objektif 03.2012

64
> > 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun ! Prof. Server Tanilli 28 Mart’ta Strasbourg’ta Anılacak Sayfa 6’da Dünya Kadınlar Günü her sene olduğu gibi bu sene de ay boyunca çeşitli et- kinliklerle kutlanacak. Kadınların öne- mini ve değerini hatırlatan bu özel günde sizleri de çeşitli organizasyonlara katılmaya davet ediyoruz. Gazetemizin Fransızca Bölümü Gazetemizin üçüncü bölümünün sayfalarında artık fransızca yazı ve haberler de okuyabile- ceksiniz. 3-5 Şubat arası Mulhouse’da yapılan ikinci Mulhouse Turizm Fuarı (FestiVitas) büyük ilgi gördü. Çok sayıda katılımcının bulunduğu ve ren- kli anların yaşandığı Fuar’da Türk şirketlerimizin yetkilileriyle sohbet edip, görüşlerini aldık. Devamı Sayfa 25’de Mulhouse Turizm Fuarı’na Türkiye Çıkarması Reklam - İlan - Haber için irtibat tel : +336 25 94 20 29 [email protected] Mart / Mars 2012 - N°69 Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede Prof. Tanıllı için 28 Mart’ta saat 18 - 20 arası Palais Üniversitaire’de bir anma gecesi düzenlenecek. Grup Turquoise’ın da sahne alacağı gecede anılar yad edilip türküler, şarkılar ve şiirler seslendirilecek. Şükran Bahar Akbulut’un «Gece’ye övgü» yazısı... Sayfa 29’da www.facebook.com/ObjektifGazeteFR www.twitter.com/ObjektifFR Bizi sosyal medyada takip edin !

Upload: objektif-gazete

Post on 31-Mar-2016

278 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Objektif Gazete Mart 2012 sayisi

TRANSCRIPT

Page 1: OBJEKTIF 03.2012

> >8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun !

Prof. Server Tanilli 28 Mart’taStrasbourg’ta Anılacak

Sayfa 6’da

Dünya Kadınlar Günü her sene olduğu gibi bu sene de ay boyunca çeşitli et-kinliklerle kutlanacak. Kadınların öne-mini ve değerini hatırlatan bu özel günde sizleri de çeşitli organizasyonlara katılmaya davet ediyoruz.

İnkâr Yasası İptal Edildi

>> Fransa Anayasa Konseyi, Soykırımı İnkârı yasaklayan yasayı iptal etti. Sarkozy’nin tekrar girişimde bulunması bekleniyor. Sayfa 10’da

Devamı Sayfa 6’da

Gazetemizin Fransızca Bölümü

Gazetemizin üçüncü bölümünün sayfalarında artık fransızca yazı ve haberler de okuyabile-ceksiniz.

3-5 Şubat arası Mulhouse’da yapılan ikinci Mulhouse Turizm Fuarı(FestiVitas) büyük ilgi gördü. Çok sayıda katılımcının bulunduğu ve ren-kli anların yaşandığı Fuar’da Türk şirketlerimizin yetkilileriyle sohbet edip, görüşlerini aldık. Devamı Sayfa 25’de

Mulhouse Turizm Fuarı’na Türkiye Çıkarması

Reklam - İlan - Haber için irtibat tel : +336 25 94 20 29 [email protected]

Mart / Mars 2012 - N°69

Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede

Prof. Tanıllı için 28 Mart’ta saat 18 - 20 arası Palais Üniversitaire’debir anma gecesi düzenlenecek.Grup Turquoise’ın da sahne alacağı gecede anılar yad edilip türküler,şarkılar ve şiirler seslendirilecek.

Şükran Bahar Akbulut’un

«Gece’ye övgü» yazısı...

Sayf

a 29

’da

www.facebook.com/ObjektifGazeteFR

www.twitter.com/ObjektifFR

Bizi sosyal medyada takip edin !

Page 2: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

2

2

Page 3: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

*Aylık haber, ilan ve reklam gazetesi/Journal mensuel d’infos,

d’annonces et de publicités.

*İmtiyaz sahibi/Edité par: ACTIF SARL

*Genel Yayın Yönetmeni/Directeur de la Publication:

Tuncer KIRÖMEROĞLU [email protected]

*Haber Müdürü: Ömer AYDIN

[email protected]. : 00 336 25 94 20 29

*Grafik-Dizayn: Ömer AYDIN Berkay KIR

*Dağıtım/Distribution: ACTIF SARL

TEMSİLCİLERİMİZHAGUENAU-BISCHWILLER ve çevresi için

Emel SARMAŞIK +33 6 47 45 77 65

SAINT-DIE, EPINAL, NANCY

ve çevresi Mustafa GÜÇLÜ

Tel : +33 6 07 61 09 24

KARLSRUHE ve çevresi: Hasan BELLİKLİ

Tel : +49 1795 592 171

MANNHEIM ve çevresi: Şahismail KAYA

Tel : +49 1797 843 183

SAVERNE-SARREGUEMINES-

LUNEVILLE-BOUXWILLER-

WISSEMBOURG ve çevresi

Kemal ERGÜL

Tel : +33 6 70 47 09 02

METZ ve çevresi: Recep GÜNEŞ

Tel : +33 6 67 11 87 89

PARIS ve çevresi: Gizem KABADAYI

+33 6 30 21 45 03

VÖLKLINGEN-SAARBRÜCKEN ve çevresi

Bedreddin AKCA + 49 160 94 68 68 66

*Baskı adedi/Tirage:12000

*Baskı/Imprimé par: Imprimerie des Dernières

Nouvelles d’Alsace

*Objektif Gazete basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. /Objektif promet à respecter les principes et les lois concernant le métier de presse. *Objektif Gazete’de yayımlanan yazı, haber ve fo-toğraflardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir./Toute reproduction de nos articles, textes d’annonces ou publicités parues dans notre journal est libre sous l ’obligation de citer le nom du journal.

*Dépôt Légal: Mars 2012

BANKA BİLGİLERİ

IBAN : FR76 1760 7000 0170 2167 5415 462SWIFT ( BIC ) : CCBPFRPPSTR

SIRET No : 539 864 06600011

Mart / Mars 2012 N° 69

WINDOW TECHNIC

10, rue Contades 67300 SchiltigheimTel: 03 88 85 83 66

www.objektifgazete.fr

Page 4: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

İçişleri Bakanı Claude Guéant’ın müslümanları hedef alarak « Tüm uygarlıklar eşit düzeyde değildir » diyerek başlattığı tüyler ür-petici ırkçı sözlerini de, hedef kitle olan müslüman kesimden de gerekli tepkinin gelmemesini de oldukça yadırgıyorum. Ayrıca Sayın Claude Guéant « Müslüman uygarlığını değil, Müslüman dinini » kasttettiğini belirtiyor. Müslümanlık Fransa’da ikinci büyük din olmasına, cumhuriyetin temel ilkelerinden laikliğin yurttaşların farklı inaç ve dini uygulamalarını güvence altına almasına rağmen. Bu sözler sadece gerçek sorunları saklamaya, unutturmaya yönelik ucuz politikacılıkla geçiştirilemez. Seçim sürecine girdiğimiz şu günlerde aşırı sağcı Front National’e (Ulusal Cephe) oy verecek kitlelere göz kırpmanın olduğu ve yabancılar üzerinden benzeri politikaların gündemde tutulacağını da göstermektedir. Seçimlerde tekrar aday olan Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nın sağ partisinin insanlık değerleri ve de geleneksel Fransız cumhuriyet değerleri karşısında aşağılık duygusuna kapılmışlığının bir sonucu mu bu yalpalamalar ?

Bu dar bakış açısıyla kısa süreli çıkarları ön planda tutan ucuz politikacılar, bazen « ulusal kimlik » konusunda değerli aydın Lévi Strauss’a atıfta bulunmaktalar, ancak saygısız biçimde onun düşüncelerini aktarmadan işlerine gelen tek tek kelime ya da cümle-leri cımbızla çekerek kullanmaktalar. Fransa aşırı sağı da yıllarca böyle davrandı. Oysa ki Lévi Strauss « Kendini beğenmiş Batı medeniyeti»nin haksız yere « ilkel » dedikleri değişik halk kültürle-rinin zengin ve derin olduğunü anlatmaya çalışmıştı.

Avrupa uygarlığının her zaman haklı, gelişme ve moral üstünlüğüne sahip olduğunu söyleyenlere hiç usanmadan bu düşüncelerle, dünyanın birçok yerinde halkları göçe zorladıkları, katlettikleri, kökünü kazmaya çalıştıkları yüzlerine vurulmalı. Yakın tarihte Avrupa’daki faşişt Mussolini İtalyası, Hitler Almanyası, kendileri gibi düşünmeyenleri, biyolojik olarak kendileri gibi sarı saçlı, mavi gözlü olmayanları, Çingen ve Yahudiler gibi farklı yaşam biçimi, kültür ve din inançlarından olanları, sakatları, yaşlıları katliamlardan geçirmediler mi ? Ne adına? Büyük uygarlık, büyük kültür adına! Toplama kamplarını oluşturan, köleci ve sömürgeci « üstün mede-niyet »li bu insanlar, insanlık yararına kardeşçe birarada yaşama yerine, insanları birbirine düşman ederek iktidarlarını oluşturmak, yani halkları din, ırk, kültürlerine göre bölüp parçalara ayırıp onların ölüleri üzerine basarak yükselmeyi hayal edecek kadar leşle besle-nen akbabalara dönüşmediler mi?. Bu düşüncelerin kaynağı biyolo-jik ırkçılık ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da kültürel ırkçılık biçiminde kendini geliştirmeye devam etmiştir.. Bunların en iyi niyetimizle, tarihi ve antropolojinin-insan bilminin- temel yaklaşımlarını bilmemekten, yani cahillikten kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu da bizi yönetenlerin ne cins zavallılık içinde olduklarını gösterir ki vah halimize. Bilgi sahibi olmadan fikir sa-hibi olan cahillerimize kaldık !!

Aşırı sağcı Front National’in oylarını adayı Sarkozy’e yönlendir-mek istediğini açıkca belirten İçişleri Bakanı Claude Guéant’ın, « Değerleri üstleniyorum » derken de « Üstün kültürün » değerlerinden bahsettiğinded şüphemiz yok ! Zira UMP’nin gençle-rine yönelik yaptığı konuşmada Fransız uygarlığı için yaptıklarını sıraladıktan sonra « Uygarlığımızı koruyun » çağrısında bulundu. « Solun söylediklerinin tersine bizim için tüm uygarlıklar eş düzeyli değildir », « Zira, bizim ülkemizde yeri olmayan tavır ve davranış biçimleri vardır » dedi. Arkasından bakanlığından bu cümlenin « Vi-cdan ve düşünce özgürlüğüne, kadın-erkek eşitlığine» karşı olanları mahkum etmek için söylendiği açıklaması yapıldı. Kendisini köle kökenli ailenin çocuğu olarak niteleyen Sosya-list Parti Martinik milletvekili Serge Metchimy’nin Meclis’teki yanıtını da alalım : « Bu bir sapma değildir, tümden istekli sabit bir düşüncedir. Kısacası bir düşünüş biçimidir, neredeyse haçlı sefer-dir. Sayın Guéant, siz karanlığı ön plana çıkarıyorsunuz, her geçen gün bizleri toplama kamplarını yaratan Avrupa’ya ait ideolojiye götürüyorsunuz. Siz Nazizm’i bir uygarlık olarak mı görüyorsu-nuz?» Sayın Guéant, uygarlıkları, üstünlük derecelerine göre sıralayarak kendinizi en üste koymanın, ırkları üstünlüğüne göre sıralayan ve kendini en üstün ırk olarak tanımlayan faşişt düşünce biçiminden ne farkı var ? Aklıma, Ermeni, Yahudi, İtalyan, İspanyol, Romen, Polanyalı,.. göçmenlerin oluşturduğu Fransa’yı Hitler faşizmine karşı canları pahasına savunan direniş grubu geldi. Başlarında da Adıyaman’dan Fransa’ya dek gelen ve acılı aile hikayesi olan Ermeni Misak Ma-nukyan. Göçmen kökenliler, yabancılar inandıkları değerleri ve Fransa’yı savunurken « milliyetçi »ler ise Nazilerle işbirliğindeydi. 23.02.2012

YAZIYORUM

Ali BAŞARANEğitimci - Yazar

[email protected]

ÜSTÜN MEDENİYET MÜSLÜMANLARA KARŞI

Değerli vatandaşlarım,

Bu ayki yazımda da, sizlere Fransa’nın göç politikasına dayanak oluşturan mevzuat ve ülkeye giriş uygulamaları hakkında daha önce hazırlanmış olan bir çalışmanın temel unsurlarının ikinci bölü-münden kısaca söz etmek istiyorum.

Çalışma İzinleri

Yukarıda geçici süreli ikamet izinleri olarak sıralanmış bulunan izinlere sahip olanların, araştırmacılar, sanatçılar ve stajyer öğrenciler hariç, esas itibariyle ücretli bir işte çalışmaları öngörülmemektedir. Carte de Résident denilen l0 yıl süreli ikamet izni sahibi olanlar ise ayrıca bir çalışma iznine ihtiyaç duyulmaksızın milli çalışma mevzuatının öngördüğü şekil ve şartlar dahilinde herhangi bir işte çalışabilmektedirler.Kısaca, bu ikamet kartı aynı zamanda bir çalışma izin belgesi niteliğindedir. Uyum Uygulamaları

Fransa’da bu kapsamlı uygulamalar olarak, vatandaşlarımızın ve öğrenim çağındaki çocuklarının Türkçe ve Türk kültürü ihtiyaçları için ülkemizden gönderilen Öğretmenlerle, yine dini ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla gönderilen Din Görevlilerinin hizmet ve faaliyetlerini resmen sürdürmekte olmalarını, uyum politikasının bir parçası olarak değerlendirilmek mümkündür.

Vatandaşlar ile Sosyal ve Ekonomik Haklar-dan Eşit Faydalanma

Fransa’da ikamet eden ve çalışan AB üyesi ülke vatandaşları , Toplulukta serbest dolaşımı düzen-leyen l6l2/68 sayılı Tüzük ile « Topluluk üyesi ülkelerde yer değiştiren ücretli ve ücretsiz çalışanlar ile bunların aile bireyleri ve hak sahiplerinin so-syal güvenliğine ilişkin l408/7l sayılı Konsey Tüzüğü » ve bu Tüzüğün uygulama usullerini tespit eden 574/72 sayılı Tüzük ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine tabi olup, diğer bir ifade ile özel olarak korunmuş bulunmaktadırlar.Bu haklar, vatandaşlarımız açısından Avrupa Birliği mevzuatı düzeyinde değerlendirildiğinde, Ülkemizin AB ile ilişkilerini düzenleyen Ankara Anlaşması ve bunu müteakiben imzalanan Katma Protokol, l/76, l/80 ve 3/80 sayılı Ortaklık Konseyi Kararları hükümlerini

saymak mümkündür. Ancak, hali hazırdaki hak ve menfaatler esas itibariyle, ülkemizle Fransa arasında l965 yılında imzalanmış olan İşgücü Anlaşması ve l972 tarihli Sosyal Güvenlik Anlaşması hükümleri çerçevesinde sağlanmış bulunmaktadır.

Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşlarının yerel ve merkezi yönetim seçimlerine katılımı yine aynı şekilde Topluluk mevzuatı esas alınarak düzenlenmiş olup, özetle ; en az bir yıldan beri ikamet etmekte oldukları yerleşim biriminde yerel seçimlerde ve ayrıca, Avrupa Parlamentosu için Parlamenter seçimlerinde oy kullanabilmekte-dirler. Vatandaşlarımızın merkezi yönetim ve yerel yönetim seçimlerinde seçme ve seçilme hakları bulunmamaktadır.

Konut ve Yerleşim Düzenlemeleri

Fransa’nın şehircilik, yerleşim düzeni ve konut politikasında yabancıları hedef alan özel bir düzen-leme tespit edilememiştir.Devletin, gelir düzeyi düşük gruplara düşük kira bedeli karşılığında tahsis ettiği, kısaca H.L.M. olarak adlandırılan konutlardan,ülkede ikamet eden herkes, ayırım gözetilmeksizin ihtiyaçları nispetinde ve koşullarına göre istifade edebilmektedirler.

Çalışma Yaşamına Uyum Düzenlemeleri

Fransa’da çalışmakta olan yabancılar ; çalışma hayatının düzenlenmesi, çalışma koşulları, ücretler, mesleki eğitim vb. diğer uygulamalar bakımından, milliyet ayırımı gözetilmeksizin Fransız İş Kanu-nuna tabidirler.

Bireylerin Kültürel Kimliklerinin Korunması

Fransa’daki vatandaşlarımızın ülkemizle olan bağlarının devamını ve kültürlerinin muhafazasını amaçlayan Türkçe, kültür ve din eğitimi hizmet uygulamaları sürdürülmektedir.

Ana Dilde Eğitim Olanakları ve Bu Ko-nuda Yerel/Merkezi Yönetimlerce Yapılan Katkının Nitelik ve Niceliği

Öğrenim çağındaki Türk çocuklarına okullarda, Türk öğretmenler tarafından Türkçe ve Türk Kül-türü dersleri programlı olarak verilmekte olup, bu-nun için ayrıca bir teşvik uygulaması yoktur.

Bireylerin Örgütlenme Hakkı ve Bu Hakkın Kamu Kaynakları ile Desteklenmesi

Vatandaşlarımızın Fransa’da örgütlenmeleriyle ilgili herhangi bir sorunla karşılaşılmamaktadır. l999 yılı itibariyle, Fransa’da l90l tarihli Dernekler Kanunu uyarınca kurulmuş toplam 436 Türk İşçi Derneği ve 14 tane Üst Kurul bulunmaktadır. Dernek faali-yetleriyle ilgili alanlarda geliştirilen faaliyet pro-jeleri esas alınmak suretiyle yapılan her türlü ayni ve nakdi yardımdan aynen yararlanmaktadır.

Sevgi ve saygılarımla.

Arif KOPUZ

Strazburg Bşk. Çalışma

ve Sosyal Güvenlik Ataşesi

Fransa’nın Göç Politikası ( 2 )

Page 5: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

5

5

Page 6: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Söyleşi : Düzgün DOĞAN

Sizlerle birlikte, FUAF Genel Başkanı Du-rak ARSLAN’ın dünyasında bir yolculuğa çıkalım istedik. Çok yönlü ve yoğun bir çalışma içerisinde olan Durak ARSLAN, Fransa’da yerel parlamenterlikten işverenliğe, Avrupa ABK Kurumsallaşma Komisyonu Başkanlığı’na dek birçok işlevler yüklenirken, bunların yanı sıra şiir ve yazı da yazıyor. Kendisi ile Alevilere, örgütlülüğe, sanata ve yaşama dair bir söyleyişi gerçekleştirdik. Sayın Arslan, bu enerjinin kaynağı ne-dir? Düzgün Bey, öncelikle özeninize, ilginize teşekkür ediyorum. Güzel bir derdim var, insan ve doğa aşkı. Yol sevdası. Böyle bir derdiniz varsa, gerekli enerjiyi üretmeye yeti-yor da artıyor bile. Şiir ve edebiyata gelince, okuma ve yazma eyle-mi sizi buluyor ve özel bir çabaya sürüklüyor. Bence şiir, söylemek istediğiniz sözün özüdür. Şiir damıtılmış sözdür diyorum. Bundandır ne-fes alır gibi, su içer gibi yaşamsal geliyor adeta. Ferahlatıyor, önce çok yoruyor sonra da yaratı-sıyla, ürünüyle dinlendi-riyor diyebilirim. Sizinle öncelikle Alevi-leri konuşmak istiyoruz. Bir Teolog değilim. Ne sosyolog ne de bir tarihçiyim. Bu alanlarda uzman olmamama karşın, soran, sorgulayan, araştıran, yazan biri olarak; birlikte sohbet etmekse amaç hay hay. Bu kadar önemli konularla ilgili haftalarca oturup sohbet etmek lazım. Ama tadımlık bir sohbet bile güzel olabilir. Sayın Arslan, Avrupa’dan bakınca Aleviler’in genel panoraması nedir. Nasıl bir yol haritası çizilmeli, izlenmeli? Buna sağlıklı bir yanıt bulabilmemiz için,

önce içinde yaşadı-ğımız ülke tarihine ve geldiği noktaya bakmak bize yardımcı olur. Bir de Alevilerin de tarihini ve geldikle-

ri noktayı doğru analiz edersek, sanıyorum resim kendiliğinden ortaya çıkar. Peki Aleviler için Fransa’da ülke koşulla-rı, düşünsel iklim uygun mu? Ortaçağın karanlığını ve kalın duvarını, Rönesans ışığıyla ve matkabıyla delerek aydınlanmayı başarmış bir kıtada yaşı-yoruz. İnsanlıktaki bu bilinç birikiminin gereği 1789 Fransız Devrimi’nde çok büyük bedellerin ödendiği bir ülkede ya-şıyoruz. Bu devrim üç temel değer bıraktı Fransızlara: özgürlük, eşitlik ve kardeşlik. Ardından Cumhuriyet, Demokrasi, Laiklik, insan hakları ve sınırları ortadan kaldıran Avrupa bilincinin gelişmesi ve altmış sekiz kuşağının yarattığı o muhteşem heyecan. Kolayca birkaç cümlede sıraladık bu süreci değil mi. Oysa bu değerler asırlar süren ve

uğruna nice canlar verilen müthiş görkemli bir sürecin meyveleri. Bizim bu değerlerin önemini kavramamız, kıymetini bilmemiz ve yürekten sahiplenmemiz gerekir. Tekrar ediyorum. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik. Cumhuriyet, Laiklik ve katılımcı demok-rasi. İşte bunlar sadece Fransızların değil, bütün insanlığın ortak değerleri oldu. Ne-den? Çünkü bütün bu serüvenin merkezinde insan vardı. Diyorum ki, bu değerleri yara-tanları ve yaşatanları saygıyla analım her şeyden önce.

O zaman Aleviler önce bu değerleri mi sahiplenmeli? Elbette ki sahiplenmeli ve de yaşatmalı. Çünkü ‘evvel benim ahir benim’ diyen bir öğretinin mensupları, insanı yücelten tüm değerleri benimsemiş bugüne kadar. Bunu bilenler sahipleniyor zaten. Bilmeyenlerin de öğrenmesini sağlamalıyız. Ama bir şeye dikkat ederek. Asla komplekse kapılmadan. Komplekse kapılmamak için de kendi tari-himizi ve öğretimizi iyi kavramalıyız. Ale-vilerin de aynı değerler uğruna, daha uzun bir süre, daha ağır koşullarda Kerbela’dan Sivas’a kadar bedeller ödediğini ve ödeme-ye devam ettiğini doğru anlatmalıyız. İnsan ve doğa merkezli bir inancın, felsefenin ve kültürün mirasçıları olduğumuzu evrensel bir dil ile anlatmalıyız. Henüz gerektiği kadar anlatamadık. Mutlaka ve en kısa zamanda bunun koşullarını hem Fransa’da hem Avrupa’da yaratmalıyız. Vurgulamak istediğiniz temel Alevi de-ğerleri nelerdir? Bu sorunun cevabı zor ve Pir’lerimizin,

akademisyenlerimizin cevap verebileceği bir konu. Çünkü öğretiyi incitecek yanlış bir söz etmek istemem. Ancak şu kadarını söyleyerek sizi yanıtlamaya çalışayım. Aleviler ‘önce insan’ de-diler. ‘Okunacak en bü-yük kitap insan’ dediler. Ulu ozanlarımız ‘Dinimiz sevgi, yolumuz bilim, yönümüz insan ’dediler. Doğayı sevdiler ve saygı duydular. Yaş bir ağacı kesmeden önce önünde diz çöküp af diledir. Hem Aslan’ı hem Ceylan’ı aynı kucakta sevdiler. Kadın ile erkeği eşit bildiler. Cem’lerinde insan ile doğayı, dil ve el ile vic-

danı, edebiyat ile sanatı birleştirdiler ve bir Yol çizdiler. Bu yol ile ulaşılan profile ise ‘Kamil İnsan’ diyerek Hak-Muhammed-Ali, Hünkâr Hacı Bektaş Veli nezdinde sembolize ettiler. Tanrı ile Kâmil İnsanı bir ve aynı gördüler. Ödenen ağır bedellerden de kısaca söz edebilir misiniz? İşte bu sebeple, Kerbela’da Hüseyin, Bağdat’ta Hallac-ı Mansur ve Kul Nesi-mi, Anadolu’da Pir’imiz Hacı Bektaş Veli Dergâh’ında yetişen onca erenler, Banaz’da

Pir Sultan Abdal’lar, asılarak, derisi yüzü-lerek, başı gövdesinden kesilerek katledil-diler veya uzaklara sürüldüler. Türkiye’de Cumhuriyetin kurulmasına, laik bir devlet yapısının oluşturulmasına en başta Aleviler destek sundular. Ne yazık ki Cumhuriyet ve Laik sistem özürlü doğduğu için ilk önce Alevileri mağdur ettiler. 1938’de Dersim, 1978’de Maraş, 1980’de Çorum, 1993’te Sivas ve 1995’te İstanbul Gazi mahal-lesi toplu katliamlarıyla Alevilere bedel ödetmeye devam ettiler. Bütün insanlığın ortak değerlerine olan bağlılığın bedelini canlarıyla ödeyerek geldi bugüne kadar bu toplum. Alevi toplumun bugün itibariyle coğrafik dağılımı ve tahmini sayıları nedir? Fransa’da iki yüz biniz. Avrupa’da bir milyon... Balkanlar’da yüzbinleri buluyor. Ortadoğu’da bir milyona yakın. Türkiye’de yirmi milyondan fazla sayılarıyla, aynı or-tak değerleri, sadece biçimsel farklılıklarla birlikte halen yaşıyor Aleviler. Sessiz, sa-hipsiz, etkisiz ve zor koşullarda ve tehlike altında yaşıyorlar. Avrupa dışındaki tüm diğer coğrafyalarda Aleviler halen tehdit ve tehlike altındalar. Ne yazık ki, Avrupa-lılar bile Alevileri henüz çok az tanıyorlar. Çünkü Aleviler asırlardır maruz kaldıkları şiddet ve tehlike karşısında kendi içlerine kapanmışlığın, korunma refleksinin, ken-dini tanıtma çekimserliğinin etkisinden Avrupa’da bile tam kurtulmuş değiller. Bu toplumsal incinmeyi, sarsıntıyı atlatmak zaman istiyor. Zaman ise Alevilerin aleyhi-ne işliyor. ( Devam edecek )

EDİTOYENİ BİR BAŞLANGIÇ(Birinci sayfadan devam)

2005 senesinin Eylül ayından beri yayın hayatında olan Objektif Gazete, elinizde tuttuğunuz 69. sayısıyla, bu evrelerden birine daha tanık olmuş bulunuyor.

Yeni bir yönetim ve yeni in-sanlar elinde, yeni logosuyla, yeni ve taze bir başlangıç yap-ma arzusunda olan gazeteniz, bu sayıyla birlikte bu amacına doğru önemli bir adım atmış durumdadır.

Objektif artık daha ehil eller-de, daha gelişkin bir matbaa-da basılıyor.

Yıllardır çalışmakta oldu-ğumuz matbaamız bir türlü istenilen baskı kalitesini tut-turamadığından, bölgenin dev matbaası ve gazetesi olan DNA tesislerindeki devasa makinelerde sizlere daha iyi bir gazete sunmanın zevkini tatmayı planladık.

Dileriz, elinizdeki gazete, bu isteğimizi tatmin etmiş olsun...

Her zaman bölgenin en iyi dağıtılan ve bu nedenle de en etkin gazetesi olmayı başaran Objektif, artık Paris’te de dağıtılmaktadır.

Szilerden gelen talep doğrul-tusunda, gazeteyi daha ince tutmak maksadıyla, yazarla-rımızın bir kısmını iki ayda bir yazmaya yönlendirerek, gazetenin daha kolay okuna-bilirliğini sağlamaya çabala-dık.

Gazetemizi Fransız arkadaş-larımız, eşimiz-dostumuz da okuyabilsin diye, bir bölümü-nü Fransızca yazı ve haberle-re ayırmaya karar verdik.

Evlerde daha sağlıklı okuna-bilsin diye, gazeteyi üç bölüm halinde yayımlamayı uygun gördük.

Tabii ki gelecek sayılarımızda yeniliklerimiz ve sürprizleri-miz sürecek, size daha oku-nur, daha düzeyli, daha elden bırakılamayacak bir gazete

sunmaya çalışacağız.

Daha kapsamlı dosyalarımız, özel sayfalarımız, bulmaca-larımız, sizleri yakından ilgi-lendiren konularda yapılmış röportajlarımız olacak.

Elbette bunda sizin de pa-yınız olmasını isteyeceğiz : interaktif bir gazete yapma yolunda sizlerden gelecek her türlü ürüne ( yazı, şiir, istek, görüş, eleştiri vb. ) açık ola-cak, gazeteyi sizlerle birlikte kotaracağız.

Gazete bizim değil, sizin gaze-teniz olacak...

Bu yeni atılım ve başlangıç, umarız, herkes için yararlı ve verimli olur.

Sizler daha doyurucu bilgiler edinir, işverenler daha çok müşteri çeker, bizler de daha fazla okura hitap ederiz.

Bu dileklerle sizlere yeniden merhaba diyor, sağlık ve esen-lik diliyoruz.

Her şey gönlünüzce olsun...

“Güzel Bir Derdim Var” (1)

8 Mart’ta Aubette Salonu’ndaki Etkinlikte Onur Konuğu Pınar SELEK Olacak

8 Mart Dünya Kadın Hakları Gűnű, bu yıl Strasbourg’da sosyolog, feminist Pınar SELEK’e ithaf edildi. Strasbourg Belediyesi Cinsiyetler Arası Eşitlik ve Kadın Hakları delegayonu etrafında bir araya gelen feminist ve kadın hakları savunucusu ve kadın erkek eşitliği doğrultusunda çalışmalar yűrűten kolektif tarafından bu yıl 8 Mart’ta saat 18.00 ile 23.00 arası Aubette salonunda gerçekleşecek toplantıda, samimi bir ortamda birçok farklı etkinlik sunulacak. Gecede ayrıca, onur konuğu Pınar SELEK’in yazıları okunacak ve kendisine dayanışma mesajları sunulacak. Bölgemizin en etkin ve etkili derneklerinden olan ASTU (Actions Citoyennes Interculturelles) de kolektif űyesi olarak bu etkinlikte yerini alacak. ( Daha fazal bilgi için : [email protected] / 03 88 32 98 32 )

Cours de langue turque pour collégiens et lycéens à l’ASTU L’ASTU (Actions Citoyennes Interculturelles) organise un cours dont l’objec-tif est de mieux faire connaître les principes de base de la langue turque. La méthodologie se fera sous forme de discussions et d’écrits, dans une appro-che ludique et conviviale. Le coût est de 10€ par séance de 1h30, de mars à juin 2012. Les cours ont lieu tous les mercredis de 14h00 à 15h30 dans les locaux de l’ASTU 13a rue du Hohwald 67000 Strasbourg / Tél : 03 88 32 98 32. Email : [email protected]

Page 7: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

Haber / Fatih KARAKAYA

Fransa’nın laik yapısı nedeni ile dini mezar-lıklar da yasak. Bu nedenle Mezarlık girişin-de hiç bir dini sembol yok ve kiliselerden ayrı tutuluyor. Ancak farklı dinlerde olan insanlar için az da olsa küçük bölmeler ya-pılarak bu sorun giderilmeye çalışılıyor.

Fakat Fransa’da artan Müslüman nüfusu, vefat edenlerin artık burayı tercih etmesi bu bölmelerin yetersiz kalmasına neden

oluyor. Yine de laiklik tartışmaları yüzünden kalıcı bir çözüm bulunamıyor. Daha önce genelde çocuklar ya da kimsesizler burada gömülmeyi tercih ederken son yıllarda bazı kardeşlerimiz de burayı tercih etmeye

başladı. Strasbourg’un sevilen esnafların-dan Selam Asan ağabeyimiz de bir ilke imza atarak buraya gömülmeyi vasiyet etmişti. Kanserden vefat eden Selam ağabey buraya gömülen ikinci nesil Türklerden ilk insan olma özelliğini taşıyor.

Fransa’nın Alzas Bölgesi (Strasbourg şeh-rinin bulunduğu bölge) laik sistemle yö-netilmiyor. 1905 yılında çıkan laiklik yasası sırasında Strasbourg Alman işgali altında idi. Daha sonra Fransa’ya tekrar geçtiğinde

var olan yapıyı bozmamak için bu bölgeye özel statü verildi ve 3 din tanındı. O dönem-lerde Müslümanlar buralarda olmadığı için sadece Yahudilik, Katolikler ve Protestanla-ra hak verildi. O günden beri de Papaz ve

Hahamlar memur sayılıyor. İbadet yerleri-nin masraflarını devlet karşılıyor.

Bu farklılık sayesinde Strasbourg Belediye Başkanı Roland Ries 2009 yılından itibaren Strasbourg’lu Müslümanlarla görüşerek tamamen ayrı bir yerde, abdesthanesi, misafirhanesi ve cenaze yıkamak için üstü kapalı bir yer tahsis etme kararı aldı.

1000 metre kare alana yayılan ve Kıble yönü de dikkate alınarak düzenlenen mezarlık kamu malı olarak sayılacak. Tüm finansmanını belediyenin karşıladığı me-zarlık 800 bin Avro’ya mal oldu.

Fransa yasalarına göre bir mezarlık ömür boyu “işgal” edilemiyor. Mezarlıkta yatan mevta belirli bir süre sonra yetkililer tara-fından çıkartılıp yakılabiliyor. Müslümanlar için en büyük sorun da burada zaten. Be nedenle mezarlığı en az 30 yıllığına almak gerekiyor. Bu süre geçtikten sonra belediye yetkilileri aileye haber veriyor. Aile, yeniden almak isterse parasını ödüyor. Her yerde olduğu gibi bu durumda da arz-talep me-selesi.

Strasbourg gibi bir şehirde 10/15 yıllık ücret 320, 30 yıllık 640 ve 50 yıllıkta 1600 €. Bazı şehirlerde bu rakam 5000 €’yu geçebiliyor. Diğer sorun ise Kıble sorunu. Fransa’da genelde mezarlıkların baş tarafı hep Kuzeye doğru çevrili, dolaysıyla da vücut batıya doğru yönlendiriliyor. Müslü-manlar için baş taraf Kıble tarafında olması gerekiyor. Bu iki sorun yeni mezarlıkta halledilmiş olacak. Çünkü tüm mezarlıklar Kıbleye doğru yapılacak ve ömür boyu satın alımlar olacak.

Ancak diğer bir sorun ise kefen meselesi. Fransa tabutsuz hiçbir mevta istememek-te. Dolaysıyla Fransa’da gömülen tüm cenazeler tabutlu ve yakın zamanda çözül-mesi beklenmiyor.

Açılış töreninde 50’ye yakın insan vardı. Halka duyurulmayan, sadece gazeteci, seçilmişler ve Müslüman Cemaat temsil-cileri vardı. İlk konuşmayı yapan dosya-dan sorumlu Strasbourg belediye başkan yardımcısı Pernelle Richardot kendilerini ayrımcılıkla suçlayanları eleştirdi ve insan-ların eşitliği için büyük bir proje olduğunu

anlattı.

Daha sonra söz alan Fransa Müslümanlar Konseyi başkanı Mohammed Massoui de Strasbourg belediye başkanı Roland Ries’e şükranlarını ileterek bu tarihi günde bu-lunmanın gururunu yaşadığını dile getirdi. Müslümanların artık burada defnedilmek istediklerini ve bu onların en doğal hakkı olduğunu anlatan Moussaoui hâlâ Müs-lüman mezarlıkları açmayan belediyeleri sorumlu olmaya davet etti.

Son olarak söz alan Strasbourg belediye başkanı Roland Ries de tarihi bir gün yaşa-dıklarını belirterek böyle bir projenin ger-çekleşmesinde emeği geçenlere teşekkür etti. Birlikte yaşama adına gerekli olan her türlü adımı atacaklarını söyleyen Ries, Müs-lümanların kendi örf ve adetlerine göre defnedilmeleri en doğal haklarıdır dedi.

Konuşmaların ardından bu günün anısına Lübnan Sedri ağacı dikildi. Belediye başka-nının yanı sıra bir çok cemaat yetkilisi de katkıda bulundu.

Fransa son yıllarda laiklik konusunda sert-leşmeye devam ediyor. Hatta sosyalistlerin cumhurbaşkanı adayı Hollande laikliği Anayasaya yazdırmak istiyor. Eğer bu ger-çekleşirse Fransa’nın hiçbir yerinde mezar-lık ya da (ayrılmış bölge) olamayacağı gibi hiçbir şekilde de belediyeler cami yapımı için arsa ya da bina tahsis edemeyecek.

Hatta bu tür yardımlar günümüzde büyük siyasi risk taşıyor. Müslümanlara haklarını iade eden siyasiler çok eleştiriliyor. Bu ne-denle aynı zamanda Senatör de olan sayın Ries’in bu davranışı takdire şayandır.

Diğer bir yandan açılışa katılanlar arasında UMP milletvekili Jean Philippe Maurer, Yeşiller partisi temsilcileri (belediyede sosyalistlerle koalisyondalar) ile muha-lefet temsilcilerinden senatris Fabienne Keller ve Robert Grosmann da bulunması dikkat çekti. Mezarlık projesi oylamasında tüm partiler destek oyu vermişti. Bu da Starsbourg’daki Müslümanların siyasilerle yakın ilişkileri kuşkusuz büyük etkisi var.

İlk Müslüman Mezarlığı Açıldı

7

LİSELİ GENÇLERİMİZ KÜLTÜRLERİNİ DAHA İYİ TANIMAK İÇİN KOLLARI SIVADILAR

Kız öğrencilerimizin rüyalarını gerçekleştirmelerine destek olacak sponsorlara ihtiyaçları var15 kadar kız öğrencimiz Nisan’daki okul tatillerinde bir haftalığına İstanbul’a gitmek için kolları sıvadılar. Türkiye’ye bir çok kez gidip gelmelerine rağmen İstanbul’u tanımadıklarını belirten gençleri-miz, geldikleri kültürü, tarihi daha iyi tanımak, buralarla bağlarını kurabilmek ve de Fransız arkadaşlarına daha iyi anlatabilmek için buna ihtiyaç duyduklarını söylüyorlar. « Kendimiz yeterince tanımıyoruz ki Fransızlara nasıl anlatalım. Kendi geldiği yeri, kültürü iyi bilmeyen insanda sürekli

bir eziklik, eksiklik olur. Bizler bunun bilincinde olarak böylesi bir projeye başladık. »

İstanbul’un tarihi yerlerini gezip görmek, müzelerini alıcı gözüyle gezmek, geçmişten günümüze nasıl gelindiğini kavramaya çalışmak, kültürel zenginliğimizin farkına varmak istiyorlar. Şüphesiz, doğal güzelliklerinden de faydalan-mak ; Marmara’dan Karadeniz’e, Avrupa’dan Asya’ya denizleri birleştiren, kıtaları ayıran Boğaz’ı gezmeden olmaz İstanbul gezisi.

Destek bekliyorlar

Uçak, otel, yemek,…derken böyle-si bir projenin maliyeti de var. Masraflarının ailelerce karşılanacağı bu kültürel gezinin desteğe ihtiyacı var. Ailelerin yükünü hafifletebilmek ve iyi koşullarda gerçekleştirebilmek için sponsor arayışları var. Büyük, küçük demeden katkıda bulunabi-lecek kurumların, işverenlerin, tek tek kişilerin destekleri gerekli. Bu destek mali katkı biçiminde olabilir ya da öğrencilerce hazırlanacak tombala çekilişine verilecek hediyelik eşya biçi-minde de olabilir. Bu desteklerin acilen, en kısa zamanda olması gerekiyor ki bi-

let ve yatma yerleri ucuza mal olabilsin.

Hadi hep birlikte genç kızlarımızın rüyalarını gerçekleştirmelerine destek olalım.

Kontakt için : [email protected] / [email protected]

İstanbul‘u keşfetmeye gidiyoruz...

Bir grup arkadaşımla İstanbul projesine katılıyoruz. Nisan’daki okul tatiller-inde bir hafta İstanbul’da olmak, hay-alimizi gerçekleştirmek için şimdiden kolları sıvadık. Amacımız tarihi ye-rlerimizi keşfetmek ve kültürümüzü zenginleştirmek. Üç imparatorluğun başkenti, (Osmanlı,Roma,Bizans), dünyanın iki kıta üzerinde olan tek şehri İstanbul‘u görmeye gidiyoruz.

Hayalimiz Roma‘nın su kemerini, Bizan‘sın muhteşem Ayasofya‘sını ve Osmanlı‘nın şaheser Saraylarını (Topkapı,Dolmabahçe), camiilerini görebilmek.. Uzaktanda olsa, bütün Istanbul‘un aşık olduğu Kızkulesi’ni seyredebilmek, ortasindan iki denizi birleştiren Boğaz geçen tek şehirde

bulunabilmek. Galata Köprüsü‘nde sabah ezanını dinlerken olta atmak ve deniz kenarında balık ekmek yerken martı seslerini ve gemi kornalarını duymak. Istanbul‘da tarihin gözleri var, bizlerde bu tarihimizi öğrenmek istiyo-ruz.

İstanbul, tüm dünyanın gözü önündesin, büyüleyicisin, teksin, eşsizsin,… !

Projemize destek olan öğretmenimiz Ali Başaran ve diğer katkıda bulunan bütün sponsorlarımıza sonsuz teşekkür ediyoruz. Bu arzumuzun iyi koşullarda gerçekleşebilmesi için destek verebi-lecek herkesten katkı bekliyoruz.

Merve. B

Page 8: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara tek gül verilir veya güzel sözler söylenir; ben de Betül Mardin’in kadınlara verdiği 10 öğüdün altını çizmenin kadınlara ayrılmış bu günde en anlamlı ve önemli bir vurgu olduğunu düşündüm.

1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.

Bahanemiz hep hazırdır. İş güç, çoluk çocuk derken spor yap-maya vakit ayıramadığımızı söyleriz. Halbuki, güne başlarken yapacağımız 30-40 dk bir spor hem güne enerji dolu başlamamızı sağlar, hemde günün verimli geçmesini. Sabah kalktığımızdan bir saat erken kalkmamız gerekse de her sabah spor yapmayı bir kez alışkanlık haline getirdiğimizde hayatımızda olumlu değişikler olmaya başladığını görürüz. 2. Hep ...çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.

Hani deriz ya “çalışmayanı Allah sevmez”, işte bu o. Çalışmak lazım, bu çalışmak illa sonunda para kazandığımız bir uğraş olmak zorunda değil ama günlük yaşamımızı sürekli aktif ve hareketli kılmak, bizim bütün gün evde boş oturup depresyona girmemizi engelleyecek bir uğraş olmalı. Akşam olduğunda o gün yaptıklarınız konusunda ve ertesi gün yapacaklarınız arasında hep bir devamlılık olmalı. İnaniyorum ki, gece olduğunda gününüzü verimli geçirdiğinizi bilmenin verdiği mutlulukla başınızı yastığa koymak ve yarın için yapacaklarınızı duüşünerek uyumak ve yeni bir güne heyecanla başlamak için çalışmak ve üretmek önemli. 3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update …et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.

Çevremizde ve dünyada olup bitenlerden haberdar olmak, gelişen dünyayı yakalamak için kendimizi geliştirme çabası olmalı içimizde. Bu çok önemli ve tutulması zor bir motivasyon, bu konuda en önemli unsurlar çevremizde bizi motive edecek insanların olmasi. Bu doğrultuda eşimi dostumu arkadaşımı seçerken günceli takip eden insanları seçmeye çalışırım... Dedi-kleri gibi, “Üzüm üzüme baka baka kararır.” 4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)

Evliliğin kişinin doğru insanı bulduğunda ve kendini hazır hissettiğinde yaşaması gerek bir şey olduğuna inanıyorum. Doğru insanı bulduğumuzudan nasıl emin oluyoruz; sorunun elbette bir cevabı yok, insan deneye deneye öğrenir. Ama öte yandan olmadığında da neden yok diye üzerinde kafa yormak gereksiz, çünkü bir evliliği sürekli ve mutlu kılmak ayri bir iştir ve zordur. 5. Çocuk meselesine gelince… Ha işte, burada akan sular du-ruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun, değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.

Aslında çocuk sahibi olmak soyadının devamı ya da yaşlılığınız için bir yatırımdan öte, bizden sonra dünyaya kalıcı bir eser bırakmak gibi algılanmalı. Böylesine bir eseri ancak sevginizi, ilginizi ve bilginizi vererek yapabilirsiniz. Emek harcamak önemli. Bunun illa sizin kanınızdan bir çocuk olması da gerekmez, sizin emek verdiğiniz herhangi bir çocuk da sizin eseriniz olabilir. Ya da gelişiminde, eğitiminde, öğretiminde katkıda bulunmak da önem-lidir ve bu katkıların sonucunu görmek de bizi mutlu edecektir. 6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim! Dengeli bir yaşam için dengeli beslenmek de çok önemli. 7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ajanda’sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum. Biliyorum ki, kitap okumak gibi, günlük tutmak da bir alışkanlık; bunun için en kolayı çantamdaki minik bir not defterine, yaşadıklarımla ilgili kısa notlar yazarım. Bu hem benden son-rakilere bir miras hem de geçmişte yazdıklarıma zaman zaman göz attıkça olayları daha iyi değerlendirme firsatı; bu, zamanda kaybettiğimiz detayları yakalamak açısından da önemli bir olgu. . 8. Olumlu olacaksın.

Asla unutmak istemediğim şeylerden biri, hayatta yaydığımız enerji ve düşüncelerin bir bumerang gibi size geri dönecek olmasıdır. 9. Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.

Bu konuda her zaman altıncı hissime güvenirim, siz de öyle yapın. 10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin!!

Aldatma!! Birçok kadının yaşadığı bir olgu. Şunu unutmamak lazım; aldatmak, yalan söylemek vs. bunlar kendimize olan saygımızı kaybetmemize yol açacak şeyler. Aldatılmamak da önemli bir konu, bunun için çevremizde olup bitenleri iyi gözlem-lemeli ve insan ilişkilerine dikkat etmeliyiz.

Gizem Kabadayı

[email protected]

Yok, başlığa bakıp da politik bir yazı olduğunu sanmayın; köşenin ismine uygun olarak, gerçekten de “ayıp” şeylerden, hattâ galiba en ayıp şeyden sözedeceğim...

Tabii ki ayıp demem lâfın gelişi; hiç de ayıp bir konu olduğunu sanmıyorum cinselliğin; bunu hemen baştan böylece belirteyim de, sonra söylemedi de-meyin...

Dünyada değişmez hakikatler, elimizde olmayan ed-imler, son derece doğal içgüdüler vb. mevcut; bunu yadsıyamayız.

Bunlar arasında; doğmak, ölmek, nefes almak, yemek-içmek, tuvalet ihtiyacını gidermek, barınmak, korunmak, giyinmek, sevmek türü onlarcasını say-abiliriz.

Elbette cinselliği unutmadan...

Normalde deriz ki, nasıl ki yemek-içmek bir ihtiyaç, karnımız acıkınca yer, susayınca içeriz, cinsellik de öylesi tabii bir gereksinimdir. Belli bir yaşa gelen her insan ( canlı ) bu ihtiyacı duyar ve çeşitli yollarla gidermeye çalışır. Cinsel duygu ve duyarlılığın çok küçük yaşlarda başladığını da söyler aslında uzmanlar.

Bu denli natürel olan bir olguyu, biz insanlar, güya “uygarlık ve insanlık geliştikçe”; ayıptı, günahtı, terbiyesizlikti, ahlâksızlıktı, yasaktı, tabuydu... diye o kadar kalın zırhlara bürümüşüz ki, özellikle biz-imki gibi gençliğinde cinselliğini tam da bu nedenle yaşayamayan toplumlarda müthiş bir açlık ve doyum-suzluk oluşmuş, bu da şiddet olarak topluma geri dönmüş. Çünkü, doyurulamayan ve biriken ihtiyaçlar ( burada cinsel enerji ), mutlaka bir yolunu bulup dışarı çıkar, patlar ; bir fizik kuralıdır bu...

O zaman soru şu oluyor : ne yapmalı ?

Sorunun yanıtı aslında iki düzlemde ele alınabilir; evlilik öncesi ve evlilik sonrası.

Evlilik öncesi kolay gibi duruyor ama kazın ayağı öyle değil, çünkü azgelişmiş toplumlarda özellikle kızlar için hâlâ ve daha büyük bir sorundur bu. Namus kızların bacakaralarında sanıldığı için, bu feodal anlayışın giderilmesi çok zaman alacaktır.

Oysa, cinselliğin de çok doğal olduğu kabulü pratikte de benimsenebilse, bu konunun namusla hiçbir il-gisinin olmadığı düşünülse, evlilikte bekâret arama kâbusuna son verilse ve gençler sağlıklı ve –normal olarak- uzun süreli evlilik öncesi cinsel hayatlarını yaşayabilse, bu sorunun hemencecik çözümleneceği görülecektir.

( Tabii ki bunu yazması kolay ama uygulaması zor, hele ki bizimki gibi toplumlarda neredeyse olanaksızdır.. Burada yalnızca teorik fikir egzerzisi yapıyoruz!)

Evlilik halindeki cinsellik sorunu ise adeta bir ummandır; dalındığı zaman içinden kolay kolay çıkılabileceğini sanmam.

Zaten evlilik kurumunun kendisi çoğu kimse için sakat ve ömür törpüsüdür, insana dünyayı zından eder ama yine de hemen hiç kimse evlenmeden durmaz!

İşin içine bir de evli insanların cinsel problemlerini katarsak; çift katlı ekmek kadayıfı kıvamında tam teşekküllü nurtopu gibi bir polemik konumuz olur ki, olay tam çığrından çıkıp arapsaçına dönebilir.

Bu netameli çizgiyi bu aylık aşmayıp, zaten kimileri için “Vay ahlâksız” dedirtecek kerteye getirdiğimi düşündüğüm yazıyı burada noktalayayım bari. Belki önümüzdeki aylarda bir deli cesareti gelir de, o hattın ötesini de yazarım!

Şimdilik sizlere veda edelim ve ederken de, Çiçek Çocukları’nın o ünlü sloganını yineleyelim hep birlikte : “Savaşma, seviş”...

Sizlere bol sevişmeli..., pardon bol güneşli ve esenlikli günler diliyorum efendim.

Hoşçakalın...

(h)aykırı-yorumHakan KAYA

Çocuğumuzun ilk üç yılını çok güzel değerlendirmeliyiz. Çünkü, bir bebeğin bu döneminin; telafisi asla mümkün ol-mayan bir dönem olduğunu bilmeliyiz.

Dahi nasıl yetişir? Basamak basamak merdiveni çıkma misali bunu aşağıda takip edelim.

1/ Anne karnı: Prof. Dr. Serap Uysal bebeğin zeka gelişi-minde, hamilelik döneminde yapılması gerekenler için şöyle söylüyor. “Annenin hamilelik dönemini son derece sağlıklı geçirmesi gerekiyor. Anne adayının çevresindeki kişilere de çok iş düşüyor. Annenin ne kadar mutlu olduğunu görebi-liyorsak, huzur içinde bir hamilelik geçirdiğini biliyorsak, anne iyi besleniyorsa, bebek hayata biraz daha şanslı başlıyor. Annenin yüksek tansiyonu varsa direkt çocuğunun beynini etkiliyor. Annenin yaşadığı ağır stresler az ya da çok beyni etkiliyor. Çünkü anne ile bebek arasında olağanüstü bir bağ var. Annenin kimyasında olan her şey bire bir doğrudan bebe-ğe geçecektir.”

2/ Doğduktan sonraki 0-2 dönem: Bu konu da Didem Rümey-sa Sezginer şöyle diyor; “Dış dünya alıcılarımızla ilgili tüm sistemler özellikle 0-2 yaş sürecinde kurulur. Bu dönem “ku-rulum dönemi” olduğundan anne babalarımıza büyük görev-ler düşer. Çocuklarımızın bol bol görsel, işitsel ve dokunsal uyarana muhatap edilmesi, yapılabilecek en önemli şeydir.”

İlk 4 yıl için Prof. Dr. Nevzat Tarhan şunları söylemektedir. “ İlk 4 yıl çok önemli. Üçüncü aydan itibaren bebekler öğren-meye ve öğrendiklerini hafızada tutmaya başlar. İyi bir zihin gelişimi için çocuk, korku içinde, sevgi eksikliğiyle büyüme-meli. Mutlu bir aile, iyi beslenme, düzenli hayat zihni gelişti-rir. Anne babalar çocuklarının zeki olmasını istiyorlarsa kitap okusunlar. Kitap okunan bir evde yetişen çocuğun zekâsı gelişir. Çocuk anne babayı örnek alarak okumaya özenir. Öyle ki çocuk yerde bir kağıt bulduğunda okumalı, okumaya, öğ-renmeye âşık olmalı. Oksijeni bol ortamda büyümesi de çok önemli. Sigara dumanı beyne zarar veriyor. Beslenmeye de dikkat edilmeli.”

Çocuğumuzun zeka gelişimi için yapabileceğimiz önemli şeyler. 1- İki yaşından küçüklere televizyon izletilmemeli: Tele-vizyon, iki yaş altı çocukların algı yetenekleri ve beyin geli-şimlerini kötü yönde etkiliyor. 2- Bebekken sürekli olarak anne sütüyle beslenmeli: Anne sütüyle beslenenlerin, altı yaşına geldiğinde okuma yazma ve matematik becerileri yaşıtlarından yüzde 5 daha yüksek oluyor. 3- Çocuk enstrüman çalmayı öğrenmeli: Herhangi bir enstrüman çalabilen çocuğun sözlü iletişim becerisi yüzde 15 daha yüksek oluyor. 4 -Evde en az 500 kitap bulundurulmalı: Evinde en az 500 kitap bulunan çocukların liseden mezun olma şansı yüzde 36, üniversite mezunu olma şansı ise yüzde 19 daha yüksek. 5- Çocuğun içgüdülerini kontrol etmesi öğretilmeli: İçgüdü kontrolünün yüksek olması, yaşıtlarına göre sınavlardan daha yüksek not almasını sağlıyor. 6- Hamileyken asla uyarıcı madde kullanılmamalı: Hamileliğinde uyuşturucu madde kullanan kadınların çocuklarında gelişim bozukluğu riski 5 kat daha fazla. 7- Çocuk aşırı kilo almamalı: Obez çocuklar, okuma testle-rinde yaşıtlarına göre yüzde 11 daha başarısız oluyor. 8- Çocuk spora alıştırılmalı: Egzersiz yapan çocukların liderlik becerileri yüzde 100 artıyor. 9- Çocuk anaokuluna gönderilmeli: Anaokuluna gönderi-len çocukların liseden mezun olma şansı yüzde 52 artıyor. 10- Geç baba olunmamalı: Babası 20’li yaşlarında olan çocukların IQ seviyesi, 40’lı yaşlarından sonra baba olanların çocuklarına göre 3 ila 6 puan daha yükseliyor. 11- Denge oyunları öğretilmeli: Denge becerisi, muhakeme yeteneğini geliştirir ve çocuğun dikkat oranı yüzde 3 artar. 12- Ekonomik etki: Ailesi sosyal yardımla geçinen çocuklar, düzenli geliri olan ailelere göre dört kat daha az kelime öğreniyor. 13 – Yabancı dil eğitimi: En az iki yıl yabancı dil eğitimi alan çocuklar üniversite sınavında yüzde 14 daha yüksek puan alıyor. 14- Böcek ilaçlarından uzak durulmalı: Hamilelikte böcek ilacına maruz kalmak, çocuğun IQ’sunu yüzde 1.4 oranında düşürüyor. ( Kaynak. NP Grup. Milliyet.)

ÇOCUK DÜNYASIHatice

YILDIRIMAraştırmacı

[email protected]

ÇOCUĞUNUZUN BİR DAHİ OLABİLMESİ İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ? (2)

Ayıp Şey Yahu !

Betül MARDİN’den

8

Page 9: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 9

Mutfakta Osmanlı-Türk Mührü : L’EMPREINTE

« Mutfağımızın damgasını vurmak istedik »

Mulhouse yakınlarındaki Wittenheim’da yolumuz bir gün bir Türk restoranına düştü. Normal bir yemek yiyeceğimizi beklerken, hiç tahmin edemeyeceğimiz muhteşem bir sunum eşliğinde bir Osmanlı-Türk mutfağına rastgeldiğimizi anladık : L’EM-PREINTE.

Sahibi Türk, aşçısı İsrailli olan bu güzel ve sıcak restoranı sizlere de tanıtmak bizin için artık kaçınılmaz bir görev olmuştu.

Bir sonraki gidişimizde lokantanın sahibi Cebrail ERYURT ile aşçısı Yaron KORAKIM bizlere sizler için aşağıdaki bilgileri verdiler.

Bu şık restoranı tüm okuyucularımıza tavsi-ye ediyoruz...

Cebrail ERYURT : 24 Kasım 1984, Fransa doğumluyum. Yani, Öğretmenler Günü’nde doğmuşum ; bunu bir şans sayıyorum. Aslen Amasyalı’yız. Altı kardeşiz. İnşaat

Meslek Lisesi mezunuyum. Nişanlıyım. Bu restorandan önce, kendi inşaat şirketim vardı ; yedi sene boyunca, fayansçı olarak bu işte çalıştım. Sonra gastronimi sektörüne atladım…

Bu benim çoktan beri içimde olan bir tutkuydu. Bunu gerçekleştinmek üzere de, 2010 yılının Ağustos ayında burayı, L’Empreinte’i açtım. Burası Osmanlı-Türk mutfağı ile modern mutfak anlayışını bira-rada sunan bir konseptle kuruldu ve hâlâ da böyle devam etmektedir.

Öğlen servislerinde dünya mutfağından ( İtalyan, Fransız, Türk… ) her şeyi bulabilirsi-niz ama yoğunlukla kendi spesyal Osmanlı yemeklerimizi sunuyoruz : Mahmudiye, kuzu mutancene, mezeler gibi…

Aşçımız İsrailli. Bu yemekleri ben araştırıp buluyorum, kendim montajlıyorum ve bugünün ürünleriyle birleştirip aşçımıza veriyorum ; o da sanatını konuşturup elin-den gelenin en iyisini yapmaya çabalıyor. Ben kendisinden çok memnunum, çok iyi anlaşıyoruz, arkadaşız zaten.

Bu yemekler bir günde yapılmıyor ; mönüye gelene kadar defalarca, bazen günlerce deneyerek karar veriyoruz.

Sizi çok etkilediğini ve beğendiğinizi söylediğiniz yemeklerin sunumu için şunu söyleyebilirim : bu daha çok benim stilim, konsept olarak aşçıdan ben böyle hazırlamasını istiyorum. Ama sonuçta be-raber yaptığımız bir ürün çıkıyor ortaya ; aslında her şeyi birlikte yapıyoruz.

Lokantamızın ismi olan L’Empreinte Türkçe’de damga, mühür, iz, tuğra gibi an-lamlara geliyor. Bir anlamda, mutfağımızın damgasını vurmak istedik diyebiliriz…

Burası 30 kişilik bir mekân ; şimdilik müşteri yoğunluğumuz daha çok Fransızlar’dan yana gibi. Sizin aracılığınızla yavaş yavaş Türkler’e de tanıtmak istiyo-ruz. Restoranımızın park yeri sorunu da bulunmamaktadır.

İnsanlar neden bizim restoranımızı tercih etmeli diye sorarsanız, size şu cevabı vere-bilirim : Bence Fransa veya Avrupa’da bu şekilde çalışan bir restoran stili yok. Tabii ki çok güzel restoranlar bulunuyor ama genel-

de hep aynı mönülerle çalışıyorlar ( ızgara vb. ). Bizse Osmanlı mutfağının modern, gastronomik şekliyle hizmet veriyoruz. Bi-zde ızgara olarak süt danasından yaptığımız dana kaburgası var ; biz onu ızgaralıyoruz ve Amasya keşkeği ve domates sosu ile sunum veriyoruz. Balıklarımız da genelde ızgara şeklinde ama fırındadır…

Burada insanlar aile ortamında, sakin bir atmosferde, güzel müzikler dinleyerek rahatça yemeklerini yiyebilirler ; bunlara çok dikkat ediyoruz. Salonumuz fazla kalabalık olmayan özel günler için de çok uygundur.

Pazartesi gün-leri kapalıyız ; onun dışındaki günlerde, saat 12.00-14.00 arası ile 18.00-21.30 arası açığız. Özellikle Cuma ve Cumartesi akşamları için rezer-vasyon yaptırılması yerinde olacaktır. İlerki zamanlarda canlı müzik yapmak düşüncemiz de mev-cut ; bunun için ud, klarnet gibi Osmanlı müziğini anımsatan geleneksel çalgılarımız çalabilen müzisyenler aramaktayız. Eğer varsa, bizimle irtibata geçebilirler.

Mekânımızı tüm vatandaşlarımızn gelip görmelerini, bu tür şeyleri önemseyip benimsemelerini tavsiye ediyorum çünkü Osmanlı mutfağımızın tamamen silinmeme-si gerekir diye düşünüyorum. Bu yapıldığı takdirde, yabancılar bizim mutfağımızı sa-dece kebaptan ibaret sanmazlar…

Bir de, bizim Osmanlı mutfağının Lübnan ya da Arap mutfağ olarak tanınması me-selesi var ; aslında oralar Osmanlı toprağı, mutfağın aslı bizim yani…

İleride bu restoranımızı, kendi vatandaşlarıma daha yakın olabileceğim, Türkler’in çok yoğun yaşadığı Colmar, Stras-bourg gibi şehirlerde de açmak istiyorum. Bu konsepti oralara da taşımayı arzuluyo-rum.

En önemli çalışma prensiplerimizi temi-zlik, güleryüz, müşteriye en iyi hizmeti vererek memnuniyetlerini sağlamak ola-rak özetleyebilrim. Bundan ödün verme-meye çalışıyoruz. Tüm vatandaşlarımız burada ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyacağız…

Yaron KORAKIM : Je suis cuisinier professi-

onnel d’origine israélienne. Je vis en France depuis 3 ans et travaille à l’empreinte de-puis 1 ans et demi. Ma femme est alsacien-ne. Je suis cuisinier de métier.

Nous proponsons des menus spéciaux et originaux à un excellent prix (13€). La décoration raffinée de l’assiette est digne d’un restaurant étoilé. Toute notre passion est la restauration, c’est un vrai plaisir et cela se reflète dans nos assiettes. Pour moi, c’est un art la présentation d’une assiette. A ma part, j’adore cuisiner. Nous offrons un menu spécial et complet ottoman à prix réduit : la soupe, entrée, plat principale et dessert.

Nous travaillons ici dans une bonne ambi-ance, on s’amuse en travaillant; nous nous entendons bien avec mon patron.

( L’Empreinte / 117, rue d’Ensisheim 68270 Wittenheim / Tel : 09 51 29 58 92 – 06 98 39 64 62 / www.restaurant-lempreinte.com )

İZMİR VOYAGES STRASBOURG ŞUBESİNİ AÇTI

Bilindiği gibi Selestat’ta iki yıldan beri faaliyet gösteren IZMIR VOYAGES seyahat acentası, Strasbourg’ta ikinci şubesini açtı. Gare yakınında, Özcan Alimentation’un yer aldığı sokağın sırasında bulunan yeni şubenin tam adresi şöyle : 21, Bld de Nancy. Yeni şube, otoban çıkışlarına ve merkeze çok yakın; ulaşımı pratik ve oto park sorunu olmayan bir noktada bulunuyor.

Bu konuda görüşlerine başvurduğumuz IZ-MIR VOYAGES yöneticileri Hüseyin KOCA ve Ali DURMAZ, « Kuruluş tarihinden itibaren, profesyonel, displinli ve vatandaşlarımız için

hesaplı çalışmasından dolayı çok büyük ilgi gören IZMIR VOYAGES, sunduğu UÇAK BİLETİ, ORGANİZE TUR ve HAVAALANI SERVİSİ gibi hizmetleri Strasbourg ve çevresinde yaşayan

Türkler’e de götürebilmenin sevincini yaşıyor ve daha geniş bir kitleye ulaşmayı hedefliyor. Amacımız Strasbourg ve çevresine güvenilir bir seyahat acentası kazandırmaktır » dediler.

KOCA ve DURMAZ, sözlerine şu şekilde devam ettiler : « Bu fikir direkt olarak Stras-bourg’ta yaşayan mevcut müşterilerimizden gelmiştir. Strasbourg’taki müşteri sayımızın her gün daha da arttığını gördük. Onlara daha yakın olmak için ve bu hizmeti daha geniş bir kitleye sunabilmek için, ikinci şubemizi STRAS-BOURG’a düşündük. Tanışmak, bizden beklentileri öğrenmek ve firmamızın uzun vadedeki projelerini paylaşmak için, herkesi büromuza davet ediyoruz. » Açılışını 3 Mart 2012 cumartesi günü yapan IZMIR VOYAGES, bu mutlu gününü Strasbourg ve çevresinde bulunan tüm Türk dernek yöne-ticileri ve Türk esnafı ile beraber kutladı.

Mulhouse’ta Bir Türk Gözlükçü : M OPTIC’in Sahibi Murat ÇETİNBAĞ

Fransa’nın Mulhouse şehrinde artık bir Türk gözlükçüsü var : Murat ÇETİNBAĞ. M OPTIC isimli gözlük mağazasını yakın bir zaman önce Aristide Briand cad-desinde açan ÇETİNBAĞ, okulu bitirdikten sonra mesleğini büyük bir şirkette pekiştirdiğini belirterek, genç yaşta kendi dükkânını açma şansına eriştiğini söylüyor. Müşterilerini yeni yapılmış butikte, genç ve dinamik bir ortamda ağırlayan Murat ÇETİNBAĞ ve ekibi, her yaşa ve zevke hitap eden çok seçimli gözlük çeşitleri ve güneş gözlükleriyle vatandaşlarımızın hizmetinde olmaktan mutluluk duyduklarını dile getiriyorlar ( bunlar arasında Marc Jacobs, Pierre Cardin, Ray Bann… gibi ünlü markalar da bulunuyor). Bazı markalarda ikinci gözlüğün sadece bir euro’ya alınabileceğini vurgulayan ÇETİNBAĞ, son teknoloji ile tasarlanmış makinalarla göz kontrolünü de ücretsiz olarak yapıyor ( 3 yılı geçmemiş reçetelerle). « M OPTIC’te lenslerinizi de kolaylıkla sipariş edebil-irsiniz » diyerek sözlerini noktalayan genç işadamımız Murat ÇETİNBAĞ’ı kutluyor, başarılar diliyoruz. ( M OPTIC 49, avenue Aristide Briand 69100 MUL-HOUSE / Tel : 03.89.36.92.81 )

Page 10: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Fransa Anayasa Konseyi, Soykırımların İnkârını Suç Sayan Yasa Tasarısı’nın Anayasa’ya Uygun Olmadığına Karar Verdi

Fransa Anayasa Konseyi, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddinin suç sayılmasını öngören yasayı iptal etti. Mahkeme iptal gerekçesi olarak yasanın düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu belirtti. 142 İMZAYLA GİTMİŞTİ Yasa, Fransız Senatosu’nda Ocak ayında kabul edilmiş ve kısa süre içinde Nicolas

Sarkozy’nin imzasıyla yürürlüğe girmişti. Bunun üzerine Senato’da Avrupa Demo-kratik ve Sosyalist Birlik Grubu Başkanı Jacques Mezard’ın öncülüğüyle başlayan girişim sonucu toplam 77 üyenin imzası

toplanırken, mecliste de iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) üyesi Michel Diefenbacher’ın girişiminde 65 imzaya ulaşılarak, Anayasa Konseyi’ne itiraz edilmişti. «İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE AYKIRI» Gerekli imza sayısına fazlasıyla ulaşan milletvekilleri ve senatörler, Fransız Anayasası’nın 34. maddesine ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle yasanın iptalini istemişti. YASA NE GETİRİYORDU? Yasa “Fransa’nın kanunla tanıdığı bütün soykırımların inkârının suç sayılmasını” ve Fransız mahkemelerinin, suçlanan kişilere bir yıl hapis ile 45 bin euroya kadar ceza isteyebilmesini.

Anayasa Konseyi’nin Kararı Konsey’den yapılan açıklamada, yasa tasarısının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği belirtildi. Konsey açıklamasında, «Bu nedenle Konsey, tasarının Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmiştir» dedi. Açıklamada ayrıca, «»Konsey, yasa yapıcıların kendilerinin kabul ettiği ya da suç olarak tanımladığı olguların varlığına karşı çıkanların cezalandırılması halinde yasa yapıcıların ifade özgürlüğüne ko-nusunda anayasaya aykırı bir eylemde bulunmuş olduklarına hükmetmiştir» de-nildi. Ancak Konsey, gerekçeli kararında, 2001

yılında kabul edilen ve 1915 olaylarının «soykırım» olarak kabul edilmesini ön-gören yasaya değinmedi ve böylece söz konusu kanunun tartışmaya açılması riskini de ortadan kaldırdı. İNCELEME HEM USUL HEM DE ESASTAN Ulusal Meclis ve Senato’da kabul edildik-ten sonra, geçtiğimiz ay 65 milletvekili ve 77 senatörün imzasıyla Anayasa Kon-seyi’ne götürülen «soykırımların inkârını suç sayan» yasa tasarısı böylece iptal edilmiş oldu. İtirazda, yasanın Fransız Anayasası’nın 34’üncü maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesiyle garanti altına alınan ‘ifade özgürlüğüne aykırı’ olduğu iddia edilmişti. Başkanlığını eski Meclis Başkanı Jean Louis Debre’nin yürüttüğü 11 üyeli Anayasa Konseyi’nin gerçekleştirdiği oyla-maya sekiz üye katıldı. Üyelerden Hubert Haenel ve Jacqueline de Guillenschmidt, daha önce yasaya karşı görüş belirttikleri; eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da hafızasını kaybettiği

ve hukuken ceza aldığı için oylamaya katılmadı. Konsey üyeleri bugünkü oturumda, inkâr yasasını hem usul, hem de esastan anaya-saya uygun olup olmadığını inceledi. SARKOZY’DEN YENİ GİRİŞİM Ajansların haberine göre, Anayasa Konseyi’nin iptal kararın ardından Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, yeni bir yasa tasarısı hazırlanması için hükümete

talimat verdi. Bundan sonra benzer bir yasanın Meclis’te gündeme gelebilmesi için, yasa tasarısını reddeden Konsey’in gerekçelerine bağlı olarak, önce Anayasa’da değişiklik yapılması gerektiği ifade ediliyordu.

Grup TURQUOISE’ın Konserleri Devam Ediyor Strasbourg’un bilinen ve sevilen müzik gruplarından TURQUOISE’ın Mart ve Nisan ayları içinde vereceği konserlerin tarih ve yerleri belli oldu. Grubun şefi Mehmet KABA’dan aldığımız bilgilere göre, kısa sürede tanınan ve talep edilen bir müzik topluluğu haline gelen TURQUOISE’ın programı şöyle : 17 Mart 2012, 20h30 / « Souffles d’Amour » / Salle Braun, Metz 25 Mart 2012, 17h00 / « Souffles d’Amour » / Eglise St.Paul / Place Brant, Strasbourg 28 Mart 2012, 18h00 / « Hommage à Prof. Server Tanilli » / Salle Pasteur, Palais Univer-sitaire, Strasbourg 07 Nisan 2012, 20h30 / « Türküler ve Şarkılar » / Espace Culturel de Django Rein-hardt, Neuhof

Doğum günü mesajı

Hey millet, Emre iki yaşında

Bu mutlu günün-de GÜVEN ailesini

tebrik ediyoruz.

Allah uzun ömür-ler versin.

EMRE’ye güzellik-lerle dolu nice yaş günleri diliyoruz

OBJEKTİF GAZETE

Son Talihliler de Hediyelerini AldılarGazeteniz OBJEKTİF’in 6. kuruluş yılı münasebetiyle düzenlemiş bulunduğu ikramiye çekilişlerinin sonuncusunun talihlileri hediyele-rini aldılar.

Şubat ayında yapılan çekilişte, son talihlilerimiz olarak hediyelerini kazanan Ahmet ÖZCAN ve Hacı KORKMAZ, sırasıyla ECO FOOD ( Eckbolsheim-Strasbourg ) ve DES-DINA FASHION ( Kehl ) firmaların-dan ikramiyelerini aldılar.

Biz, hem çekilişimize sponsor olan ECO FOOD ve DESDINA FASHION firmalarına, hem de son ikrami-yeleri kazanan değerli okuyucu-larımız Ahmet ÖZCAN ve Hacı

KORKMAZ’a gazetemize gösterdikleri ilgiden ötürü teşekkür ediyoruz.

Epinal Üniversite Öğrencileri Gala’da

Türkiye’yi TanıttıGrup TURQUOISE Geceye Renk kattı

Mustafa GÜÇLÜ / Epinal

Enstib öğrencileri her sene olduğu gibi bu sene de Gala düzenledi. Etkinliğin bu se-neki teması ‘‘Orient Express’’ idi. Tema uzun olduğundan, Gala’ya katılanlar uzun bir yol-culuk yapmış gibi oluyorlardı.

Gala, Epinal şehrine yakın Tha-

on les Vosges’da, la Rotonde salonunda gerçekleşti. Salon üç bölüme ayrılmıştı. Yolculuk Paris’te başlıyor, Viyana ve İstanbul’da bitiyordu ve bu la Rotonde’un üç salonuna yan-sıtılmıştı.

Birin-cisinde Paris ka-felerini andıran bir salon düzen-lenmişti, ikincisi

Viyana’yı betimleyen salon olarak hazırlanmıştı ve üçüncü salonda İstanbul tanıtılıyordu. Ayrıca Strasbourg konsolos-luğunun gönderdiği Türkiye tanıtım broşürleri masalarda yer almıştı ve büyük ilgiyle gelen misafirler broşürleri incelediler. Enstib direktörü ve Gala başkanı, Strasbourg Türk Başkonsolosu Sibel Algan’a bu

jesti için teşekkür etti.

Salonları girişleri üç ülke-nin bayraklarla süslenmişti. Türkiye’mizin en güzel şehirle-rinden İstanbul’un da bulun-ması olması tabii ayrı bir gurur meselesi oldu. Strasbourg’tan gelen, Men-met Kaba yönetimindeki Grup Turquoise ekibi ise, İs-tanbul salonundaki misafirleri mest etti.

İstanbul salonunu şenlen-dirmek için Strasbourg’tan Turquoise grubu davet edil-di. Gruptaki müzisyenler Türkiye’nin değişik yörele-rinden türküler söylediler ve yaptıkları nefis müzik çok beğe-nildi. Gece yarı-sına kadar sah-nede kalan Grup Turquoise salonu neşelendirdi ve kulaklardaki pası sildi.

Galaya gelen misafirlere Su-permarche des Vosges’un ikram

ettiği Türk çayı ve baklava çok beğenildi.

Diğer salonda da Viyana tanı-tıldı ve Viyana’nın vals dansı kursunu verdiler gece boyun-ca.

Gece yarısından sonra 1000 kişilik tiyatro salonunda muh-teşem bir gösteri oldu, Paris kabarelerinde yapılan gös-teriler tekrarlandı ve Nancy konservuatarından gelen öğrenciler muhteşem klasik müzik konseriyle geceyi sona erdirdiler.

Page 11: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 11

Page 12: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 13: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 13

Page 14: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 15: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 15

Page 16: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 17: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

Bașarı Motivasyonu & Motivasyon bașarıyı getirecek

Profesyonel, Kaliteli,Bilimsel ve Bireysel

destek veriyoruz

Avrupa Psikoloji Merkezinin Kurucusu Uzman: Erdinç Üstündağ katkısıyla

Uzman Erdinç Üstündağ Güvencesiyle

Biz geliyoruz, çünkü Eğitimdeki bașarısızlığı görüyoruzve nedenlerini biliyoruz. Sizin çocuklarınızın bașarısızlığına göz yumamayız.

Fransada kendini kanıtlamıș olan Öğretim Üyeleri çocuklarınıza ders verecek. HERȘEY DAHİL: - Motivasyon & Konsentrasyon desteği - Psikolojik yardım - Ders anlama teknikleri - Özgüven seansi Matematik, Fransızca-Almanca, İngilizce ders yardimlari

KEHL´de

Okul Derslerinde bașarıyı getiriyoruz

www.nachhilfe-akademie.com

Rhein Str. 49

+49 7851/886 70 29

NACHHILFE

EĞİTİM AKADEMİSİ hizmete giriyor

AKADEMIE

17

Page 18: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 19: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 19

Page 20: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 21: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 21

Page 22: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 23: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 23

Page 24: OBJEKTIF 03.2012
Page 25: OBJEKTIF 03.2012

Türk Firmaları da Fuar’da Boy Gösterdiler

Fransa’nın Mulhouse şehrindeki Parc Expo fuar salonların-da, 3-5 Şubat 2012 tarihlerinde bu yıl ikincisi düzenlenen “Seyahat, Tat ve Şarap Fuarı”nda ( FestiVitas, le Salon des Voyages, Saveurs et Vins ) Türk firmaları ilgi odağı oldular.

Kıbrıs’ın onur konuğu olduğu ve 150 şarap üreticisi ile on-larca turizm şirketinin katıldığı fuarı bu sene de çok sayıda kişi izlerken, katılımcılar A380 ile uçuş simülasyonu yapma olanağı da buldular.

Paris’teki Türk Kültür ve Tanıtma Müşavirliği’ni temsilen Ataşe Gökhan ÇETE öncülüğünde fuara katılan Türk firma-ları arasında THY Basel Müdürlüğü başı çekerken, tek tur operatoru olarak MAVIE Tur, tek seyahat acentası olarak da FAVORIS VACANCES bizleri temsil ederek gururumuz oldular.

Fuar süresince THY bir de çekilişe sponsor olarak, şanslı bir katılımcıya uzun menzilli bir yolculuk için ücretsiz bilet verdi.

Fuar esnasında görüşlerine başvurduğumuz Türk yetkili ve temsilciler, Objektif okuyucuları için şu mesajları verdiler :

Gökhan ÇETE : 23 Aralık 2011 tarihinden bu yana Paris’teki Kültür ve Tanıtma Müşaviriliği’nde Ataşelik görevini yürüt-mekteyim. Bu katıldığım ilk etkinliğim, ilk turizm fuarı oldu diyebilirim. Biz tabii ki Fransa’nın geneline ulaşmak istiyoruz; onun bir parçası olarak Mulhouse’ta ikincisi düzenlenen bu fuarı ve verimliliğini değer-lendiriyoruz. Bunun sonu-cu olarak en uygun fuar dağılımını da yapacağız.

Standımız her zaman oldu-ğu gibi ışıl ışıl, çok göz alıcı; ikramlarımız da beğeni topluyor. Çok ilgi topladı

stand; insanlar en az bir kez, hatta bazen birkaç kez gelip bilgi alıyorlar, memnun kaldıklarını gözlemleyebiliyoruz.

Genelde yabancılar geliyor ziyaretimize ama tabii ki Türk vatandaşlarımız da geliyor; bu da çok zevkli oluyor.

Biz Müşavirlik olarak belli başlı merkezlerimizin ve özellikle İstanbul’un dokümantasyonunu dağıtıyoruz. İstanbul’un kapış kapış gittiğini söyleyebilirim. İnsanların ilgisi çok yo-

ğun memleketimize; bir veya birkaç kez gitmiş olduklarını, tekrar görmek istedik-lerini ifade ediyorlar. Biz de bundan çok memnun oluyoruz tabii ki...

Hale HAKSUN ( THY Basel İstasyon Şefi ) : Bizi çok memun eden bir fuar oldu. Özellik-le yabancı uyruklu insanların bizim standı-mıza büyük ilgi gösterdiklerine şahit olduk. Çekilişte verdiğimiz uçak bileti de ülkemizin ve THY’nın tanıtımına ayrı bir katkı sağladı. Bu tür fuarmarın faydalı olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Herkese teşekkür edi-yorum.

Abdullah GÖZİTOK ( Favoris Vacances Temsilcisi ) : Ben, Favoris Vacances gö-revlisi sıfatıyla, bu fuara katılan tek Türk acentası olarak hem büyük bir mutluluk ve gurur, hem de sorumluluk duyuyorum. Gönül isterdi ki Türkiye daha fazla acenta ile temsil edilsin...

Mulhouse’ta ikincisi düzenlenen bu fuar bizim açımızdan oldukça iyi geçti. Özellikle yabancıların standımıza ilgisi memnunluk verici düzeydeydi. Bu arada. Mulhouse’ta gö-rev yaptığım dönemden tandığım eski müşterilerime rast-lamak da ayrıca sevindirdi beni.

Sonuç olarak fuarın bizim için bilançosu çok olumlu oldu...

Ayhan AKBAYRAK ( Mavie Tur Doğu Fran-sa Sorumlusu ) : Türkiye’deki IQ Travel’e bağlı olarak çalışan Mavie Tur’da ben de bir seneyi aşkındır Doğu Fransa Sorumlusu olarak görev yapmaktayım. IQ Travel her sene 600 bin kişi karşılayan, turizmimi-zin yüzakı bir şirkettir. Mavie Tur olarak Temmuz-Ağustos aylarında Strasbourg’tan Antalya’ya direkt uçuşlarımız bulunmakta-dır. Yer olduğu oranda sadece uçuş bileti alan yolculara da yer verebilme olanağı olmaktadır. Bunun için vatandaşlarımızın seyahat acentalarına başvurmaları gerek-mektedir. Bunun yanısıra, Mulhouse’tan da Antalya’ya haftada iki gün, her cuma ve pazar uçuşumuz mevcut. Ayrıca, yine Mulhouse’tan, Pegasus’la perşembe gidiş-

pazar dönüş şeklinde İstanbul uçuşlarına da paket turlar satmaktayız. Bir de Badan Baden ve Saarbrücken’den An-talya uçuşlarımzın olduğunu ifade edeyim. Bu yılki fuar oldukça iyi geçti; biz memnunuz.

Vatandaşlarımıza, Temmuz ve Ağustos’taki Strasbourg –An-talya uçuşlarımızı otelli veya otelsiz olarak değerlendirme-lerini tavsiye ediyorum.

Mulhouse FestiVitas Fuarındaydık

Page 26: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 27: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 27

Page 28: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

1956 yılında İsviçre’nin Lugano şehrinde 7 ülkenin katılımıyla ilk defa yapılan Eurovision Şarkı Yarışması’nın amacı; aslında ülke televizyonları arasında ortak canlı yayın yapabilme kabiliyetini gerçekleştirme ve kaliteyi arttırmaktı. Zamanla bu yarışma bütün Avrupa ülkelerinin katıldığı ve milyon-larca izleyici kitlesine sahip olan bir yarışmaya dönüştü. Avrupa anakarası dışından bu yarışmaya katılan tek ül-kenin İsrail olduğunu da bu bilgilere ekleyelim.

Eurovision Şarkı Yarışması’na katılan ülkelerin çoğu, kendilerini temsil ede-cek şarkı ve şarkıcıyı seçmek için ülke içinde bir yarışma düzenlemekte ve bununla yetinmeyerek halkoylamasına gitmekteyken; ülkemizin de içinde olduğu bir grup ülke ise doğrudan sanatçıyı seçerek beste siparişi vermek-tedir.

Ülkemiz Eurovision geçmişinin ilk yıllarında maalesef sürekli başarısız olmuştur. 1975 yılında, Semiha Yankı’nın seslendirdiği “Seninle Bir Dakika” isimli şarkıyla ilk defa katıldığımız ve Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ertesine denk gelen bu yarışmada siya-set üstün gelmiş ve sonuncu olmuştuk. 1979 yarışması Kudüs’te düzenlendiği için yine siyasete kurban giderek, yarışmaya katılmaktan vazgeçmiştik. İlerleyen yıllarda sürekli son sıralarda dolanırken, 1997’de Şebnem Paker’in “Dinle” isimli şarkısıyla üçüncü ola-rak zirveye ilk defa yaklaştık. Derken 2003’te Sertab Erener’in İngilizce olarak seslendirdiği “Everyway That I Can” isimli şarkısı ile birinciliği kazandık. Ayrıca bu sonuç, 2004 yılı Eurovision’unun İstanbul’da düzenlen-mesini sağladı.

Gelelim Eurovision’un neden dil ve kültür tahribatı yaptığı konusuna. Yarışma isminden de anlaşılacağı üzere, ortak bir Avrupa vizyonu üzerine ama-çlar gütmektedir. Bu tip organizasyon-lar hiçbir zaman bağımsız bir yapıda değillerdir. Mutlaka bilinçaltı (subli-minal) mesajlar içermektedir. 2003 yılında İngilizce bir şarkıyla katılıp ilk defa birinci olmamız düşündürücüdür. Eurovision’a katılan ülkelerin zamanla İngilizce konusunda ittifak etmeleri, ekonomik olarak zayıf ülkelerin dışında Fransa gibi dilinden taviz vermeyen bir ülkenin bile yıllar sonra İngilizceyi ter-cih etmesi dikkat çekicidir.

Ülkemizden bu yılki Eurovision’a katılacak olan sanatçı yine TRT tarafından seçildi ve kendisine be-ste yapması söylendi. Mayıs ayında Bakü’de yapılacak olan yarışmaya ülkemizi temsilen katılacak olan Can Bonomo’nun; favoriler arasında olmaksızın seçilmesi ve etnik köke-ni gibi nedenler bazı söylentilere sebep oldu. Daha sonra şarkının da İngilizce olarak ortaya çıkması, ilk defa yayınlanan klibinde İllüminati işaretinin yer aldığı söylentileri işin tuzu biberi oldu.

Kişilerin karakterleri ve etnik köken-leri asla eleştirilerimizin odağında değildir. Ülkemizi temsil edecek kişinin şarkısıyla, kültürümüzü ve di-limizi orada nasıl temsil edeceğiyle

ilgilenmekteyiz. Bu yarışmaya katılacak kişilerin seçilme şekli, Anadolu’nun kendine has müziklerinden, ezgilerinden esinlenmiş şarkılara yarışmada fırsat tanınmaması halkımızı üz-mektedir. Hâlbuki bu yarışmaya öz kültürümüzü yansıtan parça-larla katılmalıyız. Şimdiye kadar yarı İngilizce yarı Türkçe ya da tamamen İngilizce ve Avrupa tarzı parçalarla katıldık da ne oldu? Topu topu bir birincilik… Burada kastım kültürümüze mal olmuş eski parçaları olduğu gibi söyle-mek değil. Onların melodilerini yansıtan, anlamlı sözlere sahip

ve de modern şarkılar oluşturabiliriz. Ayrıca bu şarkının dili de mutlaka Tür-kçe olmalıdır. Her ülke kendi dil ve kül-türünü yansıtan şarkıyla katılırsa bence daha anlamlı olur. O zaman bu kültürel bir yarışma olur. Diğer türü sıradan ve tek dilli bir müzik yarışması olarak kalır.

Yarışmanın zaman zaman politize olması; birbirine komşu olan, dinsel birliktelikleri olan, etnik kökenleriyle aralarında akrabalık ilişkileri olan ve de aralarında siyaseten sorun olan ülkele-rin birbirlerine kasten oy vermeleri ya da vermemeleri yarışmanın kalitesine gölge düşüren diğer bir sebeptir.

Şarkıların tıpkı Oscar, Grammy gibi yarışmalarda olduğu gibi; önceden kamuoyunda tartıştırılarak medya tarafından birinci olabileceği şeklinde dillendirilmesi, birileri tarafından üzerinde karar kılınması, oy verecek olan seyirciler üzerinde derin etkiler bırakmaktadır. Bir nevi beyinler önce-den sonuca hazırlanmaktadır. Bu da bize lobilerin ve siyasetin bulaşmadığı hiçbir organizasyonun olmadığını gö-steriyor.

İşte bu nedenlerden dolayı Eurovi-sion nedense bana hep erozyonu anımsatıyor. Özellikle Sertab Erener’in İngilizce şarkıyla birinci olmasından sonra sanki işin sırrı İngilizcedeymiş gibi sürekli bu dille katılmamız bence bize yakışmıyor. Dilimiz ve kültürümüz, erozyonun taşıyıp götürdüğü topraklar gibi kaybolup giderken; yeni nesle biri-leri tarafından ortak bir kültür, ortak bir dil aşılanmaya çalışılıyor. Kısaca Euro-vision, önce dilimize sonra da kültürü-müze büyük zararlar veriyor.

Sizlere Eurovision hakkında birkaç soru sormak isterim:

Sizce; anadilimizi bir kenara atarak Eurovision’a gönderdiğimiz İngilizce şarkılar kültürümüzü ne kadar temsil etmektedir?

Bu şarkılar yüzde kaçlık bir halk kitle-si tarafından benimsenmekte ve ne kadarlık bir kesim bu şarkıların sözlerini anlayabilmektedir?

TRT gibi milli bir kurumumuzun bu konuya daha duyarlı olması gerekmez mi?

Ülkemin iç dinamiklerini iyi tanıyan biri olarak cevaplarınızı tahmin edebiliy-orum. Öyleyse gerçekçi olalım. Kendi-miz olalım, kültürümüzle ve anadilimiz-le oralara gidelim. Adil olup olmadığı tartışılan bir yarışmada, birilerine ken-dimizi beğendireceğiz diye, yüzyıllardır kullandığımız ve hali hazırda 250 milyon kişinin konuştuğu dilimizden taviz vermeyelim. Kumaşımızdan utanmayalım, kabuk değiştirmeyelim. Bizim farkımız var. Onlarca medeniye-tin mirası üzerindeyiz. Onlarca kültürün ve dilin ortak sesiyiz. Lütfen aramıza duvarlar örmeyelim, aksine öz kültürü-müzü besleyerek ve dilimizi güçlendire-rek birbirimize daha sıkı kenetlenelim.

Sağlıkla kalın.

Saint-Dizier, 25 Şubat 2012

EUROVISION: DİL VE KÜLTÜR TAHRİBATI

İbrahim MERAL

[email protected]

İş, ev ve özel hayatınızda olup biten bir sürü olay var.

Ve siz bunları bir türlü kafanızdan atamıyorsunuz…

Sorunlar büyüdükçe sizin sabrınız azalıyorsa, önerilerimize kulak ve-rin!

Bol bol ara verin... Ara vermek, insanın kendi dünyasıyla başbaşa kalmasını, işlerden uzaklaşmasını sağlar. Bu küçük araları günde en az 10 kez vermek gerekir.

Oturduğumuz yerde duruş biçimi-mizi değiştirme, sırtı dikleştirme, hatta imkanımız varsa esneme ha-reketleri bizi rahatlatabilir. Gün için-de birkaç kez kaslarımızı gevşetmek gerekir. Sürekli kullandığımız vücut hareketlerinin tam tersini uygulayın. Örneğin sekreterseniz ve hep aynı yönden telefonlara bakıyorsanız, başınızı diğer ta-rafa doğru iyice gerin. Kaslarınızın gevşediğini hissedeceksiniz.

Derin nefes alın Ara sıra göğüs kafesi yerine diyaframdan nefes almaya çalışın. Bu sizi mutlaka rahatlatacaktır.

Doğal ışık dinlendirir. İş ortamında ışığın doğala yakın bir renkte olması, değişik kaynaklardan gel-mesi gerekir. Yetersiz ışık daha fazla yoğunlaşmayı gerektirir. Bu bakımdan aşırıya kaçmamak, masayı güneş alacak şekilde yerleştirmek, halojen lambalar kul-lanmak daha uygun olacaktır.

Çalışma masanızın yerini değiştirin. Çok sık olmamak koşuluyla arada bir masanın yerini değiştirmek iyi-dir. Aynı zamanda masanın üstünde ve çevresinde duran eşyaların yerleri de değiştirilebilir. Bu uygu-lama tekdüzeliği kırar ve stresin doğmasını önler.

Dağınıklığı dert etmeyin. Gerekli özeni göstererek bu sorunla ko-layca başa çıkılabilir. Bunun için ayda bir olağanüstü toparlamalara girmeye gerek yoktur. Günümüzün 10 dakikasını odanızı düzenlemeye ayırmak yeterlidir.

Belgeleri hemen çanta ya da do-syaya yerleştirin. Masanızda sadece o gün kullanacaklarınız bulunsun.

Son öneriler : Başkalarına yöne-lik olumsuz duygularınızı sakince anlatmayı deneyin. Bu duyguları ne kadar uzun süre içinizde tutarsanız, stresiniz o ölçüde artacaktır.

Kolay erişebileceğiniz hedefler için fazla beklemeyin; kendinize çok sayıda küçük ve kolay hedefler be-lirleyin.

Ara sıra iyi anılarınızdan yararlanın; geçmişteki olaylara dönün ve yaşamınıza biraz neşe katacağınıza inandığınız projelerin programını yapın. Onlara ulaşmayı bekleyin.

ÖNCE SAĞLIK

Erdinç ÜSTÜNDAĞ

Problemsiz Bir Gün için...

Günlerden cumartesiydi. Hava hafif yağmurluydu, dondurucu bir soğuk yoktu. Özel bir gün değildi. Kış aylarında normal bir gündü. Şehir merkezi her zamanki gibi kalabalıktı. İnsanlar “boş” günlerinde alış veriş yapmak için şehir merkezine akın etmişti. Strasbourg Kleber meydanı bu Cumartesi de on bin-lerce protestodan birini, daha doğrusu ikisini daha yaşıyordu. Bir tarafta 26 şubat 1992 yılında erme-niler tarafından hocalı’da katledilen binlerce aze-ri için adalet isterken, diğer taraftan Fransa’da çıkartılmak istenen bir yasa protesto ediliyordu. Ve her yıl olduğu gibi bu sene de 50 kişiyi geçmey-en bir kalabalık vardı. Camilerde, Cuma namazında duyurulmasına rağmen 3-5 Türk hacı amca vardı. Diğerlerinin büyük ihtimal işleri yoğundu. Hatta iki elleri kanda olsa gelirlerdi ama inanın çok önemli işleri vardı. Fransa Ermeni yasası çıkartmak istediğinde üstün gayretler sonucu 15 000 kişi Paris’e toplanabilmişti. Azerbeycan’dan gelen haberler ise bizi kızdırmıştı. Bazı medya organlarında çıkan haberler de Azeriler’in Fransa ile dostluğunun devam ettiği gibi bir protesto olmadığı yönünde idi. O zamanları çok sinirlenmiştik. Nasıl olur bu konu onları da ilgilendi-riyor diye. Ama sonrada farklı protestoların olduğunu gördük. Hocalı katliamı failleri daha yaşıyor. Çok geriye gitmeye gerek yok, henüz 20 yıl geçmiş aradan. Bebeklerin derisini nasıl yüzdüğünü kitap yazarak anlatan cani doktor bile serbest geziyor. türkiye uluslararası arenada her zaman sıkıştırılmaya çalışıyor. ancak buna rağmen elinde olan mal-zemeleri bir türlü kullanamıyor. insanlığın Bosna’da olduğu gibi yerin dibine battığı hocalı kanayan bir yara. Bilemiyorum belki de Fransa’da işleyen Anayasa Konseyi süreci çerçevesinde Türkiye ön plana çıkmak istemedi. Ama geçen yıllarda da aynıydı. Neden bu konu hâlâ Uluslararası Topluma nakledil-miyor anlamıyorum. Karabağ sorunu hâlâ çözülmüş değil, işgal altında binlerce kardeşimiz var. Zulüm üstüne zulüm görüy-orlar. Ama biz birçok konuda olduğu gibi bu konuyu da medyaya yansıtamadık. Kamuoyunun ilgisini çekemedik. Aslında konuya geniş bakmak gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde PKK teröristleri Zaman gazetesinin Paris bürosuna saldırmıştı. Zaman gazetesi ise “Polis ne yapıyor” diye sormuştu. Bu başlığı görünce gülmüştüm, kendi kendime dedim ki: “Polisin peçeli kadın avından asıl teröristlerle uğraşamaya vakti yok!”. Bir Fransız gazetesine sözde İslamcılar saldırdığında Fransa ayağa kalkmıştı. Ama başka bir yayın organına saldırı sadece ve sadece Türkler’e yakınlığı ile bilinen bir milletvekili tarafından kınandı. Hiçbir yetkili oraya koşmadı, kınamadı, polis koruması sözü vermedi. Fakat yeri geldiğinde dost görünmeyi iyi bildiler. eğer bu ikiyüzlülük değilse nedir? size yapılan saldırlar insanlık suçu da bize yapılan eşek şakası mı beyler? adalet, insan hakları, özgürlük, barış velhasıl yeni dünya düzeninde icat ettiğiniz ne varsa herkes için geçerli değil mi? yoksa bütün bunlar sadece ve sadece Batı için mi geçerli? Bir yandan İran’ın zorunlu başörtüsü yasasını eleştirip diğer yandan zorunlu soyunma yasaları çıkartmazsınız! Buna düpedüz ikiyüzlülük derler! Fakat daha da sinir bozucu olan, buna karşı yapacağımız hiçbir şeyin olmaması. Sanki ellerimiz, kollarımız bağlı. Durum o kadar vahim ki aynı saatte ve aynı yerde yapılan ve Azeriler’den 2 kat fazla olan (yani 100 kişi) dünyaca ünlü Hacker grubu Anonymus gru-bunun protestosu çok daha büyük ilgi gördü. Yerel ve ulusal medya oradaydı. Akşam haberlerde önemli yer aldı ama Hocalı katliamı yerel basında 2 satır ile geçiştirildi. hocalı katliamı için yapılan bu protesto, strasbourg’ta kaç yıldır yapılıyor bilmiyorum ama gelecek sene aynısını yapmanın bir faydası yok. oturup çok daha farklı ortamlarda ya da çok daha ses getirecek eylemler daha faydalı olur diye düşünüyorum.

FRANSA GÜNDEMİ

Fatih KARAKAYA

[email protected]/fkarakaya

hocalı Vs anonymous

28

Page 29: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

Geçtiğimiz yaz memleketim Giresun’da muhafazakâr kimliği ile tanınan bir yakınımın oğlunun düğün törenine katıldım. Düğün, gelin ile damadın düğünün yapılacağı salonun önüne geldiklerinde, yaklaşık 20 dakika süren bir havai fişek göste-risi ile başladı. Gelin ve damat salondan içeri girdiklerinde sahnede yerini almış tasavvuf musikisi korosu ilahiler söyle-di, Peygamber efendimize salat ve selamlar getirdi, evliliğin gençler için hayırlı olması üzerine dualar yapıldı. Daha sonra ise vur patlasın çal oynasın klasik bir Giresun düğünü, karşılamalarla ve oyun havaları ile devam etti. Sıklıkla bu gibi düğün merasimleriyle karşılaşmaya başladığım için, kendi kendime düşünmeye başladım. Yaklaşık on yıl önce muhafazakâr kimlikteki bir insana oğlunun düğününde 20 dakika havai fişek gösteri yaptırır mısın diye sorulsa bunun israf olacağını belirterek, dünyanın dört bir yanında açlık çeken müslümanları anımsayarak gözleri buğulu bir şekilde reddederdi.

Veya düğün töreninde bir dini ritüel yer alacaksa bu denli tüketim toplumunun ürünü bir yapı ile yani koro ve solistler eşliğinde değil, daha mütevazı bir şekilde yapılırdı. Bunları şunun için yazıyorum, muhafazakârlaştığını düşündüğümüz toplum muhafazakârlaşma adı altında sanırım bir melezleşmeyi yaşıyor. Kendini muhafazakâr olarak tanımlayan kesim dini değerlerini hem kamuoyu önünde yaşayabilmeyi hem de tüketim toplumunun onlara sunduğu cazibeli dünyanın içinde olabilmeyi arzu ediyor. Bu da haliyle belirli konularda paradoks yaratıyor.

Prof. Dr. Şerif Mardin ve Prof. Dr. Nilüfer Göle bu süreci sosyolojik olarak merkez ile çevre arasındaki geçişkenliğin artmasına, geçmişte belirli bir kesime ait olan ayrıcalıklı dünyanın toplumun geneline yayılmasına ve toplumsal yapı içerisinde “öteki” yaratmadan birarada yaşamanın bir formülü olarak yorumluyorsa da sanırım son gelişmelerle muhafazakârlığının içinin günden güne boşaldığını görüyoruz. Bir toplumun tarihsel olarak sahip olduğu aile, gelenek ve din gibi değer ve kurumlarını temel alan muhafazakâr ideolojinin Türkiye’de yaşanan versiyonuyla her geçen gün millilikten uzaklaşıp, küresel dünyayla daha fazla entegre olduğunu, ken-di söylemini ve yaşam düzeneğini yaratamayıp, tüketim toplu-munun bir parçası haline geldiğini ve muhafazakâr düşüncenin ana değerlerinden uzaklaştığını tecrübe etmekteyiz. Bu durum da toplumu; insanların birbiriyle ilişkilerinde her geçen gün ‘etik’ kavramının değerini yitirdiği, post- modern bir dünyada yaşamak adına her şeyin sorgulandığı, kuralsızlığın hakim olduğu bir kaos dünyasına itiyor.

Üniversite hayatı boyunca Bayazıt Camii önünde hemen her cuma muhafazakar kesimce ABD bayraklarının yakılmasına alışmış bizler ise süreci, hangi yaşadığımız acaba gerçek; Türk muhafazakârlığı, geldiğimiz nokta bir sosyal gelişim sürecinin sonucu mu sorularına cevap arayarak takip etmeye devam ediyoruz.

yeni Muhafazakârlık

İsmail Cem FERİDUNOĞLU

Görünüm

Yıllarca bu hayatı paylaşırız, kimi dostluklarımız birkaç gün sürer, kimi dostluklarımız bir ömür boyu. Gençler birbirlerini sever, bir aile yuvası kurma hayali ile, hayalin gerçeğe dönüştüğü an dünyanın en mutlu, en mesut insanı o sayılı. İki çocuğun çocukluk arkadaşlıkları vardır, aynı ma-hallede otururlar, belki aynı mahallede doğmuşlardır, ilkokulu, ortaokulu, liseyi, hatta üniversiteyi beraber okurlar. Birbirlerinden ömür boyu hiç ayrılmamaya yemin ederler ancak bir gün gelir birdenbire kurulan bütün hayaller “yıkılmaya başlar”, sebebi nedir diye sorarsın boşver der, peki bu işin başka yolu yordamı yok mu, geriye dönüşü olmaz mı dersin, (hayır o bitti ) ben de bittim der, aslında yapılan hataların toplamı bir fındık kabuğunu doldurmaz.

Aslında bu bizim birbirimize karşı içimizdeki sevginin, saygının, itaatın, hürmetin bittiği andır. “Ahde Vefa”nın kalktığı, verilen sözden dönmenin tezahürüdür. Buradan hareketle geçtiğimiz hafta içerisinde Berlin’e bir yolculuk yapma zorunluluğu hissettim, çünkü kıymetli kardeşim Mustafa BALCI’nın kerimelerinin ağır bir hastalığın pençesinden kurtulamayışı, hastalığın ölümle sonuçlanması bütün eş ve dostları derindenset-kiledi. Yıllar önce, Berlin’de çalışırken bize edilen hiz-metleri, o müthiş misafirperverlikleri unutamazdık; bu acı günlerinde de onların acıları bizi üzmüştür. Ayrıca Berlin’de Milli Görüş hareketinin başlatmış olduğu, ‘Ahde Vefa’ programına katıldım. Göçün ellin-ci yılında geride bıraktığımız acılarımızla tatlılarımızla koskoca bir elli yılın ardından ahirete yolcu ettiğimiz sevdiklerimizi anmak, onları hatırlamak için birçok programlar yapılıyor Avrupa çapında. Bunlardan birisi de Strasbourg’taki Milli Görüş teşkilatında 26 Şubat 2012 tarihinde bir anma programı hazırlamışlar, onlara da teşekkür etmemek olmaz .

Berlin’deki o programı izledikten sonra gördüm ki büyük bir külliyenin içerisinde ve Berlin gibi üç buçuk milyonluk bir şehirde dostluk denen haslet tam gönülle-re oturmuş. Hacı Bayram Camii’ni anlatmakla bitmez; eğer bir gün Yüce Rabbim fırsat verirse geniş bir yazı yazmayı düşünüyorum. Ancak Hacı Bayram Camii’nde Strasbourglu birçok kardeşimizin de katkısının olduğunu unutmamak lazım.

Sahabe döneminden bir ahde vefa örneğini aşağıya ibret

olsun diye aktarıyorum. Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki : Ey Halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin. Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek : Söyledikleri doğru mu diye sorar. Suçlanan genç der ki : Evet doğru. Bu söz üzerine Hz Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar. Genç anlatmaya başlar: Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı, atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret.

Hz Ömer: Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin, dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak: Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı: Ben memleketinde zengin bir insanım, babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder ge-lirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum, der. Hz. Ömer der ki: Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?

Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki: Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr İbni As’dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek: Ey Amr, delikanlıyı duydun, der. O yüce sahabe: Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer’e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr İbni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir, der ki: Bu kefil babam olsa fark etmez, cezayı infaz ederim. Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki : Biz de sözümün arkasındayız.

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek der ki: Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı, neden geldin? Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan): ‘AHDE VEFASI-ZLIK ETTİ demeyesiniz diye geldim der. Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni As’a der ki: Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun, nasıl oldu ona kefil oldun? Amr İbni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir: Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. ‘İNSANLIK ÖLDÜ’ dedirtmemek için kabul ettim, der. Sıra gençlere gelir, derler ki: Biz bu davadan vazge-çiyoruz. Bu sözün üzerine Hz. Ömer : Biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz, ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der. Gençlerin cevabı da dehşetlidir: ‘MERHAMETLİ İNSAN KALMADI’ demeyesiniz diye…

BİR SÖZDEN BİR ÖZDEN

Hasan KARAKAYA

ahde VeFa

Gündüz koşturmacalarına inat, gece dingin ve dönüp bakma fırsatı veriyor kendimize. Gündüz ne kadar kamu’ya aitse, gece o kadar kişiye ait. Gündüz soluk mavi renkte ve bezgin, apaçık tüketirken ömrümüzü, gece saklayıp, ağırlıyor sanki bizi gizemli yuvasında. Gece dost, gece sohbetkar, usulca değiyor en derin yaralarımıza, en çocuk hayallerimize. Gece Yaratan’a en yakın olduğumuz zaman, en içten dualarımıza tanık, yarı ölüm uykulara teslim olurken. Gece doğurgan, en güzel şiirlere, en iyi kitaplara, en zor sorulara, en iyi ezgilere, en sıradışı fikirlere gebe. Gece adil, ne patron var, ne işçi gecede, her sınıftan insana eşit mesafede. Gece sessiz bir orkestra, notalar herkesin kendi cebinde. Gece ana gibi kucaklayıcı ve affedici, içtenlikle sarılınca o’na. Gece vicdanlı, içiniz rahatsa en tatlı uykularda cömert. Gece örtücü, hayattan kendini sakınanlara ince, koyu tül’den bir sığınak . Gece kusursuz bir kaçak, gündüzün binbir türlü hesabına inat kuytu köşelerde dinlenmekte. Gece alaycı, kıran kırana çekişmelere, amansız rekabetçilere bıyık altından gülerek bakmakta. Gece isyankar, özgürlük türküsünü söylüyor izbe sokaklarda kimsesizlerle kardeş. Gece umut taşıyıcısı , en karanlık yerinde en çok aydınlık umudunu barındırmakta usta. Gece bilge, güç savaşları onun umrunda bile değil, o hâlâ yaşamın anlamını arıyor...GeCe’ye ÖVGÜ

Şükran Bahar AKBULUT

[email protected]

KARŞI KÖŞE

29

Page 30: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

2012 Fransa için seçim yılı olacak. 22 Nisan’da cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu yapılacak, 6 Mayıs’ta ise ikinci ve son tur yapılacak. İlk turda en çok oy alan iki aday 6 Mayıs’ta ikinci tura kalacak, ikinci turda en çok oy alan aday Fransa’yı 5 yıl yönetmek için başkan secilecek. Bu yarışa 14 tane başkan adayı giriyor. Sağcı adaylar şunlardır: Nicolas Sarkozy, Christine Boutin, Herve Morin, Frederic Nihous, Fran-çois Bayrou, Dominique de Villepin, Nicolas Dupont Alganan, Cathrine Lepepage, Marine Le Pen. Solcu adayları ise : François Hollande, Jean Luc Melechon, Eva Goli, Nathalie Arthaud, Philippe Poutou. Bu adaylardan en şanslı görunen ve çekişmesi beklenen 2 adaydan birisi mevcut başkan Sarkozy, diğeri ise Sosyalist Parti’nin adayı Hollande. Mevcut başkan Sarkozy’yi herkes tanır. Fransa halkı ; işçiler, köylüler, işsizler ve esnaf, herkes onu iyi tanır. Yaptığı eziyetlerden, çığ gibi büyüyen işsizler ordusundan, hayat bulamayıp iflas eden küçük esnaftan, ürettikleri malı satamayan köylülerden, zor geçinen eme-klilerden Sarkozy 2007’de hangi vaatlerle oy almıştı : Çok çalış, çok para kazan. 2007 öncesi var olan haftalık 35 saat çalışma süresini patronların istediği gibi ayarlasın diye kaldırdı. İşsizlik azalmadı, tam tersine arttı. Emekliler için 2007 öncesi 60 yaşındaki emekliliği iptal etti ve 62 yaşa çıkardı. 2007 öncesi 40 yıl çalışma zorunluğunu 42’ye cıkardı. Köylünün ürettiği mallar elinde kaldı (sebze, meyve, süt ve süt ürünleri) ; neden ? Çünkü kendi köylüsünün malı dururken büyük patronlara yaranmak için ülke dışından ithal edilen malların rahat yurda girmesi için kota değiştirdi, böylece ithal mallar çok daha rahat ülkeye girdi ve büyük patronlar büyük kazanç elde ederken kendi halkı zor gün-ler yaşıyor. 2012’de 14 000 eğitim çalışanını işten çıkaracak. Daha anlatacak çok çok örnek-ler var ama bu kadarına değindik. Bir diğer aday Hollande Sosyalist Parti’nin adayı ikinci turda mutlaka ittifaklar yapıp yarışı kazanmayı hedefliyor. Kamuoyu araştırmalarına göre açık farkla önde gidiyor. Neden ? Hollande’ın vaadleri şöyle : Eğitim sektörü-ne 40 bin yeni atama yapacakmış. İşsizliği azaltmayı hedef edinmiş, şiarı yurtdışına çıkan iş yerlerini Fransa dışına çıkartmayacakmış, daha önce gitmiş olanları ise dönmeye teşvik edecekmiş. Emekli yaşını tekrar eskisi gibi 60’a çekecekmiş ve diğer bir şiarı da göçmen işçilere her türlü seçme ve seçilme hakkı verecekmiş. Hepsi mantıklı seyler, olmayacak işler değil, olacak şeyler ; yeter ki istesin... 1981 başkanlık seçimlerini bir hatırlatalım : 81’de Mitterrand üç sloganla gelmişti ; bunlar-dan biri 4 hafta olan yıllık tatil iznini 5 haftaya çıkarmaktı. İki ; 200 binden fazla kaçak göç-mene oturma ve çalışma izni vermişti ve bugün Fransa’da bulunan binlerce göçmen bu kanun-dan yararlanmıştır. Ayrıca üç, Fransa’da idam cezasını Mitterrand kaldırmıştır. Bugün çok çabuk unutmamak lazım demek istiyorum. Haftalık çalışma süresini ilk ola-rak 81’de Mitterrand 40 saatin altına indirdi, daha sonraki yıllarda Aubry Yasası olarak 35 saate indirildi ( Şu anda Sosyalist Parti Genel Sekreterliği’ni yürüten Martin Aubry tarafından). 2007’de Sarkozy başkan seçilince 35 saati kaldırdı. Son sözüm herkes oyunu kullanmalı ; biz-lerin yararına, sosyal ve kültürel olarak Türkiyeliler’in yararına olan adaya oyumuzu verelim ki sonradan pişman olmayalım. İşçiler için, esnaf için, köylüler için, emekçiler için sosyal adalet diyelim… Sevgiyle kalın.

Her iki tarafın tez/karşı tezlerini de-stekleyen kaynaklar incelendiğinde, aşağıdaki saptamalara varmak müm-kündür: 1- Tarafların rakamsal verileri (nüfus istatistikleri dahil) arasındaki farklar, açıklanamaz ölçüdedir (2-3 kat gibi). 2- Kanıt olarak ileri sürülen belgelerin, keza tanıkların birçoğunun gerçekliği ve güvenilirliği şüphelidir. 3- Birçok ülke ve kurumun temsil-cilerinin bu hadiseye ilişkin resmi/gayri resmi değerlendirmeleri, tutarlılık ve bütünsellikten uzak biçimde kişiselleşmiş, bu mesele, politik koz olarak kullanılmakta, yaratılan soykırım endüstrisinden faydalanılmaktadır.

Tarafların niyetinin de uzlaşma olmayıp, “çözümsüzlüğün” adeta işlerine geldiğini düşündürten mese-leye, bu yazının başlığını oluşturan “Tarih-Hukuk-Siyaset Prizması”ndan bakar, çözüm olasılıklarını irdelersek; Tarihi perspektiften, tarafgir olmayan tarihçilerin, olayları, ilgili dönemin siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel çe-vresini gözardı etmeksizin ele alarak, verilerin “seçilmesi”ne, böylelikle tari-hin suistimal edilmesine izin vermek-sizin yönlendireceği disiplinler-arası araştırmalar sonucunda bile, gerçeklere, ya da en hafifinden, bilim adamlarınca “paylaşılacak” sonuçlara varmanın, hiç de sanıldığı gibi kolay olmadığı, son derece karmaşık bir meseledir bu. Üstelik, soykırım alanında çalışan araştırmacıların kendi aralarında dahi, paradigmalar ve tanımlar bakımından görüşbirliği oluşturulabilmiş değildir. Hukuk cephesine gelirsek, “İki hu-kukçunun bulunduğu yerden üç görüş çıkar” deyişi ve günümüzün buna benzer tartışmalı nice sorununda, uluslararası hukukun göz göre göre çiğnendiği, -en azından- işletilmediği hatırlanacak olursa, adil bir çözüm adına ümitvar olmak, iyimserliktir.

Prizmanın üçüncü ve fakat sonuncu olmayan yüzü, siyasi yaklaşım ve olası çözüm ise, diğerlerinden daha pragma-tik ve etkin görünse de,-hele hele işinin ehli olmayan siyasilerin eline kalırsa- çok tehlikeli bir tercih olacaktır ki, konjonktür, buna hiç de müsait görün-memektedir. Bu konuda en fazla başvurulan kaynaklardan biri olan “Mavi Ki-tap”, anlaşılan odur ki, “Birleşik Krallık İstihbarat Teşkilatının Savaş Propagandası Gizli Masası” güdümün-de, J. Bryce ve A. Toynbee tarafından, 1913-1916 döneminde İstanbul’un ABD büyükelçisi H.Morgenthau’dan gelen bir kısmı düzmece bilgi ve bel-gelere dayanarak yazılmıştır. Ancak başedilmesi gereken kaynaklar, bu ki-tapla sınırlı değildir. Fransızların “Sarı kitabı” ve binlerce kitabın yanısıra, -varlığı ileri sürülen ancak masaya konamayanlar dahil- içeriklerinin ger-çekleri yansıttığı tartışmalı, çelişkili mektuplar, telgraflar, diplomatik yazışmalar ve nihayet hatıratlara varan bir bilgi/belge karmaşası mevcut olup, fotoğraflar, mülakatlar ve en nihayet o günden bu güne dilden dile geçen türküler, ağıtlar da işin cabasıdır. İtiraf etmek gerekir ki, istisnasız bütün bu dokümanlar, hangi tarafta

yer alırsa alsın, ya da tarafsız olsun, benim gibi aklı karışık sade vatandaşların yüreğini acıtarak, nesnel ve sağlıklı bir değerlendirme yapmalarına engel olmakta, “bilgi sahibi ola-madan fikir sahibi olmalarına” yol açmaktadır. Bu çağı en güzel özetleyen, “Enformasyon denizi içinde yüzerken, bilgi için açlıktan ölmek” deyişinin ne kadar doğru olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır.

İşte tam da bu halet-i ruhiye için-deyken, son olarak, prizmanın

makale başlığında yer almayan, an-cak aslında en önemli son yüzü olan “insanlık” cephesinden bakıldığında ve “Kötü misalden misal olmaz” sözünden hareketle, amaç, tarihin yazılabildiği dönemden bu tarafa, Kızılderilisinden, Yahudisine, Filistinlisinden, Çerkezine, Boşnağına; Cezayir’den, Ruanda’ya, Doğu Timor’a, Kamboçya ve Irak’a, insanoğlunun maruz kaldığı insanlık dışı muamele ve/veya “soykırım” örnekleriyle, bu topraklarda savaş şartlarında yaşanan dramı kıyaslamak, Türkünden, Kürdüne, Ermenisine, Süryanisine, Yezidisine insanoğlunun çektiği acıları ve kayıplarını küçüm-semek ya da yadsımak olmamalıdır, olamaz da zaten.

Bugün “insanım” diyen herkesin üze-rine düşen, milyonlarca insanın maruz kaldığı bütün acılardan çıkarılması gereken dersi, hiç saptırmadan ken-di çocuklarına ve gelecek nesillere öğretmesi ve hem günümüzde, hem de gelecekte bu gibi durumların tekrar yaşanmaması için toplum hafızasında diri tutması olmalıdır. Diğer taraftan, bugün hâlâ dünyanın dört bir yanında, şu ya da bu nedenle insanlık ayıbı niteliğinde muamele gören milyonlarca insan utanç verici şartlarda yaşar ve nihayet ölürken, bundan onlarca yıl önce yaşanmış dramların, üstelik tazmi-nat, toprak talebi gibi, “manevi” falan değil, bal gibi de “maddi” çıkarlar konu edilerek, çok çeşitli tarafların bambaşka emellerine hizmet eden çirkin politik oyunlarına malzeme edilmesi son de-rece yanlıştır. İnsan olmanın sorumluluğu, sahip olduğumuz bütün gücü, -işte tam da bugün gözümüzün önünde- zulüm, haksızlık ve acımasızlıklara maruz kalan -kendi dinimizden, etnik köke-nimizden gelsin gelmesin- kitleler için kullanmayı gerektirir. Ataları benzer acıları yaşamış olanların da, bu mü-cadelede başı çekmesi beklenirken, Yahudilerin Filistin’de, Ermenilerin Hocaali’deki katliamları, tarihe dehşet verici insanlık suçları olarak geçmiştir bile…

Hafızamız tek taraflı çalışmamaktadır diğer yandan. 1975-1983 arasında son derece acımasız ve sistematik biçimde Türk diplomatlarını katleden ASALA terör örgütünün yaptıklarını protesto etmek için, Esenboğa katliamı ertesin-de 1982 Ağustos’unda kendini yakan ve açıkça “Emperyalistlerin oyununa gelmeyin” mesajını veren Ermeni asıllı vatandaşımız Artin Penik de unutulmayacaktır… Ocak ayı itibariyle katledilişinin ardından 5 yıl geçmesine rağmen, tetikçilerin ötesinde, ger-çek faillerin ortaya çıkarılmadığı ve yargılanmadığı, saygıdeğer ve değerli insan Hrant Dink de…

Bizim filmlere dönecek olursak, işte bütün mesele, yazının başında bahsettiğim iki karakterdeki farkta yatıyor ve her şey İNSANOĞLU olup olmamakta bitiyor. Bir deyişle başladığım bu yazıyı yine bir deyişle bitireyim: “Tencere dibin kara... Seninki benden kara” (Anonim).

Fransa’da BaŞkanlık seÇiMi iki Film…(2)

Özgür Köşe

Mustafa KAYA

DİPKÖŞE

Seçkin Bilgen GÜLTAN

Türk Futbolunun Eksiklikleri

Sizlere bu ayki yazımda Türk futbolunun eksiklerini anlatmak istiyorum. Aslında birkaç yazı önce anlatmak isterdim ama olmadı, hemen hemen her gün yeni bir olay başlıyor ülkemizde. Eylemlere göre araştırırım, yorumlar ve yazılarımı hazırlarım. Bizim ligimizin en büyük sıkıntısı futbol takımlarını yönetenlerin profesyonelleşmemesidir ; örnek : İyi bir işadamı, futboldan anlamaz-sa başkanlıkta başarılı olamaz. Memle-ketin güzel bir şehrinde futbol takımının başkanlık seçimine futboldan anlamayan bir başkan adayı kürsüye çıkmış ve demiş ki « Ben başkan olursam takımımız 2. ligde oynuyor, onları 3. lige çıkartacağız »… Adam futboldan anlamadan kürsüye çıkmış ve başkan da olmuş çünkü biraz zengin bir işadamıymış ve dediği gibi sözünde durmuş, takımı hakikaten kü-meye düşürmüş, yani 3. lige düşmüşler. Adam yanlış futbolcu almış, anlayacağınız güzel bir kazık yemiş... Alt yapıya önem yok, hep dışardan trans-ferleri büyük paralar harcayarak yapmaya çalışıyoruz, gençlere imkân versek yarınların Messi’si, Kaka’sı bu ülkeden çıkar, ama yok, bizde o kadar başarılı çocuk yok diyoruz, elin İngiliz takımı Liverpool memleketimi karış karış ediyor ki yarınların yıldızını bu-lup ülkesine götürmek istiyor. Adamlar bu işin ustası ; adam Afrika’yı gezmiş, Latin Amerika’yı gezmiş, dünyaca ünlü topçular çıkarmışlar, sayısı bile belli değildir. Bizim hangi takımımız yıldız çıkartabiliyor ? Par-don beyler unutmuşum ; biz şatafatı seven insanız, 32’yi geçen futbocularımız için yaşlı deriz, ama elin yabancısını 33’te pohpohlu bir şekilde İstanbul’a getiririz, havalimanında camları kırarız ... Halbuki biz kendi yeteneklerimize sahip çıksak var ya, biz Avrupa’yı dize getiririz. Ama o gençlere sahip çıkacak teknik adam-lar lazım, bu işin üstadı bana göre Arsen Wenger, adam her yıl takıma 16 veya 17 yaşında gençleri bulup getiriyor, helal olsun adam sistemini kurmuş. 1993’te Arsenal’in başına geçmiş, halaen orada, defalarca final-ler oynamış, kupalar kazandırmış. Bizdeyse seneyi doldurmadan ya hoca kendi gider ya da yönetim kararı ile yollar ayrılır veya teknik adam canlı yayındayken kovulduğunu duyar ; ilk kez bizim ülkede olmuştur böyle vakalar. Biz toplum olarak sabırsızız, her şeyi bir-den istiyoruz. Halbuki biz sabırlı olabilsek, çoğu şeyi başarabiliriz. En son olarak da şunu söyleyebilirim ki ül-kemizdeki 120 profesyonel takım arasında belki 8 ile 10 klüp futbolcularının maaşını zamanında veriyor, maalesef bizim ülke olarak her sene Cas’ta dosyalarımız kabariıyor, futbolcuyu getirmek değil onun parasını zamanında vermek önemli, vermezsen adam oynamaz. Ocak ayında Fifa’dan bir açıklama geldi ; yılın en iyi oyuncalarını, teknik adamlarını seçtiler. Yılın teknik adamı Sir Alex Ferguson oldu ; adam benim yaşım kadar Mancherster’i çalıştırmış bıkmadan usanmadan, başarmış, tebrik etmek lazım. Bizse maksi-mum 5. yılda adama tchao tchao deriz ve göndeririz Demek istediğim şudur : Biz yerli hocalara önem verelim, onlar da genç yeteneklere güvensin ; böylece alt yapıdaki çocuklar kafasında diyecek ki ben seneye A takımla maçlara çıkacağım. Yani başarma azmi doğması lazım ; bu gençlerin yarınların Metin Oktay’ı, Selçuk Yula’sı, Hakan Şükür’ü, Şifo Mehmet’i, Fatih Tekke’si ve Burak Yılmaz’ları olabilmeleri lazım. Saygılarımla…

[email protected]

30

Page 31: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

Günlerden cumartesiydi. Hava hafif yağmurluydu, dondurucu bir soğuk yoktu. Özel bir gün değildi. Kış aylarında normal bir gündü. Şehir merkezi her zamanki gibi kalabalıktı. İnsanlar “boş” günlerinde alış veriş yapmak için şehir merkezine akın etmişti. Strasbourg Kleber meydanı bu Cumartesi de on bin-lerce protestodan birini, daha doğrusu ikisini daha yaşıyordu. Bir tarafta 26 şubat 1992 yılında erme-niler tarafından hocalı’da katledilen binlerce aze-ri için adalet isterken, diğer taraftan Fransa’da çıkartılmak istenen bir yasa protesto ediliyordu. Ve her yıl olduğu gibi bu sene de 50 kişiyi geçmey-en bir kalabalık vardı. Camilerde, Cuma namazında duyurulmasına rağmen 3-5 Türk hacı amca vardı. Diğerlerinin büyük ihtimal işleri yoğundu. Hatta iki elleri kanda olsa gelirlerdi ama inanın çok önemli işleri vardı. Fransa Ermeni yasası çıkartmak istediğinde üstün gayretler sonucu 15 000 kişi Paris’e toplanabilmişti. Azerbeycan’dan gelen haberler ise bizi kızdırmıştı. Bazı medya organlarında çıkan haberler de Azeriler’in Fransa ile dostluğunun devam ettiği gibi bir protesto olmadığı yönünde idi. O zamanları çok sinirlenmiştik. Nasıl olur bu konu onları da ilgilendi-riyor diye. Ama sonrada farklı protestoların olduğunu gördük. Hocalı katliamı failleri daha yaşıyor. Çok geriye gitmeye gerek yok, henüz 20 yıl geçmiş aradan. Bebeklerin derisini nasıl yüzdüğünü kitap yazarak anlatan cani doktor bile serbest geziyor. türkiye uluslararası arenada her zaman sıkıştırılmaya çalışıyor. ancak buna rağmen elinde olan mal-zemeleri bir türlü kullanamıyor. insanlığın Bosna’da olduğu gibi yerin dibine battığı hocalı kanayan bir yara. Bilemiyorum belki de Fransa’da işleyen Anayasa Konseyi süreci çerçevesinde Türkiye ön plana çıkmak istemedi. Ama geçen yıllarda da aynıydı. Neden bu konu hâlâ Uluslararası Topluma nakledil-miyor anlamıyorum. Karabağ sorunu hâlâ çözülmüş değil, işgal altında binlerce kardeşimiz var. Zulüm üstüne zulüm görüy-orlar. Ama biz birçok konuda olduğu gibi bu konuyu da medyaya yansıtamadık. Kamuoyunun ilgisini çekemedik. Aslında konuya geniş bakmak gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde PKK teröristleri Zaman gazetesinin Paris bürosuna saldırmıştı. Zaman gazetesi ise “Polis ne yapıyor” diye sormuştu. Bu başlığı görünce gülmüştüm, kendi kendime dedim ki: “Polisin peçeli kadın avından asıl teröristlerle uğraşamaya vakti yok!”. Bir Fransız gazetesine sözde İslamcılar saldırdığında Fransa ayağa kalkmıştı. Ama başka bir yayın organına saldırı sadece ve sadece Türkler’e yakınlığı ile bilinen bir milletvekili tarafından kınandı. Hiçbir yetkili oraya koşmadı, kınamadı, polis koruması sözü vermedi. Fakat yeri geldiğinde dost görünmeyi iyi bildiler. eğer bu ikiyüzlülük değilse nedir? size yapılan saldırlar insanlık suçu da bize yapılan eşek şakası mı beyler? adalet, insan hakları, özgürlük, barış velhasıl yeni dünya düzeninde icat ettiğiniz ne varsa herkes için geçerli değil mi? yoksa bütün bunlar sadece ve sadece Batı için mi geçerli? Bir yandan İran’ın zorunlu başörtüsü yasasını eleştirip diğer yandan zorunlu soyunma yasaları çıkartmazsınız! Buna düpedüz ikiyüzlülük derler! Fakat daha da sinir bozucu olan, buna karşı yapacağımız hiçbir şeyin olmaması. Sanki ellerimiz, kollarımız bağlı. Durum o kadar vahim ki aynı saatte ve aynı yerde yapılan ve Azeriler’den 2 kat fazla olan (yani 100 kişi) dünyaca ünlü Hacker grubu Anonymus gru-bunun protestosu çok daha büyük ilgi gördü. Yerel ve ulusal medya oradaydı. Akşam haberlerde önemli yer aldı ama Hocalı katliamı yerel basında 2 satır ile geçiştirildi. hocalı katliamı için yapılan bu protesto, strasbourg’ta kaç yıldır yapılıyor bilmiyorum ama gelecek sene aynısını yapmanın bir faydası yok. oturup çok daha farklı ortamlarda ya da çok daha ses getirecek eylemler daha faydalı olur diye düşünüyorum.

FRANSA GÜNDEMİ

Fatih KARAKAYA

[email protected]/fkarakaya

hocalı Vs anonymous

Birinci turu 22 Nisan’da, ikinci turu ise 6 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyor.

Önceki seçimlerden farklı olarak, Fransa bu seçimlere büyük bir kamu borcu ve Euro krizi ile birlikte giriyor.

2008’te başlayan bu finans krizi giderek derinleşen bir eko-nomik ve siyasal krize dönüşmüş durumda.

Kriz, İzlanda, İrlanda ve Yunanistan gibi ülkeleri iflasa sürüklemiş, bu ülkelerin yanı sıra İtalya, İspanya ve Portekiz başta olmak üzere toplam 6 ülkede hükümetler devrilmiş, Yunanistan ve İtalya’da seçimler yapılmadan ve halka so-rulmadan teknokrat hükümetler atanmış, büyük toplumsal çalkantılar yaşanmıştır.

Fransa’da kriz boyunca orta ve büyük ölçekte 900 işletmenin kapısına kilit vurulmuş, birçok büyük şirket yoksul ülkeler-deki ucuz emek cennetlerine yonelmiş ve bu süre zarfında yaklaşık bir milyon çalışan emekçi işini kaybetmiştir.

Bu duruma paralel olarak, bütçeden eğitime, sağlığa ve diğer sosyal yardımlara yapılan kısıtlamalar, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi hak gaspları da, Fransa’da işsizliği ve yoksuluğu arttıran uygulamalardan sadece bazılarıydı.

Öte yandan Fransa dahil krizden etkilenen tüm ülkelerde, bankalar ve büyük tekeller kârlarına kâr katmış, yetmezmiş gibi kriz istismarcılığı yapıp kendi hükümetlerinden ve Avrupa ortak fonlarından milyarlarca Euro teşvik ve destek almış, krizin acı faturası da halka ve emekçilere kesilmiştir.

Ve öyle görünüyor ki halka, emekçilere ve göçmenlere dayatılacak asıl yüklü fatura ve zor günler seçimlerden sonra gelecek.

sıra merkez solda mı?Bu kötü tabloya sarkozy’nin ikiyüzlü, güven vermeyen kaypak tutumları da eklenince, halk nezdindeki kredisi ve popülaritesi bir hayli düşüşe geçmiştir.

Kapitalist sermaye düzeninin merkez sağ ve merkez sol tah-teravallisinde bu kez inişe geçen merkez sağ, yükselen taraf ise merkez sol olmuştur.

Şubat sonu anketlerine göre sarkozy’nin oyları yüzde 23’lere kadar düşmüş, sosyalist Parti adayı hollande’ın oyları ise yüzde 31’lere çıkmıştır.

Tablonun ortaya çıkardığı bir başka ürkütücü sonuç ise ırkçı partinin oylarındaki artıştır. Bir yandan islamofobi ve göç-menler üzerinden yaptığı ırkçı çıkışlar, diğer yandan işsizlik ve yoksulluk üzerinden dillendirdiği demagojik, popülist söylemlerle Marine Le Pen oylarını yüzde 19’lara çıkarmış durumda.

Seçim yarışının bir diğer dikkat çeken adayı ise Sol Cephe (Front Gauche) adayı Jean-luc Melenchon’dur. Komünist Parti, Sol Parti ve diğer 5 sol, sosyalist grubun da katılımı ile toplam 7 parti ve örgütten oluşan Sol Cephe ciddi bir işçi, emekçi, genç, aydın ve akademisyen desteğini arkasına almış durumda. Anketlere göre yüzde 8-9 olan oy oranının daha da yükselme olasılığı hiç de uzak bir ihtimal değil.

ezilenler seçeneksiz değil!Dünyadaki ekonomik ve siyasal gelişmeleri şu ya da bu oranda takip eden işçi, emekçi, yazar, çizer, aydın ve aka-demisyen gibi milyonlarca insan şu konuda ortak bir fikre sahip. O da şudur; günümüz dünyasında açık bir sömürü sistemine, talana ve adaletsizliğe dayalı kapitalist sermaye düzeni bütün kötülüklerin anası durumundadır.

Üretim teknolojisinin bunca gelişmişliğine rağmen, dü-nyadaki bunca mal ve kaynak bolluğuna rağmen kapitalist düzen sürekli işsizlik ve yoksulluk üretmekte, sürekli savaş ve yıkım üretmekte, sürekli kin, nefret ve ırkçılık üretmekte, sürekli hırsızlık ve adaletsizlik üretmektedir.

Bütün bunlar yokluktan değil, eşitsiz ve adaletsiz bölüşüme dayalı kapitalist sermaye düzeninin yapısal işleyişinden kaynaklanmaktadır. Hal böyle olunca kapitalizmin ürettiği bu sorunlar birikip büyümekte, dönüp kendi ayağına dolaşmakta ve dönemsel krizlere dönüşmektedir.

Diğer partilerden farklı olarak Sol Cephe bütün bunlara dik-kat çekmekte, sadece yüzeysel ve magazinsel bir Sarkozy eleştirisiyle yetinmeyip, sorunların kaynağını göstermekte, eleştiri oklarının sivri ucunu kapitalist sermaye düzenine yöneltmektedir.

Elbette bunu da soyut ve kuru bir ajitasyonla değil, yürütülmüş olan mevcut politikaların somut olgu ve sonuçları üzerinden yapmaktadır.

Daha da önemlisi Sol Cephe, sermaye yanlısı bu politikaların mağduru olan işçilerin, işsizlerin, yoksulların ve göçmenlerin haykırışlarını, makul istek ve özlemle-rini programına koymuş, seçim kampanyasının ağırlıklı bölümünü bu sorunlar üzerinden yürütmektedir.

Asgari ücretin 1700 Euro olması, emeklilik hakkının 60 yaşına düşürülmesi, özelleştirme, esnek çalışma, kolay işten atma gibi patronların lehine çalışanların ise aleyhine olan uygulamaların durdurulması, zenginlerden daha yüksek vergi alınması gibi çalışan emekçilerin talepleri Sol Cephe programının ağırlıklı bölümlerini oluşturuyor.

Sonuç olarak şunu soyleyelim : Aklı ve yüreği emekten, ezi-lenden ve adaletten yana olan, daha insani ve paylaşımcı bir gelecekten yana olan herkes için, bugün için ve geleceğimiz için bu bir umuttur. Bu umudu büyütmek gerekir…

Hasan BELLİKLİ / Karlsruhe

Başkonsolosumuz Serhat AKSEN, Karlsruhe Büyükşehir Belediye Başkanı Heinz Fenrich ile görüştü. 13 Şubat 2012 tarihinde gerçekleşen buluşmada, Başkonsolosumuz AKSEN, Fenrich’e Karlsruhe’de yaşayan Türk ve Türk kökenli vatandaşlara destek ve yardımlarından dolayı teşekkür etti. Başkonsolosumuz AKSEN, Fenrich’i Mayıs ayında yapılması öngörülen Türk Günleri’ne davet etti ve ayrıca, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna çağırarak, Büyükşehir Belediye Başkanının Milli Gün resepsiyonumuza katılımının

önemine işaret etti. Görüşme sıcak ve samimi bir hava içersinde cereyan etti.

Başkonsolos’tan Emniyet Müdürü’ne Nezâket Ziyareti

Başkonsolosumuz Serhat AKSEN, 24 Şubat 2012 tarihinde Karlsruhe Emniyet Müdürü Bayan Hildegard Gerecke’ye bir nezaket ziyaretinde bulunmuştur. Görüşmede Emniyet Müdür Yardımcısı Roland Lay da hazır bulunmuştur.

Görüşme sırasında Başkonsolosumuz AKSEN, Emniyet Müdürü Gerecke’ye, genelde Karlsruhe şehrinin emniye-tini ve özelde vatandaşlarımız ile Başkonsolosluğumuzun emniyetini sağlamakta gösterdikleri başarı ve işbirliğinden dolayı teşekkür etmiştir.

Başkonsolosumuz AKSEN, Karlsruhe polisinde çalışan Türk ve Türk kökenli sayısının artırılması amacıyla yapılan çalışmalardan ve duyurulardan bahsetmiş, önümüzdeki dönemde polislik mesleğinin vatandaşlarımıza tanıtımına

yönelik ortak çalışmalar yapılmasını önermiştir. Bu öneri Emniyet Müdürü ve Yardımcısı tarafından memnuniyetle karşılanmıştır.

Görüşmede Lay, Karlsruhe Polis Ban-dosu’nun çalışmaları ve önümüzdeki dönemdeki programları hakkında bilgi vermiştir. Karlsruhe Polis Korosu Türk Günleri etkinliğine de katılacaktır.

HAYATIN EMEK YAKASI İbrahim BALCI

DIDF ( Demokratik İşçi

ve Gençlik Dernekleri Federasyonu ) Yn. Kr. Üyesi

[email protected]

seçimler yaklaşırken!

Karlsruhe’de Anlamlı Buluşmalar

31

Page 32: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

İş ArıyorumFırın ustasıyım ; ekmek, etli pide, lahma-cun, pizza, simit, açma, su böreği, kuru pasta ve benzerleri konusunda ustayım.

Tel : 07 86 93 32 36

( Ciddî olanlar arasınlar lütfen )

Satılık Garaj ve EvSte Marie Aux Mines’de, 146 rue Clemenceau ardesindeki Garage du Col satılıktır.

Toplam 1 650 m2 : Atölye 280 m2 + Ev 130 m2 + Ön park 700 m2 + Bahçe 500 m2. Garajda Kabin + Boya Laboratuarı + Tamir için tüm araç gereçler tamamdır. Ekipman yeni, garaj ve evin bütün tami-ratları yapıldı, her şey yeni.7 000 nüfuslu kasabadaki tek garaj. 20 yıllık tecrübe. Müşteri sorunu yok. Sağlık nedeniyle satılıktır.

Tel : 03 89 58 79 07 06 80 14 33 89

SATILIK FOND DE COMMERCEPIZZERIA LIVRAISON – EMPORTER – SUR PLACE

3 motor ve 1 arabaİşlek ana caddede bulunan 70m² Pizzeria. Yılda 4 kere büyük pazar kuruluyor. 5 yıldır

müşterisine servis vermekte. Pizzacı formasyonu verilecektir.

FİYATI UYGUNDUR Tel : 06 23 90 70 83

FEGERSHEIM’DA SATILIK DÖNER DÜKKANI

SADECE EMPORTER, ÇOK İDEAL YERDE

BİLGİ İÇİN: 06-84-46-69-52

ERSTEIN’DA SATILIK PİZZA DÖNER

130 M2BİLGİ İÇİN: 06-73-05-14-51

Satılık Mülk ( Dükkân ve daireler )Sainte Marie Aux Mines’de, ana yol üstünde bulu-

nan 2 dükkân + 3 daire sahibinden satılıktır.Toplam fiyatı : 190 000 €

Tel : 03 89 58 74 46

Satılık fond de commerce + MurHaguenau’da, çok işlek caddede, iyi

işler durumda ve müşterisi hazır olan SOFRA RESTAURANT fon ve/veya

mülk olarak satılıktır.200 metrekare, içerde 85 + terasta 30

kişilik yer, odunlu fırını var, profesyonel yepyeni malzeme.

Tel : 06 21 05 03 43 / 03 88 80 90 57

İş ArıyorumAğır vasıta şoförüyüm, 5 yıllık tecrü-bem var. Bir firmada da çalışabilirim.

Tel : 06 10 76 84 64 / 03 88 92 07 53

Fond a vendre Boulangerie – Patisserie –

Salon de the30 places, 140 m2, matériel récent, plus un véhicule neuf, dans quartier Europe

à Obernai. Prix : 150 000 € Tel : 06 75 13 28 53

Satılık Fond de CommerceMulhouse’da bulunan Au Soleil d’İstanbul isimli restaurantın fonu

satılıktır. 70 kişilik + 70 kişilik teras. İyi işler durumda, müşterisi hazır, lisenin ve iş alanlarının olduğu bölgede. 3-6-9 kira kontratı

2008’in 7. ayında yenilendi. Kirası 864 € ( şarjlar hariç ). Fiyatı : 115 000 € ( tartışılabilir ).

Tel : 03 89 32 26 80

satılık Fond de CommerceStrasbourg merkezde 11 rue de la division Leclerc adresinde bulunan

PaMukkale 2 satılıktır. İşlek caddede, 20 kişilik salon + 15 kişilik teras tüm malzemesiyle satılıktır.

Tel : 06 63 90 49 30

İlan vermek için : 06 25 94 20 29

Satılık Fond de CommerceTuristik Obernai şehrinde, 40

kişilik, müşterisi hazır, işlek yerde bulunan, 100 m2’lik dönerci,

tüm malzemesiyle birlikte satılıktır.Tel : 06 08 84 11 77 / 03 88 50 31 38

Satılık Bar – PMU – SnackHaguenau’da, işlek cadde üzerinde, müşterisi

hazır, 200 m2 .Ciddi olarak ilgilenenlere

tel : 06 17 40 32 14

Satılık ArabaSnack kamyoneti olarak kullanılan, havalandırmalı, buzdolaplı, 2 adet fritözü ile plağı ve ızgarası olan, 1989 model ve 250 000 km.’deki kamyonet satılıktır. Fiyatta anlaşılabilir.

Tel : 06 13 71 34 21

Aşçı AranıyorTürk mutfağından anlayan, işinde titiz, tecrübeli ve ciddî olarak

çalışacak aşçı aranıyor.Tel : 06 13 71 34 21

SATILIKFonds de commerce

Brumath'da, tam merkez'de, ana cadde üzerinde, müşterisi hazır,

tüm malzemeleri yeni, iyi çalışan ve çevresinde otopark alanı

olan döner dükkanı yalnızlıktan dolayı acilen satılmaktadır.

(30m²)Kira: 600€ TTC Charges

dahil. Fiyat: 55000€ (fiyatı konuşulabilir).

Tel: 06.09.30.36.95

SATILIK ÇOK TEMİZ SNACKBISCHWILLERDE, ŞEHİR MERKEZİNDE, İŞLEK

YERDE, MÜŞTERİSİ HAZIRPIZZERIA 1.SINIF MALZEME SÜPER MEKAN MAS-

RAFSIZ 100M2 ARTI 20M2 TERAS.YALNIZLIKTAN SATILIKTIR

FİYAT : 62 000 € OTOMOBIL İLE TAKAS DA MÜMKÜN

TEL : 06 65 67 23 78

Mulhouse’da Satılık fonds de

commerce

45 m2, 30 kişilik oturma yeri, Cezaevi ve Mahkeme’ye, Al-location Familial’e çok yakın,

işlek yerde, müşterisi hazır, 7 yıllık döner dükkânı ailevî

nedenlerle satılıktır. 55 000€ (à débattre)

Kirası : 700 € Tel : 06 33 97 12 55 / 03 89 59 39 20

Strasbourg - Satılık fond de commerce Katedralin hemen arkasinda, rue de la Division Leclerc caddesinde bulunan

Mega Döner, sağlık sorunları nedeniyle satılıktır. 35 kişilik iç mekanı, 30 kişilik terası ile hizmet vermektedir.

Tel : 03 88 32 34 42

satılık Fond de Commerce

strasbourg merkezde, 7 rue de la division leclerc adresinde bulu-nan libertine kebap satılıktır.

işlek yerde, müşterisi hazır, 30 kişilik + 30 kişilik teras, 55 m2, tüm malzemesiyle satılıktır.

tel.: 06 43 77 88 12 / 07 61 59 63 64

32

Page 33: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

Brumath’da Satılık Fonds de Commerce : Döner Dükkani Ana cadde üzerindeki Döner Dükkanı satılıktır.

İyi işler durumda ve müşterisi hazırdır. Tél : 06 73 53 15 56

Satılık fond de commerce Döner + Oyun salonu

Molsheim’da, Merkez Tren İstasyonu’nun hemen yanında, işlek yerde, müşterisi hazır, 150 metrekarelik dönerci + oyun salonu + 25 metrekare cave, iş değişikliği nedeniyle satılıktır.

Tel : 03 90 40 90 98

ELEMAN ARANIYORBilgisayar ve cep telefonu deblokajından anlayan eleman aranmaktadır.İş için ilgilenenlerin, Yılmaz Saz Evi, 14 Rue Faubourg National 67000

Strasbourg adresine şahsen başvurmaları ya da 03 88 52 07 67 nolu tele-fonla irtibata geçmeleri rica olunur.

YILMAZ SAZ EVİ STRASBOURG

Marangoz YILDIRAYHer türlü marangozluk işiniz itina ile yapılır.

Arayın, memnun kalacaksınız !

Tel : 03 69 78 51 74

Kiralık İşyeri - Depo

Strasbourg’un yanıbaşındaki Reichsett’te (67116), 1 rue de l’Ar-tisanat adresindeki 360 metrekarelik, her işe müsait işyeri / depo

kiralıktır.Ciddi olarak ilgilenenler için tel : 03 88 29 14 84

KÜÇÜK İLANLARINIZI BU

SAYFALARDA DEĞERLENDİRİN

Normal küçük ilan : 25€

Resimli veya renkli çerçeveli : 50€

Satılık İŞ YERİ Fond de commerceBesançon'da Restaurant, 120 m2 ( 90 m2 / 44 kişilik + 30 m2 / 20 kişilik ), 24 kişilik teras, klimalı ve su arındırıcılı, şehir merkezinde, yaya yolu üzerinde, lise-kolej ve hastane yakınında, kısa süre içinde yakına ticaret merkezi açılacak, fiyatı 200 000 € anlaşılabilr.

Tel : 06 89 27 22 96

SATILIKFonds de commerce

Mulhouse şehir merkezinde satılık Ephese Döner. 45 kişilik terası, 80 kişilik

salonu bulunan + lisans (4)

Tel : 06 98 80 28 64 ( Saat 14’den itibaren ciddi olanlar arasın lütfen )

Satılık Retouche AtölyesiColmar’da bulunan, çok iyi çalışır durumdaki, 17 senelik, 58 m2, tam şehir

merkezindeki rötuş atölyesi sağlık sorunları nedeniyle satılıktır.

Kirası : 430 € Tel : 06 81 77 74 17 veya 03 89 24 52 95

Satılık Sandalye Kılıfı

Tüm düğünler, özel günler ve or-ganizasyonlar için, kaliteli, hazır

sandalye kılıfları satılıktır.

Tel : 06 20 61 67 14 / 06 17 77 65 10

SATILIK Fond de commerce Restaurant Strasbourg Grand rue’de, çok

işlek, yaya bölgesinde, müşterisi hazır, yüksek cirolu, 20 kişilik + 26 kişilik terası olan restoran satılıktır.

Restoranın bitişiğindeki fırını da satın almak mümkündür.Tel : 03 88 21 81 06 ( 11h00 – 23h00 arası )

Satılık dükkân + stüdyoKoenigshoffen’de, toplam 186,5 m2 tutan 2 dükkân + 1 stüdyo, içinde kiracıları

hazır, iyi durumda, 900 € aylık kira geliri. Fiyatı : 135 000 € ( tartışılabilir )Tel : 06 184 184 28

Satılık fond de commerce – MarketColmar – Strasbourg arasındaki Selestat şehrinde bulunan Market satılıktır.

Marketin 230 m2 satış alanı, kasap reyonu ve tüm diğer malzemesi mevcuttur, çok geniş park alanı vardır. Mahalle arasında olan market iyi işler durumdadır, carte de fidelite’si de olan müşterisi hazırdır. Yıllık 292 000 € cirosu olan mar-

ketin kirası da aylık 1 500 €’dur.Tel : 06 73 75 05 88

SATILIK RESTORAN PİZZACI2 katlı – 250 m2

Zemin kat : Mutfak +vestiyer+ büro+ tualet ve duş.İkinci kat : Yemekhane + 60 kişilik büyük teras self servis şeklinde.

Malzemelerle ve asansörle beraber.Fiyat 60 000 € bail commercial ve pas de porte.

Adres : Avenue de l’Europe / Cité la Province 54520 LAXOU (Nancy yakını) Tel : 06 70 74 74 41

( Veya çalıştırmak üzere restoran ve pidecilikten anlayan eleman aranıyor )

Satılık Evler ve Döner Kebap1/ Saarland’da 3 daireli ve kirada olan ev satılıktır. Fiyatı : 100 000 €

2/ Saarland’da döner dükkanı, üstteki ev ile beraber devren satılıktır. Kirası ev ile beraber 1 400 €, günlük kasa ortalama 500 €.

Tel : 0049 / 176 228 20 449

Satılık fond de commerceMarmoutier’de vend fond de commerce très propre. 50 000 € à débattre.

Equipé Döner kebap.Tel : 06 70 14 84 45

Sahibinden Satılık Yazlıkİzmir Karaburun Mordoğan’da, denize sıfır, 7 odalı, temiz yazlık satılıktır.

Tel : 0090 532 232 13 32

Satılık fond de commerce - RestaurantAlsace Bölgesi’nin tam merkezindeki Selestat şehrinde bulunan restoran kesin

dönüş nedeniyle satılıktır. 100 m2, 40 kişi + teras kapasiteli, müşterisi hazır ve iyi işler durumdaki restoranın kirası aylık 900 €’dur.

Tel : 03 88 57 38 33

Kira, alım-satım, eleman arama, duyuru gibi küçük ilanlarınızı Objektif Gazete’de d e ğ e r l e n d i r i nHer ay 100 bin kişiye ulaşın! Telefon : 06 25 94 20 29

Satılık fond de commerce – Restoran39, rue Faubourg National 67000 Strasbourg adresinde bulunan Grill National isi-mli 30 kişi kapasiteli, her türlü ekipmanı mevcut Restoran, Pizzacı, Döner Kebap

satılıktır. Müşterisi hazır ve iyi işler durumdadır.Tel : 03 88 23 24 88 / 06 14 73 34 33

Kiralık veya Satılık LokalLocal pro de 36m² en plein centre ville de Mutzig avec possibilité de se garer à 20m au parking de la maire ( gratuit), il comprend un wc séparé, chauffage indi-viduel électrique, et un point d’eau, 2 vitrines de 2m de long sur 1,80 de hauteur, carrelage au solKiralık fiyat 400 euro + charge 25 euro Satılık fiyat 70 000 euro

Tel : 06 48 19 39 84

33

Page 34: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 35: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 35

Page 36: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 37: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 37

Page 38: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

14

38

Page 39: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 39

Page 40: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 41: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

ALMANYA’DA NELER YAŞADIK

Almanya dedik buraya geldikNice güzellerle gönül eyledikEvliysek de bile bekarız dedikAlmanya’da neler gördük yaşadık.

Alman kadınları vallahi güzelDünya güzelleri beğen beğen alBırakmazlar seni yanlarında kalAlmanya’da neler gördük yaşadık.

Gurbetlerde ömür geçti gidiyorİnsanoğlu burda neler görüyorGüzel kadınlarla sefa sürüyorAlmanya’da neler gördük yaşadık.

Fazla mı uzattık acaba sözüBuraya gelirken sattık öküzüGüzel kadın görenin açıldı gözüAlmanya’da neler gördük yaşadık.

Alman güzellerle eyledik pazarYedirdik parayı keseye zararGüzelleri çokmuş gözlere nazarAlmanya’da neler gördük yaşadık.

BAKARİ’yem yaza yaza bitirdikÖmrümüzü gurbet elde tükettikPişman olduk çocukları getirdikAlmanya’ da neler gördük yaşadık.

Yılmaz BAKAR / Linkenheim-Karlsruhe

ANARIZ SENİ

Ömür biter gelir yolun sonuna Dünyayı eylesen feda yolunaSarılıp ağlasan selvi boyunaBir saniye dahi beklemez seni

Ömür teknesiyle umman geçilmezAzrail elinden şerbet içilmezAtarsın adımı geri çekilmezAlınca mezarlar bırakmaz seni

Bahane ararlar gelen ölüme Yine bir köz düştü garip gönlümeSözüm geçmez yaş akan şu gözümeTeselli eyliyor dostların seni

Yaş geçtikçe dayanılmaz hal almışRuh gidince beden sararmış kalmışKendi gideceğini bak nasıl bilmişArkandan rahmetle anarız seni

Hiç kimsenin sen kalbini kırmazdınİş buyurup sağı solu yormazdınKim çağırsa hemen koşar durmazdınHer zaman rahmetle anarız seni

Komşuların geldi burdalar işteUyarmayın beni kalayım düşteRahmanın Rahmeti bak bize müjdeRahmeti Rahman’la anayım seni

Hasan KARAKAYA

NERELİYİM

Yurtsuz kaldım nereliyimMaraş’ta bir kurşun yedimFransa’ya kondu göçümİçim kanar yaralıyım

Nerde kaldı dayım emimGözlerimde bitti nemimOkyanusta battı gemimGeri dönmem buralıyım

Diyarı gurbet mekânımÇiftlik Köyü’nde kökenimKüsüp de gitse bu tenimYine de ben oralıyım

Gurbette bağlandı yolumKırıldı kanadım kolumKalmadı takatim halimFidan ölmüş karalıyım.

Fidan ÇOLAK

Icim yaniyor bugunlerde

Nefesim kesiliyor ansizin

Sesini duyuyorum...

Sanki bugunlerde bende bir hal var

Kendimi kaybediyorum,..

Sen geliyorsun aklima

Gozlerim doluyor

Sonra hickira hickira agliyorum

Git diyorum hayaline,Gelme diyorum

Ben bugunlerde oluyorum...

En guzel kahkalarimda yakaliyor

Yoklugunun acisi beni

Yikiyor tum kurallarimi

Yine ozluyorum seni

Kimse sana benzemiyor

Ama herkes seni hatirlatiyor

Nasil bir seydir bu beni mahvediyor

Ben bu gunlerde seni unutamiyorum...

Ayşe Ş.

KaldıKöyden köye elden ele, Gitmediğim el mi kaldı, Hasta düştüm halden hale,Düşmediğim hal mi kaldı?

Tarla tarla takım takım, Gezmediğim yer mi kaldı, Ayva narin toprağında, Deşmediğim gül mü kaldı?

Yare doğru yolum gitmez, Yandı yürek duman tütmez,El uzattım elim yetmez, El tutacak dal mı kaldı?

Ali Pise çok geri kaldı, Düştü bir ummana daldı, Mektup yazdı haber saldı,

Yar diyecek dil mi kaldı?

Ali PİSE / Colmar-Fransa

.........................Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

‘’Seni seviyorum’’ sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...

Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinle-diğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kal-mayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

Nereden bileceksin?

Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terle-mezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.

Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.

Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..

Ama sen hiç benimle olmadın ki... YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

Ayşe Ş.

BaŞsaĞlıĞısevdiğim kardeşim, Mücahid insan Mustafa

BalCı’nın kerimeleri ayşe ve emine’nin kıymet-li anneleri rahmeti rahmana kavuşmuştur.

kendisine başsağlığı diliyor, yakınlarına sabırlar

temenni ediyorum. Cennet Mekanı olsun.

hasan karakaya

41

Page 42: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Göğün yarısı kadınlarımız. Acının en katmerlisini yüreğinin ve bedenin her hücresinde yaşayan kadını anlatmak oldukça güç ve zor. Dilin lal kalemin yazamadığı andır, her yaşanan hareketin mağduriyetini yaşayan, linç edilen yok sayılan, kan ve gözyaşıyla yazılan tarih onlara aittir. İnsanın mülk edinme ‘bana ait’ kavramı kadını köleleşmesiyle başlamıştır. Bundandır ki kadının özgür olmadığı bir dünyada özgürlükten, haktan vb… ahkam kesmek düşündürücüdür. Kadınlar, Kadınlarımız, ‘soframızdaki yeri öküzlerimizden sonra gelen kadınlarımız…’ (Nazım Hikmet Ran). Nazım bu dizeleriyle Anadolu kadının resmini çiziyordu. Doğmadan cezalandırılan bir canlı varsa o da KADIN’dır herhalde! Günahı yeryüzüne indiren, Şeytanı sevindiren odur. O bir PANDORA kutusudur. Her nerde olumsuzluk adına ne yaşanıyorsa onun tek sorumlusu kadındır. Çünkü onu doğuran bir ‘ERKEK’ ti! Üstelik eğe kemiğinin de en eğri tarafından. Bu bakımdan kadını doğrultmak da mümkün değildir. Topraktan yaratılmak bile ona çok görülmüştü. Hem cennetin elmalarını çalan o değil miydi. Çaldığı elmalarla Hz Adem’i kandıran yine oydu. O gün bugündür onun kaderini hep başkaları belirledi. İlk cezayı TANRI’lar verdi, cennetten kovuldu. Sonra sistemler ve erkekler. Bu çarklar arasında köle oldu, pazarlarda satıldı. Sultanların, kralların saraylarında, haremlerine kapatılıp gönül hoş eyledi. Sonradan modern köle olarak, yeryüzünün her karesinde cinsel obje olarak gösterilip Tv, gazete, reklamlarda, hayatın tüm alanlarında bol makyajlarla süslendirilip, satılması gereken ürünün bandrolleri oldular. Biçimde değisseler de özde hep aynıydılar! İradesi elinden alınan, rızası olmadan 9 yaşında koskoca bir erkeğin koynuna sokulan Ayşelerdi, Marilerdi. Bütün bunları kadına reva gören ERKEK EGEMEN SİSTEMLER. Hz. Muhammed’in deyimiyle ’hayırlı meta’ ve yine Elmalılı Hamdi Yazır’ın yorumuyla Bakara Süresi 223. ayet : ‘Ey erkekler kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza nasıl isterseniz varın…’ cümlesi, kadına biçilen rolün somut göstergesidir. Mısır’da firavunlar ölünce eserleri de onlarla birlikte canlı canlı gömülmüştür ki ölümden sonraki hayatta ona yine hizmet edebilsin. Hindistan’daki inanışa göre ise ölüler gömülmüyor, yakılıyordu. Erkek ölünce eşi de kendisini canlı canlı onun ateşine atıp birlikte yanmak zorundaydı. Bu gibi örnekler oldukça yoğun, kadına yöne-lik her araştırmada, insanı boğan, acıtan yan öylesine çok ki… Batı’da ise kölenin (kadın) namusu, köle sahibi tarafından kollana-bilirdi. Kral ‘ilk gece’ hakkına sahipti. Sevdiği biriyle evlenecek olan kadın önce kral, senyör vb kişilerle olmak zorundaydı. Erkek egemen zihniyetin, Kadın üzerinde hakimiyeti bitmek bil-meyen oyunlarla doluydu. Değerler, ahlaklar, insanı insanlaştırma pratiği erkeğin kadın üzerindeki mülk edinmesinden geçiyordu! Namus kavramı kadının bekareti sayılmış, erkeğe ise bekare-tin anahtarı verilmiş ve birden fazla kadınla olma (evlenme) sınırsızlığını da sunmuştur. Kadın bu evreleri aşarak günümüze geldi. Tarihin ona ettiği zulmü ve acımasızlığı, alt üst etmeyi yine o kendi başına başarabildi. 8 Mart 1857 ABD New York eyaletinde 40 bin tekstil işçisi kadının başlattığı 8 saatlik iş gücü eylemi 129 kadının katledilmesi-yle sonuçlansa da, bugün ve yarın için kadınların tarihsel kimliğini bulmada önemli değerler içermekte. Dünya üzerinde yaratılmak istenenin ondan bağımsız gelişip güçlenmeyeceğinin bilincini keşfetti. Çünkü: Onlar hiçbir şekilde karşılık beklemeden kendi yaşamlarını gözünü kırpmadan feda eden, Çünkü:Doğuran, dünyayı yeni yaşamlarla güzelleştiren, yeryüzünün nadide çiçekleri olup, anka kuşu güzelliğinde ANALARIMIZDI. Çünkü:Onlar Yardı, Yarendi, Kardeşti. Çünkü: O olmadan Sevginin, emeğin özgürleşmeyeceği, Çünkü: O olmadan doğanın dengesinin düzelmeyeceği ve insanlığın yol alamayacağı, Çünkü: O olmadan sohbetlerin sevecenliği, sıcaklığı, hoşgörünün, hümanizmin olamayacağı, Çünkü… Çünkü… Çünkü… Ayaklar altına alınan geleceğimizin değerini, her hücremizde his-setmenin umuduyla dÜnya eMekÇi kadınlar GÜnÜ’nü saygıyla selamlarken, gelecek günlerin özgür olması dileğiyle…

Sidar Sarıgü[email protected]

YORUM FARKI

8 Mart’a Girerken! Boşanma insanlık tarihi boyunca var olan ve bug-ün kendinden çok daha sık bir şekilde bahsettiren toplumsal bir olgu. Şimdi içinizde pek çoğunuz diy-ordur: “Zaman ne kadar da bozuldu be kardeşim ! Boşanmalar, ayrılmalar almış başını gidiyor. Evlilik kurumunun bir anlamı kalmadı...”

Eğer duruma muhafazakâr bir açıdan bakarsanız dü-süncenizde haklısınız.

Peki, geçmişte boşanmanın çok az olması o dönemde evlilik kurumunun başarılı olduğu anlamına mı geliyor ?

Kesinlikle hayır. Boşanma ile bitmemiş birçok evlilik, eşleri ve onlarla birlikte çocukları yıllar boyunca sü-ren mutsuz bir hayatı paylaşmaya zorlamıştır. Aile içi cinayetler, intiharlar, dayak-hakaret-tehdit dolu sado-mazo ilişkiler bu tür evliliklerin ürünüdür.

Boşanma, birlikte yaşaması artık mümkün olmayan, evlilikte aradığı mutluluk ve huzur dolu ortamı bula-mayan iki insanın, olumsuz bir duruma yeter demesi-dir. Boşanmayı istemek bir yerde cesaret ve kararlılık göstergesidir.

Günümüz itibariyle en fazla boşanma isteminde bu-lunan taraf kadın. Neden?

Erkekler için, konforlu ve rahat bir hayatı bırakmak kolay olmuyor. Ayrıca gerektiğinde, aradıkları mutluluğu hiç çekinmeden dışarıda arayıp bulabili-yorlar. Kadın için durum farklı. Günümüz kadını, ya ekonomik bağımsızlığını kazanmış durumda veya en kötü ihtimalle devletten destek görüyor. Dolayısıyla boşanmaya başvurması geçmişe göre çok daha kolay.

Antik Yunan’da eşler, karşılıklı anlaşma yoluyla veya tek taraflı olarak boşanmayı isteyebiliyorlardı. Erkek-ler için geçerli bir sebebin bulunmasına gerek yoktu. Erkeğin kadını reddi ve ailesine geri göndermesi yeterliydi. Boşanmadan sonra çocuklar babalarıyla kalıyorlardı. Boşanmayı istemede kadınlar için dayak gibi geçerli bir sebebin olması gerekiyordu. Bugünün aksine, erkeklerin eşlerini aldatması yani zina geçerli bir sebep oluşturmuyordu. Ayrıca kadın, boşanma istemini baba, erkek kardeş gibi ailenin erkek bireyleri aracılığıyla yapmak zorundaydı. Boşanmaya başvuran kadının bu istemi her şeye rağmen reddedilebiliyor-du.

Fransa’da 20 Eylül 1792’de kabûl edilen bir yasa boşanmayı -geçerli bir sebep göstermenin ve hâkimin

artık gerekli olmadığı- basit bir usûle dönüştürdü.

Ancak.... çok geçmeden 1816’da başka bir yasa bu durumu değiştirip boşanmayı tamamiyle yasakladı. Yani aşırı bir uçtan, bir diğerine geçiş !

Aynı dönemde Flora Tristan (1803-1844) adlı ve ilk feministlerden kabul edilen bir kadın boşanmanın kabulü için büyük bir mücadele vermekteydi. 17 yaşında zengin ama aşırı kıskanç bir erkekle evlen-dirilen Flora Tristan, kendisini döven, hakaret eden ve zorla alıkoyan eşinden kaçmayı ve ayrı yaşamayı başarmıştı ama O’nu aramaya devam eden eşi tarafından 1838’de silahla yaralanmıştı. Bu duruma rağmen, mahkeme -geçerli sebep yokluğundan- Flora Tristan’ın boşanma istemini reddedip yalnızca ayrılık kararı vermekle yetindi. Bu durum Flora Tristan’ı, ölümüne dek kadın hakları ve boşanmanın kabulü için mücadele etmeye yöneltti.

Yahudi asıllı Vaucluse Sosyalist Milletvekili ve aynı zamanda senatör olan Alfred Naquet boşanmanın yeniden uygulamaya girebilmesi için yaptığı üç başarısız denemeden sonra, nihayet Temmuz 1884’te boşanmaya -zina, yüzkızartıcı suçlardan dolayı mah-kûmiyet, şiddet ve hakaret gibi- geçerli sebeplere dayalı olarak başvurulmasını mümkün kılan bir yasayı Meclis’ten geçirmeyi başardı. Böylece boşanmada masum olan taraf bir nafaka ve çocukların kendisi-ne bırakılmasını isteyebilme hakkına da sahip oldu. Ancak bu yasayla karşılıklı anlaşma yoluyla boşanma hâlâ mümkün değildi.

1975’te ki boşanma hukukuna ilişkin ve karşılıklı anlaşma yoluyla boşanmayı mümkün kılan reform-dan sonra, 2004 yasası Fransa’da boşanma usûlünü oldukça basitleştirdi. Tarafların karşılıklı anlaşması hâlinde açılan boşanma davası hızlandırıldı. Tarafların dinlenmesi için öngörülen hâkim önünde yüzleşme ikiden bire indirildi.

Türkiye’de durum çok farklı değil.

Türk Medeni Kanunu’nun karşılıklı anlaşma yoluyla boşanmayı düzenleyen 166/3 maddesi : “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır....”diyor. Zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, terk, akıl hastalığı gibi durumlarda -eğer delil gösterilmişse- boşanma için hâkimin takdirine gerek bile yok!Gönül isterdi ki boşanmalar hiç olmasın. Evliler bir ömür boyunca aynı yastıkta kocasınlar, mürüvvetlerine ulaşsınlar. Ama olmuyor işte ! İki tarafı da mutsuz eden, anlamını kaybetmiş bir ilişkinin bir yerde bitmesini artık normal karşılamak gerekiyor. Siz ne dersiniz ?

S i z d e n b i r i...

Albera Meynioğlu

Boşanma : nereden nereye...

42

Page 43: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

HERBERT MULLIN (7) “DEPREMİ ENGELLEYEBİLMEK İÇİN

ÖLDÜRMEM LÂZIM!”

KOMŞU EDMUND KEMPER

Nisan ayında Mullin hücresinde yargılanmayı beklerken yan hücreye bir hayli enteresan bir komşu taşındı. Seri katil Edmund Kemper polise teslim olmuştu ve bu ikilinin iyi bir çift olacağını düşünen hapishane müdürü Kemper’i Mullin’in hücre komşusu yaptı. Daha sonraki yılarda FBI görevlileri ile yaptığı görüşmelerde seri cinayetler konusunda kendi deneyimlerini anlatan Kemper’in Mullin ile ilgili ilginç fikirleri oluşacaktı.

İki metrelik boyu ve yapılı vücuduyla Kemper, Mullin’i ve herkesi korkutan bir görünüme sahipti. Mullin’in bir hayli tuhaf olduğunu ilk andan itibaren anlayan Kem-per onu sindirmeyi seçecekti. “Yemek salo-nunda herkesin televizyon izlemeye çalıştığı anda Herbert aniden yüksek sesle şarkı söyleyip oradaki herkesi rahatsız ediyordu, uyarıları dinlemeyince ayağa kalkıp yanına gittim ve bir sürahi suyu kafasına boşalttım. O anda sustu ve uslu bir çocuk oldu. Biraz sonra ona fıstık verdim, çok sevi-yordu. Bu yöntem etkili oldu, bir daha şarkı söylemek için hep izin istemeye başladı. sanırım buna ‘davranışı ıslah etme tedavisi’ diyebiliriz.”

Kemper hapiste sorun istemiyordu, Mullin’i herhangi bir sorun yaratmaya kalkıştığında ihbar edeceğine dair uyarmıştı. Mullin için “herhangi bir sınıflamaya girmeyen tuhaf herif” tanımlamasını yapıyordu. Mullin ise Kemper’dan nefret etmeye başlamıştı. Hücresinde meditasyon yaparken sesler çıkarıp konsantrasyonunu bozduğunu iddia ediyordu. Her iki seri katil de kendi cinayetlerini belli bir misyon için gerçekleştirdiklerine inandıklarından ötekini barbar cani olarak görüyordu. Mullin kendisinin dünyayı depremden kurtarmak gibi bir misyon üstlendiğini, oysa Kemper’in sadist bir seks manyağı olduğunu söylüyordu. Kemper ise Mullin’in önüne çıkan herkesi nedensizce katleden soğukkanlı bir cani olduğunu iddia etmek-teydi. İki seri katil gerçekten de ilginç bir komşuluk sergiliyorlardı.

Kemper’in bilinen anne takıntısına karşın Herbert Mullin babasına takmıştı kafasını. Babası Amerika’nın en büyük canisiydi ona göre. 1925’den bu yana Oregon ve Califor-nia eyaletlerinde işlenen faili meçhul bütün cinayetleri babasının gerçekleştirdiğini iddia ediyor, yetkililerin babasının parmak izlerini alarak tüm eski dosyalarla karşılaştırması talebinde bulunuyordu. Mullin’in eski bir savaş gazisi olan din adamını öldür-mesi belki de babasına duyduğu öfkenin yansımasıydı. Mullin’in babasına mal ettiği suçlardan biri de tüm dengesinin yitimin-de tetikleyici rol üstlenen trafik kazasıydı. Arkadaşı Dean Richardson’un kaza geçirme-

sine babasını gönderdiği telepatik mesajlar neden olmuştu. Babası Dean’e “intihar et” emrini göndermiş ve genç adam otomobili-ni kamyonun altına sürmüştü!

MAHKEME

Herbert Mullin’in yargılanması 30 Temmuz 1973 tarihinde başladı. Savunma ekibi stra-tejilerini sanığın aklı başında olmadığı için hiçbir eylemin-den sorumlu tutulamayacağı üzerine kurmuşlardı. Mullin’in tavırları da tüm izleyenlere bu izlenimi veriyordu zaten. İlk günden itibaren hem hakime, hem savcıya hem de kendi avukatına sürekli itiraz ediyor, ortalığı karıştırıyordu. Sakin durmasını sağlamak için ikinci gün salona zincirli olarak oturtuldu. Mullin hakime yazdığı bir notu iletti. İki sayfalık yazıda biri-lerinin kendi izni olmadan özel defterlerini karıştırdığından şikayet ediyordu.

Avukat James Jackson sanığın öldürmeden önce kafasının içinde duyduğu seslere ve aldığı emirlere uyarak öldürdüğünü anlat-maya başladı. “Sanık aldığı emirlere uyarak kurban alıyordu, bunlar tesadüfi cinayetler değil, ona göre gerçekleştirilmesi gereken kurban törenleriydi.” Avukat, Mullin’in çok farklı karakterlere büründüğünü, kendisi-ni bazen savaş karşıtı bir eylemci, bazen Uzakdoğu felsefesi uzmanı, bazen Katolik din adamı, bazen bir Meksikalı, bazen şampiyon bir boksör olarak gördüğünü, bunların da hastalığının bir sonucu olduğunu anlatıyordu. Ayrıca yaşamına giren ve mutlu-başarılı birisi olmasını en-gelleyen herkesten intikam almak için her hedefi temsilen kurbanlar seçtiğini de ekli-yordu.

Mullin konuşmaları büyük rahatsızlık için-de dinliyordu. İleri geri sallanıyor, sıranın kendisine gelmesi için sabırsızlanıyordu.

Avukatın yürüttüğü “delilik” savunmasından son derece rahatsızdı. Konuşma şansını elde ettiğinde tüm dünyaya gerçekleri anlatmak için sabırsızlanıyordu.

Savcılık ise daha kesin, açık konuşuyor, ci-nayetlerin detaylarını anlatıyordu. Sanığın LSD ve esrar kullanımını vurguluyor, daha sonra da uyuşturucu satıcılarını katletme-sinin nedeni delilik değil anlaşmazlıktan demeye getiriyorlardı. Bu arada cesetlerin pozisyonları, kurşunlar, balistik incele-meler, tanıklar sıraya kürsüde tartışılıyordu. Mullin’in cinayetlerin detaylarının anlatılması esnasında onaylar biçimde başını sallaması herkesin dikkatini çekiyor-du tabii.

4 Ağustos günü savunmanın uzman tanığı olarak kürsüye gelen psikiyatrist Donald Lunde sanığın paranoid şizofren olduğunu tıbbi delillerle anlatmaya başladı. Bunu kanıtlamak için sanıkla yaptığı bazı görüşmelerin kayıtlarını salonda dinletti. Mullin “Ölüm Şarkısı” adını taktığı karmaşık komployu anlatıyordu. Bütün ölümlerin hükümetle bağlantısı, kendisini etkileyen

kişiler, depremlerin nedenleri, insanların bu felaketlerden nasıl kurtulabilecekleri gibi kafasında yarattığı senaryoları dile

getiriyordu. Dr. Lunde’nin daha sonra Herbert Mullin hakkındaki kitabında da anlattığına göre Mullin dünyada gelmiş geçmiş bütün depremleri incelediğini, dünyada açlık, salgın hastalık gibi felaket-lerin olduğu yıllarda depremlerin azaldığını belirlemişti. Bunun nedeni de insanlar başka yollarla kurban edilirse depremler gerçekleşmiyordu!

Dr. Lunde mahkeme salonunda Mullin ile yaptığı görüşmenin kayıtlarını dinletmeye devam ediyordu: Mullin, kutsal kitaplar-da hikayesini okuduğu Yunus’tan çok etkilenmişti. Aşırı dalgalı denizde, bindikleri kayık batmasın diye kendini kurban seçerek suya atıp geri-de kalanların kurtulmasını sağlamak büyük yücelikti. Ve bazı kurbanları tıpkı Yunus peygam-ber gibi ölmeyi istemişlerdi. Bunu da te-lepatik me-sajlarla kendisine iletmişlerdi. Burada araya giren Dr. Lunde hikayenin aslının

tam olarak böyle olmadığını, Yunus’u başkalarının denize attığını ve aslında boğulmadığını, bir balina tarafından te-krar dışarıya çıkarıldığını söylediğinde “Ben böyle yorumluyorum, senden de böyle yapmanı rica ediyorum; büyük bir felaketi önlemenin yolu küçük felaketler yaratmaktır.” diyordu Mullin.

Daha sonra deprem konusu konuşulmaya başlandı. Hakim, uzman tanığa sanığın deprem teorisini cinayetleri işledikten sonra mı uydurduğunu sordu. Dr. Lunde, Mullin’in bu teoriyi yıllar önce kurgula-maya başladığını anlattı, kanıt olarak da sanığın bu süre içinde Birleşmiş Milletler

ve benzeri birkaç teşkilata gönderdiği ve yıllara göre dünyada ölüm oranlarını, doğal felaketlerin zamanlarını ve boyutlarını soran mektuplarının kopyalarını göster-di. Mullin’in evinden getirilen çok sayıda karmaşık el yazısını incelediğini ve bu teorisinin dayanak noktası olarak 18 Nisan’daki doğum tarihinin büyük San Fran-cisco depreminin yıldönümüne rastlayışını gösterdiğini belirtti. Dr. Lunde, Mullin’in bu yüzden kendisini “seçilmiş” olarak gördüğünü ve tüm insanlığı büyük bir felaketten kurtaracağına inandığını anlattı. Ayrıca ünlü fizikçi Albert Einstein’in de 18 Nisan’da ölmüş olması Mullin’e göre Nobel ödüllü bilim adamının kendisini seçilmiş Mullin için feda ettiği anlamını taşıyordu.

Dr. Lunde’ye göre Mullin’in inandığı diğer bir komplo da ailesinin ondan “biseksüel olmanın sağlıklılığını” saklamış olmasıydı. Mullin biseksüel olduğunu iddia ediyordu. Bunu kanıtlayan bazı ilişkiler de yaşamıştı işin gerçeği. Ve ailesini, kendi homoseksüel yanını ortaya çıkarmasına engel olmakla suçluyordu. Üstelik bunu yaparken kendile-ri diğer aile bireyleri ve akrabalarla homo-

seksüel ilişkiler yaşamışlardı. Bu ve sonrası aile içi cinsellik hakkında tamamen hayal ürünü iddialardan oluşuyordu. Dr. Lunde

sanığın gerçekten biseksüel olup olmadığını soran hakime yanıt vermeden önce Mullin atıldı: “Biseksüel olduğumu size garanti ederim.”

Bir sonraki aşamada asıl suçlu-nun baba William Martin Mullin olduğu iddiaları tartışıldı. Savcılık, sanığın babasından nefret ettiği için bu cinayet-leri işlediğini ileri sürerken avukatı, Herbert Mullin’in hasta aklında bu cinayetleri işleme emrinin telepati yoluyla babası

tarafından verildiği saplantısı olduğunun ısrarla altını çiziyordu. Yani Mullin beyninin içinde duymuş olduğuna inandığı komutları yerine getirmek için işlemişti cinayetleri.

Mullin konuşması için kürsüye çağrıldığında bütünüyle babasını hedef alan şeyler anlat-maya başladı. Gerçekte baba Mullin’in oğlunun yetişmesinde ne kadar etkili olduğu tam olarak bilinemez. Sonuçta asker kökenli bir adamdı. Oğluna gurur duyduğu savaş anılarını anlatması, silah kullanmayı öğretmesi ya da onunla şakacıktan boks maçları yapması asla suç değildi, birçok baba benzer davranışlar sergiler. Ancak

Herbert Mullin’in giderek bozulan ruh sağlığı tüm çocukluğu boyunca yaşadıklarını bambaşka biçimlerde yorumlamasına yol açmıştı. Babası onun gözünde bir kahra-mandan, bir suç ve şiddet yanlısı caniye dönüşmüştü. Mullin’e göre her kötü şeyin sorumlusu babasıydı. Onu azmettiren de, şiddet kullanmayı öğreten de. Hatta liseden sonra başladığı üniversiteye de babasının zoruyla kaydolduğunu iddia ediyordu. Babası bu okuldaki güçlü savaş karşıtı at-mosferin farkındaydı ve oğlunu buraya sırf kafası karışsın diye göndermişti! Bu arada Mullin babasını aslında bir katil olduğunu, yıllar boyunca birçok insanı öldürdüğünü iddia etmeye devam edecekti. Israrla babasının parmak izlerinin alınmasını ve eski faili meçhul dosyalardakilerle karşılaştırılmasını istiyordu.

Bütün bu dehşet verici suçlamaları büyük bir üzüntüyle izleyen babasıyla göz göze geldiğinde Mullin “Babamı buradan çıkartın, o çıkmadan rahat konuşamıyorum!” diye bağırıyordu. Yargıç bu istekleri reddetti ancak babası büyük bir hayal kırıklığı içinde arka sıralara gitti, biri-cik oğlunun ne hale geldiğini yaşlı gözlerle izliyordu.

Bir ara ağzından kaçırdığı bir cümle savcılığı çok sevindirdi. Mullin “Aralık ayında öl-dürmek için bir mesaj daha aldım. Ama harekete geçmedim. Artık daha fazla insan öldürmeyi istemiyordum. Bunun doğru bir şey olmadığını düşünüyordum..” demişti. Yani sanık doğru-yanlış, iyi-kötü arasındaki ayrımın farkında olduğunu itiraf ediyordu. Daha önce anlattıkları gibi babasının em-rindeki bir robot olmadığını, kendi özgür iradesine sahip olduğunu gösteren bir ipu-cuydu bu.

( Devam edecek )

SERİ KATİLLER VE SERİ KATİLLER 2 KİTAPLARININ YAZARI FİKRET TOPALLI'DAN GERÇEK YAŞAM ÖYKÜLERİ...

Oğluna gurur duyduğu savaş anılarını anlatması, silah kullanmayı öğretmesi ya da onunla şakacıktan boks maçları yapması asla suç değildi, birçok baba benzer davranışlar sergiler. Ancak Herbert Mullin’in giderek bozulan ruh sağlığı tüm çocukluğu boyunca yaşadıklarını bambaşka biçimlerde yorumlamasına yol açmıştı.

Avukat, Mullin’in çok farklı karakterlere büründüğünü, kendisini bazen savaş karşıtı bir eylemci, bazen Uzakdoğu felsefesi uzmanı, bazen Katolik din adamı, bazen bir Meksikalı, bazen şampiyon bir boksör ola-rak gördüğünü, bunların da hastalığının bir sonucu olduğunu anlatıyordu.

Dr. Lunde, Mullin’in bu yüzden kendisini “seçilmiş” olarak gördüğünü ve tüm insanlığı büyük bir felaketten kurtaracağına inandığını anlattı. Ayrıca ünlü fizikçi Albert Einstein’in de 18 Nisan’da ölmüş olması Mullin’e göre Nobel ödüllü bilim adamının kendisi-ni seçilmiş Mullin için feda ettiği anlamını taşıyordu.

43

Page 44: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Des valeurs, des saveurs

moona bölge bayi olarak, Sos ve mechouia (hakiki zeytin yağli, közlenmiş sebzeler) mammülleri

Sadece helal üretim yapan imalathanemizde, üretilen mamullerimiz, şoksuz, elle kesim yapilan etlerden imal edilmektedir

GAMME MOONA : sauce, méchouia

CHARCUTERIE : a la coupe, libres services

100 çeşit şarkuteri (sosis, salam), taze mamulleri’ile sistemli biçimde, haftalık servis yapilmaktadır. SERVIS ARAÇLARIMIZ SADECE TAZE MAMUL TAŞIMAKTADIR

z.a de florivoie 88640 GRANGES – SUR-VOLOGNES Tel 03.29.51.69.36 fax 03.29.51.69.37 www.oz-tat.com

44

Page 45: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

21

SURGELES : SELAM

SURGELES SUPERFRESH : pates, légumes

SURGELES ORIENTAL VIANDES : viandes, plat cuisines

öz-tat firmasının yan markası , ORIENTAL VIANDES, hazır helal yemekleri özellikle elle kesilen, etlerden üretilmisdir

Tanınmış markası’ile, güvenli ve kaliteli SELAM helal, mamülleri

turkiye’nin ilk dondurulmuş gıda markası SUPERFRESH, şimdi fransa’da

Superfresh, selam, oriental viandes bölge bayisi olarak, 70 çeşit dondulurlumuş mamulleri’ile sistemli biçimde servis yapilmaktadır. SERVIS ARAÇLARIMIZ SADECE DONDURULMUŞ MAMUL TAŞIMAKTADIR

Tavuk sosis Tavuk burger Akcaabat köfte

Adana kebap Inegöl köfte Cevapcici

Urfa kebap

Tekirdag köfte

45

Page 46: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 47: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 47

Page 48: OBJEKTIF 03.2012
Page 49: OBJEKTIF 03.2012

TÜRK KUYUMCUSU

Bijoutier Cadorar

Altın alınır - satılır73, Grand rue 67700 SAVERNETel.: 03 88 91 35 88 - 03 88 71 42 18Port. : 06 24 56 40 04E-mail : [email protected]

Le Conseil constitutionnel a déclaré incons-titutionnelle mardi 28 février la loi répri-

mant la contestation des génocides, dont le génocide arménien. Le Conseil a estimé que le législateur portait une « atteinte incons-titutionnelle à l’exercice de la liberté d’ex-

pression et de communication ».

Il ne s’est pas prononcé sur la loi du 29 jan-vier 2001 reconnaissant le génocide armé-nien. Par ailleurs, il n’avait pas à connaître de la loi du 13 juillet 1990 (loi Gayssot) ré-primant tout acte raciste, antisémite ou xé-nophobe. Dans plusieurs tribunes, dont une publiée dans Le Monde, Robert Badinter, an-cien ministre de la justice et ancien président du Conseil constitutionnel, avait expliqué que cette loi ne supporterait pas un passage devant le Conseil, qui serait amené à la dé-clarer anticonstitutionnelle.

M. Badinter expliquait que cette décision s’imposerait par le fait que la loi du 29 jan-vier 2001, sur laquelle se base celle pénali-sant la contestation, était, selon lui, incons-titutionnelle. Finalement, les Sages ne sont pas revenus sur la loi du 29 janvier 2001.

Le Conseil constitutionnel a censuré mardi la loi controversée pénalisant la négation des génocides reconnus par la France -notamment celui des Arméniens par les Turcs en 1915- mais Nicolas Sarkozy a aussitôt demandé la préparation d’un nouveau texte.

Le président de la République «mesure l’im-mense déception et la profonde tristesse de tous ceux qui avaient accueilli avec recon-naissance et espoir l’adoption de cette loi destinée à les protéger contre le négation-nisme», précise l’Elysée.

Il a chargé en conséquence le gouvernement «de préparer un nouveau texte, prenant en compte la décision du Conseil constitution-nel», ajoute un communiqué de la présiden-ce. La Turquie s’était auparavant félicitée de l’invalidation de la loi française, annonçant que le gouvernement allait se réunir pour envisager la reprise des relations politiques, économiques et militaires suspendues après l’adoption du texte, le 23 janvier.

Le Parlement français avait adopté le 23 jan-vier une proposition de loi déposée par la députée UMP Valérie Boyer qui a suscité de très vives réactions de la Turquie et relancé le débat en France sur les lois «mémorielles».

Or, les «Sages» du Conseil constitutionnel, saisis par des sénateurs et des députés de

tous bords, ont jugé ce texte contraire à la liberté d’expres-sion.

«Il est loisible au lé-gislateur d’instituer des incriminations réprimant les abus de l’exercice de la li-berté d’expression et de communication qui portent atteinte à l’ordre public et aux droits des tiers», ex-pliquent-ils dans un communiqué.

«Toutefois, les at-teintes portées à l’exercice de cette liberté, qui est une condition de la démocratie et l’une des garanties du respect des autres droits et libertés, doivent être nécessaires, adaptées et proportionnées à l’objectif pour-suivi», ajoutent-ils.

Les «Sages» jugent donc «qu’en réprimant la contestation de l’existence et de la qualifica-tion juridique de crimes qu’il aurait lui-même reconnus et qualifiés comme tels, le législa-teur a porté une atteinte inconstitutionnelle à l’exercice de la liberté d’expression et de communication».

ANKARA MENAÇAIT PARIS D’UNE

«RUPTURE TO-TALE»

Le texte censuré pu-nissait la négation d’un génocide d’un an d’emprisonne-ment, d’une amende de 45.000 euros ou des deux à la fois. Le Conseil constitu-tionnel précise que sa décision ne porte pas sur la loi du 29 janvier 2001 relative à la reconnaissance du génocide arménien, de même que sur la loi du 13 juillet 1990 («loi Gayssot») réprimant tout acte raciste, antisé-mite ou xénophobe.Valérie Boyer, la députée UMP qui avait déposé la proposition de loi, a exprimé sa tristesse. «Je suis triste, mais je reste déterminée parce que je pense que de toute façon il faudra de nouveau refaire ou représenter quelque chose», a-t-elle dit à des journalistes. «Je note quand même qu’on a malgré tout une victoire au Parlement parce que les deux chambres ont voté ce texte, ce qui est une avancée majeure dans ce dos-sier», a-t-elle ajouté.

Pour Roland Muzeau (PC), président du groupe Front de gauche, le conseil consti-tutionnel «ne s’honore pas en estimant que la contestation d’un génocide ou d’un crime contre l’humanité ressortirait de la liberté d’expression.» Jacques Myard (UMP), qui fut l’un des initiateurs du recours déposés par des députés, a rappelé que sa démarche avait été engagée «hors de toute préoccupa-tion partisane, dans le seul but de protéger la liberté d’expression et la recherche histo-rique.»

«La vérité historique ne peut être établie que par la recherche, en aucun cas par la loi», écrit-il dans un communiqué.

Cent trente-sept députés et sénateurs fran-çais, de la majorité comme de l’opposition, avaient saisi le 31 janvier le Conseil consti-tutionnel, estimant que la loi sur la négation des génocides violait l’article 34 de la Consti-tution définissant la loi et délimitant son do-maine. Nicolas Sarkozy avait par avance dé-claré le 1er février en conseil des ministres son intention de déposer un nouveau texte au Parlement si cette loi était censurée. Lors d’une visite en Arménie, début octobre, le président français avait mis la Turquie en de-meure de reconnaître sa responsabilité dans

le génocide arménien.

Le Parlement français a adopté en 2001 la loi disposant que «la France reconnaît pu-bliquement le génocide arménien de 1915». L’initiative avait déjà été réprouvée par les autorités turques.

Ankara, qui voyait dans la nouvelle loi française un geste en direction des quelque 500.000 Français d’origine arménienne à l’approche de l’élection présidentielle, avait menacé Paris d’une «rupture totale» des rela-tions diplomatiques, sans toutefois mettre sa menace à exécution.

Lors de l’adoption du texte à l’Assemblée, la Turquie avait rappelé son ambassadeur à Pa-ris et annulé toutes les rencontres politiques, économiques et militaires prévues avec la France ainsi que l’autorisation accordée aux avions de chasse et aux bâtiments de l’armée française d’atterrir ou d’accoster en Turquie.

Le Conseil Constitutionnel Censure la Loi sur le Génocide Arménien

Amis français, bonjour !Chers lecteurs,

OBJEKTIF Gazete, votre journal mensuel d’informations, d’annonces et de publi-cités lu par plus de 100 000 personnes, agrandit sa famille et s’ouvre désormais aux lecteurs francophones.

Ainsi, vous trouverez un cahier réservé aux articles en langue française et autres publicités.

Afin de perfectionner ce nouveau ser-vice de manière interactive, nous vous invitons à nous rejoindre !Pour cela, vous nous attendons vos écrits, articles et publicités afin d’enri-chir notre journal et répondre aux atten-tes de nos lecteurs.

Contactez-nous sans plus attendre et avançons ensemble… Par téléphone au +33 388 85 83 66 ou par e-mail à l’adres-se [email protected]

A très bientôt, bonne lecture !

(Nous remercions lepetitjournal.com/istanbul pour leur contribution.)

Edito

>>> 00 336 25 94 20 29

Her türlü fotoğraf çekimi ve dizayn işleri için hemen arayın

Page 50: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Nicolas SARKOZY : Président Candidat !C’est désormais officiel : Nicolas Sarkozy est candidat à sa propre succession. Il l’a annoncé le 15 février à la télévision, dans le journal de TF1. A 67 jours du premier tour de scrutin, le président sortant s’engage dans la course à l’Elysée face à son rival -et plus que jamais favori- socialiste François Hollande. «Ne pas solliciter à nouveau la confiance des Français» serait un «aban-don de poste», a dit Nicolas Sarkozy, en

évoquant la «succession de crises» qui touchent la France, l’Europe et le monde. Bref, le président français veut rester à la barre. « Oui - je suis candidat à l’élection présidentielle ». Voilà - en quelques mots - comment le président Sarkozy a officiel-lement endossé son costume de candidat pour un second mandat. Un engagement -renouvelé et sans surprise qu’il a justifié en responsabilité face à la crise que traverse la France. « Ne pas solliciter la confiance des Français -a t il expliqué, serait comme un abandon de poste ». Un capitaine, donc

garant d’une « France forte ». Cela sera le slogan de sa campagne. Une manière également pour Nicolas Sarkozy de dénoncer la faiblesse du projet de son rival socialiste François Hol-lande qui selon lui « n’a pas d’idées à mettre sur la table », « moi je suis un homme d’action, pas de renoncement », a t-il martelé, promettant de redonner la parole au « peuple français » par le

référendum, de réhabiliter la valeur « trava-il » et d’en finir avec « l’assistanat ».

Un Nouveau Permis en France

Le nouveau permis de conduire à puce entrera en vigueur en janvier 2013. De la taille d’une carte de crédit, tous les automo-bilistes vont petit à petit en être dotés. Un permis de la forme d’une carte bancaire. Le nouveau document, qui aura la forme d’une carte de paiement, contiendra les

empreintes digitales du conducteur, ainsi qu’une puce qui permettra de régler les

amendes routières par internet ou se con-necter sur le site du ministère de l’Intérieur pour, par exemple, consulter son solde de points de façon plus rapide et commode qu’actuellement. Un changement qui répond à un souci d’harmonisation. Ces mesures, détaillées dans un décret publié jeudi au Journal Officiel, découlent d’une réglementation européenne de décembre 2006 sur l’harmonisation du permis de conduire. L’arrivée de ce permis répond à un triple

objectif: lutter contre la fraude documentaire, garan-tir la libre circulation des personnes et améliorer la sécurité routière. Grâce à ce dispositif, en cas de contrôle, la police pourra, à l’aide de lecteurs placés dans ses véhicules, s’assurer que le document présenté n’est pas falsifié. De la même façon, elle aura

accès à l’historique du conducteur qui ne devrait plus pouvoir échapper au paiement

des PV, y compris dans un autre pays de l’Union que celui dont il est ressortissant. Un permis à renouveler de la même manière qu’un passeport. C’est le gros changement. Ce nouveau per-mis devra être renouvelé, tous les quinze ans sans examen, sur le même principe que les passeports. Les permis de conduire de catégories C (poids lourd) et D (transports en commun) devront en revanche être renouvelés tous les cinq ans. Ce renouvel-lement du permis permettra d’actualiser la photo d’identité et l’adresse de son titulaire. L’automobiliste devra s’acquitter au mini-mum des frais d’envoi du nouveau permis, a indiqué le ministère, qui affirme n’avoir pas encore décidé si le document lui-même serait facturé. Jusqu’à 2033 pour l’adopter. Les titulaires d’un permis de conduire antérieur au 19 janvier 2013 devront alors l’échanger contre son semblable à puce avant 2033. Plus de 40 millions de permis roses, sans date de péremption, sont actu-ellement en circulation en France et seront concernés.

Du nouveau pour les deux roues. Dans le cadre de cette harmonisation européenne, le décret rappelle que le per-mis moto va également subir quelques modifications à partir de janvier 2013. Si le permis A1 pour les motos jusqu’à 125 cm3 restera accessible à partir de 16 ans, un permis intermédiaire fera son apparition, le permis A2, pour les motos entre 125 et 600 cm3, accessible à partir de 18 ans. Après deux ans, le titulaire de ce permis pourra accéder au permis A (toutes motos), sous réserve d’une formation de sept heures. Le jeune motard sera donc «bridé» pendant deux années. Le permis A, sans limite de cylindrée, sera alors directement accessible à partir de l’âge de 24 ans. Dernière nouveauté, cette fois pour les scooters: une nouvelle catégorie de permis sera créée à partir de 2013 pour conduire un cyclomoteur de 50cm3 : le permis AM. Pour le décrocher, il faudra alors avoir 14 ans, avoir réussi une épreuve de code de la route et suivi une formation de sept heures dans une école de conduite.

Les lycéens préparent un voyage et ils cherchent des sponsors

SELESTAT-ISTANBUL, LE REVE SE REALISE Les élèves du lycée Dr.Koeberle, de classe de Première et Terminale vont enfin réaliser leurs rêves, de leur projet d’Istanbul, durant les vacances de la pâque 2012. Je prends plaisir de faire partie de ce groupe.

Le but des élèves en visitant les mo-numents historiques et naturels est de mieux s’enrichir d’en leur culture

d’origine. Une ville capital de 3 empi-res (Ottoman, Romain, Byzantin) avec une histoire datant des siècles. Nous attendons avec impatience pour visiter : Saint-Sophie, Palais de Top-kapi, Palais de Dolmabahçe, Mosquée Bleue, le Tour de Galata et de Léandre, îles de Princes, tour du Bosphore,…

Ce projet me tiens à cœur car malgré les nombreux départs effectués en Tur-quie, je n’ai jamais eu l’occasion de visiter Istanbul, l’une des villes la plus touristique de la Turquie et du monde.

Nous remercions notre professeur Ali Basaran et tous nos sponsors qui nous

ont aidées, à la réalisation de ce projet qui est le rêve de tous ces élèves. Nous sommes à la recherche de d’autres sponsors. Si vous souhaitez nous aidez, contac-tez nous.

Sponsors : Journal Ob-jektif, HP Terrassement-Marckolsheim, Eda Market-Colmar, Kuafor Nefse-Châtenois, Associati-on culturelle Franco-Turque de Sélestat, Piknik Döner-Sélestat Funda E.

Une bible millénai-re redécouverte à Ankara

Source : Association A Ta Turquie

Ce livre de cuir aux lettres dorées pourrait bien être une Bible millénaire, datant de plus de 1500 ans. Le manuscrit a été redé-couvert en Turquie il y a peu, après avoir été saisi en 2000 lors d’un coup de filet contre des contrebandiers en Méditerranée.

Il sommeillait depuis douze ans dans les placards de la justice, et pourtant il pourrait bien s’agir d’un vrai trésor car il est écrit en araméen, la langue de Jésus. Il est désor-mais en phase de restauration et d’authenti-fication au musée ethnographique d’Ankara.

D’après certains médias turcs, le Vatican aurait demandé à pouvoir le consulter, une rumeur aussitôt démentie par le Saint-Siège.

Certains journaux avancent aussi que cet ouvrage pourrait être l’Evangile de Bar-nabé, un texte dans lequel Jésus cite-rait l’avènement du prophète Mahomet. Quoi qu’il en soit le manuscrit a été placé sous haute protection, il serait estimé à plus de 17 millions d’euros.

TOURISME EN TURQUIELes Français sur la cinquiè-me marche du podium

De septembre à décembre 2011, les tou-ristes les plus nombreux à avoir visité la Turquie sont les Britanniques.

Sur un total de 723 millions d’euros dépensés sur le territoire turc, les Bri-tanniques sont les plus dépensiers avec 103,8 millions d’euros, suivis des Rus-ses (69,2 millions d’euros), des Améri-cains (64,6 millions d’euros), des Alle-mands (56,8 millions d’euros) et enfin des Français en cinquième position (53 millions d’euros).

Le nombre de touristes venant d’Arabie

Saoudite a connu la plus forte augmen-tation, avec 49,7% de touristes en plus sur la même période comparée à 2010.

C’est dans le secteur du divertissement que les dépenses des touristes ont connu la plus grande augmentation, soit 41% de plus que l’année passée, les dépenses en billets d’avion augmentant de 32,8% et les dépenses en nuit d’hô-tels de 20,3%.

50

Page 51: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

Renault, le grand groupe français automobile est implanté en Turquie depuis 40 ans. De cette longévité sur le territoire turc, et du fait qu’il emploie directement ou indirecte-ment près de 45.000 Turcs, Renault est considéré par l’opinion publi-que comme une entreprise locale. Nous avons voulu savoir si à ce titre, Renault avait eu à subir les effets de la crise diplomatique récente. Lepetitjournal.com est allé à la rencontre de son directeur général adjoint Mr Guillaume Sicard, égale-ment conseiller économique auprès de l’ambassadeur de France pour lui poser quelques questions sur le groupe Renault en Turquie. Depuis presque deux ans qu’il est à ce poste, Guillaume Sicard qui se sent patron turc, à la tête d’une entreprise turque a vu la part de marché du groupe augmenter ces deux dernières années pour atteindre 16,3% en 2011, et a réussi avec son équipe à maintenir ainsi son groupe à la tête du marché automobile turc.

Lepetitjournal.com d’Istanbul : Re-nault est présent en Turquie depuis 1969, quelles sont les raisons qui ont amené le groupe à s’installer dans ce pays ? Guillaume Sicard : Tout a commencé grâce à une opportunité ; le fonds de pension de l’armée Oyak, un des plus performants au monde aujourd’hui, recherchait des investisseurs européens pour pouvoir faire de l’industriel dans le pays. Le potentiel de marché était tel que Renault a voulu rapidement investir et s’est donc implanté en Turquie. Le groupe a d’abord monté une usine de production à Bursa appelée Oyak-Re-nault, elle appartient à 51% à Renault et à 49% à Oyak. Il y a une deuxième entité, une entité commerciale pour vendre les voitures dénommée Renault- MAIS, qui elle appartient à 49% à Re-nault et à 51% à Oyak.

Pouvez-vous nous parler brièvement de votre parcours professionnel ? J’ai commencé dans l’audit puis le marketing. Après 6 ans d’expérience au siège de Renault sur Paris, j’ai été envoyé en Espagne en tant que directeur marketing adjoint. J’ai ensuite dirigé un garage (succursale de 230 employés) en France puis j’ai été nommé directeur marketing en Afrique du sud. Juste avant d’arriver à Istanbul, j’étais directeur régional pour le sud de la France. Pour pouvoir grimper les échelons chez Renault, l’entreprise nous y prépare grâce à une alternance d’expériences opérationnelles et fonctionnelles, d’ailleurs, j’ai commencé à l’usine où j’ai tra-vaillé pendant trois mois. Ces périodes «terrain» nous permettent de mieux comprendre les attentes des clients, mais aussi de nos propres col-laborateurs mécaniciens, monteurs, vendeurs, ….

Aujourd’hui, que représente l’acti-vité de Renault en Turquie ? (nature de l’activité de production, nombre d’employés, part de marché en Tur-quie, exportations vers d’autres mar-chés, etc…) A l’usine, il y 6.200 employés plus un réseau très important de fournisseurs comptant 30.000 personnes. Chez Re-nault-Mais, nous sommes 850 auxquels il faut ajouter 6.000 personnes qui tra-vaillent dans notre réseau. Au total, ce n’est pas loin de 45.000 personnes qui travaillent pour le groupe Renault en Turquie, avec une toute petite propor-tion de Français expatriés, en tout nous sommes 7, 4 à Istanbul et 3 à Bursa. Sur les 38 usines que compte le groupe dans le monde, l’usine de Bursa est dans le TOP 3. Avec 330.000 voitures produites en 2011, Renault est la pre-mière usine automobile en Turquie, de-vant Fiat avec 300.000 véhicules, Ford

avec 250.000 véhicules et Toyota avec 80.000 véhicules. La Turquie conserve 30% de cette production sur son terri-toire, tandis que 70% du reste de la pro-

duction sont exportés principalement en Europe occidentale. Les voitures que nous fabriquons en Turquie sont : Fluence, Mégane, Clio et la nouvelle Fluence électrique. Sur la partie com-merciale maintenant, en 2011 Renault a emporté 16,3% du marché automobile turc avec les marques Renault et Dacia. 2011 a été une très bonne année, puis-que notre part de marché a augmenté, elle était de 15% en 2010. Aujourd’hui la Turquie est le 5ème marché mondial du groupe.

Après le vote en France de la loi Boyer, la Turquie a annoncé des re-présailles au niveau diplomatique mais aussi économique. Renault a-t-il du souci à se faire ? En Turquie, cette loi a clairement perturbé nos relations personnelles et professionnelles d’un point de vue émotionnel. Nos amis et collaborateurs turcs ont été choqués et peinés par l’attitude de la France; une période de tension, de doute et d’observation a duré pendant quelques jours. Il a fallu écouter et dialoguer, expliquer et la si-tuation s’est progressivement détendue. Concernant le business, sur le très court terme, oui, nous avons été légèrement impacté avant que la raison reprenne le dessus car, avec 45.000 personnes travaillant directement ou indirectement pour nous, Renault est une entreprise turque, leader en ventes sur le marché et en exportation tout biens confondus. Le business continue, avec peut-être juste un petit plus de retenue vis-à-vis de l’administration turque principale-ment.

Le sujet du “made in France” a pris beaucoup de place dans la campa-gne pour l’élection présidentielle en

France. Renault est justement cri-tiqué pour ses délocalisations. Que pensez-vous des discussions autour de la récente ouverture d’une usine à

Tanger ? Déjà il faut bien voir que le groupe a 38 usines dans le monde, dont 14 en France. La France reste toujours le pays où il y a le plus d’usines Re-nault avec une production totale de 650.000 véhicules sur une production mondiale de 2,7 mil-lions. Quand Renault construit une usine à l’étranger, ce sont nos ingénieurs, nos logisticiens et bon nombre de nos fournis-seurs qui développent le projet et en assurent ensuite la coordi-nation. Cette nouvelle implan-tation s’inscrit dans la stratégie

industrielle du groupe qui consiste à développer nos capacités de production hors d’Europe sur les véhicules à faible valeur ajoutée. Ainsi Tanger ne vient pas concurrencer les usines d’Europe occidentale puisqu’elle a vocation de construire des véhicules DACIA dont le succès est basé sur rapport prix/pres-tation inédit. Ainsi Renault fait évoluer son outil industriel et concentre l’acti-vité des usines d’Europe Occidentale sur la fabrication de produits véhicules et mécaniques à forte valeur ajoutée soit, principalement, le haut et le moyen de gamme européens, les véhicules uti-litaires, les moteurs et boîtes de vitesses à haute technologie, les véhicules et moteurs électriques ainsi que les batte-ries.

Enfin, je tiens à conclure en partageant quelques informations : aucune usine n’a été fermée en France depuis l’île Seguin en 1992 ; Carlos Ghosn a garan-ti la pérennité des sites d’assemblage en France et enfin sur les 5,7 milliards in-vestis dans l’outil industriel entre 2010 et 2013, 40% le seront en France.

Propos recueillis par Meriem Draman

(www.lepetitjournal.com/istanbul)

( RENAULT-MAIS / Fatih Sultan Mehmet

Mah. Balkan Cad. No:47, Casper Plaza

34770 Ümraniye - İstanbul – Türkiye /

Phone +90 216 645 66 08, Fax +90 216 645

66 56 )

Interview réalisée dans le cadre d’une collaboration www.lepeti-tjournal.com/Istanbul - Chambre de Commerce Française

51

Interview Avec Mr. Guillaume SICARDDGA de Renault-MAIS, Turquie

Page 52: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 53: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 53

Page 54: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 55: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 55

Page 56: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 57: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 57

Page 58: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Façade avant travaux

AvrupA reklAm1 rue Vauban - 67450 Mundolsheim

Tél./ fax: 03 88 18 15 46 - Mobile: 06 88 58 26 81 / 06 58 72 62 62E - mail: [email protected] - www.arpublicite.com

Façade pendant travaux

Façade après travaux

Message au preMier regard, CoMMuniCat ion assurée

58

Page 59: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected]

Message au preMier regard, CoMMuniCat ion assurée

www.arpublicite.com

Enseigneà LED

Menu board

Menu board

dynamique

Enseigneà LED

59

Page 60: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 61: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 61

Page 62: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° 69 [email protected]

Page 63: OBJEKTIF 03.2012

Mart / Mars 2012 * N° [email protected] 63

Page 64: OBJEKTIF 03.2012

iSTANBUL

225 EUR

KAYSERi

278 EUR

TRABZON

266 EURKONYA

283 EUR

ANKARA

266 EUR

ANTALYA

266 EUR

DiYARBAKIR

307 EUR

GAZiANTEP

266 EUR

iZMiR

266 EUR ADANA

283 EUR

SAMSUN

283 EUR

*Fiyatlar 29 Şubat 2012 tarihine kadar satın alınacak biletler ve sınırlı sayıda koltuk için geçerlidir. Biletlerinizi www.thy.de adresinden, çağrı merkezini arayarak ya da yetkili acentelerden temin edebilirsiniz.

FR: +33 825 800 902, DE: +49 1 805 849 266

Basel’den memlekete* Nisan’da ve Mayıs’ta uçmak için

acele edin, kazançlı çıkın!