi gözlerinin içine bakarak
gülümsedim.
"Yine geç kalıyoruz, hadi fırla yataktan," dedi.
Hiç itiraz etmeden kalktım yataktan. Uykumu tam ala
mamıştım ama huzurluydum; ne de olsa serde gençlik vardı,
55
Mehmetcan
uyuduğum saat yetersiz olsa da fiziksel olarak pek yorgunluk
hissetmiyordum. En önemlisi de, hiç de akıllı olmayan bir mu-
ha}ceme ile uyguladığım planla kâbusumu yendiğim düşün
cesiydi. Yaptığımın tutarsız bir iş olduğunu bilmeme rağmen
memnundum.
Çabucak tıraş olup, duşumu aldım, giyinerek Derya'nın ha
zırladığı kahvaltı sofrasına oturdum. Neşe ile kahvaltı ettik. Bir
ara çaktırmadan bu gece de benim yanımda kalıp kalmayacağı
nı sordum. Şaşırmış gibi mırıldandı.
"Buradayım tabii," dedi. "Niye sordun."
"Hiç, sadece bilmek istedim."
"Yoksa bıktın mı benden?"
I Sırıtarak, "Çılgın," dedim.
' Gülüştük. Derya neden sonra hatırlamış gibi fısıldadı,
i "Dün gece uykun kaçtı senin. Kaçta yattığını fark etmedim,
uyuya kalmışım."
"Ya, öyle oldu."
Üçe kadar oturduğumu söylememiştim.
"Eee, ne zaman döndün yatağa?"
; "Herhalde bir filandı," diye geveledim.
I Sevgilim fazla da üzerinde durmamıştı konunun. Belki de
dikkat etmemişti, oysa biraz düşünse, tiyatrodan dönüşümüzü,
yatakta birbirimizin oluşunu hesapîasa, çok daha uzun bir süre
uyanık kaldığımı anlardı.
i Bugün farklı yerlere gidecektik. Ben inşaat alanına geçmek
için; Anadolu yakasına doğru gidecektim, o ise üstlendiği yeni
işinin ilk plan çalışmaları için Şişli'deki bürosuna gidecekti.
Karşılıklı birer veda öpücüğü vererek evden çıktık.
BMW'ye atlayıp köprü yolunu tuttum.
Karşıya geçiş nispeten daha tenha idi. Rumeli yakasına akın
eden trafik ise her sabah olduğu gibi daha yoğundu. Yol boyun
ca s k sık esnedim. Uykuda geçirdiğim saatler yetersiz olduğun
dan!
56
direksiyon başında uyku bastırmıştı. Dikkatim dağılmasın
Mehmetcan
diye, torpido gözünde Derya'nın bıraktığı çiklet kutusundan
bir tane alıp ağzıma attım. Meyve aromalı çikleti çiğnemeye
başladım.
Ortağım Behzat, şantiyeye benden önce gelmişti. Müthiş
Nestcafe meraklısıydı, gün boyu en az on kupa kahve içerdi.
Oldum olası hiçbir kahve çeşidine fazla merakım olmamasına
rağmen bana da tiryakilik aşılıyordu. Nitekim şantiye binasın
dan içeri girer girmez elime bir kvıpa kahve tutuşturdu.
Aynı yaşlarda ve kafa dengiydik. O benden sadece iki yaş
daha büyüktü. Ama birbirimizi yıllardır tanırdık. Zira ortak
olduğumuz inşaat şirketinin asıl kurucuları babam ve onun
babasıydı, yani biz, iki arkadaş, babalarımızın kurduğu şirketi
yürütüyorduk. Hiç şüphe yok ki, kısa sürede şirketi biraz baba
yani olan yönetim tarzından alıp, daha ilerilere götürmüş, daha
mbdern, daha rasyonel bir yönetim tarzına ulaştırmıştık.
Behçet her dem neşeli bir insandı, onun asık suratla dolaş
tığını hemen hemen hiç hatırlamazdım. Haliyle şirket işlerinden
zaman zaman bunaldığımız anlarda dahi, o iyimser ve neşeli ha
lini kaybetmez, şakalar yapar, beni güldürürdü. Hiç kuşkusuz o
denli de zeki bir çocuktu. Espri yeteneği müthişti.
Kahvelerimizi içerken, önce o gün yapacağımız işlerin kısa
bir özetini çıkarıp kendi aramızda tartıştık. Giriştiğimiz inşaat
oldukça büyük olduğundan haliyle bazı maddi sıkıntılarda do
ğuruyordu. Finans kaynaklarımızı bir gözden geçirdik. Hemen
her gün yeni bir sorun çıkıyordu. Özetle ben o gün şantiyede
kalacak, işlerin gidişatına nezaret edecektim, Behzat da banka
lara uğrayacak ve imarda takılan bazı işlerle meşgul olacaktı.
Tam şantiyeden ayrılmaya hazırlanırken hatırlamış gibi sor
du.
"Ne oldu, Derya ile konuştun mu?"
Boş bulunup, "Neyi?" diye mırıldandım.
57
Mehmetcan
! "Şu gezi işini yahu. Hani bir haftalık bir seyahate çıkacak
tınız."
"Haa," dedim. "Gidemiyoruz."
I "Neden?"
"Derya geçenlerde yeni bir iş aldı ya, onun projelerini yetiş
tirmek için hiç vakti yokmuş. O nedenle de bizim seyahat fikri
yattı."
j "Yok yahu! Eee, ne yapacaksınız şimdi?"
i "Bilmem."
Behzat'ın suratı asıldı.
"Oyun bozanhk yapmış ama," dedi. "Bir haftadan ne çıkar
yahu. Çalışkan kızdır, o arayı rahatlıkla telâfi edebilirdi."
j Aslında ben de öyle düşünmüş, hatta bu fikre sevgilimin
ilgjsiz kalışına biraz bozulmuştum ama Behzat'a belli etmemek
için söylendim.
i "îş eğlenceden her zaman önemlidir," dedim.
Ortağım tereddütle yüzüme bakmıştı.
i "Fakat bu eğlence değil, sıhhat sorunu," diye homurdan
dı.; "Çok yorgun olduğunu ben de görüyorum. Uzun zaman
dır- dinlenme fırsatın olmadı. Bak, ben bu yaz kendime fırsat
yarattım, sen işleri bırakamadın. Derya'yı bir göreyim kulağını
çekeceğim. Bugün gelecek mi buraya?"
i "Hayır. Bürosunda olacak. Yeni işi için çizimlere başlaya
cak^"
i "Ona bir telefon açarım," dedi.
j "Boş ver, hiç bulandırma durumu."
i Yine dikkatle beni süzdü.
| "Yoksa bu konuda tartıştınız mı?" diye sordu.
"Hayır, ama ondan biraz daha anlayış beklemiştim," dedim,
i O zaman sesini çıkarmadı, meseleyi de fazla uzatmadan
şantiyedeki bürodan çıktı...
* * *
58
I
Mehmetcan
ikindiye kadar şantiyede bir yığın işle boğuştum, alt kade
medeki mühendisler, ustabaşılar, işçilerle didiştim. Çalıştırdığı
nız elemanlar ne kadar mükemmel olursa olsun, işin başından
ayrılmaya hiç gelmiyordu, ikindi vakti biraz rahatlamıştım; aksi
gibi pırıl pırıl güneşli olan hava öğleye doğru yine bulutlanmış
şimdi de şakır şakır yağmur yağmaya başlamıştı. Şantiyede
ki odama girdiğimde birden babamın angaryası aklıma geldi.
Adamcağızın isteğiyle bir türlü ilgilenememiştim. Üzüldüm bir
den, zaten işlerimin yoğunluğu nedeniyle yeterince ziyaretine
gidip gönlünü alamadığım gibi ufak bir isteğini de ihmal etmiş
tim. Üstelik seneler evvel evini onarmaya söz verdiği işçisi bizim
inşaat mahalline yakın bir yerde oturuyordu.
Dışarıdaki yağışlı havaya bir göz attım şantiyenin pencere
sinden, doğrusu incelemeye gitmek için hiç de uygun bir ortam
yoktu. Ama epey ihmal etmiştim pederin isteğini, bugün yarın
telefon edip ne yaptığımı sorarsa, mahcup olacaktım. Çaresiz
kalkıp verilen adrese gitmeye karar verdim.
Cüzdanımı çıkarıp bana yazdırdığı eski memurunun adı
nı Ve oturduğu semti hatırlamaya çalıştım. Adamın adını Şinasi
diye kaydetmiştim. Eskiden büroda getir götür işlerine bakar
mış ama adamın simasını hiç anımsamıyordum. Sarıkaya denen
semti de pek bilmiyordum, babamın söylediğine göre bu yörede
bir yerlerdeymiş. inşaatımı bu havalide yaptığım halde ne ya
zık ki çevreyi pek bilmiyordum. Kalıpçı ustam Selim bu civarda
oturan biriydi, hemen onu çağırtıp Sarıkaya denen yerin nereye
isabet ettiğini sordum. Usta biraz şaşırmıştı, söylediğim yeri to-
parlayamadığmı yüzündeki ifadeden anladım.
"Yahu usta," dedim. "Buralı olduğun halde Sarıkaya'nın
neresi olduğunu bilmiyor musun?" diye âdeta çıkıştım.
"Beyim, doğma büyüme buralıyım ama bu civarda Sarıkaya
diye bir yer yoktur."
"Amma yaptın! Olmaz olur mu hiç? Orada eski bir evi ta
mir ettireceğim."
59
Mehmetcan
| "Allah Allah! Hiç duymadım."
j "Tamam," dedim. "Herhalde işçiler arasında bilen vardır.
Bit soruştur."
"Emredersiniz beyim," diyen kalıpçı ustası tam odadan
çıkmaya hazırlanırken birden durup bana döndü.
"Beyim sakın aradığınız yer Şinasi Sarikaya'nın harabe evi
olmasın?"
| Birden keyiflendim. "Hah tamam, işte orası," dedim.
i "Patron orası Sarıkaya denen bir yer değildir, sadece sahi-
birjin adı oydu."
i "Her neyse. Adamı orada bulurum, değil mi?"
Kalıpçı ustası artan bir hayretle yüzüme bakmaya devam
ediyordu.
| "Aman beyim," dedi. "O öleli yıllar oldu."
! Şaşırma sırası bana gelmişti.
"Öleli mi?" dedim. "Nasıl olur yahu? O adam yaşıyor, ha
yatta daha."
i "Hayır, öldü."
ı Selim'in sesi bir tuhaf çıkmıştı. Biraz dik ve tedirgin. ! "Yanılıyorsun. Daha birkaç gün evvel seneler önce yanında
çalıştığı babamı ziyarete gelmiş. Ölmüş olur mu hiç?"
! Suratı kireç gibi bembeyaz kesilmişti.
i Nedenini anlamamıştım ama benim kalıpçı ustam ne hik
metse bu konudan hiç hoşlanmamışa benziyordu. Hatta tam
önünde durduğu kapıdan bir an önce sıvışmak ister gibi bir ha
lini sezinlemiştim.
"Selim usta beni oraya götürmeni istiyorum," dedim.
| Gariptir ama beti benzi atan adamım ilk defa alışık olmadı-
ğımjbir katiyetle itiraz etti.
j"Olmaz, efendim... Ben götüremem."
"Neden?"
"Çünkü..." Teklemiş cümlesini bağlayamamıştı bir türlü.
Ustanın hâlâ anlayamadığım bir sıkıntıya kapıldığını hissedi-
60
Mehmetcan
yordum. Güçlükle kekeledi. "Çünkü burada yapmak zorunda
olduğum bazı işler var. Onları bırakamam."
"Önemli değil," dedim. "Dönünee tamamlarsın."
"Beni mazur görün beyim... Dedim ya gelemem. Ama is
terseniz sizi Halit götürsün. O evin yerini o da bilir."
Pek bir şey anlamamıştım, ama benim için fark etmezdi
nasıl olsa. Önemli olan yeri bilen birini bulmamdı. Ha Selim
olmuş, ha Halit, ne fark ederdi ki.
"Tamam," dedim. "Halit'i bul, arabamın yanına gelsin.
Orada beklesin beni."
Kalıpçı ustası ok gibi yerinden fırlamış, koşar adım uzak
laşmıştı.
Paltomu giyip, çekmecelerin gözünü kilitledikten sonra
şantiye binasından çıktım. Belki de inşaata tekrar dönmeyebi-
lirdim. Orada ne kadar vakit geçireceğim de belli değildi. En
iyisi E-5'e çıkıp doğru karşıya geçmekti.
Yağmur altında ıslanmamak için koşar adım BMW'im yanı
na gitmiştim. Yine buralı olan Halit arabamın yanında dikilmiş
beni bekliyordu.
"Hadi atla arabaya Halit, gidiyoruz," dedim.
Genç bir işçi olan Halit saf saf sordu.
"Nereye gidiyoruz beyim?"
"Selim söylemedi mi sana?"
"Arabasının yanına git, patronu bekle dedi sadece."
İçimden Allah Allah, bu işin içinde bir iş var ama bakalım,
anlayacağız diye homurdandım. Bu arada Halit'de daha fazla
ıslanmamak için arabaya girmişti.
Motoru çalıştırdım, inşaat alanından çıkarken yanımdaki
işçiye mırıldandım.
"Şinasi Sarıkaya'nın eski evine gidiyoruz," dedim. "Sen
orayı biliyormuşsun."
61
Mehmetcan
i Halit'ten hiç ses çıkmamıştı.
Ama arabanın içinde öyle bir sessizlik olmuştu ki gayri ih
tiyari başımı çevirip delikanlıya baktım. Tıpkı o da Selim gibi
bepıbeyaz kesilmişti. Gayri tabiiliği görüp anlamamam olanak
sızdı.
"Ne oluyor yahu size?" diye çıkıştım. "Niye o kadar şaşırı
yorsunuz?"
Oğlan önce konuşamadı, sonra güçlükle, sanki kelimeler
ağamdan kerpetenle çekiliyormuş gibi hırladı.
"Orada ne işimiz var, beyim?" diyebildi.
"Gidip bir bakacağım. Neden soruyorsun?"
"Şey... Orası boştur... Ve yıllardır kimse yaşamaz."
"Yaşamaz mı?"
"Hayır, beyim."
| "Peki, Şinasi Sankaya nerede oturuyor şimdi?"
Halit yeniden kekeledi.
"Selim size söylemedi mi?"
"Neyi?"
"Şinasi'nin yıllar önce öldüğünü."
Bu kez kafam atmaya başlamıştı. Yanımdaki işçiye çıkıştım.
"Yahu siz benlen dalga mı geçiyorsunuz be? Adam yaşlan
mış olabilir ama hâlâ hayatta, biliyorum."
"Bu imkânsız, beyim."
"Ne demek imkânsız?"
"Gayet iyi hatırlıyorum, Murat bey. O öldüğünde ben ilko
kul üçüncü sınıfta öğrenciydim daha. Bunu bizim orada herkes
bilir."
i Kızgınlıktan frene asıldım, araba zınk diye durdu.
"Ne yani?" diye söylendim. "Şimdi siz ikiniz de o Şinasi
derien adamın öldüğünü mü iddia ediyorsunuz?"
"Kesinlikle, efendim."
! Bir an aklım karışır gibi olmuştu. Adam yıllar önce ölmüşse
birkaç gün evvel babamı ziyarete gelen kişi kimdi öyleyse? Yok-
62
Mehmetcan
sa adamın yaşayan oğlu filan mı uğramıştı babama? Kendi ken
dime kızdım. Pederin isteğini galiba fazla üstün körü dinlemiş,
hatta Sarıkaya'yı ailenin soy adı olarak değilde semt ismi olarak
algılamıştım. O sırada o kadar dalgındım ki; belki babama ri
cada bulunup verdiği eski sözü hatırlatan kişi, adamın oğlu da
olabilirdi.
Halit'e dönüp sordum.
"Bu Şinasi denen adamın oğlu var mıydı?"
îşçim yeniden kekelemişti.
"Vardı, beyim," dedi.
"Vardı da ne demek? Şimdi yok mu yani? Oda mı öldü
demek istiyorsun?"
"O kadarını bilmiyorum beyim. Anlayın işte, bu mesele bi
raz karışıktır."
"Anlamadım, nesi karışık?"
"O geceden sonra Şinasi Efendinin oğlu da sırra kadem
bastı."
"Yahu Halit, şunu adam gibi anlatsana. Nedir bu mesele?"
işçim yutkunmaya devam ediyordu. Güçlükle ve kül gibi
grileşmiş bir çehreyle mırıldandı.
"Beyim kusurumu bağışlayın ama siz o evi neden görmek
istiyorsunuz, sorabilir miyim? Yoksa o araziyi almak mı niyeti
niz?"
"Yoo... Neden sordun?"
"Selim usta size söylemeliydi... Anlaşılan korktu. O yüz
den beni sizinle yolladı."
"Ne anlatmaya çalışıyorsun yahu sen? Selim bana neyi söy
lememiş olabilir k i?"
"Beyim o ev tekinsizdir. Evin uğursuzluğunu orada yaşa
yan cümle âlem bilir. Kaç kişi görmüştür."
Kendimi tutamayarak patladım.
"Çıldırtma beni yahu. Söylesene neyi görmüşlerdir?"
"Evin içinde dolaşan hayaleti. Hortlağı yani..."
63
Mehmetcan
I Bu kez kendimi tutamayarak bir kahkaha attım.
"Hortlağı mı? Yani o evin içinde hayalet mi dolaşıyor?"
"Öyle gülmeyin, beyim. Siz inanmıyor olabilirsiniz ama bizim
oralarda Şinasi Efendinin hayaletini gören çok insan vardır."
Gülmeyi kestim.
Ne diyebilirdim ki? Sonuçta bunlar eğitimsiz, cahil insan
lardı; abuk subuk tevatürlere böyle hortlak hikâyelerine inan
maya çok müsait kişilerdi. Benim sustuğumu görünce o devam
etti ürkerek.
; "Siz o evin hikâyesini hiç duymadınız mı?"
i "Hayır," dedim. "Neymiş hikâyesi?"
\ Halit durakladı yine bir an. Hemen cevap vermedi, sonra
neden o evle ilgilendiğimi merak edercesine göz bebeklerinin
içinde kuşku ve endişe ile mırıldandı.
"Orada bir cinayet işlendi ve öldürülen kişinin bedeni de
hortlayarak geri döndü."
Cehaletin insanoğluna verdiği zararı başka hiçbir güç
iras! etmemiştir. Yirmi birinci yüzyılda hâlâ hortlak, hayalet
hikâyelerine inanmayı havsalam almadığı için meseleyi daha
fazla uzatmanın anlamı yoktu, Sadece burukluk hissettim içim
de; hizmetlerinden ve çalışmalarından memnun olduğum iki
işçiırjin cehalet düzeyleri böylece ortaya çıkmıştı.
Sorgu suali kestim arabayı sürmeye devam ettim.
tâkin söz konusu mahalle yaklaştıkça Halit'in tedirginliği
nin arttığını görüyordum.
"Yaklaştık mı?" diye sordum bir süre sonra.
(şrenç işçim kısık ve ürkek bir sesle, "Evet, beyim," dedi.
"Şu Çatallı yolu geçtikten sonraki ilk tepenin arkasındadır o
ev." |
"Yanılmış olmayasın, buralarda başka ev filan yok."
"Yoktur zaten. O ev ufak vadinin arasında tek basınadır.
Kimse o uğursuz evin civarında toprak filan almaya kalkışma-
mıştırj Sorabilir miyim, siz neden o evle ilgileniyorsunuz?"
64
Mehmetcan
Böyle kara cahil bir adama babamın verdiği sözden bahset
menin anlamı yoktu tabii, sorusunu geçiştirmeye çalıştım.
"Sen işin orasını boş ver," dedim.
Çatallı yol kavşağına gelmiştik. Halit birden kendini zorla
yarak mırıldandı.
"Beyim," dedi yine o korkak ses tonuyla.
"Söyle."
"Beni bağışlayın ama ben burada arabadan insem olur mu?
Ya da sizi burada arabanın içinde beklesem. Zaten şimdi ki
rampa çok çamurlu ve diktir. Arabanıza yazık olur. İlle de o evi
görmek istiyorsanız tepeye yayan çıkın."
Bir daha sırıttım.
"Yoksa o eve benle gelmeye korkuyor musun?"
Hiç tereddüt etmeden, "Evet," dedi.
işçimi zorlayacak değildim ya, "Peki," diyerek arabayı dur
durdum. "Sen burada beni bekle. Madem evin o kadar yakınına
geldik, bana son bir tarif ver, ben bulurum."
Halit'in yüzü sapsarıydı.
Eliyle sağımızda yükselen çamurlu yolu gösterdi. "Şu tepe
yi aşar aşmaz evi göreceksiniz," dedi.
Yolun başlangıcı cidden çamur deryası gibiydi. Yepyeni
BMWi o batağın içine sokmanın anlamı yoktu. Motoru kapat
tım, Halit'e beni burada beklemesini söyleyerek arabamdan in
dim.
Önümde çamur deryası içinde dik bir yol uzanıyordu...
Seke seke, mümkün olduğunca çamura batmadan tırman
maya başladım. Ama ne olduysa işte o an oldu. Birden beynimin
zonklamaya başladığını hissettim, içimi garip bir ürküntü kap
ladı. Önce ne olduğunu kavrayamadım, ama sonra belirgin bir
şaşkınlıkla çevremdeki bayırın ayak değmemiş yerlerinde fışkı
ran yeşil yabani çimlerine, az ilerde yan yana duran yapraklan
65
Mehmetcan
sararıp dökülmüş at kestanesi ağaçlarına ve özelliklede çamurlu yola takılıp kaldı gözlerim.
Sanki burayı tanıyordum, daha evvel gelmişim gibi bir hisse
kapıldım. Ama nasıl olurdu, mesleki bir alışkanlıkla daha önce
gördüğüm arazileri hiç unutmazdım. Sonra içimi kaplamaya
başlayan o ürküntünün sebebi neydi?
Botlarım çamura saplanmış bir şekilde yolun tam ortasında
durdum.
Aklıma gelen ihtimal yüreğimi dondurmuştu...
Lâkin böyle bir şey olamazdı; düşündüğüm şey Halit'le
Selim'in inançları kadar saçmaydı. Az önce onlara gülmüş, bu
devirde gösterdikleri cehaletle içimden alay etmiştim. Ama şim
di yolun tam ortasında durmuş, ilerleyemiyordum.
Yanılmama imkân yoktu. Ben kaç kere bu çamurlu yolda
rakibim ve düşmanım olan o iblis yaratıkla bu parkurda yarış
mıştım. Burası gördüğüm kâbusların mekanı, o harap iki katlı
eve giden yoldu. Tepeyi tırmanırsam o berhaneyi göreceğimi
biliyordum. Tek fark o yarışı geceleyin kâbusum da yapmış ol
mamdı.
Vücudumu şiddetli bir titreme almıştı. Korkudan sarsılıyor
dum. Yine de beynim bu gerçeğe isyan ediyordu. İmkânsızdı.
Yanılıyor olmalıydım. Belki de bana anlatılanların farkına var
madan tesirinde kalmış, anlamsız bir şekilde lânetli olduğu iddia
çdilen ev ile gördüğüm karabasanlar arasında bir rabıta kurmak
zayıflığını göstermiştim. Başka izahı olamazdı. Kâbuslarımla
gerçeği karıştırmamın açıklaması olamazdı.
Emindim, tepeyi tırmanıp aşağıya bakarsam o zamana ka
dar hiç görmediğim eski bir bina ile karşılaşacaktım. Aklım ve
mantığım bunu söylüyordu. Fakat hâlâ yola devam edemiyor
dum. Taş gibi kalmıştım yolun ortasında.
Şiddetli yağmur devam ediyordu. Sırılsıklam ıslanmıştım.
İçimde şiddetlenen korkuya rağmen bir an arabanın içinde otu
ran Halit aklıma geldi. Şimdi BMW'nin rahat ve emniyetli koltu-
66
Mehmetcan
ğunda neden yola devam etmediğimi düşünüyor olmalıydı. Yo
luma devam etmekten beni alıkoyan sebebi bilmesi imkânsızdı
ama korktuğumu düşünebilirdi.
Islanmış saçlarımdan, alnımdan şıpır şıpır yağmur damla
cıkları aşağıya yüzüme akıyordu. Sonsuza kadar böyle yerime
mıhlanmış kalamazdım. Benim ki bir yanılgı olmalıydı; mutlaka
o gördüğüm karabasanların etkisindeydim ve bundan kurtul
mamın tek yolu, hızla tepeye tırmanmam ve karşıma çıkacak o
lanet evin kâbusumda gördüğüm yer. olmadığını anlamamdı. Bu
benzetmeden ancak gerçeği gördüğüm zaman kurtulabilirdim.
Birden içinde bulunduğum çamur deryasında hızla ileriye
atıldım. Şimdi deli gibi koşuyor, tepeye varmaya çalışıyordum.
O esnada çevreden geçen biri olsa hakikaten tozuttuğumu sa
nabilirdi. Ama hiçbir şey umurumda değildi; bacaklarımdaki
olanca güçle koşmaya başlamıştım. Yine de kâbusumda yaşa
dığım o yarışmanın etkisinden kurtulamıyordum. Bu koşuyu
kim bilir kaç kere yapmıştım uykumda. O zamanda yorgunluk
hissederdim fakat gündüz gözü ve uyanıkken yaptığım bu koşu,
rüyalarımdakinden çok daha zordu. Daha tepeye yaklaşamadan
soluk soluğa kalmıştım. Her adım atışımda botlarıma yapışan
çamurlar beni zorluyordu. Her an yuvarlanabilirdim de.
Sonunda tepeye vardım.
Korkudan aşağıya bakamıyordum. Göreceğim manzara
bende yeni bir nöbet yaratabilirdi. Dehşetle aşağıya baktım ve
sonra gözlerimi yumdum.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Bir an inanmak istemedim. Karşıma çıkan harabe tıpatıp
kâbuslarımda gördüğüm evdi. Ahşap viranenin ayırt edebildi
ğim tek farkı üst kattaki odanın ışığının yanmamasıydı.
Elimde değildi artık; her an elinde hançeriyle yüzü olmayan
düşmanımın da çevremde benle yarıştığını ve eve benden önce
67
Mehmetcan
girmeye çalıştığını düşünmeye başladım. Tepenin üstünde deh
şete kapılarak onu aradım.
Yoktu öyle biri.
Veya ben onu göremiyordum çevremde...
İyice sapıtmaya başlamıştım. Şimdi gözlerim fıldır fıldır,
yuvalarından fırlayacak gibi onu arıyordum. Her an, hiç umma
dığım bir yerden ortaya çıkma riski vardı. Şaşkınlıktan muhake
me gücümü iyice yitirmiştim. Acaba aşağıya inip o eve girersem,
Derya'yı o üst kattaki odada, çırılçıplak bir halde uzun ensiz
masanın üzerinde bağlı olarak bulacak mıydım? 1 Bunu düşünmem bile saçmaydı.
i Şu an Derya'nın Şişli'deki modern bürosunda üstlendi
ği iyeni projenin çizimleriyle meşgul olduğunu kabul etmem
lâzjimdı. Bu lânetli evde bulunmasının imkânı yoktu. Ama sün-
gerleşmiş beynime bunu kabul ettirmem de mümkün gözükmü
yordu. İnanılmaz bir endişe ruhumu yakıp geçiyordu sanki. O
harap evin içine girip üst kata çıkarsam, Derya'yı orada ölümü
beklerken bulacağımı sanıyordum.
Her şey kâbusumdaki gibiydi.
Dayanamadım sonunda. Tepeden aşağı o balçık çamur der
yasının içinde düşe savrula yıldırım hızıyla koşmaya başladım.
Kesinlikle davranışlarımda şuursuzdum artık. Âdeta çıldırmış
gibiydim; rüyalarıma musallat olan görüntülerin hiç ummadı
ğın! bir anda gerçek olarak karşıma çıkması her türlü kontro
lümü yitirmeme yetmişti. Meyilli yolu nasıl indiğimi hatırlamı
yordum. Sonunda vâdi arasındaki uğursuz evin kapısındaydım
artık...
Hayret, uğursuz evin kapısı bile düşlerimdeki haliyle ara
lıktı.
İçeri girmeden önce kısa bir an durakladım. Rüyalarımda
hep kapıyı bir tekme ile ardına kadar açardım. Ama bu kez öyle
yapmadım. İçimi bir ürperti kapladı, çünkü bu bir rüya değildi.
Düşlerime musallat olan yüzsüz adam kesinlikle benim düşma-
68
Mehmetcan
nimdı ve amacı sevgilimi öldürmekti. Bu defa bana bir tuzak da
kurmuş olabilirdi.
Aklım yeterince çalışmıyordu şu an.
Ama bunun bir şevki tabii, beni içine çeken bir güç oldu
ğunu sezinliyordum. Garip bir şey buraya gelmemi, içeriye gir
memi istiyordu. Derin bir soluk aldım. Nefesimi çekerken sanki
bütün ciğerlerim yandı. Parmaklarımın ucuyla aralık duran ka
pıyı hafifçe ittim.
Tahta kapı gıcırdayarak aralandı.
İçerisi oldukça loştu. Ürkerek bir göz attım antreye. Bom
boştu; içeride en ufak bir eşya dahi yoktu. Evin içinde dönüp
duran soğuk bir hava cereyanı yüzüme çarptı. Ev gerçekten bir
viraneydi. Camlar kırık, panjurlar sökük olduğundan içinde so
ğuk rüzgârlar sirkülasyonlar yaratıyordu.
Birkaç saniye bekledim. Derin bir sessizlik hâkimdi evin
içinde.
Bu sessizliği iyi biliyordum. Araladığım kapı içerde esen
rüzgârın etkisiyle yine yüzüme doğru geldi. Bu defa elimi uzatıp
kapanmasına engel oldum. Daha sonra da ürkerek içeriye bir
adım attım.
Rüya âleminden hatırladığım şeylerin aynen karşıma çık
ması çok şaşırtıcıydı. Tüylerim diken diken olmuş etrafı inceli
yordum. Birden farkına vardım; gördüğüm kâbuslar sırasında
evin antresi hiç bende açık bir ânı bırakmamıştı, burası daima
karanlık olurdu. Tek hatırladığım sağ taraftaki üst kata çıkan
merdivendi. Her seferinde Derya'ya bir an önce kavuşmak için
çılgın gibi o merdivene atılırdım. Sanki bir yüz metre koşusu
nun finalinde ipi göğüsleyeceğim son on metresi gibi.
Evin girişi bütün harap görünüşüne rağmen aydınlıktı. Yıl
lardır metruk kaldığı her halinden belliydi. Kapılar çürümüş,
yerdeki tahta kaplamalar bazı yerlerde çökmüştü. Uğursuz sa-
69
Mehmetcan
yılsa da bazı meçhul kişiler tarafından talan edildiği aşikardı.
Girişte fazla oyalanmadım.
İçimdeki korku beni üst kata çekiyordu. Ne var ki bu defa
basamakları gayet ağır ağır çıktım. Herhalde çatıdaki kiremitler
delinmiş olduğundan evin bazı yerlerine kevgir gibi tavandan
yağmur damlaları süzülüyordu. Basamaklardan bir kaçı da yağ
murdan nasibini almıştı. O basamaklara özellikle basmamaya
dikkat ettim; her an göçebilir ve bir kazaya uğrayabilirdim.
Son basamağı da çıkınca durdum.
Rüyalarımda Derya'yı bulduğum o oda hemen sağımdaki
ilk kapıydı. Bütün odaların kapısı gibi o da açıktı. Nefesimi
tuttum. Buraya kadar inanılmaz bir şaşkınlık ve merakla gel
miştim. İçimde izahta zorluk çektiğim dayanılmaz bir eziklik
vardı. Sanki asıl çarpıcı şeyi o açık duran kapının eşiğine gelince
görecekmişim gibi bir hisse kapılmıştım. Gerçekle karşılaşmaya
korkuyordum. Ama diğer yandan beynimin hâlâ doğru düzgün
çalışan bir yanı bana gerçeğin ne olduğunu soruyordu. Bir pa
nik içinde olduğumu kabul ediyordum; hayatımda hiç görme
diğim bu havalinin ve buradaki metruk evin rüyalarıma aynen
girmesi mantıkla açıklanamazdı. Bu meselenin henüz çözeme
diğim mâkul bir yanı olmalıydı. Bunca senedir aldığım müspet
ilimler böyle bir vakıayı kabulüme maniydi. Ben ise ilmin izah
ödemeyeceği bir şeye inanamazdım.
Derin bir nefes daha aldım.
Sonra ürkerek başımı oda kapısından içeriye doğru uzat
tım. Tüylerim bir kere daha diken diken oldu. İçerde ne Der
ya vardı, ne de yüzü görünmez katil adayı. Ama o dar ve kalın
ayaklı tahta masa bütün vahşiliği ile duruyordu.
Masayı görünce bir an bayılacağımı sandım. O masa
kâbuslarımın en can alıcı unsurlarından biriydi. Her seferinde
onu görüyordum. Çok garipti, evde bırakılmış hiçbir şey kal
mamasına rağmen o masaya kimse dokunmamıştı. Çok anlamlı
değil miydi bu durum?
7 0
Mehmetcan
Gerçi sevgilimin bağlandığı ve üzerinde yatırıldığı masa,
son derece kaba saba, sanki eline ilk defa marangoz âletleri al
mış biri tarafından yapılmış intibaını veriyordu, ama ne acı ki
rüyalarımda gördüğüme tıpa tıp benziyordu.
Sırtımı sıvaları dökülmüş duvara yaslayıp bir süre soluklan
dım. Gözlerimi ortadaki kocaman masadan çekip alamıyordum.
Sonra birden hatırlamış gibi bakışlarımı tavanda olması gereken
çıplak ampulü görmek istercesine kaldırıp baktım.
Hayrettir, fakat ampulde yerli yerindeydi.
Yeniden delicesine bir meraka kapıldım. Kâbuslarımda, çok
uzaktan, daha o çamurlu tepenin başına geldiğimde bu odada o
lambanın yandığını görürdüm. Fakat işçilerimin iddiasına göre
bu evde senelerdir oturan kimse olmadığına göre elektrikler de
Çoktan kesilmiş olmalıydı. Başımı çevirip hemen yanı basımdaki
elektrik düğmesine baktım. Acaba düğmeye uzanıp çevirirsem
lamba yanacak mıydı?
Kendimi tutamadım kolumu uzatıp titreyen parmaklarımla
£ski tip komandatörü çevirdim. Lamba yanmadı. Elektrik kesik
^İmalıydı. Aslında çok da doğaldı bu; senelerdir bu evde kimse
yaşamadığına göre haliyle cereyanlar da kesik olacaktı... Tu
haftır, her şey rüyalarımdaki şekillere çok uygun düştüğü için,
ıkedense tavandaki o çıplak ampulün de yanacağını düşünmüş
tüm...
I Derya'yı bu odada bulmamam o kadar tabii bir netice idi
kL elimde olmadan ve ilk defa gülümsemeyi becerdim. Kendimi
biraz toparlamaya başlamıştım. Olayın esrarını henüz çözmüş
cfcğildim ve bir yorum da getiremiyordum. Rüyalarımda gör-
cjüğüm ve yaşamımı zindan etmeye başlayan sanrılarla burası
tipatıp uyuşuyordu. Kendi kendime mırıldandım, olmaz, ger
çek olamaz bu yaşadığım, ya sanrı ya da sanrıya çok yakın bir
şkydi...
Odadan çıktım...
Kafam karmakarışıktı.
71
Mehmetcan
Gıcırtılı basamakları inerken hâlâ olaya mantıklı bir çözüm
bulmaya çalışıyordum. Sokak kapısı bulduğum gibi aralıktı.
Evji terk edip açık havaya çıkınca yağmur altında ıslanmama
aldırmadan bir süre öylece durdum. Düşüncelerimi bir hizaya
sokmaya çalışıyordum ama nafile idi, aklıma makûl hiçbir çö
z ü m gelmiyordu. Arabama ulaşmak için çamurlu yola daldım.
Tepeye vardığımda BMWmi görmek gerçek hayata dönüşün
bir işareti gibi geldi bana. Acaba arabada dönüşümü bekleyen
Halit üzerimdeki garipliği, yüzümdeki anormal ifadeyi anlaya
cak mıydı?
Halit hiç umurumda değildi, çamurlara bata çıka aşağıya
indim. Hızla kâbuslarımı çağrıştıran bu viraneden uzaklaşmak
istiyordum...
I
72
Mehmetcan
; sflALlT'in gecekondusu bu civara yakın olduğundan
o|nu yol kavşağında bırakmış, şantiyeye uğramaktan vazgeçerek
eyime dönüyordum. Halit'ten duygularımı saklamaya gayret et-
tilysem de, hiç sesini çıkarmadan yüzüme garip garip bakmasın
dan arabanın içinde korkuyla beni beklediğini anlamıştım. Ama
acaba o ne hissetmişti? Yüzüm asık, sırılsıklam ıslaktım. Asıl
önemlisi ise kireç gibi beyaza dönüşmüş yüzüm olmalıydı, işçim
z^ten suratıma bakınca, o metruk ve tekinsiz evde bir şeylerin
olduğunu anlamış olmalıydı. Belki benim de hortlak gördüğü
mü sanıyordu, ama nezâket göstermiş, ağzını açıp tek kelime
etpeyerek konuyu bir daha açmamıştı.
i BMW'min içinde yalnızdım, lâkin dikkatimi yola bile vere-
mjyordum. Bostancı civarında az daha bir arabaya çarpacaktım,
muhtemel bir kazadan kıl payı kurtulmuştum. Tabii hâlâ yaşadı-
ğırn olayın etkisindeydim. Göztepe kavşağına gelince birden ka
rat verdim, bu meseleyi aydınlatmak için sanırım önce babamla
görüşmeliydim. Galiba sorunun düğümü bana vereceği cevapla
Mehmetcan
çözülecekti. Yanımda çalışan işçiler Şinasi Efendinin yıllar önce
öldüğünü yemin billah iddia ediyorlardı; şu halde birkaç gün
evvel babamı ziyarete gelen kimdi? Önce bu hususu aydınlığa
kavuşturmalıydım. Babam bunamış olabilir miydi? Son zaman
larda onu yeterince görmediğimden zihni melekelerinde husule
gelmiş bir zayıflamayı da atlamış olabilirdim. Bazen yaşlı insan
ların bunamanın ön etabı olarak, geçmişte şu veya bu nedenle
yaşadıkları bir olayı veya yerine getiremedikleri bir hadiseyi be
yinlerinde fazla büyüterek hal ile aralarında bağ kurmaya pek
müsait olduklarını bir dergide okumuştum. Kim bilir belki ba
bam da, bir şekilde yıllar önce yanında çalıştırdığı bir elemanına
evini tamir sözü verdiği halde bunu unutmuş, yahut şu veya bu
nedenle ihmal etmiş, şimdi de bunun üzüntüsü beynini rahatsız
ediyor olabilirdi. Selim de Halit de Şinasi Efendi'nin öldüğünü
iddia ettiklerine göre, adamın babamı ziyarete gelmesi madde
ten mümkün değildi. Belki de bu ziyaret babamın bunamaya yüz
tutmuş beyninin ona oynadığı bir oyundu. Yani aslında kimse
gelmediği halde, babam eski işçisiyle görüştüğünü sanıyordu.
Babamı görüp bu noktayı aydınlatacaktım. Şimdi daha sakin dü
şünmeye başladıkça yavaş yavaş ufak ipuçları da topluyordum.
Mesela babam bunca zaman yanında çalışan Şinasi'nin soy adını
hatırlayamamış, Sarıkaya'yı oturduğu semtin adı olarak söyle
mişti bana. Oysa bu semt değil, adamın adıydı.
' Göztepe'de E-5'ten sapmış, sahil kesimine doğru yönelmiş
tin^ Şimdi arabayı daha temkinli kullanıyordum. Tam o sırada
cepj telefonum çalmaya başladı. Arayan numaraya bir baktım,
Derya idi. Sarsılmamın sesime aksetmesine engel olmaya çalışa
rak (mırıldandım.
"Merhaba sevgilim," dedim.
| "Merhaba tatlım. Nerelerdesin? Şantiyeden ayrıldın mı?"
; Hiç bozuntuya vermedim.
; "Az evvel çıktım."
"Eve dönüyor musun?"
74
Mehmetcan
"Hayır, Derya. Korkarım biraz gecikeceğim."
"Neden?"
"Babama uğramak zorundayım."
"Hayır ola, bir şey mi oldu?"
"Yok, yok," diye fısıldadım. "Bir şey yok. Sadece beni gör
mek istemiş. Malum yaşlı artık ve ben de eskisi kadar uğrayamı-
yorum kendisine. Özlemiş olmalı."
"Tabii, anlıyorum. Fazla gecikir misin?"
"Sanmıyorum. Sen neredesin?"
"Hâlâ büromdayım. Az sonra çıkacaktım da seni bir araya
yım dedim. Bu akşam dışarıda mı yiyeceğiz, yoksa evde yemek
hazırlığı yapayım mı?"
Öylesine bitkin haldeydim ki, dışarıda yemek gözümde bü
yüdü bir an.
"Evde kalmayı tercih ederim," dedim.
"Tamam, sevgilim. Ben bir şeyler ayarlarım."
Derya telefonu kapatmıştı. Onun sesini duymak sanki mo
ralimi biraz düzeltmişti. Arabama biraz daha gaz verdim...
Babamın salonuna girerken botlarımı çıkarmak zorunda
kaldım. Pantolonum bile dizlerime kadar kurumuş çamurlarla
kaplanmıştı. Saçım başım hâlâ ıslak olmalıydı.
Koltuğunda oturan babam, beni bu vaziyette görünce şaş
kınlıkla süzdü. "Bu halin nedir oğlum?" diye sordu. "Batağa mı
gömüldün?"
Gülümsemekle yetindim.
"Şu senin emektar işçin Şinasi'nin söz konusu evini incele
meye gittim, baba."
"Allah senden razı olsun, evladım. Orayı onaracaksın, değil
mı?
Yaşlı babamı üzecek halim yoktu ya. "Tabii, baba," diye
mırıldandım.
75
Mehmetcan
Memnuniyetten gözleri ışıldarnıştı.
"Ev çok mu harap?"
"Dökülüyor."
"Eee, ne yapsın gariban Şinasi. Orayı tamir ettirmesi bu
devirde çok zor." .
Hiç bozuntuya vermeden söylendim.
"Haklısın."
Bir yandan da babamı bu kez çok farklı nazarlarla süzüyor-
duıh. Sanki feri kaçmış gözlerinde bunamanın ilk emarelerini
arar gibiydim. Bir ara dikkatle kendisini süzdüğümü görünce
meraklanmış gibi mırıldandı.
"Bir şey mi oldu Murat?" dedi.
Yine gayet sakin fısıldadım.
"Ne gibi baba?"
"Bilmem. Bir tuhaf bakıyorsun da yüzüme. Yoksa benden
sakladığın bir şey mi var? "
"Ne olabilir ki, baba?"
Peder rahatlamış gibi sordu.
"Evde Şinasi'yi buldun mu?"
Bu nâzik bir sualdi. Yaşlı babama ne diyeceğimi bir an kes-
tiremedim.
"Hayır," dedim sonra. "Onu bulamadım."
Kaşları çatıldı.
''Kahveye filan mı gitmişti? Malum o yaştaki insanlar öyle
yerlerde vakit öldürürler."
Artık birkaç sual sormamın zamanı gelmişti babama.
''Baba," dedim. "Bu Şinasi Efendinin soyadını hatırlıyor
musun?"
"Tabii oğlum, yıllardır yanımda çalışmıştı. Hatırlamaz olur
muyum hiç?"
"Neydi soyadı?"
Peder hiç duraksamadan cevap verdi.
"Sarıkaya."
76
Mehmetcan
Asıl duraklayan ben olmuştum.
"Ama sen, Sarıkaya adını bana evin bulunduğu semt olarak
vermiştin," dedim.
"Doğrudur," dedi babam gülümseyerek. "Oraya Sarıkaya
derler. Yıllar önce Şinasi'nin babası o evi yaptırırken o arazide
incin top oynarmış. Yani senin anlayacağın çevrede hiç kimse
yaşamazmış. Henüz iskâna açılmış bir yer değilmiş. Sonra za
manla çevrede gecekondular türemiş. Bir defa ben de gitmiş
tim evine. Bir tepenin ardında vadiye sıkışmış iki kadı bir ahşap
evdi. Ama kesinlikle bugünün gecekondu anlayışıyla yapılmış
bir yer değildi. O günün şartlarına göre ince, zarif bir mimarisi
vardı. O yöreye ilk onlar yerleştikleri için sonradan o semte soy
adlarmdan galat olarak Sarıkaya denmiş."
"Yaa," demek zorunda kaldım. Sonra yine gözlerinin içine
bakarak sordum. "Baba şu son günlerde seni ziyarete ve ver
diğin sözü hatırlatmaya bizzat kendisi mi geldi Şinasi Efendi
nin?"
Şaşırmış gibi yüzüme baktı.
"Başka kim gelebilirdi ki?"
"Ne bileyim," diyerek ilgisizmiş gibi omuz silktim. "Belki
oğlu filan gelmiş olabilirdi."
"Oğlu mu? Şaka mı yapıyorsun Murat? Kırk yıllık adamımı
hatırlamayacağımı mı sandın yoksa? Hem niye böyle bir sual
sordun?"
Babama emektar işçisinin yıllar önce öldüğünü nasıl söyle
yebilirdim.
"Eminsin, değil mi? Gelen oydu?"
Bu sefer kaşları çatıldı babamın.
"Ne söylemeye çalışıyorsun sen?" diye çıkıştı. "Bunca yıllık
adamımı tanımayacak değilim ya."
"Yok baba, onu demek istemedim. Yalnız..."
Kelimeler boğazıma takıldı. Söyleyecek bir şey bulama
dım.
77
Mehmetcan
"Yalnız ne?"
Hemen aklıma gelen ilk yalanımı uydurdum.
"Görüştüğüm kişiler, hasta olduğunu pek sokağa filan çı
kamadığını söylediler de," diye geveledim ağzımın içinde.
"Hasta mı? Oysa geldiğinde gayet sağlıklı görünüyordu
bana," dedi.
"îşte ben de onun için sormuştum. Sakın gelen kişi onun
oğlu olmasın."
Peder bu sefer iyice bozuldu.
! "Oğlum, bunadığımı mı sandın benim? Çok şükür zihnim
yerinde, emekli adamımı tanıyacak kadar da aklım başımda."
Babam böyle demişti ama ben bundan kuşkuluydum. Aksi
halde durumu açıklayacak hiçbir çare kalmıyordu. Seneler evvel
ölmüş bir adamın babamı ziyarete gelmesi söz konusu olamazdı
tabii. Peder arkasından hemen cümlesini tamamladı.
"Hem hatırladığım kadarıyla hayırsız bir oğlu vardı ve ara
ları iyi değildi. Babasının semtine bile uğramazdı."
Bu kez tüylerim bir kere daha diken diken oldu. Halit'ten
de aynı şeyi işitmiştim. Meseleyi kapatmak istedim.
! "Her ne ise," dedim. "Sen endişelenme, ben icabına baka
cağım."
Peder gevşedi. "Sağ ol oğlum. Beni bir dertten kurtarırsın,"
diye karşılık verdi.
Yanında biraz daha oyalandıktan sonra elini öpüp salon
dan çıktım. Babamın emektar Çerkez hizmetkârı Cemal Efendi
beni selametlemek için kapıya kadar götürmüştü. O an birden
aklıma gelen soruyu sesimi kısarak ona sordum.
"Cemal Efendi bir şey öğrenmek istiyorum senden," de
dim;
"Tabii, küçük bey. Buyurun, öğrenmek istediğiniz nedir?"
"Ama bu sadece ikimiz arasında kalacak. Babama bir şey
çıtlatmayacaksın."
"Siz nasıl isterseniz, küçük bey."
78
Mehmetcan
Biraz endişeli bir şekilde sordum.
"Geçen hafta babama eski bir işçisi ziyarete geldi mi? Adı
Şinasi..."
Cemal Efendi duraklayarak suratıma baktı.
"Geçen hafta mı dediniz?"
"Evet. Ya da beş on gün evvel?"
Cemal başını olumsuzca iki yana salladı.
"Hayır efendim, öyle biri gelmedi. Zaten biliyorsunuz, ba
banızın ziyaretçisi artık çok azaldı. Bir Mahmut bey geliyor ara
sıra, onu hatırlarsınız herhalde. Ara sıra satranç oynuyorlar."
Büsbütün irkildim.
Böyle diyeceği âdeta içime doğmuştu. Artık ne düşüneceği
mi kestiremiyordum.
"Eminsin, değil mi?" diye mırıldandım.
"Tabii, küçük bey," dedi. "Öyle biri gelmiş olsa, hatırlamaz
mıyım hiç?"
"Sana son bir sual," dedim. "Babamın zihninde hiç gerile
me hissediyor musun?"
Utanarak yüzüme baktı.
"Affedersiniz, yani bunama filan gibi mi demek istiyorsu
nuz?"
"Evet, aynen öyle."
"Yo, böyle bir şey söyleyemem. Gerçi zaman zaman bazı
eşyalarmın yerini unutuyor, ya da bazı kişilerin adını hatırla
makta zorlanıyor ama hafızası maşallah yerli yerinde. Mahmut
beyle bile mükemmelen satranç oynuyor."
Cemal Efendiye başka bir şey demeden pederin evinden
ayrıldım...
Kendi evime dönerken asıl benim zihnim iyice karışmıştı.
Artık ne düşüneceğimi bilemiyordum. O zaman acı bir gerçek
daha kafama dank etti. Benim kâbuslarımla babamın eski bir
79
Mehmetcan
işçisinin evi arasında nasıl bir bağ olabilirdi? Bunu şimdiye ka
dar düşünmemiştim. Ben o adamı hayattayken bile anımsamı
yordum. Ayrıca babamın beni o eve yönlendirmesinin mantıkla
açıklanabilecek hiçbir yanı yoktu. Acaba babamda mı bir ha
yal görmüştü? Eski işçisinin seneler evvel öldüğünü duymamış
olması doğal olabilirdi, hizmet akdi bitince patronla işçi ara
sındaki görüşmelerin kesilmesi de doğaldı. Hatta seneler sonra
babamın o eski işçisine verdiği sözü hatırlamasını da anlayışla
karşılayabilirdim, zira peder yanında çalışanlara daima şefkat ve
özveriyle yaklaşmış bir patrondu. Ama ölmüş bir işçinin babamı
ziyarete gelip verdiği eski sözü hatırlatması kabul edilemez bir
şeydi. Hiç kuşkusuz beni en ürküten şeyde, münhasıran bana
ait olması gereken kabuslarımda o evin yer almasıydı. Bunu hiç
bir şekilde mantığa sığdıramazdım. 1 Yoksa asıl çıldırmak üzere olan ben miydim?
Derya haklıydı galiba. Derhal bir doktora görünmem gere
kecekti sanırım.
Eve geldiğimde berbat bir haldeydim.
Anahtarımla kapıyı açıp içeriye girdiğimde sevgilimin beni
bu halde görmesini istemiyordum. Gerçi hepimiz açık alanlarda
çalıştığımız için zaman zaman çamurlara bulanmış olarak dön-
menaiz olağan sayılabilirdi, ama ben rezil bir haldeydim. Kılık
kıyafetimin mutlaka bir temizleyiciye verilmesi gerekecekti, in
şallah Derya henüz gelmemiştir, diye geçirdim içimden. Ama
kapanan kapı sesi duyulunca Derya'nın mutfaktan akseden se
sini ijşittim.
"Murat! Geldin mi sevgilim?"
Güçlükle, "Geldim hayatım," diye mırıldandım.
Mutfağın sert zeminde yürürken uzun topuklu terliklerinin
çıkardığı sesleri duyuyordum. Az sonra mutfak kapısında be
lirdi.! Her zamanki gibi hârika görünüyordu. Zaten Derya'nın
80
Mehmetcan
bir özelliği de, bütün gerçek anlamda güzel olan ve kendisine
güvenen kadınlarda ki gibi süslenmeye ve makyaja fazla itibar
etmemesiydi. Zira o en doğal haliyle bile kusursuz olduğunun
bilincindeydi. Sırtına bir eşofman üstü geçirmiş, altına da üs-
tündekine hiç uyum sağlamayan bol bir etek giymişti. Bu kı
yafeti başka bir kadının üzerinde görsem dudak büker, aman
ne rüküş derdim. Fakat bunu Derya için söylemem imkânsızdı.
Yüzünde en ufak bir makyaj izi olmamasına rağmen, çehresi
benim için gördüğüm en şahane ve çekici surattı.
Etkilendiğimi görünce hemen gülümsedi.
"Ne o, pek baygın baygın bakıyorsun yüzüme," dedi.
"Nasıl bakmayayım? Her seferinde yüreğimi hoplatıyor-
sun.
Sonra birden çamur içindeki halimi görünce kaşları çatıldı.
"Bu halin ne kuzum? Çamur banyosu mu yaptın?"
Durumu kısa özetlemem lâzımdı.
"Hani babamın bir angaryası vardı ya, onarılacak bir ev.
îşte onu mahallinde görmeye gittim. Yol berbattı, arabayı o ça
mura sokamadım."
"Ama sen batmışsın. Hadi yemekten evvel, hemen bir duşa
gir," dedi.
Neyse ki fazla bir şey sormamıştı. Ben de herhangi bir açık
lama yapmaktan kurtuldum. Zaten ne diyebilirdim ki? Gittiğim
o ev kâbuslarıma giren berhane diyemezdim ya. Doğru banyoya
yürüdüm...
Sıcak su sinirlerime iyi gelmişti. Sofraya oturduğumuzda bi
raz daha kendime gelmiş gibiydim. Allahtan bu akşam Derya pek
konuşkandı. Konudan konuya atlıyor, gülünç şeyler anlatıyor ve
konuşmanın bütün ağırlığını çekiyordu. Genellikle pek içki iç
meyi sevmemesine rağmen hazırladığı iri bonfilenin yanında bir
ufak şişe de kırmızı şarap açmıştı. Bir kadeh şarabın bile sinir-
81
Mehmetcan
lerime böylesine iyi geleceğini düşünememiştim. Etin yanındaki
patates püresini ağzına atarken çatalı birden ağzının hizasında
durdu ve anlamlı bir şekilde yüzüme bakmaya başladı.
"Neyin var senin kuzum?" diye sordu.
irkildim hemen. Sanırım durgunluğumu, lâfa az karıştığımı
fark etmişti. Hiçbir şeyim yokmuş gibi mırıldandım.
"Neyim olacak ki?" dedim.
• "Geldiğinden beri somurtuksun. Bir şeye mi sinirlendin?"
"Yo..."
"Öyleyse bu surat niye? Anlattıklarıma bile gülmüyor
sun?"
j "Yanılıyorsun hayatım, sana öyle gelmiş. Benim bir şeyim
yok. Olsa olsa biraz yorgunum hepsi o."
Güzel mavi gözlerini yüzüme çevirip dikkatle gözlerimin
içine baktı, ince ince beni süzüyordu. Sonra ahenkli sesiyle ke
limelerin üzerine basa basa sordu.
"Dün gece o kâbusu bir daha görmedin, değil mi?"
! Mide boşluğuma yumruk yemiş gibi sarsıldım birden. O
konunun henüz açılmasını istemiyordum. Telaşla söylendim.
"Hayır sevgilim, görmedim," dedim.
Şayet bugün rüyalarıma giren o eve gittiğimi duysa, herhal
de küçükdilini yutardı.
Fakat nedense söylediklerime pek inanmamış gibi görünü
yordu.
"Çok yorgun görünüyorsun," dedi. "istersen bu gece daha
fazla içme. Erken yatarız, bir güzel dinlenirsin. Doydunsa hadi
salona geçte, sana bir kahve pişireyim."
fiyi olur," diye masadan kalktım. Teklifi anlayışla karşıla
mıştım. Ama yemek masasının toplanması için ona yardıma kal
kışınca hemen yanıma gelip yanağıma bir öpücük kondurdu.
"Benim kibar sevgilim," diye mırıldandı. "Sen doğru salo
na git. Ben her şeyi hallederim, bu gece yardımda bulunmana
gerek yok."
82
Mehmetcan
"Ama..." diye itiraza yeltendim, o ise hafifçe sırtımdan itti
beni.
"itiraz istemem. Bu gece ben sana hizmet edeceğim."
Salona gidip koltuklardan birine çöktüm. Fiziksel bir yor
gunluk hissediyordum, ama asıl dağınık olan bedenim değil
beynimdi. Yaşadıklarımı bir türlü mantık kalıbına uyduramı-
yordum. Bugün olan hadise beni perişan etmişti. Gördüğüm
kâbusları şu veya bu şekilde kendime açıklayabilirdim; ama
babama olan hadiseyi nasıl izah edecektim? Şuurunun yerin
de olduğunu hizmetkârı Cemal Efendi kesinlikle söylüyordu.
Bunama devresine girmiş bir ihtiyar satranç oynayamazdı. Bu
durumda babam da mı bir rüya görmüştü? Seneler evvel ölmüş
işçisini gerçek hayattaymış gibi ziyaretine geldiğini nasıl açıkla
yabilirdi? Ve tabii beni en ürküten nokta da tam karabasanları
mın sıklaştığı bir sırada karşıma babam tarafından o evin tamiri
isteğinin çıkmasıydı. Rüyalarımda gördüğüm evin gerçekte de
var olması beni çıldırtma raddesine getirmişti.
Elinde kahve fincanlanyla Derya içeri girince hayallerim
den silkinmeye çalıştım. En azından yeni proje çalışmalarıyla
ilgili bir şeyler sormak gereğini duydum.
"Nasıl çizimlere başladın mı?" dedim.
"Tam olarak değil. Düşündüğüm ve aklımın takıldığı bazı
noktalar var. Seninde fikrini almak isterim."
"Tabii, sevinirim."
Derya tamamen mesleki nitelikte bazı açıklamalara baş
lamıştı. Onu dinlemeye gayret ettim ama elimde olmadan dü
şüncelerim başka yerlere kaymıştı, içimde hep bir korku vardı,
acaba bugün başıma gelenlerden sonra yatağa yattığımda yine
o lanet kabus yakama yapışacak mıydı? Az sonra sevgilimin
anlattıklarından hiçbir şeyi duyamadığımı fark ettim. Aklım ta
mamen başka yerlerdeydi. Bir ara yaptığı bir el işaretiyle sanki
başka bir âlemden dönüyormuş gibi toparlandım.
"Gel yanıma," diyordu Derya. "Kucağıma uzan."
83
Mehmetcan
Hemen yerimden fırladım, sevgilimin oturduğu büyük ka
nepeye uzanıp başımı dizlerine dayadım. Şefkatle saçlarımı ok
şamaya başlamıştı Derya.
Bir an kendimi çok çaresiz hissettim. Yoksa ben gerçekten
bir ruh hastası mıydım? Neler oluyordu bana? Başıma gelen
lerin bir açıklaması olmalıydı ve bunların ciddi izahını galiba
ancak bir ruh hekimi yapabilirdi.
Bu korku ile sevgilimin göğsümde duran elini avuçlarımın
içine aldım, iyi ki hayatımda Derya vardı; kafası işleyen, ileri
görüşlü, aydın ve bu tür safsatalara pabuç bırakmayan cesur bir
kız; Zaten sıkıntılarımı duyar duymaz bir psikiyatra görünmemi
de ilk söyleyen o olmuştu. Bu kez tavsiyesini yerine getirecek
tin^ zira bu gidişat hiç de hoş değil gibi geliyordu bana. Avu-
cumun içine aldığım elini minnet duygumu sessizce ifade etmek
için sıktım. O da eğilip dudaklarını alnıma değdirdi.
i "Seni çok seviyorum," diye fısıldadım.
"Ben de seni hayatım," dedi.
"Ne zaman evleneceksin benimle?"
Her kızın aksine bu suali ne zaman sorsam tepki verirdi.
Çiftlerin birbirlerini yeterince tanımadan yaptıkları evliliklere
hep karşıydı. Ona göre evlilik, anlayış, saygı ve sevgi üzerine
kurulmalıydı. Gençlik yıllarındaki geçici heyecanlar tükenince
evliliğin çekilmez bir cendere olduğuna inananlardandı. Suali
me, ne acelen var, zaten evli bir çift gibi yaşamıyor muyuz diye
karşı}ık vereceğini sanmıştım. Ama bu defa öyle söylemedi. Bir
süre sessiz kalarak saçlarımı okşadıktan sonra sakin bir şekilde
mırıldandı.
'jDün gece niye anneme gittim, biliyor musun?" dedi.
Bu sorusunun altında evliliğimizle ilgili bir sorunun yattı
ğını sezinlemiştim fakat anlamamış gibi davranarak omuz silk-
tim.
84
Mehmetcan
"Herhalde özlemiştin, değil mi?" dedim.
"Yalnız o değil," diye mırıldandı.
"Ne peki?"
"Anneme konuyu açtım."
"Öyle mi? Ne dedi annen?"
Aslmda kızının hayatındaki erkekle asıl evlenmesini isteyen
annesiydi ve bunda da haklıydı kadıncağız. Onunla tanışmış,
hatta iki kere dışarıda yemek yemiştik. Muhterem, tadı bir ka
dıncağızdı. Ona hemen kanım ısınmıştı. Emekli bir öğretmendi.
Derya'nın da babası vakitsiz ölünce kızını tek başına yetiştir
mişti. Başka çocuğu da olmadığından hayatının temel direği
kızı olmuştu. Kadının verdiği cevabı çok iyi tahmin ediyordum.
Ayrıca bu tür birlikte yaşamamızdan da memnun değildi, şayet
birbirimizi seviyorsak bir an önce evlenmemizden yanaydı.
"O adamdan hemen ayrıl dedi."
"Ne?"
Duyduğuma inanmamış gibi sevgilimin yüzündeki ifadeyi
görmek için gözlerini aramıştım. Herhalde benle şaka yapıyor
du. "Ciddi olamazsın," dedim. "Annen öyle bir şey söylemez."
"Söyledi ama."
Başımı hemen dizlerinden kaldırıp bu kez endişeyle yüzü
ne baktım.
"Neden ama?"
"Senin çok dik başlı, inatçı, hep bildiğini okuyan biri oldu
ğunu, beni üzdüğünü, isteklerimi hiç dikkate almadığını ifade
etti."
"inanmıyorum. Yalan söylüyorsun. Annen öyle şeyler de
mez."
"Niye yalan mı? Hâlâ bir doktora gitmiyorsun mesela..."
Şaka yaptığını anlamıştım ama yine de bir an paniğe kapılır
gibi olmuştum.
"Hain!" diye homurdandım. "Az kalsın beni inandırıyor
dun."
85
Mehmetcan
Beni omuzlarımdan bastırarak, "Yat dizime yine," diye
söylendi. Bu defa yüreğim rahatlayarak tekrar başımı dizlerine
koydum.
"Sahi," diye fısıldadım. "Annen nasıl karşıladı evlenme is
teğimizi?"
"Ne desin? Memnun oldu, hatta çocuklar gibi sevindi. Ka
rar vermekte geciktiniz bile dedi. Benim acele etmediğimi anla
yınca, çıkıştı üstelik."
"iyi etmiş."
Yattığım yerden gözlerinin içine bakıyordum. Yüzünde ha
fif bir gölgenin hasıl olduğunu görünce sordum.
"Eee, başka bir sorun mu var?" dedim.
"Bilmem."
"Ne demek bilmem? Söylemediğin başka bir şey mi var?"
"Sadece merak ediyorum."
"Neyi?" diye sordum.
"Beni babanla ne zaman tanıştıracağını."
Babamın konusunun açılması ister istemez beni heyecan
landırmıştı. Birkaç saniye karşılık vermeden suskun kaldım. Ne
diyöceğimi kestiremedim. Cevabımın uzadığını görünce mırıl
dandı.
" Yoksa beni babanla tanıştırmayacak mısın? "
"Olur mu canım, öyle şey... Tanışacaksınız tabii..."
S"Ne zaman peki?"
"Yakında," dedim... "En yakın tarihte.
86
Mehmetcan
Beni omuzlarımdan bastırarak, "Yat dizime yine," diye
söylendi. Bu defa yüreğim rahatlayarak tekrar başımı dizlerine
koydum.
"Sahi," diye fısıldadım. "Annen nasıl karşıladı evlenme is
teğimizi?"
"Ne desin? Memnun oldu, hatta çocuklar gibi sevindi. Ka
rar vermekte geciktiniz bile dedi. Benim acele etmediğimi anla
yınca, çıkıştı üstelik."
"iyi etmiş."
Yattığım yerden gözlerinin içine bakıyordum. Yüzünde ha
fif bir gölgenin hasıl olduğunu görünce sordum.
"Eee, başka bir sorun mu var?" dedim.
"Bilmem."
"Ne demek bilmem? Söylemediğin başka bir şey mi var?"
"Sadece merak ediyorum."
"Neyi?" diye sordum.
"Beni babanla ne zaman tanıştıracağını."
Babamın konusunun açılması ister istemez beni heyecan
landırmıştı. Birkaç saniye karşılık vermeden suskun kaldım. Ne
diyöceğimi kestiremedim. Cevabımın uzadığını görünce mırıl
dandı.
" Yoksa beni babanla tanıştırmayacak mısın? "
"Olur mu canım, öyle şey... Tanışacaksınız tabii..."
l"Ne zaman peki?"
"Yakında," dedim... "En yakın tarihte..."
86
Mehmetcan
VjlNE o tepenin üzerinden berhaneye bakıyorum. Fakat
bu sefer hiç acelem yok, koşmuyorum, soluk soluğa da değilim.
Yağmur da yağmıyor. İnip çıkarken her zaman çamur içinde gör
düğüm yol bu kez zümrüt yeşili yeni fışkırmış çimenlerle kaplı
baştan başa. Her taraf taze otlardan yayılan hayat ve canlılık ve
ren kokularla dolu.
Huzurluyum.
Etraf bomboş. Taze bahar havasını derin derin içime çeki
yorum. Bir çocuk kadar neşeliyim. Bu kez hiç acele etmeden ağır
adımlarla yeşil çimlerin arasına dalıp bayırdan aşağıya inmeye
başlıyorum. Bahar bütün ihtişam ve canlılığı ile kendisini hisset
tiriyor. Otların arasında taze sürgünler gibi fışkırmış kızıl gelin
cikler, beyaz papatyalar var.
Mutluluğumu ve coşkumu doyasıya yaşıyorum. Islıkla sevdi
ğim bir melodiyi çalıyorum. Nasıl olsa acelem yok, zamanım bol,
yere eğilip açan yabani çiçekleri kopartıyorum. Onlardan sevgili
me bir buket yapıp vereceğim.
89
Mehmetcan
Sevgilimin henüz gelmediğini biliyorum.
Ama gelmesi yakındır. Birkaç dakikaya kadar o da bir yerler
den ortaya çıkacaktır.
Onu özlediğimi duyumsuyorum...
Hatta bir an evvel ortaya çıkması için yüksek sesle, "Derya,"
diye adını yüksek sesle esen rüzgâra karşı bağırıyorum.
Acaba beni duyuyor mudur diye aşağıdaki evin pencerelerine
gözlerimi dikip bakıyorum. Geleceğimi biliyor, belki de bana bi
raz daha güzel görünmek için süsleniyor da olabilir şu anda. Oysa
buna hiç ihtiyacı yok; ben onu her haliyle güzel buluyor ve deliler
gibi seviyorum...
Şimdi bayırdan aşağıya iniyorum. Elimde topladığım çiçek
lerden iki küme var. Birinde kıztl gelincikler, diğerinde ise beyaz
papatyalar. Parmaklarımda ıslak otlar arasından çiçekleri kopa
rırken bulaşan nemi bile hissediyorum.
Islığım hiç kesilmiyor.
, Eve yaklaşıyorum iyice...
Ama hiç şaşırmıyorum, o yıkık dökük berhane, şimdi karşım
da tam bir kâşane gibi duruyor. Görkemli ve son derece bakımlı
bir ev. Sanki Allah'ın bu ıssız yerinde sırf orası için inşa edilmiş
muhteşem bir konak...
Gururlanıyorum.
Burası sevgilimle buluşacağım aşk yuvamız,
paha doğrusu, ben öyle sanıyorum.
Bundan Önce de burada Derya ile sevişip sevişmediğimizi
hatırlamıyorum, ama onunla buluşmak için özellikle burayı seç
tiğimize eminim.
Q da burada olacak. Belki de çoktan benden önce gelmiştir
bile diye düşünüyorum.
Oymalı, vernikli, ağır ahşap kapının önünde duruyorum.
Tam.kapı kanadının ortasında eski tip kalın, ağır bir kapı tokma
ğı mevcut. Elim tokmağa uzanıyor. Ama çalmama gerek kalmı
yor. Kapı yüzü olmayan bir uşak tarafından açılıyor.
90
Mehmetcan
Hayrettir, uşağın yüzünün olmaması beni hiç şaşırtmıyor,
ürkütmüyor da. Sadece bir kumaş perde gerilmiş gibi olan sura
tına bakıyorum büyük bir rahatlıkla. Uşağın sesi çıkıyor, bu sesi
gayet net duyuyorum ama beyaz kumaş gerilmiş ağzının olduğu
yerde ne buruşma, ne de bir hareket var.
"Hoş geldiniz Murat Bey," diyor adam. "Hanımefendi sizi
odasında bekliyor."
Acaba sevgilim, niye beni aşağıya inip karşılamadı, diye dü
şünüyorum. Ama anılarım silik; bundan önceki buluşmalarımız
da beni nerede ve nasıl karşıladığını bir türlü toparlayamıyorum.
Pek de önemsemiyorum...
Şimdi tertemiz bir antredeyim.
Yerler cilalı parke. Mis gibi bir koku yayılır etrafa. Kokuyu
çıkaramıyorum, pahalı bir parfüm de olabilir, ucuz hava temizle
yicisi sıradan spreylerden biride. Sanki buraya ilk defa giriyormu-
şum gibi etrafa bakmıyorum.
Her şey bana yabancı.
Bir çelişki içinde olduğumun farkındayım, ama durumu kav
rayamıyorum. Holün orta yerinde ufak antika bir masa mevcut.
Üzerinde taptaze iri sarı çiçekler var. Çiçeklerin ne olduğunu an
lamıyorum, ama benim çayırda topladığım çiçeklerden çok daha
güzel.
Utanıyorum birden. Elimdeki çiçeklerin birden Deryaya
lâyık olmadığını hissederek bana kapıyı açan uşağa uzatıyorum,
bunları çöpe atın diye.
Adam elimdeki çiçekleri hemen alıyor.
Tam o sırada yanımda uzun etekli elbisesiyle bir kadın
hizmetkâr beliriyor. Şaşkın bir şekilde ona bakıyorum. Onun da
yüzü yok. Tıpkı uşak gibi suratına bez parçası gerilmiş.
"Beyefendi, lütfen beni takip edin," diyor.
İtiraz etmiyorum.
Kadın hizmetkârın peşine takılıp sağ taraftaki bakımlı ve
tam orta yerine yol halısı serilmiş basamakları çıkmaya başlıyo-
9 1
Mehmetcan
ruz. Yüzü olmayan kadın hizmetkâr iki basamak önümden mer
divenleri çıkarak bana yol gösteriyor.
Artık kalbim hızlı hızlı atmaktadır. Heyecanım doruğa çıkı
yor. Az sonra sevgilime kavuşacağım. Nefes nefeseyim.
Suratı olmayan hizmetkâr kadın içeri girmem için odayı
işaret ediyor. Fakat tam odaya adımımı atacağım sırada hafifçe
kolumdan tutup, "Dikkat edin beyefendi, içerde size bir tuzak
kurulmuş olabilir," diye fısıldıyor kulağıma.
Donup kalıyorum. Şaşkın şaşkın olmayan yüzüne bakıyo
rum. Ne demek istiyor acaba bu hizmetçi? Ama kadının yüzü yok
ki, çehresinden en ufak bir izlenim elde edemiyorum.
Sonra hizmetçi kadın birden gözden kayboluyor. Onu göre
miyorum artık. Sanki buharlaşıp uçmuş gibi yok oluyor kadın...
Nefesimi tutuyorum. Hizmetçiyle ilgilendiğim yok. Hafif
aralık duran kapıya bakıyor, içerden sesler duymak istiyorum...
Odadan akseden en ufak bir seda yok...
Merakım galip geliyor sonunda. Parmaklarımın ucuyla ara
lık duran kapıyı itiyorum. Gözlerim kamaşıyor önce. İçerde yo
ğun bir aydınlık var, ama bu ne güneş ne de elektrik ışığı. Hiç
bilmediğim şiddetli bir parlaklık. Sanki flaş patlamasının doğur
duğu kör edici cinsten, insanın göz kapaklarını kapatmaya zorla
yan türden bir şey.
Bakamıyorum etrafa.
Sonra, Derya'nın sesini duyar gibi oluyorum. "Geldin mi,
Murat?" diye soruyor.
Başımı sesin geldiği yöne çeviriyorum ve yavaş yavaş göz
kapaklarımı aralıyorum. Çevremdeki yoğun aydınlık azalırken
nutkum tutuluyor, gördüklerime inanamıyorum. Biricik sevgilim
çırılçıplak halde ve bir adamın kolları arasında ayakta duruyor.
Dehşete kapılmış vaziyette sevgilimi kucaklayan adamı tanımaya
çalışıyorum.
Ama bu evde olan herkes gibi adamında yüzü yok. Sadece bir
beyaz bez parçası gerili yüzüne... Ama tüylerimi asıl diken diken
92
Mehmetcan
eden şey Derya'nın çehresinde yakaladığım mutluluk havası...
Rahat, kaygısız ve huzur içinde...
Adamın boynuna doladığı elinden birini kaldırarak uzun ve
bakımlı parmaklarıyla bana, "Gel, gel," diye işaret ediyor. Yerim
den kımtldayamıyorum. Olamaz, diye inliyorum sadece. Derya
bana ihanet edemez, diye geveliyorum içimden. Ama hayal kı
rıklığımı ifade eden kelimeler bir türlü dudaklarımdan dökülmü
yor.
Yalnızca sersemlemiş bir şekilde onlara bakıyorum.
"Gel, sen de bize katıl," diye fısıldıyor Derya.
Bu çağrıya hiçbir anlam veremiyorum. Nasıl olur, hayatımın
tek değer verdiğim kadını, nasıl beni böyle ahlâksız ve şerefsiz bir
sevişmeye davet eder diye köpürüyorum.
Fakat hâlâ hareketsizim.
Bir an odadan hızla çıkıp gitmeyi düşünüyorum, lâkin sanki
bacaklarıma pranga vurulmuş gibi kımtldayamıyorum. Beni en
fazla rahatsız eden şey de sevgilimin yüzündeki mutluluk ifadesi.
İri mavi gözleri duyduğu zevkten kayıyor âdeta. Sanki orgazma
varmak üzere. Başı hafifçe arkaya kayıyor, uzun saçları arkaya
kayıyor.
Odanın tam orta yerinde, ayakta ve bir ağaç gibi duruyorlar.
Yüzü görünmeyen adam şimdi bir yandan ritmik hareketlerle se
vişmeyi sürdürürken bir yandan da Derya'nın geri kayan boynu
nu durmadan öpüyor.
Hiddetim doruklara ulaşıyor.
Ama bu kez kime kızdığımı bilemiyorum. İçimden nefret
taşıyor. Birden olanca hızımla bağmyorum. Ama bu kez sesim
yalnız odada değil, bütün evin içinde yankılar yaratıyor.
"Yeter! Kesin artık bu rezaleti," diyorum.
Derya gözlerini açıyor. Şaşkın şaşkın bana bakıyor.
Yüzü olmayan adam da ilk defa sevgilimi bırakıp bana dö
nüyor. Görmüyorum fakat sadece hissediyorum; alaycı bir şekilde
gülümsüyor bana...
93
Mehmetcan
ruz. Yüzü olmayan kadın hizmetkâr iki basamak önümden mer
divenleri çıkarak bana yol gösteriyor.
Artık kalbim hızlı hızlı atmaktadır. Heyecanım doruğa çıkı
yor. Az sonra sevgilime kavuşacağım. Nefes nefeseyim.
Suratı olmayan hizmetkâr kadın içeri girmem için odayı
işaret ediyor. Fakat tam odaya adımımı atacağım sırada hafifçe
kolumdan tutup, "Dikkat edin beyefendi, içerde size bir tuzak
kurulmuş olabilir," diye fısıldıyor kulağıma.
Donup kalıyorum. Şaşkın şaşkın olmayan yüzüne bakıyo
rum. Ne demek istiyor acaba bu hizmetçi? Ama kadının yüzü yok
ki, çehresinden en ufak bir izlenim elde edemiyorum.
Sonra hizmetçi kadın birden gözden kayboluyor. Onu göre
miyorum artık. Sanki buharlaşıp uçmuş gibi yok oluyor kadın...
Nefesimi tutuyorum. Hizmetçiyle ilgilendiğim yok. Hafif
aralık duran kapıya bakıyor, içerden sesler duymak istiyorum...
Odadan akseden en ufak bir seda yok...
Merakım galip geliyor sonunda. Parmaklarımın ucuyla ara
lık duran kapıyı itiyorum. Gözlerim kamaşıyor önce. İçerde yo
ğun bir aydınlık var, ama bu ne güneş ne de elektrik ışığı. Hiç
bilmediğim şiddetli bir parlaklık. Sanki flaş patlamasının doğur
duğu kör edici cinsten, insanın göz kapaklarını kapatmaya zorla
yan türden bir şey.
bakamıyorum etrafa.
Sonra, Deryanın sesini duyar gibi oluyorum. "Geldin mi,
Murat?" diye soruyor.
Başımı sesin geldiği yöne çeviriyorum ve yavaş yavaş göz
kapaklarımı aralıyorum. Çevremdeki yoğun aydınlık azalırken
nutkum tutuluyor, gördüklerime inanamıyorum. Biricik sevgilim
çırılçıplak halde ve bir adamın kolları arasında ayakta duruyor.
Dehşete kapılmış vaziyette sevgilimi kucaklayan adamı tanımaya
çalışıyorum.
Ama bu evde olan herkes gibi adamında yüzü yok. Sadece bir
beyaz bez parçası gerili yüzüne... Ama tüylerimi asıl diken diken
92
Mehmetcan
eden şey Derya'nın çehresinde yakaladığım mutluluk havası...
Rahat, kaygısız ve huzur içinde... N
Adamın boynuna doladığı elinden birini kaldırarak uzun ve
bakımlı parmaklarıyla bana, "Gel, gel," diye işaret ediyor. Yerim
den kımıldayamıyorum. Olamaz, diye inliyorum sadece. Derya
bana ihanet edemez, diye geveliyorum içimden. Ama hayal kı
rıklığımı ifade eden kelimeler bir türlü dudaklarımdan dökülmü
yor.
Yalnızca sersemlemiş bir şekilde onlara bakıyorum.
"Gel, sen de bize katıl," diye fısıldıyor Derya.
Bu çağrıya hiçbir anlam veremiyorum. Nasıl olur, hayatımın
tek değer verdiğim kadını, nasıl beni böyle ahlâksız ve şerefsiz bir
sevişmeye davet eder diye köpürüyorum.
Fakat hâlâ hareketsizim.
Bir an odadan hızla çıkıp gitmeyi düşünüyorum, lâkin sanki
bacaklarıma pranga vurulmuş gibi kımtldayamıyorum. Beni en
fazla rahatsız eden şey de sevgilimin yüzündeki mutluluk ifadesi,
iri mavi gözleri duyduğu zevkten kayıyor âdeta. Sanki orgazma
varmak üzere. Başı hafifçe arkaya kayıyor, uzun saçları arkaya
kayıyor.
Odanın tam orta yerinde, ayakta ve bir ağaç gibi duruyorlar.
Yüzü görünmeyen adam şimdi bir yandan ritmik hareketlerle se
vişmeyi sürdürürken bir yandan da Derya'nın geri kayan boynu
nu durmadan öpüyor.
Hiddetim doruklara ulaşıyor.
Ama bu kez kime kızdığımı bilemiyorum, içimden nefret
taşıyor. Birden olanca hızımla bağırıyorum. Ama bu kez sesim
yalnız odada değil, bütün evin içinde yankılar yaratıyor.
"Yeter! Kesin artık bu rezaleti," diyorum.
Derya gözlerini açıyor. Şaşkın şaşkın bana bakıyor.
Yüzü olmayan adam da ilk defa sevgilimi bırakıp bana dö
nüyor. Görmüyorum fakat sadece hissediyorum; alaycı bir şekilde
gülümsüyor bana...
93
Mehmetcan
"işte," diyor. "Sevgilin benim oldu artık. Senden intikamımı
alıyorum. Ve bundan böyle her gün her gece burada sevgiline sa
hip olacağım."
Ağzımdan bir avaz daha kopuyor.
"Hayır. Buna asla izin vermeyeceğim," diye kükrüyorum.
O ise rahat ve gevrek kahkahalar atıyor.
"Hiçbir şey yapamayacaksın Murat Akyol. Hiçbir şey... Ar
tık ikiniz de benim esirimsiniz. Elin mâhkum. Bu sahneyi hep
seyredeceksin. Sonsuza kadar..."
"Delisin sen."
"Asıl deli olan sensin. Önünde sonunda çıldıracaksın."
Sanki ayağımdaki ağır prangalardan kurtulmuş gibi çılgınca
bir hamle yapıyorum ama bütün sahne o an birden değişiveriyor.
O iblis herifin elinde birden metali ışıldayan bir hançer beliriyor
ve ucunu az evvel öptüğü sevgilimin gırtlağına dayıyor.
Mecburen duruyorum.
Adamın hiç şakaya gelir yanı olmadığım ve bana duyduğu
derin kinden dolayı hançeri Derya'nın boğazına tereddüt etme
den saplayacağını anlıyorum. Yapacağım bir şey kalmıyor. Çare
siz sesimi kesip bekliyorum.
Yüzü olmayan düşmanım zevk içinde. Sırıtmaya devam edi
yor.
"Korktun, değil mi? Ödün koptu... Oysa daha bu bir şey de
ğil. Bekle, sabırlı ol. Daha nelere şahit olacaksın. îliklerin dona
cak. Sana çektireceğim azaptan kurtulmak için ayaklarıma kapa
nıp seni bağışlamam için yalvaracaksın ama elimden kurtulman
mümkün değil. Ben çok acımasızımdır. "
Susmuş onu dinliyordum.
"Şimdi yapacaklarımı seyreyle," dedi.
Kımıldamadan ona bakıyordum. Derya'da ayakta durmuş
sanki ipnotize olmuş biri gibi dalgın ama görmeyen nazarlarla
beni süzüyordu. Az önceki, neşeli, mutlu, orgazma ulaşmak üzere
olan canlılığı tamamen kaybolmuştu.
94
Mehmetcan
Yüzü olmayan adam sevgilime dönerek kükredi.
"Git, şu masanın üzerine yat."
Sanki ilk defa odayı görüyordum. Dehşete kapılmış gibi oda
yı inceledim. Odada sadece kaba sapa tahta bir masadan başka
eşya olmadığını hayretle gördüm. Derya ise emri almış ve hiç dü
şünmeden yerine getirmek hevesiyle o masaya doğru yaklaşmıştı.
Çıplaklığından hiç utanmıyordu. Pervasız ve sorumsuz bir şekilde
kalçalarını masaya dayayıp bacaklarını yukarıya çekti, sonra da
boylu boyunca uzanıverdi.
Hiç itiraz etmemişti...
Ben hâlâ kımıldayamıyordum.
Masaya yaklaşan suratsız iblis elindeki hançeri sevgilimin
dolgun memeleri üzerinde hafif temaslarla dolaştırıyordu. Bana
gücünü ispatlamak, içime korku salmak niyetindeydi.
"İstersem sevgilini her an öldürebilirim," dedi.
O an beynimde garip algılamalar başlamıştı. Sanki bu olayı
daha farklı zamanlarda ve daha farklı boyutlarda yaşamışım gibi
geliyordu bana. Aklım birden karışmaya başladı. Başımı kaldırıp
tavana baktım. Tavandan aşağıya süzülecek kan damlalarını göre
ceğimi sandım. Evet, buna benzer bir olaya daha şahit olmuştum.
Bu melun katil sevgilimi bıçaklayıp öldürmüştü, hatırlıyordum
şimdi. O zaman onla yarışmış ama bir seferinde koşuyu ben kay
betmiştim. Mevsim kıştı, şimdi gelincikler ve papatyalarla dolu
çim alan o zaman tam bir çamur deniziydi. O çamurlu alanda
var gücümle koşmuştum. Derya'yı ikinci kere öldürmesine izin
vermezdim. Ulumaya başladım. Tam bir kurt gibi...
Devamlı sarsılıyordum...
Gözlerim açım/erdi. Kâbus sona ermişti.
Yine sırılsıklam terliydim. Başımı çevirip yanı başımda
uyuyan Derya'ya baktım. Derin bir uykudaydı; demek bu kez
rüyamda çığlıklar atmamıştım.
95
Mehmetcan
Elimi alnıma götürüp biriken terlerimi silelim. Paniğe ka
pılmama gerek yoktu, artık bu nöbetlere alışmıştım. Korkunç
rüyadan uyanmıştım ya, sorun kalmamıştı. Az sonra nefes alıp
verişlerim düzene girer, sakinleşirdim. Sevgilim yine kurtulmuş
tu, hemen yanı başımda, sıcak yatağımızda uyuyordu.
Kımıldamadan yatmaya devam ettim. Kalkmak, elimi yü
zümü yıkamak, fanilamı değiştirmek istemiyordum. Derya uya
nırsa, halimi görür görmez yine kâbus gördüğümü anlayacak,
tantanaya başlayacak, hâlâ neden doktora gitmediğime dair bir
sürü sitemde bulunacaktı. En iyisi terimin soğumasını bekle
mekti.
Bir süre karabasanın etkisinden kurtuluncaya kadar uyu-
yamayacağımı biliyordum, artık tecrübeyle öğrenmiştim bunu.
Tek çare beklemekti. Gözlerimi tavana dikip düşünmeye baş
ladım. Yavaş yavaş kâbuslarım değişmeye başlamıştı. Bu kez
farklı şeyler görmüştüm, mesela mevsim değişmiş, o metruk ev
canlanıp hareketlenmiş, içinde hizmetkârlar ortaya çıkmış, yu
karıdaki odaya çıkıncaya kadar alıştığım ritüel bozulmuştu. Ga
liba kâbusun en etkisinde kaldığım kısım ise Derya'nın o iblisle
sevişmesiydi. Sevgilim o acayip yaratıkla arzu ve hevesle, isteye
rek sevişiyordu. Bir an bütün dünyam yıkılır gibi sarsılmıştım.
Elimde olmayarak başımı çevirip yanı başımda mışıl mışıl uyu
yan Derya'ya baktım.
Tabii bütün bunlar bir rüya idi ve gerçekle uzaktan yakın
dan ilgisi yoktu. Ama içimi rahatsız eden bir hisse kapıldım.
Böyle bir şey söz konusu olabilir miydi? Derya bir şekilde bana
ihanet eder miydi?
Çok manasızdı kuşkum. Biz onla evlilik arifesinde olan bir
çifttik. Daha birkaç saat evvel bu konuya oldukça müspet ve
anlayışlı bir şekilde yaklaşmıştık. Beni böylesine seven bir kadın
neden ihanete tevessül etsindi ki?
Yine de aklıma geldi o an. Freud bütün rüyaların insanın
bilinçaltına yerleştirdiği dizginlenmiş seksüel arzularının bir tür
96
Mehmetcan
dışa vurumu şeklinde açıklıyordu veya buna benzer bir açık
lama getiriyordu. Tam hatırlayamıyordum şimdi, ama gayri
ihtiyarî bir kuşkuya düştüm. Yoksa benim de böyle bir soru
num mu vardı? Neden rüyalarımda o odada Derya'yı hep çıp
lak görüyordum? Hele bu son karabasanda sevgilim neden o
iblisin kollarında orgazma ulaşmak üzereydi? Benle alay eder
gibi sevişmeye iştirak etmem için işaretle çağırmasının anlamı
ne olabilirdi?
Bütün bunların hayal olduğunu biliyordum ama ya Freud
haklıysa, ya benim de böyle bir sorunum varsa, diye düşünmek
ten kendimi alamamıştım. Oysa kusursuz, hatta mükemmel
sayılacak bir cinsel hayatımız vardı. Sevişirken hiçbir sınır ta
nımazdık, birbirimizin istek ve arzularını iyi anlar her türlü kı
sıtlamanın ötesine geçerdik. En azından benim sorunum yoktu,
veya ben öyle sanıyordum.
Acaba mı, diye kekeledim.
Yoksa benim idrak edemediğim bir mesele mi vardı? Ha
liyle ben bir uzman değildim, kâbuslarımın anlamını açıklaya
cak bir yorum getiremezdim, bu olsa olsa bir psikologun veya
bir psikiyatrisin çözebileceği meseleydi.
O an kafama dank etti.
Bir doktora gitmemekle büyük hata ediyordum. Ayrıca bu
yıpratıcı hayata daha fazla devam edemeyecektim. Sonra başka
bir sorun beynimi kemirmeye başladı. Medeni ve kültürlü bir
insan olarak acaba neden doktora gitmekten kaçınıyordum?
Gerçekle yüzleşmekten korkmamın bir sebebi olmalıydı.
Bu düşünce beni büsbütün rahatsız etmeye başlamıştı.
Deryanın uyanabileceğine aldırmadan bir sağa bir sola dönme
ye başladım.
Hiç kuşku yok ki sorun benim beynimdeydi. Bu kadar
hayal görmemi başka nasıl açıklayabilirdim ki? Her şey benim
beynimde başlıyor yine orada bitiyordu, kısacası hastaydım ve
bunu kabullenmekten korkuyordum. Sarıkaya'da gördüğüm
97
Mehmetcan
evin kâbuslarımdaki eve benzemesi de beynimin bana oynadığı
bir oyun olmalıydı. Ama bu korkuyu yenmeli ve mutlaka bir
doktora gözükmeliydim. Aksi halde bu iş daha da kötüye gi
decekti. Fakat sonra birden babamı hatırladım ve aklım yine
karışır gibi oldu. Tamam, ben hastaydım ve karabasanlar görü
yordum, ama babamın beni o eve yönlendirmesini nasıl açıkla
yacaktım? Babamın yanında çalışan Cemal Efendi'den gerçe
ği öğrenmiştim, babamı Şinasi diye biri ziyarete gelmemişti, o
halde bizim pederde mi hayal görüyordu? Benim kâbuslarımı
şekillendiren, benim rüyalarımı tamamlayan hayaller. Bunun
mantıksal bir açıklaması olabilir miydi hiç?
Arabanın içinde yan gözle Derya'ya baktım.
Bu gece tek kelime ile hârika görünüyordu. Hafif bir mak
yaj yapmıştı, aşırıya kaçmayan ama güzelliğini bütünüyle ortaya
çıkaran şekilde. Sırtında ipekli gibi hafif kaygan siyah bir elbise
vardı. Belki elbisenin rengi onu biraz daha yaşlı ve olgun gös
teriyordu ama çekiciliğini arttırdığı da bir vakıaydı. Füme rengi
çoraplar ve yine siyah uzun topuklu ayakkabılar giymişti.
Babamı ziyarete gidiyorduk. Daha doğru bir ifade ile evlen
meye karar verdiğim kızı pederle tanıştırmaya. İkimiz de heye
canlıydık. Aile çevrem oldukça dardı, şu an yaşayan ve aramda
kan bağı olan tek insan yaşlı babamdı. Filhakika Ankara'da ya
şayan bir teyzem ve onun hemen hemen benimle yaşıt iki oğlu
vardı, fakat ayrı şehirlerde oturduğumuz için pek sık görüşmez -
dik. Hele annemin vefatından sonra teyzemin ziyaretleri iyice
azalmıştı, ama kuzenlerim kafa dengiydi, İstanbul'a her gelişle
rinde onlarla buluşurdum.
Bu sabah da Derya'nın sımsıcak bedeninin vücuduma sa-
rılmasıyla uyanmıştım. Genellikle o benden evvel uyanır, kah
valtıyı hazırlardı. Dün gece de kâbus gördüğümden yeniden
uykuya dalmam gecikmiş, sabah erken gözlerimi açamamıştım.
9 8
Mehmetcan
Ama sevgilimin sıcak nefesini yüzümde hissedince gözlerim
aralanmış suratına bakmıştım. O nefis gözlerindeki arzu dolu
bakışlardan da sevişmek istediğini hemen anlamıştım. Buna hiç
itirazım olmazdı; ben de pek çok erkek gibi sevdiğim kadınla
sabahları aşk yapmaya bayılırdım, isteğini geri çevirmeden der
hal karşılık verdim. Yatakta enfes dakikalar geçirdik, sanırım o
gece gördüğüm karabasanın etkisiyle Derya'ya hoyratça sahip
oldum. Bendeki aşın hırs ve azgınlığın sebebini sanırım, arzuma
atfetti. Oysa şuuraltımda o suratsız iblisle sevişmesini bir türlü
kabul edemememin kızgınlığı ve hoyradığı vardı. Derya ise mu
tadın dışındaki performansımdan fazlasıyla memnun olmuştu.
Bitkin bir şekilde yatağa serildiğimizde ikimizde iliklerimize ka
dar boşalmış ve rahata kavuşmuştuk.
Derya yeniden uyumaya hazırlanırken, "Son zamanlarda
seni hiç bu kadar arzulu görmemiştim," diye samimi bir itiraf
ta bulunmuştu mutlu bir şekilde gülümseyerek. Ona gerçeği,
içimde yaşadığım kıskançlık krizini açıklayamamıştım tabii.
Yorgunluktan ben de bitkin haldeydim, yeniden uykuya dal
mıştık...
O gün ikimiz de işi asmıştık.
Zaten uyandığımızda saat sabahın on buçuğunu geçiyordu.
Kahvaltı ederken sevgilim babamla ne zaman tanışacağını bana
bir daha sormuştu.
Nedenini tam kestiremeden, bu gece gidelim, demiştim.
Kelimeler ağzımdan dökülüvermişti bir kere, artık geri döne
mezdim. Çayımı yudumlarken hâlâ düşünüyordum; o güne ka
dar Derya evlilik için biraz daha sabırlı olmamız gerektiğini hep
söyler dururken, sevdiğim kadım gelin adayın bu baba, diye gö
türmem yakışık almazdı. Ama şimdi Derya da aynı arzuyu izhar
ettiğine göre zamanı gelmiş sayılırdı. Bu yüzden emri vâki yapıp,
hadi bu gece gidelim demiş olabilirdim. Ama gerçek neden bu
muydu? Yoksa yine babamla karşılaşmak mı istiyordum? Ona
soracağım bazı sualler mi vardı?
9 9
Mehmetcan
Gördüğüm kâbusların boyutunu ve korkunçluğunu Derya'
dan sakladığıma göre, onun yanında meseleyi babama açamaz,
hatta sevgilimin dikkatini çekecek sualler de soramazdım. Gerçi
suallerimin rüyalarımda beni rahatsız eden görüntülerle ilişkisi
ni Derya anlayamaz, hatta buna ihtimal bile veremezdi, ama çok
zeki bir kadın olduğunu da hesaba katmalıydım, çok dikkatli
olmam gerekirdi.
O gün öğleyin babama telefon etmiş, akşam yemeğine Der
ya ile geleceğimi bildirmiştim. Babam çok sevinmişti bu habere.
O günü sevgilimle dolaşarak geçirmiştik. İkimizde işten kayta-
rınca Derya bunu fırsat bilip üstüne bazı giyecekler almak için
Nişantaşı, Maçka havalisinde mağazaları dolaşmış, tabii beni de
peşinde sürüklemişti. Giyim konusunda bu denli müşkülpesent
olduğunu bilmiyordum. Bir sürü dükkâna girip çıkmış, kılı kırk
yararak seçimini yapmıştı. Sonunda bir çift ayakkabı, kot pan
tolon, bir iki kazak, kaz tüyü anorak almıştı. Seçtiği her şeyde
de fikrime müracaat etmişti. Neredeyse bir yıla yakın arkadaş
lığımız sırasında ilk defa birlikte alışverişe çıkıyorduk. Genelde
ben hiç de onun gibi zor seçici bir insan değildim; bir şey ho
şuma gitti mi, acaba daha iyisini bulabilir miyim diye, vitrinlere
bakmam, hemen girer beğendiğim şeyi alırdım. Ama onunla
alışverişe çıkmak hoşuma gitmişti. Galiba en önemlisi son dere
ce uyumlu ve dikkat çekici bir çift oluşumuzdu. Daha hangi ma
ğazaya girersek girelim, hemen gözlerin üzerimize çevrildiğini,
tezgâhtarların âdeta bize hizmet etmek için koşuştuklarını fark
etmiştim. Galiba ben biraz kasıntı bir tiptim, ama Derya son
derece uyumlu ve sıcak kanlıydı. Bize hizmet edenlerle hemen
yakın ilişkiye giriyor ve fakat işi laubaliliğe dökmeden, aradaki
mesafeyi muhafaza ederek, hem sevgi ve ilgi, hem de yakın alâka görüyordu. Güzelliği ile herkesi teshir etmesi de cabasıydı.
Alışverişimiz bitince, elimizdeki paketlerle karnımızı do
yurmak için bir pizzacıya girdik. Her zaman hayret ettiğim ko
nulardan biri de buydu. Derya hiç yediklerine dikkat etmez,
1 0 0
Mehmetcan
aşın kilo almaya yol açan karbonhidratlı yiyeceklerden uzak
durmazdı. O ince ve zarif bedeni nasıl muhafaza ettiğine şaşı
yordum. Zerrece kilo almıyordu.
Karnımızı doyurarak çıktığımızda hava kapalı ama yağış
sızdı. Elimizdeki poşetleri onun Honda'sına yerleştirirken, "Ne
dersin?" dedi. "Boğaza bir uzanalım mı? Nasıl olsa bugün mek
tebi kırmış çocuklar gibi serazadız."
Hiç itiraz etmedim. Benim de canıma minnetti. Etiler'den,
Bebek'e indik. Rumeli Hisarı civarında Derya arabayı deniz ke
narında bir yerde durdurdu. Arabadan inmeden önümüzdeki
manzarayı seyre başladık, ikimiz de konuşmuyorduk. Sessizliği
ilk defa o bozdu.
"Heyecanlıyım," dedi.
Sebebini tahmin ediyordum elbette, ama bozuntuya ver
meden sordum.
"Neden?"
Garipsemiş gibi yüzüme baktı. Önce sesini çıkarmadı, son
ra nazarlarını Boğaz'ın akıntılı sularına çevirerek mırıldandı.
"Bana babandan hiç bahsetmezsin. Nasıl bir insandır, me
rak ediyorum."
Gülümsedim.
"Yaşlı bir adam işte, ne olacak. Ama dünya tatlısıdır. Onu
herkes sever. Yaşamı boyunca kimseyi kırmamış, kimsenin ahi
ni almamıştır. Dürüst, sevecen ve son derece kibardır. Ondan
hoşlanacağına eminim."
"Umarım öyle olur."
"Bundan hiç kuşkum yok. Babam ayrıca güzellik meftunu
olan bir erkektir. Sana bayılacaktır. Senin gibi güzel bir kadını
seçtiğim için de bana teşekkür edecektir."
Derya da gülümseyerek fısıldadı.
"Abartma, Murat."
"Bana inanmıyor musun?" dedim.
Yüzüme minnetle baktı.
1 0 1
Mehmetcan
"Bir kadının gönlünü alacak, onu yüceltecek lâflar etmesi
çok iyi becerirsin."
"Ne yani?" diye mırıldandım. "Mübalağa ettiğimi mi sanı
yorsun? Sen benim için dünyanın en güzel kadınısın."
Uzanıp elimi tuttu, sonra da gözleri ışıldayarak dudaklarına
götürdü...
1 0 2
Mehmetcan
ABAM hayatından çok memnundu. Mutluluğu yü
zünden akıyordu. Hastalığı nedeniyle doktorlar alkol almasını
yasakladıkları halde, o gece bütün yasakları delmiş, gelin ada
yının şerefine sofrada onunla kadeh tokuşturmuştu. Gözlerini
Derya'dan ayıramıyordu. îşin hoş yanı, sevgilim de pederle ça
buk kaynaşmış, derin sohbetlere dalmışlardı. Her ikisini de tabii
iyi tanıyordum, davranışlarında içten ve samimi idiler; zorlama
nezâket kuralları uygulamıyorlar, birbirlerinden hoşlandıklarını
bütün açık yüreklilikleriyle ortaya koyuyorlardı.
Babam her daim ölçülü ve etikete riayet eden bir adamdı,
aldığı köklü istanbul terbiyesi nedeniyle, asla ölçüsüz davran
maz, hele yeni tanıdığı insanlara karşı daima mesafeli durur,
hatta bazı yabancılar onu bu yüzden kibirli ve biraz soğuk sa
nırlardı. Oysa bu gece bizim peder, gelininden ne denli hoş
landığını bütün alışkanlıklarını bir yana bırakarak her vesile ile
izhar ediyor, daha ilk geceden son derece mültefit ve sevgiyle
yaklaşıyordu.
1 0 3
Mehmetcan
Derya'nın da babamdan çok hoşlandığını hissetmiştim. Çe
kingenliği çabuk kaybolmuş, babamın samimi davranış yakın
laşması karşısında o da aynı içtenlikle pedere saygı ve ilgi gös
termeye başlamıştı. Asıl mutlu olan bendim; sanki onların ça
bucak kaynaşmaları üzerine bir köşeye çekilmiş, sessiz ve sakin
konuşmalarını dinliyordum. Ne de olsa aynı iş sahasına mensup
olduklarından konuşacak konu bulmakta da pek zorlanmamış
lardı. Önce inşaat mevzularıyla açılan konuşmaları kısa bir süre
sonra daha özel alanlara kaymış, ikisi de birbirilerini daha iyi
tanımak üzere derinleşmişti.
Peder, gelini şerefine mükellef bir sofra kurdurmuştu. Ne
de olsa zengin bir adamdı; gelin adayının kalitesini önceden
tahmin etmiş gibi eski Fransız porselen yemek takımlarını çı
kartmış, Çek yapımı mavi kristal su ve şarap kadehlerini dizdir
miş, masanın üstünü gümüş şamdanlar ve çiçeklerle süsletmişti.
Her şey dört dörtlüktü. Ben bile ortama öylesine dalmıştım ki,
bütün sıkıntılarımı ve beynimi kurcalayan sorunlarımı unutmuş
gibiydim.
Bir ara babam Derya'ya dönerek, "Keşke Neslihan hanım
efendi de bu gece teşrif etselerdi, böylece kendisiyle teşerrüf
etmekten mübâhi olurduk," dedi.
Neslihan, Derya'nın annesiydi.
Sevgilim kıvanç içinde, hafifçe yüzü kızararak fısıldadı,
"inşallah, efendim. O da sizinle tanışmaktan gurur duya
caktır," dedi.
Her şey yolunda gidiyordu. Hem umduğumdan da iyi. Ha
yatta sevdiğim bu iki insanın anlaşıp kaynaşması haliyle beni de
memnun etmişti. Diğer zamanlarda babamda müşahede ettiğim
ve yaşına verdiğim o durgunluk hali tamamen zail olmuş, çocuk
gibi şenlenmişti. Hatta bir ara üçüncü kadeh şarabı içmeye kal
kışınca müdahale etmek zorunda kaldım.
"Baba," diye mırıldandım. "Alkol yasağını biliyorsun, bu
biraz fazla olmayacak mı?"
1 0 4
Mehmetcan
Alınmış gibi yüzüme baktı.
"Yapma evlâdım. Kaç zamandır ağzıma içki sürmüyorum.
Bu mutlu gecemde de içmezsem ne zaman içeceğim?"
Bu samimi karşı koyuşa sesimi çıkaramadım.
Bizim Burhan beyin mutluluğu sanki sesinde gizliydi. Hak
lıydı da; alt tarafı zehir değildi ya içtiği. Bu müstesna mutlulu
ğuna itiraz ederek gölge düşürmek istemedim. Ama babamın
alkol yasağı bir an beni yine içimi kemiren düşüncelere sevk
etti.
Acaba o da, benim gibi zaman zaman hayaller mi görüyor
du?
Doktorları geçirdiği felcin beyin damarlarının büzülme
sinden kaynaklandığını özetlemişlerdi kısaca. Şinasi meselesini
hatırladım yine...
En azından bu gece o konuyu düşünmek istemiyordum,
ama elimde değildi. Beynimdeki tereddütler kesinlikle yok olun
caya kadar da sanırım beynimden silip atamayacaktım. Lâkin
asıl sorunun kimde olduğuna karar veremiyordum henüz.
Ben de bir anormallik olduğu kesindi, ama ya peder de?
Eski işçisinin seneler evvel öldüğü kesindi. Babamın
hizmetkârı Celâl Efendi de babamla görüşmeye kimsenin gel
mediğini ifade etmişti. Adamcağızın yanılmasına imkân yoktu,
zira babamın her türlü işleriyle o uğraşıyordu, eve gelen her
hangi bir ziyaretçisini hatırlamaması mümkün değildi. Hal
böyle olunca babamın beni o metruk eve yönlendirmesini nasıl
açıklayacaktım?
Bütün neşem kaçmak üzereydi. En iyisi, en azından bu
gece bu konuyu beynimden silip atmaktı. Ben de öyle yapmaya
gayret ettim...
Dönüş yolunda Derya sevinç ve mutluluktan uçuyordu.
"Eee, söyle bakalım," dedim. "Babamı nasıl buldun?"
105
Mehmetcan
"Dört dörtlük bir insan. Tam bir İstanbul beyefendisi. Ba
yıldım babana. Çekinmeme hiç gerek yokmuş. İtiraf edeyim ki,
biraz ürküyordum."
"Neden?"
"Bana felçli, yaşlı bir adam demiştin."
"Doğru. Yine de öyle."
"Ama o tür insanlar, genellikle hayata küskün, aksi, ters mi
zaçlı olurlar. Fakat baban yaşama şevkiyle dolu, hayata dört elle
sarılmış, canlı bir kişilik. Ağzından bal damlıyor. Konuşmasını
dinleten, konudan konuya atlayan, hitabeti yerinde ve müthiş
zeki."
Derya'nın babamla ilgili son vasıflandırması beni bir an
huylandırmıştı.
"Zeki mi?" diye mırıldandım.
Şaşırmış gibi bana baktı.
"Evet, kanımca çok zeki bir adam."
"Nereden hükmettin buna?" diye sordum.
Biraz düşündü, omuzlarını silkti.
"Bilmem, bendeki intibaı öyle oldu. Hani leb demeden leb
lebi anlayan cinsten."
"Emin misin?"
Bu kez daha şaşırmış gibi beni süzdü.
"Ne demek istiyorsun sen? Babanın zeki olup olmadığını
bana mı soruyorsun?"
"Hı hıh. Sence onda bunamış bir hal var mı?"
Bu kez kızmış gibi homurdandı.
"Dalga mı geçiyorsun, Murat? Ne bunaması? Adamcağız
yaşına göre bizlerden bile zeki vallahi. Bu saçma suali de nere
den çıkardın şimdi?"
Aklımdan geçenleri belli etmemeye çalıştım.
"Şu hastalığı," diye fısıldadım. "Felç nedeniyle beyin da
marları devamlı daralıyormuş. Doktorların ifadesine göre bu da
bunamaya yol açarmış."
1 0 6
Mehmetcan
"Yaa?" diye hayıflandı sevgilim. "Öyle mi diyorlar?"
"Evet."
"Kaç senedir bu halde?"
"Altı yedi seneyi geçti."
"Vah, vah çok üzüldüm," diye mırıldandı Derya. "Kaç ya
şında?"
"Altmış sekiz."
"Beyin kanaması filan mı geçirdi?"
"Evet. Yüksek tansiyondan."
Derya sustu bir süre. Konuyu kapatacağını sanmıştım. Ama
birden yeniden aynı mevzua döndü.
"Garip," diye fısıldadı kendi kendine konuşur gibi.
"Garip olan nedir?"
"Babanda bunama arazından şüphelenmen. Bende zihni tı
kır tıkır işleyen biri imajı yarattı. Ortama uyumu da mükemmel
di. Meselâ annemin adını sordu bana, sonra da hiç unutmadı.
Kelimeleri seçip kullanmakta da kusursuzdu."
Kendimi savunmak gereği duydum.
"Ama doktorlar bunama ihtimalinin yüksek olduğunu söy
lüyorlar."
"Halt etmişler," diye homurdandı sevgilim. "Doktorlara da
her zaman güvenmek caiz değil. Bazen onlar da olası ihtimalleri
biraz abartıyorlar. Mesela sen babanda hiç böyle bir araza şahit
oldun mu?"
Şinasi vakası beynime takıldı. Ama susmak zorunda kaldım.
"Hayır," dedim.
"Yazık. Çok tatlı bir adam. Kanım çok ısındı. Doğrusu bu-
narsa çok üzülürüm."
Konuyu değiştirmek istedim.
"O da seni çok sevdi."
"Emin misin?"
"Tabii sevgilim. Bunca yıllık babamı tanımaz mıyım? Sana
nasıl muhabbetle baktığını, nasıl ilgilendiğini fark etmedin mi?"
107
Mehmetcan
"Evet, bunu ben de hissettim," diye fısıldayan Derya hafif
çe oturduğu koltuğa büzülür gibi oldu ve durgunlaştı.
"Ne o? Durgunlaştın birden."
Hafifçe içini çekti. "Dikkat ettin mi bilmem, kaderin bize
oyunu bu galiba," dedi.
"Neymiş o?"
"Sen anasız büyümüşsün ben de babasız. Hayatım boyunca
bir babanın yokluğunu hep hissetmişimdir."
Sesimi çıkarmadım.
Derya sordu tekrar.
"Annenin vefatının üzerinden çok zaman geçti mi?"
"Evet, çok oldu."
"Ne kadar?"
Derya bilmek istiyordu ve sorusu gayet mâsumâneydi....
Birden içimde bir ürperme hissettim. Zihnimi zorladım,
annemin ölüm senesini hatırlamaya çalıştım. Fakat gariptir, bir
türlü anımsayamıyordum. Sanki kafamın içi bomboştu. Kaşla
rım çatıldı. Bunu toparlayamamam olanaksızdı...
Derya iri gözlerini bana çevirmişti.
Cevap veremememi farklı yorumlamıştı galiba.
"Affedersin," diye fısıldadı. "Galiba istemeden seni eski ve
acı hatıralarına sürükledim. Anneni çok sevdiğini söylemiştin
bana."
Oysa o an ben bambaşka bir noktadaydım. Aklım annemin
ölüm tarihini hatırlayamama kilitlenmişti. Sorun sadece yıl, ay,
gün değildi. Olayı bütünüyle hatırlayamıyordum. Galiba daha
da acısı vardı...
Ben annemi hatırlayamıyordum...
Bir an BMW'nin direksiyonu ellerimin arasından kayar gibi
oldu. Neredeyse dehşete kapılıyordum. Ellerimi direksiyondan
kaldırmış yüzümü örtmüştüm. Neyse ki Derya'nın çığlığı ile to
parlandım, zar zor önüme bakıp frenlere asıldım. Sevgilim çığ
lık atmasa muhtemelen önümdeki araca çarpacaktım.
108
Mehmetcan
Araba mıhlanıp kalınca Derya şaşkın şaşkın söylendi.
"Ne yaptın Murat? Az daha çarpışıyorduk. Ne oldu? Ne
den direksiyonu bıraktın?"
Sesim çıkmadı.
Ama Derya sinirlenmişti, tabii biraz korkmuştu da.
"İstersen ben kullanayım," dedi.
"Tamam, gerek yok. Ben sürebilirim," diye homurdandım,
sonra silkinerek yeniden direksiyona sarıldım.
Sevgilim dikkat kesilmişti. Bir yola bakıyor, arada bir de
başını çevirip beni inceliyordu. Önce başka lâf etmedi ama dik
katimi yeniden yola verdiğimi hissedince, hâlâ yaşadığımız olay
dan kendini sorumlu görerek fısıldadı.
"Affedersin," dedi yeniden. "Galiba seni üzecek bir lâf et
tim."
"Önemli değil."
Önemli olan hadiselerin beni üzmesi değil, i bir an annem
hakkında hiçbir şey hatırlayamamam olmuştu tabii. Yavaş yavaş
beynimdeki sis perdesi aralanıyordu.
"Orta okuldaydım," diyebildim güçlükle. "Onu çok sever
dim."
Endişeyle yüzüme baktı Derya. Hâlâ tam toparlanıp topar
lanmadığımdan endişesi vardı sanırım. Aklınca yeniden konuyu
değiştirmeye kalktı.
"Hayret, vakit gece yarısına geliyor ama köprü yoğun
hâlâ."
Onu duymamış gibi devam ettim.
"Kanserden öldü."
Ne diyeceğini bilemedi. Belli ki az önceki olayın etkisin-
deydi. Derya'yı tanırdım, şimdi konuya devam etmeyecek ama
müsait ve rahat olduğumuz zamanda konuyu tekrar açacaktı.
Aslına bakılırsa asıl korkan bendim. Bana kötü bir şeyler olu
yordu, beynimden bir zorum olmalıydı. Kısa bir süre için de
olsa, annem hakkında hiçbir şey haurlamamak kesinlikle hayra
1 0 9
Mehmetcan
alâmet olamazdı. Eve döndüğümüzde ellerim titriyordu hâlâ.
Durumumu belli etmemek için ellerimi cebime sokmak zorun
da kalmıştım.
Güzel geçen bir günün gecesinin sonu yine bana azap ol
muştu. Artık başka çarem kalmamış, bir doktora gitmem farz
olmuştu. Tıbbi tedavi almak zorundaydım; bu böyle devam
edemezdi. Daireme girdiğimizde pek konuşmadık. Derya ses
sizce soyunup geceliğini giymiş sonra makyajını temizlemek için
banyoya gitmişti.
Bitkin bir şekilde yatağın kenarına iliştim.
Soyunacak halim bile yoktu.
Makyajını temizleyip banyodan çıkan Derya bana kısa bir
an baktı, halimdeki tuhaflığı hissetmemesi olanaksızdı ama o
anlayışla mırıldandı.
"Hadi hayatım, sen de soyunda bir an evvel uyuyalım. Bu
gün kaytardık, ama yarın tekrar iş başı yapacağız. Sabah zinde
kalkmalıyız. Benim iyice uykum geldi."
Sevgilim yalan söylüyordu düpedüz. Uykusu olmadığına
emindim, hele hayatında önemli yeri olacak, müstakbel kayın
pederi ile tanıştığı bir gece de daha bir yığın yorum yapmadan,
bana sualler sormadan yatağa girip uyuyacağına asla ihtimal
vermezdim. İkimiz de gençtik ve normal zamanlarımızda gayet
arzuluyduk. Bu gece de birbirimizin olmadan uykuya dalma
mız söz konusu olamazdı. Ama Derya, bitkinliğimi sezinlemiş
ve beni daha fazla yormamak için uyku bahanesine sarılmıştı.
Anlayışlı davranıyordu.
Bu durum beni büsbütün rahatsız etmişti.
Yatağın iliştiğim ucundan kalkarak âdeta ayaklarımı sü
rükleyip ben de tuvalete kadar gittim. Kapıyı kapatıp aynadaki
aksime baktım. Gerçi yüzüm biraz solgundu ama ilk bakışta
halimde belirgin bir değişiklik görünmüyordu. Bu gece araba
1 1 0
Mehmetcan
kullanacağım diye fazla şarap da içmemiştim babamın evinde.
En kabadayısı iki kadeh içmiştim, içkiyle başı pek hoş olmayan
Derya bile benden fazla içmişti.
Elektrik ışığında ellerimi inceledim. Titremeleri durmuş
tu ama ben hiç de rahat değildim. Betim benzim kül gibiydi.
Sanki midesi bulanan ve her an istifra edecek biri gibi yüzüm
yeşilimsi-gri bir hal almıştı. Oysa midem de bulanmıyordu.
Önce ceketimi çıkardım, sonra kravatımı çözdüm. Kollarımı sı
vayıp belki açılırım diye, soğuk suyla ellerimi yüzümü yıkadım.
Hiçbir yararı olmadı.
Acaba uyuyabilecek miydim?
Her zamanki gibi uyumaktan da ürküyordum. Bu gece yeni
bir kâbus görmeye çok müsait bir ruh halim vardı ve artık bey^
nimin, vücudumun yeni bir kâbus fırtınasını kaldıramayacağını
düşünüyordum. Havluyla yüzümü kurularken bir gerçeği daha
kavrar gibi oldum. Galiba gördüğüm karabasanlar sadece rü
yama münhasır değildi. Bu gece otomobilde annemi bile hatır
layamadığımı hesaba katarsak o halimi bile geçirdiğim bir nö
bet şeklinde yorumlayabilirdim. Kısa bile sürse o vakanın izahı
yoktu. Ayrıca dün gündüz vakti işçim Halit'le gittiğim o metruk
evde gündüz gözü yaşanmış bir hadiseydi. Kâbuslarımdan ta
nıdığım o evi de gerçekle karıştırmam belki de beynimin bana
oynadığı bir oyundu. Daha buna benzer bir sürü soru sorabilir
dim kendime.
Bir robot gibi mihaniki adımlarla banyodan çıkıp yatak
odasına dönmüştüm. Banyoda ne kadar oyalandığımı bilmi
yordum ama Derya çoktan yatağa girmiş, girmeden önce de te
pedeki ışığı söndürüp karanlıkta kalmamam için sadece benim
tarafımdaki gece lambasını yanık bırakmıştı. Ona bir göz attım.
Sevgilim uyuyormuş gibi gözlerini yummuştu. Bu kadar çabuk
uykuya dalmadığına emindim ama benim de dinlenmem için
uyuyor taklidi yapmayı yeğlemişti.
Genelde tertipli bir adamımdır, yatağa girerken sırtımdaki
1 1 1
Mehmetcan
giysileri rast gele bir yere çıkarıp atmam. Ama o gece ceketimi
bile askıya asmadan soyunup yatağa giriverdim. Gerçekten yor
gun hissediyordum kendimi ve tek istediğim hiç rüya görmeden
sabaha kadar deliksiz bir uyku çekmekti.
Ama bunu başaracağımdan çok şüpheliydim. Artık insan
hayatında rahat, sağlıklı ve deliksiz bir gece uykusunun ne an
lama geldiğini ve ne kadar önemli olduğunu ancak yeni yeni
anlıyordum. Yorganı kaldırıp Derya'nın yanına iliştim. Sevgilim
yatağın sarsılmasında geldiğimi anlamış gibi, gözlerini aralama
dan, "Allah rahatlık versin," demişti.
; Hepsi o kadar... Sadece üç kelime...
Fakat gariptir, yatağımın rahatlığı beni gevşetmiş, umma
dığım halde beni uykunun derin ve davetkâr karanlık dehlizine
doğru çekmeye başlamıştı. Bu kadar çabuk uykuya dalacağımı
hiç sanmazdım. Daha da garibi o gece sabaha kadar mışıl mışıl
uyumam olmuştu...
Şantiye binasına girdiğimde Behzat masanın başında nes-
kafe içiyordu. Oda da yalnızdı. Beni görünce gülümseyerek
yerinden kalktı. "Günaydın ortak," diye mırıldandı. Dün onu
işlerimizin yoğunluğuna rağmen tek başına bırakmıştım. Ama
hiç de bozulmuş bir hali yoktu, hatta bir haber bile vermediğim
için serzenişte bulunmamıştı.
"Günaydın," dedim.
"Kahve ister misin?"
"Ver bakalım bir tane."
Behzat kupaya kahve ve krema koyarken nihayet sordu.
"Dün Derya ile birlikteydiniz, değil mi?"
Başımı tasdik edercesine salladım.
"Tahmin ettim zaten. Sen gelmeyince belki nedenini öğ
renirim diye bürosundan aradım, hiç uğramadığını söylediler.
Anlaşılan dün ikinizde kaytardınız işten. Ben de cebinizden
1 1 2
Mehmetcan
arayıp sizleri rahatsız etmek istemedim. Hayır ola, sizler pek işi
böyle kaytarmazdınız, önemli bir şey mi oldu?"
"Öyle sayılır," diye homurdandım.
Merakla yüzüme baktı. Ama mahremiyetimize girmemek
için bekledi, benim bir açıklama yapmamı ister gibi. Behzat'ın
belki de en sevdiğim yanlarından biri de buydu; insanların özel
hayatına burnunu sokmaktan kesinlikle kaçınırdı. Ben açıklama
yapmazsam fazla sual sormayacağından emindim.
"Dün gece Derya'yı babamla tanıştırdım," dedim.
Zevkle sırıttı.
"Burhan amca gelinine bayılmıştır artık. Değil mi?"
"Evet," diye mırıldandım. "Çabucak kaynaştılar."
"Hiç de şaşmam. Geç bile kalmıştın zaten."
Fakat bendeki durgunluğu görünce kahve fincanını elime
doğru uzatırken homurdandı.
"Eee, suratın niye asık? Başka bir şey mi oldu?" diye sordu.
Ona hemen cevap veremedim. Birkaç saniye durakladım.
Behzat'tan hiç ayrım gayrım yoktu, ortağım olarak ona hayatım
daki bütün mahremiyetleri anlatabilirdim. Nitekim Derya'ya
âşık olduğumu da ilk ona anlatmıştım. Sonunda başım önüme
eğik fısıldadım.
"Behzat, benim bir sorunum var."
"Ne sorunu?"
"Şu gördüğüm rüyalar. Kâbusa dönüştüler. Korkuyorum
artık."
Sanki daha önemli bir şey söyleyeceğimi düşünmüş gibi kü
çümseyen bir ifade şekillendi yüzünde.
"Tabii oğlum," dedi. "Bu kadar dinlenmeden çalışırsan
olacağı budur. Yorgunluktan geberiyorsun. Sana kaç defa söy
ledim, şöyle bir hafta on gün bir dinlen, bak ne rüya görürsün,
ne kâbus. Hani Derya'yı alıp bir Akdeniz turu yapacaktınız, ne
oldu?"
"Durum o kadar basit değil," diye söylendim.
1 1 3
Mehmetcan
Behzat ciddileşerek yüzüme baktı.
"Ne demek istiyorsun?"
"Sanırım bu mesele tatile çıkmakla hal olacak gibi görün
müyor bana."
"Ne yani? Sapasağlam adamsın yahu. Neyin olabilir k i?"
"Mesele de bu ya. Bana neler olduğunu ben de kestiremi
yorum."
"Bırak Allah'ını seversen, Murat! Saçma sapan birkaç düş
gördüm diye kendini ruh hastası mı sanıyorsun şimdi?"
"Ama olabilirim de."
Elindeki kahve bardağını dudaklarına götürürken beni
süzdü.
"Bilmediğim başka şeyler de mi var?" diye sordu.
"Galiba öyle."
Bir an durakladı. "Anlatmak ister misin?"
Aslında güvendiğim birine içimi dökmek istiyordum, buna
şiddetle ihtiyacım vardı ve bu konuda Behzat'tan iyisini bula
mazdım.
"Sana anlatmıştım," dedim. "Şu rüyalarıma giren metruk
evi.
"Eee, ne olmuş yani?"
"O ev birden karşıma çıktı. Yani gerçek hayatta. Kabusla
rımın dışında."
Biraz şaşırarak yüzüme baktı.
Ne diyeceğini pek bilemeden homurdandı. "Nasıl?"
Ona olanları anlattım. Behzat birkaç saniye suskun kaldı.
Sanırım aklında mâkul bir açıklama tarzı arıyordu. Sonunda
gülerek mırıldandı.
"Hâlâ anlamıyor musun? dedi.
"Neyi?"
"Aslında o metruk evi rüyalanndaki ev sandın. Şuuraltının
sana bir oyunu. Zira beynin hep o evle meşgul. Rüyaların bey
nine iyice işlemiş. Birden karşına eski ve harap bir bina çıkınca
1 1 4
Mehmetcan
onu rüyalarına giren ev sandın. Hepsi o kadar ve bu denli ba
sit."
"Hayır," diye inledim. "Bu kadar basit değil. Çünkü o evin
üst kattaki odasında o ahşap masayı dahi buldum."
Buna birden karşılık veremedi. Aklının karıştığını anla
mıştım. Bu kez kekelemeye başladı. "Tesadüf de olabilir," diye
söylendi.
"Ne tesadüfü Behzat!" diye gürledim.
"Dur yahu! Hemen paniğe kapılma... Anlattıkların zaten
saçma sapan şeyler. O eve giderken her seferinde yarıştığın kötü
adam, bir seferinde seni karşılayan yüzü olmayan hizmetkârlar,
bütün bunları mantıkla açıklayabilir misin? Belli ki rüyalarının
etkisindesin. O masaya gelince belki işe yaramadığı için terke
dilmiş bir eşya olabilir. Kimsenin işine yaramadığı içinde orada
terkedilmiştir."
Acı bir şekilde gülümsedim.
"Başka bir eşya değil de, rüyalarımda gördüğüm tek o masa
mı?" dedim.
Bu kez susmak zorunda kaldı.
"Hepsi o kadar da değil."
Bir kere daha endişeyle yüzüme baktı.
"Başka ne var?"
Seneler evvel ölmüş Şinasi Sarıkaya'nın babama vaki ziya
retini anlattım. Cemal Efendi'nin söylediklerini de.
Büsbütün afallamıştı.
"Yani baban o eski yanında çalışan adamın öldüğünü bil
miyor mu?"
"Duruma bakılırsa, bilmiyor," diye söylendim.
Behzat inanamaz gibi homurdandı.
"Yahu sakın Burhan amca da bunamaya başlamış olmasın.
Olur mu olur yani. Kaç senedir o halde. Bu son söylediğin ina
nılır gibi değil."
Birkaç saniye düşündüm ben de. Sonra ortağıma sordum.
115
Mehmetcan
"Üniversitedeki talebelik yıllarımızda sık sık bizimkilerin
yazıhanelerine de şantiyelerine de giderdik. Sen Şinasi Sarıkaya
diye birini hatırlıyor musun o yıllardan?"
Behzat düşünmeye başladı. Daha sonra olumsuzca başını
salladı.
"Çıkaramadım," dedi. "Ne iş yaparmış şirkette?"
"Ben de bilmiyorum."
"Burhan amcaya sormadın mı?"
"Fırsatım olmadı. Bir de öyle şaşırmıştım ki, itiraf edeyim
akıl edemedim."
"Tuh be! Keşke sorsaydın. O devirde çalışan ustalardan
birimiymiş, yoksa muhasebede görev yapanlardan mı? Ben
kambur bir adamı anımsıyorum ama onun da adı Şinasi değil
Şakir'di sanırım. Muhasebe işlerine bakardı galiba."
İşin kötüsü, ben o kamburu da anımsamıyordum.
"Bana sorsana bir daha," dedi Behzat.
"Neyi sorayım?"
"Bu Şinasi denen adamı tabii, kimi olacak. Ne iş görürmüş,
şirketten ne zaman ayrılmış falan filan."
Sinirlenerek homurdandım.
"Ne yararı olacak Behzat? Sana adam çoktan ölmüş diyo
rum. O yörede oturan bizim işçiler bile yıllar önce öldüğünü
biliyorlar. Kalıpçı Selim de, Halit de aynı şeyi söylediler."
"O da doğru ya," diye beni tasdik etmek zorunda kaldı
Behzat. Ama sonra hemen itiraza kalkıştı. "Sen onlara boş ver.
ikisi de cahil, geri kafalı şeyler. Baksana, bu devirde hâlâ hort
laktı, yok cindi, hayaletti diye abuk subuk şeylere inanıyorlar.
Ev metruk ise çevre halkı böyle hikâyeler uydurmaya bayılırlar.
En iyisi biz gidip mahallinde bir araştırma yapalım."
Yadırgayarak ortağıma baktım.
"Ne araştırması?"
"Yahu diyelim ki, o araziyi satın almaya kalkıştık. Sahibinin
kim olduğunu öğrenmeyecek miyiz? Sen bu cahil heriflere boş
116
Mehmetcan
ver. Bak görürsün, bizim gibi iki kalontor müteahhit ortaya bir
çıksın, senin Şinasi'nin izini hemen buluruz. En azından ada
mın gerçekten ölüp ölmediğini öğreniriz. Bizi gerçek alıcı sanıp
hemen peşimizden koşarlar."
Behzat doğru söylüyor olabilirdi.
Düşündüm bir an. Ama öyle de olsa, Şinasi denen adam ger
çekten yaşasa bile babama yaptığı ziyaretten Cemal Efendi'nin
haberi nasıl olmazdı? Behzat üzüntümü anlamış gibi, "Hadi "
dedi. "Atlayıp arabaya gidip şu işi enine boyuna bir inceleye
lim."
Çaresiz yerimden kalktım...
117
Mehmetcan
EHZAT'ın High Lander'ı homurdanarak çamurlu
tepeyi tırmanmaya başladı. Yol gerçekten tam balçıkla kaplıy
dı, ama güçlü jeep fazla zorlanmadan yol alıyordu. Metruk eve
yaklaştıkça ikimizi de bir sessizlik almıştı. Araç tepeye varınca
Behzat merakla aşağıdaki viraneye baktı. Çevrede zaten başka
hiçbir yapı yoktu ama ortağım gayri iradi sordu.
"Bu mu?"
"Evet," diye mırıldandım.
Bir an bayırdan aşağıya inmeden frene basıp yukarıdan vi
rane evi inceledi. Sonra tamamen bana mesleki gibi gelen bir'
merakla fısıldadı.
"Bu yöre için biraz garip bir yapı değil mi? Bir gecekondu
göreceğimi sanmıştım, ama burası eski ahşap İstanbul evlerine
benziyor. Ne zaman inşa edilmiş acaba?" dedi.
"Hiç bilgim yok."
"Neyse, araştırıp öğreniriz. Nasıl olsa yapıldığı tarihi bilen
biri çıkar."
118
Mehmetcan
"Umarım," diye fısıldadım.
Behzat arabayı vitese takmadan önce bana dönüp baktı.
Herhalde yüzümdeki gergin ve sinirli ifadeyi sezinlemiş olma
lıydı. Ona bakmıyordum fakat içimden bir his onun da gerildi
ğini söylüyordu.
Ağır ağır bayırdan aşağıya süzülmeye başladık. Gayet yavaş
gitmemize rağmen koca jeep bir ara savrulur gibi oldu. Neyse ki
bir problem yaşamadık ve evin önüne kadar geldik. Yine etrafta
tek bir Allah'ın kulu görünmüyordu.
Önce ben indim araçtan.
iki tepenin arasından kopup gelen sert bir rüzgâr yüzümü
yaladı. Havanın serin olduğunu pek tabiidir ki biliyordum ama
sanki bu uğursuz eve gelince ortam bile değişmeye başlıyor, ik
lim içimdeki korkuya uygun olarak serdeşiyordu. Jeep'in içinde
de hissettiğimiz sert poyraz şimdi fırtına gibi esiyordu.
Behzat'ın yanıma gelmesini bekledim. Ortağımın biraz er
ken seyrekleşmiş saçları rüzgârında etkisiyle uçuşup duruyor
du. Yanıma yaklaştı. Belli etmemeye çalışıyordu ama Behzat'ın
da nedense hafifçe ürktüğünü hissetmiştim. Az önce çevre
sâkinlerinin hortlak ve hayaletlerle ilgili dedikodularına alaylı
şekilde yaklaşan ortağım da şimdi metruk evi görünce etkilen
mişe benziyordu.
"içeriye girmek istiyor musun?" diye sordum yüzüne bak
madan.
Ortağım ve çocukluk arkadaşımı tanımaz mıydım, "Buraya
kadar gelmişken, görmek isterim tabii," diyen sesindeki çatlak
ve ürkek sesi yakalamıştım. Belli etmemeye çalışıyordu ama
bendeki korku sanırım ona da sirayet etmişti.
Sokak kapısına yaklaştım evin.
Esen sert rüzgârla her zaman aralık duran tahta kapı ileri
geri aralanıp duruyordu.
Hafifçe ittim kapıyı. Öne geçerek içeriye girdim.
Behzat bir adım arkamdan geliyordu. Tam yanıma gelip
1 1 9
Mehmetcan
durdu. İçeride diğer gelişimde fark etmediğim bir koku vardı.
Sanki ahşabın zamanın etkisinde kalarak çürümesinin verdiği
pis ve sevimsiz bir koku. Kırık camlardan dolan rüzgâr anafor
lar yaratıyordu içerde.
Behzat'a bir nazar attım. Yüzü bembeyazdı. Yani uğursuz
luğuna inanamadığı boş bir evi gezerken olması gereken rahat
lıktan bir hayli uzaktı.
Demek ki onu da tedirgin eden bir şey vardı. Kendi korku
mu anlayabilirdim; zira rüyalarımda bir kâbus gibi şekillenen
evin gerçeğiyle karşılaşmak beni haliyle ürkütebilirdi ama onun
da heyecanlandığına bakılırsa, bu lanetlenmiş evin insanı çar
pan, etkileyen bir büyüsü olmalıydı.
İkimizden de ses çıkmıyordu.
Tam o sırada karşımızdaki loş bölmelerden üst üste sert
sesler gelmeye başladı. Behzat hemen, "Bu da ne?" diye sordu
kısık sesle.
Sesi bile korkmuş gibiydi.
Kendimden emin bir şekilde mırıldandım. "Arka odaların
çarpan panjurlarından birinin çıkardığı ses," dedim. "Evin bü
tün camları kırık. Rüzgârın etkisiyle panjurlar sallanıp duruyor.
Korktun mu yoksa?"
"Saçmalama. Gündüz vakti, boş bir evde neden korkaca
ğım ki?"
İçimden gülümsedim ama bunu Behzat'a belli etmedim.
Normal şartlarda Behzat gibi erişkin biri rahatlıkla bu sesin
kaynağını tahmin edebilirdi, ama gerginliği nedeniyle toparla-
yarnamış, ürkmüştü birden.
"Gidip bir bakalım mı?"
Olur, anlamında başımı salladım. Anlaşılan önce ilk giriş
katını inceleyecektik. O an ilk defa garip bir beklentiye kapıl
dım. Sanki her an karşımıza düşlerimde gördüğüm yüzü beyaz
bez parçasıyla örtülmüş hizmetkârlardan biri çıkacakmış gibi
geldi bana. Düzgün muhakeme yapamadığımın farkındaydım,
1 2 0
Mehmetcan
ama öyle birinin Behzat'a da görünmesini doğrusu bir an çok is
temiştim. Rüyalarımda yaşadığım vahşetin başkaları tarafından
da hissedilmesini istemek gibi ters bir beklentiye sürüklenmiş
tim. Tabii böyle bir şey olmayacaktı. En azından onların sadece
kâbuslarımın mahsulü olduğunu idrak edecek kadar aklım ba
şındaydı çok şükür.
Viranenin arka tarafında iki oda vardı.
Bomboş, ahşap zemini kararmış, tahtaları yer yer çökmüş,
sevimsiz ve ürkütücü bir manzara, insan bir zamanlar burada
normal bir hayatın sürdürüldüğüne âdeta inanası gelmeyecek
kadar zamandan kopuktu. Odalardan birinin tam ortasında
kocaman bir tarla faresinin leşi duruyordu. Onu görür görmez
safram kabarmıştı.
Yeniden girişteki hole döndük.
Behzat, "Ne sevimsiz bir yer," diye fısıldadı. Sonra galiba
elinde olmadan bana soruverdi. "Düşlerinde de buraları böyle
mi görüyorsun?"
Bir an düşündüm, sonra başımı sallayarak onayladım.
"Gel," dedim. "Asıl seni üst kattaki o berbat odaya götü-
reyim."
Bir an Behzat'ın itiraz ederek, boş ver artık, çıkalım bura
dan diyeceğini sandım. Ama o beni sessizce takip etti. Merdive
ne yürürken onu uyarmak zorunda kaldım.
"Basamaklara dikkat et, bazıları çürümüş."
One geçtim ve tırmanmaya başladık. Üst kata çıkarken si
nirlerim iyice gerilmeye başlamıştı. Aslına bakılırsa Behzat'ın
varlığından cesaret alıyordum. Korkak bir insan olmadığım ke
sindi, lâkin bu hayatta alışık olduğumuz türde bir korku kayna
ğı değildi; insanlar genellikle anlamadıkları, bilmedikleri bir şey
karşısında korku duyarlardı veya mahiyetini tayin edemedikleri
bir tehlike karşısında kendilerini buldukları zaman ürkerlerdi.
Belki boş bir evin korkulacak hiçbir yanı olamazdı, ama bu
ev kâbuslarınızda ısrarla size görünüyorsa o zaman içinizdeki
1 2 1
Mehmetcan
korkuyu yenemiyordunuz. Dikkat edilmezse her an ağırlığımız
altında kopup dağılacak basamakları atlarken sordum.
"Korkuyor musun?"
"Hayır," dedi Behzat.
Ama sesi boğuk ve titrek çıkmıştı. Onun da ürktüğünü sak
lamaya çalıştığını hemen anlamıştım. Üstelemedim.
Üst kata çıkınca kapısı aralık duran odayı işaret ettim.
"İşte bu oda," dedim. "Düşlerim hep bu odada noktalanı
yor."
Kapının önünde duruyorduk. Meraka kapılan Behzat ya
vaşça aralık duran kapıyı itti ve başını uzatıp içeriye bir göz attı.
Sanki içeriye girmekte tereddüt ediyormuş gibi bir an durakla
dı. Sonra odaya bir adım attı.
Tahta masa tam odanın ortasında, her zaman ki yerinde öy
lece duruyordu. İtiraf edeyim ki, bir an onu yerinde bulamaya-
cakmışım gibi bir endişeye kapılmıştım; zira bu lânetli evle ilgili
hiçbir şaşırtıcı olay artık benim için sürpriz teşkil etmiyordu.
Behzat uzaktan kaba saba ham tahtadan yapılmış masaya
sanki bir eşya gibi değil de, tuhaf bir yaratık gibi bakıyordu.
Nihayet donuk bir sesle sordu.
"Derya'yı hep bu masaya bağlanmış olarak mı görüyorsun
düşlerinde?" diye sordu.
"Evet," diye mırıldandım.
"Ve de başında ona kötülük yapmaya çalışan eli bıçaklı bir
adam hayal ediyorsun?"
"Aynen öyle."
"Tuhaf... Çok tuhaf..."
Sinirlenerek homurdandım.
"Nesi tuhaf?"
Behzat'ın dudakları iki yanına sarktı.
"Ne bileyim, oldukça yadırgadım. Sağlıklı bir insanın ha
yatında daha önce hiç görmediği bir evin böyle ürkütücü bir
kâbusa zemin olması çok ilginç."
1 2 2
Mehmetcan
"Haklısın, ama olaylar aynen böyle gelişiyor."
Behzat'ın yüzüne baktım bir an. Ortağım sanki hiç umma
dığı bir şey yakalamış gibi nazarlarını kararmış tahta zeminin
üzerine dikmiş, yerde duran bir şeyi görmeye çalışıyormuş gi
biydi. Titrek bir sesle sordu.
"Derya'yı bu masaya bağlanmış olarak mı görüyordun?"
diye sordu tekrar.
"Evet, dedim ya?"
"Sonra onu iplerinden sen mi çözüyordun?"
Bunun cevabı zihnimde pek berrak değildi. Düşündüm
birkaç saniye.
"Onu hatırlamıyorum," diyebildim,
"iyi düşün."
Bu garip sualler karşısında Behzat'a baktım.
"Neden soruyorsun ki?"
Behzat bana cevap verecek yerde ağır adımlarla masaya yak
laşıp yere eğildi ve masanın kalın ayaklarından birinin yanında
duran bir şeyi eline aldı. Ne olduğunu görememiştim. Ortağım
şimdi şaşkınlıkla elinde tuttuğu şeye bakıyordu.
"Nedir o?" diye sordum.
Behzat şaşkın bakışlarını bana çevirdi. Bir avucunun için
deki nesneye bir de endişe ile gözlerime bakıyordu. Bu kez hızla
yanma yaklaşıp tuttuğu şeye baktım.
Kesik, kalın bir ip parçasıydı bu.
Bir an betim benzim sarardı. Herhangi bir yorum yapama
dım. Gözlerimi arkadaşımın avucu içinde tuttuğu ipten alamı
yordum.
Sanırım ikimizin de aklından o an aynı şeyler geçiyordu.
Behzat bakışlarını yeniden elindeki ipe çevirmişti. Dikkatle
kesik parçayı inceliyordu.
"Ama bu imkânsız," diye fısıldadı kendi kendine.
"Nedir imkânsız olan?"
"Şu ip... Al, bir de kendin bak. incele..."
1 2 3
Mehmetcan
Uzattığı ipi elime alıp baktım. Kalınca sıradan bir ip görün
tüsündeydi. Ama aklından geçenleri anlamıştım tabii. Dizleri
min bağı gevşedi. Sesim çıkmadı.
"Fark ettin mi? " diye sordu. "Bu ip yeni kesilmiş. Rengine
bak, sararıp solmamış. Eskiden kalma olsa, çürümüş, yıpranmış
olması gerekir. Allah, Allah! Buna bir anlam veremiyorum. Ke
silmeden hasıl olan lifler bile üzerinde duruyor daha."
Kekeleyerek mırıldandım.
"Ne düşünüyorsun?"
"Ne bileyim, Murat," diye söylendi. "Ama kalıbımı basarım
bu ip keskin bir bıçakla kesilmiş. Hem de yakın bir tarihte."
"Yani kâbuslarımda olduğu gibi, değil mi? Söylemek iste
diğin bu mu?"
Ortağım cevap vermedi.
Dalmış düşünüyordu. Sonra birden ürpererek, "Hadi, gi
delim buradan," diye mırıldandı ve aceleyle odadan çıktı. Ben
de hızla peşinden seğirttim. Çürümüş basamaklara aldırmadan
hızla merdivenleri indik...
Jeep'e girdiğimizde Behzat benden fazla sarsılmış gibiydi.
Hiç konuşmuyordu. Aracı çalıştırırken gayet dalgın bir haldey
di. Çamurlu yola arabayı sokarken endişeli bir şekilde söylen
meye başladı.
"Bu durum hiç hoşuma gitmedi, dostum."
"Açık konuş Behzat," dedim.
Ortağım bir yandan kesif çamurlu yolla boğuşurken bir
yandan da bana lâf yetiştirmeye çalışıyordu.
"Bilirsin, ben pozitif düşünceli bir insanımdır. Ne hayalet,
hortlak masallarına inanırım, ne de lanetlenmiş ev hikâyelerine.
Ama anlattıkların ve şu bulduğumuz ip parçası çok midemi bu
landırdı. Sana açık söyleyeyim, aklım karıştı birden."
"Yani?"
1 2 4
Mehmetcan
Behzat bir an durakladı yine. Gözünü yoldan ayırıp kısa bir
süre gözlerimin içine baktı endişeyle.
"Bana her şeyi tam bir dürüstlükle anlattığına emin misin?"
diye sordu.
"Ne demek istiyorsun?"
"Bak Murat, benim aklım böyle şeylere pek basmaz. Bunca
yıllık arkadaşımsın, durumu hep senin rüyalarının yorgunluk
tan kaynaklandığını düşünüyordum. Ama bulduğumuz o kesik
ip parçası, somut bir delil niteliğinde. Dediğim gibi, keskin bir
bıçakla kesildiği de gün gibi aşikâr."
"Eee?"
Behzat'ın yüzü birden kızarmıştı. Aramızdaki eski ve köklü
arkadaşlığa rağmen birden utanmış gibi homurdandı.
"Sen hiç buraya Derya'yı getirdin mi?" diye sordu.
Şaşırmıştım.
"Yoo," dedim. "Niye getireyim ki?"
"Açık konuş benimle. Ortada babanın bir isteği söz konu
su, sevgilinde bir mimar. Belki onu evin halini göstermek, ne
yapılacağını kararlaştırmak için buraya getirmiş olabilirsin."
Ortağımın iddiasmdan pek bir şey anlamamıştım.
"Getirmedim, ama getirmiş olsam bile ne çıkar ki?"
Behzat yutkundu, aklından geçenleri ifadede zorlanır gi
biydi.
"Ne de olsa ikiniz de gençsiniz. Bu metruk evde hiç seviş
meye filan kalkmış olmayasınız?"
Gözlerim irileşti.
"Şaka mı yapıyorsun? O boktan evde böyle bir şeye kalkı
şacağımızı nasıl düşünürsün Behzat? Çıldırdın mı sen? "
"Senin hayal gücünün zengin olduğunu bilirim. Belki de
öyle bir şeye kalkıştınız, sonra da yaptığın seni etkilemiş olabi
lir. Yani düşlerine girecek kadar."
"Saçmalama."
"Öyleyse o yeni kesilmiş ip parçasının o evde ne işi var?
125
Mehmetcan
Oda bomboştu, masadan başka tek görünen şey o ipti. Bunu
nasıl açıklayacaksın?"
Tepem atmıştı birden, ortağıma gürledim.
"Çıldırdın mı sen, Behzat? Nasıl düşünürsün böyle bir
şeyi? îşim gücüm yok da, sevgilimle o pislik yuvası berhane de
aşk fantezileri mi yaşayacağımı sanıyorsun?"
Behzat önüne baktı, mahcup olmuş gibi yutkundu.
"Kusura bakma," diye fısıldadı. "Saçmaladım galiba. Bana
öyle esrarengiz olaylar anlattın ki, elimde olmadan ben de hayal
kurdum sanırım. Hem kabul edelim ki, o harap evin gerçekten
insana tesir eden bir yanı var. İçeri girer girmez ürperdim. Bo
şuna dememişler içinde hayaleder dolaşıyor diye. İnsana ürperti
veren, korku sindiren garip bir tarafı mevcut. O ipi görünce de
iyice saçmaladım."
Sustuk ikimiz de.
Arkadaşım merakla sordu.
"O ipi orada bırakmadın, değil mi?"
Evden çıkarken ipi montumun cebine tıkmıştım. Elime ce
bime sokup ipi çıkardım.
"Yanıma aldım," dedim.
"Bir daha bak. Ne kadar yeni, değil mi?"
Şaşkın şaşkın ipi inceledim. Behzat haklıydı. Eskiden kal
mış, zamanın yıpratıcı etkisine uğramamıştı. Bunu nasıl açıkla
yabilirdik? Düşünmeye başladım.
"Belki de yakın zamanda biri eve girmiştir," diye tahminde
bulundum.
"Belki de. Ama herkes bu evin boş ve lânetli olduğunu bili
yormuş, bana öyle söylemiştin. O zaman kim elinde iple bu eve
girer ki? Ne almayı düşünmüş olabilir?"
"Kim bilir?" dedim. "Belki de hâlâ çalınacak bir şey kal
mıştır diye hayal edenler olabilir."
"Hiç sanmam," dedi Behzat.
Kafam atmıştı yine.
1 2 6
Mehmetcan
"Bana mâkul bir şey söyle, Behzat!" diye bağırdım.
O da sesini yükseltti.
"Ne bileyim birader, aklıma bir şey gelmiyor ki?" dedi.
"Belki de biz yanılıyoruz. Bizimki saçma bir varsayımdan
ibaret; ipin yeni kesilmiş olduğu hükmünü çıkardık. Nereden
bileceğiz, bu işin uzmanı değiliz ya..."
Baktım, Behzat bizim şantiyenin yolunu tutmuştu. Cesare
timi toplayıp sordum.
"Hani çevrede araştırma yapacak, evin geçmişini bilenlere
sorular soracaktık. Vaz mı geçtin yoksa?"
"Boş ver," diye homurdandı. "Bu hadiseyi unut. Burhan
amcaya da münasip bir dille evi onardım de. Adamcağız nasıl
olsa, gidip bir göreyim diyecek hali yok ya. Bu olay hiç hoşuma
gitmedi benim. Sen de beyninden silip atmaya bak."
ilk defa gülümsedim.
"Ne o? Yoksa korktun mu?" dedim.
Behzat sararmış çehresiyle bana dönüp en içten sesiyle ko
nuştu.
"Gerçeği bilmek ister misin? "dedi. "Korktum. Vallahi de
korktum. O ev gerçekten tekinsiz bir yere benziyor. Bir daha
adımımı atmam."
Açıklaması zordu fakat garip bir memnuniyet hissine ka
pılmıştım.
Demek olaylar karşısında paniğe kapdan tek insan ben de
ğildim...
127
Mehmetcan
LLtfhK bir ip parçası âdeta hayatımdaki dengeleri altüst
etmişti. Akşam eve dönmeye çalışırken arabanın içinde zihnim
yine bu mesele ile meşguldü. O zamana kadar meseleyi hafi
fe alan, anlattıklarımı bedenî ve fikrî yorgunluğuma bağlayan
Behzat bile ürkmüş ve en kötüsü bana hasta biriymişim gibi
bakmaya başlamıştı.
Ne garipti, ilk nazarda aklına gelen ihtimal kafamın tasının
atmasına yol açmıştı. Böyle bir olasılığı düşünmesi bile yanlış ve
de ayrıca çirkindi. Ben öyle çılgın cinsel fantezileri olan biri de
ğildim; bunu Behzat'ın da bilmesi gerekirdi. Ayrıca öyle fante
zileri yaşamak istesem bile, bula bula o evi seçmem nasıl müm
kün olurdu, başka yer mi kalmamıştı? Ortağıma bozulmuştum.
Fakat itiraf edeyim ki, arabanın içinde köprü trafiğinin insanı
delirten dur kalkları arasında şimdi ben de o ipi düşünmeye
başlamıştım.
Behzat'ın haklı olduğu cihetler vardı. Bunu inkâr edemez
dim.
128
Mehmetcan
O ip kesinlikle yeni idi. Oraya düşürülmüş veya kasten
bırakılmıştı. Evet, kâbuslarımda Derya'yı o masanın üzerinde
bağlanmış olarak görüyordum, ama neden Halit'le geldiğim
seferde o ipi fark etmemiştim? Gözümden mi kaçmıştı acaba?
Belki de o masanın ruhumda yarattığı nefret nedeniyle yerlere
hiç dikkat etmemiştim.
Trafik yoğunluğunu bütün şiddetiyle devam ettiriyordu.
Adım adım ilerliyordum.
Galiba ruhumdaki asıl fırtına, düşlerime giren kâbuslarla
gerçek yaşamda uyanıkken karşılaştığım ve izahında zorluk çek
tiğim olayların esrarengiz bir biçimde örtüşmesiydi. Hem bir
şeye daha dikkat etmiştim; korku içime sindikçe gerçek hayatta
karşıma gün be gün yeni vaka anlam veremediğim tarzda ortaya
çıkıyordu. Belki bir ruh doktoru düşlerime bir izah getirebilir,
bana yardımcı olabilirdi, ama babamın ölmüş bir emektarının
kendisini ziyaret ettiğini söylemesini, onarımını istediği evin
karşıma rüyalarımda gördüğüm ev olarak çıkmasını ve bugün
bulduğumuz ipi nasıl açıklayacaktım? Çaresizlik karşısında ak
lım karışıyor ve gittikçe işin içinden çıkamaz hale geliyordum.
Ayrıca rüyalarımda benle didişen, sevgilimi öldürmeye kal
kışan o suratsız adam kim olabilirdi? Düşlerin semboller üzerine
kurulu olduğunu biliyordum, o yüzsüz iblis kötülüğümü isteyen
bir düşmanım olmalıydı. Ama kim? Çok düşünmüş ama öyle
birini bulamamıştım. Hayatta bana düşman veya hasım olacak,
kötülüğümü isteyecek hiç kimseyi hatırlamıyordum.
Daha hâlâ Anadolu yakasındaydım ve köprü girişine vara
mamıştım. Kolumdaki saate bir göz attım, yedi buçuk olmuştu.
Derya çoktan eve gelmişti herhalde. Ona gecikeceğimi söyle
mek için telefona sarıldım. Zilin üçüncü çalışında sevgilim te
lefonu açmıştı.
"Merhaba, hayatım," dedim. "Evde misin?"
"Çoktan geldim. Sen neredesin?"
"Trafik çok yoğun. Köprü girişine yaklaşıyorum."
1 2 9
Mehmetcan
"Tamam," dedi.
"Bu gece ne yapacağız? Dışarı da yiyelim mi?"
"Hiç gerek yok sevgilim. Ben erken dönünce bir şeyler ha
zırladım bile."
Buna sevinmiştim. Ruhsal gerginliğim beni fiziksel olarak
da bir hayli yoruyordu, berbat geçirdiğim bir günün sonunda
bir de dışarıda yemek zor geliyordu bana.
"En geç yarım saat sonra evdeyim," diyerek telefonu ka
pattım...
Yaklaşık kırk dakika sonra da kapının zilini çalıyordum.
Derya güler yüzle karşılamıştı beni. Yanağıma bir öpücük kon
dururken, "Yorgun musun?" diye sordu.
"Eh, şöyle böyle," dedim.
Fazla üstelemedi. Yorgunluğumu herhalde günlük iş tem
poma, trafiğin bezdiriciliğine bağlamış olmalıydı. Yemeğe otur
madan evvel, ne de olsa aynı iş kolunda çalışmamız nedeniyle
şantiyedeki faaliyetlerle ilgili bir yığın sual sordu, merak ettiği,
aklına takılan mevzuları didikledi. Bozuntuya mahal vermemek
için ben de sabırla hepsini dilim döndüğünce cevaplamaya ça
lıştım. Sonunda, "Neyse," diye mırıldandı. "Zaten yarın ben de
sabahtan şantiyeye uğrayacağım, beraber bakarız," dedi.
"Yarın bürona uğramayacak mısın?"
"Uğrayacağım ama sabah sizin şantiyede olmak zorunda
yım."
Sesimi çıkarmadım.
Yemek esnasında da baktım, Derya neşeliydi. Bazen onun
neşesi bana da sirayet ederdi. Nitekim bu akşam da şakaları,
zekice yapılmış esprileriyle üzerimdeki sıkıntıyı hafifletmişti.
Televizyon seyretmeyi pek sevmezdi, boş vakitlerinde ya kitap
okur, ya da klasik müzik dinlemeyi tercih ederdi. Ama en büyük
zevki benimle çeşitli konularda konuşmaktı. Bu gece de çenesi
1 3 0
Mehmetcan
düşmüştü, geniş kanepenin üzerinde oturmuş, devamlı konu
dan konuya atlayarak konuşuyordu. Bir ara ayaklarını toplayıp
kanepenin üzerine uzandı, başını dizime dayadı.
Ona âşıktım ve aramızda sevgiye dayanan güçlü birlikteli
ğimiz vardı. O an sanki biri dürtmüş gibi birden aklıma geldi.
Saçlarını okşarken kelimeler ağzımdan döküldü.
"Derya," dedim.
"Efendim, sevgilim?" dedi.
"Ben fantezileri zayıf ya da fazla gelişmemiş bir adam mı
yım?" diye sordum.
Başını hafifçe çevirip yüzüme baktı.
"Nasıl yani? Bu soruyu pek anlayamadım?"
Bir iki saniye durakladım. Zihnimi kemiren sualin gerekli
olup olmadığını düşündüm, ama sonra kendimi tutamadım.
"Meselâ," diye geveledim.
"Evet?"
"Meselâ cinsel ilişkilerimiz yeknesak mı? Daha değişik, he
yecan verici, farklılık gösteren sevişmeleri hayal ettiğin oluyor
mu hiç?"
Şuh bir kahkaha attı.
"Nereden aklına geldi, şimdi böyle bir sual?" diye gülerek
yüzüme baktı.
"Bilmem," dedim. "Arada sırada değişik ve fantezi sayıla
cak denemeler çiftleri birbirine daha yaklaştırırmış diye işitmiş-
tim."
"Galiba yalan da değil. Bir hakikat payı var sanırım. Şu ge
çen Pazar yaşadıklarımızı hâlâ unutamıyorum; değişik bir dene
meydi ve itiraf edeyim ki çok hoşuma gitmişti," dedi.
"Geçen pazar mı?"
"Tabii ya... Çok heyecanlanmıştın. Mükemmeldi doğrusu.
Senin zevkinin doruğa çıkması beni de müthiş mutlu etmişti. O
tür fantezileri kast ediyorsan benim bir diyeceğim yok."
Geçen pazar yaptığımız sevişmeyi anımsamaya çalıştım.
131
Mehmetcan
Ama kafamın içi bomboştu sanki. Acaba ne yapmıştık?
Derya'yı bu denli mutlu eden ne denemiştik?
"Demek beğenmiştin," diye kekeledim.
"Senin hoşuna gitmedi mi yoksa? Fikir senden gelmişti."
Yutkundum. Sevgilimle bir hafta evvel yaptığım değişik bir
sevişmeyi nasıl unutabilirdim? imkânsız gibi bir şeydi bu. İçimi
bir ürküntü kapladı. Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Onun
nasıl fantezi bir yanı olduğunu da sevgilime soramazdım.
Derya hınzırca gülümsüyordu.
"Yoksa aynısını bir daha mı denemek istiyorsun? " diye
sordu.
Kalbimin hızlı çarpıntısını hissetmesinden korktum. Güç
lükle, "Olabilir," diye fısıldadım.
"Ama bu sefer kollarımı ip yerine eşarpla bağla, biliyorsun
saatlerce o iplerin kızarıklığı bileklerimden geçmemişti."
Az kaldı kusacaktım.
Şiddetli bir mide bulantısı başlamış, midem kramp girmiş
gibi kasılarak acı bir safra gırtlağıma kadar yükselmişti. Sanki
bütün akşam yemeğinde yediklerim ağzımın içine kadar gelmiş
ti. Yüzüm de sapsarı olmuştu herhalde ki, Derya birden başını
kaldırıp, "Ne oldu?" diye sordu.
Acaba başıma gelenleri Derya'dan saklamakla yanlış bir iş
mi yapıyordum? Onu kaybetmek korkusu yüreğimi dağlıyordu.
Şayet ben bir ruh hastası isem, bu beraberliği devam ettirmemiz
en azından sevgilimin geleceği için çok zararlıydı. Ona bunu
yapamazdım. Bu affedilemez bir kötülük olurdu.
Ciddileşerek sualini tekrarladı.
"Nen var Murat? Yüzün birden sapsarı oldu."
"Midem," diyebildim. "Midem bulandı. Herhalde yedikle
rimden olmalı."
"Ama rahatsız edici bir şey yemedik ki?"
Kucağımdan kalkmış, kanepenin üzerinde doğrulmuştu.
iri mavi gözleriyle hâlâ beni inceliyordu.
1 3 2
Mehmetcan
"Dolapta soda var, içmek ister misin? Getireyim mi?"
"Ben alırım," diye ayağa kalktım.
Dizlerim bedenimi zor taşıyordu. Sarsak adımlarla mutfağa
ilerlerken, inşallah peşimden gelmez diye içimden dua ediyor
dum. Gerçi midemdeki sert bir yumruk yemiş gibi duyduğum
kramp acısı devam ediyordu, ama asıl sorun beynimde esen fır
tınaydı. Böyle bir sual sormak nereden aklıma gelmişti acaba?
Kendimi yeterince tanıdığımı, böyle cinsel fantezilerden
pek hoşlanmadığımı sanırdım hep, oysa hiç hatırlamadığım şey
lere de kalkıştığım böylece sabit olmuştu şimdi. Acaba bu tür
ilişkilere daha önce de başkalarıyla girişmiş miydim? Nitekim
Behzat da yerde o ipi görür görmez aklına ilk gelen şey Der
ya ile böyle bir fanteziye girişip girişmediğimi sormak olmuştu.
Behzat'a sinirlenmiştim sabahleyin, ama şimdi, velev ki ö met
ruk evin haricinde de olsa Derya ile bu tür bir ilişki gerçekleş
tirdiğimi öğrenmiş bulunuyordum.
Mutfağın penceresini açıp derin derin soğuk havayı ciğerle
rime çektim. Dışarıda esaslı bir ayaz vardı. Soğuk hava yüzümü
yalarken sanki biraz rahatlamış gibi hissettim kendimi. Mutfak
ta ne kadar oyalandığımı bilmiyordum. İçerden sevgilimin sesi
yankılandı.
"Murat!"
"Geliyorum," diye seslendim.
Bir an ağlayacak gibi oldum. Kendimi zor tutuyordum.
Artık kuşkum kalmamıştı; bir hafta önceki sevişmemizi hatır
layamadığıma göre ben de bunama arazları başlamış sayılırdı,
korkarım babama dönmüştüm. Belki de babamdan da beter
bir hâle. Buzdolabının kapağını açarken hâlâ geçen pazarı ha
tırlamaya gayret ediyordum. O hafta sonunu nasıl geçirmiştik
acaba? Israrla kendimi zorluyordum, fakat nafile, anılarım bir
türlü canlanmıyordu.
Birden paniğe kapılır gibi oldum. Acaba hayatımda baş
ka hatırlamadığım olaylar da var mıydı? Buram buram soğuk
1 3 3
Mehmetcan
terler döküyordum. Peki, en son Derya ile ne zaman sevişmiş
tim? Dün gece mi? Hayır, diye mırıldandım içimden. Dün gece
babama gitmiştik; sonra dönüşte arabada annemle ilgili anıla
rımı naklederken birden onu hatırlayamadığımı fark edince si
nirlerim gerilmiş ve durumu kavrayan Derya üstüme varmaya
rak dinlenmem için bana yaklaşmaktan çekinmişti. O hadiseyi
unutmuştum aslında, onu da hesaba katmak lâzımdı, annemin
yüz hatlarını da, onu kaybettiğimiz zamanı da çıkaramamıştım
bir süre.
Ama dün gece Derya ile sevişmediğimizi anımsıyordum.
Ya bir gün öncesi? Evvelki gün veya ondan bir gün ön
cesi, sevişmiş miydik? Zihnimi zorladım yine. Sonra büyük bir
keşifte bulunmuş gibi sevindim; tabii ya en son dün sabah bir
birimizin olmuştuk. Babamı ziyarete gittiğimiz günün sabahı.
Hatta yataktan geç kalktığımız için işi de sermiştik. Topu topu
aradan bir gün geçtiği halde bana haftalar gibi uzak gelmişti.
Oysa şimdi gayet net anımsıyordum. Gözlerimizi aynı anda aç
mıştık ve birbirimize sarılmış haldeydik. Sonrası malum, istek
ve heyecanla birbirimizin olmuştuk.
"Murat!"
Derya tekrar seslenmişti. .
Hemen buzdolabının kapağını açıp maden suyu şişesini
çıkardım. Sodayı bardağa boşaltırken sevgilim birden mutfak
kapısında beliriverdi. Çoraplarıyla, terliksiz geldiğinden ayak
seslerini duyamamıştım.
"Nerede kaldın, kuzum?" diye kinayeli bir şekilde sordu.
Duygularımı saklamaya çalıştım.
"Bulantımı bastırmak için camı açıp biraz soğuk havayı te
neffüs ettim," dedim.
"İşe yaradı mı bari? Sodayı iç, hazme iyi gelir."
"Tamam."
Bardağı ağzıma götürdüm ama ellerim titriyordu.
"Titriyorsun sen," dedi.
1 3 4
Mehmetcan
"Bulantıdandır."
"O kadar şiddetli mi?"
Nasd oldu bilmiyorum ama âni bir kararla elimdeki barda
ğı tezgâhın üzerine bırakıp sevgilimi omuzlarından kavradım.
Bundan sonra olacakları artık düşünmek istemiyordum. Onu
birden kavramamı yadırgamıştı. Biraz şaşırarak bana baktı.
"Derya," diye inledim âdeta.
"Efendim, sevgilim."
"Seninle konuşmamız lâzım."
Yüzüme manidar bir şekilde baktı.
"Hangi konuda?"
"Geleceğimiz hakkında."
Kaşları çatılmıştı.
"Ne demek bu? Ne söylemek istiyorsun?"
"Derya, artık bilmen lâzım."
"Allah Allah! Neyi bilmem lâzım Murat? Bilmece gibi ko-
nuşmasana."
"Ben hastayım, Derya," dedim.
"Ne hastası? Yine şu gördüğün kâbusları mı kastediyor
sun?"
"Evet, onları... Ama mesele sandığın kadar basit değil. Çok
daha vahim. Anlamadığım bir sürü şey oluyor etrafımda."
Sevgilimin nefis mavi gözlerinde belirgin bir gölgelenme
oldu. Kısık fakat yumuşacık bir sesle fısıldadı.
"Nen var, Murat? Neden anlatmıyorsun bana?"
"Ben galiba aklımı oynatıyorum. Ya da bunuyorum veya
ismini bilmediğim bir ruh hastalığına yakalanıyorum."
Ters ters yüzüme baktı. "Ne demek şimdi bu? Bu yaşta sa
pasağlamken nasıl bunarsın ayol?"
Galiba işin en zor yanını atlatmış, sonunda gerçeklerle yüz
leşmek şansını yakalamıştım. Gerçi bunları Derya'ya anlatmak
hâlâ bana çok zor gelecekti, ama ok yaydan çıkmıştı bir kere
artık geri dönemezdim.
135
Mehmetcan
"Meselâ," dedim. "Şu geçen pazar yaptığımız sevişme. Onu
hiç hatırlamıyorum. Sen değişik ve fantezilerle dolu olduğunu
söylemiştin ama benim beynimde en ufak bir kalıntısı yok."
Bir an beni süzdü.
"Yok mu? Yani o sahneleri hiç hatırlamıyor musun?"
"Üzgünüm ama hiç hatırlamıyorum."
"Bunun için mi bunadığına hükmediyorsun?"
"Başka nedenler de var. Lütfen bana anlatır mısın, geçen
pazar ne oldu?"
Derya koluma girdi, beni salona doğru sürükledi. Koridoru
geçerken hiç de telaşlı olmayan bir ses tonuyla mırıldandı.
"Tamam," dedi. "Sana her şeyi bütün teferruatıyla anlatı
rım. Bakalım, hatırlayacak mısın."
"Lütfen," diye kekeledim. "Her teferruatı bilmek istiyo
rum."
"Teferruatı ha? Sence çok mu önemli bu?"
"Evet, önemli."
"Pekâlâ. Önce oturalım bir yere."
Sevgilim hiç de telaşlı görünmüyordu. Hatta şaşkın şaşkın
baktığım yüzünde ne bir gerilme ne de hayret ifadesi vardı.
Oysa anlattıklarımın onu paniğe kapılmasına yol açacağını san
mıştım. Salona geldik, az evvel oturduğumuz kanepeye yerleştik
ama bu sefer dizime yatmadı. Gözlerimin içine bakarak konuş
maya başladı.
"Geçen pazar yağmur yağıyordu, hava açık olsaydı senle
bentlere yürüyüşe gidecektik, ama hava kapalı olunca vazgeç
miştik. Öğleye kadar evin içinde oyalandık. Sen pul koleksiyo- •
nunla meşguldün ben de salonda müzik dinliyordum."
"Sonra? Sonra ne oldu?"
Derya gülümsedi.
"Ben bir banyo yapmaya karar vermiştim."
"Evet?"
"Hatırladın mı?"
1 3 6
Mehmetcan
Başımı olumsuzca iki yana salladım. "Hayır."
"Soyunmak üzere yatak odasına geçtim. Sen de tam o sıra
da çalışma odandan çıkıp yanıma gelmiştin."
Kekeleyerek, "Devam et," dedim.
Sevgilim bir an durakladı.
"Tabii, yarı çıplak bir haldeydim. Anlarsın ya, çıplaklığım
dan etkilenmiştin. Her zaman yaptığın gibi bana sarılıp öpmeye
başladın. Bilirsin, ben de ateşli bir kadınımdır ve her zaman se
vişmeye hazırımdır. Sana karşılık verdim, sonra yatağa yuvar
landık."
"Yani hepsi bu kadar mı?"
Derya çapkınca gülümsedi.
"Hayır, değil. O an kulağıma hiç alışık olmadığım bir şey
fısıldadın."
"Ne dedim?"
"Sevişmelerimizin çok monotonlaştığını, biraz değişiklik,
daha renkli ve heyecan verici yenilikler isteyip istemediğimi
sordun."
"Sen ne cevap verdin?"
Derya hafifçe gülümsedi.
"Yapma, Murat, hangi kadın böyle bir teklife hayır der ki?"
"Sonra seni iple yatağa mı bağladım?"
"Evet."
"Bu olay yatak odamızda cereyan etti, değil mi?"
"Tabii."
"Yani bir başka zaman ve bir başka yerde aynı olayı tekrar
yaşamadık, değil mi?"
"Saçmalama kuzum. Başka nerede yaşayabiliriz bunu."
Beni yeni bir titreme almıştı. Gözlerimi Derya'dan kaçıra
rak sordum.
"Benim elimde bir bıçak var mıydı?"
"Bıçak mı?"
"Evet, bıçak veya hançer türünden kesici bir âlet."
137
Mehmetcan
"Ne münasebet? Sevişirken elinde bıçağın ne işi olabilir."
Her şeye rağmen derin bir nefes almıştım.
Olayı hâlâ ve kesinlikle hatırlamıyordum, ama en azından
elimde bir bıçak olmaması beni rahatlatmıştı sanki.
"Daha detay ister misin?" diye sordu.
içimi yeni bir korku kaplamıştı ama elimde olmadan evet
anlamında başımı sallamıştım.
"Beni çırılçıplak soydun," dedi. "Sonra bileklerimden ya
tağın iki ucuna bağladın. Kabul ediyorum, doğrusu benim için
de değişik ve müthiş haz verici bir deneyimdi. Biraz sapık bir
yanı olsa da heyecanlıydı. Hatta seviştikten sonra ara sıra bu tür
fanteziler denemeye karar vermiştik."
Bütün kanım çekilir gibi olmuştu.
Benim dünyamda böyle çarpık fantezilere hiç yer yoktu.
Hayatım boyunca da denememiştim. Bu çılgınlığa nasıl tevessül
ettiğimi anlamıyordum. Acaba hangi neden beni böyle bir iste
ğe itmiş olabilirdi?
Birden sordum.
"Seni karyolaya bağladığım ipler..."
"Eee, ne olmuş o iplere?"
"Onları ben mi bulup yatak odasına getirdim?"
Derya çok anlamsız bir sual sormuşum gibi omuzlarını silk-
ti.
"Burası senin evin değil mi, sevgilim? Tabii ki o ipleri sen
getirdin?"
"Nereden getirdim?"
"Ne bileyim? Bunu düşünmek hiç aklıma gelmemişti. Belki
mutfaktan ya da balkonlardan birinden."
Ona söylemedim ama benim evimde ip yoktu. Hele bir in
sanı yatağa bağlayacak kalınlıkta bir ip. Buna kesinlikle emin
dim. Derya gözlerimin içine bakarak, "Sahiden o günü hiç ha
tırlamıyor musun?" diye sordu.
"Ne yazık ki, hatırlamıyorum."
1 3 8
Mehmetcan
"Yazık. Zira ikimiz de çok zevklenmiştik."
"Dur bir dakika," dedim.
Bir şeyler hatırladığımı sanarak ümitle yüzüme baktı.
"Sonra o ipleri nasıl çözdüm. Elimle mi?"
Derya gülümsedi.
"Bak, hatırlamaya başladın galiba," dedi.
"Neyi?"
"Sol bileğim deki ipi bir türlü çözmeyi başaramadığını."
Birden irkilmiştim.
"Sonra nasıl çözdük?" diye homurdandım.
"Mutfağa koşup kocaman bir ekmek bıçağı getirdin. Onu
da hatırlamıyor musun?"
Demek bir nokta da bıçak devreye giriyordu. Ve ben o dü
ğümü keserek açmıştım. Yüreğime yeniden bir ateş düşmüştü.
Bendeki şaşkınlığı gören Derya mırıldandı.
"Ne var ki bunda?" dedi. "O düğümü çok sıkı atmıştın."
Derya diye inler gibi mırıldandım.
"O ipi görsen hatırlar mısın, yani senin bileklerini bağladı
ğım ip olduğunu anlar mısın?"
Sevgilim birkaç saniye düşündü.
"Herhalde," diye mırıldandı sonra.
Ağır ağır kanepeden kalktım kapının önündeki portmanto
ya gidip anorağımın cebimde duran ip parçasını alarak yanma
döndüm. Derya şaşkın bir halde ne yaptığımı anlamaya çalışı
yordu. Avucumdaki ipi ona gösterdim.
"iyi bak," dedim. "Seni bağladığım ip bu muydu?"
Bir süre ipi inceleyen Derya gülmeye başladı.
"Bu ip parçasını neye sakladın?" dedi. "Buydu tabii. He
men tanıdım."
O an bayılmamak için kendimi zor tutmuştum...
1 3 9
Mehmetcan
Ğ>MÎN misin?" diye mırıldandım. "Geçen pazar bura
da sevişirken seni bağladığım ipin bu olduğundan hiç kuşkun
yok mu?"
Bu defa sevgilim sualimdeki ısrar karşısında ciddileşerek
bir ipe bir de gözlerimin içine baktı. Sualimi yadırgadığı çok
belli oluyordu. İşin ciddiyetini anlamasa da ipi parmaklarının
arasına alıp bir süre inceledi. Sonra, "Evet, bu o ip," diye mırıl
dandı. "Eminim, zaten ucundaki düğümden anlamıştım."
Betim benzim daha da sarardı.
Bu kez Derya merakla sormuştu.
"Bu düğümü neden sakladın?"
Sorunun cevaplandırması en pis yanı da buydu zaten. Yut
kundum.
"Ben onu saklamadım," dedim.
"Öyleyse montunun cebinde ne işi var?"
"Onu bugün sana bahsettiğim metruk evde bulduk."
Derya hiçbir şey anlamamış gibi gözlerini kıstı.
1 4 0
Mehmetcan
"Şu babanın tamirini istediği evde mi?"
Başımı üzüntüyle salladım. Derya'nın nasıl bir yorum yapa
cağını bekliyordum. Birkaç saniye afallayan sevgilim samimi bir
kahkaha attı.
"Git, Allah'ını seversen, Murat! Benimle dalga mı geçiyor
sun?" dedi.
"Doğru söylüyorum Derya. Bunu orada bulduk."
"Bulduk da ne demek? Kim vardı yanında?"
"Behzat. Zaten ipi de önce o gördü."
Derya dehşete kapılmış gibi ipe bakıyordu şimdi.
"Olmaz öyle şey... İmkânı yok. Nasıl olabilir?"
"Benim de aklımın almadığı bu ya."
Sevgilim çaresizlik içinde bir izah yolu arıyordu.
"Sen orada düşürmüş olmayasın?" dedi.
"Ben mi?"
"Tabii ya."
"Saçmalama Derya! Bu ipi Sarıkaya'ya götürmüş olamam
ya?"
Hâlâ iri iri açılmış gözleriyle yüzüme bakıyordu.
"Bilemiyorum," diye fısıldadı. "O gün, yani seviştiğimiz
pazar günü bıçakla ipi kestikten sonra o parçayı ne yaptığını
hatırlıyor musun?"
"Yapma Derya, ben seviştiğimizi bile hatırlamıyorum."
"Tamam işte; acaba o rahatlıkla kestiğin ipi sonra atmak
için montunun cebine tıkmış olamaz mısın? Sonra da cebinde
de unutmuş olabilirsin. Bugün de oraya gittiğinizde düşürmüş-
sündür."
"Bu söylediklerinin olabileceğine aklın kesiyor mu Derya?"
Sevgilim sustu. Belli ki kendi söylediğine kendi de inanmı
yordu. Neden sonra, "Evet biraz mantıksız," diye homurdan
mak zorunda kaldı. Yüzüme baktı şaşkın şaşkın.
"Peki sen bunu nasıl açıklıyorsun?" diye sordu.
"Açıklayamıyorum sevgilim," dedim.
1 4 1
Mehmetcan
Derya birden ellerime yapıştı.
"Hayatım," diye inledi. "Düşlerinde hep beni o metruk
evde, boş bir odada, masaya bağlı olarak görüyordun, değil
mi?"
"Evet."
"Bir masanın üzerinde ve çırılçıplağım."
"Doğru."
"Ve bir de bana tecavüze yeltenen bir adam görüyorsun?"
"Evet."
"işte, sanırım meselenin püf noktası burada toplanıyor."
"Nasıl yani?"
"Sen şuuraltında hep böyle bir tecavüzü kuruyorsun. Bana
öyle geliyor ki geçen pazar uygulamaya kalkıştığın fantezinin al
tında da o var. içinden gelen bir his o sahneyi tekrar yaşatmak
istedi. Beni o yüzden karyolaya bağladın."
Birkaç saniye düşündüm.
"Bir an için bu söylediğini varsayalım. Bu neyi değiştirir ki?
Bilakis benim hasta biri olduğumu kanıtlamaz mı? Sana zorla
tecavüze niye kalkışayım ki?"
"Ama karabasanlarında gördüğün o adamı unutuyorsun.
Senin gizli bir düşmanın var, belki de bütün sıkıntın o adamı
tanıyamamak. Asd mücadelen benimle değil, o adamla."
Buna benzer bir faraziyeyi ben de yürütmüştüm. Lâkin o
vasıfta biri asla aklıma gelmiyordu. Başımı salladım.
"Aynı şeyi ben de düşündüm Derya," diye mırıldandım.
"Ama benim beynimde yer edecek öyle bir düşmanım yok ki."
"Emin misin? iyi düşün," dedi.
"Çok düşündüm. Öyle birini çıkaramıyorum. Kim benim
düşmanım olabilir ki? Hayatta kimseye bir kötülüğüm dokun
madı."
Sevgilim acır gibi beni süzmüştü.
"Bu böyle devam edemez," diye homurdandı. "Yarın ilk
işim Dr. Feridun bey'e telefon edip randevu almak olacak."
1 4 2
Mehmetcan
" Kim o ? Bir psikiyatr mı ? "
"Evet. Zehra'nın kocası."
Durakladım bir an.
"Zehra mı?"
"Evet, canım. Hani geçenlerde seni Atatürk Kültür Merke
zindeki konserin fuayesinde tanıştırdığım arkadaşım. Bana ne
kadar çıtı pıtı, sevimli bir kadmcağız demiştin. O işte..."
Yüzüm bir kere daha asıldı.
Ne öyle birini ne de gittiğimiz o konseri hatırlıyordum...
Uzun, tatsız ve sıkıcı bir gece geçeceğe benziyordu. İlk şo
kun etkisini atlatan sevgilim her zaman ki müdahaleci haliyle
daha şimdiden duruma el koymuştu bile. Benim tüm itirazları
ma, meseleyi bir daha enine boyuna düşüneyim dememe aldır
madan, hemen telefona sarılmış ve arkadaşı Zehra'yı aramıştı.
Tutarsız itirazlarım havada kalmıştı, Derya'nın beni dinleme
ye hiç niyeti yoktu. Neyse ki beni nefes aldıran bir netice ile
karşılaşmıştı ve bu hiç hesapta yoktu. Dr. Feridun mesleki bir
kongreye katılmak üzere yurtdışına çıkmıştı ve bir hafta sonra
dönecekti.
Nedendir bilinmez, rahat bir nefes aldım; hatta içimden
sevindim bile. Açıkçası doktorla yüz yüze gelmekten korkuyor
dum. Belki tıbbi bir müdahale, uygulanacak terapi sıhhatim için
gerekliydi, üstelik bunun bilincindeydim de ama yine de kor
kuyordum. Tedavim sonuç vermezse, Derya'yı kaybedecektim.
Bunun başka sonucu olmazdı, kaçınılmaz âkibetti.
"Önemli değil," diye mırıldandı Derya telefonu kapattık
tan sonra. "Bir hafta daha bekleriz. Atla deve bir zaman sayıl
maz bir hafta."
"Öyle tabii," diye fısıldadım.
Göz ucuyla sevgilimi süzdüm. Nedense durulmuş, köşesi
ne? büzülmüş, düşüncelere dalmıştı. Üzüldüğünü anlamıştım;
1 4 3
Mehmetcan
ne de olsa sonucu olumsuz tecelli edebilecek bir derde düşmüş
olabilirdim. Fakat Derya birden beni şaşırtan bir lâf etti.
"Murat," diye fısıldadı. "Bu durum çok garibime gitti."
"Nasıl yani?" dedim.
"Bu söylediklerin pek inanılır cinsten değil. Mantıksız, saç
ma ve de inandırıcı değil."
Hazin bir şekilde gülümsedim.
"Doğrudur, insanlar sevdiklerine böyle bir sonu yakıştır
mazlar."
Sevgilim hemen itiraz etti.
"Onu demek istemedim."
"Ne demek istiyorsun peki?" diye söylendim.
"Acaba biri seninle oyun mu oynuyor?"
Yadırgayarak yüzüne baktım.
"Oyun mu?"
"Oyun kelimesi biraz hafif tabii. Yani demek istiyorum
ki..."
"Ne demek istiyorsun?"
Mavi gözleri hiddetle parıldadı.
"Biri acaba sana feci bir tuzak mı kurdu?"
"Sen neler diyorsun Derya? Kim bir tuzak hazırlayarak be
nim düşlerime girebilir?"
"işte, bunu bilmiyorum henüz. Ama tatsız bazı şeyler se
zinler gibiyim?"
içimden zor da olsa gülmek geldi, fakat gülümsemedim bu
defa.
"Ne sezinliyorsun?" diye mırıldandım.
"Ben mantıksız hiçbir şeyi kabul edemem. Örneğin şu ipin
düşlerine giren evde bulunması gibi. Bu olacak şey değil. Ispat-
lansa bile hiçbir iddia bana bunu kabul ettiremez."
"Ama bu bir gerçek. O ip düğümünü sen de görüp kabul et
tin. Seni yatak odamızdaki karyolaya bağladığım ip değil mi o?"
Derya ısrarla başını salladı.
1 4 4
Mehmetcan
"Yanılmış olabilirim. Kimse bundan kesin emin olamaz.
Alt tarafı bir ip parçası. Eminim ki beni öyle merak uyandıran
bir şekilde sorgulamasan, belki de o ip değildi derdim."
Galiba beni rahatlatmaya çalışıyordu.
"Unutma," dedim. "O benim beynimin yarattığı bir şey de
ğil. Onu Behzat buldu."
"Lanet olsun, işin tersliği de bu ya..." Yüzünün hatları iyi
ce gerilmişti. "Behzat'tan şüphe edemem, o senin eski arkadaşın
ve iş ortağın.
Tutamadım kendimi.
"Yoksa ondanda mı kuşkulandın?"
"Her şeyi ihtimal dahilinde görmek gerekir," dedi.
Hayretle yüzüne bakmıştım.
"Neler diyorsun, sevgilim? Nasıl olur? Bunca yıllık orta
ğımdan nasıl şüphe edersin?"
"Henüz kimseyi suçladığım yok Murat, sadece olası suçlu
ları beynimden geçiriyorum."
"Yapma, Derya," diye inledim. "Sen bulanık suda balık av
lıyorsun. Lütfen asıl gerçekleri yakalamaya çalış. Ortada beni
çıldırtmaya çalışan biri filan yok. Ben bir hastalığa tutuldum.
İflah olur muyum, bilmiyorum ama durumum gittikçe kötü
leşiyor. Gördüğüm kâbuslar artıyor, artık gerçeklerle rüyaları
karıştırır hâle geldim. Zihnimde sık sık unutkanlıklar oluyor.
Düşünsene daha dün akşam eve dönerken, bir an annemi hatır-
layamadım. Keza, ne geçen pazar ki sevişmemizi, ne de konser
de tanıştırdığını söylediğin kız arkadaşını da anımsamıyorum.
Bütün bunlar bir başkası tarafından yapılabilir mi? Sorun ben
de anlaşana..."
Sevgilim, susmak zorunda kaldı.
Ama bu mantıklı açıklamalarım karşısında dahi rahatlama-
mıştı. Nedense hasta biri olduğumu kabullenmek istemiyordu
bir türlü... * * *
145
Mehmetcan
Bu normal bir rüya mı, yoksa sık sık gördüğüm kâbuslardan
biri miydi, çıkaramıyordum bir türlü. Hatta belki de uyanıktım .
Elimden gelse kendime bir çimdik atıp hayal görüp görmediğimi
kontrol etmek istiyordum...
i Yabancı olduğum bir yerdeydim, ilk defa gördüğüm bir or
tam. ..
Tenha, sakin bir çevre...
i Bir evin içindeyim. Huzurluyum. Geniş bir salon, hatta fazla
geniş. Bol ışıklı, iyi ve pahalı eşyalarla döşenmiş bir ev...
Etrafa bakmıyorum.
Bu bir kâbus değil, içimde ne korku, ne de yarış heyecanı
var. Bilâkis rahat ve güvende hissediyorum kendimi. Salon boş.
Ama uzaklardan insan sesleri duyuyorum. Bazı konuşmalar akse
diyor derinden.
Meraka kapılıyorum. Acaba neredeyim, diye.
ıDuyduğum sesler yaklaşıyor. Gözlerim salonun giriş kapısı
na çevriliyor. Sanırım içeriye birileri girecek. Bekliyorum.
Nihayet kapı açılıyor.
Annemle babam giriyor içeri, ikisi de genç ve sağlıklılar. Ba
bam sert adımlarla yürüyor. Hayret, rüyam da dahi onun felçli
olmadığını anlıyorum. Sevinçle yerimden fırlıyorum. Ama se
vincim yarım kalıyor. Annemin yüzü asık, suratı kederli. Yoksa
ağlıyor mu? Suratındaki ifadeyi anlamak için gözlerimi kısarak
haktyorum.
içim cız ediyor.
Onu üzgün görmeye hiç alışık değilim. Aynı anda bir şeyi
daha fark ediyorum; sevgili annem ve babam salona girmeleri
ne rağmen beni görmüyorlar, inanamıyorum bir türlü, yerimden
kalkıp, "Anne," diye sesleniyorum. Niyetim niye ağladığını sor
mak
Ama beni duymuyor, başını çevirip bakmıyor bile. İkisi de
salondaki varlığımdan haberdar değiller. Merakım artıyor. Yak
laşıp ona sarılmak istiyorum. Yapamıyorum bir türlü, sanki an-
1 4 6
Mehmetcan
nemle aramda aşamadığım bir duvar var. Heykel gibi kalıyorum
yanı başında...
"Bunun tek sorumlusu sensin," diyor babam.
Bana mı söylüyor, diye pedere bakıyorum.
Hayır, bana değil, anneme hitap ediyor babam...
Bakışlarımı anneme çeviriyorum bu defa. Ne cevap verece
ğini merak ediyorum. Onların tartıştıklarına çok ender tesadüf
ettiğimi anımsıyorum. Babamın annemle konuşurken sesini bile
yükseltmediğini çok iyi bilirim, oysa babam bu kez âdeta bağırı
yor.
Annemin ise karşılık verdiği yok. Sadece gözyaşı döküyor.
Onlara varlığımı hissettirmek, mevcudiyetimi belirtmek için
olanca gücümle bağtrıyorum bu defa. Belki de bir çığlık atıyorum,
ama hiç duymuyorlar. O zaman ürkmeye başlıyorum, beni neden
işitmediklerini anlayamıyorum. Oysa orada, hemen yanı başla-
rındaytm.
Annemin sırtında açık yeşil renkli, ipek bir elbise var. Şaşırı
yorum, annem yeşil rengi hiç sevmez oysa. Bu elbiseyi de sırtında
ilk defa görüyorum. Babam ise kravatsız. Beyaz gömleğinin yaka
sı açık, sırtında da ceketi yok. Bunu da yadırgıyorum.
"Bunun cezasını çekeceksin Ayşe..."
Donup kalıyorum. Annem ne suç işlemiş olabilir ki, babam
onu cezalandırmakla tehdit etsin. Üstelik annem bu lâflara hiç
karşı koymuyor, sanki suçunu kabul etmiş gibi. Sadece bir suçlu
gibi gözyaşı döküyor.
İnanamıyorum...
Annem suçlu olamaz. O melâike gibi bir kadındır. Suç işle
mesi imkânsız.
Öfkem kabarıyor. Annemin gösteremediği tepkiyi ben gös
termek istiyorum. Buna şiddetle itiraz etmeli, annemi savunma
lıyım. Ama neyi savunacağım, babamın iddiasını bilmiyorum ki?
Gerçi önemli de değil bu iddia. Suçlama ne olursa olsun, o daima
masumdur.
147
Mehmetcan
Lekesiz, saf ve tertemiz bir kadın.
Anaların en iyisi...
Ama neden babamın suçlaması karşısında ağzını açıp tek
kelime etmiyorPYoksa babamın haksız iddialarını kabul mu ede
cek? Hayır, bunu yapmamalı, susmamak, kendini savunmalı...
Yeniden aralarına girmek istiyorum.
Aman Tanrım, acaba neden beni fark etmiyorlar? Neden
oradaki varlığımı hissetmiyorlar, yoksa beni görmüyorlar mı?
Tam o sırada salonun kapısı yeniden açılıyor. Hiç tanımadı
ğım bir adam beliriyor eşikte. Bir yabancı, yüzünü seçemiyorum.
Onun burada ne işi var acaba? Neden bizim aile meclisimize bu
kadar sorumsuzca iştirak ediyor? Burada bir tartışma hüküm sü
rüyor, aile içi bir ihtilaf... Onun bunu işitmemesi gerekiyor.
Annemle babam beni hissetmiyorlar, ama belki ben o yaban
cıyı buradan uzaklaştırır, aile mahremiyetinin sırlarını öğrenme
sine engel olabilirim. Salonun kapısına doğru koşuyorum...
Lâkin tam kapının önüne geldiğimde yerime çakılıp kalıyo
rum.
Gözlerim irileşiyor, dehşete kapılıyorum. Şimdiye kadar hiç
böyle bir şey görmediğimi anlıyorum. Adamın yüzü yok... Tam
çehresinin olduğu yerde mat bir beyazlık var. Sanki derisi beyaz
bir kumaş.
Dilim tutuluyor. Öylece kalıyorum.
Yüzsüz yabancı şaşkınlığımı anlamış gibi. İki adımda yanıma
yaklaşıp beni omzumdan itiyor. Paldır küldür yere yuvarlanıyo
rum. Bana hiç aldırmadan bizimkilere doğru yaklaşıyor.
Yerden kalkamadan arkasından bakıyorum adamın.
Onun hiç umursadığı yok.
Yuvarlandığım yerde dizlerim titremeye başlıyor.
Ayağa kalkacak mecalim yok.
Ama çok tatsız bir şeyler olacağını sezinliyorum artık. O yüz
süz adam kötü biri ve buraya da içindeki melaneti taşımak için
geliyor. Aileme bir kötülük yapacak.
1 4 8
Mehmetcan
Neyse ki babam burada. O gerektiğinde hepimizi rahatlıkla
korur.
Ya ben? Ben bir şey yapamayacak mıyım?Ailemin yardımı
na koşmayacak mıyım?
Yerden kalkmaya çalışıyorum. Dizim kanıyor. Yere düştü
ğümde çizilmiş olmalı. Dizime bakıyorum. Bir şaşkınlık da o za
man yaşıyorum. Ayağımda kısa pantolon var. Rüyamda bütün
zaman kavramı birbirine karışmış durumda. Ben daha henüz kısa
pantolon giyen bir çocuğum, ama nasıl olur, kendimi erişkin, koca
bir adam gibi görüyorum. Bir zaman tünelinin içinde olduğumu
ne yazık ki geç idrak ediyorum.
Düştüğüm yerden sıçrıyorum.
içimden bağırmak geliyor. Salondaki yabancının varlığını
bizimkilere duyurmak istiyorum ama beceremiyorum. Ağzımdan
çıkan feryatları yalnızca kendim duyuyorum...
Adam onlara yaklaşıyor. .
Ve cebinden sivri bir hançer çıkarıyor.
Belli ki niyeti kötü. Aileme zarar verecek.
Son bir çığlık daha atıyorum...
Gözlerimi açtığımda her zamanki gibi yatakta buldum ken
dimi. Derya yanımda uyuyordu. Fakat hiç terlememiştim bu se
fer. Sanırım rüyamda bağırmamıştım ama, kâbusumda attığım
o son çığlık sadece rüyamda kalmıştı. Derin bir nefes almıştım.
Gördüğüm karabasanlar sonrası kendimi çok yorgun his
sederdim, fakat bu sefer öyle olmamıştı. En ufak bir yorgunluk
duymuyordum. Galiba bu alelade bir rüya idi. Karanlık oda
nın içinde yanımda uyuyan Derya'nın muntazam alıp verdiği
solukları dinlerken, hiç kımıldamadan düşünmeye çalıştım. Bu
son gördüğüm rüya gerçekten bir karabasan değil miydi? Şayet
değilse, o yüzü olmayan adamın rüyamda işi neydi?
1 4 9
Mehmetcan
KÎMÎZ de dikkatle babamın derisi kırışmış yüzüne, feri
kaçmış gözlerinin içine bakıyorduk. Cemal Efendi'nin hazırla
yıp elimize sunduğu sabah kahvelerinden bir yudum bile alma
mıştık daha. Babam beklenmedik ve habersiz yaptığımız sabah
ziyareti karşında zaten şaşırmıştı, ama onu asıl geren hususun
sorduğum sualler olduğunu hemen anlamıştım. Ne de olsa,
Derya onu daha ikinci kere görüyordu, mimiklerini, yüzündeki
ani değişiklikleri benim kadar net ve iyi anlayamazdı.
Dün gece gördüğüm o garip rüyayı sabahleyin sevgilime
anlatırken, ilk işim bugün babama uğrayıp bazı sorular sormak
olacak, demiştim. Belki bir doktor yardımı olmadan rüya ve
kâbuslarımın derinliklerine inip orada yatan gizleri çözemez
dim ama en azmdan bu konuda gayret göstermem gerekecekti.
Derya, biraz çekinerek, "Ben de seninle gelebilir miyim?" diye
sorunca, hiç tereddüt etmeden, "Tabii," demiştim. O saat sabah
on sularında babamın evinde, aydınlık salonunda karşı karşıya
oturuyorduk. Önce bizi karşısında görünce sevinmişti. Fakat
153
Mehmetcan
daha kendisine ilk sorumu yöneltince suratının ifadesi değişi
vermişti birden. Şimdi ise gerildiğini gayet iyi hissediyordum.
"Evet, baba," dedim. "Sanırım o zamanlar henüz ilkokula
yeni başlamıştım, değil mi?" dedim, mümkün olduğunca sesi
me anlayışlı bir hava vermeye gayret ederek.
"Bilmem," dedi işkilli bir ses tonuyla. "Aradan o kadar
uzun zaman geçti ki hatırlamakta zorluk çekiyorum bazı şeyleri.
Ne de olsa artık yaşlı ve hastalıklı bir adamım; galiba geçirdiğim
bu felcinde etkisi oldu. Bazen dün yediğim yemeği bile unutu
yorum."
"Sen yine de hatırlamaya çalış, baba," dedim.
Sesimdeki dik ifadeye alışık değildi tabii. Gayri ihtiyari ir
kilerek yüzüme şaşkın bir bakış daha fırlattı. Fakat doğrudan
cevap vermek yerine, işi şakaya boğuyormuş gibi mırıldanmayı
tercih etti.
"ilâhi oğlum, nereden aklına geldi şimdi o yazlık ev? Rü
yanda mı gördün?"
Garip ama gerçekti. Hakikaten de rüyamda görmüştüm.
"Evet," dedim.
Babam bir an durakladı.
"Ne gördün rüyanda?" dedi sonra titrek sesiyle.
"Büyük, aydınlık bir salon. Gösterişli mobilyalar, kalın ka
dife perdeler. Emin değilim ama galiba bir de geniş bahçe vardı.
Oradan uğuldayan sesler geliyordu bulunduğum salona."
Babam yine düşünür gibi yaptı.
"Suadiye'deki yazlık köşk olsa gerek. Öyle ya, oraya yazlığa
gittiğimizde sen sanırım ilkokula yeni başlamıştın daha. Orası
olmalı. Ama orayı senin hatırlaman lazım."
Doğruydu bu. Cidden hatırlıyordum.
Büyük ahşap bir konaktı. Ağaçlarla dolu geniş bir bahçesi
vardı. Birden bahçenin tam ortasındaki fıskiyeli, içinde kırmızı
süs balıklarının bulunduğu havuz canlandı gözümün önünde.
Bazen Cemal Efendi elimden tutar havuzun başına götürerek
154
Mehmetcan
ufalanmış ekmek parçaları atardım balıklara. Ama balıklar on
ları yemezdi.
"Evet," dedim. "Hayal meyal hatırlıyorum."
"Eee? Bilmek istediğin nedir oğlum?"
"Ne oldu sonra o köşk?"
"Yandı," dedi babam.
"Yandı mı? Ne zaman?"
"Yıllar önce. Aradan seneler geçti oğlum."
"Ben kaç yaşındaydım?"
"Bilmem. Herhalde yedi sekiz yaşlarında olmalıydın."
"Evet," diye mırıldandım. "Bu yangını hatırlıyorum."
Babam hayretle beni süzdü.
"Hatırlıyor musun? Yani yangın âm mı aklına geliyor?"
Hafızamı zorladım. Gözlerimin önünde bir yangın sahnesi
canlanmıyordu.
"Bilmem... Galiba..." diye fısddadım.
"Ama bu imkânsız."
"Neden?"
"Zira biz o köşke yazlığa giderdik. Yangın çıktığında Maçka'
daki daireye dönmüştük. Yani sen orada değildin. Tabii, gün
lerce o yangın hadisesi konuşuldu aramızda. Zahir konuşmalar
aklında yer etmiş olmalı."
"Mümkündür," diye mırıldandım. "O yangın neden çıktı
baba?"
Babam konudan sıkılmış gibi homurdandı.
"Allah'ını seversen Murat, niye o hadiseyi sorup duruyor
sun? Tatsız bir olaydı, şimdi Derya kızımızın yanmda geçmişi,
üstelik nahoş bir hadiseyi üstelemenin ne anlamı var? Konuşa
cak başka konu mu bulamadın?"
Göz ucuyla sevgilime baktım. O da benim gibi dikkatle ba
bamı süzüyordu.
"Olsun, sen anlat lütfen. Bilmek istiyorum."
Pederin suratı asıldı. Ama sorumu cevapladı.
155
Mehmetcan
"Elektrik kontağından," dedi. "Ahşap evlerdeki en büyük
tehlikelerden biridir."
"Yaralanan filan olmuş muydu? Ya da can kaybı?"
Nedendir bilmem, ama babamın yüzü birden sararmıştı.
"Hayır," dedi sertçe. "Can kaybı filan olmadı. Sadece bizim
Cemal henüz Maçka'ya dönmemişti. Yangın sırasında köşkte
sadece o vardı. Yangın gece yarısı çıkmıştı. Hatırladığım kada
rıyla biraz dumandan rahatsız olmuştu, hepsi o kadar."
Susup biraz düşündüm.
Beynimdeki asıl sorun bu yangın hadisesi değildi tabii. O
olay sadece köşkle ilgili gördüğüm rüyaya bir girizgâhtı sadece.
"O köşkü ne zaman satın almıştın baba?" dedim.
Soğuk bir şekilde gülümsedi.
"Ben değil, büyük baban almıştı. Sanırım otuzlu yılların
sonunda veya kırklı yılların başında, tam çıkaramıyorum şimdi,
zira ben de ufaktım."
"Bilmiyordum," diye fısıldadım.
"Nereden bileceksin? Dediğim gibi yangın sırasında sen de
çok küçüktün."
"Sonra ne oldu o arsa?"
Babam içini çekti,
"Yangınla beraber ev tam bir enkaza dönüştü. Yeniden
yaptırmak yerine araziyi satmaya karar vermiştim. Zaten o hadi
seden sonra ahşap binalarda oturmamayı yeğledim."
"Kime sattın peki?"
Ben sordukça babamın yüzü gittikçe geriliyordu.
"Neden soruyorsun şimdi bunları?" diye âdeta serzenişte
bulundu sert bir sesle.
"Merak ettim sadece," dedim.
"Kayserili bir tüccara."
"Yazık olmuş," diye fikrimi söyledim. "Keşke biz de kal
saydı."
"Neden?"
156
Mehmetcan
Hiç bozuntuya vermeden gülümsedim. "Birincisi," dedim,
"Şimdi çok değerli bir mülk olurdu elimizde. İkincisi de, rah
metli annem orayı çok severdi."
Yüzü daha da sararmıştı babamın. Sanki benden bir şey
gizliyormuş gibi çekingen bir şekilde kekeledi.
"Annenin orayı sevdiğini de nereden çıkardın şimdi?"
"Çok sonraları bir defa bana o köşkten uzun uzun bahset
mişti."
"Ya, öyle mi?"
Tabii, annemle o konuda hiçbir görüşme yapmamıştık.
Ama babamın neden sinirlendiğini anlamıyordum henüz.
"Hayret," diye mırıldandı peder.
Yüzüne baktım. Kullandığı o kelimeyi açıklamasını bekler
gibi.
"Annenin o köşkü sevdiğini bilmezdim."
"Sahi mi?"
Galiba sorumda alaycı bir ifade vardı veya babam öyle san
mış olmalı ki, birden benimle konuşmayı keserek gelin adayına
döndü.
"Güzel kızım, bu oğlanın nesi var bu sabah? Sol tarafından
mı kalkmış nedir? Eski bir köşkü tutturmuş duruyor, sanki baş
ka konuşacağımız şey kalmamış gibi."
Derya'nın gülümseyip baba-oğul arasındaki bu konuşma
ya müdahaleden uzak duracağını sanmıştım. Ama hiç de öyle
olmadı.
Derya gayet sakin fakat kararlı bir şekilde ve dikkatle baba
ma bakarak karşılık verdi.
"Murat, dün gece rüyasında yanan köşkü ve annesini gör
müş, efendim," dedi.
"Rüyasında mı?"
"Evet, efendim."
Peder sanki birden rahatlamış gibi derin bir soluk almıştı.
Yeniden bana döndü.
157
Mehmetcan
"Hayırdır, inşallah oğlum. Rüyaları daima hayra yormak
gerekir. Nasıl gördün rahmetliyi?"
"Münakaşa ediyordunuz," deyiverdim birden.
Babam şaşırmış gibi gözlerimin içine baktı.
"Annenle münakaşa mı dedin? Çok tuhaf... Rüya bile olsa
yadırgadım doğrusu."
"Neden?"
"Belki şaşacaksın ama biz evliliğimiz boyunca annenle bir
gün bile olsa tartışmamıştık, aramızda mükemmel bir uyum
vardı."
Gözleri daldı, hüzün bulutlan dolaştı yüzünde.
"Allah herkese bizimki gibi mutlu bir beraberlik nasip etsin.
Özellikle de sizin gibi yeni evlenecek çiftlere," diye fısıldadı.
Bir an içimde belli belirsiz bir isyan duygusu yaşadım. Bu
yaptığım düpedüz haksızlıktı; geldiğimden beri babama belli
etmemeye çalışsam da âdeta saldırıya hazır, düşlerimde gördük
lerimin etkisiyle bir hasım gibi konuşuyordum. Benim gördü
ğüm sadece bir rüya idi ve gerçek yaşamla, ikisinin geçmişiyle
bir ilgisi olmaması gerekirdi. Babam bu konuda yalan söylemi
yordu. Hepsi doğruydu. Hatırladığım kadarıyla onların bir gün
tartıştıklarına, münakaşa ettiklerine şahit olmamıştım. Annem
ne denli hassas ve aşırı duygulu bir kadınsa, babam da o ölçüde
nâzik, müşfik ve anlayışlı bir erkekti. Bu yaşadığım bir parano
ya tezahürü olabilirdi. Rüyamdaki münakaşaları tamamen bir
hayaldi. Oysa ben yıllar öncesine dayanan bir rüyadan neticeler
çıkarmaya çalışıyor, âdeta babamdan hesap sorar gibi davranış
lara yelteniyordum.
Utandım birden.
Susup önüme eğdim başımı. Bu yaptığım çok ayıptı. Daha
düne kadar babamın bunamaya başladığını düşünürken, şimdi
ona geçmişin hesabını sormaya kalkışıyordum. Bir evlât olarak
davranışım affedilmez bir hataydı. Ama ne yazık ki bu hissim
kısa sürdü. Yeniden Şinasi Sarıkaya'yı anımsadım birden.
158
Mehmetcan
Konuyu değiştirerek birden, "Baba," dedim. "Şu benden
tamirini istediğin ev var ya."
Bakışlarını bana çevirip merakla beni süzdü.
"Evet?"
"Sana üzücü bir haberim olacak," dedim.
"Üzücü mü?"
"Ya, öyle... Şinasi Sarıkaya vefat etmiş."
Babam birden irkildi. "Vefat mı etmiş? Ama bir şeyi yoktu
adamcağızın," dedi. "Nasıl olmuş?"
"Bilmiyorum, o hususu araştırmadım. Ama bana öldüğünü
söylediler."
"Kim söyledi?"
"O yörede onu tanıyanlar."
"Allah, Allah," diye fısıldadı babam.
Dikkatle gözlerinin içine bakıyordum. Gerçekten şaşırmış
ve üzülmüş gibiydi. Sanki böyle bir haberi hiç beklemiyormuş
gibi sarsılmıştı.
"Daha beş on gün evvel buradaydı. Bana verdiğim eski
sözü hatırlatmaya gelmişti. Gayet de sağlıklı görünüyordu. Ben
den bile dinçti. Kalp mi acaba?"
"Olabilir," dedim.
Derya ile yeniden bakışmıştık. Ama babam aldığı haberin
üzüntüsünden bizim aramızdaki bakışmamızı görmemişti bile.
Kendi kendine fısıldadı.
"Üzüldüm. Çok yazık... Şimdi mahşerde iki eli yakamda
olacak," dedi.
"Neden?"
Yüzüme bakmadan homurdandı.
"Verdiğim sözü yerine getiremedim de ondan. Başka ne
den olacak. Ben öbür dünyaya kimseye borçlu olarak gitmek
istemem."
Herhalde babam da, benim gibi bazı şeyleri kafasına takı
yordu. Eski işçisini de muhtemelen rüyasında görmüş, bizzat
159
Mehmetcan
gelip verdiği sözü hatırlattığını sanmıştı. Bunun başka izahı ola
mazdı çünkü. Ama ona hayal gördüğünü söyleyemezdim.
"Şimdi ne yapmamı istersin?" diye sordum.
Fakat öylesine sarsılmıştı, sorumu duymadı sanki. Feri kaç
mış gözleri yerdeki halının üzerindeki bir noktaya sabitlenmiş
öylece kalmıştı. Neden sonra, "Bilmiyorum," dedi.
"Herhalde o harap evi artık onarmamı istemezsin, değil
mi?"
"Demek Şinasi ölmüş ha?"
"Üzgünüm ama evet," dedim. "Kaç yaşında vardı?"
"Benim kadar, aynı yaştaydık."
Sanki unutmuşum gibi tekrar sordum.
"Onu en son ne zaman görmüştün?"
Babam başka bir dünyada imiş gibi buğulu bir sesle mırıl
dandı.
"Yanılmıyorsam, otuz üç sene evvel," dedi...
1 6 0
Mehmetcan
Çy ABAMIN evinden ayrılıp bizim şantiyeye doğru gi
derken Derya'nın suratını asmış, yanımdaki koltukta, suskun
oturduğunu neden sonra fark edebildim. Fazlasıyla düşünce
lere dalmıştım.
Gözlerimi yeniden yola çevirerek sordum.
"Ne o, pek sessizsin," dedim.
Önce hiç cevap vermedi. Bunu biraz da babama saygısız
davrandığıma hükmettiğine sanmıştım. Bir açıklama yapmak
gereğini duydum.
"Adamcağıza kaba davrandım, değil mi?" dedim.
Onaylayacağını, evet diyeceğini sanıyordum. Ama verdiği
cevap beni şaşırttı.
"Baban kesinlikle bunak değil. Bilmek istediğin buysa bunu
rahatlıkla ifade edebilirim."
"Buna nasıl hükmettin?"
"Yalan söylediğini sezinledim de ondan."
"Nasıl?"
1 6 1
Mehmetcan
"Evini onarmayı söz verdiği işçisini otuz üç yıldan beri gör
mediğini söyledi. Buna inandın mı? Şuuru ve akli melekeleri
zayıflayan bir insan bir çırpıda o tarihi söyleyebilir miydi? Hem
otuz veya kırk sene demiyor da, tam bir süre söylüyor, otuz üç yıl diye."
"Olamaz mı?"
"Olamaz tabii. Basit bir hesap yap. Bu adam ne zaman ba
banın yanından ayrılmış?"
"Ne bileyim?" dedim.
"Düşün biraz. Otuz üç sene evveline git. O tarihlerde ikisi
de genç olmalılar. Yani ikisi de hayatlarının en faal devrelerinde
imişler."
"Eee, ne olmuş yani?"
"Şayet o adam otuz üç sene önce babanın hizmetinden ay-
rılmışsa, bunun emektarlığı nerede kalır? Halbuki sen ondan
uzun yıllar babamın yanında çalışmış biri diye bahsediyordun.
Ayrıca hiç düşündün mü?"
"Neyi?"
"Şimdi sen kırk yaşındasın. Hesaba göre o köşkün yanması
da garip bir rastlantı ama aynı yıla tesadüf ediyor, yani senin
yedi sekiz yaşlarında olduğun tarihe."
"Dur bir dakika," dedim. "O köşkün yanması ile Şinasi Sa-
rıkaya arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsun?"
"Henüz bir bağlantı kurduğum filan yok. Ama bana biraz
tuhaf geldi."
Gülümsemeye çalıştım.
"Anlaşılan olaylar seni de polis hafiyesi gibi düşünmeye
sevk etmiş. Anlatılanların etkisinde kalmış olmalısın."
"Pek de öyle değil. Babandan hoşlandığımı bir kere daha
söyleyebilirim; ayrıca seni çok sevdiği de ortada. Ama fikrimi
sorarsan, baban kesinlikle bunamadığı gibi her nedense o yan
gın işini kurcalamandan hiç de memnun kalmadı."
"Neden?" diye sordum.
1 6 2
Mehmetcan
"Fark etmedin mi? O konunun açılmasından çok rahatsız
olmuş gibiydi."
"Mümkündür," dedim. "Geçmişte de kalsa, tatsız ve elim
bir olay."
"Acaba mı?"
Hayretle yüzüne baktım yeniden. "Ne demek istiyorsun?"
"Kanımca baban o konunun tartışılmasını hiç istemiyordu
ve konuyu kapatmak içinde elinden geleni yaptı. Acaba o yan
gın olayında bugüne kadar bilmediğin bir sır olabilir mi? Hiç
düşündün mü bunu?"
"Yapma sevgilim," diye mırıldandım. "Burada söz konusu
olan benim ve benim hastalığım. Ne babam, ne de geçmişte ka
lan aile yaşantımız değil. O yangın olayının benim kâbuslarımla
uzaktan yakından bir ilgisi yok. Şayet eski bir evle ilişki kurmak
istiyorsan bu ancak Şinasi'nin o metruk evi olabilir."
"Öyle mi sanıyorsun?" diye homurdandı Derya.
"Başka ne olabilir ki?"
"Sen ya kendini aldatıyorsun, ya da benimle samimi konuş
muyorsun."
"Hoppala! Bunu da nereden çıkardın şimdi?"
"Boşuna nefesini tüketme. Bu sabah gördüğün rüyanın ne
olduğunu sanıyorsun? O yeni bir kâbus dizisinin başlangıcı. O
köşkle ilgili rüyalar, bak göreceksin devam edecek."
Derya'nın bu ısrarlı konuşması beni düşünceye sevk etmiş
ti.
"Neden?" diye sordum.
"Bilmiyorum. Ama..."
Sanki sevgilim konuşmaktan çekiniyordu.
"Hadi, devam et. Çekinme."
"Galiba senin çocukken yaşadığın bir olay var. Belki bilin
cinin derinliklerinde yıllarca kalmış, satha çıkamamış bir prob
lem. Şimdi bir şekilde ruhunun gizli köşelerinde kalmış bu dert,
sana sıkıntı veriyor, kâbuslar görmene neden oluyor."
1 6 3
Mehmetcan
Aslında buna benzer bir hipotezi ne yazık ki ben de düşün
müştüm. Ve şimdi aklımdan geçen düşünceyi Derya büyük bir
açık yüreklilikle yüzüme karşı söylüyordu. Yine de bozuntuya
vermeden işi şakaya boğdum.
"Vay be!" dedim. " Senin ruh hekimliğinde varmış da ben
bilmiyormuşum meğer."
Ama baktım, o güzel yüzünde en ufak bir tebessüm yoktu.
Yeniden ciddileştim, fakat bu kez yüzüm iyice asıldı. Artık
şunu kabul etmeliydim; ben hastaydım. Sebepleri ne olursa ol
sun, asıl acı gerçek buydu. Sevgilimin ileri sürdüğü gerekçe de
hani yabana atılır cinsten değildi, muhtemelen şuuraltımda yıllar
dır satha çıkamayan bir sıkıntının acılarını çekiyordum şimdi.
"Şu senin arkadaşının hekim kocası ne zaman gelecekti?"
diye sordum.
"Haftaya bugün. Zaten Zehra'dan randevu aldım bile,"
diye homurdandı.
Başka bir lâf etmeden BMW'yi şantiyeye doğru sürdüm...
İnşaat alanında ikimiz de işimize daldık. İnşaat işinde her
zaman beklenmeyen pürüzler çıkar, müteahhideri üzen gecik
meler, umulmayan aksamalar olurdu. İşlerle boğuşmaya baş
layınca kendi durumumu unutmuştum. O sabah Behzat ban
kalarda olacağından inşaata öğleden sonra gelecekti. Şantiyeye
girince Derya incelemek istediği yerleri görmek için yanımdan
ayrılmıştı.
Yaklaşık bir saat birbirimizi göremedik. Öğleye doğru sev
gilim yanıma geldi. O gün kendi arabasmı almamıştı.
"Benim BMW'yle dön," dedim.
"Sen ne yapacaksın?"
"Akşam Behzat beni eve bırakır."
BMW'nin anahtarını alırken yüzüme kaçak bir nazar fır
lattı.
1 6 4
Mehmetcan
"İyi misin?" dedi.
"Merak etme, iyiyim."
"Bu gece için bir programın var mı?"
Biraz yadırgayarak yüzüne baktım. Hiçbir programım yok
tu. Hafta içi sıradan bir gündü. Omuzlarımı silkerek, "Hayır,"
diye mırıldandım. "Annene mi gitmek istiyorsun?"
Nedense yüzü hafifçe kızarmıştı veya bana öyle geldi, emin
olamadım. •
"Yok," dedi. "Yani evdeyiz?"
"Tabii," dedim.
Derya başka bir şey söylemedi, anahtarı alıp bana veda ede
rek şantiye binasından çıktı. Pencereden onun gidişini seyret
tim. Arabaya bininceye kadar arkasını dönüp bakmamıştı. Tam
arabanın burnunu çıkış yönüne çevirirken dönüp şantiyeye bir
göz attı. Pencerede durduğumu görünce bana buruk bir şekilde
el salladı, ben de mukabele ettim.
Nedense buruk ve durgun görünüyordu. Bir süre o uzakla
şırken arkasından ondaki bu halin nedenini düşündüm. Acaba
hastalığıma mı üzülüyordu? Şu birkaç gündür, babamla tanış
tırmaya götürdüğüm gün hariç, belirgin bir durgunluk vardı
üzerinde. Hak da verdim, kızın endişelenmesi çok doğaldı. Ev
lilik arifesinde hastalığımla kızın basma iş açmıştım.
Tam düşüncelerimle boğuşurken içeriye usta başı Mahir
girdi.
"Patron," dedi. "Bugün ayın on yedisi ama italyan sera
mikleri hâlâ teslim edilmedi, şunlara bir telefon etseniz. Çocuk
lar boş oturuyor."
Birden beynimde bir şimşek çaktı.
"On yedisi mi? "dedim.
Mahir şaşkınlığımı anlamamıştı tabii, ama ben Derya'daki
durgunluğun sebebini birden kavramıştım. Kasımın on yedisi
onunla ilk tanıştığımız gündü. Bundan böyle, her sene o günü
kutlamaya karar vermiştik ama ben daha ilk sene yerinle unut-
165
Mehmetcan
muştum. Hani utanmasam bana hatırlattığı için Mahir'e sarılıp
yanaklarından öpecektim.
"Tamam, tamam," diye söylendim. "Ben ararım firmayı,
sen şimdi işinin başına dön."
Usta başı davranışıma pek bir anlam veremeden çıktı dı
şarıya. Hemen bir plan yapmaya başladım. Bugünü unuttuğu
mu Derya'ya hissettirmeden esaslı bir sürpriz hazırlamalıydım.
İçimdeki çöküşe direnen, beni ayakta tutan tek güç ona duy
duğum sevgiydi. Hemen telefona sarıldım, evime yakın tanıdı
ğım ilk çiçekçiyi arayarak, Derya'nın ofisinin adresini verdim
ve görkemli bir buket tanzim edilerek gönderilmesini istedim.
Beni tanıyan dükkân sahibi hiç merak etmememi, nefis bir şey
hazırlayacağını vaat etti.
Son dakikada da olsa, durumu kurtardığım için mutluy
dum. Gece de onun sevdiği restoranlardan birine giderek güzel
bir yemek yerdik. Sabahki unutkanlığımı yutturmanın yolunu
bulmuş sayılırdım. Çiçeği alır almaz nasıl olsa bana telefon eder,
ben de onu şaşırtmak için sürpriz yaptığımı söylerdim.
Tam keyfim yerine gelmeye başlamıştı ki, kapı açılıp sük
lüm püklüm haliyle bizim kalıpçı ustası Selim girdi içeri, yanın
da da Halit vardı. Onları karşımda görünce irkildim. Suspus
olmuş önlerine bakıyorlardı.
"Ne var?" diye söylendim. Baktım, konuşmakta zorlanıyor
lardı. "Söylesenize yahu, ne var?"
Daha yaşlı olan Selim utanarak mırıldandı.
"Beyim," dedi. "Bizim oradaki o uğursuz binayı tamir ede
cek misiniz?"
Oturduğum koltukta arkama yaslanıp söylendim.
"Niye soruyorsunuz?"
"Şey..." diye kekeledi Selim. "Biz düşündük de..."
"Ne düşündünüz?"
Birbirlerine baktılar, konuya nasıl gireceklerini bilemezmiş
gibi tereddüt ettiler. Nihayet Halit ürkek bir sesle konuştu.
1 6 6
Mehmetcan
"Patron," dedi. "Bilirsin, biz seni sever ve sayarız. Ekme
ğini yeriz, sana bir kötülük gelmesini istemeyiz. Bu nedenle dü
şündük de..."
Yine susmuşlardı.
"Konuşsanıza yahu... Ne söylemeye çalışıyorsunuz?" diye
bağırdım.
Nihayet Selim ağzındaki baklayı çıkardı.
"Beyim bu tamir işinden vazgeçin siz. Orayla niye ilgilenir
siniz bilmem, ama orası tekinsizdir. Orayı satın almaya kalkışı
yorsanız vazgeçin. Size yararı olmaz."
Bir an durup sararmış yüzlerine baktım.
Selim başını önüne eğerek devam etti.
"Senelerdir o evde kimse yaşamaz. Elektrikleri yıllardır ke
siktir. Ama zaman zaman üst kattaki bir odanın ışığı yanar. Ben
gözlerimle şahit oldum. Tekinsiz olmasa hiç kesik elektrik yanar
mı? Orada kötü bir ruh yaşıyor ve çevre halkı bunu böylece
biliyor."
Başka şardar altında olsa bu iddiaya sadece güler geçerdim.
Ama o odanın ışığının yandığını ben de kâbuslarımda hep gör
müştüm. Yine de sabırlı davrandım.
"O evin ışıkları kesik," dedim. "Ben kontrol ettim."
"Bunu biliyoruz," dedi Selim. "Ama..."
"Aması ne?"
Halit lâfa karıştı.
"Dün akşam Selim'le inşaattan ayrılmış gecekondularımıza
dönerken kestirmeden gitmeyi yeğlemiştik."
"Eee?"
"ikimiz de o ışığın yandığını gördük. Birimiz görse hayal
gördüğümüzü düşünürdük ama ikimizde aynı şeyi gördük. Çok
korktuk beyim."
"Sizler çıkarılan hikâyelerden etkilenmişsiniz," diye ho
murdandım. "Olmaz öyle şey." Bunu söylemiştim, fakat ne var
ki söylediklerine inanıyordum.
167
Mehmetcan
"Yemin ederim beyim," dedi Halit. "Biz hayal görmedik."
O an birden aklıma geldi.
Halit'in sararmış yüzüne gözlerimi dikerek mırıldandım.
"Sen bana o evde bir cinayet işlendiğini söylemiştin, değil
mi?"
"Evet, efendim."
"Kim öldürülmüştü orada?"
"Size daha önce de söylemiştim. Şinasi Sarıkaya. Öldürülen
oydu."
"Peki, katili kimdi?"
Halit derin derin soludu.
"Katili bulunamadı, beyim."
"Hiç şüpheli birkaç kişi de bulunamadı mı?"
"Hiç kimse, beyim. O esrarengiz cinayetin esrarı hep bir sis
perdesi içinde kaldı. Zaten o yüzdendir ki, adamın hortladığı ve
kendi katilini aramak için döndüğü söylenir durur."
İçimden yine gülmek geldi ama gülemedim.
"Bana bir oğlu olduğunu söylemiştin, o nerede yaşar şim
di?"
"Onu da kimse bilmez. Cinayet gecesi çocukta kayboldu ve
bir daha izine hiç rastlanmadı."
"Tuhaf bir hikâye," diye homurdandım.
"Gerçekten de öyledir."
"Peki bu adamın karısı nerede?"
"Esma hanım mı?"
"Adı her neyse?"
"Biz onu hiç tanımayız beyim?"
"Neden? O da aynı gece çocuğu gibi duman olup uçtu
mu?"
"Yoo, hayır beyim. O daha çocuğunu doğururken ölmüş.
Bilenlerden öyle duymuştuk."
Birkaç saniye düşündüm.
"Sizin yörede bu Şinasi Sarıkaya'yı hatırlayanlar var mı?"
1 6 8
Mehmetcan
"Birkaç sene evveline kadar vardı ama şimdi kimse kalma
dı. Eh, düşünürseniz siz de hak verirsiniz, otuz kırk sene evvel
bizim oralar bom boştu. Hatta o tekinsiz ev yapıldığı zaman
lar, tabii biz bilmiyoruz ama, uzak civarındaki gecekondular
da yaşayanlar hep şaşıp kalmış, oraya neden o evin yapıldığına.
Karda kıyamette kurda kuzuya kurban olacağını düşünmüşler.
O vakadan sonra da kimse o civara pek yaklaşmak istememiş.
Zaten geceleri oraya yolu düşenler hep daha uzak olan alt yolu
seçerler. Kimse o civarda dolaşmak istemez."
"Peki o çocuk bir daha hiç geri dönmemiş mi?"
"Bildiğimiz kadarıyla hayır, efendim."
Garip bir hikâyeydi ve buna inanmak istemiyordum bir
türlü.
"Tamam, siz gidebilirsiniz," dedim işçilerime.
Yine kararsız bir şekilde yerlerinde kıpırdandılar. Çekine
rek sordular.
"Tamirat işinde kararlı mısınız, beyim?"
"Bilmiyorum, düşüneceğim," dedim.
İkisi aynı anda sanki sırtlarından ağır bir yük kalkmış gibi
rahatlayarak şantiye binasından çdctılar...
Onlar çıkınca üstüme bir ağırlık çöktü. Ayaklarımı masa
nın üstüne dayayıp düşünmeye başladım. Halit de, Selim de
sevdiğim, dürüst, çalışkan, namuslu çocuklardı. Cahil olabilir,
hurafelere inanabilirlerdi ama kesinlikle yalan söylemeyecekle
rine emindim. O metruk evle ilgili söyledikleri yalan olamazdı.
O zaman da ister istemez Derya'ya hak vermeye başlıyordum;
Şinasi Sarıkaya denen adam otuz üç sene evvel ölmüşse, baba
mın yanında bunca zaman geçirip, pederin nasıl emektar işçisi
olabilirdi?
Bu işte bir terslik vardı. Ya burada ölen kişi Şinasi denen
adam değildi, ya da babam yalan söylüyordu.
1 6 9
Mehmetcan
Ölenin Şinasi Sarıkaya olmaması çok zayıf bir ihtimaldi. O
zaman babamın yalan söylediğini düşünmek zorundaydım. Bu
da bana çok tuhaf geliyordu; o yaştaki bir adam neden yalan
söyleyecekti ki? Bunun hiçbir anlamı yoktu. Üstelik babam ya
lan konuşmazdı.
Düşündükçe tutarsızlıklar birbiri ardına aklıma geliyor
du. Beş on gün evvel babamı ziyarete gelen adam acaba, Şinasi
Sarıkaya'nın oğlu olabilir mi, diye geçirdim aklımdan. Ama bu
da imkânsızdı. Bir an oğlunun Şinasi'ye çok benzeyeceğini, yaşlı
babamın da bunu fark etmeyeceğini var saydım. Fakat olacak
şey değildi bu; bir defa ne olursa olsun adamın oğlu, taş çatlasa
hesaba göre benim yaşlarımda olmalıydı; yani babamın dikkati
ni çekecek kadar genç. Kendini bizim pedere Şinasi diye yuttu-
ramazdı. Saniyen olayın olduğu sırada o çocukta yedi sekiz yaş
larında olduğuna göre, babamın evin tamiri için verdiği sözden
nasıl haberi olabilirdi? Üçüncü ve mantıklı bir neden de o ev
yaklaşık otuz sene önce tamiri gerektirecek kadar viran olamaz
dı. Özellikle bu son ihtimal iyice midemi bulandırdı.
Babam yalan mı söylüyordu, yoksa hayal mi görmüştü?
Tabii, Cemal Efendi'nin bana yaptığı açıklamayı da unut
muyordum, babamın evine kesinlikle Şinasi diye birinin gelme
diğini söylemişti. Lâkin şimdi olayları düşündükçe büsbütün
ürperiyor ve mantıklı bir sonuca bağlayamıyordum.Yaşadıkla-
rımı yeniden bir sıraya koymaya çalıştım. Her şey gördüğüm
kâbuslarla başlamıştı. Rüyalarıma giren virane bir ev, sevdiğim
kadına tecavüze ve onu öldürmeye kalkışan yüzsüz bir adam
ve onunla yaptığım mücadele. Devamlı bir yarış halindeydik.
Yüzü bir bez gerilmiş gibi görünmeyen adam rakibimdi ve iki
mizde o harabenin üst katında masanın üzerinde bağlanmış va
ziyette yatan Derya'ya bir an evvel varmak için yarışıyorduk.
Gördüğüm bu kâbuslardaki yarışın çoğunu ben kazanıyordum,
sadece bir seferinde yüzsüz düşmanım beni geçmiş ve Derya'yı
bıçaklamıştı. Ne anlama geliyordu acaba bu karabasanlar? Belki
170
Mehmetcan
bir ruh doktoru bu rüyalarımı tedavi edecek, sebeplerini açık
layacak bir çözüm getirebilirdi. Ama babam devreye girip eski
bir işçisine verdiği sözün yerine getirilmesini isteyince her şey
beynimde allak bullak olmuştu. Zira rüyalarımdaki ev birden
gerçeğe dönüşmüş ve aynıyla karşıma çıkıvermişti.
İşte, her şey bu noktada stop ediyordu.
Artık hayallerimle realite birbirine karışmıştı. Bunu bir
türlü kabul edemiyordum. Ancak kâbuslarımda gördüğüm bir
evi gerçek yaşamımda bulmam, hangi mantık ölçüsüyle açıkla
nabilirdi? Elimde olmadan buz kestim birden. Vücudumu bir
titreme almıştı. Yoksa babamda mı benimkine benzer bir kâbus
görmüştü? Ne de olsa, o yaşlı ve hastalıklı bir insandı, gerçek ile
rüyayı belki de ayırt edememişti? Bu bile tam ve tatmin edici bir
izah değildi benim için.
Sonra Derya'nın dün gece gördüğüm ilgisiz rüyama getir
diği yoruma takıldı aklım. Eski yanan köşkümüze ve annemle
babamın yaptıkları münakaşaya... Derya açıkça itiraf etmese
de daha önce gördüğüm kâbuslarla son rüyam arasında bağıntı
olduğunu anlatmaya çalışmıştı bana. Belki de eski karabasan
larımla son rüyam arasındaki tek ilişki, her ikisinde de yakamı
bırakmayan o yüzsüz adamın varlığı idi.
Kim olabilirdi acaba o yüzsüz adam?
Neden onun suratını göremiyordum? Belki de yüzünü kap
layan o bez parçasını çekip alabilsem bütün sorunlarım ken
diliğinden çözülüverecekti. Nihayet kafama dank etti, galiba
meselenin asıl püf noktası buydu. Her rüyama giren o meçhul
kişi...
Elimde olmadan bir küfür savurdum...
Behzat şantiyeye geldiğinde saat üçü bulmuştu. Hemen
kendisine bir nescafe hazırladı. Bana da teklif etti ama canım
içmek istemiyordu.
171
Mehmetcan
Bir süre bankalardaki işleri anlattı bana. İtiraf edeyim ki
pek can kulağıyla dinlememiştim. Sonra ona ne zaman döne
ceğini sordum. BMW'mi Derya'ya verdiğimi, dönüşte beni de
eve bırakmasını istedim. Tamam, yarım saat sonra çıkarız yola,
dedi.
Beni şantiyede bırakıp inşaat sahasına gitti.
Artık yeniden kâbuslar konusuna dönmek istemiyordum.
Eve gidip bir duş almak, giysilerimi değiştirip sevgilimle geçire
ceğim geceyi düşünmek istiyordum. O an birden aklıma geldi.
Bu saate kadar gönderdiğim çiçeklerin çoktan sevgilimin eline
geçmesi gerekirdi ama Derya bana bir teşekkür telefonu açma
mıştı.
Huylandım birden. Yoksa bir aksilik mi olmuştu?
Hemen Derya'yı aradım, telefonu meşguldü. Birkaç dakika
sonra bir daha denedim, bu seferde ulaşılamıyordu. Telefonu
kapalıydı.
Meraklanarak bu kez çiçekçi dükkânını arayıp sabah verdi
ğim siparişin adrese gönderilip gönderilmediğini sordum, Aldı
ğım cevap olumluydu. Çiçek adrese ulaşmıştı.
Yadırgadım durumu.
Derya'nın bir teşekkür telefonu etmesi gerekmez miydi?
172
Mehmetcan
EHZAT beni apartmanımın kapısı önüne bıraktığında
alelacele ona veda edip asansöre koştum. Derya'nın niye bana
bir telefon etmediğini düşünüyordum hâlâ. Yoksa tanışma gü
nümüzü unuttuğumu mu sanıyordu? Gerçi son ana kadar ak
lıma gelmemişti, ama ona unutmadığımı gönderdiğim çiçekle
göstermiştim.
Anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim. Gündüzlerin en kısa
olduğu dönemdeydik, baktım evin içi karanlıktı. Derya gelme
mişti henüz. Saate baktım, on yediyi gösteriyordu. Işıkları yak
tım, onu beklemeye başladım. Henüz erken sayılırdı.
Hazır o yokken, duşumu almak için soyunup banyoya git
meyi düşünüyordum ki, kapının çaldığını işittim. Işıkların yan
dığını görünce evde olduğumu anlamış ve anahtarını kullanma
mış olmalıydı.
Koşup kapıyı açtım.
Yorgun bir yüzle suratıma baktı. "Benden önce gelmişsin,"
diye mırıldandı sadece.
Mehmetcan
Oysa boynuma atılıp, bana çiçekler için teşekkür edece
ğini sanmıştım. En azından bir iki teşekkür kelime beklemek
sanırım hakkımdı. Ama o hemen ayağından bodarını çıkarmış,
anorağını asmak için portmantoya yönelmişti.
Hiç bozuntuya vermeden konuştum.
"Çok yorgun görünüyorsun, sevgilim," dedim.
Başını salladı tasdik edercesine.
"Yorgunluktan bittim. Bütün gün çizim yaptım ofiste."
Şaşırmıştım. Çiçekler hakkında tek kelime etmemesi hay
retime mucip olmuştu. Hani çiçekçi dükkânına telefon edip
siparişimin yerine ulaştığını öğrenmesem, eline geçmediğini
düşünecektim. Sabırla bekledim. Nasıl olsa, aklına gelince bir
şeyler söylerdi herhalde.
"Aç mısın?" diye sordu bana. .
"Evet," dedim.
"Müsaade et, kıyafetimi değiştireyim hemen mutfağa girer
bir şeyler hazırlarım."
"Böyle bir gecede mi?"
Birden bakışlarını yüzüme çevirip ışıldayan gözleriyle beni
süzdü.
"Yoksa bu gecenin hususiyetini unutacağımı mı sandın?"
diye kinayede bulundum.
"Demek hatırlıyorsun?"
"Nasıl unuturum? Hemen üstünü değiş seni güzel bir res
torana götüreceğim."
Gelip boynuma sarıldı. "Ama bu sabah sana sorduğumda
geceyi evde geçireceğimizi söylemiştin," dedi.
"Sana sürpriz yapmaya kararlıydım."
"Çok hainsin! Ben de yerinle unuttuğunu sanmıştım."
Çok garipti. Hâlâ çiçekler hakkında tek kelime çıkmamıştı
ağzından. Ama imkânı yoktu, tanıdığım Derya şimdiye kadar
çoktan jestim için teşekkür ederdi bana. Oysa yerinle unutmuş
gibi davranıyordu.
174
Mehmetcan
Birden aklıma kötü şeyler geldi. Bunu asla yakıştırmak is
temezdim ama sevgilim bana yalan mı söylüyordu yoksa? Gön
derdiğim çiçekleri nasıl unuturdu? Üstelik o çiçekler benimde
bugünü unutmadığımın en iyi delili değil miydi? Şayet şantiye
den ayrıldıktan sonra çizimler için bürosuna gitmişse o çiçekleri
mutlaka görmüş olmalıydı.
"Nereye gideceğiz?" diye sordu.
"Sen nereye istersen" dedim.
Bir daha beni süzdü.
"Yorgun değilsin, değil mi?"
"Hayır. Ya sen?"
"Ben de değilim," diye fısıldadı. Oysa az önce kapıdan içeri
girdiğinde bugün çok yorgun olduğundan bahsediyordu.
Keyfim kaçmıştı. Bu işin içinde bir bit yeniği vardı. Çiçek
lerden hâlâ bahis açmaması, bugün öğleden sonra Derya'nın
bürosunda olmadığının en açık karinesiydi. Nedendir bilinmez
ama o konuya birden değinmemeye karar verdim. Banyoya du
şumu almaya giderken, "Hadi öyleyse, hazırlan da yemeğe çıka
lım," dedim.
Gittiğimiz restoran Derya'nın en sevdiği yerlerden biriydi.
Ama yol boyunca arabanın içinde çok az konuşmuştuk. Sanki
özel bir günü kutlamaya gitmiyorduk. Derya bu akşam cidden
çok yorgun görünüyordu. Arabanın içinde daha önce sordu
ğum suali tekrarladım.
"Nasıl geçti günün?"
"Hep çizimle," diye karşüık verdi. Sadece iki kelimeyle.
Yüzü asık değildi ama tanıdığım sevgilim hoşlandığı bir yere
gitmenin sevincini çok daha farklı şekillerde gösterir, neşe ve
coşkusunu belli ederdi. Oysa bu gece zoraki katlanıyormuş gibi
bir hal vardı üzerinde.
Restorana girdik.
175
Mehmetcan
Az ışıklı, loş, masa üzerindeki mumların aydınlatuğı son
derece romantik bir mahaldi. Bir trio canlı yemek müziği ça
lıyordu. Yemeklerimizi sipariş edip şarabımızdan ilk yudumu
aldığımızda sevgilim biraz kendine gelir gibi oldu nihayet. Göz
lerinde hafif mutluluk belirtileri ışıldadı.
"Biliyor musun, bu sabah konuşmamızda tanışma sene-i devriyemizi unuttuğunu sanmıştım," dedi.
O zaman kuşkularım daha da arttı. Bütün gün bürosuna uğramadığından emin oldum. Gönderdiğim çiçekler böyle düşünmesine mani olmalıydı. Çiçeklerden hiç haberi yoktu. Bu kez taktiğimi değiştirdim.
"Seni cebinden aradım ama ulaşamadım," dedim. Birden hayıflanarak başını salladı.
"Sorma, başka arayanlar da olmuş, ama işe öyle kaptırmıştım ki kendimi, telefonumu açmayı unutmuşum."
Yalan söylediği kesindi. Hatta inanıp inanmadığımı anla
mak istercesine o nefis mavi gözlerini bir an için yüzüme çevirip
gözlerimdeki tepkiyi aradı. Bozuntuya vermedim yine.
Rahatlamamıştı sanırım. İlgisiz bir eda ile mırıldandı. "Kaçta aradın?"
"Önemli değil. Şu an karşımdasın ya, mühim olanı bu. Beni seviyorsun, değil mi?"
"Hem de çılgınlar gibi."
Tuhaftır ama gözlerinde yanıp sönen ışıkların o an pek
inandırıcı olmadığı düşüncesine kapılır gibi oldum. Hazindir,
lâkin böyle bir hisse ilk defa düşüyordum. Derya'nın bana yalan
söyleyeceğini hiç sanmazdım. Halbuki bugünü nasıl geçirdiğini
benden gizlemeye çalışıyordu.
Hem de böyle özel bir günde...
İkimiz de de kendimizi zorlayan bir hal vardı. Gergindik
ve bir türlü rahatlayamıyorduk. Benim beynim onun yalanı ile
meşguldü, acaba onun gerginliği neye dayanıyordu? Bugün ne
olmuş, Derya bütün gününü bürosuna gitmeyerek nerede geçir-
176
Mehmetcan
misti acaba? Fakat yemeğimizi yerken sevgilim biram —
mış gibi bir gaf yapıp açık verdi.
"Cep telefonumun kapalı olduğunu görünce, neden büro
dan aramadın?" diye sordu.
Bir tür panik, yalanının ortaya çıkacağının korkusuydu bu.
Gayet sakin cevapladım. "Bürodan da aradım."
O loş mekanda bile yüzünün kızardığını hissettim, irkile
rek yüzüme bakmıştı.
"Büronun telefonu da hep meşgul veriyordu," dedim.
Sanki birden rahatlamıştı.
"Ah bizim kızlar," diye homurdandı. "Telefonu çok meş
gul ediyorlar."
Yanında çalışan iki kız elemanı vardı. Anladığım kadarıyla
yalanının günahını şimdi kızlara yüklemişti.
Belki meseleyi bu kadar büyütmemem gerekirdi; ne de olsa
onun da hayatının mahrem bir yanı olabilirdi ve bana hesap
vermek zorunda değildi; ayrıca birbirimize verdiğimiz sözler
dışında henüz aramızda hukuki bir sorumluluk da yoktu. Bü
tün anlayışlı düşünceme rağmen kendimi ihanete uğramış gibi
hissediyordum; çünkü huyunu suyunu, mizacını tanıdığımı san
dığım Derya'nın küçük de olsa yalan söyleyeceğini, benden bir
şeyler gizleyeceğini hiç sanmamıştım.
Yüzümün asılmasına bir türlü engel olamıyordum. Tabii az
sonra Derya bendeki gerginliği anlamakta gecikmedi.
"Niye suratın öyle bir karış asık?" dedi.
Suni bir şekilde gülümsedim.
"Asık mı? Yok canım, sana öyle gelmiş."
Dikkatle gözlerimin içine bakıyordu.
"Boşuna saklamaya çalışma. Sana bir şey olmuş. Çok ger
ginsin."
Az daha beynimi kurcalayan yalanını yüzüne vuracaktım,
ama son anda kendimi frenledim. "Benim bir şeyim yok, haya
tım. Asıl bu gece sen çok yorgun görünüyorsun."
177
Mehmetcan
Şarabından bir yudum aldı.
Anlamlı bir şekilde beni süzdü. Çok merak ettim, acaba
o an aklından ne geçiriyordu. Lâkin o da benim gibi samimi
davranmadı.
"Doğru," dedi. "Bugün çok yoruldum."
"Biliyorum," diye fısıldadım. "Çizim, değil mi?"
Mavi gözlerindeki elektriklenme daha artmıştı. Galiba ken
disine inanmadığımı da o an anlamıştı.
O sırada trio yemek müziğini bırakmış, romantik dans par
çaları çalıyordu ve restoranın ortasındaki dans alanında dansa
kalkmış birkaç çift vardı. Derya birden mırıldandı.
"Dans edelim mi?"
"Nasıl istersen."
Cilalı parke üzerinde birbirimize sarılıp müziğin ritmine uy
duk. Derya'nın çok iyi dans ettiğini bilirdim. Trio eski bir film
müziği çalıyordu. Derya parçanın sözlerini de bildiğinden ancak
benim duyabileceğim bir sesle söylemeye başlamıştı. Ne olursa
olsun, bu kızı deli gibi seviyordum, bedenini biraz daha kendi
me çekip vücuduma yapıştırdım. Zevkle bana sokulmuştu.
Şimdi restorandakilerin gıpta ile seyrettikleri bir çift oluş
turmuştuk, herkesin bize baktığından emindim. Dudaklarımı
sarı saçlarının araşma sokup fısıldadım.
"Seni seviyorum."
"Ben de seni," diye mırıldandı şarkı sözlerini keserek.
Trio şimdi daha hareketli bir parça çalmaya başlamıştı.
Başka zaman olsa bu tür müzikle de dans etmekten hoşlanan
Derya, "Oturalım mı artık?" diye sordu.
"Sen bilirsin," dedim.
Masamıza döndüğümüzde sanki sevgilim daha durgunlaş-
mıştı. Her zaman eğlenmeyi seven Derya'da bu gece belirgin
bir sıkıntı vardı ve elinden geldiğince bunu gizlemeye çalışıyor
du benden. Acaba gerginliğinin bugün öğleden sonra ortadan
kaybolmasıyla bir ilgisi olabilir mi, diye düşündüm. Yanılmı-
178
Mehmetcan
yordum galiba; müzikli nefis bir ortam, seçtiğimiz en beğendiği
yemekler, içtiğimiz hârika Fransız şarabına rağmen, Derya bir
türlü havaya girememiş, rahatiamamış ve tanışmamızın bu ilk
sene-i devriyesinde havaya ayak uydurabilmek için kendini zor
layıp duruyordu.
Şarabımdan bir yudum daha alırken içtenlikle fısıldadım.
"İstersen, eve dönebiliriz," dedim.
Birden hayretle yüzüme baktı.
"Neden?"
"Çünkü hiç neşelenemiyorsun. Seni sıkan bir şey var ve ne
dense bunu açıklamak istemiyorsun. Her halinden belli."
Yüzüne düşen uzun sarı saçlarını hafifçe geriye itti. Daha
ziyade bana uygun bir cevap vermek için düşündüğünü anla
mıştım.
"Günahımı alıyorsun," dedi. "Çok mutluyum şu an. Ama
biraz yorgunum, hepsi o kadar. Neşelenmediğimi de nereden
çıkarıyorsun?"
"Dans etmek istememenden. Oysa böyle harekedi danslara
bayılırsın."
Yüzü asıldı biraz.
"Dedim ya, çizimler beni çok yordu."
İskemleye yaslandım gözlerimi gözlerinin içine çevirerek
uzun uzun ona baktım.
Gerilmişti. Hafiften sinirlendiğini görüyordum.
"Niye bakıyorsun öyle yüzüme?" diye sordu.
İtidalimi bozmadan ama kelimelerin üzerine basa basa buz
gibi bir sesle mırıldandım.
"Çünkü bana yalan söylüyorsun."
Durakladı önce. Sonra sert bir şekilde savunmaya geçti.
"Dikkatli konuş. Beni yalancılıkla nasıl itham edersin?"
"Bak" dedim. "Asla seni kırmak veya incitmek gibi bir ni
yetim yok ama neden bana yalan söylediğini bilmek hakkım."
Kaşları çatık homurdandı.
179
Mehmetcan
"Hangi konuda?"
"Bugün bütün öğleden sonrası büronda değildin, çizim
yaptığın da palavra. Niye bana böyle bir yalan söylemek gereği
ni duydun?"
Derya utanmış gibi başını önüne eğdi. Birkaç saniye hiç ko
nuşmadan öylece kaldı, sonra başını kaldırmadan kısık bir sesle
fısıldadı.
"Dönüşte büroma mı uğradın?"
"Hayır. Bu gecemiz için çalıştığın yere çiçek göndermiştim
ama senin haberin bile yok. Çünkü büronda değildin."
"Evet, doğru," diye kekeledi sevgilim.
"Neden Derya? Benden sakladığın nedir? Nerede olduğu
nu bana açıklamaktan neden çekindin? Senin de haklı sebep
lerin olabilir ama biz senle birbirimize asla yalan söylememeyi
kararlaştırmamış mıydık?"
Nihayet gözlerimin içine baktı.
Ondan bir açıklama bekliyordum.
"Eve dönebilir miyiz?" dedi sadece.
Tanışmamızın ilk sene-i devriyesi tatsız bir geceye dönüş
müştü. Hesabı ödeyip restorandan çıktık. Dönerken ikimizde
ağzımızı açıp tek kelime etmemiştik. Hâlâ bana bir açıklama
yapmasını bekliyordum. Bu durumu mutlaka izah edecekti.
Arabayı sürerken gayet gergindim, hatta aklıma olmayacak ih
timaller de geliyordu. Onun da beni sevdiğini biliyordum ama
ben artık ruh hastası bir adamdım; her ne kadar hastalığım hak
kında henüz bir teşhis konulmamış olsa da normal ve sağlıklı
bir insan olmadığım ortadaydı. Yoksa durumum sevgilimin içi
ne bir gelecek korkusunun sinmesine mi yol açmıştı? Öyle ya
hiç kimse korkunç kâbuslar gören biriyle hayatını birleştirmek
istemezdi. En azından sıhhatime kavuşuncaya kadar beklemeyi
yeğlerdi.
1 8 0
Mehmetcan
Yine de sabredip eve dönünceye kadar tek kelime etme
dim. Önce onun açıklamasını dinleyecektim.
BMW'yi apartmanın kapalı garajına bırakıp asansörle daire
min olduğu kata çıkarken yüzüme bakmaktan bile kaçınıyordu.
Dedim ya onu iyi tanırdım; bu aşırı durgun ve sessiz kalışının
ardından bir fırtına kopabilirdi. Birlikte yaşamaya başladığımız
tarihten beri onunla sadece bir defa esaslı bir münakaşa etmiş
tik; o da yandmıyorsam birlikteliğimizin ilk ayı içinde patlak
vermişti. Uysal, sakin, sıcak ve anlayışlı görüntüsünün altında
kafası atınca veya bir haksızlığa uğradığına inanmca son derece
âsi, şirret ve kırıcı olabiliyordu. Hatta öyle ki evde yaptığımız o
tartışmada ağzından küfürler saçarak, üstüme yürümüş, hızını
alamayarak bana saldırmıştı. Benim gibi uysal, halim selim bir
erkek için karşılaştığım manzara dondurucuydu; onun erkeksi
öfkesi karşısmda dehşete kapılmıştım. Hayatıma giren hiçbir
kadınla böyle bir tartışma yapmamıştım. Belki o an bu ilişkiyi
noktalamam gerekirdi ama mümkünü yoktu. Çünkü o iğrenç
küfürlerinin ardmdan dişi bir panter misali üzerime atlamış ve
benle boğuşmaya başlamıştı. Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim et
mek zorundaydım; müthiş yadırgadığım o saldırganlığının için
de tarif edilemez bir cinsellik de vardı. İtiraf etmeliyim ki, bu
tür gösterilere alışık olmadığımdan bana değişik ve tahminler
hilâfına farklı bir zevk vermişti. Yerde halıların üzerinde boğu
şurken kavgamız az sonra ateşli bir sevişmeye dönüşmüştü. Hem
de ne sevişme. Hayatımda böyle bir zevki hiç tatmamıştım.
Eve girince doğru yatak odasına gitti. Tabii ben de peşin
den geldim. Hâlâ bir açıklama yapmasını bekliyordum.
Hiç oralı olmadan soyunmaya başladı.
Önce cinselliği de meseleyi örtbas etmeye çalışacağını san
dım. Ama öyle olmadı; sırtına eşofmanlarını geçirip banyoya
makyajmı temizlemeye gitti. Konuşmaya niyetli görünmüyordu
pek. Ama nasd olsa konuşacaktı, iş bu noktaya geldikten sonra
susması söz konusu olamazdı.
1 8 1
Mehmetcan
Peşinden ben de banyoya daldım.
"Eee? Anlatacağın bir şey yok mu?" dedim.
Sertçe homurdandı. "Yok."
O aynanın karşısında birtakım kremlerle yüzündeki mak
yajı temizlemeye çalışırken, ben de bir omzumu kapının perva
zına dayamış, kollarımı göğsümde çaprazlamış, sinirli ama biraz
da alaycı ve damarına basar şekilde konuşuyordum.
"Yani bana yalan söylediğini kabul ediyorsun, değil mi?"
Hafifçe sırıttım. "Zaten bunun başka izahı da var mı? Düpedüz
yalancısın."
Neden böyle davrandığımı bilmiyordum. Sebebi ne olursa
olsun bana yalan söylediği açıkça meydandaydı artık. Birbiri
mize yalan söylememek hususunda anlaşmıştık ve belki de beni
hiç ilgilendirmeyen özel bir durum da olabilirdi. Bu kadar üs
tüne varmam, sıkıştırmam, hatta tahkir edici şekilde konuşmam
yanlış olabilirdi. Belki biraz daha sabırlı olsam, sonunda kendi
si açıklayacaktı sebebi. Ama üst üste o kadar sıkıcı ve ruhumu
bunaltıcı olaylar yaşıyordum ki, sanki bütün onlarm müsebbibi
Derya idi ve acımasızca kıza saldırıyordum.
Aynadaki görüntüsüne baktım.
Öfkeden dudaklarını ısırıyordu. Biraz sonra patlayacağını,
sert ve kırıcı bir şeyler söyleyeceğini anlamıştım. Tabii en doğru
hareket üstüne varmamaktı, lâkin yapamadım.
"Sana artık inanmıyorum," diye fısıldadım.
Sabrının son kertelerindeydi. Yüzü kıpkırmızı kesildi.
Umursamazca omuz silktim.
"Açık söyle, yoksa hayatına başka bir erkek mi girdi?" de
dim.
Galiba bardağı taşıran son cümlem bu olmuştu. Makyajını
temizlemek için kullandığı krem kutusunu hızla dönerek bana
doğru savurdu. Küçük, yayvan plastik kutu mermi hızıyla başı
ma doğru geldi. Son anda saldırıyı fark edip başımı hafifçe yana
kaydırmasam muhtemelen tam alnımın ortasına yapışacaktı.
1 8 2
Mehmetcan
Iskaladığını görünce hiddetini bastıramayarak bir koşu
üzerime yürüdü. Uç aşağı beş yukarı bundan sonra olacakları
tahmin edebiliyordum kuşkusuz. Onu kollarından tutup yaka
lamaya çalıştım ama beceremedim. Öfkeden çılgın gibi üstüme
sıçradı. Tabii kuvveti benimle mücadeleye yetmiyordu; lâkin
kızdığı zaman ne kadar acımasızca boğuştuğunu biliyordum.
Nitekim ellerini kavrayınca dişi bir panter gibi hamle yapıp diş
lerini omzuma geçirdi. Gaddarca ısırdı. Gözleri dönmüş, uğra
dığı hakaretin acısını çıkarmaya çalışıyordu.
Cidden canım yanmıştı.
Hayatımda hiçbir kadına el kaldırmadığımdan, ona vura
mıyor sadece kendimi savunmaya çalışıyordum. Omzumu diş
lerinden zor kurtardım. Ama o ısırıkla yetinmemiş bu kez par
maklarını saçlarıma uzatmıştı.
Banyonun kapısı önünde bayağı boğuşuyorduk.
"Seni namussuz, piç kurusu! Şu ettiğin iğrenç lâfa bak!
Utanmaz, rezil... Seni böyle konuştuğuna pişman edeceğim.
Elimden kurtulamazsın..."
Bunlar daha edepli lâflarıydı.
Hızını alamazsa ağzından daha çirkin kelimelerin çıkacağı
nı da biliyordum. Ben de sinirliydim; ne var ki onun bu şirret
liğinden gizli bir zevk de alıyordum. Benimle başa çıkamaması
onu büsbütün azdırıyordu, iki kolunu arkaya alıp ince bilekle
rini sağ avucumun içine hapsettim. Çılgına döndü. Şimdi iyice
hareketsiz kalmıştı. Sırıtarak serbest kolumla bacaklarından
kavrayıp ayaklarını yerden kestim. Devamlı çırpınıp duruyor
du. Bıraksam küt diye fayansların üzerine düşüverecekti. Artık
beni ısırma şansı da kalmamıştı.
Kucağımdaki yükü yatak odasına doğru götürdüm. Niyeti
min ne olduğunu anlayınca büsbütün debelenmeye başladı.
"Hayır... Asla... Asla onu yapamayacaksın!" diye bağır
maya başladı. Heyhat! Birbirimizi yiyor, bağırıp çağırıyor, boğuşuyorduk.
1 8 3
Mehmetcan
O an gerçekten sinirliydik de ama ikimizin de davranışlarında
kuşkusuz abartı vardı. Bu sadece incinen gururlarımızın dışa
vurumuydu, gerçekte ise değişen bir şey yoktu.
Yatağa yatırıp üstüne abandım.
Hâlâ altımda çırpınıyordu, fakat hiç şansı yoktu. Elimden
kurtulması imkânsızdı. Tanışmamızın yıl dönümünü bundan iyi
nasıl kutlayabilirdik ki.
"Boşuna çırpınma," diye homurdandım, "istediğimi elde
edeceğim."
"Zorla mı?" dedi.
"Evet, gerekirse zorla."
"Hadi bakalım... Becer de göreyim."
ikimiz de nefes nefese idik. Olanca ağırlığımı narin vücu
duna bastırmıştım. Altımda ktmıldayamıyordu. Şimdi her iki
kolunu yatağa yapıştırmış, bileklerinden sıkıca kavramıştım, iri
memeleri, göğsümün altında eziliyordu. Ağzımı, aralık dudak
larına doğru uzattım. Öpmemi engellemek için başını sağa sola
çevirmeye başladı. Hiç oralı olmadım, boynuna yumuldum.
Oradan öpmeme hiç dayanamazdı. Az sonra teslim olacak, mu
kavemeti kırılacaktı. Ama tam o sırada beklemediğim bir şey
söyledi.
"Tamam... Dur artık... Konuşacağım... Evet, kabul ediyo
rum, sana yalan söyledim. Kes artık şu maskaralığı!"
"Olmaz."
"Ne demek olmaz?"
"Yalan söylediğin için önce cezanı çekeceksin. Sonra belki
itiraflarını dinleyebilirim."
"Asıl yalan söyleyen, beni kandırmaya çalışan sensin."
Bir an irkildim.
Ne kadar zeki bir kadın olduğunu bilirdim; demek foyası
ortaya çılanca o kısa süre içinde bir hikâye uydurmaya ve galiba
en iyi çare olarak da beni ithama karar vermişti. Dudaklarımı
boynundan kaldırmadan homurdandım.
1 8 4
Mehmetcan
"Ben mi yalancıyım?"
"Tabii ya."
"Sana ne yalan söylemişim?"
"Gerçekten öğrenmek istiyor musun?"
Ses tonu o kadar güven vericiydi ki, gayri ihtiyari başımı
gömdüğüm boynundan kaldırıp öfke fışkıran mavi gözlerine
baktım.
"Yumurtla bakalım," dedim.
"Öğreneceğine pişman olabilirsin ama."
"Hadi uzatma da söyle bakalım. Ne uyduracaksın şimdi?"
Ama o nefis gözlerinde sadece öfke yoktu. İlk defa korku
ve endişe sezinler gibi oldum. Birden merakım kabardı. Ko
nuşmayı kesip onu dinlemeyi tercih ettim. Aynı anda nedendir
bilinmez yüreğimin derinliklerinde anlamsız ve mahiyetini ken
dime de açıklayamadığım garip bir ürperti başlamıştı.
"Doğru," dedi. "Bugün büroma gitmedim. Haklısın."
"Ya nereye gittin?"
"Tapu dairesine."
Afallamıştım. Şaşkınlıkla onu süzdüm.
"Hangi tapu dairesine?"
"Tahmin edemiyor musun?"
İçimdeki ürperti şiddetlenerek yoğunlaşıyordu.
Güçlükle fısıldadım.
"Hayır."
"Kâbuslarına giren o evin mülkiyetini araştırdım."
Bilinçsizce sevgilimin sıkı sıkıya kavradığım bileklerini bı
rakmıştım. Hiç yerinden kımıldamadı. Ama göz bebeklerinde
ciddi bir üzüntü vardı.
"Ne öğrendin?" diye sordum kekeleyerek.
"Bana yalan söylediğini."
"Anlayamadım? Ne demek bu?"
"O ev otuz üç sene evvel senin adına tapuya tescil edilmiş."
Boğazım kurudu.
185
Mehmetcan
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hançeremden boğuk bir ses
yükseldi.
" Yalan bu... İmkânsız..."
"Öyle mi?"
Derya ümitsizce yüzüme bakıyordu.
"Yalan tabii," diye kükredim tekrar.
"Böyle diyeceğini tahmin ediyordum. Ama artık bu oyunu
sürdüremezsin, zira oradan ayrılırken kayıtın bir fotokopisini
çektirdim. İspat edebilirim."
Hiçbir şey diyemedim. Bitkin bir şekilde Derya'nın yanına
yuvarlandım...
1 8 6
Mehmetcan
LlMDEKl tapu fotokopisine bakakaldım. Bunun doğ
ruluğuna inanmak istemiyordum ama sevgilim resmi evrakı önü
me dayamıştı. İliştiğim yatağın kenarından ayağa kalkamadım,
bütün kanım çekilmiş gibiydi. Gözlerimi evraktan alamıyordum.
Senet otuz üç sene evvel tanzim edilmişti, yani ben daha yedi
sekiz yaşlarında bir çocukken. Aslında bir hibe muamelesiydi.
Babam kendi uhdesindeki gayri menkulü oğluna devretmişti...
Benim için tam bir şoktu...
Neden sonra titreyerek nazarlarımı tam karşımda dikilen
Derya'ya çevirdim. Söyleyecek tek kelime bulamıyordum. Ağ
zım açık öylece kaldım.
"Bunu biliyor muydun?" diye sordu Derya.
Sadece, "Hayır," diyebildim. Başka ne söyleyebilirdim ki?
İşin tuhaf yanı, sevgilim fazla şaşırmış görünmüyordu. Başı
nı sallayarak ifademi kabullenmiş gibi mırıldandı.
"Tahmin etmiştim zaten," dedi.
"Neyi tahmin etmiştin?" diye kekeledim.
187
Mehmetcan
"Babanın yalan söylediğini."
Ne diyeceğimi bilemiyordum artık. Omuzlarım çöktü.
Elimdeki fotokopi parmaklarımın arasından kayıp gitti. Bede-
nimdeki titreme daha da arttı. Kafam duracak gibi zonklamaya
başladı. Durumu değerlendirmeye çalıştıysam da başarılı ola
madım, hiçbir şeyi yerli yerine koyamıyordum. Neden sonra
karşımda duran sevgilimin şefkat ve anlayışla yaklaşıp boynuma
sarıldığını hissettim. O kadar çaresiz bir haldeydim ki, göğsüne
yaslanıp hıçkırarak ağlamaya başladım.
Ben galiba çıldırmak üzereydim.
Dengelerim altüst olmuştu ve çevremde oluşan olayları id
rak edemiyordum. Kâbuslarımda gördüğüm evin bana ait çık
ması iliklerimi dondurmuştu. Derya sabırla saçlarımı okşayıp
ağlayarak açılmama yardımcı oluyordu âdeta. Bir süre sonra
hıçkırıklarım hafifleyince, "Tamam artık, ağlama. Şimdi normal
muhakeme yürütme zamanı " diye fısıldadı kulağıma. Oysa mu
hakeme yürütecek halde filan değildim.
Beni bırakıp mutfağa gitti. Getirdiği sudan içmemi istedi.
Bu gibi hallerde suyun ne işe yaradığını hiç anlamazdım. Tabii
kuruyan ağzımın ıslanmasından başka bir işe yaramadı. Bu kez
yanıma oturmuş ellerimi avuçlarının içine almıştı.
"Biraz daha iyi misin?" diye sordu.
Değildim ama kendimi küçük düşmüş gibi hissettiğimden
utanarak başımı salladım,
"iyiyim," dedim.
"Şimdi biraz konuşabilir miyiz?"
Tekrar başımı salladım. Onun olaylar karşısında nasıl bir
yorum getireceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama beni ür
perten bir soru sordu.
"Babanla aranızda eski bir ihtilaf, herhangi bir çekişme var
mı?"
Neden böyle bir soru sorduğunu anlamamıştım ama o an
benden daha iyi fikir yürüttüğü, daha objektif ve gerçekçi dü-
1 8 8
Mehmetcan
şündüğü kesindi. Fakat bütün olayların tek sorumlusu gibi ba
bamdan şüphelenmesini yadırgamıştım. Babamdan başka ha
yatta pek akrabam yoktu ve o yaşlı, felçli bir hastaydı.
"Ne olabilir ki?" dedim.
"Bilmiyorum. Bunun cevabı sende."
"Yok... Olamaz da zaten."
"Neden?"
"Neden mi? O benim babam. Aklından ne geçiyor bilmi
yorum ama hayattaki tek evlâdı ile ne zoru olabilir?"
"Sorun da burada zaten. Senden gizlediği bir sırrı var. Bu
fikrimde ısrarcıyım."
Hayretle ıslak gözlerimle Derya'ya baktım.
"Ne sırrı?" diye kekeledim.
"Bunu henüz bilmiyorum. Ama bana öyle geliyor ki ara
nızda hiç açılmayan, belki de yıllardır konuşulmayan ve senin
ruhuna işlemiş bir vaka yaşanmış. Ta senin çocukluk yıllarından
kalma."
Derya yine bir ruh hekimi gibi konuşmaya başlamıştı ama
ona itiraz edemedim. Kafamı toparlamaya çalışıyordum. Ba
bamla aramızda ne geçmiş olabilirdi ki? Aklıma hiçbir vaka
gelmiyordu. Bilakis, babamla ilişkimiz bütün hayatım boyunca,
anlayış, karşılıklı sevgi ve müsamaha ile geçmişti.
"Neden böyle düşünüyorsun?" diye sordum sevgilime.
Bana karşılık vermeden önce birkaç saniye düşündü, sonra
yere eğilip düşen tapu fotokopisini alarak bana uzattı.
"Böyle düşünmemin ilk sebeplerinden biri işte bu," dedi.
"Baban, sahibi olduğun bu araziden neden sana hiç bahsetme
di? "
Verecek bir cevap bulamadım. Yüzüne şaşkın şaşkın bak
makla yetindim. Sonra resmi evrakı inkâr edercesine aptalca
homurdandım.
"Ama o lanet ev Şinasi Sarıkaya'ya aitmiş, bunu bilen bir
sürü insan var o yörede."
1 8 9
Mehmetcan
Derya yüzünde mağrur bir ifade ile beni süzdü.
"Bu doğru," dedi. Tapu kayıtlarında gayrı menkulü ince
ledim. Ev önce Şinasi Sarıkaya'nın babasına aitken ölümüyle
oğluna intikal etmiş, sonra da Şinasi o yeri babana satmış. Ba
banda üç ay sonra sana hibe etmiş. Buna ne dersin?"
"Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok."
"Ama olmalı."
"Nasıl olur Derya? O mülkün bana ait olduğunu ilk defa
şimdi senden öğreniyorum."
"Mesele de burada ya... Neden baban bunu sana hiç söy
lemedi acaba?"
"Belki unutmuştur, belki önemsememiştir. Olamaz mı?
Bizim mülkiyetimizde bu tür çok yer var. Unutma biz inşaat
işi yapıyoruz. Babamın daha sağlığında böyle kapattığı çok yer
vardır. Bu da onlardan biri olabilir. Otuz küsur sene evvel ora
ları oldukça değersiz bir yerdi, belki de adamın aklından çıkıp
gitmiştir, önemsememiştir. Üstelik adamcağızın beyin damarla
rı tıkanık. Her şeyi unutuyor."
"Hiç sanmıyorum."
Bu itham edici ifadesi karşısında yeniden irkildim.
"Ne demek istiyorsun?"
"Bence baban o olayı hiç unutmamış."
"Ne demek istiyorsun?"
Derya sustu. Yanımdan kalkıp odanın içinde endişeli adım
larla dolaşmaya başladı.
Konuşmakta, aklından geçenleri ifadede zorlandığını his
settim.
"Açık konuş, aklından geçenleri anlat bana," dedim.
Bana bir soru ile karşılık verdi.
"Gördüğün kâbuslardan babana bahsettin mi?"
Kısa bir an düşündüm.
"Hayır," dedim sonra. "Bahsetmedim."
"Neden?"
190
Mehmetcan
"Ne gereği var ki? Adamcağız zaten hasta ve düşkün. Bir
de benim illetimle üzülmesinin ne anlamı var?"
Deiya sesini çıkarmadı. Ama hiç rahatlamadığı gibi tatmin
olmuşa da benzemiyordu.
"Tam senin kâbuslarının başladığı sırada o metruk evin ta
mirini istemesi biraz manidar gelmiyor mu sana?"
"Ne demek istediğini anlamıyorum."
"Ben de bunu tüm çıplaklığıyla açıklama imkânından mah
rumum, çünkü çözmediğim bir sürü sual var beynimde. Ama
şiddetle bu işin içinde bir iş olduğunu sezinliyorum. Bu kadar
tesadüf bir araya gelemez."
Gayri ihtiyari mırıldandım. "Ne tesadüfü?"
"Babanın onarım işini istemesiyle senin kâbuslarınin çakış
ması. Kâbuslarında gördüğün evin birden gerçek olarak karşına
çıkması. Bunu nasıl açıklayacaksın?"
Başım önüme düştü.
"Bilmiyorum," diye kekeledim.
"Ama ben tahmin edebiliyorum."
"Neyi?"
Deıya'nın ses tonu hızlandı, soluk soluğa söylendi.
"Biraz anlamaya çalış Murat. Sen o evi biliyordun, daha
önce de görmüştün."
"Görmüş müydüm? Ne zaman?"
"Bana kalırsa çocukluğunda. Kanımca bütün sorun o yu
larda başlıyor. İddiaya varım, sen o tarihlerde, seni çok etkile
yen bir olaya şahit olmuş olmalısın."
Deıya'yı dinledim ama isyan ettim.
"Saçma. Seninki kuruntuya dayanan bir varsayım. Gör-
müşsem bunca yıl neden hatırlamayayım? "
"Kanımca meselede burada ya. Beynin şahit olduğun şeyi
unutmak istiyor. Devamlı onu şuuraltına itiyor. Satha çıkması
na izin vermiyor. Zaten bir hatırlasan bütün sorunların çözüle
cek."
1 9 1
Mehmetcan
Daha fazla dinlemek istemiyordum. Bitkin bir şekilde yata
ğa uzandım. Derya artık bana yardımcı olmaktan ziyade bütün
beynimin içinin karışmasına neden oluyordu.
"Sus, lütfen," diye inledim. "Hiçbir şey duymak istemiyo
rum artık."
Derya hemen sustu. Galiba fazla ileri gittiğini o da sezinle-
mişti. Anlayış ve şefkatle yanıma uzandı, yeniden usul usul saç
larımı okşamaya başladı.
"Tamam," diye fısıldadı. "Şimdilik kapatalım bu konuyu.
Hadi, biraz dinlen. Yoruldun ve sarsıldın. Uyumaya çalış. En
dişelenme, ben hep yanında olacağım. Seni çok seviyorum ve
daima da seveceğim. Bu senin için yeterli mi?"
Yorgun nazarlarla ona baktım.
Onu gerçekten çok seviyordum. Onun varlığı bu kritik dö
nemimde hayata bağlanmam için tek direnç ve teselli kaynağırn-
dı. İri mavi gözlerinde sevgi ışıkları görüyordum ama konuşacak
halim yoktu. Elini tutup dudaklarıma götürdüm...
Rüyamın derinliklerindeyim yine. İşıl ışıl parıldayan bir yaz
günü. Başımı kaldırıp göğe bakıyorum, temiz, dupduru bir ma
vilik var gökyüzünde. Tek bir bulut bile göremiyorum. Mis gibi
çiçek kokuları yayılıyor etrafa. Sümbüller, zerrinler, sarmaşık gül
leri kaplamış etrafı. Geniş bir bahçenin içindeyim.
Hiç de yabancısı değilim buranın.
Huzur ve güven içindeyim. Gevşeyen kısa pantolonumu ufak
ellerimle çekiştiriyorum.
Belimde oyuncak bir kılıç var.
Çocukluğumun bütün serazatlığınt yaşıyorum coşkuyla. Bah
çenin içinde koşup duruyorum. Bir ara bahçede dolaşan Cemal
Efendi'yi görüyorum. Uzaktan bana bakıp elini sallıyor. Ama hiç
oralı olmuyorum. Hafif hafif sıçrayarak, sanki at üzerindeki bir
süvari gibi belimdeki kılıcı tutarak koşuyorum. Yaşımın verdiği
1 9 2
Mehmetcan
oyun sevinciyle muhayyel düşmanlarımı kovalıyorum. Ben bir
oyun kahramanıyım ve kötü adamları cezalandıracağım.
Ama çiçek tarhlarının içinde birden duraklıyorum.
Karşıma bir yabana çıkıyor.
Bizim bahçemizde, tanımadığım biri. Hayretle yüzüne bakı
yorum. Aradığım muhayyel düşman o olmalı. Zira adamın yüzü
yok...
Suratının olduğu yer bomboş. Silik...
Korkmam, hatta bağırmam lâzım. Ama sadece soruyorum, o
minik, kısık sesimle.
"Siz de kimsiniz? Ne arıyorsunuz bizim bahçemizde?"
Adamın yüzü olmadığı için göremiyordum ama güldüğünü
çıkardığı sesten anlıyordum. "Ben seni ham yapıp yemeğe gel
dim. "
Yüzsüz yabancı herhalde benle şaka yapıyor, aklınca beni
korkutmaya çalışıyordu.
Hemen kılıcıma sarıldım. Dik ve mağrur bir sesle homur
dandım.
"Ben kimseden korkmam! Seni öldürürüm," dedim.
"Hımmm! Benden korkacaksın, hem de çok korkacaksın."
İleriye uzattığım tahta kılıcımla onu şişlemek üzere bir ham
le yaptım fakat bahçemizdeki yüzsüz yabancı tıpkı geldiği gibi bir
den kayıplara karıştı. Onu göremiyordum artık. Sağıma soluma
dönüp arandım, yoktu...
Sonra bir boşluk oldu. Bir tür kopukluk. Sanki rüya âleminde
başka bir yere taşındım.
Şimdi evin içindeydim.
Bu Suadiye'deki yanan köşkümüzdü. Üçüncü kattaydım. Ya
tak odalarımızın olduğu katta. Burası benim odamdı. İnsan rüya
sında geçiş yaptığı bölümlerin nedenlerini kavrayıp tefrik edemi
yordu. Bir sesler duyuyordum. Konuşmalar, fısıldamalar, kesik ve
garip kahkahalar ve bir de içten gelen derin inlemeler...
Kulak kabarttım.
1 9 3
Mehmetcan
Bu seslerden birini tanıyorum, bana hiç de yabancı gelmiyor. ..
Annemin sesi!
Acaba niye gülüyor ve niye öyle garip şekilde inliyor? Mera
ka kapılıyorum. Ağır adımlarla yatak odamın aralık duran kapı
sından dışarıya süzülüyorum.
En üst katın geniş sofasındayım.
Karşılıklı büyük dört yatak odası var o katta.
Hole çıkınca duyduğum sesler daha da yoğunlaşıyor. Alışık
olmadığım o garip sesler annemle babamın yatak odasından ge
liyor. ..
Sebepsiz bir korku kaplıyor içimi. Tahta kılıcımdan medet
umarcasına belimden çıkarıp o kapıya doğru yürüyorum, işitti
ğim o seslerin sebebini öğrenmek arzusundayım.
Onların kapısı da aralık.
Ayaklarımın ucuna basa basa yaklaşıyorum.
Köşkte derin bir sessizlik var; zaman sanki durmuş. Tek işit
tiğim şey odadan akseden garip inlemeler. Aralık duran kapının
önünde durup başımı uzatarak içeriye bakıyorum.
Yatakta iki kişi boğuşuyor.
Önce hiçbir şey anlamıyorum. Sonra bilmediğim bir utanç
hissi bütün benliğimi kaplıyor. Çünkü her ikisi de çırılçıplak...
Hemen başımı geri çekiyorum; çünkü ilk defa annemi çırılçıplak
görüyorum. Gözlerimi yumuyorum. Şahit olduğum şeyin utanç
verici bir şey olduğunu sezinliyorum, fakat anlayamıyorum. An
nem acaba neden hem kesik iniltiler çıkarıyor, arkasından da
yaptığından da zevk alır gibi kahkahalar atıyor, çözemiyorum.
Yaptığımın ayıp olduğunu bilmeme rağmen gözlerimi açıp
bir daha aralıktan içeriye bakıyorum ve o zaman dehşete kapılı
yorum. Zira annemi kollarının arasına alıp okşayan kişi babam
değil...
Ağzım bir karış açılıyor.
Bu adam, az önce bahçede gördüğüm o yüzsüz yabana...
19>4
Mehmetcan
Anneme bir kötülük yapıyor. Dayanamıyorum annemi kur
tarmak için paldır küldür içeriye dalıyorum ve "Anne1." diye bir
çığlık atıyorum...
Sanırım o çığlıkla uyandım. Ama ses boğazıma düğümlen
miş gibiydi ve sadece rüyamda kendim işitmiştim. Gözlerimi
açınca Derya'yı uyandırıp uyandırmadığımı anlamak için başı
mı çevirip yanımda yatan sevgilime baktım. Uzun sarı saçları
yastığa dağılmış, derin bir uykuda. Derin bir oh çektim. Rü
yadaki çığlığımı duymamıştı. En azından uyanmamasına sevin
miştim. Bir süre kımıldamadan yattım. Gözlerini açıp yeniden
sorgu suale başlamasını istemiyordum. Bu gece ter içinde de
uyanmamıştım; biraz ters ve tedirgin edici de olsa, sanırım bu
bir kâbus değildi.
Usulca ve Derya'yı uyandırmadan yataktan kalkmaya ça
lıştım. Terliklerimi bile ayağıma geçirmeden yatak odasından
çıktım. Işığı yakmamıştım ve sevgilim rahat rahat uyumaya de
vam ediyordu. Gürültü çıkarmak istemiyordum, çalışma odama
geçince kapıyı kapatıp sadece çalışma masamın üzerindeki lam
bayı yaktım. Koltuğuma çöküp düşünmeye başladım yine.
Galiba Derya bu seferde haklı çıkıyordu. Yeni yeni görme
ye başladığım rüyalar aslında gördüğüm kâbusların devamı ve
muhtemelen onların tamamlayıcısı niteliğindeydi. Bu halde de
ister istemez, ailemle ilgili bir sorunum olduğu fikrine saplanıp
kaldım. Çocukluğumda yaşadığım ve şuuraltıma yerleşmiş bir
vaka olmalıydı.
Ama ne?
Bu gece gördüğüm son rüya düpedüz annemin ihaneti idi.
Bunu başka şekilde yorumlayamazdım. Ama bu düşünce bile
tüylerimi diken diken etmeye yetti.
Yandıyordum, mutlaka yanılıyordum; annem hayatta tanı
dığım en namus-u mücessem kadındı. Asla babama ihanet et-
195
Mehmetcan
miş olamazdı. Hatırladığım kadarıyla ölünceye kadar da mutlu
bir hayat sürdürmüşlerdi.
Peki, yüzünü göremediğim o adam kim olabilirdi acaba?
Muhtemelen karabasanlarımın tek nedeni o göremediğim
çehreydi. O suratı bir görebilsem, şuuraltıma yerleştirdiğim anı
lar birden satha çıkacak ve yaşantımın derinliklerindeki bütün
sırları çözmüş olacaktım.
Kimdi o adam?
Tabii düşlerime giren olayları aynen kabul etmem olanak
sızdı. Yoruma ihtiyacım vardı. Bir an hırsımdan parmaklarımı
acıtırcasına sıktım. Gördüğüm düşler sinirlerimi de, günlük ha
yatımı da ziyadesiyle etkiler olmuştu. Sonra bir şeyi daha fark
ettim; geçmişimde cinsellikle ilgili bir şeyler olmuştu. Zira ço
cukluğuma ait o yanan köşkte gördüğüm rüyalarda da, metruk
evde de hep bir tecavüz sahnesi canlanıyordu. Çocukluğumda
annem, halde ise Derya vardı. Birini köşkün yatak odasında,
diğerini de o lânetli evin ışık yanan üst katında hep tecavüze uğ
rarlarken görüyordum. Nedendi acaba? Annem o tecavüzden
hiç de etkilenmişe benzemiyordu, az evvel gördüğüm rüyada
ki iniltili zevk çığlıklarını yeniden duyar gibi oldum. O sesler
kulaklarımdan gitmiyordu. Bir keresinde Derya'yı masaya bağ
lanmadan suratı olmayan adamla sevişirken görmüştüm. Hatta
sevgilim zevk sarhoşluğu içinde, "Hadi gel, sen de bize katıl,"
demişti.
Artık alenen belliydi, beynimde ki soruların cevabını ken
di başıma veremezdim, bana tıbbi bir yardım gerekliydi. Hem
de gayet acele. Zira her geçen gün kâbuslarım artıyordu. Böyle
devam edemezdi. Aklım iyiden iyiye karışıyordu. Uyanık oldu
ğum zamanlar, gördüğüm düşlerin etkisiyle, kararsız, iradesiz,
güçsüz ve pasif bir hale giriyordum.
Sinirlerim son derece yıpranmıştı. Devamlı gördüklerimin
etkisi altında kalıyordum. Muhakeme gücüm zayıflıyor, karşıma
çıkan herkesten şüpheleniyordum.
1 9 6
Mehmetcan
Derya'dan, rahmetli annemden ve hasta babamdan şüphe
lenmek, onları potansiyel birer suçlu gibi görmek acı çektiriyor
du bana. Onlar hayatımda en değer verdiğim kişilerdi.
Düşüncelerime öylesine dalmıştım ki, "Murat," diyen sev
gilimin sesini işitince az daha yerimden sıçrayacaktım. Baktım,
çalışma kapımın önünde duruyordu Derya. Çıplak ayak geldiği
için sesini duyamamıştım. Endişeyle bana bakarak sordu.
"Yine kâbus mu gördün?"
"Hayır," dedim. "Uykum kaçtı."
"Doğru söyle."
Artık gerçekleri de sevgilime açıklamaktan utanır hale gel
miştim. En iyi çözümün gerçekleri anlatmak olduğunu biliyor
dum ama yapamamıştım. Kekeledim.
"Uyanıverdim birden," dedim. "Şu tapu hadisesi galiba
beni çok sarstı. Zihnimden çıkmıyor bir türlü."
Sevgilim yanıma yaklaştı. Her zamanki gibi anlayışla bana sa
rıldı, sonra kucağıma oturdu. Yüzünde sevecen bir ifade vardı.
"Haklısın, sarsılmanı, uyuyamamanı anlıyorum. Ama bu
böyle gitmez. Biraz daha sabırlı ol. Önümüzdeki hafta başı
doktora gidince rahatlayacaksın. Buna eminim. Lâkin uyuman
lâzım. Hadi gel, yatağa dön. Bu odada sabaha kadar oturamaz
sın."
O an uyumam olanaksızdı. Yatağa dönmek istemiyordum.
"Sen yat," dedim. "Ben de birazdan gelirim yanma."
"Olmaz."
Kucağımdan kalkıp elimi tuttu. Zorla beni oturduğum
koltuktan kaldırarak odadan çıkarmaya çalıştı. Onu incitmek
istemiyordum; bana anlayışlı davranan, meseleyi çözmek için
gayret sarf eden çevremdeki tek insan oydu.
Mecburen onu takip ettim. Yatak odamıza döndük.
Yalağa yattığımızda bana sıkı sıkı sarıldı. Ama cinsellikten
uzak, gerçek bir dostun sağlayacağı güven ve himaye hissi için
deydi. Varlığıyla bana destek oluyordu. Onun da uykusu kaç-
197
Mehmetcan
mıştı. Komodinin üstündeki lambayı söndürmemişti. Bakışları
nı da gözlerimden ayırmıyordu. Kısık bir sesle fısıldadı.
"Yine bir kâbus gördün, değil mi? Saklama benden."
Gerçekten de saklamamın bir anlamı yoktu. Sıkıntılarımı
tek gerçek dost olarak gördüğüm insana da söylemezsem, kime
açıklayacaktım ki? Sıkılarak başımı salladım.
"Evet, gördüm," diye itirafta bulundum.
"Sarıkaya'daki evi mi? Muhtemelen tapu şokundan sonra
beynin herhalde o eve odaklanmış olmalı," dedi.
"Hayır... Yanan köşkü ve annemi gördüm rüyamda."
"Yani bu seferki kâbus değil, sadece bir rüya mıydı?"
Çekinerek fısıldadım.
"Yarı kâbustu."
Mavi gözleri buğulandı.
"Anlatmak ister misin?" Tereddüdümü hissedince yumu
şacık sesiyle kulağıma fısıldadı. "Çekinme tatlım, ne gördüysen
anlat."
Sesi o kadar sıcak ve yardım hissiyle doluydu ki, daha fazla
direnmedim ve rüyamdan aklımda kalan her şeyi ona naklettim.
Beni büyük bir dikkat ve titizlikle dinledi. Sanki saçma sapan,
bana çok anlamsız görünen bir vakayı değil de, gerçek yaşan
tımdan bir olayı dinliyormuş gibi heyecanlıydı. Boş yere onu
da uykusuz bırakıyordum. Minnetle sarılıp biraz daha kendime
çektim. Fakat sevgilim son rüyam hakkında hiçbir yorumda bu
lunmadı, sadece mavi gözlerinde artan bir endişe ile dinlemekle
yetindi...
1 9 8
Mehmetcan
^5 w
ı cEREYE gidiyoruz?" diye sordum Derya'ya.
Bu sefer onun arabasmdaydık ve direksiyon başında o var
dı. Gözünü yoldan ayırmadan mırıldandı, "Şikâyetçi misin? Be
raberiz işte. Gittiğimiz yer önemli mi?"
Hafta içi bir gündü ve haliyle ikimiz de işimizin başında
olmalıydık. Derya arabayı köprü istikâmetine sürdüğüne göre
niyeti karşı yakaya geçmekti. Önce Kurtköy civarındaki şantiye
mize gittiğimizi düşündüm.
"Sen bugün inşaata uğrayacak miydin?" diye sordum.
"Hayır," dedi.
"O halde nereye gidiyoruz?"
"Sabırlı ol biraz."
Dün gece uykumuz bölündüğü ve saatlerce uykusuz kaldı
ğımız için ikimiz de kendimizi biraz yorgun hissediyorduk. Gü
zel gözleri uykusuzluktan hafif kanlanmıştı Derya'nın ve hava
güneşli olmamasına rağmen, kanlanmış gözlerini rahatlatmak
ister gibi koyu güneş gözlüklerini takmıştı. Pek konuşmaya da
1 9 9
Mehmetcan
hevesli görünmüyordu bu sabah. Ben de onun isteğine uyup
fazla sual sormadım. Arkama yaslanıp sessiz kalmayı yeğledim.
Nasıl olsa direksiyon ondaydı ve onu yanı başımda hissettiğim
sürece sorun yoktu. Geçenlerde yaptığımız gibi işi kaytarıp
sakin ve kendimize ayıracağımız bir gün geçirmeye de çoktan
hazırdım. Gerçekten de kendimi çok yorgun hissediyordum.
Ama yine de Derya'da ki bu âni değişikliğin ve bana bir
gerekçe göstermeden inşaat alanına gitmek istemesindeki sebep
beni düşündürmeye başlamıştı. Göz ucuyla profilden görüntü
süne baktım. Yüzünde belli belirsiz bir gerginlik vardı. Nitekim
Bostancı'ya geldiğimiz sırada birden aklından geçenleri açığa
vurdu.
"Baban hasta olabilir ama bunamadığına kesin eminim,"
deyiverdi.
Yine konunun açılması beni irkiltmişti.
"Seni bu kadar emin konuşmaya sevk eden âmil nedir?"
diye sordum.
"Adamı Şinasi Sarıkaya'yı otuz üç yıldır görmediğini söyle
mişti, hatırlıyor musun?"
"Evet."
"Sana garip gelmedi mi? Ne otuz iki sene, ne de otuz dört
sene demedi. Tam ve kesin bir tarih söyledi. Otuz üç sene...
Zayıflayan, hasta bir beyin bu kadar net zaman verir mi?"
Sesimi çıkarmadım.
Sessiz kaldığımı görünce devam etti.
"Bana söylediğine göre Şinasi Sarıkaya'nın ölümünü bilen
insanlarda aradan öyle bir zamanın geçtiğini sana ifade etmiş
ler."
Nihayet dayanamadım.
"Yani? Nasıl bir sonuca varıyorsun bundan?"
"Acele etme," diye fısıldadı. "Bir başka deyişle baban tam
otuz üç sene önce o metruk evin mülkiyetini adamdan alarak
sana devretmiş."
200
Mehmetcan
"Oyle görünüyor," dedim.
Derya birden dikleşti.
"Sevgilim, şu halde bir düşünsene, baban nasıl olur da,
bunca zaman önce satın alıp sana devrettiği bir evin onarımını
sanki hâlâ o ev Şinasi'nin mülkiyetindeymiş gibi senden isteye
bilir?"
Bir an düşündüm.
"İyi ya," dedim. "Bu olay da babamın bazı şeyleri unuttu
ğunu göstermiyor mu? Sence bu bir bunama arazı değil mi?"
"Hayır."
"Hayır mı? Öyleyse bu saçma isteği nasıl açıklayacaksın?"
Derya gergin bir şekilde homurdanmaya devam etti.
"Bilmiyorum. Benimde kafamın takıldığı noktalardan biri bu
zaten. Şinasi'yi otuz üç seneden beri görmediğini hatırlayan biri,
yıllar sonra evine gelip verdiği eski bir sözden bahsetmesi çok
garip. Burada benim mantığımın kabul edemediği bir şey var."
Hafifçe gülümsedim.
"Nasıl bir şey?"
"Bir cevaplayabilsem, sorun kalmayacak zaten."
Doğrudan, yüzüne karşı bir şey demedim ama nedense
Derya, babama kafayı takmıştı; sanki bütün olayların arkasında
ondan bir iz arıyordu. Herhalde kadınsı bir mantığın sonucuy
du bu; pek çok kadın gibi doğru olduğuna inandığı bir düşün
ceden kendisini kolay kolay sıyırıp alamıyordu. Oysa bana göre
ne denli karışık görünse de mesele çok basitti ve sonuçta benim
beynimin yarattığı birtakım halüsinasyonlar söz konusuydu.
Ortada hasta bir beyin söz konusuyken de, geçmiş insanların
yılların ötesinde kalmış eylemlerinden manalar çıkarmanın hiç
anlamı yoktu.
Yeni bir yorum yapmadığımı görünce tekrar söylendi.
"Bana inanmıyorsun, değil mi?"
"Sorun inanıp inanmamak meselesi değil, hayatım," diye
geveledim.
2 0 1
Mehmetcan
Lâfı ağzıma tıkadı.
"Sen nasıl düşünürsen düşün. Ama gördüğün kâbuslarda
babanın bir rolü var."
Bence saçmalıyordu. Babamın son derece düzgün geçmişiy
le nasıl bir bağ kurduğu, kâbuslarımla babam arasındaki illiyet
rabıtasını anlamakta zorlanıyordum. Susmak sanırım en akıllıca
çareydi. Onu fikrinden caydırmaya çalışmak anlamsızdı. Galiba
önümüzdeki hafta başında bu işin uzmanı olan doktora görü-
nünceye kadar bu tür yorumlarına katlanacaktım.
Başımı çevirip etrafa bakınmaya başladım.
Güneşsiz, etrafı koyu gri bulutların kapladığı, insanın içine
kasvet veren bir hava vardı dışarıda. Her an yağmur yağabilirdi.
Konuyu değiştirmek ister gibi homurdandım.
"Sanırım yağmur yağacak."
Ama sevgilim hiç oralı olmadı. Konuyu değiştirmek istedi
ğimi anlamazlığa gelerek devam etti fütursuzca.
"Şu köşkün yanması," dedi. "O da midemi bulandıran baş
ka bir husus."
içimden hoppala dedim. Acaba şimdi o hadise ile nasıl bir
bağlantı kuracaktı?
"Ne olmuş ki?" demek zorunda kaldım.
"Hesaba göre o vakanın üzerinden de otuz üç yıl geçmiş."
"Yani?"
Derya gülümsedi.
"O köşkü hatırlamaman çok garip."
"Dedim ya, küçük bir çocuktum."
"Ama yedi sekiz yaşlarındaymışsın. O yaştaki çocuğun evi
hatırlaması gerekir. Bir daha düşün, o tarihlere ait hiçbir şey
canlanmıyor mu hafızanda? Mesela yazları gittiğiniz köşkün ya
kınında hiç komşu çocukları filan yok muydu? Beraber oynadı
ğın kimseler?"
ister istemez yeniden o yılları anımsamaya çalıştım. Haki
katen hiçbir şey hatırlamamam garipti. Köşkle ilgili bütün ha-
2 0 2
Mehmetcan
yaller rüyalarımda şekilleniyordu. Birden duraksadım, bu cid
den garipti. Daha dün geceki rüyamda çiçek tarhlarını, bahçe
deki ağaçları, içinde kırmızı balıkların oynaştığı fıskiyeli havuzu
görmüştüm. Bunlar o köşkün bahçesinde gerçekten var mıydı,
yoksa ben mi onları düşlerimde yaratıyordum. Şayet onlar ger
çekten var ise hatırlamam gerekmez miydi? Bir an Cemal Efen
di ile balıklara ufalanmış ekmek parçaları attığım sahne yeniden
gözlerimin önüne geldi. Mutlaka o bahçede oynadığım komşu
çocukları da olmalıydı. Güçlükle mırıldandım.
"Hiç arkadaşım yoktu," dedim.
"inanmıyorum. Mutlaka vardır."
"Varsa bile ben hatırlamıyorum."
"Buna eminim. Çünkü sen hayatının o dönemini özellikle
hatırlamaktan kaçmıyorsun. Şuuraltın seni buna zorluyor."
"Neden ama?"
Derya gözlerini yoldan ayırıp kısa bir süre bana baktı.
"Bana kalırsa," dedi. "Sen o köşkte bir şey yaşadın. Hiç
beklemediğin, seni fazlasıyla sarsan ve neticeleri otuz küsur
sene beyninde gizli kalan, açığa vuramadığın bir olay."
Farkında olmadan sinirlenmeye başlamıştım.
Geriliyordum yine. Küstah bir şekilde gülümsedim.
"Yine bir ruh doktoru gibi konuşmaya başladın! Bir tür
psikanaliz mi bu yaptığın? Yıllar önceki geçmişime mi ulaşmak
istiyorsun?"
"Bunu ben değil, gerçek doktor yapacak. Sen çocukluğun
da ruhsal bir örselenme geçirmişsin. Artık bundan hiç kuşkum
yok. Belki uzun süreli bir psikoterapiye ihtiyaç duyulacak, ama
hiç endişelenme ben her zaman yanında olacağım, çünkü seni
seviyorum."
Bu destek lâfı güzeldi kuşkusuz, ama bir an için yüreğimin
cız etmesine engel olamadı. Demek sevgilim de beni ciddi bir
ruh hastası olarak görüyordu. Haklı da olabilirdi, ben bile ken
dimi tahlil edemiyordum.
2 0 3
Mehmetcan
Susup önüme bakmaya başladım.
Derya'nın arabası hızla akıp gidiyordu ana yolda...
Bir ara inşaat alanına sapacağımız kavşağı geçtiğimizi fark
edince toparlanıp müdahale ettim.
"Derya, sapağı geçtin," dedim.
"Biliyorum," dedi.
Bu kez merakla dönüp sordum. "Nereye gidiyoruz?"
"O eve."
Nereyi kastettiğini anlamıştım tabii ama bilmezmiş gibi
sordum. "Hangi eve?"
"Hani herkesin Şinasi Sarıkaya'nın olduğunu sandığı ama
gerçekte senin mülkiyetinde olan şu lânetli viraneye."
Sertçe homurdandım. "Ne işimiz var orada?"
"Ben de görmek istiyorum," dedi.
"Neden ama?"
Başını çevirip dikkatle bana baktı.
"Sence bir sakıncası mı var?"
"Evet... Oraya gitmek istemiyorum."
"Korkuyor musun? Yoksa gerçekten tekinsiz olduğunu mu
düşünüyorsun?"
"Neden korkayım? Orası sadece boş bir virane," diye söy
lendim.
"Ama rüyalarında hep seni rahatsız ediyor. O evi görünce
kâbuslarından çığlıklar atarak uyanıyorsun."
"Onlar rüyalarımda oluyor," diye kendimi savunmaya ça
lıştım. "Hem bu hafif araba ile gidemeyiz, yol batak çamur, sap
lanır kalırız."
"O zaman arabadan iner, yürürüz."
Baktım, Derya kararlıydı. Daha fazla ısrar etmekten vaz
geçtim. Belli ki o daha bu sabahtan o lanet eve gitmeyi kafasına
koymuştu. Suratımı asıp koltuğa büzüldüm.
204
Mehmetcan
Sustuğumu görünce, "Hadi hayatım, yolu bana tarif et,"
dedi...
Tepenin eteğine gelince arabayı durdurdu. Yükselen o ça
mur deryasını altındaki araba ile tırmanamayacağını aklı kes
mişti. Hiç de korkak bir hali yoktu, "istersen sen arabada kal,
ben gidip içeriye bir göz atmak istiyorum," diye mırıldandı.
Tabiidir ki onu yalnız bırakamazdım, asık suratımla araba
dan çıktım. Yola koyulduk. Ne hikmetse esen sert rüzgâra ve
yolu kullanan kimse olmamasına rağmen, çamur deryası hiç ku-
rumamıştı. Yer yer göçükler göze çarpıyordu. Hatta Behzat'ın
ağır jeepinin kalın lastik izlerini bile görmek mümkündü. Ça
murlara batmadan tepeye varmamızın imkânı yoktu. Fakat
Derya kararlı ve ısrarlı adımlarla keçi gibi önden yürüyordu.
Tam tepeye vardığımızda karşısına çıkan ürkütücü viraneyi
görünce bir an durdu. Daha şimdiden ikimiz de soluk soluğa
kalmıştık. O tepeyi aşmanın ne kadar zor olduğunu bundan ön
ceki tecrübelerimle de öğrenmiştim.
"Burası, değil mi?" diye sordu.
Tasdik için başımı salladım. Hatta bir an ümitlendim de,
nedense sevgilim en tepe noktada durmuş daha fazla ileriye git
mekten caymış gibi aşağıdaki görüntüyü seyrediyordu.
"Demek burası?"
"Çok tuhaf" dedi.
"Nedir tuhaf olan?"
"Babanın otuz üç sene önce bu evi satın alıp sana devret
mesi. ..''
"Tuhaflık neresinde bunun?"
"Hadi Murat, açık ol. Gerçekleri konuş. Baban o zaman
da gayrı menkul işleri yapan bir insandı, yani emlâktan anlardı.
Hiç işe yaramayacak bir yere oğlu için neden yatırım yapsın ki?
Parası olmayan bir insan olsa anlarım, ama söylediğine göre ba-
205
Mehmetcan
ban o tarihte de varlıklı biriymiş; burayı almasının hiç anlaşılır
bir yanı yok."
Anlamsız bir şekilde pederi savunmaya kalkıştım.
"Kim bilir, belki ilerde para edeceğini düşünmüştür," de
dim.
"Hiç sanmam. Bu işin içinde başka bir neden olmalı."
Canım Derya ile hiç tartışmak istemiyordu.
"İşte, gördün; dönelim mi artık," diye mırıldandım.
"Hayır. Evin içini de incelemek istiyorum."
Konuşmama fırsat vermeden bayırdan aşağıya inmeye baş
ladı birden. Çaresizlik içinde onu takip etmeye başladım. Ça
murlu araziden çıkıp evin önündeki otlu sahaya geldiğimizde
bodarımızın altına feci çamur bulaşmıştı. Âdeta yürümemize
engel oluyordu. Derya yerden bulduğu ince bir ağaç dalıyla bot
larının altma yapışan çamurları bana tutunarak temizleye kalkış
tı. Derya ayakkabısının tabanına yapışan çamurları temizlemeye
çalışırken kısa bir an durmuştuk. Başımı kaldırıp tam karşımda
yükselen harap eve biraz da ürkerek nazarlarım takıldı, içimde
garip bir ürperti hissettim. Kâbuslarım hariç gerçek hayatta bu
eve üçüncü gelişimdi. îlkinde işçim Halit, ikincisinde ortağım
Behzat'la gelmiştim. Fakat bu kez farklı bir durum söz konu
suydu. Zira bu defa viranenin bana ait olduğunu biliyordum
artık.
Berbat bir duyguydu bu. Sinirlerim isyan eder gibi ürper-
mişti birden. Acaba kaç insan kendi mülkiyetindeki bir eve gir
meye hazırlanırken yaşadığım duygulara kapılırdı? Sokak kapısı
her zamanki gibi yine aralık duruyordu. Tüylerimin diken diken
olduğunu hissettim bir an. Dizlerim kilitlenmişti sanki. Lânetli
eve bir daha girmek istemiyordum, bu kesindi. Fakat evin beni
çeken, âdeta çağıran bir yanı olduğu da muhakkaktı.
Botlarındaki çamurları temizleyen Derya söylendi. "Hadi,
girelim içeri."
Son bir gayrede mırıldandım.
2 0 6
Mehmetcan
"Dur!" eledim. "Ne bulmayı umuyorsun içeride?"
Yadırgayarak beni süzdü.
"Hiçbir şey. Sadece merak ediyorum."
"Merak edüecek nesi var ki? Boş ve harabeye dönmüş bir
ev sadece."
"Bu kadarını ben de biliyorum."
"O halde ne göreceksin? Ya da ne görmeyi umuyorsun?"
"Bilmiyorum."
Ne olduğunu kestiremediğim bir korkuyla sevgilimin ko
luna yapıştım.
"Vazgeç bu sevdadan Derya," diye mırıldandım. "Rahatsız
oluyorum."
Sevgilim bu kez neden rahatsız olduğumu sormadı ama eli
mi tutarak beni çekiştirdi.
"Korkacak bir şey yok, Murat. Unutma, burası senin
evin."
Direnmek istiyordum. Kağıt üzerinde veya resmi sicillerde
burası benim mülkiyetimde olabilirdi ama çok iyi biliyordum
ki gerçekte benimle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu, bana
tamamen yabancı bir yerdi. Derya ise elimi çekiştirmeye devam
ediyordu...
Birkaç adım attım.
Buraya daha önceki gelişlerimde hiç bu hisse kapılmamış
tım. Ürktüğümü, huylandığımı, hatta yadırgadığım bir uzak
laşma hissine kapıldığımı hatırlıyordum ama bu defa kesinlikle
eve girmek istemiyordum. Belki bunun bir nedeni de Derya
olabilirdi. Zira o korkunç kâbuslarımda hep onu suratsız ya
ratığın tecavüzünden ve öldürmeye kalkışmasından korumaya
çalışmıştım. Muhtemelen düşlerimin etkisi şimdi kendisini gös
teriyordu. Sanki o kâbusları gerçek hayatın içinde de yaşayacak-
mışım gibi bir hisse kapdmıştım. Mantığım bunun hiç de öyle
olmayacağını söylüyordu ama ben aklımdan ziyade beynimi ke
miren olayların tesirindeydim.
207
Mehmetcan
Tökezlendim ama el ele aralık duran kapının önüne geldik.
Derya hâlâ beni çekiştirmeye devam ediyordu. Sevgilim aralık
duran kapıyı ardına kadar itti. Esen rüzgâra rağmen önce kesif
bir leş kokusuyla karşılaştık. Bu kokunun arka tarafta duran iri
fare leşinden geldiğini biliyordum artık.
Antreye girdik.
Bakışlarımı Derya'ya çevirdim. O ise hayrete düşmüş gibi
mesleki bir merakla etrafa bakmıyordu. "Vay canına!" diye mı
rıldandı. "Hiç de dışarıdan göründüğü gibi değil."
Kekeleyerek sordum. "Ne demek istiyorsun? Göründüğü
gibi olmayan nedir?"
"Buranın bir gecekondu olacağını sanmıştım. Tavandaki
ahşap işçiliği görüyor musun? Tam bir usta işi. Şu oymalara
bak."
Kafamı kaldırıp tavana baktım. Bakımsızlıktan çürümüş
ahşap doğramalar, kapı süsleri, yerlerinden fırlamış tahtalar,
boyaları dökülmüş duvarlar bana hiçbir şey ifade etmiyordu.
Sadece titriyordum.
"Acaba kim inşa etmiş bu evi?" diye mırıldandı Derya.
Soğukkanlılığına şaşıyordum; bu kadar rahat ve vurdum
duymaz olamazdı. Hele mesleki damarları kabarmış gibi vira
nenin mimari özelliklerini incelemeye kalkışması damarlarımı
dondurmuştu. Ama ben niye sarsılmıştım bu gelişimde? Kafam
birden bu noktaya takıldı. Üstelik bu ilk gelişimde değildi. Oysa
beni tedirgin eden şiddetli bir duygu vardı içimde.
Elimi bırakan'Derya ilk katın hole açılan bölümlerini ince
lemek ister gibi ileriye yürüdü. Yan tarafta bir mutfak, tam kar
şısında ufak bir hela vardı. Her ikisinin de kapıları ardına kadar
açıktı. Sevgilim önce mutfağa yönelip gözden kayboldu. Ben
hâlâ holde, beni bıraktığı yerde öylece kımıldamadan duruyor
dum. Kalbim inanılmaz derecede hızlı çarpıyordu. Derya'nın
mutfaktan akseden sesiyle irkildim.
"Burayı hiç inceledin mi?"
2 0 8
Mehmetcan
Cevap vermedim ama o zaman farkına vardım. Sadece
Behzat la geldiğimde tam karşımızda duran odadan gelen pis
kokuyu araştırmak için o odaya girmiş ve yerde yatan fare leşi
ni görmüştük. Onun dışında alt katı hiç gezmemiştim. Neden
se kâbuslarımda olduğu gibi her iki gelişimde de, içeriye girer
girmez hep yandaki merdiveni kullanarak üst kattaki o malum
odaya çıkmayı denemiştim.
Derya'yı hâlâ görmüyordum.
"Celsene buraya," demişti.
Çamurlu botlarımı süreye süreye ilerledim ve mutfağın önü
ne geldim. Çekinerek içeriye bir göz attım, içerisi bom boş sa
yılırdı. Tam bir harabe. Bahçeye açılan kapı yoktu, herhalde bi
rileri söküp almış olmalıydı. Mutfak penceresi ise kırıktı ve sivri
bir cam parçası rüzgârın etkisiyle her an yuvarlanıp düşecek gibi
sarsılıyordu. Yerin siyah beyaz mermer karoları renk değiştir
miş, bütünüyle griye dönüşmüştü. Tezgah denen şey kalmamıştı.
Sadece yerde eski bir mutfak çekmecesi duruyordu.
Derya'nın burada ilgisini çeken şeyin ne olduğunu merak
ettim. Tam bir sefalet tablosuydu. Sesim çıkmadan sevgilime
bakıyordum. Güçlükle, "Ne var?" dedim.
"Hayal edebiliyor musun?" diye sordu.
"Neyi?"
"Mutfağın dizaynını. Tabii seneler evvelki haliyle. Eminim
bu ev yetenekli bir mimar tarafından çizilmiş. Mutfağın konu
mu hârika. Arka cephe poyraza verilmiş..."
Derya kendince bir şeyler anlatıp duruyordu ama artık onu
dinlemiyor daha doğrusu anlattıklarını duymuyordum. Çok
saçmaydı bu yaptığı, o derecede de anlamsız. Evimin mimari
özellikleri beni zerrece ırgalamıyordu. Düşünürken bile "evim"
diye aklımdan geçirmem tüylerimin yeniden diken diken olma
sına yetti.
Burası benim evim olamazdı.
Kesinlikle olamazdı...
2 0 9
Mehmetcan
Bu virane, hukuki nitelik olarak yıllar önce bir şekilde üstü
me geçirilmiş olabilirdi, ama onunla münasebetim sadece kâğıt
üzerindeydi ve hepsi o kadardı. Buraya benim evim diyemez
dim. Bu arada Derya sanki yapacağı en önemli şey evin mimari
detaylarını incelemekmiş gibi mutfaktan çıkmış, fare leşli odayı
atlayarak kapısı açık duran helaya doğru yürümüştü. Mutfağın
eşiğinden geçerken yüzüme bile bakmamış, sanki evin tüm es
rarı pislik kokan helada toplanmış gibi doğruca oraya gitmişti.
Onun bu rahatlığına sinirleniyordum artık. Heladan yükselen
pis koku tahammül edilecek gibi değildi. Kırık pencerelerden
ve bazı olmayan kapılardan içeriye dolan ve anafor yapan rüzgâr
bile kokuyu tam silip atamamıştı.
Sevgilim aynı rahadık ve umursamazlık ile helanın kapısı
önünde durup yine bana "Gel, gel," diye seslendi. Ama bu sefer
yerimden kımıldamadım. Merakla helanın kırık mermerlerini
inceliyordu. Hayrettir, fakat Derya o pis kokudan hiç rahatsız
olmamıştı.
"Bak," dedi. "Halis Elazığ mermeri. En nadide olanından.
Nasd da bunu buradan söküp götürmemişler, şaştım doğru
su."
Ben de şaşıyordum, ama Elazığ mermerinin hâlâ orada olu
şuna değil, Derya'nın bu anlamsız tetkiklerine. Sonunda daya
namayıp bağırdım.
" Yeter artık... Çıkalım buradan."
Sanırım sesimin tonu fazla yüksek çıkmıştı. Derya eve gir
diğimizden beri ilk defa dikkatle gözlerimin içine baktı. Sesini
çıkarmamış, fakat mavi gözlerindeki ifade hüzün ve acı ile dol
muştu sanki. Belki de bana öyle gelmişti. Ağır ağır hela kapısı
nın önünden ayrılıp kımıldamadan durduğum mutfağın eşiğine
geldi. Koluma girip gülümsedi, sanki ona bağıran ve buradan
çıkıp gitmek isteyen ben değilmişim gibi fısıldadı.
"Daha değil," dedi.
"Ben bu evden çıkmak istiyorum," diye direttim.
2 1 0
Mehmetcan
"Hayır," bana o odayı da göstereceksin. Hani üst kattaki,
kâbuslarına ^giren o meşhur odayı. Asıl orayı görmek istiyo
rum."
Belki başka zaman ve başka şartlar altında olsa, Derya'yı
kolundan tuttuğum gibi sürükleyip bu lanet evden dışarı çıka
rırdım, hem de bütün itirazlarına ve karşı koymasına rağmen.
Ama yerimden kımıldayamayacak kadar güçsüzdüm. Dizlerim
titriyor, daha da kötüsü her an yere düşecek kadar takatsiz his
sediyordum kendimi.
Koluma giren sevgilim beni üst kata çıkan merdivenlere
doğru sürükledi. Fakat artık evin mimari özelliklerini incele
mekten vazgeçmiş, sanki her an yere yuvarlanacağımı anlamış
gibi tüm dikkatini bana teksif etmişti. Zaten halimi anlamaması
imkânsızdı. Soluklarım sıklaşmış evin içinde anaforlar yaratan
rüzgâra rağmen terlemeye başlamıştım.
Bakışlarını yüzümden hiç ayırmıyordu, ama isteğime kulak
asmamış, hâlâ o odayı görmek hususunda direnmişti. Ne var ki,
şimdi koluma iyice yapışmış basamakları tırmanırken bana yar
dımcı olmaya başlamıştı. Ona çürük basamakları hatırlatmak,
uyarıda bulunmak istemiştim, lâkin ağzımı açıp konuşamıyor
bir türlü gereken ikazı yapacak kelimeleri bulamıyordum.
Bir ara başım dönmeye başladı. Hatta yuvarlanma tehlike
si atlattık, neyse ki Derya beni sıkı sıkıya kavradığından basa
maklara kapaklanmadık. Merdiveni çıktığımızda benim sara
ran, rengi uçan çehremden odanın hangisi olduğunu sevgilim
hemen anlamıştı. Kolumu bırakmadan zaten aralık duran kapı
kanadını çamurlu botunun ucuyla itti.
Tahta kapı gıcırtıyla ardına kadar açıldı.
Gözlerimi yummuştum. Daha evvel kaç defa gördüğüm o
odaya bakamıyorum şimdi.
Sebepsiz korku tüm benliğimi kavramıştı...
Gözlerimi açamıyordum ama alt katın aksine sanki sıcak
bir hava dalgası yüzüme çarparcasına yaladı. Odanın boşluğu
2 1 1
Mehmetcan
ve ortada duran basit çıplak masa, sanırım Derya'yı da ürküt
müş olmalıydı ki, kolumu tutan ellerinin titrediğini fark ettim.
Kirpiklerimi araladım. Oda hep aynı odaydı; bildiğim, tanı
dığım, gerek düşlerimde gerekse gerçek yaşamımda gördüğüm,
o uğursuz boş oda... Hiçbir değişiklik yoktu. Yalnızca kaynağı
nı bilmediğim, artan ve an be an hızlanan bir sıcaklık bedenime
çarpıyordu.
Korkuyla yükselen sıcaklığın kaynağını aramaya çalıştım.
Böyle bir odada ısı kaynağı aramak zırvalıktı. Ama hissediyor
dum; ayaklarımın ucundan başlayan sıcak dalgası hızla yükse
liyordu. Dizlerim mangal koruna değmiş gibi yanıyordu. Daha
sonra belime kadar yükseldi. Gözlerim irileşmiş, dehşetle o kay
nağı aramaya devam ediyordum. Biraz geç de olsa o sıcaklığın
kendi vücudumdan kaynaklandığını anladım.
"Allah'ım, ne oluyor bana?" diye inledim.
Ama bu inilti içimden mi çıkmıştı, ya da dudaklarımdan mı
dökülmüştü kestiremiyor, çılgın gibi durmasını bekliyordum.
Galiba bu bir nöbetti. Ben bir nöbet geçiriyordum. Üstelik
bu kez uykuda değil, o uğursuz evin, kâbuslarımda gördüğüm
lânetli odasındaydım...
Büyük, cilalı, bir masa vardı odanın tam orta yerinde...
Annem, beyaz çiçek desenli organze elbisesiyle o masanın
üzerinde oturmuş, şen, şakrak, neşeli bir şekilde ayaklarını sal
lıyordu.
Ve tam karşısında yüzü olmayan, meşum ve nefret ettiğim
o yabancı yere diz çökmüş annemin ayakkabılarını çıkarıyordu
ayağından...
Bir yaz günü olmalıydı.
Kısa kollu beyaz gömleğim, ayağımda lastik ayakkabılarım
ve çok sevdiğim blucinim vardı bacaklarımda. O blucinimi çok iyi
hatırlıyordum. Babam almıştı ve giydiğim ilk blucindi...
2 1 2
Mehmetcan
Kapı aralığındaydım yine ve onlar beni görmüyorlardı. Yüzü
olmayan adam diz çökmüş, masanın üzerinde oturan annemin
çıplak ayaklarını öpüyordu. Anlamadığım tek şey, annemin ayak
larının öpülüşünden, bacakları üzerinde adamın ellerinin dolaşıp
okşamasından neden bu kadar hoşlanıp zevk aldığıydı. Neden
böyle neşeli kahkahalar atıyordu acaba?
Hırsımdan ağlayacaktım neredeyse...
Böyle bir şey olmamalıydı...
Kötü, hatta iğrenç bir şey. Bu adam babam değildi. Ve an
nem babamın haricindeki bir yabancıya ayaklarını öptürüp ba
caklarını okşatamazdı.
Ayıptı... Ayıp olması gerekirdi...
Ama buna nasıl izin veriyordu annem?
Yanılıyor muyum, diye kapı aralığından bir daha içeriye bak
tım. Yoksa o suratsız adam babam mıydı? Hayır değildi, kesinlik
le değildi... Suratı olmasa bile babamı tanımaz mıydım hiç?
Bir defa babam, ondan daha uzun boyluydu. Daha da iriydi.
Sesi de kalındı. Babam bir kahkaha attığı zaman neşesi beni de
sarardı. Oysa bu adamın sesini daha öncede duymuştum. Köşkün
bahçesinde, balıklı havuzun kenarında benle konuşmuştu. Sura
tını göremesem bile onu tanıyordum...
O zamana kadar tanımadığım, içimde hiç hissetmediğim bir
duygu seline kapılmıştım.
Nerede olduğumu bilmiyordum, yalnızca kapı aralığından
beni utandıran o manzarayı seyrediyordum içimdeki utançla.
Birinin anneme yardım etmesi gerekirdi. Ama kim? Babam
neredeydi acaba? Annemi bu durumdan kurtaracak tek kişi, ba
bam olmalıydı. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım...
Gözlerim birden açılmıştı.
Yanı basımdaki Derya, "Ne oldu Murat, niye bağırıyor
sun?" diye soruyordu. Paniğe kapılmıştı sevgilim. Kolumdan
2 1 3
Mehmetcan
tutmuş beni silkelediğini hissediyordum. Yeniden yaşadığım
zamana dönmek zor olmuştu. Artık ayakta duramıyordum ve
Derya beni tutamıyordu. Odanın kirli zeminine çöküverdim.
Müthiş bir bitkinlik kaplamıştı bedenimi. Sevgilim çaresizlik
içinde alnımdan süzülen terleri parmaklarıyla silmeye, beni ra
hatlatmaya çalışıyordu. Zaman kavramı beynimde karışmıştı.
Nefes almakta bile zorlanıyordum.
Güçlükle, "Nerede onlar?" diye fısıldadım.
Derya şaşkınlıkla, "Kimler?" diye sordu.
"Annemle o yüzü olmayan adam," diyebildim.
Sevgilim yeni bir kâbus gördüğümü anlamıştı ama ona da
ters gelen husus sanırım benim uykuda olmamam, uyanıkken
bir şeyler görmemdi. Yere, yanıma oturmuş beni teskin etmeye
çalışıyordu. Ama söylediklerinin çoğunu anlamıyordum...
2 1 4
Mehmetcan
>ERYA'nm arabasına döndüğümüzde canlı cenazeden
farksızdım. O çamurlu yolu nasıl aştığımızı hatırlamıyordum.
Bacaklarım külçe gibi ağırlaşmıştı. Uyanıkken geçirdiğim bu
nöbet beni tahminimden çok daha fazla sarsmıştı. Arabanın
içine külçe gibi çökmüştüm. Bir ara sonumun geldiğini, şayet
bu tempo devam ederse yalnız ruhen değil, fizik olarak da da
yanamayacağımı, harcanıp gideceğimi hissediyordum. Sadece
kendimi değil, çevremdekileri de rahatsız etmeye başlamıştım.
Bunu en iyi, o metruk evden hızla uzaklaşırken Derya'nın yüzü
ne baktığımda anladım. Sevgilim sessiz sessiz ağlıyor, gözlerin
den yanaklarına göz yaşları süzülüyordu.
Önce nedenini hiç sormadım. Durumum tahminimden çok
daha ağır bir tablo çiziyordu herhalde ve Derya bütün yaşadık
larıma şahit olduğu için de vakamın ümitsizliğini en iyi takdir
eden kişi oluyordu.
"Seni eve götüreyim mi? Yatıp istirahat etmek ister misin?"
diye sordu ağlamaklı sesiyle.
215
Mehmetcan
Saklayamadığı bir titreme vardı o seste.
Hiç cevap vermedim.
"Şantiye buraya yakın, istersen önce oraya uğrayalım biraz
dinlen, sonra eve döneriz ha, ne dersin?"
Benden yine ses çıkmamıştı.
Sevgilimin hıçkırıkları artmıştı. Arabayı sürmekte bile
zorlanıyordu. Allah'tan şantiyenin kavşağına kadar uzanan yol
bomboştu.
"Bütün hata bende," diye mırıldandı. "Seni buraya getir
memeliydim. Burada bir nöbet geçirebileceğin hiç aklıma gel
memişti. Oysa düşünmem gerekirdi."
Nihayet güçlükle, "Üzülme, önemli değil," diye fısıldaya
bildim.
"Önemli olmaz mı hiç? O eve seni götürmekle gördüğün
kâbusları tetiklemiş oldum."
"Bunu kesin bilemezdin. Daha önceki gidişlerimde de ola
bilirdi."
Derya söylediğimin doğruluğuna inanmış gibi başını çevi
rip beni süzdü.
"Nasılsın şimdi? Biraz daha açıldın mı?" diye sordu.
"Endişelenme, iyiyim. Geçti gitti, işte."
Kendini tutamayan Derya meraklı gözlerle söylendi.
"Murat, ne oldu orada? Ne gördün? Bir şey mi hatırla
dın?"
Hiçbir yorum yapmadan, gördüğüm kâbusu hatırladığım
kadarıyla sevgilime naklettim. Gerçekten de biraz daha rahatla
mış, kelimeler ağzımdan tane tane dökülmeye başlamıştı şimdi.
Yorumu ben değil, Derya yapıyordu şimdi. Kesin emindim ama
ne var ki yaptığı yorumu bu defa bana açıklamaktan imtina edi
yordu; yeniden üzmemek veya ikinci muhtemel bir nöbeti tetik-
lememek için. Yine de direksiyon başında son derece tedirgin
olduğunu hissediyordum.
Bu şartlar altında inşaata gidemezdim; bitkinliğim o kadar
. 2 1 6
Mehmetcan
belliydi ki, yanımda çalışanların beni bu halde görmelerini iste
miyordum.
"Eve dönelim," dedim.
"Nasıl istersen, sevgilim."
Nöbetlerin tek iyi yanı, atlattıktan sonra etkilerinin çabuk
geçmesiydi. Kısa bir müddet sonra fizik gücümü hiçbir şey ol
mamış gibi kazanıyordum.
Uzun bir süre Derya yol boyunca ağzını açmadı. Ama ağ
laması da durmuştu artık. İkimizde düşüncelere dalmış sessiz
liğimizi bozmuyorduk. Artık eve yaklaştığımız bir sırada Derya
kendini tutamayarak konuştu nihayet.
"Farkında mısın?" dedi. "ilk zamanlarda kâbuslarında hep
o suratı olmayan adamla beni görüyordun, hoş olmayan şekil
lerde, çıplak, adamın tecavüzüne uğrayacakmışım gibi."
"Doğru," diye tasdik ettim.
"Ama nedense son zamanlarda benim yerimi annen aldı."
Bunun farkındaydım. Nedense Derya karabasanlarımdan
çıkmıştı.
"Farkındayım," dedim.
Sevgilim nihayet kendine göre düşlerimin bir yorumunu
yapmaya başlamıştı sanırım ama cesaret edip henüz açıklayamı-
yordu. Özellikle geçirdiğim son nöbetin tüm etkilerinden henüz
tamamıyla kurtulamadığım bir anda. Sonunda baklayı ağzından
çıkardı.
"Sanırım senin kâbuslannı tetikleyen cinsel bir olay var."
"Cinsel bir olay mı?"
"Evet. Geçmişinde yaşanmış, seni çok etkilemiş, şuuraltına
itilmiş, vahim ve çirkin bir hadise... Bence bu çok önemli. O
hadiseyi bir hatırlasan, bütün bu dertlerden kurtulacaksın."
Aklından ne geçtiğini üç aşağı beş yukarı anlamıştım ama
o tahmini kendisinin açıklamasını bekliyordum. Önce bir yut
kundu, sonra ürkek bir eda ile devam etti.
"Seninle karı koca gibi yaşamaya başladıktan sonra..."
217
Mehmetcan
"Devam et," dedim.
"O karabasanları yaşamaya başladın. Kâbuslar seni sardı."'
"Eee?"
Ağzındaki baklayı çıkarmakta zorlanıyordu.
"Yani demek istiyorum ki... cinsel ilişkilerimiz sende.,
yıpratıcı bir rol oynadı."
Asıl söylemek istediği kuşkusuz bu değildi. Ona yardımca
olmak istedim.
"Yani cinsellik şuuraltımdaki hadiseyi tetikledi. Bunu de
mek istiyorsun?"
"Evet."
"Hiç sanmam, saçma bir düşünce bu. Unutma ki sender
önce de bir cinsel hayatım vardı, papaz değildim ya. Sana dü
rüstlükle itirafta bulundum, haliyle hayatıma giren kadınlaı
oldu."
"Tabii, biliyorum ama..."
"Çekinme," dedim. "Bana aklından geçenleri söyle."
Bir an durdu. Sonra zembereği bozulmuş saat gibi birden
boşaldı.
"Acaba benim bir yanım, sana anneni mi hatırlatıyor?"
"Anlamadım? Ne demek bu?"
"Bilmiyorum. Ama aklıma böyle bir ihtimal geldi."
"Bunu da nereden çıkardın şimdi?"
"Murat, olayları toparlamaya çalış lütfen. Önceleri o met
ruk evdeki kâbuslarına hep ben düşüyordum. Sonra benim ye
rimi birden annen aldı. İkimiz de suratı görünmeyen bir ada
mın cinsel saldırısına mâruz kalıyorduk. Ve bugün ilk defa sen
o yerde, üstelik benim yanımda anneni de hayal ettin. Hayalle
gerçekler birbirine girdi. Belki de ikimizi birbirine karıştırdın
ve o yüzdendir ki ilk defa uyanıkken bir nöbet geçirdin. Şimdi
söyler misin lütfen, ben annene benzer miyim?"
"Hayır," dedim. "Hiç ilgisi yok. Ayrıca birbirinize hiç ben
zemezsiniz."
2 1 8
Mehmetcan
Tahmininde yandmış olmayı kabul etmek istemezmiş gibi
bir hali vardı.
Birden aklına gelmiş gibi sordu.
"Sahi," dedi. "Annen nasıl biriydi? Evinde onun resmini
hiç görmedim."
"Eve gidince sana göstereyim."
Biraz durgunlaşır gibi olmuştu.
"Demek bana benzemezdi ha?"
Başımı salladım olumsuzca.
"Hayır. Annem de beyaz tenliydi ama kara gözlü, kestane
rengi saçlıydı. Boyu da senden oldukça kısaydı. Hafif balık etin-
deydi, hatta şimdiki ölçülere göre tombul bile sayılabilirdi."
Eve dönmüştük. Önce çamur içindeki botlarımızı çıkarıp,
salona doğru geçtik. Kuşkusuz biraz toparlanmıştım ama hâlâ o
nöbetin izlerini hissediyordum vücudumda ve biraz uyumadan
yorgunluğum tamamen geçmeyecekti. Yatağa gitmedim ama
bitkin bir şekilde kanepenin üzerine uzandım. Derya mutfağa
koşup birer sade Türk kahvesi pişirerek geri dönmüştü. "îç,"
dedi. "Kahve yorgun sinirlere iyi gelir."
İtiraz etmedim.
Nöbeti ben geçirmiştim ama asıl huzursuzluk ondaydı.
Sanırım bugünkü atlattığım nöbetten de bir hayli etkilenmişe
benziyordu. Beni o eve götürdüğü için de pişmandı, açıklamasa
bile, bu yüzden nöbet geçirdiğime inanıyordu.
Kahvelerimizi yarıladığımız bir sırada merakı baskın çıktığı
için birden sordu.
"Niye etrafta annenin hiç resmi yok?"
Birden ben de durakladım. Gariptir ama sebebini bilmedi
ğim gibi sanırım bunu hiç düşünmemiştim de.
"Etrafta yok ama albümümde vardır," dedim.
Yadırgayarak yüzüme baktı.
2 1 9
Mehmetcan
"Ayol, bizim toplumda âdettir; ölen aile büyüklerinin bir
yere mutlaka büyütülmüş bir resmi asılır, bunu bilmiyor mu
sun?"
Omuzlarımı silktim.
"Doğrudur ama annemin ki yok işte. Zaten ne babam ne de
annem pek fazla resim çektirmezlerdi."
Böyle demiştim ama söylediğimin doğruluğu şüphe gö
türürdü. Aslına bakılırsa böyle bir geleneği ilk defa hatırlıyor
gibiydim. Gerçekten de annemin resimleri hemen hemen yok
denecek kadar azdı benim albümümde de. Niye yoktu acaba?
Derya'ya açıklamadım ama babamın evinde beraber çekilmiş
fotoğrafları olup olmadığını hatırlamaya çalıştım.
Aklıma hiç gelmiyordu.
Yoksa birlikte çekilmiş fotoğrafları yok muydu?
"Sözünü ettiğin albüm nerede?" dedi Derya.
İçimde yine garip bir tedirginlik kıpırtıları başlamıştı. İs
teksizce mırıldandım.
"Çalışma odamdaki masanın en alt çekmecesinde sanırım.
Koyu kahverengi kapaklı bir albüm olacak. Yıllardır orada du
rur."
Derya yıldırım gibi oturduğu koltuktan fırladı. Çalışma
odama giderken içimdeki o rahatsız edici duygunun şiddetlen
diğini hissediyordum. Yoksa yeni bir nöbetin ilk habercileri-
miydi bunlar?
Sevgilim az sonra yazı masamın çekmecesinden aldığı al
bümle salona dönmüş, uzandığım kanepenin kenarına ilişmişti.
Albümü bana uzatırken, "Hadi bakalım, göster bana annenin
resmini," dedi.
Resim biriktirme gibi bir merakım yoktu zaten, albümün
içinde de ilgisiz resimler vardı. Bazı eski okul arkadaşlarımın,
yedek subaylığımı yaptığım sırada tayin olduğum birlikte çekil
miş birkaç fotoğraf, kendi adıma yaptığım ilk inşaatın önünde
çekilmiş bir iki resim gözüme çarptı. Nihayet eski bir fotoğrafı-
2 2 0
Mehmetcan
nı buldum- annetnin. Hemen hatıri|adım, Maçka'da*'ki evde çe
kilmişti bu resim. Deryaya uzattım; "İşte, bu," dedim.
Sevgilim uzun uzun fotoğrafa baktı.
"Başka yok mu?" dedi sonra.
"Sanırım bir tane daha olacak. Dur arayım."
Sayfaları çevirmeye devam ettim. Bir resim daha buldum.
Aynı yerde, aynı zamanda çekilmişti o fotoğrafta. Yan yana otu
ruyorduk annemle. Sırtında balıkçı yaka bir kazak vardı, bana
sarılmıştı. Hâlâ kısa pantolonlu olduğum eski tarihli bir resim
di.
Derya şaşırmış gibi bana baktı.
"Hepsi bu kadar mı?"
"Evet," dedim.
Dudaklarını büzüp şaşkınlığını belirtti.
"Yani annenle ilgili elindeki tüm resimler bu kadarcık
mı?"
"Üzgünüm ama bu kadar. Dedim ya bizim ailede fazla fo
toğraf çektirme merakı yoktur. Şaşırdın mı?"
"Evet. Biraz şaşırdım doğrusu."
"Neden?"
"Şey... ne bileyim, tuhafıma gitti. En azından o kadar sev
diğin annenin daha büyük, gösterişli fotoğrafları olacağını dü
şünmüştüm. Mesela babanla çekilmiş hiç resmi yok mu? Veya
üçünüzün birlikte olduğu bir resim?"
Biraz düşündüm. Yoktu gerçekten. Bu bana da biraz garip
gelmişti. Babamın evinde olmadığını da biliyordum. Tuhaftı;
annemi çılgınlar gibi seven babam niye onun bir fotoğrafını bü
yütüp duvara filan asmamıştı. Şimdiye kadar da bu konuyu hiç
düşünmemiştim.
"Her neyse," diye mırıldandım. "En azından sana benze
mediğini gördün şimdi."
"Haklısın," dedi. "Bana hiç benzcmiyormuş."
"Bu durumda da ileri sürdüğün faraziye böylece çürüyor."
2 2 1
Mehmetcan
Beni onaylarmış.ğibi başmı salladı. Ama yine de rahatlâma-
dığını 'hissediyordum. Gözlerinde hâlâ mahiyetini kestiremedi-
ğim garip parıltılar sezinliyordum. Annemin iki fotoğrafı hâlâ
elindeydi.
"Yine de güzel bir kadınmış," dedi.
"Evet, öyle sayılır."
"Ölüm sebebi kanser demiştin, değil mi?"
"Hıhıh..."
"Ne kanseri?"
"Mide."
"Sen kaç yaşmdaydın vefat ettiğinde?"
Bir düşündüm.
"Orta okul son sınıftaydım. Demek ki, on beş yaşında filan
olmalıyım."
"O tarihlerde yine Maçka'da mı oturuyordunuz?"
"Evet."
"Hastanede mi vefat etti?"
Kısa bir an hatırlamaya çalıştım.
"Hastanede bir süre yattığını biliyorum ama sonra yapıla
cak bir şey yok diye, eve göndermişlerdi sanırım."
"Ne demek sanırım, hatırlamıyor musun?"
"Ben ölüm haberini mektepte aldım. Müdür Muavini beni
odasına çağırmıştı. Ben o sıralarda Galatasaray Lisesinde yatılı
okuyordum."
"Baban mı gelmişti seni okuldan almaya?"
"Hayır. Cemal Efendi gelmişti. Onunla beraber eve dön
düm."
"Baban herhalde çok perişandı."
"Haliyle," dedim. "Annemi çok severdi."
"Ya annen? Annen de babanı çok sever miydi?"
"Severdi tabii. Ne demeye çalışıyorsun?"
"Hiç," dedi Derya. "Merak ettim sadece."
Sevgilim konuyu kapatarak bir köşeye çekilmişti.
2 2 2
Mehmetcan
Ben kanepenin üzerinde uzanmış yatarken o da karşımdaki
koltuğa oturmuş, eline bir kitap almıştı. Sözde elindeki roma
nı okumaya çalışıyordu; ama kitaba dikkatini veremediğinden
emindim. Arada sırada gözlerini kitaptan ayırıp benim ne du
rumda olduğumu anlamak istercesine yüzüme bakıyor, hatta
her şeyin yolunda olduğunu göstermek için tebessüm bile edi
yordu. Ben de bakışlarımı ona çevirmiştim, bir ara dikkat et
tim, dakikalardır okuduğu halde tek bir sayfa bile çevirmemişti
kitaptan. Belli ki aklı fikri hâlâ benim yaşadıklarımla meşguldü.
Bu biraz da Derya'nın kişiliğinden kaynaklanıyordu; onu rahat
sız eden bir konu bütün çıplaklığıyla aydınlanmadığı sürece ra
hat edemezdi. Sonunda dayanamadım.
"Derya," dedim.
Bakışlarını hemen bana çevirdi.
"Efendim, sevgilim?"
"Senin sorunun nedir?"
"Sorunum mu? Benim sorunum filan yok."
"Numara yapmayı bırak, lütfen. Aklını meşgul eden mesele
neyse, söyle de tartışalım. Bu böyle yürümez."
Sesimin biraz sert çıktığını biliyordum.
"Ne demek istiyorsun?" dedi.
Onun ses tonu da biraz sivri gelmişti bana.
"Bak, şu sıralar sıhhatimin pek iyi olmadığını kabul ediyo
rum. Ruhsal bir bunalım geçirdiğim muhakkak. Durumum her
geçen gün biraz daha kötüye gidiyor. Galiba bu durum da seni
rahatsız ediyor. Öyleyse bana bunu açıkça söyle, anlayışla kar
şılarım. Belki de iyileşinceye kadar ayrılmamız, senin annenin
yanına dönmen en iyi çözüm olabilir."
Kaşları çatıldı, ters ters yüzüme baktı.
"Yine aynı terane mi?" diye homurdandı. "Sanırım bu ko
nuyu daha önce konuşmuş ve bir karara bağlamıştık."
"Evet ama benim geçirdiklerim senin ruhsal dengeni de
etkiliyor."
2 2 3
Mehmetcan
"Hayır, etkilemiyor. Sadece üzülüyorum."
"Tamam," dedim. "Ben de senin daha fazla üzülmeni iste
miyorum. Bir süre ayrılalım."
"Sorun ayrılmamız değil. Bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
Önemli olan seni kâbuslara iten sebebi bulup ortaya çıkarmak
ve bana sorarsan bu aile içinde yaşanmış bir olay."
Yine beynim karıncalanmaya başlamıştı.
"Yok böyle bir olay, bu senin yorumun!" diye bağırdım.
Kızacağını, onun da sesini yükselteceğini sanmıştım. Oysa
gayet sakin bir ses tonuyla cevap verdi bana.
"V«r. Ama ya sen açıklamak istemiyorsun, ya da gerçekten
hatırlamıyorsun."
Zoraki gülümsemeye çalıştım.
"Yaşadıklarımı benden iyi mi bileceksin?"
"Böyle bir iddiam yok. Ama kendine bile açıklamaktan yıl-
dığın bir şeyler olabilir."
"Meselâ?"
Derya yutkundu. Çizmeyi aşmamak için gayret sarf etti.
Kullanacağı kelimeleri ölçüp biçip ağzından çıkarmak isterce
sine fısıldadı.
"Mesela annenle ilgili gördüğün o rüyalar. Söyler misin,
kâbuslarına giren o suratsız adamla ilgili bir fikrin var mı?"
"Saçmalama Derya! Onlar sadece bir düş... Hakikatle bir
ilgisi yok. O kişi benim beynimin yarattığı biri. Gerçekte hiç var
olmamış bir hayal."
Derya bir süre düşündü. Sonra pek masumane bir şekilde
sordu.
"Acaba mı?"
"Ne demek acaba mı?"
"Annenin hayatına gerçekten biri girmiş olamaz mı? Şa
yet sen küçüklüğünde böyle bir sahneye şahit olmadıysan,
kâbuslarına böyle bir sahnenin girmesini nasıl açıklayacaksın?"
Gülümsemeye çalıştım ama sesim sinirli çıkmıştı.
2 2 4
Mehmetcan
"Yine dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Sıkıldım artık."
"Görüyor musun, bak! îş o noktaya gelince bir türlü kabul
etmek istemiyorsun."
!'Saçma da ondan."
"Bence hiç de değil. Sen beyninin derinliklerindeki ger
çekle yüzleşmekten korkuyorsun. Çünkü hakikat şuuraltında
yatıyor."
"Zırvalıyorsun, Derya. Lütfen kes artık."
Sevgilimin konuyu kapatacağını sanmak gafletinde bulun
dum. Ama Derya devam etti.
"Hayır. Geleceğimizin selâmeti bakımından bu sorunu hal
letmemiz lâzım. Bir kere daha düşünmeni istiyorum."
"Neyi düşüneceğim Derya? Olmayan bir şeyi mi?"
"Öyleyse cevap ver bana. Niye bunca zaman kâbuslar gör
medin de sonra birbiri ardına karabasanların kucağına düş
tün?!"
"Ne bileyim ben?"
!"Ama ben bir tahmin yürütebiliyorum."
"Neymiş o?"
|"Bana olan sevgin."
Hiçbir şey anlamadan sevgilimin yüzüne bakakaldım.
"Anlayamadım?" diye homurdandım.
"Korkuyorsun. Beni de kaybetmekten korkuyorsun. Şuu
raltında seni asıl rahatsız eden şey bu olmalı. Çocukken annene
olan düşkünlüğünü pek çok kere itiraf etmiştin. Sonra henüz
bilmediğim bir nedenle onu kaybettin. O sevgi senden çalındı
ve bü senin ruhunda derin bir yara açtı. Faili de yüzünü göre
mediğin, o yüzsüz adam. Onu bir hatırlasan zaten mesele çözü
lecek. Fakat sorun da burada; sen onu hatırlamak istemiyorsun.
Onun kimliğini şuuraltının derinliklerine gömmek istiyorsun."
Bir an titredim.
Dehşete kapılmış gibi sevgilimi süzdüm. O hiç oralı olma
dan idevam etti.
225
Mehmetcan
"Beni tanıyıncaya kadar hayatında sorun çıkmadı. Ama
aramızdaki cinsel ilişkinin başlaması, bana olan sevginin derin
bir boyut kazanması, ruhunun derinliklerine gömülmüş bazı
anıların tetiklenmesine neden oldu. Böylece çocukluk yıllarında
yaşadığın bir travma benim vasıtamla yavaş yavaş satha çıkmağa
başladı. Hatırla, ilk kâbuslarında hep beni görüyordun, saldı
rıya uğrayan bendim ve sen beni kurtarmak için hep o lânetli
evde yüzü olmayan adamla mücadeleye giriyordun, tek amacın
beni kurtarmaktı. Lâkin asıl kurtarmak istediğin ben değil, yıl
lar önce şuuraltına yerleşmiş olan annendi. Kanımca ona bir te
cavüz oldu ve sen onu gördüğün halde engelleyemedin."
Sesim çıkmadı...
Derya'nın anlattıklarını bir türlü kabul etmek istemiyor
dum. Bunların hepsi bir yakıştırma olmalıydı; hayal kurmaya
meraklı sevgilimin fantezileri. Böyle bir şey imkânsızdı.
"Bana gerçeği söyle," dedi. "Annen tecavüze uğradı, değil
mi?"
Tek kelime söyleyemedim.
Galiba sevgilim sessizliğimi bir tür ikrar kabul etti.
Yüzünü mağrur ve rahatlamış bir ifade kapladı. Sanırım
o an muammanın önemli bir bölümünü çözmüş hissediyordu
kendince...
2 2 6
Mehmetcan
fLEKEDEolduğ umu bilmiyordum. Ortam bana çok yaban
cıydı. Karanlık, boğucu, zifiri bir karanlık vardı etrafta. Işığa, ay
dınlığa kavuşmak için çırpmıyordum. Dar, sıkıcı bir dehlizdeydim
sanki; tek isteğim rahat nefes alacağım bir yere kavuşmaktı...
Nefes nefese koşuyordum.
Sonra o sesleri duydum ve irkildim.
Babamın avazlarıydı bunlar. Anneme bağırıyordu...
"Esma, bana bu ihaneti nasıl yaparsın? Hiç utanma, arlanma
yok mu sende?"
Annemin hıçkırıklarını duyuyordum sadece.
"Sen bir fahişesin!"
Fahişe ne demekti acaba? Bu kelimeyi hiç duymamıştım o
güne kadar. Kötü bir anlamı olmalıydı. Ama babam anneme hiç
kötü sözler söylemezdi ki. Çok sevdiği karısına o güne kadar ağ
zından tek çirkin bir kelime çıktığını duymamıştım. Kelimenin
anlamını bilmemem de normaldi; zira ailem benim yanımda tar
tışmazlardı bile, kaldı ki böyle kötü anlamlı bir lâf etsinler.
2 2 9
Mehmetcan
Yine de fahişe sözcüğünün kötü bir anlama geldiğini tahmin
edebiliyordum. Aşırı sinirlenmiş olan babam, annemi üzmek için
o kelimeyi kullanmış olmalıydı...
İliklerime kadar titredim.
Annem de hıçkırıklar içinde bir şeyler söylüyordu ama onun
kesik iniltiler halinde çıkan kelimelerini duyamıyordum. Baba
mın gür kalın sesi bir daha yankılandı.
"Bir daha oraya gitmeyeceksin, anlıyor musun beni? Yoksa
seni öldürürüm."
Kulaklarıma inanamamıştım.
Babam canı kadar sevdiği karısını öldürmekle tehdit ediyor
du.
Gürültülerin aksettiği yere doğru usul adımlarla yaklaştım.
Tuhaf, kapalı, tek girişi olan karanlık bir yerdi burası. İçeriye
bakıyor fakat onları göremiyordum. Neredeydiler acaba? Hem
neden her taraf bu kadar karanlıktı?
Korkmaya başlamıştım yine.
Küçük yüreğim pır pır atıyordu. Oradan uzaklaşmak istiyor
dum ama ne mümkün, bacaklarıma sanki tonlarca kaya kütlesi
bağlanmış gibi ayaklarımı kımıldatamıyordum.
Neden sonra hıçkıran annemin sesini duyabildim.
"Yalvarırım Burhan, bana bu kötülüğü yapma. İzin ver, bit
sin bu iş."
"Hayır, asla."
"Artık tahammül edemiyorum."
Babam htrlamıştı.
"Pis, aşağılık fahişe. Yıkıl karşımdan. Senin yüzünü bile gör
mek istemiyorum artık."
Küçük dünyam sanki bir anda yıkılmıştı.
Neler olduğunu anlamıyordum ama o güne kadar ilk defa
annemle babamın kavgalarına şahit olduğum için yıkılmıştım
âdeta...
Sonra birden rüyam aydınlandı.
2 3 0
Mehmetcan
Kendimi aniden güneşli bir alanda buldum. Annemle el ele
vermiş uçsuz bucaksız yeşillikler içinde koşuyorduk. Cennet de
nilen yer böyle bir mekân olmalıydı. Bir yaz günüydü herhalde.
Tepemizde sıcak bir güneş, insanı ferahlatan nefis bir meltem esi
yordu.
Mutluydum. Hem de çok mutlu.
Yeşil otlar üzerinde durmadan koşuyorduk. Sonra uzaklarda,
ta uzaklarda nokta gibi görünen bir ev çıktı karşımıza. Oraya doğ
ru gittiğimizi anladım. Hâlâ koşuyorduk.,
Annem benden de sevinçliydi.
Ama eve yaklaşınca içimdeki o coşku seli birden kayboldu,
iki katlı, ahşap bir evdi bu. O güne kadar hiç görmediğim bir yer.
Annem bana sarıldı.
"Beğendin mi burayı?" diye sordu.
"Hayır," diyemedim düşümde. Sadece başımı salladım.
"Öyleyse bu kırlarda oyna, ama sakın uzağa gitme. Seslenir
sem seni göreyim."
Sesim çıkmamıştı...
Sonra annem o iki katlı ahşap eve girdi ve gözden uzaklaştı,
içeriye girerken de bana muhabbetle el sallamıştı. Evin önünde
öylece kalmıştım. Yemyeşil çimenler, taze bahar çiçekleri artık
bana bir şey ifade etmiyordu. Annemi istiyordum yanımda. Ama
o yoktu...
Bekledim. Uzun süre bekledim...
Tembihine uyarak uzaklaşmıyordum evin önünden .
Sadece bir ara evin üst kat pencerelerinden birinde kısa bir
an görünmüş, tül perdelerin arkasına gizlenerek elini sallamıştı.
Ürkek, çekingen ve korku dolu bir sesle, hadi anne, gelsene
artık demek istemiştim. Ama sesimin çıkıp çıkmadığını bilemi
yordum. ..
Neden sonra annem yanıma dönmüştü. Yorgun görünüyor
du. Beni yine elimden tutup yürütmeye başlamıştı...
Geri dönüyorduk...
2 3 1
Mehmetcan
Gözlerimi açtım.
Düşlerim bazen beni eskisi gibi zorlamıyordu. Terli ve yor
gun değildim, sadece üzerimde bir ağırlık vardı. Yatağın içinde
gerindim. Derya yanımda yoktu. Elim onun yattığı yere doğru
kaydı, çarşaf hâlâ vücudunun ısısını koruyordu; demek ki az
önce kalkmış olmalıydı.
Hemen yataktan fırlamadım. Tembel bir eda ile kollarımı
başımın altında birleştirip dün geceyi düşünmeye başladım. Ge
ceyi gayet sakin ve münakaşasız geçirmiştik. Daha doğrusu aynı
evin içinde küskün insan gibi konuşmadan, o meseleye dönme
den vakit öldürmüştük. Sessizce yemek yemiş, biraz televizyon
seyretmiş, sonrada yatmıştık. Sanki ikimizde başka bir dünyada
yaşıyor gibiydik dün gece.
İsteksizce yataktan kalkıp pijamalarımla koridora çıkıp bir
göz attım.
Derya mutfakta beni beklemeden kahvaltıya başlamıştı.
Onu göremiyor ama masadan gelen çatal bıçak seslerini duyu
yordum. Herhalde ayak seslerimi duymuştu ki, oturduğu yer
den seslendi.
"Uyandın mı?"
Ses tonunda hâlâ dün geceden kalma kırıklığın havasını se-
zinlemiştim.
Banyoya geçmeden ağır ağır mutfağa yaklaştım.
"Günaydın sevgilim;" dedim yumuşacık bir sesle. Ne dü
şünürse düşünsün, aslında sadece benim için endişeleniyordu;
ona bozulmaya, surat asmaya hakkım yoktu.
Hiç oralı olmadı. Öyle ki sırtı kapıya dönüktü ve başını
çevirip bana bakmamıştı bile. Yalnızca zoraki bir şekilde bana
karşılık verdi.
"Günaydın, Murat."
Önce arkasından yaklaşıp onu kollarımın arasına alarak,
öpücüklere gak etmek, dün geceki sinirli davranışlarımdan ötü
rü özür dilemek istedim. Fakat nedendir bilinmez, son anda ye-
2 3 2
Mehmetcan
rimden kımıldayamadım. O düşünceleri aklından geçiren ben
değilmişim gibi öylece yerimde durdum.
"Niye beni uyandırmadın?"
"Mışıl mışıl uyuyordun," dedi.
"Olsun."
"Belki yine düş âlemindesindir diye çekindim."
Belli ki kızgınlığı geçmemişti. En azından gönlünü almamı
bekliyordu. Haklıydı da, ama hiç oralı olmadan masanm öbür
ucuna geçtim. Çatık kaşlarımla onu süzdüm.
"Doğru," dedim. "Yine tuhaf rüyalar görüyordum."
İskemleyi çekip karşısına oturdum. Ne gördün rüyanda
diye, sormasını bekledim.
Derya hiç oralı olmamıştı. Bana rüyamda ne gördüğümü
de sormadı.
"Merak etmiyor musun?" dedim.
"Kusura bakma. İşe çok geç kaldım. İki gündür büroya
uğramıyorum. Bakalım boşa geçirdiğim bu iki günü nasıl telâfi
edeceğim. Çizimlerde geciktim."
Telaşla yerinden kalktı. Yüzüme bile bakmayarak paltosu
nu sırtına geçirmek üzere kapıya doğru koşar adım ilerlerken,
"Akşama görüşürüz," diye mırıldandı üstünkörü bir eda ile.
Ben de arkasından seslendim.
"Bürona gönderdiğim çiçeklere su vermeyi unutma," de
dim.
Aklımca kinayeli bir jest yapıyordum. Sadece kapanan so
kak kapısının gürültüsünü işittim. Derya gitmişti...
Bir süre mutfaktaki iskemlenin üzerinde öylece kaldım.
Benim ki aptalca bir davranıştı ve sevgilim bana bozulmakta
yerden göğe kadar haklıydı. Yerinde bir başkası olsa, belki bana
bu kadar da anlayış göstermez, ruhsal bir hastalığın her türlü
tezahürlerini gösteren bir sevgiliyi rahatlıkla terk edip giderdi.
Sanırım beş on dakika oturduğum iskemlenin üzerinden
kalkmadan öylece hareketsiz bir şekilde düşüncelere daldım.
2 3 3
Mehmetcan
Bir bakıma önümüzdeki hafta başını iple çekiyordum, artık
doktora gitmem farz olmuştu. Düşler ve nöbetler inanılmaz de
recede artmıştı ve beni son derece rahatsız ediyordu.
Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya girdim.
Sıcak duş biraz toparlanmama yardım etti. Duşun altında
dahi yaşadığım olayları sıhhatsiz halimle neticeye bağlamaya ça
lışıyordum. Tam duştan çıkarken aklıma bir düşünce saplandı.
Galiba her şeyden önce geçmişimi bir taramam gerekecekti.
Acaba geçmişimde doğru diye bildiğim şeyler ne ölçüde
gerçeklerle örtüşüyordu?
Ben ne biliyordum? Ya da hayatımın gerçekleri diye bildi
ğim olaylar aslında bir takım yalanlar üzerine kurulmuş olabilir
miydi?
Bu düşünce önce beni korkuttu, ama Derya'nın dediği gibi
çocukluğumdan bu yana ruhumun derinliklerinde yer etmiş bir
takım gizler varsa, öncelikle onların neler olduğunu saptamam
gerekecekti.
Fakat bunu nasıl yapacaktım? Kendi geçmişimin aydın
lanmasında bana kim yardımcı olabilirdi? ilk aklıma gelen kişi
teyzem oldu. Anne tarafından hayatta olan insan Ankara'da ya
şayan teyzem ve iki oğluydu. Şayet hayatımda şuuraltıma itil
miş birtakım esrarengiz olaylar varsa bunun müsebbibinin artık
annem olduğuna inanmaya başlamıştım. Ne derece sağlıklı bir
düşünceydi bilemiyordum ama son zamanlarda annemin düşle
rime bu kadar sık girmesi ister istemez beni böyle düşünmeye
sevk ediyordu.
Bundan acı duyuyordum ama yeni yeni aklıma bazı sorular
takılıyor ve beni tereddütlere düşürüyordu. Mesela bunlardan
biri de annemin fotoğraflarının azlığıydı. Derya iyi bir konuya
değinmişti, neden ne babamın evinde ve ne de bende annemin
bu kadar az fotoğrafı vardı? Bu biraz garip değil miydi? Anne
mi bu kadar seven babam, neden onun resimlerini evde sakla-
mamıştı?
2 3 4
Mehmetcan
Sonra şu köşkün yanması olayı; acaba neden o köşkle ilgi
li bütün anılarım hafızamdan silinmişti? Bu normal miydi? ilk
okul çağındaki bir çocuğun o tarihe ait bazı anıları hatırlaması
gerekmez miydi?
Bornozumu çıkarıp hızla giyinmeye başladım. O an karar
vermiştim, şimdi derhal ilk uçağa atlayıp Ankara'ya gidecektim.
Teyzemle görüşmem lâzımdı. Annem hakkında muhtemelen en
sağlıklı bilgileri ondan alabilirdim. Ne de olsa onun kardeşiydi
ve hayatında bir giz varsa, bunu bilebilirdi. Fakat daha o anda,
aklıma bazı şeyler takılmaya başladı. Galiba teyzemle görüşme
lerimin çok seyrek olmasının bazı sebepleri olmalıydı; şöyle bir
düşündüm. Onu yıllardır görmüyordum, galiba en son on sene
evvel ziyaretine gitmiştim. Annemin ölümünden sonra babamın
evine hiç gelmemişti. Annemin sağlığında da babamla araları
nın pek iyi olmadığını anımsamıştım. Baldızını pek sevmezdi.
Teyzemin kocası da Ankara da ileri seviyede bir bürokrattı; her
devrin adamı olacak türden biriydi, iktidarlar değiştiği halde
hep o çalıştığı Genel Müdürlüğün başında kalmayı becermiş
bir insandı. Zaten on sene evvel Ankara'ya son gidişim ve tey
zemi ziyaretim de onun cenazesine iştirak sırasında olmuştu, iki
kuzenimle aram pek fena saydmazdı ama yine de birbirlerimizi
çok nadir görürdük.
Onlar tarafından pek sevilmediğimi anlayınca Ankara'ya
gitmek fikri bana pek cazip görünmemeye başladı. Şayet kendi
geçmişimi kurcalamak zorunda kalacaksam bu işi burada hal
letmeliydim. Kravatımı bağlarken bu düşüncemde haklı oldu
ğuma inandım.
Beynimi kurcalayan olaylardan biri de Suadiye'deki köşkü
müzün yanmasıydı, hâlâ o köşkü neden hatırlamadığımı çöze-
miyordum. Acaba köşkün şuuraltıma itilmiş bir anısı mı vardı?
Belki de ben yandıyordum; artık bir septik gibi her şeyden şüp
helenmeye başlamıştım.
Nihayet kararımı verdim.
235
Mehmetcan
İmkânlarımın el verdiği ölçüde kendi geçmişimi araştıra
caktım. Ve haliyle bu işi burada yapacaktım.
Telefonun başına geçip ortağım Behzat'ı aradım. Hemen
açmıştı.
"Günaydın," dedim. "Neredesin?"
"Arabadayım. Şantiyeye gidiyorum. Ya sen?"
"Evdeyim. Bugün inşaata gelemeyeceğim, sana haber vere
yim," dedim.
Behzat bir an durakladı.
"Dün de gelmedin. İyi misin?"
Behzat'ın da sıhhatimden endişe ettiğini biliyordum artık,
ama o doğrudan doğruya soru sormaktan çekiniyordu.
"İyiyim, iyi," dedim.
Sanırım cevabımın üstünkörü bir geçiştirme olduğunu an
lamıştı ama Behzat durumu kurcalamayacak kadar hoşgörü sa
hibi bir insandı.
"Tamam," dedi. "Zaten bugün yapacağımız önemli bir şey
yok. Sen dinlenmene bak."
Telefonu kapatmadan önce hafifçe irkildim. Acaba ortağım
neden, sen dinlenmene bak, demişti; o kadar hasta ve yorgun
mu görünüyordum? Ceketimi sırtıma geçirirken ayna da son
bir kere daha kendimi inceledim. Hiç de anormal ve sağlıksız
bir görüntüm yoktu. Bilakis gri takım elbiselerimin içinde gayet
havalı ve sağlıklı hissettim kendimi. Aynadaki görüntüm hoşu
ma gittiğinden gülümsedim bile. Kahvaltı etmemiştim, hiç açlık
hissi duymuyordum. BMW'nin anahtarını alıp evden çıktım...
İlk iş olarak, Taksim'deki kütüphaneye gitmiştim. Alt kata
inip otuz üç sene önceki gazetelerin çıkarılmasını istedim. Me
mur yüzüme bakarak, hangi gazete diye, sordu. Bir an düşün
düm; bana günlük sansasyonel hadiseleri biraz abartarak yazan
gazetelerden biri gerekliydi. Aklıma gelen gazete adını adama
2 3 6
Mehmetcan
söyledim. Fazla beklememiştim, beş dakika sonra memur iki
kalın cildi elime tutuşturmuştu.
"O yıla ait iki cilt daha var," dedi. "Bunlar üzerindeki araş
tırmanızı bitirdikten sonra onları da isterseniz teslim edebili-
rım.
Teşekkür edip aydınlık masalardan birine oturdum. Kü
tüphane oldukça tenhaydı. Rahat rahat gazete sayfalarmı çe
virmeye başlamıştım. Suadiye'de ki yangın haberini arıyordum.
Birkaç yangın haberine rastlamıştım ama onlar şehir içindeki
bizim olayla hiç ilgisi olmayan yangınlardı. Yangın hadisesinin
tam tarihini bdmediğim için sayfaları dikkade çevirip gazeteleri
tarıyordum. Sonra birden babamın söylediklerini hatırladım.
Peder yaz sezonu bitmiş, Maçka'ya nakletmiştik, demişti.
Bu hesaba göre olay en azından eylül ayından sonra cereyan et
miş olması gerekirdi. Nitekim ilk iki ciltte bizim yangın olayı ile
ilgili bir habere rastlayamamıştım.' Gideri memura teslim edip
diğer iki cildi almak için beklerken, bir an ümitsizliğe kapılır
gibi oldum. Yoksa gazeteler hadiseyi önemsemeyip haber konu
su etmemişler miydi? Ama buna ihtimal veremezdim, zira onca
yıl evvel nüfuzu çok daha az olan İstanbul'da gazete sütunlarına
akseden bu kadar bol polisiye haber vuku bulmuyordu.
Tahminimde yanılmadığımı da az sonra gördüm.
Babam doğru söylemişti. Gazete birinci sayfadan haberi
vermişti. Beş ekim tarihli gazetenin ilk sayfasının alt köşesinde
hem yangın haberi hem de harabeye dönmüş köşke itfaiyecüe-
rin yangın söndürmeye çalışırken uğraşılarını gösteren bir fo
toğraf konmuştu.
Nefesimi tutarak haberi iki üç kere okudum...
Özünde haber babamın bana naklettiği gibiydi. Yangının
elektrik kontağından çıktığını yazıyor, ünlü müteahhit Burhan
Akyol ve aüe efradı kışlık ikâmetgâhlarına geçtikleri için daha
fazla can kaybı olmadığını belirtiyorlardı.
Daha fazla can kaybı lafına takılmıştım.
237
Mehmetcan
Yanılmıyorsam, babam o hadisede kimsenin ölmediğini
söylemişti bana. Ama eminde değildim. Yazıyı bir kere daha
dikkatle okudum.
Gazete yangm sırasında evde bulunan iki müstahdemden
birinin yangından zamanında kaçarak kurtulduğunu ama diğe
rinin yanarak can verdiği yazıyordu. Kurtulanın kim olduğunu
hemen anlamıştım; bu bizim emektar adamımız Cemal Efendiy
di, peki ya ölen diğeri kimdi?
Gazetede onun da adı yazılıydı.
Bedri Karaman...
Tuhaf, bu isim bana hiçbir şey ifade etmemişti. Evde ça
lışan böyle birini hiç anımsamıyordum. Ama üzerinde de fazla
durmadım, zaten ben doğru dürüst köşkü bile hatırlamıyor
dum, kaldı ki orada çalışan müstahdemleri nasıl hatırlayabi
lirdim? Belki köşkün kışları bekleyen bekçisi veya bahçıvanı
olabilirdi.
Ama babam neden o ölüm olayından bana hiç bahsetme
mişti?
Unutmuş muydu acaba? Yoksa yangında ölen köşkün bek
çisi veya bahçıvanı, görevi her ne ise, onun için o kadar önemsiz
biri miydi?
Buna ihtimal veremezdim, babam çalıştırdığı personeline
her zaman sevgisi ve saygısı olan biriydi, bana da bunu öğret
mişti. Kendi evinde, bigünah bir şekilde ölüp hayatını kaybeden
bir adamını hatırlamaması bana tuhaf gelmişti.
Nedenini bilmiyordum ama mideme sebepsiz bir kramp
girer gibi olmuştu. Midem kasdıyordu şimdi...
Kütüphaneden çıktığımda aklım karışmıştı. Belki de ben
olayı abartıyordum, ne de olsa bu otuz üç sene önce yaşanmış
bir olaydı. Babam beyin damarlarının tıkanması sonucu felç
geçirmiş bir adamdı, Derya her ne kadar aksini iddia etse de,
2 3 8
Mehmetcan
babamda hafif hafif bunama tezahürleri başlamıştı. Belki de
gayet masumane bir şekilde o yangında ölen adamını unutmuş
olabilirdi. Bunu bir mesele gibi büyütmemin hiçbir anlamı yok
tu. Daha da önemlisi o olayın benim kâbuslarımla ne ilgisi ola
bilirdi?
Artık öyle bir haldeydim ki, her şeyden kuşkulanıyor, her
meseleyi büyütüyordum gözümde. Geçmişimde şayet şuural
tına itilmiş bazı olaylar varsa, herhalde bunun yangında ölen
Bedri Karamanla hiçbir ilgisi olamazdı. Mantığım bunun böyle
olduğunu söylüyordu.
Fakat aklım öğrendiğim bu habere takılmıştı bir kere.
Babamın gerçekten o ölüm vakasını unutup unutmamış
olduğunu öğrenmek istiyordum. İşe gitmeyeceğime göre yapı
lacak en akıllı iş bu işi kaynağından, hem de olayı en iyi bilen
insanın ağzmdan araştırmaktı.
Arabama atladığım gibi doğru babamın evine gittim. Beni
hiç beklemediğine emindim.
Kapıyı Cemal Efendi açtı. Karşısmda beni görünce sevinç
le, "Hoş geldiniz, küçük bey," dedi. Hemen sordum.
"Babam salonda mı?"
"Öğle uykusunda, efendim," dedi.
Zamanın nasd geçtiğini unutmuştum. Babam evvel ahır,
gençliğinde bile daima öğle yemeğinden sonra biraz uzanır, ya
rım saat kadar şekerlenirdi. Saatin nasıl geçtiğini unutmuştum.
Kütüphanede epey oyalanmıştım.
Ama sonra birden aklıma geldi. Bizim Cemal Efendi'nin
de yangında ölen o kişiyi tanıması gerekirdi. Cemal Efendi'nin
omzundan kavradım.
"Cemal Efendi sana bir şey soracağım," dedim.
Büyük bir içtenlikle, "Tabii, küçük bey sorun. Ne öğren
mek istemiştiniz?" dedi.
2 3 9
Mehmetcan
Tecrübeli hizmetkârın yüz ifadesinden babamın sıhhatiyle
ilgili bir soru yönelteceğimi sandığını hemen anlamıştım.
"Bedri Karaman hakkında biraz bilgi istiyorum," dedim.
Şaşkın bir şekilde yüzüme baktı.
"Kim dediniz?"
"Bedri Karaman."
Sanırım adı toparlayamamıştı.
"Kim o küçük bey?" diye mırıldandı.
"Köşk yangınında ölen hizmetkârımız."
Yaşlı adamın yüzü bir anda kireç gibi bembeyaz kesilmişti.
Şaşkınlığını kesinlikle gizleyememiş, aval aval yüzüme bakmaya
başlamıştı. Böyle bir sual beklemediği aşikârdı.
"O... o..." diye kekeledi.
"Evet?"
Bana cevap vermek yerine mukabil bir soru sordu.
"Nereden hatırladınız onu şimdi?"
Cemal Efendi'deki şaşkınlık hiç hoşuma gitmemişti. Sesi
min tonunu sertleştirerek homurdandım.
"Sen soruma cevap ver," dedim.
"Şey... şey... O köşkün gece bekçisiydi."
"Gece bekçisi mi?"
"Evet... Yani kışın aile Maçka'ya naklettiğinde köşkü bek
lerdi."
Ben de öyle tahmin etmiştim zaten. Fakat Cemal Efendinin
telaşı bende garip bir huzursuzluk yaratmıştı.
"Neden o yangından kurtulamadı?" diye sorgulamaya de
vam ettim.
Cemal Efendi ilk şaşkınlığını atlatmış gibiydi. Suratı asıl
mış, hatta rahatsız olmuş gibi beni inceliyordu.
"Uykusu biraz ağırdı. Sanırım dumanlardan etkilenmiş ve
yatağından kalkmakta gecikmişti biraz. Alevlerde ilk onun kal
dığı bölümü sarmıştı."
"Sen onu kurtarmak için yardım edemedim mi?"
2 4 0
Mehmetcan
"Elimden geleni yapmaya çalıştım ama mümkün olmadı.
Alevleri aşıp odasına gidemedim bir türlü." Sonra merakını ye-
nemeyerek bana sordu. "Siz onu hatırlıyor musunuz?"
Nedense yaşlı adama doğruyu söylemedim.
"Evet, hatırlıyorum," dedim.
Cemal Efendi'nin şaşkınlığının daha da artmasına bir an
lam veremiyordum. Hatırlamama neden bu kadar hayret etmiş
ti acaba?
"Ama siz o tarihlerde çok küçüktünüz," diye fısıldadı ür
kek bir sesle.
"O kadar da değil. îlk okulda öğrenciydim."
"Ama..."
"Ne aması? Bahçedeki balıklı havuza senle beraber ekmek
kırıntıları attığımızı da hatırlıyorum rahatlıkla."
Bunu hatırlamıyordum tabii, ama düşümde görmüştüm,
içinde kırmızı süs balıklarının oynaştığı fıskiyeli havuzu.
"Yoksa sen hatırlamıyor musun?" dedim.
Cemal Efendi'nin bundan niye bu kadar rahatsız olduğu
nun kavrayamıyordum. Yüz hatları sanki birden gerilmiş, endi
şeli nazarlarla beni süzmeye başlamıştı. Yutkunarak fısıldadı.
"Buraya, babanıza bunu sormak için mi geldiniz?"
Hiç duraklamadan, "Evet," dedim.
Rengi sanki biraz daha sararır gibi gelmişti bana. Neredey
se ağlamaklı bir ses tonu ile mırıldandı.
"Ama neden? Neden otuz küsur sene evvel olmuş bir hadi
seyi deşmeye çalışıyorsunuz?"
Yakmmasmdaki deşmek kelimesi garibime gitmişti. Bu an
cak mazinin derinliklerine gömülmüş, ortaya çıkması istenme
yen bir şey için kullanılabilirdi. Hiç istifimi bozmadım; emekli
hizmetkârın hafif hafif bir paniğe kapıldığını hissediyordum
âdeta.
"Artık bazı şeylerin ortaya çıkması gerekmiyor mu?" diye
söylendim.
2 4 1
Mehmetcan
Aslında afaki bir lâftı ettiğim. Yeniden Cemal Efendinin
tepkisini ölçmekti niyetim. Eli ayağı tutuşmuş gibiydi yaşlı
adamcağızın. Acaba bu ölüm hadisesinin altında ne yatıyordu,
neden böyle paniğe kapılmış gibiydi? Bir an yerinde sallandığını
gördüm. Başı dönmüş de düşmemek için tutunma ihtiyacı du
yar gibi elini hemen yandaki duvara yaslayıp destek aldı. Ama
çabuk toparlanarak konuştu.
"Küçük bey lütfen, size istirham ederim bu konuyu baba
nıza açmayın," dedi.
Büsbütün huylanmıştım. Hemen bastırdım.
"Neden?"
"Biliyorsunuz," diye kekeledi. "Babanızın sıhhati hiç iyi
değil. Olaylar karşısında çok çabuk teessüre kapılıyor. Şayet
şimdi bunca yıl önceki elim bir kazayı hatırlarsa büsbütün sarsı
lacaktır. Yeni bir damar tıkanmasından korkarım."
"Hiç sanmam," diye söyledim. "Otuz üç yıl önceki gece
bekçisinin ölümü babamı neden sarssın ki, onu hatırlamadığına
bile eminim."
"Olsun," dedi Cemal Efendi. "Beyefendiyi üzmemekte
yarar var. En iyisi konuyu ona hiç açmamak. Siz şimdi salona
geçin lütfen, ben Emine'ye söyleyeyim size hemen köpüklü bir
kahve yapsın."
"Bir dakika Cemal Efendi. Sana bir şey daha sormak isti
yorum," dedim.
Daha soracağım sual ağzımdan çıkmadan titremeye başla
mıştı.
"Geçenlerde bu eve babamın eski işçilerinden birinin gelip
gelmediğini sormuştum sana, hatırlıyor musun?"
Düşündüğüm gibi beti benzi yeniden atmıştı.
"Evet efendim, hatırlıyorum," dedi.
"Adamın adının Şinasi Sarıkaya olması lâzım. Öyle birinin
gelmediğinden kesin emin misin?"
"Kesinlikle küçük bey. Öyle biri gelmedi."
2 4 2
Mehmetcan
" Ama babam geldiğini iddia ediyor."
Yaşlı hizmetkâr bir solukta mırıldandı.
"Size dedim ya, babanız da ufak ufak bunama emareleri
başladı artık. Geçmişte olanları karıştırıyor, bazı şeyleri yeni ol
muş gibi sanıyor."
"Demek öyle?"
"Hiç şüpheniz olmasın. Siz kendisini daha nadir görü
yorsunuz, halbuki ben her an onun yanındayım. Değişiklikleri
daha rahat fark ediyorum. Mutlaka hafızasının zayıfladığı bir
anda size o lâfı etmiştir."
Konuşmayı keserek salona yürüdüm. Ama nedense Cemal
Efendi'nin de benden bir şeyler gizlediği zehabına kapdmıştım.
Otuz üç sene önceki köşk yangınında ölen adamı kurcalamam
babamın yaşlı emektarını fena halde sarsmıştı.
Yoksa bu da benim hastalığımın bir tezahürü müydü, ya
nılıyor muydum?
Babamın öğleden sonraki uykuları yarım saati geçmezdi,
nitekim ben pişirüen kahveyi daha tam bitirmeden peder teker
lekli iskemlesinin üzerinde salona giriyordu. Her zamanki gibi
babamı salona yine Cemal Efendi getirmiş ama sanki babamı
rahat ettirmek için çeşitli şeylere oyalanarak yanımızdan ayrd-
mamıştı. Oysa bu yaşlı ve anlayışlı adam pederin bir misafiri
olduğu ahvalde hemen salondan çıkardı.
Babamın yüz hatlarını inceledim sessizce. Acaba bana mı
öyle gelmişti; beni yanında görünce her zaman duyduğu mem
nuniyeti sanki bugün yüzünde göremiyordum. Suratı asık değil
di ama gizleyemediği bir şaşkınlık vardı kibar çehresinde. Belki
uyku sonrasının mahmurluğudur diye, düşündüm önce. Fakat
Cemal Efendi'nin de bir türlü salondan çıkmaması, sanki bana
kopacak bir fırtmaya hazırlık gibi gelmişti.
Hiçbir anlam veremiyordum.
2 4 3
Mehmetcan
Otuz sene evvel sigorta kontağı ile yanan evde ölen birinin
bunca zaman sonra onları bu denli rahatsız etmesinin nasıl bir
mantığı olabilirdi?
Pederi incelemeye devam ettim. Konuşmakta, konu bul
makta dahi zorlanıyordu. Ayrıca bu ana kadar Derya ile de ilgili
tek bir sual sormamıştı henüz, ilginçti...
Hemen konuyu açmadım.
"Söyle bakalım baba," dedim. "Gelin adayını nasd bul
dun?"
Ondan çok hoşlandığını biliyordum. Normalde gözlerinin
içinin parıldaması, gelininden hemen sitayişle bahsetmesi, ilgi
lenmesi gerekirdi.
"Güzel evladım, gelinim çok güzel. Tek kelime ile kusur
suz. Mükemmel bir seçim yapmışsın. Birlikte uzun ve mutlu bir
hayat dilerim," diye mırıldanıp konuyu kapatmak istedi âdeta.
"Demek beğendin?"
"Tabii, oğlum. Ama önemli olan senin beğenmen."
"Keşke annem de hayatta olsaydı da, gelinini beğenseydi."
"Ya, evet," diye mırıldandı babam.
Fakat sesi hiç de bu özlemi ifade eden bir tonda çıkma
mıştı. Bakışlarımı bir daha babamın gözlerine diktim. Nedense
peder telaşlı bir şekilde nazarlarını kaçırmıştı benden. O an ak
lıma gelen soruyu babama yönelttim.
"Sahi," dedim. "Derya annemi merak ediyor, bende hiç
resmi yok. Çok tuhafıma gitti, neden acaba hiç resmini sakla
mamışım?"
Ufak bir yalan söylemiştim. Aslına bakdırsa pek yalan da
sayılmazdı. Eski albümünde topu topu iki fotoğrafı vardı ka
dıncağızın.
Dikkat ettim, babamla Cemal Efendi ürkerek bakışmışlardı.
Ama gözümden kaçmamıştı.
"Herhalde sende vardır, değil mi?" diye sordum.
Babam yutkunmuştu.
2 4 4
Mehmetcan
"Olması lazım. Bilirsin, rahmetli nedense fotoğraf çektir
meye pek meraklı değildi/' diye geveledi. "Cemal'e söyleyeyim
de bir araştırsın, mudaka bir yerlere kaldırmışızdır."
Sinsice üsteledim.
"Benim de dikkatimi çekti. Etrafta hiç resmini görmüyo
rum."
Babam suçlu gibi başını önüne eğmiş, bir yorum da bulun
mamıştı. Bu kez Cemal Efendi'ye dönüp mırıldandım.
"Sen hemen aramaya başla, nişanlıma buradan annemin bir
resmini götürmek istiyorum, Cemal Efendi."
Yaşlı hizmetkâr deminden beri şahit olduğum şaşkınlık
içinde yine bir bana bir babama baktı ümitsizce. Ağzından her
hangi bir itiraz mırıltısı çıkmamıştı ama yüzünün ifadesinden
bunun mümkün olmadığını anlamıştım. O zaman daha rahat
kanaat getirdim, hatta hiç şüphem kalmamıştı; bu evde de anne
min hiç resmi yoktu. Ama neden? Durumu herhalde annemin
fotoğraf çektirmeyi pek sevmemesi iddiası ile açıklayamazdım.
Kaldı ki, ben bu iddiayı bilmiyordum, bunu babam söylemişti.
Sinirlerim elimde olmadan gerilmeye başlamıştı.
Cemal Efendi saygıda kusur etmeyen sesiyle sordu.
"Validenizin fotoğrafını hemen şimdi mi istiyorsunuz, kü
çük bey?"
Kabaca, "Evet," dedim.
Adamcağız salonu terk etmeye hazırlanırken kekelemişti
tekrar.
"Elimden geleni yapıp ararım, küçük bey. Ama eski resim
leri nereye kaldırdığını hiç bilmiyorum, acaba bulmak için bana
biraz süre verir misiniz?"
Yaşlı adama öyle bir bakmıştım ki, itirazını hemen keserek
yerinden fırlamıştı. Ona neden haksızca ve kaba davrandığımı
bilmiyordum, ama köşkte yanarak ölen gece bekçisinden baba
ma bahsetmememi istediği andan itibaren sinirime dokunmaya
başlamıştı.
245
Mehmetcan
Babamla salonda yalnız kalınca dikkat ettim. Pederin ger
ginliği artık gözle görülen, saklanamayacak derecede artan bir
hale gelmişti. Yüzünü derin bir hüzün kaplamıştı. Cemal Efen
dinin uyarmasına rağmen ona Bedri Karaman denen gece bek
çisinin ölümünü de soracaktım.
"Baba," diye fısıldadım.
Titreyerek, sanki derin bir uykudan ani uyanıyormuş gibi
bakışlarını bana çevirdi. Daha hiçbir şey sormadan onun da
yüzü sapsarı kesilmişti.
"Şu Suadiye'deki yanan köşkümüz var ya," dedim.
"Evet?"
"Yangın gecesi orada gece bekçimiz ölmüş, doğru mu?"
"Nereden öğrendin bunu?"
Eski gazete arşivlerinden demedim tabii. Ama beni asıl
şaşırtan babamın yönelttiği soru olmuştu. Bu haberi nereden
öğrendiğimi neden soruyordu acaba?
"Nereden öğrendiğim önemli mi?" dedim.
Alt dudağı sarktı. Feri kaçmış gözlerinde ani bir gölgelen
me oldu.
"Bu çok eski bir hadise. Hatırlaman imkânsız."
"Hatırladım ama..,"
"Doğru mu söylüyorsun?"
"Bunda şaşılacak ne var? Hatırlayamaz mıyım? O tarihler
de yedi sekiz yaşında bir çocuktum alt tarafı."
Babam kısa bir an duraklamıştı. Bana cevap vermek için
vakit kazanmaya çalışıyordu galiba. En azından böyle bir hisse
kapılmıştım. Ayrıca Cemal Efendi'nin iddia ettiği gibi yüzünde
olayı hatırlamanın üzüntüsünden ziyade, bana cevap vermek
teki müşkülatının izlerini okuyordum. Fakat kendini çabuk to
parladı.
"Evet," dedi. "O gece Bedri maalesef yanarak can vermişti."
"Yangın neden çıkmıştı, hatırlıyor musun?"
Babam bir saniye bile tereddüt etmeden söylendi.
2 4 6
Mehmetcan
"Elektrik kontağından."
"Adamın kimi kimsesi yok muydu?"
"Bunları neden soruyorsun oğlum?"
"Hiç. Garibanın ailesine tazminat ödemiş miydin?"
Babam yine kuşkuyla yüzüme bakmıştı.
"Ailesi yoktu," dedi.
Ufak bir yalan daha söyledim.
"Sivaslıydı, değil mi?"
"Hayır, muhacirdi o. Trakya göçmeni. Üsküplü..."
Babamm artık bunamadığına, daha doğrusu bunama araz
ları göstermediğine kesinlikle emin olmuştum. Otuz üç sene
önceki gece bekçisinin nereli olduğunu bir çırpıda hatırladığına
göre geçmişe ait hatıraları benden büe güçlüydü...
247
Mehmetcan
saat altı buçuk sularında Derya eve dönmüştü.
Suratı yine asıktı. Onu hiçbir şey olmamış, aramızda tatsız ko
nuşmalar geçmemiş gibi güler yüzle karşıladım.
"Yorgun musun, sevgilim?" dedim.
"Niye sordun?"
"Bu akşam dışarıda yiyelim mi? "
"Neden?"
"Dünkü ve bu sabahki kaba davranışlarımı sana affettir
mek için. Şöyle güzel manzaralı bir yere gidelim, iyi bir şarap
açtıralım, keyfimize bakalım. Romantik bir ortamda senden
özür dileyim."
Derya gülümsedi. "Buna hiç gerek yok."
"Niye?"
"Çünkü sana kırgın değilim. Özür dileyecek bir durum yok
ortada."
"Hadi, gerçeği saklama. Sana kaba ve anlayışsız davrandım.
Bunu kabul ediyorum. Sinirlerim öylesine gergin ki, hayatımda
2 4 8
Mehmetcan
en sevdiğim kadını bile incitecek kelimeler çıkabiliyor ağzım
dan. Senden özür dilemeliyim."
Sevgilim muhabbetle baktı yüzüme.
"işte, özür diledin ya. Mesele kapandı."
Yanma yaklaşıp onu kollarımın arasına aldım. Uzun uzun
dudaklarından öptüm. Yüzündeki o somurtuk ifade kaybolu-
vermişti. Aynı içtenlikle öpüşüme karşdık verdi.
"Dışarı çıkmamıza hiç gerek yok. Gerçekten yorgunum bu
gece. Evde bir şeyler atıştırırız. Gün boyu çizimle uğraştım."
Sonra yüzüne kinayeli bir eda verip homurdandı. "Ama beni
telefonla hiç aramadın."
"Haklısın. Çok meşguldüm."
"inşaatta mı?"
"Hayır, inşaata gitmedim."
"Ne yaptın öyleyse?"
Birkaç saniye sevgilime durumu nasıl açıklayacağımı dü
şündüm.
"Bu sabah önce bir kütüphaneye gittim," dedim.
Derya merakla yüzüme baktı.
"Kütüphaneye mi? Ne yaptın orada?"
"Otuz üç sene öncesinin gazete arşivlerini karıştırdım."
Otuz üç sene lâfı Derya'yı ilgilendirmişti tabii.
"Ne aradın gazetelerde?" diye sordu.
"Yanan köşkle ilgili haberleri inceledim."
Hafifçe kaşları çatılmıştı.
"Neden?"
Omuzlarımı silktim.
"Bilmiyorum," diye homurdandım. "O yangınla ilgili hafı
zamda bir anının yer etmemesi hep garibime gidiyordu."
"Eee? ilginç bir şey buldun mu?"
"Buldum sayılır."
"Ne?"
"Köşkün gece bekçisi o yangında ölmüş."
2 4 9
Mehmetcan
Derya bir arı durakladı.
"Senin için önemli mi bu? O bekçiyi hatırladın mı?"
"Hayır, hatırlamadım. Yalnız babama sorduğumda önce
bana yangında kimsenin ölmediğini söylemişti. Bu haberi alınca
doğru babamın evine gittim."
Derya merakla beni dinlemeye devam ediyordu.
"Eee?"
"Garip şeyler oldu."
"Ne gibi?"
"Babamın emektar hizmetkârma ölen gece bekçisinin ga
zeteden öğrendiğim adını söyleyince az kaldı şaşkınlıktan dilini
yutuyordu ve bundan kesinlikle babama bahsetmememi rica
etti benden."
"Sebep?"
"Babamın böyle üzücü olayları hatırlamasından etkilenece
ğini ve hastalığının artacağını hatırlattı bana."
"Sen de söylemedin mi?"
"Söyledim. Ama beni asıl şaşırtan şey Cemal Efendi'nin te
dirginliği oldu."
Derya her zamanki dağınıklığı ile önce ayaklarından ayak
kabılarını çıkarıp orta yere bıraktı, sonra kalın anorağını masa
nın kenarındaki iskemlelerden birine asarak, çoraplarıyla salo
na daldı yorgun bedenini koltuğa bıraktı. Anlattıklarım, sanırım
beyninde yeni ihtimal ufukları açmış olmalıydı. Bir süre sessiz
kaldı. Sabırla bekledim. Mutlaka düşündüklerini açıklayacaktı.
"Yani, babanla uşağı senden bir şey mi saklamaya çalışıyor
lardı?" dedi.
"Ben de aynı şeyi düşünmüştüm," diye mırıldandım.
"Saçma."
"Neden?"
"Gazetelere intikal etmiş bir haberin artık saklanacak nesi
kalmış olabilir ki?"
Sevgilimin iddiası bir açıdan doğruydu.
250
Mehmetcan
"Ama unutma ki, bu otuz üç sene önce gazetelerin yazdığı
bir şey. O zaman ben daha ufak bir çocuktum. Benden gizlen
miş olabilir."
Derya dudak büktü.
"Biraz anlamsız geliyor bana. Ölen sadece köşkün gece
bekçisi; bunu senden saklamanın ne anlamı olabilir ki?"
"Bilmiyorum. Lâkin gece bekçisinin adını söylediğim za
man Cemal Efendi'nin yüzünü görecektin. Adamcağız durduğu
yerde sendeledi, bir an düşecek bayılacak sandım."
Derya mavi gözlerini üzerime çevirip ısrarla beni süzdü.
"Eee? Bu durumda sen ne düşünüyorsun?"
"Henüz bir yorumda bulunamıyorum. Ama sana hak ver
diğim bir husus daha var."
Sevgilim haklı olduğu bir hususun tarafımdan kabul edilişi
ne sevinmiş gibi tebessüm etti. Bakışları canlandı.
"Nedir o?"
"Babamın bunamadığına kesin emin oldum."
"Çok şükür, nihayet anladın demek."
"Evet. Babam o yangında hayatını kaybeden bekçinin
Rumeli'den göç eden biri olduğunu hatırladığı gibi Usküp kö
kenli olduğunu bile unutmamış. Düşünsene otuz sene evvel
köşküne gece bekçisi olarak gelen birinin hangi şehirli olduğu
nu sen hatırlayabilir misin?"
"İlginç," diye fısıldadı Derya. "Ama bu babanın bunama-
dığının kesin delili olamaz sanırım."
Her zaman babamın akli melekelerinden bir bozukluk ol
madığını savunan sevgilimin bu itirazı beni şaşırtmıştı. Hemen
sordum.
"Neden?
"işittiğime göre yaşlanıp da yavaş yavaş hafıza kaybına
mâruz kalan kişiler, özellikle eski tarihlerde ki olayları başların
dan geçen yeni vakalara kıyasen daha rahat ve net hatırlarlar-
mış. Baban da otuz sene önceki o hizmetkârının nereli olduğu-
251
Mehmetcan
nu unutmamış olabilir. Ama bana sorarsan baban da zaten hiç
bunama tezahürleri yok. Bir defa işittiği annemin adını bile bir
iki saat sonra hemen anımsamıştı, unuttun mu?"
Derya düşünceli bir şekilde beni süzmeye devam ediyor
du.
"Asıl can alıcı noktayı bana hâlâ söylemedin," dedi.
irkilerek onu süzdüm. "Hangi noktayı?"
"Bir kütüphaneye gidip o yangın olayını araştırma gereğini
neden duyduğunu."
Önüme bakıp sustum. Bu oldukça ciddi ve cevaplaması
beni üzen bir husustu. Ne denli acı olursa olsun, sevdiğim ka
dından bazı gerçekleri saklamanın anlamı kalmamıştı artık.
"Derya!" diye inledim. " Çocukluğumla ilgili çok az şeyi
hatırlıyorum. Galiba meselenin tüm inceliği burada yatıyor.
Niye hayatımın o bölümü bu kadar gölgeli? Neden o yıllarımı
anımsamıyorum? Annemle ilgili hatıralarım bile ancak rüyala
rımda şekilleniyor. Bunun esaslı bir nedeni olmalı."
Sevgilim başını salladı.
"Bence de öyle. Umarım hafta başında gideceğimiz doktor
bu konuda bize sıhhatli bir açıklama yapacaktır."
ilgimi çekti.
Derya daha fazla konuşmaktan çekinmişti sanki...
Dışarıya yemeğe çıkmamıştık ama bize en yakın cadde üze
rindeki pizzacıdan telefonla verdiğimiz sipariş on beş dakika
sonra salondaki masanın üzerinde kutusu içinde sıcak sıcak du
ruyordu, ilk defa o an, babamın evinde içtiğim kahveden başka
kursağıma gün boyu hiçbir şeyin gitmediğini hatırladım. Aç bir
kurt gibi pizzalara saldırmıştım. Derya da aynı şevk ile yemeğe
başlamıştı.
Eve döndüğünde üstünden çıkardığı giysileri hâlâ dağınık
olarak etrafa saçdmış duruyordu. Pizzalann yanında içeceğimiz
252
Mehmetcan
kolaları bile terliğini giymeden çorapları ile mutfağa gidip getir
mişti. Onun bu çapaçul ve dağınık halinden hoşlanmıyordum
ama ne yaparsa yapsın öyle çekici bir hali vardı ki, sesimi çıka-
ramıyordum. Onun mutfağa geliş gidişini seyrederken, yüzüm
deki ifadeyi anlamış gibi homurdandı.
"Tamam, tamam... Dağınıklıklarımı toplarım birazdan,"
dedi.
Kendimi tutamayarak gülümsedim.
Pizzasını yerken hiç konuşmuyordu, fakat aklının bugün
babama yaptığım ziyarete takddığını biliyordum. Konuya yine
ben döndüm.
"Sana yadırgayacağın bir şey daha söyleyeceğim," dedim.
"Söyle bakalım."
"Artık gördüğüm kâbuslardan yılmıyorum. Beni korkut
muyorlar."
Bir yandan ağzına attığı lokmaları çiğnerken yadırgayarak
yüzüme baktı.
"Ne demek bu?"
Gayet sakin bir şekilde karşılık verdim.
"Biliyorsun," dedim. "Kâbusları ilk görmeye başladığım
sıralarda, kan ter içinde uyanıyor, etkisinde kalarak sarsmıyor
dum. Müthiş bir bitkinlik hissediyordum."
"Eee? Şimdi sarsılmıyor musun yani?"
"Eskisi gibi değil."
Tuhaf tuhaf beni süzmeye devam etti.
"Alıştığını mı söylemek istiyorsun?"
"Tam olarak öyle değil... Ama... demek istiyorum ki..."
"Ne?"
Bir an durdum. Meramımı ona nasıl açıklayacağımı düşün
düm. "Derya," dedim.
"Evet?"
"Artık eminim ki benim çocukluk yıllarıma ait hafızamda
bir boşluk var. Bunu hangi kelimelerle ifade edeceğimi bile-
253
Mehmetcan
rniyorum ama bir tür hafıza kaybı gibi. Yaşadıklarımı bir tür
lü toparlayamıyorum. Nedenini de bilmiyorum tabii. Belki bir
travma geçirdim."
Yüzüme bakmaya devam etti.
"Gördüğüm düşler beynimde birtakım çağrışımlar yapıyor
şimdi," diye devam ettim.
"Nasıl?"
"Düşlerimde gördüğüm olaylar geçmişimde yaşadıklarımın
bir tekrarı gibi geliyor bana, sanki bir izdüşümü. Mesela bugün
Cemal Efendi'ye köşkün bahçesindeki havuzda yaşayan balıkla
ra el ele tutuşup ekmek kırıntıları attığımızı söylediğimde, onları
hatırlıyor musunuz, diye büyük bir şaşkınlık gösterdi. Gerçekte
hatırlamıyorum, ama rüyalarımda gördüm. Bu da gösteriyor ki
rüyalarım bana ışık tutuyor ve geçmişime götürüyor."
Derya olumsuzca başını salladı.
"Buna güvenemezsin, sevgilim," dedi.
"Neden?"
"Zira rüyalarımız her zaman gerçeğin ifadesi değildir, daha
ziyade bilinçaltımızın zenginliğini ifade eder. Gördüklerinin
çoğu müphem hayal ürünüdür."
"Belki de," diye fısıldadım. "Ama ben bazı gerçekleri de
düşlerimde gördüğüme inanıyorum."
Yine kuşkuyla yüzüme baktı.
"Yanlış bir akıl yürütme bu. Hatta seni tehlikeli varsayım
lara götürür."
"Nasd?"
Derya fikrini açıklarken bir an sıkılmış gibi beni süzdü.
"Şey..." dedi. "Yanlış anlama ama bu varsayımdan hareket
edersen o zaman annenin babana ihanet ettiği, o yüzü görünme
yen adamla aldattığı sonucuna varmaz mısın?"
Bir an nefesim kesilir gibi oldu.
İçimi rahatsız edici bir karamsarlık kapladı.
"Haklısın," diye mırıldandım. "Belki de ben yanılıyorum."
254
Mehmetcan
Derya'nın yanıldığımı kabul edeceğini sanmıştım. Oysa o
dikkatle beni incelemeye devam ediyordu. Meftun olduğum
mavi gözlerinde hüzünlü bir ifade oluşmuştu birden.
"Böyle bir olasılığa ihtimal veriyor musun?" diye sordu.
Tüylerim diken diken oldu.
Rüyamda annemle yeşil otlar içinde, o nefis yaz günü, met
ruk ve lânetli eve gittiğimiz anı anımsadım. Uzun bir süre beni
kapının önünde bekletmiş, tek başına o eve girmişti. Bir ara
rüyamda pencerenin arkasından vücudunu perdelere sararak
bana seslenişini yeniden hatırladım. Bu sadece bir rüyaydı ama
acaba annem, o tüllerin arkasında çıplak mıydı? Aklıma takılan
bu suali kendime bile cevaplamaktan kaçındım.
Yutkunmakla yetindim...
Çimenlerin üzerinde oynuyorum. Beyaz papatyaları topluyo
rum. Bazen aralarda boy atan kırmızı gelinciklere itibar etmiyo
rum. Ama yalnızlık beni sıkıyor. Zaten bu evin önündeki açık
alanda oynamakta beni sıkıyor. Bir an önce annemin evden çıkıp
köşke dönmemizi istiyorum.
Burası sıkıcı, hem de çok sıkıcı... Biraz da beni ürkütüyor.
Kimsecikler yok etrafta. în cin top oynuyor.
Burada esen rüzgâr bile fazla uğulduyor. Çimenlerin üzerinde
yere çömelmiş, çiçek toplamaktan vazgeçerek o eve bakıyorum.
Annem niye getiriyor acaba beni buraya? Ben burayı sevmi
yorum ki... Bir daha getirmeye kalkarsa, gelmek istemeyeceğimi
söyleyeceğim.
Bana kızar mı acaba?
Hiç sanmam, çünkü annem beni çok sever. Beni istemediğim
bir yere götürmek istemez. Gözlerimi eve dikip pencerelere bakı
yorum yeniden.
Bu kez merak edip beni kontrol de etmiyor. Oysa geçen ge
lişimizde pencereden bakıp nasıl oynadığımı, evin önünden fazla
255
Mehmetcan
uzaklaşıp uzaklaşmadığımı görmek için bakmıştı.
Sıkılıyorum.
Topladığım papatyaları ayağımla vurarak dağıtıyorum. Hep
si bir yana dağılıyor. Hızımı alamayarak onları ayağımla ezmeye
başlıyorum.
Neredeyse ağlayacağım.
Artık buradan gitmek istiyorum... İçimi çekiyorum...
Fakat tam o esnada gözüm yukarıdaki tepede beliren birine
takılıyor. Ta uzaklarda. Bir adam koşa koşa evin olduğu düzlüğe
doğru yaklaşıyor. Merakla adamı seçmeye çalışıyorum.
Koşan adam yaklaşıyor.
Neredeyse sevinçten bir çığlık atacağım. Bu gelen babam...
Ben de ona doğru koşmaya başlıyorum. Ama babam bana
bakmıyor bile...
"Baba... Baba..." diye sesleniyorum.
Oradaki varlığım hiç umurunda değil.
İyice yaklaşıyor. Yüzü hiddetten kıpkırmızı. Göğsü körük
gibi inip kalkıyor ve yüzüme bile bakmadan o evden içeriye da
lıyor.
Babamın arkasından öylece şaşırıp kalıyorum.
Babam evin içine girip kaybolunca beni bir korku alıyor.
Onu şimdiye kadar hiç böyle hiddetli görmediğimi fark edi
yorum. Acaba annem beni hiç içeri almadığı bu eve geldiği için
mi bu kadar öfkeli?
Merakımı yenemiyorum. Hatta annemin sen içeri girmeye
ceksin tembihine aldırmadan ben de arkalarından o eve girmeye
karar veriyorum. Ne olabilir ki, alt tarafı onlar benim annemle
babam. Herhalde bana kızmazlar diye düşünüyorum. Ama bir
yandan da çekmiyorum. Babamın o öfkeli hali beni endişelen
diriyor.
Usul usul eve yaklaşıyorum .
Kapı her zaman aralık. Sanki beni içeri çeker gibi davetkâr.
Cesaretimi toplayıp süzülüyorum içeriye.
256
Mehmetcan
Üst kattan bağırmalar çağırmalar aksediyor kulağıma. Hatta
feryatlar...
Annemin çığlıklarını duyuyorum.
Korkum daha da artıyor. Yukarıda tatsız bir şeylerin oldu
ğuna eminim artık. Merakım galebe çalıyor. Ürkek adımlarla ba
samakları tırmanmaya başlıyorum. Ne olduğunu öğrenmeliyim.
Görmezsem, anamın babamın yukarıda neler olduğunu bana söy
lemeyeceklerine kesinlikle eminim.
Babamın o öfkeli hali beni korkutuyor. Az evvel çimenlerin
üzerinde koşarken beni farkına bile varmadığını hatırlayınca öf
kesinin anneme yönelik olduğunu çocuk aklımla bile idrak ede
biliyorum. Anneme bir kötülük edebilir.
Acaba mı, diyorum.
Annemi o kadar sever ki, ona nasıl bir zararı dokunur? Öy
leyse annemin bu çığlıkları niye?Babam bile olsa, anneme kimse
nin dokunmasını kabul edemem.
Küçük adımlarımı hızlandırıyorum. Önümde uzanan basa
maklar sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor bana. Nihayet üst katın
holüne varıyorum. Yanımdaki odanın kapısı ardına kadar açık.
Ama kapıya az bir mesafe kala yerime mıhlanıp kalıyorum.
Ne göreceğimi bilmemekle beraber yüreğim korkudan yerin
den fırlayacak gibi atıyor.
Tam o sırada odanın içinde bir gürültü kopuyor. Sanki ağır
bir cisim yere yuvarlanır gibi. Daha fazla dayanamıyorum artık.
Açık kapının eşiğine gelip içeriye bakıyorum...
Gördüklerime inanamıyorum. Annem karşıdaki duvarın
tam önünde ellerini yüzüne kapatmış devamlı çığlıklar atıyor ama
beni en şaşırtan ve utandıran yanı annemin çırılçıplak oluşu.
Babam ise, yüzü olmayan o adamla yerde halının üzerinde
boğuşuyor. İkisi de nefret dolu ve sanki iki kanlı düşman gibiler.
Ama en kötüsü, babamın elindeki sivri hançer.
Babam o adamı öldürmek istiyor...
Acı bir çığlık çocuk gırtlağımdan yükseliyor...
257
Mehmetcan
ÇIĞLIĞIM üzerine ikimiz de aynı anda yatakta doğrul-
muştuk. Derya uyku sersemliği içinde acele ile baş ucundaki
lambayı yakmış bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Rü
yamdan yaşadığım âna geçmekte zorlanmıştım. Hâlâ titriyor
dum. Yeni bir kâbus gördüğümü anlayan sevgilim mırıldandı.
"Yine korkunç bir şey mi gördün?" diye mırıldandı.
Başımı sallamakla yetindim. Bir süre konuşamadım. Neden
sonra irileşen gözlerimle hançeremden hırlar gibi bir ses çıktı.
"Babam onu öldürdü... Cinayet işledi..."
Derya aval aval yüzüme bakıyordu.
"Kimi?" diye sordu.
"O suratsız adamı."
Hâlâ soluk soluğa idim. Her yanım titriyordu. Sevgilim saç
larımı okşamaya başlamıştı. "Geçti, artık. Bak, uyandın. Unut
ma o bir rüyaydı. Gerçekle bir ilgisi yok. Telaşlanma. Sakin
ol..."
"Hayır, eminim, babam o adamı hançerledi..."
258
Mehmetcan
Derya tabii benden önce toparlanmış, beni teskine devam
ediyordu. Yumuşacık bir sesle konuştu. ifRüyanı bana anlatmak ister misin?"
Düşümde gördüğüm her şeyi ona naklettim. Sabırla beni
dinledi. Sonra bana pek inanmaz gibi söylendi.
"Ama rüyanın sonu yok."
"Ne demek sonu yok?
"Babanla o suratı olmayan adamın boğuştuğunu görmüş
sün. Babanın da elinde bir hançer varmış. Buraya kadar tamam.
Ama babanın onu hançerlediğini görmemişsin. Ortada bir cina
yet olduğuna nereden hükmediyorsun?"
Basit bir muhakeme yürüttüm.
"Babam hâlâ yaşadığına göre, ölen diğeri olmalı," dedim.
Derya her zamanki sağlıklı düşüncesiyle itiraz etti.
"Fakat ortada bir ceset yok ki. Sen düşünde bir cinayete
tanık olmamışsın. Gördüğün tek şey bir boğuşma, hepsi o ka
dar."
Bunu kabul edemezdim. Olumsuzca başımı iki yana salla
dım.
"İki erkek ve birinin elinde bir silahla bir kadın için dövü
şüyorlarsa, bunun sonu kesinlikle cinayetle biter."
"Bu senin iddian. Baban cinayet işleyecek birine hiç benze
miyor. Düşlerin seni hatalı bir yöne çekiyor sevgilim. Gördük
lerine pek itibar etme."
Kafamı iki yana sallamaya devam ediyordum.
"Hayır," diye diretip ısrar ettim. "O gün Orada bir cinayet
işlenmiş olmalı."
"Kızma ama saçmalıyorsun Murat."
"Neden?"
"Öyle olsa, baban bugün hapishanelerde çürüyen bir mah
kum olurdu. Oysa o son otuz senesini tüm inşaat âleminin tanı
dığı ve itibar bir müteahhit olarak geçirdi."
"Sen ne dersen de, bu fikrim değişmeyecek," dedim.
259
Mehmetcan
Derya üzerimizden yorganı itti, yatağın içinde bağdaş ku
rup oturdu. Sesi biraz boğuk çıktı bu defa. "Demek şimdi de
kafayı buna taktın. Babanın bir katil olduğunu düşünüyorsun
ha?"
"Evet," diye mırıldandım.
"Gerekçen de babanın o yüzsüz adamla boğuşması. Yanı
lıyor muyum?"
"Hayır, doğru anlamışsın."
Sevgilim birden sesinin tonunu yükseltti.
"Murat, aklını başına toparla. Bu gördüğün sadece bir
kâbus. Alt tarafı bir rüya. Kime söylesen güler sadece. Nasıl
olur da, toplumda son derece sayılan ve sevilen bir insanı, üste
lik kendi babanı, rüyamda boğuşurken gördüm diye cinayetle
itham edebilirsin?"
"Mesele o kadar basit değil, Derya. Asıl sen düşün. Neden
çocukluğumun belirli bir devresini hatırlayamıyorum? Üstelik
her insan yedi sekiz yaşlarıyla ilgili pek çok şeyi hatırlayabilir.
Oysa o tarihler benim hafızamdan âdeta silinmiş, tamamen yok
olmuş. Bu mantıklı geliyor mu sana? Kendini hesaba kat; sen
çocukluğunun o kesimini hatırlamıyor musun?"
Derya bir an durakladı, hemen cevap vermedi.
Bense homurdanmaya devam ettim. "Hatırlıyor olman
lâzım, zira normal olanı bu. Hâlâ anlamıyor musun, ben o dev
redeki anılarımın silinmesine yol açan şiddetli bir travma geçir
miş olmalıyım. Ve sanırım o travmanın ne olduğunu da bu gece
anladım. Ben babamın işlediği cinayete şahit oldum. O yaştaki
bir çocuk için son derece yıkıcı bir şey bu. Tam bir aile faciası.
Müthiş trajik bir durum. Anne, baba tarafından âşığı ile sevi
şirken yakalanıyor. Anne çırılçıplak ve devamlı çığlıklar atıyor.
Korkunç bir rezalet. Koca elindeki hançere sarılıyor ve karısı
nın âşığına saldırıyor. Ve yedi sekiz yaşındaki bir çocuk tüm bu
facianın görgü tanığı oluyor. Bundan daha berbat bir travma
düşünebiliyor musun?"
2 6 0
Mehmetcan
Derya sessizce gözlerimin içine baktı.
"O zaman bana şunu söyle," dedi.
"Neyi?"
"Şayet gördüğün bu son kâbus seni küçüklük yıllarına gö
türüp beynini etkileyen hadisenin aydınlanmasına neden olduy
sa, şimdi cinayet ânını da hatırlaman gerekir. Bana cevap ver,
babanın o yüzsüz adamı bıçakladığı esnayı da hatırladın mı? O
sahne de gözünün önüne geldi mi?"
Beni ter basmıştı yeniden. Homurdandım.
"O anı görmediğimi büiyorsun. Görsem söylerdim."
"Bak yine aynı noktaya kilitleniyorsun. Şayet söz konusu
geçirdiğin travma düşündeki gerçek olsa şu an her şeyi hatırla
mış olman gerekirdi. Oysa sen hâlâ aynı varsayımla oyalanıyor
sun. Ayrıca bir an söylediğin gerçek bile olsa, öldürülen adamın
cesedi ne oldu? Buharlaşıp o evden uçtu mu? Bir ceset nasd yok
edilebilir? Tabii, çok önemli bir konu daha var; o da annenin
durumu. Şayet annen babanı aldattıysa-ve o rezil sahne yaşan-
dıysa, niye aralarındaki evlilik devam etti? Babanın derhal bo
şanması gerekmez miydi? Üstelik sen bu evliliğin daha yıllarca
ve mutlu bir şekilde sürdüğünü biliyorsun. Tâ ki annen doğal
sebeplerle ölünceye kadar."
O kararlılığım içinde dahi, Derya'nın söylediklerinin ol
dukça mâkul olduğunu kabul etmek zorundaydım. Yalımım bi
raz iner gibi oldu. Fırsattan istifade eden sevgilim koşarak bana
bir bardak su getirdi. Kana kana içtim suyu. Bütün boğazım
kurumuştu.
"Şimdi bana hak veriyorsun, değil mi?" dedi.
Söyledikleri akla uygundu. Babam mizacındaki adamın ya
şanan o faciadan sonra annemi affetmesi söz konusu olamazdı.
Değil babam, hiçbir erkek affetmezdi. Hafızamı zorladım yeni
den. Gerçekten de annem kanserden vefat edinceye kadar veya
başka bir deyişle onların beraberliklerini hatırladığım devreler
de hiçbir tatsızlığa, hatta en ufak bir münakaşalarına dahi tanık
2 6 1
Mehmetcan
olmamıştım. Derya haklı olabilirdi, ama benim de inandığım
önemli bir husus vardı. Gördüğüm düşler, parça parça da olsa
çocukluğumun hafızamdan silinmiş bölümlerini aydınlatıcı bir
rol oynamaya başlamışlardı ve gördüğüm her düşten sonra ufak
tefek de olsa geçmişimle ilgili bir şeyler anımsıyordum.
Şimdi gördüğüm bu son düşü nasıl yorumlayacaktım?
"Peki bu son kâbus neydi?" diye sordum sevgilime.
Bilgiççe başını salladı.
"Her gördüğün rüya mutlaka geçmişinin bir kesiti sana ha
tırlatacak değil ya," dedi. "Mesela beni de o metruk evde teca
vüze uğrarken görmüşsün, hatta bir seferinde o suratı olmayan
adamın beni hançerlediğini de söylemiştin. Demek ki rüyalar
her zaman gerçeği yansıtmıyor, zaten o zaman onlara rüya de
mezdik. Ben o eve sadece bir kere seninle gittim ve görüyorsun
bıçaklanmış filan da değilim."
Derya tatlı tatlı gülümsemişti...
Ona sarılıp kendime doğru çektim. Yaşantıma büyük kat
kısı vardı; o olmasa acaba ne yapar, bu illetimle nasd mücade
le ederdim. En büyük destek ve morali bana o veriyordu. O
an sadece ona minnetimi ifade etmek istiyordum, fakat Derya
yaklaşışımı farklı algıladı ve birden ateşli bir şekilde ve istekle
dudaklarıma uzandı...
Ertesi sabah gözlerimi açtığımda Derya nın benden önce
uyandığını ama gözlerini tavana dikmiş, düşünceli bir şekilde
yattığını gördüm. Sevgilim hem erkencidir, hem de uyandı mı
yatağın içinde oyalanmayı sevmez, hemen kalkardı. Gözlerim
yarı aralık onu süzmeye başladım. Uyandığımı anlamıştı, fakat
tavana diktiği nazarlarını yüzüme çevirmeden kuşkulu bir sesle
mırıldandı.
"Gerçekten babanın cinayet işleyeceğine ihtimal veriyor
musun?" dedi.
2 6 2
Mehmetcan
Daha günaydın bile demeden o konuya dönmesi garibime
gitmişti. Üstelik dün gece düşlerimin yorumuna inanmayan ve
aklıma gelen ihtimali çürütmek için devamlı dil döken insan da
oydu. Bana böyle bir sual yöneltmesi belli ki onun beyninde de
bir kuşkunun doğduğunu gösteriyordu.
Yastıktan başımı kaldırdım. O da sualinin cevabını almak
ister gibi gözlerini bana çevirdi. Çoğu kadın, bunlara eni konu
güzel saydacak kadınlar da dahü, ilk uyandıkları anda pek gü
zel gözükmezlerdi gözüme. Ama Derya farklıydı. O hayatımda
gördüğüm en güzel kadındı. Tanrı'nın bana bir armağanı. Soru
sunu duymamış gibi mırıldandım.
"Ne kadar güzelsin, hayatım," dedim. "Seni deliler gibi se
viyorum."
"Teşekkür ederim. Ama sorumun cevabı bu değil," dedi.
Bu kez ciddileşerek mırıldandım.
"Bilmiyorum, ama olabilir. Aklıma gelen ilk ihtimal buy
du."
"Yani babanın cinayet işlemiş olabileceğini düşünüyor
sun?"
Cevap vermekte zorlandım.
Her ne sebeple olursa olsun, insanın babasını adam öldür
mekle suçlaması vebali büyük bir ithamdı. Üstelik tanıdığım
babam, dünya tatlısı, anlayışlı ve merhametli bir adamdı, onu
cinayet zanlısı olarak düşünmek, benim için oldukça zor geli
yordu. Velâkin dün geceki düşümün kaçınılmaz sonucu buydu,
itirafta bulunmakta zorlandığımı hisseden Derya devam etti,
hafif alaycı bir tonla.
"Biliyor musun, dün gece sen uykuya daldıktan sonra ben
çok düşündüm."
"Neyi? Babamın katil olup olmadığını mı?"
Bu kez Derya sualime hemen cevap vermemişti.
"Ne garip değil mi?" dedi.
"Garip olan ne?"
2 6 3
Mehmetcan
"Şu yangında yanarak ölen gece bekçisinin durumu. O da
tam otuz üç sene önce ölmüş, yani senin yedi sekiz yaşlarında
olduğun tarihte. Başka bir ifade ile hatıralarının silindiği sıra
larda."
Gerçekten şaşırmıştım. Tuhaf tuhaf sevgilime baktım.
"Yani yanan gece bekçisinin annemin düşlerimdeki yüzsüz
sevgilisi olduğunu mu ima etmeye çalışıyorsun?"
"Henüz hiçbir şey ima ettiğim yok. Fakat tarihlerin uyuş
ması garibime gitti. Bedri Karaman denen o adamın çehresini
hâlâ hatırlamıyorsun, değil mi?"
Başımı salladım.
"Hayır, hatırlamıyorum."
"Bir daha düşünsen."
"Yapma Derya, aklına gelen şey imkânsız. Bir an için anne
min babama ihanet etiğini düşünsek bile, bula bula köşkün gece
bekçisini mi seçecek? Adamı hiç hatırlamıyorum ama herhalde
babamın yanında çalışan sıradan işçilerden biriydi. Tövbe, töv
be, herhalde annem babamı aldatsa bile öyle vasıfsız biriyle o işi
yapmazdı."
Fikrimi onaylayacağını sanmıştım ama sevgilim kuşkulu bir
şekilde mırıldandı.
"O işler hiç belli olmaz."
"Ne demek belli olmaz?"
Derya amiyane bir şekilde sırıttı.
"Kadın anlaşılmaz bir yaratıktır. Bazen çiçeğe de konar
boka da."
"Ammayaptın! Hem..."
"Hem ne?"
"Sevgilim," diye fısıldadım. "Öyle bile olsa, yani peder ada
mı öldürdüyse bu işi o metruk evde yapmış olması gerekir. Zira
benim düşlerim o evle ilgili. Ama gece bekçisi köşkte yanarak
ölmüş. Aralarında nasıl bir ilişki kuruyorsun?"
Derya uzun uzun gerinerek esnedi.
2 6 4
Mehmetcan
"Boş ver," dedi. "Benimki sadece mantıksız bir faraziye.
Tabii ki bir ilgisi yok. Ama senin düşlerindeki çocukluk dev
renle, köşkün yanması ve o gece bekçisinin ölümü aklıma böyle
bir şeyi çağrıştırdı. Bir de senin dün babanın evine gittiğinde,
Cemal Efendi'nin ve babanın tutumları, gösterdikleri tepki, ak
lıma böyle bir şeyin gelmesine neden oldu. Komik bir şey dü
şündüğümün farkındayım. Unut, gitsin. Galiba ben de saçma
lamaya başladım."
Oysa beni bir düşünce almıştı.
Düşlerimle, köşkteki yangın oldukça ilgisiz görünüyordu.
Aralarında bir illiyet kurmak mantıksızdı, daha doğrusu bana
da öyle görünmüştü.
"Düşlerime giren o yüzü olmayan adam, köşkün bekçisi
Bedri Karaman olabilir mi dersin?" diye fısıldadım. Derya ya
rım ağız fısıldadı.
"Hiç sanmam. Takma kafanı şimdi de buna. Biz kendi ken
dimize sorun yaratıyoruz."
Üstünden yorganı atıp kalkmaya çalıştı. Ayak bileğinden
kavradım.
"Dur. Kalkma daha. Konuşmamız bitmedi."
"İyi ama geç kalıyorum, duşa girmeliyim. Saat sekizi geçi-
yor.
Ona izin vermedim. Bacaklarından tutup kendime çevir
dim. Gözlerimdeki heyecanı görünce homurdandı. Hemen iti
raza kalkıştı.
"Şimdi olmaz, hevesini akşama sakla."
"Dur. Sözümü kesme," dedim.
"Ne var?"
"Bu gece babamlara gidelim mi yine?"
Mavi gözleri irileşti.
"Neden? Daha iki gece evvel oradaydık."
"Ne fark eder ki? Yabancı yer değil ya, babama istediğim
zaman gidemez miyiz?"
265
Mehmetcan
"Gideriz, gideriz herhalde de, senin niyetin başka. Bu me
seleyi kurcalamak istiyorsun, değil mi?"
"Evet."
"O zaman babana gördüğün kâbuslardan bahsetmek zo
runda kalacaksın."
Omuz silktim.
"Ne fark eder ki?"
"Hiç doğru olmaz, Murat. O yaşlı ve hasta bir adam. Bir de
kendi problemlerinle onu üzmeye hakkın yok. Unutma, bütün
bu vesveselerinin kaynağı sadece rüyaların."
Yatağın içindeki tartışmayı uzatmadım.
Ama ikimiz de o gece babama gideceğimizi biliyorduk ar
tık...
2 6 6
Mehmetcan
X^OCÜK yıllarımda bab amin işlediği bir cinayete tanık
olmam, herhalde hafızamı geçici olarak kaybetmeme yol açacak
kadar ciddi bir travma olması gerekirdi. Bunu anlayabilirdim ve
yıllar sonra olayın şuuraltındaki etkisi hafifleyince yavaş yavaş
düşlerim vasıtasıyla olayı anımsamaya başlıyor ve yıllarca bilinç
altındaki olay satha çıkıyordu. Derya da ben de gizli gizli aynı
şeyi düşünüyorduk. Tabii henüz cevabını bilmediğimiz bir sürü
sual şimdi beynimizde şekilleniyordu. Ölen kişi kimdi acaba?
Bekçi Bedri Koraman mı? Bu bence zayıf bir olasılıktı; anne
min köşkte çalışan bir müstahdeme âşık olabileceğine ihtimal
vermiyordum.
O halde öldürülen kişi kimdi?
Ne yazık ki rüyalarımda buna bir cevap bulamıyordum.
Babamın boğuştuğu adamın yüzü bütün kâbuslarımda hep yok
tu; bembeyaz, dokunulmamış bir kağıt kadar temiz ve şekilsiz.
Aslında galiba biraz daha sabır göstermeliydim. Çocukluğu
mun hatırlayamadığım kayıp devresi yavaş yavaş şekilleniyor ve
267
Mehmetcan
geri geliyordu. Sadece biraz daha dayanmalı ve yılmamalıydım.
Önce içimi bir sevinç kapladı, düşündüklerim doğru ise ben
hasta filan değildim, bilakis çocukluğumda geçirdiğim travma
nın yıllar sonra etkisinden kurtulmak üzereydim. Hiç kuşkusuz
o olaya küçük yaşta tanık olmam ruhumda derin bir iz yarat
mış ve belleğim bunu kabul etmeyerek şuuraltına itmiş ve bir
tür korunma mekanizmasını harekete geçirerek olayı beynimin
çıkaramayacağım derinliklerine gömmüştü. Şimdi yavaş yavaş
her şey şekilleniyordu. Belki tıbbi bir yardıma destek görmeden
bütün her şeyi hatırlayacaktım. Sonra aklıma bir husus daha ta
kıldı.
Acaba gerçekten bir cinayet işlenmiş miydi?
Son düşümde gördüğüm olay babamla o yüzü olmayan
adamın boğuştukları idi. Bu son rüyada ben elinde hançer olan
babamın adamı öldürdüğü sonucuna varıyordum. Benim ki
yalnızca bir tahmindi; olması gereken, kaçınılmaz bir sonuç. O
kavganın sonu başka ne şekilde bitebilirdi ki?
Ama yanılıyor olamaz mıydım?
O travmayı yaşamak için bir cinayete şahit olmam şart mıy
dı? Hiç de değildi. Son rüyamı bir daha hatırlamaya çalıştım.
Annemim attığı çığlıkları, odanın bir köşesine çekilmiş çırılçıp
lak halde duvarın dibine büzülüp kalmış halini canlandırdım
gözümde. Rüyadaki gördüğüm manzara ile beynimde şekillenen
görüntüler birbirine karışmaya başladı. Yerdeki halının üzerin
de de iki erkek öldüresiye boğuşuyordu. Bu manzara bile ufak
bir çocuğun ruhunda derin izler bırakmaya yetmez miydi?
Yeterliydi, bence...
Keşke bu konuyu Derya'ya da açsaydım. Belki de ortada
bir cinayet de yoktu. Bu sadece benim faraziyemdi. Geçirdiğim
travma için yarattığım bir sebep. Derya az önce evden çıkmış
arabasına atlayıp bürosuna gitmişti. Aklıma gelen bu ihtimali
hemen telefon edip kendisine açmak hevesine kapıldım. Ama
son anda vazgeçtim. Kızcağızı zaten yeterince üzüyordum, şim-
2 6 8
Mehmetcan
di henüz kanıtlanmamış yeni bir olasılıkla onu rahatsız etmenin
manası yoktu.
Bunları düşünürken bir yandan da giyiniyordum. Sırtıma
kalın balıkçı kazağımı giydim, montumu aldım, arabanın anah
tarını bıraktığım yerden almaya uzanırken birden montumun
cebindeki kabarıklık dikkatimi çekti.
Elimi montun cebine sokup ne olduğunu anlamaya çalış
tım. Bu Behzat'ın o lânetli evde bulduğu ipti... Tüylerim diken
diken oldu birden. Bu ipin cebimde ne işi vardı? O ipi evden al
dığımı hatırlıyordum, hatta Derya'ya gösterdiğimi de, ama son
ra ne yapmıştım acaba? Fırlatıp çöpe atmış mıydım? Saklamış
olduğuma ihtimal vermiyordum. Daha da ilginci montumun
cebine yeniden tıktığımı hiç sanmıyordum.
O ip bana yeniden Şinasi Sarıkaya'yı hatırlattı.
Bir an bütün düşündüklerimin tutarsız olduğuna kanaat
getirdim. Meselenin asıl çözümü mutlaka o adamda ve onun
lânetli evinde olmalıydı. Çünkü kâbuslarım ilk defa o evle baş
lamıştı ve babamın bir cinayet işlediğini sandığım mekân da
orasıydı.
Kapının önünde öylece dikilip kaldım.
Yerimden kımıldayamıyordum. Beynim karıncalanıyordu
âdeta. Birtakım hayaller, şekiller hafızama hücum etmeye baş
lamıştı. Cebimde bulduğum ip muhtemelen yeni bir nöbeti te-
tiklemiş olabilirdi. Galiba yeni bir nöbet geçirmek üzereydim.
Durduğum yerde titremeye başlamıştım. Cebimden çıkardığım
ip hâlâ parmaklarımın arasındaydı. Derin soluklar aldım. Bir
yere oturmak ihtiyacı duyuyordum. Sallanarak en yakın iskem
leye doğru yürüdüm ve güç belâ oturdum. Sanırım buna tam
bir nöbet denemezdi, şuurum yerindeydi, kendimden geçmiş
sayılmazdım ve yetersiz de olsa hâlâ düşünebiliyordum.
Evet, Şinasi Sarıkaya'yı tamamen unutmuştum. Zaten her
şey onunla başlamamış mıydı? Şinasi Sarıkaya kimdi? Babamın
bir işçisi mi sadece? Hiç sanmıyordum; öyle olsa otuz üç sene
2 6 9
Mehmetcan
önce babam işçisinden o evi neden satın almış olabilirdi ki?
Hem neden o evi kendi adına değil de, sekiz yaşındaki oğlunun
üzerine yapmıştı?
O evde bir şeyler olduğu kesindi ama ne?
Yoksa yüzünü bir türlü göremediğim adam Şinasi Sarıkaya
mıydı? Babam o adamla mı boğuşmuştu veya başka bir deyişle
annemin sevgilisi o adam mıydı?
Kafam hâlâ çalışıyordu. Bir mantıksızlığı yakalar gibi ol
dum. Eğer babam o boğuşma anında Şinasi Sarıkaya'yı öldür-
düyse o evi nasıl satın alabilirdi kendisinden? Bunun tabii sonu
cu olarak o evdeki suratsız adam Şinasi olamazdı. Kimdi peki?
O ev neden rüyalarıma girmişti hep?
Ip hâlâ parmaklarımın arasındaydı.
iğrenerek bakıyordum o düğüme... içimdeki nefret ve sı
kıntının sembolüydü sanki.
işte o an, hiç beklenmedik bir şey oldu. Ağır ağır oturdu
ğum sandalyeden kalktım. Başım dönüyor ve bedenim titreme
ye devam ediyordu. Ama bilinçsiz bir şekilde çalışma odama
doğru yürümeye devam ediyordum, içimden yükselen bir sevk-i
tabii beni kontrolüm dışında belirli bir hedefe doğru sürüklü-
yordu. Kesinlikle hareketlerimde bilinçli değildim, kendimi
denetleyemiyordum, ama nereye gittiğimi biliyordum. Çalışma
odasından içeriye girdim. Tavana kadar yükselen kitap rafları
nın önüne geldim. Nazarlarımı en üst raflardan birine çevirmiş
bakıyordum. Boyum o rafa erişemezdi. Bir robot ahengi içinde
usul usul odadaki iskemlelerden birine çekip üstüne çıktım. Bir
elimde hâlâ o düğümü tutuyordum. Sonra serbest olan elimle
rafta duran kitapları aşağıya doğru savurdum. Yerleri boşalan
kitapların arkasında tozlu bir mukavva kutu ortaya çıkmıştı.
Bir süre bakışlarımı o kutudan alamadım.
içimden ağlamak geliyordu.
Kutuyu yerinden çekip almak için gereken enerjiyi bir tür
lü gösterecek gücü bulamıyordum kendimde. Nihayet uzanıp
270
Mehmetcan
titreyen parmaklarımla kutuyu yıllardır durduğu yerden aldım,
içinden ne çıkacağını biliyordum artık.
Bu benim gizli hazinemdi.
iskemleden indim. Heyecandan sarsdan vücudum parmak
larımın daha da titremesine sebep oluyordu. O kutuyu seneler
evvel bu daireyi satın aldığımda oraya ben kaldırmıştım ve o
günden beri de yerinden çıkarmıyordum.
Kutu benim için mahremdi, elimi büe sürmezdim ona...
Beynim karmakarışıktı ve başımda şiddetli bir zonklama
hissediyordum, işin en hazin yanı sakladığım o kutunun için
dekileri hatırlamamamdı. Ama bildiğim gerçek ise o kutunun
içindekilerin travmama neden olan bazı kanıtların var olduğu
idi. Zihnimin garip bir oyunuydu bu bana, onları hem biliyor ve
uzun zamandan beri saklıyor ama gerçeklerle yüz yüze gelmek
istemiyordum.
iskemleden inmiştim ama kutuyu bir yere koyup kapağını
açacak halde değildim. Güçlükle bir iki adım attım, ayaklarım
kütüphane rafından aşağıya yuvarladığım kalın ciltli kitaplara
takıldı. Az daha yuvarlanacaktım. Güçlükle çalışma masama
yürüdüm. Kutuyu üstüne bırakarak masanın arkasındaki döner
koltuğuma çöktüm.
Kalbim duracak gibiydi, artık nefes almakta zorlanıyor
dum. Bir süre o lanet kutuya baktım. Sanırım hafızamdaki soru
nu çözmek üzereydim; geçmişin karanlık izleri ağır ağır ortaya
çıkıyor, yıllardır bilinç altında sakladığım sorun aydınlanıyordu.
Sonra beklenmedik bir hızla kapağı kaldırdım.
Bir yığın, belki bir albümü dolduracak kadar fotoğraf or
taya çıkmıştı ve hepsi anneme ait resimlerdi. Ama en ilginci fo
toğrafların altında sakladığım kalın ip yumağını bulmak oldu.
Gözlerim kin ve nefretle o iplere yoğunlaştı. Artık bir nöbet
ânında olup olmadığımı kestiremiyordum. Eski yaşanmış olay
lar zinciri film kareleri gibi gözlerimde canlanmaya başladı. Bu
sefer tablo farklıydı...
271
Mehmetcan
Annem yine çıplaktı ama bir yatakta değil, geniş bir tahta
masanın üzerinde yatıyordu.
Elleri ayakları sıkıca masaya bağlanmıştı.
Ve kadıncağız acı çığlıklar atıyordu... Ben ise hep kabusla
rımda gördüğüm gibi çaresiz bir şekilde ona bakıyordum.
Yüzü olmayan adam ise tam annemin baş ucunda kahkaha
lar atarak onu seyrediyordu. O kahkahalarda vahşi ve nefret dolu
bir ihtirasın izleri vardı sanki. Çıkan sesler kulaklarımı tırmalı
yordu.
Ama gördüğüm tabloda bir eksiklik vardı. Ya da bir takdim
tehir. Daha önceki rüyamda babamın nefes nefese çayırlarda koş
tuğunu ve beni görmezliğe gelerek eve daldığını hatırlıyordum.
Oysa babam şimdi benden sonra odaya dalmış ve o yabancının
üstüne atılmıştı. Boğuşma kısa sürmüştü. Yerlere yuvarlanma-
mışlardı.
Sonra babam ayağa kalktı...
Ve ben dehşetle o ânı bir daha yaşadım...
Adamın ense kökü kesif kanla kaplanmıştı ve adamın ense
sinde bir hançerin kabzası duruyordu...
Masanın üzerine kapanıp hıçkırmaya başladım.
Sonunda geçmişim aydınlanmıştı. Ama ne aydınlanış? Ya
şadığım travmaya neden olan hadiseyi artık öğrenmiş bulunu
yordum. Kâbuslarımda eksik kalan husus aydınlanmış, babamın
işlediği cinayeti görmüştüm. Çok garip bir duyguydu bu; yıllar
dır kişiliğine toz kondurmadığım babam katil çıkmıştı sonunda.
İnanmak zordu, ama gerçeği yakalamıştım.
Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi kestiremedim bir an. Bü
tün geçmişinden herkesin saygı ile bahsettiği Burhan Akyol, bir
katildi...
* * *
2 7 2
Mehmetcan
Sesim gayet boğuk çıkmıştı. Kendi sesimi bile tanımakta
zorlanıyordum. Elimde tuttuğum cep telefonu neredeyse par
maklarımın arasından kayıp sırlarımı saklayan mukavva kutu
nun içine düşecekti.
"Gördüm... Nihayet gördüm, Derya," diye inledim.
Söylediklerimden pek bir şey anlamayan sevgilim sordu.
"Ne gördün, Murat?"
"Katili. O suratı olmayan adamı öldüren kişiyi..."
Hattın öbür ucunda kısa bir sessizlik oldu. Bezgin bir eda
ile mırıldandı Derya.
"Yine kâbus mu gördün?"
"Evet," diye kekeledim.
"Neredesin şimdi?"
"Evdeyim."
Şaşırmış gibi homurdandı.
"Sen de benim arkamdan hazırlanıp şantiyeye gitmedin
mi?"
"Hayır. Gidemedim."
"Yoksa yeniden yatıp uyudun mu?"
Sisli kafama, durumu muhakemede güçlük çekmeme rağ
men sinirlenmeye başlamıştım. Ne anlamsız soruları birbiri
ardına sıralıyordu Derya. Oysa en can alıcı noktayı hâla bana
sormamıştı. Yoksa katili merak etmiyor muydu?
ı Son sorusuna cevap vermeyince, sanırım bozulduğumu an
lamıştı.
"Rüyanda babanı gördün?" dedi nihayet.
"Evet!" diye bağırdım. "Adamı tam ense kökünden bıçak
ladı."
Söylediği şey daha da sinirimi bozdu. "Sen iyi misin?"
Allah'ım, bu nasıl bir lâftı? Nasıl iyi olabilirdim, ona baba
mı cinayet işlerken gördüğümü söylüyordum, o bana abuk su-
buk, yersiz sualler yöneltiyordu. Hiddetten tek kelime etmeden
telefonu kapattım.
2 7 3
Mehmetcan
Koltuğun üzerinde külçe gibi kalmıştım.
Şimdi geçmişin ağırlığı altında yavaş yavaş ezilmeye başla
mıştım. Doktora gitmeye bile gerek kalmamış, mesele beynimde
çözülmüştü. Ama yerimden kalkamıyordum bir türlü. Ne yapa
caktım şimdi? Gerçeği babamla yüzleşmem gerekmez miydi?
içimi yeni bir ürperti kapladı.
Babam bir suçlu, bir katildi. Karışma tecavüze kalkan bir
adamı öldürmüştü. O an girdiğim şok neticesi, ben olayları unu
tunca o konuya bir daha dönmemiş ve meseleyi henüz bilmedi
ğim bir şekilde kapatmaya, daha doğrusu umumdan gizlemeye
çalışmış ve bunu da başarmıştı, iyi de, şimdi ne yapacaktım?
Bunca yıl sonra bir cinayet işlediğini hatırladığımı ona söy
leyecek miydim? Hiç kuşkusuz babamı severdim ve o artık yet
miş yaşını geçmiş bir ihtiyardı. Gençliğinde işlediği bir suçun
cezasını, bunca yıl sonra çekecek miydi? Bütün değer yargıla
rım bir anda allak bullak olmuştu. Ortada ne kadar haklı sebep
olursa olsun, işlenmiş bir cinayetin saklı kalmasına vicdanım
müsaade etmiyordu. Ama diğer yanda suçlu mevkiinde öz be
öz babam vardı ve bir evlât olarak onun cezalandırılmasını is
temiyordum.
Çok zor bir durumda kalmıştım.
Yerimden kalktım güç belâ. Biraz toparlanmam, düşünce
lerimi daha sağlıklı karar verebileceğim bir vasata çekmem ge
rekirdi. Bir yanda içimdeki adalet hissi, diğer yanda da evlatlık
görevi içimde çarpışıyordu.
Babamı ihbar edemezdim herhalde.
Sonunda adaletin kazanması güzel bir duyguydu ama ba
basını ihbar etmiş bir insan olarak toplumda nasıl karşılanırdım
acaba? Vicdanım bundan rahatsız olmaz mıydı?
Banyoya kadar yürüdüm. Yüzüme biraz sü serptim. Yet
medi, başımı gürül gürül akan suyun altına soktum. Ne kadar
zamandan beri çalışma odamdaki masanın başında öylece kal
dığımı hatırlamıyordum ama koridorda bir ayak sesi duyunca
2 7 4
Mehmetcan
irkildim. Başımı çevirip banyo kapısına doğru baktım. Derya
gelmişti.
Olaya gösterdiği umursamazlığa kızdığımı anlamış, berbat
halimde bana yardımcı olmaya ve sanırım özür dilemeye gelmiş
ti. Koşup bana sarılacağını düşündüm fakat o banyo kapısının
eşiğinde durmuş kuşkulu nazarlarla beni süzüyordu.
"Demek nihayet cinayet anını da gördün?" dedi.
Sanki ses tonunda bana inanmaz gibi bir eda vardı.
"Evet," diye gürledim. "Cinayet ânını gördüm nihayet."
Hiç istifini bozmadan sordu.
"Ne yapacaksın şimdi?"
İşte, en ince mesele de buradaydı. Nasıl bir hareket takip
edeceğimi bilemiyordum.
Elime geçen bir havluyla ıslak saçlarımdan üstüme süzülen
su damlacıklarını silmeye çalışırken söylendim.
"Bilmiyorum."
"Babanı bir cinayet zanlısı olarak polise ihbar mı edecek
sin?"
Sanki sesinde alaycı bir ifade vardı.
Sesimi çıkarmadan sertçe yüzüne baktım. Beni yönlendir
meye mi çalışıyordu yoksa?
Sustum. Ama o devam etti.
"Çok ilginç," diye fısıldadı. "Polise kâbuslarımda babamın
bir cinayet işlediğini gördüm dersin, onlarda hemen babanı tu-
tuklarlar, değil mi?"
Alay ediyordu. Rahat benle alay ediyordu. Sertçe bir kere
daha baktım yüzüne.
"Bana inanmıyor musun?" dedim elimdeki ıslak havluyu
yere fırlatırken.
"İnanıyorum, gördüğün kâbusa inanıyorum da, şayet baba
nı polise ihbar etmeyi düşünüyorsan onlara ne diyeceğini merak
ediyorum. Babam gördüğüm rüyalarda bir cinayet işledi mi di
yeceksin?"
275
Mehmetcan
Yeniden homurdandım.
"Henüz babamı polise ihbar edeceğimi söylemedim."
"Bak, bu iyi. Aksi halde polis tarafından alay konusu olur
sun. Çünkü hiçbir polis rüyalarda görülmüş bir olay üzerine
adam tutuklamaz."
Acı bir şekilde gülümsedim.
"Ama bu kez elimde somut delil var."
Sevgilim ilk defa irkilir gibi olmuştu.
"Ne delili?" diye mırıldandı.
"Çalışma odama git. Masanın üzerinde bir kutu görecek
sin. İçine bir bak."
Derya beni banyoda bırakıp hızlı adımlarla çalışma odama
yöneldi. Ben de arkasından yürüdüm. Masanın üzerindeki ku
tuya bakıyordu tedirgin bir şekilde.
"Annenin fotoğrafları... Demek onları saklamışsın."
"Doğru."
"Peki, niye sakladın bu resimleri?"
"Hâlâ anlamıyor musun, Derya? Geçirdiğim travmanın so
nucu. Bilinçaltım o olaydan sonra belli ki her ikisini de suçladı.
Babam bir katildi, annem ise bu olaylara sebebiyet veren kötü
bir kadın. Onlar belki birbirlerini affetmiş olabilirlerdi, ama be
nim zedelenen ruhum bu örselenmeyi hep bilinçaltımda tuttu.
Kabullenememiş olmalıyım. Travmanın neticesi, belki bir çıkış
yolu olarak ben de bir hafıza kaybı yaratmış olmalı. Beynim san
ki bütün tanık olduğum olaylara bir sünger çekti."
Derya hadiseyi hâlâ kabullenmek istemiyordu.
"Ama bunlar sadece çocukluk yıllarından kalma fotoğraf
lar. Bahsettiğin olayı kanıtlayacak ne yanı olabilir ki?"
Bu kadar anlayışsız olacağına ihtimal vermezdim. Yeniden
kükredim.
"Resimlerin altındaki ipleri görmüyor musun?"
Sevgilim kutudaki ipleri çıkarıp eline alarak baktı bir süre.
"Nedir bunlar?"
2 7 6
Mehmetcan
"Cinayet anında annemi o masaya bağlayan ipler işte."
Inanmazmış gibi beni süzüyordu Derya.
"Nereden buldun bunları?"
"Saklamışım. Kutunun içinde saklamışım. Henüz toparla-
yamıyorum ama sanırım babamın annemi çözdüğü andan beri
onlar bende."
Derya elindeki iplere irkilerek bakmıştı bu defa.
"Emin misin?" dedi.
O zaman montumun cebinde bulduğum düğümü çıkarıp
sevgilime uzattım.
"Kendin incele. Bunların aynı ip olduğunu göreceksin."
Sevgilim birden sararmıştı. O düğümü lanetli eve ortağım
Behzat'la gittiğim sırada onun bulduğunu biliyordu; Deryaya
göstermiştim. Düğümü elimden aldı, kutunun içindeki diğer
iplerle karşılaştırdı. Cildi, renkten renge giriyordu. Solukları
hızlanmış, göğsü belirgin bir şekilde inip kalkmaya başlamıştı.
"Gördün, değil mi? Aynı ip. Bundan daha iyi kanıt mı
olur?"
Ne diyeceğini bilemedi önce. Ama sarsddığını görüyor
dum. Kaşları çatılmış, ifademin gerçekliğini kabullenmeye ça
lışıyordu. O an aklından ne geçirdiğini büemiyordum. Sonra
birden bana döndü.
"Eğer gerçekleri hatırlıyorsan, şimdi söyle bakalım. Öldü
rülen o yüzsüz adam kimdi?"
Yine durakladım bir an.
"Bilmiyorum;" dedim.
Hemen celallendi.
"Nasıl bilmezsin? Madem ki her şeyi hatırlıyorsun, o za
man o kişiyi de bümen gerekir. Olay beyninde aydınlandığına
göre o yüzü olmayan adamı da tanıman gerekmez mi?"
"Hâlâ beynimde her şey sandığın kadar net değil. Adamın
yüzünü çıkaramıyorum. Ama hatırladığım tek şey babamın ada
mın ense kökünden çıkardığı hançer."
2 7 7
Mehmetcan
"Yoksa o hançeri de sakladın mı?"
"Yapma, sevgilim. Bu kadar acımasız olma. Ben o tarihlerde
ufacık bir çocuktum. Babam hiç cinayet âletini bana teslim eder
miydi? Muhtemelen bir şekilde onu ortadan kaldırmıştır."
Derya sanki rahadamamıştı.
"Peki bu ipleri nasıl ele geçirdin? Nasıl oluyor da, cinayet
aletini yok eden baban, ipleri almana izin veriyor? Bunu açıkla
yabilir misin?"
Düşünmeye çalıştım. Ama aklıma verecek uygun bir cevap
gelmiyordu. Başımı olumsuzca iki yana salladım.
"Hatırlamıyorum."
Derya neden sonra koluma girdi beni bir yere oturttu. Ber
bat bir haldeydim.
"Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.
Derin bir iç çektim.
"Sanırım artık babamla yüzleşmenin sırası geldi," diye fı
sıldadım.
Sevgilim çaresiz bir şekilde önüne bakıyordu...
2 7 8
Mehmetcan
URUM beynimde aydmlanmış saydırdı, gerçi hafızamın
derinliklerinde hâlâ cevap bekleyen birkaç karanlık nokta daha
vardı, ama o günü, cinayet anını, biraz gölgeli dahi olsa anım
sıyordum. Gerçek ne denli acı olursa olsun kabul etmeliydim.
Biraz daha toparlanmış sayılırdım; titremelerim ve basımdaki
zonklama geçmişti. Derya çekine çekine sordu.
"Babanla konuşmaya gidecek misin?"
"Evet, gitmeliyim. Meseleyi boşlukta bırakamam."
"Kesin kararlı mısın?"
"Hiç kuşkun olmasın."
Yüzüme endişeyle baktı sevgilim.
"Benim de gelmemi istiyor musun?"
Kısa bir an durakladım. Yaşanmış eski aile faciasını doğ-
rusubabamla yalnız iken tartışmak istiyordum. Konuşmamızın
nereye varacağı belli olmazdı. Hafızamın yavaş yavaş yerine gel
mesi zaten ben de yeterince bir çöküntü yaratmıştı; aileye yeni
girecek bir insanın yanında o konuşmaları yapmak istemiyor-
2 7 9
Mehmetcan
dum. Diğer yandan da artık işin bu safhasında Derya'yı devre
dışı bırakmak ayıp olacaktı. Hüzünle yüzüne baktım.
"Sanırım, yalnız gitsem daha iyi Derya," diye mırıldandım.
"Umarım beni anlayışla karşılarsın."
"Tabii. Fakat oraya kadar tek başına araba kullanmandan
çekiniyorum. Artık çok sık kâbus görüyorsun, hatta bunlara
kâbus bile denemez, sanırım yaşadığın olayları hatırlamaya baş
ladın. Bu ise beni ürkütüyor, çünkü çok sarsılıyorsun."
Haklıydı. Ama onu yanımda istemiyordum.
"Korkma, idare edebilim," dedim.
"Emin misin?"
Başımı salladım. İçinin rahat etmediğini biliyordum ama o
da anlayışlı davranmış bu konunun baba-oğul arasında tartışıl
masının daha doğru olacağını kabul etmişti.
"İstersen arabayı ben kullanayım, ama babanın evine gir
meyeyim. Seni arabanın içinde beklerim."
"Olmaz," dedim. "Bu görüşme iki üç dakika sürebilece
ği gibi saatlerce de uzayabilir. Arabanın içinde kalmanı iste
mem.
Derya daha fazla uzatmadı.
Evden çıkarken bana sarılıp yanağıma bir öpücük kondur
du.
"Sakin ol ve itidalini bozma. Gerçek ne kadar yıkıcı olsa da
sonuçta o senin babandır. Anlıyor musun?"
Anladığımı göstermek için yine başımı salladım. Lâkin iti
dalimi muhafaza edebilmek cidden çok zordu. Gerekçesi ne
olursa olsun sonuçta geçmişimle yüzleşecek ve uğradığım trav
manın sorumlusunu öğrenecektim. O hadise geçmişimin belirli
bir safhasının üstüne sünger çekmeme neden olmuş, beni bir
ruh hastası haline getirmişti.
Evden çıkıp BMW'min direksiyonuna oturduğumda Derya'
ya hak verdim. Babamla yüzleşme vakti yaklaştıkça elim ayağım
yeniden titremeye başlamıştı; ama bu seferki bir nöbet titremesi
2 8 0
Mehmetcan
değil, baba-oğul arasındaki muhtemel bir hesaplaşmanın heye
canından kaynaklanıyordu.
Arabamı babamın binasının bahçesine bırakıp asansöre yü
rüdüm. Ağzım kupkuruydu.
Yol boyunca düşünmeme rağmen konuyu yaşlı ve hasta
babama ne şekilde açacağıma hâlâ bir karar verememiştim. Ce
mal Efendi'nin uyarısını bir kere daha hatırladım, babanız artık
heyecana gelemiyor küçük bey, demişti. Haklıydı da. Belki de
konuyu açmam, babam için tehlikeli bir üzüntü vesilesi olabilir,
hatta yeni bir beyin kanamasına yol açabilirdi. Ama başka da
çarem yoktu; bu konu mutlaka açılmalı ve bir neticeye bağlan
malıydı.
Zili çalarken nihayet ortalama bir yol bulmuştum. O yılla
rı artık hatırladığımı babama ihsas edecektim; bakalım tepkisi
ne olacaktı. Kapıyı her zamanki gibi Cemal Efendi açmıştı ama
daha karşısında beni görünce yüzü asıldı, fakat her zamanki ne
zaketinden ayrılmaksızın, "Hoş geldiniz, küçük bey," diye mı
rıldandı. Ona soğuk bir şekilde gülümseyerek doğruca salona
yürüdüm.
Babam tekerlekli koltuğunda oturuyordu. Beni görünce
hiçbir sevinç tezahüründe bulunmadan, "Gel bakalım, Murat,"
dedi. "Ben de seni bekliyordum."
Neden ve nasıl beklediğini sormadım. Bu ani ve habersiz
bir ziyaretti. Ne yazık ki bahama bu kadar sık uğrayamıyor-
dum ve beni beklemesi için bir neden yoktu. Gözlerinin içine
bakarak bir iskemle aldım ve tam tekerlekli koltuğunun önü
ne çekerek karşısına oturdum. Bazı şeyleri kelimelerle ifadeye
bile gerek yoktu. Karşılıklı bakışmalarımız, babamın ürkek ve
çekingen hali, derisi kırışmış yüzündeki gerginlik ve anlamlı bir
şekilde birbirimizi süzmemiz, fırtınadan önceki derin sessizliğin
belirtileriydi hep.
Babam yine de tedbirli davrandı. "Bana bu kadar sık uğra
mazdın oğlum. Bu üst üste ziyarederini neye borçluyum."
2 8 1
Mehmetcan
Ben de ihtiyatlı olmak zorundaydım. Ne de olsa, geçmişte
çok vahim bir suç da işlese, o benim babamdı ve ciddi bir rahat
sızlığı vardı. Ona bir şey olmasını istemiyordum.
"Haklısın," diye fısıldadım. "Son zamanlarda işlerimin yo
ğunluğundan seni epey ihmal ettim baba. Daha fazla ilgilenmem
gerektiğini biliyorum."
Anlamlı bir şekilde beni bir daha süzdü. Sanırım konuya be
nim girmemi istiyordu. Feri kaçmış gözleri yüzüme odaklandı.
"Doğru. Artık ömrümün son demlerine geldiğimi hissedi
yorum. Yeterince yaşadım, özellikle şu son üç senedir bu teker
lekli sandalyeye mâhkum olmak beni perişan etti. Artık hayat
tan kâm almıyorum. Ölüm benim için paklıktır."
Galiba benden, o ne biçim söz baba, Allah uzun ömürler
versin, daha çok yaşa filan gibi lâflar bekliyordu. Bunu gerçek
ten de söylemek isterdim. Ama vicdanımın bir köşesi işlediği
suçun ezikliği içindeydi ve ben meseleyi açacak düzgün keli
meleri bulup söyleyemiyordum. Nihayet bitkin bir şekilde mı
rıldandım.
"Baba," dedim. "Çocukluğuma ait hatıralarımın bir kısmı
yıllardır hafızamda kayıptı, o yıllara ait andarım âdeta beynim
den silinmişti. Ve ben bu eksikliğimi şimdiye kadar hiç kimseyle
paylaşmamıştım. Hep bir sır olarak sakladım."
İkimiz de karşılıklı iç çektik.
Tabii babam beynimdeki bu kusurdan haberdardı. Hiç se
sini çıkarmadan beni dinlemeye devam ediyordu.
"Bugün buraya gelişim işte bununla ilgili," dedim.
Babamın zaten solgun cildi, büsbütün beyazlaştt.
Artık her şeyi bildiğimi ifade eder gibi fısıldadım.
"Çocukluğumda bir travma yaşadım. Çirkin bir olayın tam
içinde kaldım. Gördüklerimi çocuk ruhum kaldıramadı ve tep
kisi onları külliyen şuuraltıma atmak şeklinde tezahür etti."
Babam üzgün bir şekilde başını sallamakla yetinmişti. Bu ses
siz kabulden durumu inkâr cihetine gitmeyeceğini anlamıştım.
2 8 2
Mehmetcan
"Ama şimdi her şeyi bütün çıplaklığıyla hatırlıyorum. Çok
üzgünüm baba."
"Nasıl?" diye inledi yaşlı adam. "Ne oldu da birden gerçeği
öğrendin? "
Acı bir şekilde gülümsedim.
"Son zamanlarda devamlı kâbuslar görüyordum. Önceleri
ara sıra ama daha sonraları hemen hemen her gece. Bilinçaltına
gömdüğüm olaylar nihayet satha çıktı. Sonunda acı gerçek bü
tün vahametiyle beni perişan etti."
Babamın gözleri yaşardı.
"Ben bunun acısını yıllardır çekiyorum oğlum. Ama ne ya
zık ki insan kaderi değiştiremiyor. Alın yazımız böyleymiş."
"Şimdi bana, otuz üç sene önce olanları bütün çıplaklığıyla
anlatmanı istiyorum. Hem de hiçbir noktayı atlamadan. O cina
yeti neden işledin baba? Meseleyi o raddeye getirmeden çözüm
lemenin başka bir yolu yok muydu?"
Babam bir süre dikkatle beni süzdü.
Konuşmakta zorlanıyordu. Dudakları mosmor kesilmişti.
Onu biraz kararsız gördüm. Oğlu da olsam galiba bana açıl
makta zorlanıyordu. Belki de o vasıfta bir insanın hayatında
yaptığı en büyük hatanın utancıydı bu. O an babamın aklından
geçenleri öğrenmek için çok şey feda edebilirdim.
"O adam annemin aşığı mıydı?" diye sordum.
Babam uzun süre düşündü. Sonra geçmişin ağırlığı altında
ezilircesine başını salladı.
"Evet, âşığıydı," dedi.
"Ama ben annemle aranızda her zaman sevgi ve saygıya da
yanan örnek bir ilişki olduğun sanırdım."
Peder başını olumsuzca iki yana salladı.
"Yanılmışsın. Daha doğrusu biz birbirimize karşı olan duy
gularımızı herkesten olduğu gibi senden de saklamaya çalışmış
tık ve sanırım bunu da başarmıştık."
"Nasıl yani?"
2 8 3
Mehmetcan
Yaşlı adamın gözleri iyice dalmış, omuzları çökmüş, teker
lekli sandalyenin üzerinde sanki daha da ufalmıştı. Her zaman
ki temiz pak giyimine, kendine gösterdiği itinaya rağmen onun
iyice çöktüğünü, olduğundan da yaşlı gözüktüğünü hissettim
bir an. Her zaman taktığı fuları gevşemiş, boynunun sarkan gı
dısı ve damarları belirginleşmişti.
"Bir zamanlar anneni deli gibi severdim. Bizimki bir aşk iz
divacıydı. Ama fazla uzun ömürlü olmadı. Birbirimizden çabuk
koptuk. Kaç defa boşanmayı da düşündüm. Ama sen doğmuş
tun ve seninle birlikte devamlı yaptığımız münakaşalar, anne
nin yarattığı ihtilaflar biraz durulur gibi olmuştu. Hatta senin
doğumunla beraber evliliğimizi kurtardığımı düşünmeye bile
başlamıştım. Annen sana çok düşkündü. Lâkin bir süre sonra
yanıldığımı maalesef çok hazin bir şekilde anladım."
Peder yutkundu.
Anılarında geçmiş yıllara dönüşün onu fena halde rahat
sız ettiğini görüyordum. Ama konu açdmıştı bir kere, artık geri
dönemezdik. Olayların iyice aydınlanmasını istiyordum. Her
ne olursa olsun mazinin vebalini babama yıkamayacağımı anla
mıştım; bir hata yapmıştı ama yıllar önceki bir hatanın yaşlı ve
hastalıklı bir adamdan temizlemesini beklemek yanlıştı. Her şey
mazide kalmalıydı. Dayanamadım ve samimi bir şekilde mırıl
dandım.
"Sen iyi misin?"
Dalgın gözlerle başını salladı.
"İyiyim, iyiyim merak etme. Geçmişle yüzleşmeye hazırım.
Nasıl olsa önünde sonunda olacaktı bu. Madem ki geçirdiğin
travma artık sonuçlarını yitiriyor ve geçmişi hatırlamaya başlı
yorsun, o zaman bu konuda bilmen gerekeni de öğrenmelisin.
Yalnız senden tek bir isteğim var."
"Söyle baba," dedim.
Gözleri nemlenmişti.
"Vereceğin karar her ne olursa olsun, saygı duyacağım.
2 8 4
Mehmetcan
Ama bu konunun bir daha açdmasım istemiyorum. Şayet bu
günden sonra bir daha benimle yüz yüze gelmekten kaçınırsan
buna da anlayış gösterebilirim ama bu konuda aramızdaki son
konuşma olsun."
Ne diyeceğimi bilemedim.
Babam hayatının son kozunu oynuyordu. Kuşkuyla ona ba
karken tam arkamdan Cemal Efendi'nin sesini duydum.
"Beyefendi, ilacınızı getiriyim mi? Çok gerginsiniz."
"Gerek yok, Cemal," dedi babam, "iyiyim ben."
Cemal Efendinin arkamda durduğunu görmemiştim. Her
ne kadar ailenin emektarı da olsa, aileden biri sayılmazdı. Ani
bir öfkeyle geri dönüp, "Cemal Efendi bizi bir süre yalnız bıra
kabilir misin?" diye terslendim.
Yaşlı adam ilk defa bana umursamadan babama baktı. Fa
kat beni asıl şaşırtan şey babamın müdahalesi oldu.
"Hayır. O da burada kalsın. Ondan ayrım gayrım yok. O
yaşanan her şeyi bilir zaten. Bu konuşmaya onun da şahit olma
sını istiyorum."
Sesimi çıkarmadım.. Ama içimde garip bir burukluk his
settim. Anladığım kadarıyla ailenin asli unsuru olan benim bil
mediğim bazı sırlara, demek babamın hizmetkârı vakıftı, hem
de yıllardır. Bu da bir anlamda Cemal Efendi'nin babamın iş
lediği cinayete yataklık etmesiydi. Ben bir hukukçu değildim,
böyle olaylara pek aklım ermezdi, ama bildiğim kadarıyla bir
cinayeti ve onun faüini bilen kişinin de polise ihbar etmemesi
sorumluluğunu gerektirirdi. Fakat Cemal Efendi'nin bunu asla
yapmayacağını biliyordum, zira ben kendimi bildim bileli yaşlı
hizmetkâr babamın hizmetindeydi. Hatta işin aslına bakılırsa
aileye girişi benden de eskiydi, başka bir ifadeyle artık o Akyol
ailesinin bir rüknüydü. Çaresiz bu gerçeği kabul etmek zorun
daydım.
"İşlediğin cinayetten onun da haberi var mıydı?" diye sor
dum babama. Ama o sırada bakışlarım hâlâ yaşlı hizmetkâra
285
Mehmetcan
çevrikti. Cemal Efendi utanmış gibi nazarlarını benden kaçırdı.
Belki de çok saygı duyduğu babamla böyle konuşmamı tasvip
etmiyordu. Ne de olsa sualimde ağır bir suçlama yatıyordu.
"Evet, o her şeyi bilir," dedi peder.
Bu arada minnet dolu gözleri nemlenmiş olarak emektarına
çevrilmişti. Kısa bir an bakıştılar. Cemal Efendi'den hiç ses çık
mamıştı.
"Lütfen devam et baba," diyebildim boğuk bir sesle.
Babam ise gayet soğukkanlı bir eda ile bana dönüp mırıl
dandı.
"Asıl sen söyle bakalım," dedi. "Bu kâbusları ne zaman
görmeye başladın? "
Ona tüm yaşadıklarımı birer birer ve tarih sırasına uya
rak anlatmaya çalıştım. Doğrusunu söylemek gerekirse müthiş
zorlanıyordum. Kafam hâlâ karmakarışıktı. Hatırlayamadığım
anılarımın geriye dönüşü düşler vasıtasıyla olduğu için olduk
ça tutarsızlıklar vardı haliyle. Babam büyük bir şaşkınlıkla beni
dinliyordu.
Son noktayı koyunca soru sorma sırasının bana geldiğini
anlamıştım artık.
"Şimdi söyle bakalım," dedim. "Düşlerimde bir türlü yüzü
nü göremediğim o adam kimdi?"
Babam derin bir nefes aldı.
Bana açıklama yaparken her halinden zorlandığını sezin
liyordum. Bir hayli düşündü, sanki açıklayacağı şeyleri zihin
süzgecinden geçirir gibi bir süre sessizliğini korudu. Sonunda,
"Tahmin edemiyor musun?" diye fısıldadı.
"Şinasi Sarıkaya mıydı?"
Babam kısık bir sesle, "Evet," diye mırıldandı.
"Onun bir işçin olduğunu söylemiştin bana. Yalan mıy
dı?"
"Hayır. Duvarcı ustamdı. Çok da becerikli ve işinin ehli
biriydi."
2 8 6
Mehmetcan
Yadırgayarak babamı süzdüm.
Ama o öylesine dalmıştı ki, bakışlarımın farkına bile var
madı. Gözlerini sabit bir noktaya dikmiş geçmişine dönmüştü.
Artık soru sormama bile gerek yoktu. Geçmişin bütün karanlık
noktalarını birer birer aydınlatmaya hazırlanıyordu.
"Çok çalışkandı. Yıllar önce göçmen olarak gelmişti mem
lekete. Sarışın, uzun boylu, yakışıklı bir adamdı. Yavaş yavaş
yanımda sivrilmiş, inşaatlarımda sağ kolum olmaya başlamıştı.
Ona çok güveniyordum. Sık sık evime de gelmeye başlamıştı.
Tabii bu geliş gidişleri tamamen işlerimizle ilgiliydi. Annenle
de o sıralarda karşılaşmışlardı. Ayşe'nin yanımda çalışan bir
usta başına ilgi duyabileceği aklımın köşesinden bile geçmemiş
ti. Ama bir gün köşkün bahçesinde onları yan yana otururken
görünce aklıma ilk kuşku tohumları düştü. Çok iyi hatırlıyo
rum; bunu düşündüğüm için kendimden utanmıştım. Filhakika
o zamana kadar fikir ayrılıkları, değer yargılarımızdaki farklar
nedeniyle annenle sık sık tartışırdık ama aramıza o güne kadar
başka biri girmemişti. Önceleri aralarında bir ilişki olabileceği
ne hiç ihtimal vermemiştim. Yan yana oturmalarının üzerinde
de fazla durmadım, alt tarafı bir yaz günü bahçedeki hasır kol
tuklar üzerinde yapılmış bir sohbetti bu. Fakat daha sonraları
Şinasi sık sık bizim köşke uğramaya başlamıştı. Adeta gelmek
için vesileler yaratıyordu. Dikkatimi çeken bir başka nokta da,
annen işimle hiç ilgilenmediği halde, Şinasi'nin her uğrayışında,
hemen yanımıza geliyor, işveli cilveli tavırlar takınıyordu. Ben
ise bu ihtimali aklımdan savmaya çalışıyor, toplumda saygınlı
ğı olan karımın yanımda çalışan bir usta basma ilgi duyacağına
inanmak istemiyordum. Bu arada da elimde olmadan Şinasi'ye
karşı birtakım kötü davranışlarda bulunmaya başlamıştım. Ge
reksiz yere sertleşiyor, kalbini kıracak lâflar ediyordum. Nihayet
bir gün şantiyede yanıma geldi. Benden ayrılmak, artık kendi
basma inşaat yapmak istediğini söyledi. Buna âdeta sevinmiş
tim, ondan kurtulmak, başımdan savmak için bir fırsat çıkmıştı.
2 8 7
Mehmetcan
Hayırlı olsun dedim. Fakat benden bir isteği vardı. Yapmayı
tasarladığı inşaat için sermayeye ihtiyaç duyuyordu ve bunu te
min için Kurtköy civarındaki evini bana satmak istediğini söy
ledi. Ona da babasından kalmıştı o ev. O tarihlerde Kurtköy
bomboş ve ıssız bir yerdi, önce öyle bir yerdeki evi satın almaya
yanaşmadım, hiç işime yaramazdı. Fakat bir zamanlar çok işime
yarayan Şinasi'den yavaş yavaş soğumaya başlamıştım. Ani bir
kararla evi satın almaya karar verdim. Ne de olsa inşaat işleriyle
meşguldüm ve ilerde o yörenin değer de kazanacağını görmüş
tüm."
"Ve araziyi benim adıma satın aldın, değil mi?"
Babam bir an durakladı. Konuşmaya başladıktan sonra ilk
defa bakışlarını yüzüme çevirdi, fakat bunu nereden ve nasü
öğrendiğimi sormadı.
Sadece, "Evet," dedi.
"Sonra?" diye mırıldandım.
"Şinasi'nin evi mülkiyetimize geçmişti ama Şinasi çok he
vesli göründüğü inşaat işine başlamak için yanımızdan ayrılma
dı."
"Neden?"
Gözleri iyice kısılan babam boğuk bir iniltiyle tıslar gibi
homurdandı.
"Annen yüzünden. Annen bizden ayrılmasını istemiyordu.
Şinasi'ye âşık olmuştu çünkü..."
Şinasi denen adamı tanımıyor ve de hatırlamıyordum. Ama
babamın bu itirafı beni iliklerime kadar dondurmuştu. Haya
limde yaşattığım annemin öyle sıradan bir adama âşık olması
mantığıma ters düşüyordu. O an birden Derya'nın sözleri ak
lıma geldi. Kadın denen yaratığın hiç belli olmadığını, bazen
en olmayacak çılgınlıkları yapabileceğini söylemişti bana. Gayri
ihtiyari gözlerimin önünde annemin hayali canlandı. Ve o za
man ilk çocukluk yıllarım hariç onu yeterince tanımadığımı
anlar gibi oldum, ilk okul yıllarım zaten hafızamdan silinmişti,
2 8 8
Mehmetcan
beni yatılı olarak verdikleri Galatasaray mektebindeki devrede
de evden uzak yaşıyordum. Kanserden öldüğünde de orta oku
lun son sınıfındaydım. O dönem hafızamda berraktı ve annemle
ilişkilerimin hiç de normal olmadığını şimdi daha iyi kavrar gi
biydim. O hadise patlak verinceye kadarki eski ana-oğul içtenli
ğimiz sonradan yok olup gitmişti. Aklıma gelen soruyu babama
tevcih ettim.
"Annem âşığının ölümünden sonra mı üzüntüden kansere
yakalandı?"
''Bunu bilemem. Ama o hadiseden sonra aramız hiç düzel
medi. Üzüntünün kansere sebep olup olmayacağı hakkında bir
fikrim yok, ama mümkündür. Zira annen kısa bir süre sonra o
illetin pençesine düştü."
"Aşığını öldürdüğün içinde seni hiç affetmedi, öyle mi?"
Babam başını salladı.
"Evet, aynen öyle."
Anlatılanları bir türlü kabul etmek istemiyordum.
"Seni hiç anlamıyorum, baba," diye homurdandım. "Ne
den boşanma cihetine gitmedin de elini kana buladın? Herhal
de şu dünyada ihanet yüzünden boşanan çift ilk siz olmayacak
tınız. Neden bunun daha medeni bir çaresi varken, öfkene esir
oldun?"
Yaşlı adam bir an durakladı.
"Bu suali sormakta haklısın. Daha sonraları o cinayeti işle
diğim için zaman zaman bende pişmanlığa kapılmışımdır. Belki
o esnada sinirlerime hakim olabilsem bu elem verici sonuçlar
doğmazdı. Ama oldu bir kere."
Şimdi aklıma daha başka sualler üşüşüyordu.
"Peki bu cinayeti nasıl gizledin? Şinasi'nin cesedini nasıl
yok ettin? "
Babam tekrar Cemal Efendi ile bakıştı.
"Sadık dostum Cemal'den yardım istedim. Zaten o da an
nenle Şinasi arasındaki ilişkiden şüpheleniyormuş. Hadiseyi
2 8 9
Mehmetcan
öğrenince hiç şaşmadı. Cinayet gecesi arabamla cesedi yazlık
köşke taşıdık kimse görmeden."
"Köşke mi?" diye sordum hayretle. "Ne geçiyordu aklı
nızdan? Cesedi oraya taşımakla ne elde edeceğinizi düşündü
nüz?"
Babam bir kere daha içini çekti.
"Köşkteki yangın elektrik kontağından çıkmadı. Orayı
Cemal'le biz kundakladık."
"Ne?"
"Evet. Evimi kendim yaktım. Şinasi'nin cesedini de köşkün
gece bekçisi olan Bedri Karaman diye bildirdik polise ve itfai
yecilere. "
"Dur bir dakika," dedim. "Köşkte Bedri diye bir gece bek
çisi var mıydı gerçekte?"
"Vardı tabii. Onu hatırlamıyor musun?"
Başımı olumsuzca iki yana salladım.
"Hayır hatırlamıyorum."
"Benim yanımda çalışan kimsesiz bir ameleydi. Karslı. iyi
bir insandı. Aynı gece eline yüklü bir para sıkıştırıp bir daha
dönmemek üzere memleketine yolladım. Şinasi'nin cesedi de
yangında kesinlikle teşhis edilemeyecek şekilde yanmıştı. Polis
ifademize itibar ederek ölenin gece bekçisi Bedri Karaman ol
duğunu sandı. Kimse bu konuda yalan beyanda bulunacağımızı
düşünmedi bile."
Tüylerim diken diken olmuştu. Bu düpedüz planlanıp
programlanmış kasten adam öldürmeydi. Hem yalnız babam
değil Cemal Efendi de suça iştirak etmişlerdi. Bunun cezası or
taya çıksaydı o zamanki yasalara göre düpedüz idamdı.
Ne diyeceğimi bilemiyordum artık.
Gerçekleri öğrenmek beni perişan etmişti. Omuzlarım düş
tü, boğazım kurudu. O sırada Cemal Efendinin önüme uzattığı
bir bardak suyu kana kana içtim. Fakat beynimdeki sualler tam
açıklık kazanmamıştı. Yeniden babama döndüm.
2 9 0
Mehmetcan
"Sana bir sualim daha var," dedim.
"Sor, oğlum," dedi.
"Neden? Neden benden o lanet evin tamirini istedin? Bun
dan maksadın neydi? Otuz küsur sene evvel öldürdüğün bir
adamın evini tamir sözü verdiğini bahane ederek seni ziyarete
geldiği yalanını uydurdun bana? "
Bu sorum babamı oldukça rahatsız etmeye başlamıştı sanı
rım. Tekerlekli sandalyesinde huzursuzca kıpırdandı bir süre.
Konuşmaya başladığında sesi her zamankinden daha titrek çık
mıştı.
"Aslında ok yaydan çıktı bir kere. Bunu sana söylememem
lâzım çünkü Derya'ya söz verdim ama..."
Sözünü ağzına tıkadım.
"Derya'ya mı? Onun ne alâkası bu işle?"
"Onu sakın küçümseme. Son derece basiretli ve olgun bir
kız. Allah inşallah bana nasip etmediği mutluluğu senin onunla
bulmanı sağlar."
"Dur baba, dur. Anlamak istiyorum. Bu anlattıklarını Der
ya biliyor mu?"
"Hayır. O meselenin iç yüzünü hiç bilmiyor."
"O halde?"
"Ben, Derya ile onu buraya tanıştırmak için getirdiğin ge
ceden evvel tanıştım."
Şaşkınlıkla sordum. "Nasıl?"
Peder fütursuzca cevap verdi.
"Beni ziyarete geldi."
"Ne sebeple?"
"Gördüğün kabuslarla ilgili olarak."
"Kâbuslarımla mı? Senden ne öğrenmeyi umuyordu ki?"
"Karşılığı çok basit değil mi? Geçirdiğin travmayı baban
sıfatıyla benden iyi kim bilebilirdi ki? Derya zeki bir kız ve gör
düğün düşlerin çocukluğunda atlattığın bir travmadan kaynak
landığını çok iyi anlamış."
2 9 1
Mehmetcan
"Ona ne söyledin?"
Babam yine birkaç saniye düşündü.
" Hiçbir şey. Ama ben Derya'ya gördüğün kâbusların mahi
yetini sorunca, anlattıklarından yavaş yavaş çocukluk andarının
avdet ettiğini anladım. Burada asıl yardım edilmesi icap eden
kişi sendin. Onun üzerine sana telefon ederek buraya çağırdım.
Şinasi Sarıkaya'dan bahsettim. Dikkatle seni inceliyordum ama
o isim sana hiçbir şey ifade etmemişti. O zaman anılarının tama
mıyla berraklaşmadığmı anladım. Fakat asd yanılgıya Cemal'e
gece bekçisi Bedri Karaman'dan bahsettiğin zaman düştük.
Çünkü onun ismini hatırlaman âdeta imkânsızdı. O zaman bazı
endişelere kapıldım."
"Ne gibi?"
"Cinayet gecesini ve Şinasi'yi öldürdüğümü anımsadığını
düşündüm." Babam süngüsü düşmüş gibi başını önüne eğdi.
Güç duyulur bir sesle fısıldadı. "Yanılmamışım da..."
Artık söyleyecek bir şey bulamıyordum...
2 9 2
Mehmetcan
t^ARAP kadehlerimizi tokuşturduk. Derya'nın gözleri
mutluluktan parıldryordu. Sıhhatimin düzelmesi, yirmi günden
beri tek bir kâbus görmemem, normal yaşanüma yeniden dön
mem onu da huzura kavuşturmuş, rahatlatmıştı. Seçkin insanla
rın devam ettiği rahat bir mekânda akşam yemeği yiyorduk. Her
şey kusursuzdu. Loş ve ılık bir ortam, insanı rahatsız etmeyen
hafif bir müzik, lezzetli yemekler, Fransız şarabı ve birbirimize
olan tutkulu sevgimiz. Gençtik, ikimiz de iyi para kazanıyorduk
ve sıhhatliydik. Kısaca mutlu olmamız için gereken bütün şart
lar oluşmuştu.
Babamı o günden sonra bir daha görmemiştim, aradan
uzunca bir zaman geçmişti ama ona kırgın veya küskün değil
dim. Hatta bunu kendisine hissettirmek için her gün telefonla
arıyordum. Fakat itiraf etmeliyim ki, yüreğimin tâ derinliklerin
de bir yerde ifadede zorlandığım bir hüzün vardı. Her zaman
gurur duyup, iftihar ettiğim ailemin geçmişinde artık kara bir
leke vardı. Ortaya çıkan dramatik tabloyu, bütün utanç veren
2 9 3
Mehmetcan
yanlarına rağmen, hayatımı birleştireceğim sevgilimden sakla-
yamazdım ve yaşanılan tüm gerçeği Derya'ya anlatmıştım. Za
ten Derya ile uzun uzun babamın bir cinayet işlediği ihtimalini
tartışmıştık; bu nedenle ortaya çıkan hakikat sevgilimi üzmekle
beraber pek şaşırtmadı. En azından bunu bana hissettirmemeye
gayret etti. Netice olarak, başkalarının eyleminden -velev ki çok
yakınımız bile olsa- biz sorumlu tutulamazdık. Yine de konu
nun beni yaraladığını rahatlıkla anlayacak kadar zeki bir kızdı
Derya. Nitekim sadece birkaç gün meselenin üzerinde durmuş
ve olayın etkisinden kurtulmama yardımcı olmak üzere bir daha
asla o konuya dönmemişti. Gösterdiği anlayışa müteşekkirdim
doğrusu.
Sıra tatlılarımıza geldiğinde Derya ilk defa dolaylı bir şekil
de konuya temas etti.
"Babanı ne zaman ziyarete gideceğiz?" diye sordu.
ilk defa biraz irkilir gibi oldum. Şunu kabul etmeliydim ki,
her gün babamı telefonla aramama rağmen, bir türlü evine gi-
demiyordum. Yüz yüze gelip karşılaşmaktan beni alıkoyan bir
sıkıntı, kaçınma, tedirginlik vardı. Yaşanan bunca şeyi öğren
dikten sonra onunla sıcak temasa geçip, sanki hiçbir şey olma
mış gibi davranmak bana zor geliyordu.
"Bir ara uğrarız," diye geçiştirmek istedim.
Her şeyden önce kendimi ikinci bir karşılaşmaya hazır his
setmek istiyordum.
"Dün annem telefonda sordu," diye mırıldandı Derya.
"Neyi?"
"Burhan beyle ne zaman tanışacağını."
"Kolay," dedim. "Babamı arar, geleceğimizi bildiririm."
Ama içimde garip bir ürperme hissetmiştim.
"Önce ikimiz bir gitsek," dedi sevgilim.
"Neden?"
Derya o tatlı mavi gözleriyle dikkatle yüzüme baktı.
"Sen babanla karşılaşmaya hazır mısın?"
2 9 4
Mehmetcan
"Tabii, neden olmayım ki?"
Şarap kadehindeki son damlayı içen Derya merakla beni
süzdü.
"Emin misin?"
"Neden böyle bir sual soruyorsun?"
Kaçamak bir eda ile de olsa aklından geçeni söyledi sevgi
lim.
"Yapma Murat. O günden sonra bir daha babana gitmedi
ğini biliyorum. Geçmişini hatırlamak, hiç beklemediğin bir so
nuçla karşılaşmak senin hassas ruhunda bir yıkım yarattı. Bunu
gizlemeye hiç kalkışma. Yeniden karşılaştığınızda birbirinize
nasıl davranacağınızı henüz kestiremiyorum. O günden sonra
babana mesafeli davrandığını görüyorum."
Birkaç saniye düşündüm.
Bu iddia doğruydu. İçimde kelimelere vuramadığım bir
eziklik vardı. Her ne olursa olsun, cinayeti haklı kılacak bir se
bebi kabullenemiyordum bir türlü. Fakat bunu kendime bile
açıklamakta müşkülat çekiyordum.
İçtenlikle mırıldandım sevgilime.
"Hayır hayatım, düşündüğün gibi değü. Ne olursa olsun,
o benim babam. Ona kırgın filan değilim. Olsa olsa hadiseyi
kabullenmekte hâlâ biraz zorlanıyorum. Çok trajik bir olay."
Her zaman ki gibi Derya fazla ısrar etmedi. Konuyu birden
değiştirdi.
"Beni çok seviyor musun?" dedi.
"Keşke bunu en mükemmel şekilde ifadede edecek kelime
ler dağarcığımda olsa," diye mukabelede bulundum.
Gülümsedi.
"Yine de bir dene. En mükemmeli olmasa bile yüreğimi
titretecek romantik sözler bulup çıkaracağına eminim."
Uzanıp masanın üzerindeki ince uzun parmaklı elini kavra
yarak hayranlığımı en veciz şekilde ifade edecek şekilde gözleri
nin içine baktım. Bir kere daha içtenlikle gülümsedi.
295
Mehmetcan
"Kelimelere ne hacet? Bakışların her şeyi ifade ediyor za
ten \n diye fısddadı...
Eve döndüğümüzde saat tam gece yarısıydı. Kapının kilidi
ni açıp içeriye girmesi için Derya'ya yol verdiğimde gözlerinde
yine o çapkın ve istek dolu bakışları yakaladım. Zevk aldığı, ru
hunsun hoşlandığı, havaya girdiği her akşamda olduğu gibi yine
ateşli bir şekilde sevişmeye hazırdı. Işıkları yakıp doğru yatak
odasına yürüdük.
' Derya soyunurken keyifle yatağın kenarına ilişip seyre baş
ladım- Cinsellik bazı kadınların hilkatinde, naturasında bulu
nurdu; Derya da o kategoridendi. Bazı akşamlar yorgun argın
gelip, seksi hiç düşünmediğim anlarda bile, onu soyunurken
seyrfctmeye bayılırdım. Bambaşka bir ahengi vardı; çoğu zaman
düşünmüşümdür de, acaba ben mi fazla arzu duyuyorum, o ne
denle mi bana çok cazip geliyor, diye. Ama vardığım hüküm bu
niteliğinin Allah vergisi olduğunda noktalanmıştı.
Bana göz kırparken fısıldadı. "Hadi, sen de soyun. Dişleri
mi firçalayıp hemen döneceğim."
Önu soyunurken seyretmekten çok hoşlandığımı bilirdi
tabii. Beni sevişmeye hazırlamak ister gibi ağır ağır soyunmaya
başlamıştı. Önce uzun topuklu ayakkabılarını ayağmdan çıkarıp
fırlattı. Bluzunun düğmelerini çözüp sırtından çıkardı. Başka
zaman olsa alışkanlığı ile bir yere asacağına fırlatıp atardı. Ama
çıplaklığını rahat seyretmem için dönüp gardırobun kapısını
açtı ve itina ile bluzu askıya geçirdi. Sonra yeniden bana dönüp
etekliğini çıkardı. Genellikle jartiyer kullanmazdı ama bu akşam
uzunj ve biçimli bacaklarını saran siyah dantel çorabının jarti
yerle^ külotuna bağlandığını gördüm. Iç çamaşırları da siyahtı ve
karşımdaki manzara karşısında hemen tahrik olmuştum.
Duyduğum heyecanı hissederek banyoya doğru ilerledi.
Arkasından bakakaldım.
2 9 6
Mehmetcan
Adım atışları sırasında kalçalarının ahengi değme profesyo
nellere taş çıkartacak kadar mahiraneydi.
"Merak etme, fazla oyalanmam," diye gülümsemişti.
Sevdiği erkeğin yüreğini hoplatan her kadın gibi mağrur ve
kendinden emin adımlarla odadan çıktı. Oturduğum yatağın ke
narından ayağa fırladım, aceleyle önce ceketimi sonra kravatımı
çıkardım. Gömleğimin düğmelerini çözerken gözüm koltuğun
üzerine bıraktığım ceketimin iç cebinden sarkan zarfa takıldı.
Bugün çalıştığım bankalardan birinden aldığım bir mektuptu
bu. Yarın ortağım Behzat'a verecektim. Unutmamak için zarfı
ceketimin cebinden alıp çalışma odama götürdüm.
Odanın ışığını yakıp zarfı çalışma masamın üzerine bırak
maktı niyetim. Yarın çantama koyup şantiyeye götürecektim.
Zarfı yerine bırakıp tam odadan çıkmaya hazırlanırken, ne
dendir bilinmez gözüme yıllardır sakladığım o mukavva kutu
çarptı. İçinde annemin eski resimlerinin ve iplerin bulunduğu
şu meşhur kutu...
Bir an yerimde durakladım.
Vücudum kaskatı kesilmişti. Ne olduğunu anlamıyordum.
Tıpkı geçirdiğim eski nöbetler gibi az sonra titremeye başla
mıştım. Artık o nöbetleri yeniden yaşamam için ortada hiçbir
neden yoktu. Çocukluk yıllarımla ilgili hafıza kaybım bitmemiş
miydi? Şu halde ne oluyordu bana?
Titrememin bütün vücuduma yayddığını görüyordum. Her
zaman olduğu gibi başım zonklamaya, kulaklarımda uğultular
işitmeye başlamıştım yeniden. Bir yere tutunmak gereği duy
dum. O kutuyu yeniden görmek bütün dengelerimi bozmuştu.
Ama neden?
Babamm itirafından sonra bir akşam çalışma odamda Der
ya ile yeniden o kutuyu açmış, içindeki resimleri birer birer in
celemiş, hatta sevgilime tarihler vererek fotoğrafların çekildiği,
olacaklardan habersiz geçirdiğim o mesut günlerin anılarını bile
anlatmıştım. O sırada hiç bu titremelere kapılmış, beni korku-
2 9 7
Mehmetcan
tan bu tür bir duruma düşmemiştim. Oysa beynimdeki bir şey
beni zorluyordu şimdi...
Tutuna tutuna kutuya yaklaştım.
Ürkerek kapağını kaldırdım. Resimler aynı şekilde onları
son bıraktığımız şekilde yerli yerinde duruyorlardı. Beni korku
tan şey resimler olamazdı...
Parmaklarım kutuya daldı.
Kesik iplerden birini alıp kutudan çıkardım. Gözlerim
dehşetle ipe takdmıştı...
O sırada evin içinde derin bir sessizlik hüküm sürüyordu.
Hatta öyle ki banyoda dişlerini fırçalayan sevgilimin musluk
tan akıttığı suyun sesini bile duyuyordum. Duyduğum ikinci ses
kalbimin güm güm atışlarıydı.
Neredeyse nefesim kesilecekti.
Bu tür nöbetleri daha evvel de yaşadığım için alışık sayılır
dım; ne var ki bu kez yüreğimin tâ derinliklerinde muazzam bir
acı çekiyordum. Hafızam bir kere daha bulanıklaşmış ve yolun
da gitmeyen bir durumun sinyallerini bana vermeye başlamıştı.
Musluktan akan sesin kesildiğini duydum. Sonra da o derin
sessizlik içinde banyo kapısının açıldığını... Derya banyodan
çıkmış olmalıydı.
Ama ben yerimden kımıldayamıyordum. Bulunduğum yere
çakılmıştım âdeta.
Az sonra yatak odasından Derya'nın sesi aksetti.
"Murat? Neredesin?"
Sevgilim beni arıyordu. Soyunma şovunun son bölümünü
oynayacaktı ama onu her zaman takdir ve hayranlıkla seyreden
seyircisini yerinde bulamamıştı. Bunları duyuyor, fakat gözleri
mi elimde tuttuğum ipten alamıyordum.
Derya birden çalışma odamın kapısında belirdi. Önce,
"Niye hâlâ soyunmadın?" diye sitemkâr bir sesle sordu. Sonra
2 9 8
Mehmetcan
halimdeki anormalliği sezinleyerek endişeyle yüzüme bakmaya
başladı. "Ne yapıyorsun burada? Neden o kutuyu açtın?" diye
mırıldandı.
Ona cevap veremiyordum. Kafam karmakarışıktı...
"Bu ipler," diyebildim sadece. "Babam bunlan açıklamadı."
"Ne?"
Şaşkın şaşkın yüzüme bakmaya devam ediyordu sevgilim.
"Evet," diyebüdim güçlükle. "Babam her şeyi açıklamadı."
"Ne diyorsun sen? Neyi açıklamadı?"
"Lütfen giyin," diye inledim.
"Giyineyim mi? Niçin?"
"Suadiye'ye, babama gidiyoruz."
Derya'nın gözleri irileşmişti.
"Oynattın mı sen Murat? Saatten haberin var mı? Gece ya
rısı adamcağızın evinde ne işimiz olabilir? Sabah ola, hayır ola.
Aklına bir şey takıîdıysa yarın gideriz."
"Hayır," diye mırıldandım. "Şimdi gitmeliyiz. Bu mesele
daha fazla bekleyemez."
Derya kuşkulu bir şekilde bana bakıyordu. Kararlı halim
den biraz da ürkmüş gibiydi.
"Yeni bir şeyler mi hatırladın yoksa?"
"Sanırım öyle. Sen giyinmeye başla. Benim araba kullana
cak halim yok."
Biraz daha direnmek istedi sevgilim.
"Aklına takılan her neyse, bunu telefon ederek halledemez
misin şimdi?"
"istersen sen kal. Ben bir taksiye atlayarak da gidebilirim.
Hem belki böylesi daha da hayırlı olur."
Elimdeki ipi tekrar mukavva kutuya koyarak titreyen elle
rimle kutuyu masanın üzerinden aldığımı görünce hemen ho
murdandı.
"Peki. istediğin gibi olsun. Geliyorum. Bir dakika bekle
beni."
2 9 9
Mehmetcan
Derya giyinmek için hızla çalışma odasından çıktı. Her ya
nım titremeye devam ediyordu. Kutuyu düşürmekten korkarak
sarsak adımlarla arkasından yürüdüm. Gömleğimin üstüne ka
lın anorağımı geçirerek daire kapısının önünde sevgüimi bekle
meye başladım. Sanki bambaşka bir âlemdeydim. Kanımca yeni
bir nöbet geçirmediğim belliydi. Uğradığım şaşkınlık sadece
artık gerçekleri kavramamdan üeri geliyordu. Geçmişin bütün
hüzün veren gölgeli yanları artık aydınlığa kavuşmuştu.
Derya umduğumdan da çabuk hazırlanarak yanıma gelmiş
ti. Artık beni bu ziyaretten vazgeçirmek için konuşmuyor, ağ
zından tek kelime çıkmıyordu. Ama endişeli hali çok açıktı.
Onun arabasına bindik ve evimin altındaki kapalı garajdan
çıktık.
Derya'nın yanında mukavva kutu kucağımda gayet sessiz
oturuyordum. Aşırı sessizliğim ve içime kapanık halim sevgili
mi de ziyadesiyle germiş olmalıydı. Arada sırada başını çevirip
bana kısa bir an bakıyor, sonra nazarlarını tekrar yola çeviriyor
du. Bir süre yol aldıktan sonra nihayet dayanamayıp konuştu.
"Ne olduğunu hâlâ bana anlatmayacak mısın?" diye kina
yede bulundu.
Beynim hatırladığım olaylarla öylesine sarsılmıştı, ilk defa
acı bir tebessümle ona karşılık verdim.
"Haklıydın," dedim. "Dediğin gibi rüyalar belki şuuraltı
mızın uyarıcı tezahürleri olabilir, ama kesinkes gerçeklerin birer
aynası değillermiş. Oysa ben kâbuslarımın hep gerçeği aksettir
diğini düşünmüştüm."
Derya'nın suratı asıldı. Alay eder gibi homurdandı.
"Teşekkür ederim. Bu cümlen fevkaladeydi. Her şeyi bana
açıklıyor."
Hiç oralı olmadım.
Ona bir açıklama yapacak halde değildim.
3 0 0
Mehmetcan
"Sen lütfen arabayı sürmeye devam et," dedim. Once ses
etmedi ama sonra merakına yenik düştü ve birden patladı.
"Bana bir açıklama yapmak zorundasın. Yakın bir tarihte
senin resmen karın olacağım, hani birbirimizden bir şey sakla-
mayacaktık, neden konuşmuyorsun? Ne olup bittiğini benimde
anlamak hakkım değil mi?"
"Hakkın hayatım," dedim. "Bu gece asıl gerçeği kavradım.
Ama bunu babamın ağzından duymak istiyorum."
Derya öfkeyle homurdandı.
"Duyacağını duydun ya! Adamcağız sana bütün olup bite
ni itiraf etti. Daha ne istiyorsun?"
"Hayır, Derya. Babam yalan söyledi."
"Yalan mı? Ne yalanı?"
"Şinasi Sarıkaya'yı babam öldürmedi."
Sevgilim bir kere daha hayretle dönüp bana bakmıştı.
"Kim öldürdü peki?" diye sordu titrek bir sesle.
Bunu açıklamak benim için çok zordu. Ama başka çarem
de kalmamıştı.
"Ben," dedim. "Şinasi Sarıkaya'nın katili bendim."
Derya arabanın fren pedalına köküne kadar bastırmıştı.
Neyse ki ne önümüzde ne de arkamızda yakın araba yoktu.
Yoksa bir trafik kazası kaçınılmaz olurdu. Sevgilim uğradığı
şoku henüz üzerinden atamamıştı. Bilinçsiz nazarlarla gözleri
irileşmiş, tam bir şaşkınlık içinde beni süzüyordu.
"Sen mi?" diye kekeledi.
"Evet, hayatım," dedim. "Az evvel evde gözümdeki son sis
perdesi de kalktı. O günü bütün gerçekliği ile olduğu gibi ha
tırladım. Yüzünü kâbuslarımda göremediğim adamm ensesine
hançeri saplayan bendim. Ne yazık ki acı gerçek bu."
Derya donup kalmıştı.
Arabayı yeniden çalıştıramayıp öylece donuk nazarlarla yü-
3 0 1
Mehmetcan
züme bakıyordu. Hareketsizlikten çabucak sıkılmıştım. Sanki
sevdiğim kadını itirafımla donduran ben değilmişim gibi mırıl
dandım.
"Arabayı kullanamayacak gibiysen, direksiyona ben geçe
yim," dedim.
Hâlâ aval aval yüzüme bakmaya devam ediyordu. O an ak
lından neler geçirdiğini bilmiyordum, ama genelde soğukkan
lı bir insan olan Derya birden gülümsemeye başladı. Uğradığı
şoktan sonra gülümsemesini hiç beklemiyordum. Hatta gülüm
semesi az sonra kahkahaya dönüşmüştü.
"Bu söylediğine inanmıyorum. Benle dalga geçiyorsun,"
dedi.
"Hayır, çok ciddiyim. O adamı ben öldürdüm."
Sevgilim birden gülmeyi bıraktı.
"Fakat bu imkânsız. Yedi sekiz yaşındaki bir çocuk, erişkin,
iri yarı bir adamı nasıl öldürebilir, bunu aklın kesiyor mu? "
Sadece farların aydınlattığı yola bakıyordum, Derya bir
kere daha söylendi sertçe.
"Bak, neyin peşinde olduğunu bilmiyorum. Ama bu söyle
diğin çok komik ve hiç inandırıcı değil. Şayet bu bir tür şaka ise,
inan çok kızacağım. Nefis bir geceyi berbat ettin."
Ona cevap vermedim.
O gün gözlerimin önünde bir daha canlanıyordu, hem de
bütün berraklığıyla.
O lânetli eve girmiş merdivenleri tırmanıyordum.
Sadece meraktan. Bir an önce annemi görmek istiyordum.
Ona sıkıldığımı ve dönmek istediğimi söyleyecektim. Seslerin
geldiği odanın önüne gelince bir an durakladım.
Annem bir erkekle konuşuyordu.
Buna tam bir konuşma da denmezdi. Arada sırada kelimeler
ağızlarından çıkıyorsa da daha ziyade inlemeler, zevk fısıldamala
rı
Mehmetcan
rı söz konusuydu. Baştmt içeriye uzattım. O ana kadar bir kadınla
erkeğin nasıl seviştikleri hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Ama
her ikisinin de çıplaklıkları ruhumda birden derin bir yara açmış
tı. Annemin yaptıklarının ahlâka aykırı bir şey olduğunu çocuk
beynim bile idrak etmişti.
Hatırladıklarım, yıllar sonra gördüğüm kâbuslarımla örtü-
şüyordu.
Oda bomboştu. Sadece kalın bir tahta masa vardı. Ve annem
yüzü koyun masanın üzerine yatmıştı. Elleri ayakları masaya bağ
lıydı.
Dehşet içinde dona kalmıştım.
O zaman annemin inlemelerinin zevk mırıltıları olmadığını,
adama yalvardığını anlamıştım. "Yapma, yalvarırım yapma Şina
si," diyordu.
Suratsız adam ise kendinden emin bir şekilde homurdanı-
yordu.
"Uzatma, Ayşe... Bekle. Sana değişik zevkler tattıracağım.
Çok hoşuna gidecek."
"Hayır, istemiyorum. Olmaz. Nereden aklına geldi bu. Ço
cuğum dışarıda, beni merak edip içeriye girebilir ya da seslenir.
Çöz beni."
"Olmaz."
Bütün bu konuşmalar otuz üç sene öncesi işittiğim kadar
net kulaklarımda uğulduyordu.
Aynen ve kelimesi kelimesine.
O an duyduğum nefreti işitir gibi bir daha titreyerek yaşa
dım. Sanırım o kısa titrememi Derya arabayı sürerken bile fark
edip bana bakmıştı.
Tekrar, "îyi misin?" diye sordu.
Ağzımdan tek kelime çıkmadı. Hiç de iyi değildim.
* * *
3 0 3
Mehmetcan
Ne annem, ne de Şinasi denen namussuz kapının önünde
dikildiğimi görmemişlerdi.
O herif anneme kötülük yapıyordu, idrak ettiğim tek gerçek
buydu. Çağırmamak için kendimi güç tutuyordum. Adam yere
dizlerinin üzerine çömelmiş annemin masaya bağlı bacaklarını
öpüp yalıyordu. O kötü adam da çırılçıplaktı...
Utancım, çaresizliğim ve nefretim birbirine düğümlenmişti.
Kapının eşiğinde öylece kalakalmıştım. Tam o sırada göz
lerim yan tarafta yerdeki tahta zemin üzerinde parıldayan ince
hançere takıldı. Herhalde o iblis işini bitirip, zevkini aldıktan
sonra annemi bağladığı ipleri çözmek için kullanacaktı. Belki de
o silahı korkutmak, annemi istemediği bir duruma sokmak için
tehdit vasıtası olarak kullanmıştı. Bunları uzun uzun düşünecek
halde değildim .
Bir şeyler yapmak, annemi bu durumdan kurtarmak zorun
daydım.
Çocuk kafamla hemen karar verdim. Olacaklara seyirci kala
mazdım. Mutlaka bir şeyler yapmak zorundaydım. Yerde duran
hançer benim için bir umuttu. Hızla ileriye atıldım.
Şinasi çıkardığım ayak seslerini duymuştu. Ama kendini
kaptırdığı zevk selinden ayılıp başını çevirinceye kadar yerdeki
hançeri kapmıştım. Dizlerinin üzerinde geriye dönmüş beni gö
rünce sırıtmaya başlamıştı.
Artık yüzü meydandaydı...
Yüzsüz adam nihayet gerçek çehresiyle ortaya çıkmıştı. Bu
suratı hatırlıyordum...
Uğradığım panik, yaşımın verdiği korku, utanç şuursuz sal
dırıma engel olamamıştı. Kabzasından iki elimle sıkı sıkıya tut
tuğum hançeri yaşımın müsaade ettiği güçle adama sapladım. Bu
tamamen bilinçsiz bir saldırıydı. Neresinden vurduğumu bile bil
miyordum.
Adamın boğuk çığlığını duydum sadece.
Muhtemelen sadece beni görmüş ama elimdeki hançeri fark
3 0 4
Mehmetcan
etmemiş olabilirdi. Belki de benden böyle bir saldın beklemiyor
du. Adamın boynu ile ensesi arasından oluk gibi kan akmaya
başlamıştı. Dizleri üzerinde kıvrıldı sonra kütük gibi tahtaların
üzerinde kıvrıldı kaldı. Ölümü o kadar kolay olmamıştı ama vü
cudu ihtilaçlar içinde kıvranıyor, kolları ve bacakları tikler halin
de atıyordu.
Annem ise çığlıklar atıyordu.
Bir ara Derya'nın sesini işitir gibi oldum.
"Murat, cevap ver, iyi misin?" diyordu.
Geçmişle hal arasında gidip geliyordum âdeta. Ne söyleye
bilirdim ki sevgilime? Kırk yıllık hayatım bu gece bir balon gibi
sönmüş, her şey mahvolmuştu. Çocukluk yıllarımdaki travmaya
sebep olan hadise bu gece bütün çıplaklığıyla geri dönmüş ve
yaşantımı karartmıştı.
Ben bir katildim.
Çocukluğumda işlediğim bir cinayetin sorumluluğundan
kurtulmak için cezai ehliyetimin olmaması filan hepsi hikâye
idi. Mücadelem asıl şimdi kendimle başlıyordu. Bu cinayetin
manevi ağırlığını hiçbir şekilde ruhumdan söküp atamazdım.
Bu arada Derya arabayı yolun sağma çekmiş fakat motoru
yeniden stop ettirmişti. Bana dönüp mırıldandı.
"Hani rüyanda babanın o adamı öldürdüğünü görmüş
tün?" dedi.
"Doğru," diye fısıldadım. "Öyle görmüştüm. Ama rüyalara
fazla itibar edilmeyeceğini, bunların şuuraltının bir aldatmacası
olduğunu söyleyen de sen değil misin?"
"Belki şimdi de yeni bir nöbet geçirdin? Hangisinin doğru
olduğunu ne büiyorsun?"
"Kendimizi aldatmayalım, Derya. Bu seferki bir kabus veya
rüya değddi. Ben sadece otuz yıl evvel yaşadıklarımı hatırladım.
Hepsi o kadar."
I
305
Mehmetcan
"Dur bakalım," diye söylendi Derya. "O zaman baban ci
nayeti işlediğini neden itiraf etti? Neden böyle bir suçu kabul
lendi?"
Artık sebebi tahmin ediyordum.
Boğuk bir şekilde gülümsedim.
"Tahmin edemiyor musun?" dedim. "Babam mükemmel
bir insandır. Olası bir skandali ört bas etmek, yaşanan rezaleti
gizlemek ve tabii en önemlisi de uğradığım travmanın izlerini
silmek için suçu o üstlendi. Daha doğrusu, öyle olmuş. Zira
bugüne kadar, o cinayeti işlediğim anı hiç hatırlayamamıştım.
Sekiz yaşındaki bir çocuk için çok korkunç bir olaydı."
Derya'nın hıçkırık sesi kulağıma çarptı.
Sanırım ağlamaya başlamıştı. Başımı çevirip onun mavi
gözlerini arabanın karanlığı içinde görmeye çalıştım. Bu olay
ben de ikinci bir travma yaşatacak kadar vahimdi. Zira yalnız
bir katü olduğumu hatırlamakla kalmamış, çok sevdiğim Derya
ile de hayatımı birleştiremeyeceğimi anlamıştım artık. Çocuklu
ğunda cinayet işlemiş biri ile evlenmesini istemek şansına sahip
değildim.
"Lütfen, arabayı sürmeye başla artık," dedim...
3 0 6
Mehmetcan
c^ARMAĞIMI kapının zilinden çekmiyordum. Derya hü
zünlü fakat sessiz bir şekÜde yanımda duruyordu. Olaylar hak
kında konuşmayı kesmiş, ağzından tek kelime çıkmaz olmuştu.
Nitekim babamın evine gelinceye kadar da tek kelime konuş-
mamıştı benimle. Onu anlamaya gayret ediyordum. Kendi açı
sından o da haklıydı; büyük bir mutluluk içinde tanışıp seviştiği
ve hayatını birleştirmek istediği adam son anda bir katil çıkmış
tı. Şimdi bunun şokunu yaşaması gayet doğaldı. Belki de için
için kendi talihsizliğine lanet ediyordu. Ondan ayrılmak benim
için ikinci bir travma yaratabüirdi. Galiba gitmekten hep ka
çındığım ruh doktorlarının kapısını asıl bundan aşındıracaktım.
Onsuz bir hayatı düşünmek bile istemiyordum.
Nihayet içerden Cemal Efendi'nin homurdanan sesini işit
tim. Kendi kendine söylenip duruyordu.
"Tamam tamam, geldim. Açıyorum şimdi... Allah Allah,
bu saatte kim bizim kapımıza dayanabilir, yahu?"
Önce çekilen sürgünün sonra da yuvasında dönen anahta-
3 0 7
Mehmetcan
nn kilitte çıkardığı sesi duydum. Aralanan kapıdan uyku mah
muru gözleriyle bir an gelenleri tanımak için yüzümüze baktı
yaşlı hizmetkâr. Tedirgin ve hayret dolu bir sesle, "Hayrola kü
çük bey? Şaşırttınız beni. Bu saatte ne işiniz var burada? Yoksa
bir kaza filan mı geçirdiniz?"
Adam haklıydı tabii. Saat bir buçuk, iki filan olmalıydı.
"Babam uyuyor, değil mi?" diye sordum. Aslında Cemal
Efendi'ye de minnettar olmalıydım. Mutlaka asıl gerçeği o da
biliyordu. Gönlünü almak için endişeyle beni süzen adamcağı
zın sırtını okşadım. Ama bu kez gözlerimin içine bakınca artık
gerçeği hatırladığımı, her şeyi tüm çıplaklığıyla kavradığımı o
da anladı. Soruma bile cevap verememişti.
Doğru babamın yatak odasına doğru yürüdüm. Cemal
Efendi de peşimden gelmişti. Babam baş ucundaki ufak gece
lambası hep açık olarak uyurdu. Senelerdir bu böyleydi. Yatak
ta büzülmüş uyuyan babama sanki onu son defa görecekmişim
gibi hüzün ve tahassürle baktım. Odaya girişimizi duymamıştı
henüz. Derya nezaket göstermiş, bizimle beraber yatak odasına
girmemişti. Herhalde koridorda ayakta bekliyordu öylece.
Yatağın kenarına yaklaşıp oturdum.
Babam gözlerini açmıştı. Fakat gecenin o saatinde beni kar
şısında görünce hiç de şaşkınlık belirtisi göstermeden yatağın
içinde doğrulmaya çalıştı. Önce uzanıp gözlüklerini taktı. Sonra
komodinin üzerinde duran ufak kaseden takma dişlerini alarak
ağzına geçirdi. Derin bir soluk aldı. Konuşmadan yüzüme bakı
yordu. Ben de hiç sesimi çıkarmadan sessizce onu süzüyordum.
Bir süre öylece ağlamaklı nazarlarla bakıştık, ilk hamle benden
geldi; sanki minnetimi ifade etmek ister gibi onu kucakladım.
Galiba gözümden bir iki damla yaş akıyordu. O ise tam bir
baba şefkatiyle sırtımı okşadı. "Demek nihayet gerçeği kavra
dın, değil mi? Yoksa gecenin bu saatinde buraya gelmezdin..."
"Evet," diye fısddadım.
Hâlâ birbirimizin kollarındaydık.
3 0 8
Mehmetcan
"Kaldırın beni. Tekerlekli sandalyeme oturtun," dedi ba
bam.
Bu konuda daha tecrübeli olan ve yıllardır babama hizmet
eden Cemal Efendi hemen müdahale ederek aramıza girdi ve alış
kın harekederle babamı kucakladığı gibi sandalyesine oturttu.
Ayağına terliklerini geçirtip, sırtına robdöşambrını giydi
rirken ben gözlerimde beliren yaşlan silmekle meşguldüm. Ba
bama bir sürpriz olmamasını istediğimden kısık bir sesle mırıl
dandım.
"Baba, Derya da burada. İçeride bekliyor," dedim.
"Onu da getirmekle iyi etmişsin. Artık o zeki ve güzel kızı
mın da her şeyi öğrenmesinin zamanı gelmişti."
Adeta inanamayarak babama baktım. Ne demek istiyordu
acaba? Bu şartlar altında ilişkimizin devam edeceğini mi umu
yordu? Bu imkânsızdı. Alnında katil damgası taşıyan biri ola
rak, o kabul etse bile, ben buna rıza gösteremezdim. Yine de o
konu sonra düşüneceğimiz bir sorundu. Önce şu meseleyi enine
boyuna ve hâlâ hatırlayamadığım bazı noktaların aydınlanması
için konuşmalıydık. Hep beraber salona geçtik...
Hayrettir, Derya sanki tüm geleceğini olumsuz şekilde ka
rartan önemli bir vaka ile karşdaşmamış gibi babama sevgi ile
yaklaşmış, yanaklarından öpmüş, hatta koridorda bizi görünce
Cemal Efendi'nin elinden alarak tekerlekli sandalyeyi arkadan
iterek babamı salona kadar o götürmüştü. Biraz şaşırdığımı iti
raf etmek zorundaydım. Hayatımın gidişatına tesir edecek son
derece önemli bir gerçeği ancak bu akşam kavramama rağmen,
hayatımda değer verdiğim bu iki insan, sanki hiçbir şey olmamış
gibi sakin ve huzurlu davranabiliyorlardı. Bir ara içimden onla
ra bozuldum da. Acı gerçeği onlara bir kere daha hatırlatmak
istercesine homurdandım, hem de yüksek sesle.
"Ben bir cinayet işledim," dedim.
3 0 9
Mehmetcan
Fakat üçü de sanki söylediğimi duymamış gibi ilgisiz
kalmışlardı. Babam şöyle bir yüzüme bakmış, sonra sadık
hizmetkârına dönerek, "Hadi bakalım Cemal, bize güzel demli
bir çay hazırla, sanırım gece uzayacağa benziyor," dedi. Şaşkın
lığım daha da artmıştı, babam söylediğimi duymamış gibi çay
içmekten bahsediyordu şimdi.
Şikâyet dolu bir sesle, "Baba..." diye söylendim.
Elini kaldırıp sözümü, başlayacağım konuşmayı ağzıma tı
kadı âdeta.
"Biliyorum oğlum. Bu benim için yeni bir şey değil. Otuz üç
seneden beri bu sırra ben ve Cemal vakıfız. Ayrıca telâşlanmana
da gerek yok. Endişelendiğim tek husus yeni öğrendiğin bu ger
çeği nasd kabulleneceğindi. Sen benim oğlumsun, haliyle seni
yeterince tanırım. Aptalca bir davranışta bulunup çok sevdiğim
gelin adayıma kırıcı bir teklifte bulunmandan çekiniyordum.
Ama görüyorum ki, o senden çok daha basiretli ve anlayış dolu
bir davranış sergiliyor."
Hayretle bir babama bir de Derya'ya baktım. Yüzlerinde
birbirini anlayan insanlara has bir tebessüm vardı. Sinirlenmek
ten kendimi alamamıştım. Küstah bir şekilde homurdandım.
"Buraya evliliğimizi konuşmaya gelmedim. Bu kadar so
ğukkanlı ve meseleye ilgisiz kalmanıza şaşıyorum. Anlamıyor
musunuz, yıllar önce ben bir cinayet işlemişim."
Babam ingiliz diplomatlara has soğuk bir nazar fırlattı yü
züme.
"Geçmişle uğraşmanın insanlara hiçbir yararı olmaz, Mu
rat," dedi. "insanoğlu daima geleceğini düşünmek zorundadır.
Ve sizinde önünüzde mutluluk dolu uzun yıllar var. Maziyi ne
den eşelemek gereğini duyuyorsun ki? Bütün o hadiseler geç
mişin karanlığında örtülüp gitti. Yıllar önce ben her şeyi kapat
masını bildim."
Bu garip girizgâhı çok yadırgamıştım. .
"Neler söylüyorsun baba?" diye gürledim. "Olayın mazide
3 1 0
Mehmetcan
kalması benim bir katil olmamı değiştirir mi hiç?"
"Hayır, değiştirmez. Ama bunun içinde bu kadar hayıflan
mana gerek yok."
Tam ağzımı açmaya hazırlanıyordum ki bu defa Derya,
"Baban çok haklı Murat," dedi. "Yedi sekiz yaşında bilinçsiz
ce yaptığm bir eylemin vebalini şimdi ben mi çekeceğim? Olan
olmuş bir kere ve aradan bunca yıl geçmiş. Her şeyden haber
siz, okumuş kendini yetiştirmiş, mükemmel bir insan olmuşsun.
Baba mesleğini sürdüren, toplumda itibarı olan, herkes tarafın
dan sevilen bir insansın. Şayet çocukluğunda bir suç işlediysen,
bunun borcunu, seni cezalandıracak olan topluma başarılı bir
iş adamı olmak suretiyle zaten ödemiş bulunuyorsun. Daha ne
istiyorsun ki?"
"Aferin kızım," dedi babam. "Benim söyleyeceklerimi mü
kemmel özetledin."
Sevgilimin gözlerinin içine bakakaldım.
"Ne yani?" diye mırıldandım. "Hâlâ benimle evlenmeyi
düşünüyor musun?"
"Ha şunu bileydin? Çocukluğunda elinden bir kaza çıktı
diye, seni bırakacağımı mı sandın yoksa?"
Yerinden kalkmış yanıma gelerek ellerimi kavramıştı.
Ruhumda derin bir sızlama hissettim. Gerçekten karşımda
ki iki insan da beni çok seviyorlardı...
Cemal Efendi'nin hazırladığı demli çayları içerken bir ara
babamın durulduğunu hafifçe gözlerinin daldığını gördüm.
"Ne var, baba? Ne düşünüyorsun?" diye sordum.
Babam kısa bir tereddüt geçirdi.
"Aklım anlattıklarının içinde bir noktaya takıldı."
"Nedir o?"
"Şu sakladığın ipler."
Başımı salladım.
3 1 1
Mehmetcan
"Evet," diye mırıldandım. "Şimdi her şeyi daha iyi hatırlı
yorum. Şinasi'yi bıçakladığım zaman annem çığlık çığlığa ağlı
yordu ve ben ne yapacağımı bilemeden öylece onun karşısında
duruyordum. Neden sonra, "oğlum şu ipleri kes ve beni kur
tar," diye inledi. Sanırım yaşadığım travmanın ilk tezahürleri
bende başlamıştı. Bir robot gibi hareketsizdim. O an yerimden
kımıldayamıyordum."
"Bunu büiyorum," dedi babam. "Sonra annenin söyledik
lerine uyarak bıçağı o hain adamın ensesinden çekip çıkarmış
ve anneni masaya bağlandığı ipleri keserek kurtarmışsın. Bunu
yaparken de çok zorlanmışsın."
Doğruydu.
O anı hatırladıkça çay fincanını tutan elimde hafif bir tit
reme başlamıştı. Ama babamın merak ettiği hususu ona açıkla
dım.
"O anın heyecanıyla kestiğim ipleri bilinçsizce pantolonu
mun ceplerine tıkıyordum. İplerin bende kalması böyle oldu.
Ama hatırlayamadığım hâlâ bazı noktalar var. Mesela o iple
ri ne zaman cebimden çıkarıp özel bir kutuya yerleştirdiğimi
ve annemin resimlerini toplayıp aynı yerde yıllarca sakladığımı
anımsayamıyorum."
Babamın gözlerinde hâlâ garip bir ışıltı vardı.
"Bunu anlayabilirim ama sormak istediğim o değildi."
"Ya neydi?" diye sordum.
Babam gözlerini benden kaçırdı.
"Tabii senin haberin yok. Fakat cinayet gecesi cesedi almak
üzere Cemal'le o eve gittiğimizde her tarafı temizlemiş ve cinaye
te ait herhangi bir iz kalmaması için âzami dikkati göstermiştik.
Ben aradan geçen seneler içinde birkaç defa daha gittim o eve."
"Eee?"
Babam biraz kuşkuyla devam etti.
"Bize anlattıklarının arasında özellikle bir şeyi duymak
beni çok şaşırttı."
3 1 2
Mehmetcan
"Sor baba. Neydi o?"
"Ortağın Behzat'la o eve gittiğinizde anneni masaya bağla
yan şu iplerlerden bir düğüm bulduğunu söylemiştin. Yanılmı-
yorum, değil mi?"
"Evet," diye mırıldandım.
"Çok garip. Hatta bana olanaksız gibi geliyor."
"Ne demek istiyorsun?"
"Çünkü cinayet gecesi biz o odayı baştan aşağı temizledik.
Öyle bir düğümün gözümüzden kaçması âdeta imkânsızdı.
Sonra o ipin hiç kullanılmamış gibi tertemiz olduğunu söyle
miştin. Bu sana biraz mantıksız görünmüyor mu? Hadi bizim
gözümüzden kaçtığını bir an için varsayalım, ama otuz sene o
odada kalan bir ip parçası hâlâ o tarihteki temizliğini muhafaza
edebilir miydi?"
Belki bütün yaşadıklarımızdan sonra neticeye tesir etmeye
cek ufak bir detaydı babamm sorduğu şey, ama bir an düşünün
ce ister istemez ona hak verdim. O düğümün yıllarca gözden
kaçarak o odada kalması imkânsızdı.
"Bilmiyorum," diye kekeledim.
Fakat aklım karışmıştı.
İşte o an, Derya her zamanki bilgiçliği ile imdadımıza ye
tişti.
"Ama benim bir tahminim var," dedi.
İkimizde dönüp sevgilimin ne söyleyeceğini bekledik. Der
ya elindeki çay fincanını önündeki sehpanın üzerine bırakıp bir
süre beni süzdü. Tahminini hemen açıklamaya geçmemişti. Sa
bırsız bir şekilde ne diyeceğini bekledim fakat konuşması uzun
sürdü. Nihayet kısık ve sakin bir sesle, "Sanırım o gün, söz ko
nusu düğümü oraya sen bıraktın," dedi.
Hayretten ağzım açık kalmıştı.
"Ben mi?" diye kekeledim.
"Evet, sen."
Bir an düşündüm. Bu çok saçma bir iddiaydı ve hiçbir man-
3 1 3
Mehmetcan
tığı yoktu. Gayrı ihtiyari soğuk bir şekilde gülümsedim.
"Nasıl olur, Derya? Ben böyle bir şeyi neden yapayım ki?"
Sevgilimin mavi gözleri yüzüme dikilmişti şimdi.
"Biliyor musun?" dedi. "O gün Behzat'la bana yaşadık
larını anlattığın zaman donakalmış, aklım bir hayli karışmıştı.
Önce bunun hiçbir izahı olamayacağını düşünmüştüm. O ev
otuz sene başı boş kalmış, içine giren çıkan belli olmamıştı. Za
ten sonradan öğrendiğim üzere ev Şinasi Sarıkaya tarafından
satdınca tamamen boşaltılmıştı. Öyle ki çevrede oturanlar da
boş eve dadanarak kapı pencereyi bile söküp götürmüşlerdi,
işe yarayan bir şey kalmamış, kalanlarda zamanın tahribatına
uğramışlardı."
"Eee?" diye söylendim.
"Oysa bana gösterdiğin ip düğümü tertemizdi. O an birden
düşüncelerim şekillendi. O düğüm mutlaka oraya sonradan gö
türülmüş olmalıydı. Benimki sadece bir tahmindi kuşkusuz, tâ
ki bana evde sakladığın o mukavva kutuyu ve annenin resimle-
riyle ipleri gösterinceye kadar. O zaman mesele beynimde çö
züldü. Aslında o ipler senin geçmişinle arandaki bağdı. Geçirdi
ğin travmadan sana kalmış bir yadigar. Bunu sen de biliyordun,
ama şuuraltın bir türlü satha çıkarmıyordu."
Sinirli bir şekilde gülümsedim.
"Bir ruh doktoru gibi konuşmaya başladın yine Derya,"
dedim.
"Belki. Haklı olabilirsin. Ama şimdi gerçekleri artık ha
tırlıyorsun, iyi düşünmeye çalış. Kâbuslarının en yoğunlaştığı
devreydi o sıralar ve sen dengeni epeyce kaybetmiştin. Buna
karşın şuuraltınla tam bir mücadele halindeydin. Kâbuslarının
başladığı günden beri kendini zorluyordun. Hatırlamaya çalış,
önceleri o evde gördüğün hayal hep bendim, değil mi?"
Birden ter basmaya başlamıştı beni. Alnımdan gözlerime
doğru damlacıkların süzüldüğünü hissediyordum. Babamla Ce
mal Efendi'nin yüzünde hemen endişeli bir hal belirmişti. Fakat
3 1 4
Mehmetcan
her ikisi de ağızlarını açmıyorlardı! Derya devam etti.
"Tabii ilk gördüğün kâbuslarda beni annenin yerine koy
duğunu anlamamış daha doğrusu olayları bilmediğim için tah
min yürütememiştim. Ama rüyaların yavaş yavaş şekillenmeye
başlayınca ben de işin mahiyetini anladım. Aslında olayı sen
kendine ispatlamaya çalışıyordun. O düğüm geçmişindeki gizi
tetiklemek için beyninin yarattığı bir buluştu, ama bunu kendi
ne bile açıklamaktan âcizdin."
Başım önüme düştü.
Açıklama bana oldukça mantıklı görünmüştü. Ama hâlâ
anlayamadığım bir nokta vardı.
"Fakat," diye itiraz ettim. "Nasıl olur? Behzat'la o eve gitti
ğimde kabus görmüyordum ki? Geçirdiğim bir nöbet sırasında
bunu yapsam haklı olabilirsin."
Derya titreyen ellerimi kavradı.
"Kendini zorlama," dedi ikna edici bir tonla. "Çok kötü
günler geçirdin. Gerçeklerle düşlerin zaman zaman birbirine
karıştı. Belki bir başka zaman hatırlarsın. Zaten artık önemli
de değd. Bunların hepsi teferruat. Önemli olan gerçek yaşama
dönmüş olman."
Bir kere daha onu kendime çekip alnına bir öpücük kon
durdum.
"Senin gibi eşi bulunmaz bir kadına sahip olduğum için
çok şanslıyım," diye mırddandım.
Lâfa karışan babam, "Cidden öylesin," dedi. "Bu arada me
rak ettiğini sandığım bir hususu daha ilave edeyim. Vaka anında
ben orada hiç olmadım. Annen seni alarak evin kapısını örterek
doğruca köşke dönmüştü. Konuşmasına ve bütün suçlarını ağ
layarak itiraf etmesine de senin âdeta dünyaya küsmüş gibi, hiç
konuşmadan, kasdıp kalman ve hiçbir soruya cevap vermemen
neden olmuştu. Annen tam bir paniğe kapdmıştı. Olanlara ken
disi sebebiyet verdiği için de ne yapacağını bilemiyordu. Akşam
eve geldiğinde her şeyi itiraf etti. Önce ben de paniğe kapıldım.
315
Mehmetcan
Tek endişem senin durumundu. Ağzından tek kelime çıkmıyor
du. Bir şok geçiriyordun. Bu açıkça belliydi. O an ani bir karar
vermek zorundaydım."
Babama bir göz attım. Sanki o gecenin üzüntüsünü yeniden
yaşıyor gibiydi. Anılar adamcağızı bayağı sarsmıştı.
"Cemal Efendi'yi alıp cinayetin işlendiği eve gittin, değil
mi?" dedim.
Başını sallayıp onayladı. "Önce cesedi ortadan kaldırma
lıydım, ilk etapta yapacağım başka bir şey yoktu, aklıma başka
bir çözüm gelmiyordu. O şoktan ne zaman kurtulacağını bile
miyordum. Olayı olduğu gibi kabul edip, seni apar topar bir
doktora götürmek de, bana uygun bir formül gibi gelmemişti.
Geçirdiğin travmanın sende geçici bir hafıza kaybına neden ol
duğunu da o an anlamamıştım, zira hiç konuşmuyordun. Bun
dan sonrasını biliyorsun. Gece yarısı o eve gidip arabamın içine
cesedi tıkarak köşke getirdik Cemal'le. Cemal bu aile sırrını
bilen tek insan oldu ve sonuna kadar beni destekledi. Şayet se
neler sonra olayı hatırlamasaydın bu sır bizimle birlikte mezara
kadar gidecekti."
"Peki geçirdiğim o şok ne kadar sürdü?" dedim.
"Yaklaşık kırk sekiz saat. Tam seni ne olursa olsun bir dok
tora götürmeye karar vermiştim ki birden konuşmaya başladın,
işte o zaman gerçeği anladım. Yaşadıklarını hiç hatırlamıyor
dun. Bir hafıza kaybı olmuştu."
"Beni hiçbir doktora götürmediniz mi?"
"Götürmez olur muyum hiç?"
"Eee, hafızamın kaybı olarak doktora nasıl bir bahane ileri
sürdünüz?"
Babam hafifçe gülümsedi. "Cesedi köşkte daha fazla tuta
mayacağımız için köşkü kundaklamıştık. Yangın haberinden
çok üzüldüğünü söyledim doktora."
"inandı mı?"
Babam saf saf yüzüme baktı.
3 1 6
Mehmetcan
"O yaştaki bir çocuğun cinayet işleyeceğine nasıl ihtimal
verebilirdi ki, tabii ifademe inandı. Ayrıca beni çok rahatlatıcı
bir beyanda bulundu ve hafıza kaybının muvakkat olduğunu
kısa zamanda sağlığına kavuşacağını söyledi. Dediği de çıktı,
normal hayata döndün ama o olayları hiç hatırlamadın."
Birer fincan çay daha içmiştik. Bu eve ne korku ve endi
şelerle gelmiştim; hayatımın bundan sonrasının tamamen deği
şeceğini düşünmüştüm. Oysa çevremdekiler bayram kutluyor-
muşçasına neşeliydiler. Kimse çocukluğumda bir cinayet işle
diğimin sıkıntısını yaşamıyordu. Acaba bu hadiseyi büyüten ve
içinden çıkılmaz bir mesele gibi hisseden tek ben miydim?
Babama baktım, onu son senelerde hiç bu kadar mutlu
görmediğimi fark ettim. Rahatlamış, devamlı gelin adayıyla gü
lüşüp duruyordu. Derya'ya bir göz attım, o da öyleydi. Sanki
üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Nazarlarımı ağır ağır Cemal
Efendi'ye çevirdim. Hayrettir fakat oda yaşma hiç uymayan bir
canldık içindeydi. Yıllardır bu ağır yükün altında ezilen ruhları
sanki bu gece bayram yapıyordu.
Birden ben de anlayamadığım bir gevşeme oldu. Belki de
onlar haklıydılar. Beynimin bir köşesinde hâlâ suçluluk komp
leksinin burukluğu vardı, ama diğer yandan da inkâr edilmez
bir rahatlık hissediyordum.
Derya'ya dönüp, "Saatten haberin var mı?" dedim. "Nere
deyse sabah olacak. Hadi kalk gidelim artık. Bu iki ihtiyar adam
da uyusun."
İlk itiraz babamdan geldi.
"Ne güzel konuşuyorduk be oğlum. Şimdi gitmeye kalkış
manın ne âlemi var?"
"Yarın benim için çok farklı bir gün olacak baba," diye
mırddandım.
İkazım üzerine Derya da hemen toparlanmıştı.
3 1 7
Mehmetcan
"Evet, sizi de uykusuz bıraktık," dedi.
Babam tekerlekli sandalyesiyle bizi uğurlamak için kapıya
kadar geldi. Tam vedalaşmaya başladığımız sırada aklıma gelen
son bir soruyu babama sordum.
"Baba," dedim. "Şu Şinasi Sarıkaya'nm bir oğlu olduğunu
söylemiştin. O ne oldu?"
Babam içini çekti.
"Ben de onu uzun süre arattım. Ama izine rastlayamadım
maalesef. Bulsam, uygun bir gerekçe ile eline yine de bir miktar
para sıkıştıracaktım, ama olmadı, bütün araştırmalarım boşuna
gitti. Bulamadım," dedi.
Artık beynimde karanlık bir nokta kalmamıştı. Hüzünlü
bir hayat çizgisiydi ama gerçekleri kabul etmek zorundaydım.
Veda edip evden çıktık...
Derya'nın arabasına bindiğimizde kendimi gerçek âleme
yeniden dönmüş gibi hissediyordum. Derya arabayı hareket et
tirir' ettirmez, benim evimdeki yaptığı şov geldi aklıma. Hemen
kulağına eğilip fısıldadım.
"O siyah jartiyer hâlâ bacağında mı?" diye sordum.
Çapkınca gülümsedi.
"Ben de bu suali hiç sormayacağını düşünmeye başlamış
tım," dedi. Sonra gecenin son saatlerini keyfimizce geçirmek
için gaza bastı...
3 1 8
Mehmetcan