objektif 02.2012

64
Şubat / Février 2012 * N° 68 Haber ve duyurularınız için : +336 81 48 55 39 İlan vermek için : +336 25 94 20 29 [email protected] “UTANÇ YASASI”NA ONAY Geçtiğimiz ay yitirdiğimiz iki büyük insan, iki büyük arma bizleri acıya boğ- du.. KKTC kurucu Cum- hurbaşkanı Rauf DENK- TAŞ ile Türk futbolunun Ordinaryüsü, Fenerbah- çeli efsane futbolcu Leſter KÜÇÜKANDONYADİS’i sonsuzluğa uğurladık. Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz... Beklenen oldu ve Fransa Senatosu da “İnkâr Yasası”nı onayladı. Düşünce özgürlüğüne darbe vuran bu yasa hakkındaki yorum ve haberler iç sayfalarımızda ELİT KUYUMCUSU Her türlü altın alınır ve değiştirilir Pazar hariç her gün 10:00 - 19:00 arası açık 22,18,14 ayar - set - bilezik Zincir - yüzük - künye - küpe... Hauptstr. 115 D-77694 Kehl (ana cadde) TEL: +49 7851 48 55 79 CEP: +49 151 240 118 79 ASKERLİKTE BİR DÖNEM KAPANDI Eco Food’un Türkiye Günleri İlgiyle İzlendi 21 ve 22 Ocak’taki etkinlik Türk – yabancı herkesin beğenisini kazandı objektif 2’de Çekiliş Sonuçları “6. Yılımızda Her Ay Bir He- diye” kampanyamızın dör- düncü talihlilerini açıklıyo- ruz sayfa >>>> 30 Odyssée’de Yeni Türk Filmleri sayfa >>> 12 Nurbanu Kablan kış ve hüz- nü yazdı sayfa >>>> 19 Sayfa 37’de Sayfa 36’da COJEP ÖDÜLLERİ VERİLDİ Bu yıl 5.’si düzenle- nen Cojep Ödülleri, iş, sanat, siyaset ve sivil toplum temsilci- lerini biraraya getir- di. Geceden özel kareler... Türkiye sevdalısı bir Fransız, bir Alzaslı Bertrand SCHAUNER İstanbul’u yazdı... BİR İSTANBUL GEZGİNİ 4. Kalbimize Gömdük... Gazete Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede Son aylarda konsolos- luklar önünde hareketliliğe neden olan askerlik kanunundaki değişiklikler yürürlüğe girdi. Yasayla birlikte gurbetçiler artık askere alınmayacaklar sayfa >>>>> 7 >>> 00 336 25 94 20 29 Her türlü fotoğraf çekimi ve dizayn işleri için hemen arayın Objektif

Upload: objektif-gazete

Post on 01-Mar-2016

256 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Objektif Gazete Subat 2012 sayisi

TRANSCRIPT

Page 1: OBJEKTIF 02.2012

Şubat / Février 2012 * N° 68

Haber ve duyurularınız için : +336 81 48 55 39 İlan vermek için : +336 25 94 20 29

[email protected]

“UTANÇ YASASI”NA ONAY

Geçtiğimiz ay yitirdiğimiz iki büyük insan, iki büyük arma bizleri acıya boğ-du.. KKTC kurucu Cum-hurbaşkanı Rauf DENK-TAŞ ile Türk futbolunun Ordinaryüsü, Fenerbah-çeli efsane futbolcu Lefter KÜÇÜKANDONYADİS’i sonsuzluğa uğurladık.

Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz...

Beklenen oldu ve Fransa Senatosu da “İnkâr Yasası”nı onayladı.

Düşünce özgürlüğüne darbe vuran bu yasa hakkındaki yorum ve haberler iç sayfalarımızda

ELİT KUYUMCUSUHer türlü altın alınır ve değiştirilir

Paz

ar h

ariç

her

gün

10:

00 -

19:0

0 ar

ası a

çık22,18,14 ayar - set - bilezik

Zincir - yüzük - künye - küpe...

Hauptstr. 115 D-77694 Kehl (ana cadde)TEL: +49 7851 48 55 79 CEP: +49 151 240 118 79

ASKERLİKTE BİR DÖNEM KAPANDI

Eco Food’un Türkiye Günleri İlgiyle İzlendi

21 ve 22 Ocak’taki etkinlik Türk – yabancı herkesin beğenisini kazandı

objektif 2’de

Çekiliş Sonuçları

“6. Yılımızda Her Ay Bir He-diye” kampanyamızın dör-düncü talihlilerini açıklıyo-ruz sayfa >>>> 30

Odyssée’de Yeni Türk Filmleri

sayfa >>> 12

Nurbanu Kablan kış ve hüz-nü yazdı sayfa >>>> 19

Sayfa 37’de

Sayfa 36’da

COJEP ÖDÜLLERİ VERİLDİBu yıl 5.’si düzenle-nen Cojep Ödülleri, iş, sanat, siyaset ve sivil toplum temsilci-lerini biraraya getir-di. Geceden özel kareler...

Türkiye sevdalısı bir Fransız, bir Alzaslı

Bertrand SCHAUNER İstanbul’u yazdı...

BİR İSTANBUL GEZGİNİ

4. Kalbimize Gömdük...

Gazete Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede

Son aylarda konsolos-luklar önünde hareketliliğe neden olan askerlik kanunundaki değişiklikler yürürlüğe girdi. Yasayla birlikte gurbetçiler artık askere alınmayacaklar sayfa >>>>> 7

>>> 00 336 25 94 20 29

Her türlü fotoğraf çekimi ve dizayn işleri için hemen arayın

Objekti f

Page 2: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 2

Page 3: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O

Şubat / Février 2012 * N° 68*Aylık haber, ilan ve reklam gazetesi

/Journal mensuel d’infos,d’annonces et de publicités.

5, impasse des Prunelles 67820 Wittisheim

*İmtiyaz sahibi/Edité par: FZ SERVICES SARL

*Genel Yayın Yönetmeni/Directeur de la Publication:

Fahri EKMEKCI [email protected]. : 00 336 81 48 55 39

*Haber Müdürü: Ömer [email protected]

Tel. : 00 336 25 94 20 29

*Grafik-Dizayn: Ömer AYDIN

*Dağıtım/Distribution: FZ SERVICES SARL

TEMSİLCİLERİMİZHAGUENAU-BISCHWILLER ve çevresi için

Emel SARMAŞIK +33 6 47 45 77 65

SAINT-DIE, EPINAL, NANCY

ve çevresi Mustafa GÜÇLÜ

Tel : +33 6 07 61 09 24

KARLSRUHE ve çevresi: Hasan BELLİKLİ

Tel : +49 1795 592 171

MANNHEIM ve çevresi: Şahismail KAYA

Tel : +49 1797 843 183

SAVERNE-SARREGUEMINES-

LUNEVILLE-BOUXWILLER-

WISSEMBOURG ve çevresi

Kemal ERGÜL

Tel : +33 6 70 47 09 02

METZ ve çevresi: Recep GÜNEŞ

Tel : +33 6 67 11 87 89

PARIS ve çevresi: Gizem KABADAYI

+33 6 30 21 45 03

VÖLKLINGEN-SAARBRÜCKEN ve çevresi

Bedreddin AKCA + 49 160 94 68 68 66

*Baskı adedi/Tirage:15000

*Baskı/Imprimé par: ROTOCENTRE, 348, rue Marcel Paul F-45770 SARAN

*Objektif Gazete basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. /Objektif promet à respecter les principes et les lois concernant le métier de presse. *Objektif Gazete’de yayımlanan yazı, haber ve fotoğ-raflardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir./Toute reproduction de nos articles, textes d’annonces ou publicités parues dans notre journal est libre sous l ’obligation de citer le nom du journal.

*Dépôt Légal: Février 2012

*BANQUE POPULAIRE D’ALSACE: Code Banque: 17607 Code Guichet: 00001 N° Compte: 70214495865 Cle RIB: 61 *IBAN: FR76 1760 7000 0170 2144 9586 561 *Adresse SWIFT(BIC): CCBPFRPPSTR

TEL: +33 681 485 [email protected]

Gazete Objekti f

WINDOW TECHNIC

Page 4: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 4

Ünlü yazarımız Ahmet Hamdi TANPINAR’ın “19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi” isimli eseri Fransızcaya çevrile-rek yayınlandı.

Kitabı yayınlayan “Acte Sud” yayınevi, Fransa’nın en saygın yayın kurumlarından biri. Daha önce de birçok Türk yazarının eserlerini Fransızcaya çevirerek yayınlayan Acte Sud yayınevi, şimdi de TANPINAR’ın bu önemli çalışmasını Fransız okurlarına sundu. Yayına TEDA çerçevesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Fransa Kitap Ku-rumu destek verdi.

Bu yayın için, seçkin Türk ve Fransız akademisyen ve çevirmenlerden oluşan beş kişilik bir grup, Prof. Faruk Bilici’nin eşgüdümünde çok titiz bir çeviri ve edisyon çalışması yaptı. Bilici, INALCO (Doğu Dilleri ve Kül-türleri Ulusal Enstitüsü) Türk Dili ve Kültürü Bölümü Başkanı ve Osmanlı tarihi uzmanı.

Kitabın kaynakları, alıntılar tek tek kontrol edilip, sonuna geniş bilgi notları ve güzel bir bibliyografyayla yayına hazırlanmış. İnce sayfaları ve boyutuyla okuması rahat, oldukça güzel bir baskı olmuş.

Aynı yayınevi daha önce TANPINAR’ın “Yaz Yağmuru” ve “Saatleri Ayar-lama Enstitüsü” isimli kitaplarını yayınlamıştı.

“Beş Şehir” ise 1995’te UNESCO’nun desteğiyle ve Paul Dumont’un çeviri-siyle kitapçı vitrinlerine ulaşmıştı.

( Bu haberi hazırlarken konuyla ilgili yazısından yararlandığımız Doğan Hızlan’a çok teşekkür ederiz.)

Mustaf GÜÇLÜ / Saint-Die

Karatecimiz Nuri TAŞ 6 müsabaka kazandı ve karatede 1. dan’ını aldı.

Aslen Konyalı olan Nuri TAŞ, Fran-sa’ya 1977’de geldi, küçük yaşlarda karateye başladı ve o zaman bu zaman çok başarılara ulaştı.

Beş çocuğuna rağmen ve 19 yıl aradan sonra hem sigarayı bıraktı

hem antrenmanları hiç kaçırmadı (onun için eşine ve büyük kızına çok teşekkür ediyor). 6 ay sonra da siyah kusağı aldı.

Bundan bir yıl sonra ise 1. dan’ı elde etti (5 galibiyet gerekirken, Vosges, Lorraine ve Fransa şampiyonalarında 8 tanesini sıraladı).

Nuri TAŞ’ın başarısını destekle-mek için sponsor olabilirsiniz. Bu konuda irtibat için Objektif Gazetesi’ne başvurabilirsiniz.

1 Ocak 2012 tarihinden itibaren, Fransız va-tandaşlığı başvurusunda TFI Naturalisation testini geçme zorunluluğu yürürlüğe girdi.

TFI Naturalisation testini yapma hakkına Strazburg’da sadece iki merkez sahip.

Bu merkezlerden biri de Ayhan Tok’un sahibi olduğu STRALANG Dil Enstitüsü.

Ayhan Tok, sınavla ilgili Objektif Gazete’ye şun-ları söyledi.

45 dakika süren ve maliyeti 48 euro olan testin içeriği «Compréhension Orale» yani sözlü an-lam a, bir sohbete katılma ve akıcı bir şekilde kendini ifade edebilme yetilerinden oluşuyor. Testin amacı 5 ila 495 arasında puan alacak adayların Fransızca dil seviyelerini ölçmek.

Söz konusu test 90 sorudan çok seçmeli ; üc kısımdan olusuyor :

Birinci kısımda soru cevap

İkinci kısımda kısa diyaloglar

Üçüncü kısımda ise kısa sohbetler var.

Her aday, Fransız vatandaşlığı başvuru dosya-sına bu testin sonucunda alacağı belgeyi ekle-mek zorunda.

Geniş bilgi için : www.stralang.com

Tél: +33 (0)3. 88. 31. 48. 38

20 Ocak 2012 tarihinde Objektif Gazete çalışanlarını makamında kabul eden T. C. Strasbourg Başkonsolosu Sibel ALGAN, başta son İnkâr Yasası olmak üzere, vatandaşların merak ettiği çeşitli konularda bilgi verdi.

İnkâr Yasası

Tabii aslında bu konuyu 23 Ocak’tan sonra konuşmak daha sağlıklı olur ama, bir ön görüş bildirmek gerekirse, ben senatörlerin milletvekillerinden daha sağduyulu davran-

malarını ve Kanunlar Komisyonu’nun verdiği önergeyi kabul etmelerini umuyorum.

Yine de,gitgide daha çok sayıda senatör bu kanunun Anayasa’ya ve ifade özgürlüğüne ay-kırı olduğunu savunsa da, senatörlerin bir kıs-mının Cumhurbaşkanı’na karşı çıkmasının zor olmasından ve Sosyalistler’in de Ermeniler’e angaje durumda bulunmasından dolayı, ka-nunun onaylanma şansı daha fazla gibi.

Eğer bu kısır döngü kırılamayıp da yasa çıkar-sa, Türkiye-Fransa ilişkileri zor bir döneme girecektir.

Oy kaygısıyla böylesi ifade özgürlüğüne

aykırı bir kararın Meclis’ten çıkmış olması aslında çok acıdır. Ama, bizlerin de oy kul-lanma ve siyasal bilinç bakımından yeterli hassasiyeti göstermememiz de o kadar acıdır. Ermeniler’in 500 bin oyu olduğunu hem ken-dileri hem de Fransız makamları ifade ediyor. Ama bizim de 250 bin oyumuz var şeklindeki açıklamamız yeterli biçimde kanıtlanamıyor çünkü Fransız vatandaşlığına geçmiş olanla-rımız bunu bize bildirmiyorlar. Oy kullanma hakkı olduğunu bildiklerimiz arasından san-dığa gidenlerin oranı da maalesef çok azdır. İşte bizim bunu aşmamız ve vatandaşlarımızı bilinçlendirmemiz gerekmekteder. Burada bizlere, derneklere ve siz basın organlarına önemli görevler düşmektedir. Bu konuyu sürekli gündemde tutmalıyız... Demek ki her zaman ve her yerde, bir vatandaşlık hakkı ve yükümlülüğü olan oy kullanmayı devamlı dile getirmeliyiz.

Biz o dönemde yaşanan olayları zaten inkâr etmiyoruz; karşılıklı birçok acının yaşandığı-nı kabul ediyoruz. Ama, soykırım kavramı, uluslararası hukukta belirli sonuçları olabilen ciddi bir konu. Meclisler, öyle kendi kafala-rına göre, tarihteki her olaya soykırım ismi veremezler. Soykırımın olup olmadığına ulus-lararası mahkemeler karar verir. Üstelik, 1915 olaylarının soykırım olup olmadığı hususunda mahkeme de yapılmış : Malta’daki mahkeme-de, yani daha delillerin taze olduğu günlerde, İttihat ve Terakki yöneticileri beraat ettiler. Bir şey varsa, o zaman ortaya çıkması daha kolay olurdu. Demek ki ıspat edememişler, bir şey bulamamışlar... Kaldı ki, ortak komisyon kurup bu konuyu araştıralım şeklinde bizim Ermenistan’a bir çağrımız da mevcut.

Harçlar

Bu sene harçlarda belirgin bir artış olmadı. Sadece bazı ufak – tefek ayarlamalar yapıldı ama yüksek miktarlarda zam olmadı; bu, va-

tandaşlarımız için sevindirici bir durumdur.

Askerlik

Askerlik konusundaki artçı gelişmeleri halen yaşıyoruz diyebilirim. O yoğunluk bitti ama o, buzdağının görünen kısmıydı. Şimdi alınan o başvuru dosyalarının Türkiye’ye gönderil-meleri gerekiyor. Günde 150 müracaat alın-dığı günlerde tüm dosyalar birikti tabii ki ve bunları yollamak vakti geldi. Neyse artık bu iş düzene girdi tam anlamıyla diyebilirim; dos-yalar da yerlerine ulaştı.

Bu konudaki açıklama çok netti aslında; döviz-li bedelli askerlik ücreti iki katına çıkıyor ama askere gitme kalkıyor şeklinde çok net bilgi verildi ancak bunu tam anlamayanlar oldu.

Türk Sinema Günleri

Geçen seneye göre ilgi daha fazlaydı ve bu da bizleri ziyadesiyle memnun etti. Hem açılış galası hem de filmlerin izlenme oranları açı-sından bu yıl çok daha iyiydi ama yine de tam anlamıyla beklenildiği kadar vatandaşımızın rağbet ettiğini söyleyemeyiz.

Faruk Günaltay Bey’in bizlere sunduğu bu imkândan, gönül istiyor ki daha fazla sayıda vatandaşımız yararlansın ve salonlar sürekli dolu olsun...

Yeni Konsolosluk Binası

Artık dosya Belediye’den çıkıp Valiliğe gitti imza için; kısa zaman içinde bunun olacağını düşünüyorum. Bu iznin öncelikle arsanın dört tarafına konulup, üç aylık itiraz süresi bekle-necek. Ondan sonra da ihale açma aşaması devreye girecek ve, herhangi bir sorun çıkma-dığı takdirde de, yazın inşaata başlayacağız.

Başkonsolosumuz Sibel ALGAN’dan Önemli Açıklamalar

Ahmet Hamdi TANPINAR’ın Edebiyat Tarihi Fransa’da Yayımlandı

Fransız Vatandaşlığı İçin Dil Sınavı Şartı

Karate Nuri TAŞ’ın İşi

Page 5: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 5

Page 6: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O

Değerli vatandaşlarım,

Bu ayki yazımda sizlere Fransa’nın göç politikasına dayanak oluşturan mevzuat ve ülkeye giriş uygulama-ları hakkında daha önce hazırlanmış olan bir çalışma-nın temel unsurlarından kısaca söz etmek istiyorum.

Fransa sınırları esas itibariyle l974 yılından itibaren yabancı işçilere kapatılmış durumdadır. Ancak, aile birleştirilmesi ve bundan başka nedenlerle yılda ortala-ma 60 bin kişi Fransa’ya sürekli ikamet amacıyla giriş yapmaktadır. Kaçak girişler ve sığınmalarla birlikte bu sayı l00 bine yaklaşmaktadır.

Fransa’nın göçmen işçi politikası l999 yılına kadar ilgili ülkelerle yapılmış olan ikili anlaşmalar çerçeve-sinde düzenlenmiştir. l985 yılında, Fransa’nın da arala-rında bulunduğu 6 Avrupa Birliği üyesi ülke tarafından imzalanan ve Topluluk içindeki kişilerin serbest do-laşımını düzenleyen Schengen Anlaşmasının aşamalı olarak uygulanmaya başlamasıyla göç ve yabancılar politikasına yeni bir boyut kazandırılmıştır. Bu politika halihazırda, 02.l0.l997 tarihinde Amsterdam’da Avru-pa Birliği üyesi ülkeler tarafından imzalanan ve Fransa tarafından da l999 yılında onaylanmış bulunan « Top-lulukta vize, sığınma ve göç politikasını belirleyen » Amsterdam Anlaşması çerçevesinde sürdürülmektedir.

Fransa’nın hali hazırdaki göç politikası esas itibariyle ve geniş anlamda l997 tarihli Avrupa Birliği Amster-dam Anlaşması hükümleri doğrultusunda belirlen-mektedir. Milli mevzuat düzeyinde ise, gerek AB üyesi ülke vatandaşlarının ve gerekse diğer üçüncü ülke vatandaşlarının Fransa’ya giriş ve ikamet koşullarına dair mevcut tüm düzenlemeler yabancıların Fransa’ya giriş ve ikamet koşullarına dair 02 Kasım l945 tarihli Yönetmeliğe (Ordonnance) uygun olarak yapılmakta-dır.

Bu kapsamda, Avrupa Birliği Üyesi ülke uyrukluları-nın Fransa’ya giriş ve ikametleri, Topluluğun Kuruluş Yasası (Roma Anlaşması) ve ilgili diğer ülke mevzuatı hükümleri doğrultusunda düzenlenmekte ve üçüncü ülke vatandaşlarının ülkeye girişleri ise, eğer ilgili ülke ile herhangi bir anlaşma yapılmamışsa, 02 Kasım l945 tarihli Yönetmeliğin Genel Hükümleri çerçevesinde ve vize uygulaması ile mümkün olabilmektedir.

Ülkeye Giriş Uygulamaları

Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşları üzerlerinde kimliklerini gösteren bir belge ile Fransa’ya girme hakkına sahiptirler. Üçüncü ülke vatandaşları ise, vize almak durumundadır.Ancak, Fransa’nın, eskiden himayesinde bulundurduğu toplam l8 Afrika ülkesi ve ayrıca, Cezayir, Tunus, Gabon, Togo Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya, Slovenya ve Estonya ile yapmış olduğu ikili anlaşmalarla, bu ülke vatandaşları için özel düzenlemeler getirilmiş bulunmaktadır.

Vize TürleriÜlkeye giriş hakkı amacına bağlı olarak ilgili Fransız temsilciliklerince verilmektedir. Kısa süreli ziyaret ve turistik gezi için l-3 aylık süreli vize uygulanmaktadır. 3 ayı geçen sürelerde, uzun süreli ziyaret, öğrenim, araştırma veya geçici süreli çalışma gibi nedenlere dayalı girişler için ise uzun süreli ikamet vizesi almak gerekmektedir.

Oturma İzinleriFransa’da oturma izinleri, Avrupa Birliği üyesi ülke

vatandaşları hariç, genelde kişilerin ikamet amaçları-na göre düzenlenmiştir. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür

Geçici Süreli İkamet İzinleri

Bu kategorideki oturma izinleri l yıl süreli olup, ih-tiyaca göre uzatılmaktadır.Başlıca kısa süreli ikamet izinleri aşağıda sıralanmıştır.

• Ziyaretçiler için geçici ikamet kartı: Fransa’da kendi imkanlarıyla ve herhangi bir mesleki faali-yet icra etmemek koşuluyla belirli bir süre ikamet etme durumunda olanlara ikamet mahallindeki Mülki İdare Makamları tarafından verilmektedir.

İşçiler için geçici ikamet kartı: • Belirli süreli bir işin icrası için gelmiş olanlara yine aynı Makamlar tarafından verilmektedir.

• Aile ve özel yaşam için geçici ikamet kartı: Av-rupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8.maddesi esas alınarak düzenlenmekte olan bu belge, Fransa’da bulunan kişilerin Fransa dışındaki aile fertlerinin geçici bir süre ile Fransa’da ikametini sağlamak-tadır.Daha çok sığınmacılar için uygulandığı göz-lemlenmektedir.

• Öğrenciler için geçici ikamet kartı: Yeterli maddi imkanlara sahip olup, Fransa’da öğretim kurumlarına kaydını yaptırmış olan yabancı öğ-rencilere verilmektedir.

• Araştırmacı, bilim adamları için geçici ikamet kartı: Fransa’daki araştırma merkezlerinde veya öğretim kurumlarında bilimsel çalışma yapmak üzere gelmiş olan yabancılara verilmektedir.

Sanatçılar için geçici ikamet kartı• : Herhangi bir sanat dalında, Fransa’daki bir kurum ve kuruluş ile süresi belirli bir iş sözleşmesi yapmış olan veya sanatı ile ilgili bir çalışma yapma durumunda olan kişilere verilmektedir.

Uzun Süreli İkamet İzinleriUzun süreli ikamet izinleri (Carte de Résident) l0 yıl süreli olup, yukarıda sözü edilen 02 Kasım l945 tarihli Yönetmeliğin l4 ve l5.maddeleri uyarınca sığınma başvuruları kabul edilmiş yabancılara ve anlaşmalar çerçevesinde, yasal yoldan Fransa’ya süresiz çalışmak üzere gelmiş bulunan yabancı uyruklu kişilere ve aile fertlerine verilmektedir. Bazı istisnai haller dışında, vatandaşlarımızın tümü bu kategori ikamet iznine sahiptir. Fransa’da ikamet eden toplam yabancıların %85’inin aynı kategori ikamet iznine sahip olduğu bilinmektedir.

Avrupa Birliği Ülke Vatandaşlarına Verilen İkamet İzinleriYine aynı şekilde, 02 Kasım l945 tarihli Yönetmeliğin 9-l maddesi uyarınca, Fransa’da çalışan üye ülke va-tandaşlarına ve aile fertlerine, daha önce sahip oldukla-rı l0 yıl süreli oturma izinlerinin yenilenmesi sırasında (AB vatandaşları için özel kart) verilmektedir. Ancak, bu uygulama Alman, İngiliz, Danimarka, Hollanda, Finlandiya ve Avusturya gibi vatandaşlarına uygulan-maktadır. Diğer üye devlet vatandaşlarına yukarıda belirtilen l0 yıl süreli ve yenilenebilir durumdaki uzun süreli ikamet izni (Carte de Résident) tanzim edil-mektedir.

Sevgi ve saygılarımla...

( Devam edecek )

Ofisiniz ya da evinizde

işlerinizi bir profesyonel yapsınSekretere sadece bir kaç saatlik

ihtiyacınız varsa çözüm bizde!

Geniş Bilgi İçin : 06 60 23 92 20

Arif KOPUZ

Strazburg Bşk. Çalışma

ve Sosyal Güvenlik Ataşesi

Türkçede « havanın ısınması » deyimi iki anlamda kullanılabilir. Birinci ve akla ilk geleni atmosferdeki gelişmelerle ilgili olarak hava sıcaklığının artmasıdır. İkinci anlamı ise farklı düşünce, davranış içindeki kişi, grup ya da çıkar çevreleri arasındaki çelişkili konumda tansiyonun yükselme-sini, yani diyalog yolunun tıkanmakta olduğunu ve çatışma ortamının gündeme gelmesini anlatır. Bugün biz insanların « delikanlılığından », kanındaki basınçın yükselerek çatışmaları körüklemesinden değil, daha masum, bir o kadar da insancıl ve önemli bir konu olan atmosferin ısınmasından kısaca bahsetmek is-tiyorum. Herbirimizin yapabileceği günlük jestlerle insanı ve doğayı, dolayısıyla geleceği korumaya yönelik davranışlar bunlar. Sorun, sorumlu yurttaş olabilmek ya da olamamak ! Atmosferin ısınmasının sonuçları ağır olabilir ; buzulların erimesi, bazı canlıların yok olması, hastalıkların yaygınlanması, ekonomik çöküşler,... Bu gelışmelerin harekete geçirdiği kişisel ve politik biliçlenme de umut verebiliyor.

İklimin eski dengesini yitirmesi yani dengesizleşmeye başlaması, yüksek dağlardaki buzların gittikçe küçülmesi, deniz buzullarının erimesi, deniz suyu düzeyinin yükselmesi bir yandan sağnak yağışların ve kuraklıkların artmasına neden olurken diğer yandan da büyük fırtına ve kasırgalar ortalığı kasıp kavurmasına neden oluyor. Yaşamları, beslenmeleri deniz buzullarına bağlı kutup ayılarının buzulların erimesiyle yok olmaya doğru gittiği bilinen açık bir örnektir.

Sağnak yağışların yarattığı sel baskınları, ekilebilir arazilerin verimi-ni düşürmekte, hatta yok etmekte, içilebilir yeraltı sularını olumsuz etkilemekte, hastalıkların yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Özellikle de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Tropikal ülkeler bundan en fazla etkilenenlerdir. Bu ne-denle de gelecek yıllarda iklimsel nedenlerle göç etmek zorunda kalan „ilticacı“ların artacağı vurgulanmaktadır.

Bu ve benzeri olumsuzluklar karşısında sorumlu yurttaşlar ve ülkerin alacağı önlemler olmalı, davranış biçimleri geliştirilmeli, geliştiriyorlar da. Her yurttaşın katkıda bulunabileceği birkaç örnek verecek olursak: - Günlük tüketilen suya dikkat çekerek, su tüketiminin azaltılması, - Elektrikten mazota, kömüre kadar ısı araçlarında ciddi ekonomilerin yapılması, - İklimsel değışikliklerden dolayı yaygınlaşan hastalıkların (astım, aler-ji,..) daha ciddiye alınarak uzun vadeli tedavi ve önleyici hızmetlerin geliştirilmesi, - Ulaşım sisteminin (hava, kara, deniz) yeniden gözden geçirilerek az enerji ve tüketimle çok taşımanın ağırlık kazanması, büyük kentlerde bisiklet ulasımının kolaylaştırılması, yaygınlaştırılması - Oksijen kaynağımız ormanların korunması hatta yaygınlaştırılması, yangınların önlenmesi - Atıkların yeniden değerlendirilmesi, çöplerin her evde ayrıştırılarak yeniden kullanıma sunulması, kullanılamazların asgariye indirilerek belli yerlerde toplanması... Kısacası, bu dünyada olanların aktif aktörleri olarak sadece keyfi-mizce tüketen insanlar olmaktan çıkarak, çocuğunun bugününden ve geleceğinden, komşusundan, çevresinden ve gelecek kuşaklardan da ken-dini sorumlu gören yurttaşlar olmalıyız. 29/01/12

YAZIYORUM

Ali BAŞARANEğitimci - Yazar

[email protected]

6

Fransa’nın Göç Politikası ( 1 )HAVA ISINIYOR MU ?

Page 7: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O

Türk ve Fransız medyasından bir avuç mes-lektaşla beraber 23 Ocak Pazartesi günü Fransız Senatosu’ndaydık. Senato’da genelde Pazartesi günleri genel kurul oturumu olmaz. Dolayısıyla sabah saatlerinde kimse yoktu Senato kulislerinde. O günün tek gündem maddesi olan “Soykırımların inkarının ceza-landırılmasıyla ilgili yasa teklifi” için erkenden binaya gelmiş birkaç senatörden başkası görünmüyordu ortalıkta. Aynı yasa teklifi 22 Aralık 2011 günü, yani neredeyse hemen herkesin Noel için Paris dışında olduğu bir dönemde 577 üyeli Fransız Millet Meclisi genel kurulunda, yaklaşık 50 milletvekilinin katılımıyla kabul görmüştü. Tesadüf olabilir miydi?

Fransız Senatosu Anayasa Komisyonu 18 Ocak Çarşamba günü toplanıp, yasa teklifini “Fransız Anayasası’nın 34’üncü maddesine aykırı” ilan etmiş ve reddedilmesine karar vermişti. Komisyon geçen yıl Mayıs ayında, 2006 yılında Fransız Millet Meclisi’nden ge-çen inkâr yasası teklifini de aynı gerekçelerle geri çevirmişti. Ancak Komisyon’un bu görüşü bu sefer genel kurulda kabul görmedi. Geçen dokuz ay içinde ne değişmişti de Senato fikir değiştirmişti? Bu sorunun yanıtı büyük öl-çüde yaklaşmakta olan cumhurbaşkanlığı ve genel seçim perspektifinde yatıyor.

Dünyanın her ülkesinde siyasi partiler seçim hesapları yapar, bu demokrasi oyununun parçasıdır. Ancak Fransız parlamentosunun (Meclis+Senato) veya bu parlamento içindeki bazı parlamenterlerin “inkâr yasası” konu-sundaki tavrının gelecek yıllarda dünyanın dört bir yanında siyasi bilimler derslerinde ibret-i alem olsun diye okutulduğunu duyur-sak şaşırmayalım. Bir parlamento düşünün: birkaç parlamenter tarafından hazırlanan bir yasa teklifi ülkenin önde gelen hukukçuları tarafından Anayasa’ya aykırı bulunuyor. Eski Anayasa Konseyi Başkanı “bu yasa teklifi hem Anayasa hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle bağdaşmıyor” diyor. Onlarca tarihçi ve siyaset yorumcusu skandal çığlıkları atıyor. “Parlamento tarih yazamaz, burası

Sovyetik bir rejim değil” diyor. Yasa teklifi ülkenin iki büyük siyasi partisinin cumhurbaş-kanlığı adayları tarafından desteklendiği için çok sayıda parlamenter yasa teklifini “emir üzerine” oyluyor. Birçok milletvekili ve sena-tör açıkça “Yukarıdan baskı var, onun için bazı meslektaşlarımız yasa teklifini oyluyor” diyor. Ve yasa teklifi parlamentonun iki kamarasın-dan da geçiyor.

Tüm bunlar, sayılarının yaklaşık 500 bin oldu-ğu söylenen Ermeni kökenli Fransız vatandaş-larının oyunu alabilmek adına 75 milyonluk, yükselmekte olan ekonomilerden Türkiye’yle her türlü ilişkiyi tehlikeye atma pahasına ya-pılıyor. Burada aslında en çok Ermeni köken-lilere olan oluyor. Onların zekasıyla alay edi-liyor. Bir yasanın geçmesiyle sanki hepsi bir adaya oy verecekmiş gibi davranılıyor. Oysa Ermeniler içinde Sarkozy’yi destekleyenler olduğu gibi, Sosyalist, Komünist, çevreci veya apolitik olanlar da var. Yasa yürürlüğe girdi diye Komünist Parti üyesi veya sempatizanı Ermeni kökenli bir Fransızın oy sandığında tercihini Sarkozy’den yana kullanmasını bek-lemek olsa olsa saflık olur.

Paris’te bazı çevreler, “Türkiye 2001 yılında da Ermeni soykırımı yasasına birkaç ay tep-ki göstermişti, sonra geri adım attı, ilişkiler daha da gelişti” diyor. Bunu kulaklarımla işit-

tim. Ancak 2001 yılındaki Türkiye ile bugünkü Türkiye farklı. Ekonomileri ve ülkeyi yöne-tenler değişik. Karşıda -bu satırların yazarı da dahil olmak üzere- kimilerine göre aşırı dü-zeyde özgüvenli ve üstelik AB ile ilişkilerinde komplekslerinden kurtulmuş bir Türkiye var. Ya bu Türkiye inkâr yasasının uygulanmaya başlamasıyla siyasi, diplomatik ve ticari plan-da çatışmayı göze alırsa? Böyle bir senaryo ekonomik ve finansal krizin dünyanın bir numaralı gündemini oluşturduğu bir dönem-de aralarındaki ticaret hacminin yıllık bazda 20 milyar dolara ulaşabileceğini bilen bu iki ülke için de felaket olmaz mı? Fransa’nın Türk pazarını, Türkiye’nin de Fransız pazarını kay-betme lüksü yok, olamaz, rasyonel düşünen kimse için de olmamalı.

Son not: Fransa her fırsatta topraklarında yaşayan yabancı kökenlilerin cemaatleşme-mesi (topluluklaşmaması) için çaba harcıyor. Yani etnik grupların anglo-sakson dünyasında olduğu gibi kendi köşelerinde lobi grupları oluşturmasını ilke olarak istemiyor. Ancak inkâr yasası, bir etnik grubun siyaset üzerin-de baskı unsuru oluşturabileceğini, siyasilerin ve parlamentonun bu kültüre açık olduğunu gösterdi. Yani bu konuda pandoranın kutusu açılmış görünüyor. Fransa; bu inkâr yasasıyla Fransa’yı Fransa yapan değerleri inkâr ediyor aslında.

T. C. Paris Başkonsolosluğu’ndan gelen 25 Aralık 2011 tarihli yazı, son dövizli bedelli ya-sasıyla ilgili olarak aklında soru işareti kalmış vatandaşlarımızı aydınlatmaya yöneliktir.

Bilgilerinize sunarız…

« Bilindiği üzere, 1111 sayılı Askerlik Kanu-nunda yapılan değişiklikler 15.12.2011 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 6252 sayılı yasa ile yürürlüğe girmiştir. Yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın dövizle askerlik hizmetleri kapsamında getirilen değişikliklere ilişkin başlıca hususlar aşağıda sunulmaktadır:

-15.12.2011 tarihinden itibaren dövizle askerlik bedeli 10.000 Euro olarak yasallaş-mıştır.

-Bu tarihten sonraki başvurulara (önceden sıra numarası almış olanlar da dâhil) yeni yasa hükümleri uygulanacaktır.

-38 yaş ve öncesindeki yü-kümlüler 10.000 Euro’yu 38 yaş sonuna kadar dört eşit taksit (2.500 Euro) halinde ödeyebilirler. 39 yaş ve son-rasındaki yükümlülerin ise 10.000 Euro’yu tek seferde ve peşin olarak ödemeleri gerekmektedir.

-Yeni yasa uyarınca, dövizle askerlik hizmetini yerine geti-recek olan vatandaşlarımız için 15.12.2011 tarihinden itibaren temel askerlik eğiti-mi uygulaması kaldırılmıştır.

-Bu çerçevede, yasa yürürlüğe girmeden önce dövizle askerlik bedelinin ilk taksitini

veya tamamını ödeyerek başvuru işlemlerini tamamlamış olan vatandaşlarımızın temel askerlik eğitimi için Türkiye’ye gitmelerine gerek bulunmamaktadır.

-Dövizle askerlik bedelinin tamamını ödeyen vatandaşlarımıza Türkiye’deki askerlik şube-leri tarafından doğrudan kesin terhis işlemi yapılacaktır.

-Yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın asker-lik erteleme işlemlerine ilişkin uygulamada herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır. Askerlik işlemleri ve gerekli belgeler hakkında Başkonsolosluğumuzun web sitesinin (www.paris.bk.mfa.gov.tr) “Bilgi Notları” bölümü-nün “Askerlik İşlemleri” kısmında detaylı bil-giye ulaşılması mümkündür.”

7

Yurtdışındaki Vatandaşlarımız Artık

Askerlik Yapmayacaklar Sadece Para Ödeyecekler

Konuk Yazar

Kayhan KARACA

Fransa Fransa’yı İnkâr Ediyor

Page 8: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 8

Page 9: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 9

Page 10: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O

Kendinizi depresyon konusunda test edebilir-siniz. Sorulari cevaplayın, önündeki sayıları yazın, sonuç 18 ve üzeriyse depresyon riski vardır.

A- 0. Kendimi üzüntülü ve sıkıntılı hissetmiyorum. 1. Kendimi üzüntülü ve sıkıntılı hissediyorum. 2. Hep üzüntülü ve sıkıntılıyım. Bundan kurtulamıyorum. 3. O kadar üzüntülü ve sıkıntılıyım ki artık dayanamıyorum. B- 0. Gelecek hakkında mutsuz ve karamsar değilim. 1. Gelecek hakkında karamsarım. 2. Gelecekten beklediğim hiçbir şey yok. 3. Geleceğim hakkında umutsuzum ve sanki hiçbir şey düzelmeyecekmiş gibi geliyor. C- 0. Kendimi başarısız bir insan olarak görmüyo-rum. 1. Çevremdeki birçok kişiden daha çok başarısızlıklarım olmuş gibi hissediyorum. 2. Geçmişe baktığımda başarısızlıklarla dolu olduğunu görüyorum. 3. Kendimi tümüyle başarısız biri olarak görüyorum. D- 0. Birçok şeyden eskisi kadar zevk alıyorum. 1. Eskiden olduğu gibi her şeyden hoşlanmıyorum. 2. Artık hiçbir şey bana tam anlamıyla zevk vermiyor. 3. Her şeyden sıkılıyorum. E- 0. Kendimi herhangi bir şekilde suçlu hisset-miyorum. 1. Kendimi zaman zaman suçlu hissediyorum. 2. Çoğu zaman kendimi suçlu hissediyorum. 3. Kendimi her zaman suçlu hissediyorum. F- 0. Bana cezalandırılmışım gibi geliyor. 1. Cezalandırılabileceğimi hissediyorum. 2. Cezalandırılmayı bekliyorum. 3. Cezalandırıldığımı hissediyorum. G- 0. Kendimden memnunum. 1. Kendi kendimden pek memnun değilim. 2. Kendime çok kızıyorum. 3. Kendimden nefret ediyorum. H- 0. Başkalarından daha kötü olduğumu sanmıyorum. 1. Zayıf yanlarım veya hatalarım için kendi kendimi eleştiririm. 2. Hatalarımdan dolayı ve her zaman kendimi kabahatli bulurum. 3. Her aksilik karşısında kendimi hatalı bulu-rum. İ- 0. Kendimi öldürmek gibi düşüncelerim yok. 1. Zaman zaman kendimi öldürmeyi düşündüğüm olur. Fakat yapmıyorum. 2. Kendimi öldürmek isterdim. 3. Fırsatını bulsam kendimi öldürürdüm.

J- 0. Her zamankinden fazla içimden ağlamak gelmiyor. 1. Zaman zaman içindem ağlamak geliyor. 2. Çoğu zaman ağlıyorum. 3. Eskiden ağlayabilirdim şimdi istesem de ağlayamıyorum. K- 0. Şimdi her zaman olduğumdan daha sinirli değilim. 1. Eskisine kıyasla daha kolay kızıyor ya da sinirleniyorum. 2. Şimdi hep sinirliyim. 3. Bir zamanlar beni sinirlendiren şeyler şimdi hiç sinirlendirmiyor. L- 0. Başkaları ile görüşmek, konuşmak isteğimi kaybetmedim. 1. Başkaları ile eskiden daha az konuşmak, görüşmek istiyorum. 2. Başkaları ile konuşma ve görüşme isteğimi kaybettim. 3. Hiç kimseyle konuşmak görüşmek istemiyo-rum. M- 0. Eskiden olduğu gibi kolay karar verebiliyo-rum. 1. Eskiden olduğu kadar kolay karar veremiyo-rum. 2. Karar verirken eskisine kıyasla çok güçlük çekiyorum. 3. Artık hiç karar veremiyorum. N- 0. Aynada kendime baktığımda değişiklik gör-müyorum. 1. Daha yaşlanmış ve çirkinleşmişim gibi ge-liyor. 2. Görünüşümün çok değiştiğini ve çirkinleştiğimi hissediyorum. 3. Kendimi çok çirkin buluyorum. O- 0. Eskisi kadar iyi çalışabiliyorum. 1. Bir şeyler yapabilmek için gayret göstermem gerekiyor. 2. Herhangi bir şeyi yapabilmek için kendimi çok zorlamam gerekiyor. 3. Hiçbir şey yapamıyorum. P- 0. Her zamanki gibi iyi uyuyabiliyorum. 1. Eskiden olduğu gibi iyi uyuyamıyorum. 2. Her zamankinden 1-2 saat daha erken uyanıyorum ve tekrar uyuyamıyorum. 3. Her zamankinden çok daha erken uyanıyor ve tekrar uyuyamıyorum. R- 0. Her zamankinden daha çabuk yorulmuyo-rum. 1. Her zamankinden daha çabuk yoruluyorum. 2. Yaptığım her şey beni yoruyor. 3. Kendimi hemen hiçbir şey yapamayacak kadar yorgun hissediyorum. S- 0. İştahım her zamanki gibi. 1. İştahım her zamanki kadar iyi değil. 2. İştahım çok azaldı. 3. Artık hiç iştahım yok. T- 0. Son zamanlarda kilo vermedim. 1. İki kilodan fazla kilo verdim. 2. Dört kilodan fazla kilo verdim. 3. Altı kilodan fazla kilo vermeye çalışıyorum. U- 0. Sağlığım beni fazla endişelendirmiyor. 1. Ağrı, sancı, mide bozukluğu veya kabızlık gibi rahatsızlıklar beni endişelendirmiyor. 2. Sağlığım beni endişelendirdiği için başka şeyleri düşünmek zorlaşıyor. 3. Sağlığım hakkında o kadar endişeliyim ki başka hiçbir şey düşünemiyorum.

ÖNCE SAĞLIK

Erdinç ÜSTÜNDAĞ

Psikolojik Danışman / Kehl

[email protected]: 0049 7851 496 15 03

10

Truva , 5.000 yıllık tarihiyle dönem-lerinin en ilginç, en zengin ve stratejık şehirlerinden biri olan, Asya kıtasına ait bir Anadolu yerleşim yeri.

Çanakkale Boğazı’nın güney sahillerin-deki Hisarlık tepesindeki bu şehir; deniz baskınlarından korunacak kadar içeride oluşu, Ege ile Karadeniz‘i bağlayan ti-caret yollarına egemenliği ve denize yakınlığından dolayı stratejik olarak da çok önemlidir.Truvalılar deniz ve kara yoluyla Ege ve Mar-mara denizleri arasında ticaret yaparak çok zenginlediler. Bundan dolayıdır ki hemen her dönemde başka kavimler tarafından is-tila edilip yok oldu lar. Her yıkılışında yeni-den yapılmış olan bu tarihi ticaret kentinde 9 tabaka ortaya çıkarıldı.

Truva tarihini ilk olarak yine Anadolulu büyük tarihçi-ozan Homeros, İlyada ve Odisseus adlı eserlerinde, M.Ö.700 ve 730’da dünyaya duyurdu. Yunanlılar tarafından işgal ve harap edilişini anlattığı İlyada destanındaki Truva, Milat’tan önceki. 15nci ile12nci yüzyıla ait olan 6. tabakadır. Destanda Truva kralının iki oğlundan biri olan Paris, Ege Denizi’nin karşı yakasındaki Yunanlı Sparta kralı Menelaos’un çok güzel karısı Elena’yı kaçırıp Truva’ya

getirir. Zaten Truva’da gözü olan Yunanlılar (Akalılar) oraya savaş açarlar. Asker gücüyle başaramadıklarını Tahta At hilesyle başarır, sonunda Truva’yı yakıp yıkarak tarihten bir defa daha silerler ki bu Truva’nın 6ncı yıkılışıdır.

Kral Troas’tan Hektor’a kadar Truva’da

çok kahraman yaşadı. Ne var ki bütün bu bilinen ve bilinmeyenlerin çoğu Mi-lat’tan öncesine ait. Örneğin yukarda bahsettiğimiz Tahta At’lı savaş M.Ö. (İsa’dan önce ) 1184 yılında yani bugün-kü hesaba göre ; 1184 + 2012 = 3196 sene önce yapılmış. Bundan sonraki, yani Milat’tan sonraki dönem ise 1870 yılında Alman arkeolog Schliemann‘ın kazılarını başlattığı günle, yani 1870 + 1184 = 3054 sene sonra devam ediyor.

1873’te Truva’daki Kral Priamos’un 8833 parçadan oluşan Altın, Pırlanta, Bakır ve diğer kıymetli eşyalarla dolu hazinesini bulup Almanya’ya kaçıran Schliemann (Şiliman), ilk olarak Truva’yı dünyaya duyuruyor. (Osmalı dönemi)

Bununla birlikte Alman arkeologlar tarafından Osmanlı-Türk topraklarında ar-keoloji alanında büyük çalışmalar başlıyor. „Son Truva Kahramanı“ adını verdiğim yine Alman asıllı Pro. Dr. Manfred Korf-mann Truva’nın birçok bilinmeyenlerini açığa çıkarmak için tam 17 yıl Türkiye’de çalıştı. Truva’nın antik Anadolu uygarlığını savunarak, dünyanın Truva’ya bakışını değiştirdi. Antik kentin UNESCO’nun Dünya Mirası listesine alınmasını sağladı. Yine Truva’nın Milli Park ilan edilmesini başardı. Oraya ait olan tarihi eserlerin segilenmesi için bir Müze kurdururken, başka şehir ve devletlerdeki Truva hazinelerinin Türkiye’ye iadesi için kampanya başlattı. Çanakkale-Tübingen-Truva Vakfı’nın kurulumasına büyük katkıda bulundu. Alman Mercedes firmasının da sponsorluğuyla, 370 bilim adamıyla birlikte toplam 13.240 metrekare kazı yaptırdı.

Çok güzel Türkçe konuşan, çalıştığı iş arkadaşları ve Türkler tarafından çok sevi-len

ve takdir edilen Profesöre, 1983 senesinde Türk vatandaşlığı ve OSMAN HOCA

ismi verildi. Çanakkale, Tübingen, Viyana, Tiflis üniversitesilerinde de hocalık yapıp

sayısız ödüller kazandı. Kalbini ve sevgi-sini Türkiye’de bırakarak, Alman olarak doğup Türk olarak 2005 senesinde vefat etti. Osman Hoca’nın anısına ait Türkiye ve Truva’da çok şey bulunmaktadır.

Ruhun şad olsun Osman Hoca…

ALMANCI

Mesut AYDOĞDU

Yeminli Tercü[email protected]

SON TRUVA KAHRAMANIMANFRED OSMAN KORFMANN

DEPRESYON TESTİ

Vends Fond de Commerce en activité depuis 2003Alimentation générale fruit légume – boucherie. Point chaud fabrication pain

(Matériel 18 mois - EDF tarif jaune) 1 Chambre froide (+4°C) 80m3 / 1 Chambre de congélation (-25°C) 40m3 / 1 Chambre Froide (+0°C) 8m3 Ma-

tériaux en très bon état, magasin équipé de vidéo surveillance.

MATERIAUX-Gérbeur électrique -Transpallette électrique -Transpallette manuel -Utilitaire

VITO année 2006 -Chauffage air pulsé-gaz et magasin climatisé.-Bureau en hauteur -WC -Quai de déchargement -20 places de parkings pri-

vésBON CHIFFRE D’AFFAIRE, RESULTAT POSITIF, LIBRE DE SUITE

Ancun travaux à prévoir Loyer 3100€ HTFond de Commerce 385 000 € à débatttre Possibilité de vendre les murs avec appartement type F6 et les murs d’un Restaurant rapide sur le même terrain.

Contact uniquement par téléphone: 06 07 53 67 00

Page 11: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 11

“İnsan, önüne çözebileceği sorunları koyar.” -MARX-

2012’nin bu ilk ayında iki film sey-rettim. Ne tesadüf demeyeceğim -zira değil-, iki film de aynı yıllarda, “Al-man işbirlikçisi” mi, yoksa “kukla” mı desem bilemediğim... Vichy hükümet-leri döneminde Fransa’da geçiyor ve SOYKIRIM meselesi üzerine. Ve bu defa gerçekten tesadüf, her iki film de 2009 yapımı.

1- Inglorious Basterds – (Hafiften tercümesi “Soysuzlar Çetesi”) Yönet-men: Quentin Tarantino. 2- KORKORO – (Özgürlük) Yönet-men: Tony Gatlif.

Bu yazının tamamını, farklı tarzlarda da olsa aynı konunun birbirinden gü-zel ele alındığı bu iki filme ayırmak isterdim lakin, söylenecek başka söz-ler var. Yine de bu vesileyle kısacık da olsa konu etmiş olayım. Yönetmenler için kısaca, “Söze ne hacet? Övmek dahi haddime düşmez” desem, düşün-celerimi belki ancak ifade etmiş olu-rum. İyisi mi ben geleyim bahsetme-den geçemeyeceğim, birbirlerinin 180 derece zıddı iki karaktere; ilk filmden Nazi Albay Hans Landa ve ikincisin-den Çingenelerin tatlı kaçığı Taloche. Unutmadan, bu iki karakteri canlan-dıran aktörlerin performanslarının tek kelimeyle ŞAHANE olduğunu belirt-meliyim. Albay Hans Landa rolündeki Christoph Waltz’i görmüşlüğüm vardı ama, Taloche karakterini canlandiran James Thierrée gibi bir aktörün var-lığından haberdar oldum ya... mutlu-yum. Şaşırdınız mı? Ben kolay mutlu olabilenlerdenim.

Evet özetle, aynı dönemde yaşananla-rı, etnik kimlikleri farklı, kaderleri ise aynı mağdurlar penceresinden gerçek-ten birbirinden çok farklı biçimde an-latan bu iki filmi izlemenizi hararetle tavsiye ederim. İlk filmin konu ettiği “Yahudi soykırımı”nı tanımayan ülke kaldı mı bilmiyorum amma velakin ikinci filmimizin konusu olan “Çingene soykırımı”nı tanıyan tek bir ülke varmış dünyada. Ben de Türkiye’de faaliyet gösteren İnsan/Roman hakları savunucularından Hacer Foggo’nun yalancısıyım (!). “Geçtiğimiz ay ‘Ermeni soykırımını inkar’ yasasını ulusal meclislerinden geçiren Fransa mıdır acaba o yegâne ülke” diye mi geçirdiniz aklınızdan? Maalesef hayır. Soykırımı kabul eden o tek ülke Al-manya, yani soykırımı bizzat gerçek-

leştiren memleketmiş. Aynen olması gerektiği gibi.

Bu yazıda Fransa’nın insan hakları sicili-ni kurcalamak, çifte standart örneklerini çeşitlemek veyahut çok da uzak olmayan tarihlerde hangi devletlerin kimlere neler yaptığını sıralamaya yeltenecek de deği-lim. Sadece birkaç hatırlatma ve saptama yapmak isterim:1- Çoğumuzun, “sözde” ön takısını kul-lanmayı unutmamaya özen göstererek dile getirdiğimiz “Ermeni soykırımı”, veya “Ermeni Meselesi” ile ilgili olarak “Nereden geldik bu duruma?” dersek; Bu coğrafyadaki Türk ve Ermeni toplumları arasında 14. yy’dan itibaren karşılıklı anlayış, uyum ve huzur içinde süregelen ilişki, 1815’teki Viyana Kongresi’nde dile getirilen “Şark Meselesi”nin bir ürünü olarak, 1850’lerden sonra, başta Rusya, İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere çok sayıda devletin ve farklı dini/etnik kitlenin müdahale, kışkırtma ve saldırılarından önemli ölçüde etkilenmiş, önce çekişme ve giderek çatışma niteliği kazanmış, neticede her iki taraf da, büyük kayıplar vermiş, türlü acılar çekmiştir.

19.yy sonunda, Ermeni milliyetçi komitacilarin (Hınçak ve Taşnak) Rus askeri güçleriyle işbirliği yapa-rak Türk-Müslüman köyleri ve halkı yoketmek, İttihat ve Terraki’nin pa-ramiliter kanadından Yakup Cemil, Bahattin Şakir, Dr. Reşit gibi isimlerin yer aldığı “Teşkilat-ı Mahsusa”nın ve Hamidiye Alayları’nın da, devrin hükümetinin yönlendirmesiyle, Erme-nileri ortadan kaldırmak adına, etnik temizlik faaliyetlerinde bulundukları karşılıklı olarak ileri sürülmektedir.

2- Resmi ve/veya alternatif tarih yazı-cılarının yadsıyamadıklarına değinecek olursak, bunlar 1890-1909 dönemindeki Ermeni isyanları, 1914-1915 olayları ve Osmanlı Devleti’nin Mayıs 1915–Mart 1916 arasında uygulanan “Tehcir Kanu-nu” ve son olarak, yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için 1919’da çıkarılan “Geri dönüş Kararnamesi” ola-rak sıralanabilir. I. Dünya Savaşı’nın biti-minde aralarında Talat Paşa’nın (1921’de Ermeniler tarafından öldürülmüştür) da bulunduğu 144 kişinin “savaş suçu” iş-ledikleri savıyla Malta’da İngilizler tara-fından yargılandığı, ancak -nedenleri çok tartışmalı olmakla birlikte- bu davalardan bir sonuç çıkmadığı da bir diğer husustur.

3- Yaşadığımız çağda, 1914-1922 döne-minde toplam 1,7-2 milyon (rivayet muh-telif ?) Ermeninin soykırıma uğradığını, katledildiğini ve topraklarından edildiğini ileri süren Ermeniler, 30 ülkede toplam 150 anıt dikmiş durumdadırlar.

İçinde bulunduğumuz son derece dağınık ve kaotik çağda, örneğine az rastlanır biçimde iyi örgütlenmiş Ermeni milliyet-çisi bir kesim, yerleşik Ermeni diasporası bulunsun bulunmasın, uygun ortamı buldukları her ülkede “Ermeni soykı-rımı” meselesini ulusal parlamentolara taşımakta ve tezlerinin, resmi kanallarca alınacak “soykırımı tanıma” kararlarıyla desteklenmesi için her türlü propangada-ya başvurarak Türkiye aleyhine yargısız infaz gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Ni-tekim 20 ülke parlamentosunda bu karar-ların çıktığı bildirilmektedir. Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkili merciileri ve hatta tarihçileri de, resmi söylemden sapmaksızın, durumu reddetmekte, yok saymaktadır.( Devam edecek )

Avrupa Konseyi Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları (USTK) Konferansı yönetim kurulu üyeliği ve raportörlüğü için aday olan tek Türk kökenli aday Veysel Filiz, 27 Ocak Cuma günü Avrupa Konseyi’nin AGORA binasında yapılan oylama sonucunda bu göreve seçildi. Avrupa Konseyi’nin sırasıyla Bakanlar Komitesi, Parlamenterler Meclisi ile Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi yapılarından sonra en önemli 4 yapısından biri olan USTK Konferansı, siyasi yapıların ötesinde sivil toplumun temsilcilerinin yer aldığı bir organ.

USTK Konferansı’na üye 400 kadar sivil toplum kuruluşunun arasında Türk ve Müslümanların so-runlarıyla doğrudan ilgilenen tek kuruluş olan COJEP International’in Genel Başkan Yardımcısı ve Uluslararası İlişkiler Dairesi Direktörü Veysel Filiz, birçok zorluğa rağmen aldığı bu sonuçla Avrupa Konseyi’nin Sivil Toplum ayağında Türk ve Müslüman kimliğinin en önemli tem-silcisi haline geldi.

Üç yıl kadar önce, USTK Konferansı’na bağlı Sivil Toplum ve Demokrasi Komisyonu Baş-kan Yardımcılığı’na da seçilen Veysel Filiz, özellikle Avrupa Konseyi Türkiye Dönem başkanlığı esnasında İstanbul STK Forumunu USTK Konferansıyla birlikte düzenleyen CO-JEP International’in Genel Başkan Yardım-cısı olarak birçok kurum içi yapının beğenisi kazanmıştı. Sonuçlarının birçok kurum tarafından hazırla-nan raporlarda değerlendirildiği bu programın ardından, Kasım 2011’de Strasbourg’da düzen-lenen Sivil Toplum Forumu’nun koordinasyo-nu da USTK Konferansı tarafından başta Vey-sel Filiz olmak üzere COJEP ekibine emanet edilmişti. Komisyon Başkan Yardımcılığı esnasında USTK Konferansı içinde etkinliği iyice artan Filiz, temsil platformlarının tamamında takdir edile-cek çalışmalara imza atarak COJEP hareketinin yaklaşımlarının uluslararası alanda duyulmasına imkân sağladı. Demokrasinin Geleceği Forumları’nın Ukrayna, Ermenistan ve Güney Kıbrıs top-lantıları, “Arap Baharı” çerçevesinde Tunus’ta düzenlenen çalışma toplantıları ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinde düzenlenen etkinlikler bunların en önemlileriydi.

Avrupa Konseyi’nin kurulduğundan beri bu konuma seçilen ilk Türk olan Veysel Filiz, ko-nuyla ilgili yaptığı açıklamada, 23 Ocak 2012 tarihinde AKPM başkanlığını devreden Mevlüt Çavuşoğlu’nun iki yıl süren başkanlık döneminde Avrupa Konseyi’nin Türkiye algısında önemli değişikliklere meydana geldiğine değinerek “Burada Türk ve Müslüman olmanın zorlukları halen devam etmekte. Yeni AKPM başkanı Jean-Claude Mignon’un da dediği gibi, Avrupa Konseyi ku-rucu ülkelerinden birisi olan Türkiye’nin milletvekili olmak, gerçekten seçilmek için bir avantaj sağlamıyor. Bu durum sadece siyasi arenada değil sivil toplum alanında da geçerli.” dedi. USTK Konferansı üyesi bir grup STK’nın yoğun karşı çıkmalarına rağmen bu mevkiye seçildiğini ifade eden Filiz, “COJEP International olarak Konferans’a üye olmamızın ardından bu kadar az zaman geçmesine rağmen seçilmiş olmam tesadüfi değil. Toplumumuzun çıkarlarını ilkeli bir şe-kilde savunup Avrupa’nın temel meselelerine getirdiğimiz başarılı yaklaşımlar bizi her platformda ön plana çıkarmıştır. Bundan böyle de doğrudan temsilcisi olduğum Türk ve Müslüman toplulukla-rın temsilcisi ve savunucusu olmaya devam edeceğim.” diye ekledi.

Seçilmesinin ardından Veysel Filiz’i tebrik eden COJEP International Genel Başkanı Ali Ge-dikoğlu ise bunun çok büyük bir başarı olduğuna vurgu yaparken, “COJEP aşama aşama Türk toplumunun değerlerini en iyi şekilde temsil etme yolunda hedeflerine doğru ilerliyor. USTK Konferansı’na üye 400 kadar STK arasında tek Türk STK’sı olan COJEP’in bu başarısı değerlen-dirilmesi gereken bir başarıdır.” dedi.

İZMİR VOYAGES STRASBOURG ŞUBESİNİ AÇIYOR

Selestat ve çevresinin başarılı seyahat acentası IZMIR VOYAGES, Strasbourg şube projesini netleştirdi. Firma sahiplerinden aldığımız bilgilere göre, uzun süreden beri bu proje üzerinde çalışan acenta, yeni lokalin yerini ve açılış tarihini be-lirledi. Açılışının 1 Mart 2012 olarak düşünüldüğü şubenin adresi ise Strasbourg merkez tren garı yakınındaki 21 Boulevard de Nancy. Selestat’taki şubesinde profesyonel, ucuz ve özverili çalışması ile bilinen IZMIR VOYAGES yetkilileri, Strasbourg’ta da aynı displinle çalışacaklarını açıkladılar. UÇAK BİLETİ, TUR ORGANİZASYONU ve HA-VAALANI TAŞIMA SERVİSİ gibi hizmetlerde uzmanlığını Strasbourg ve çevresindeki insan-

lara da sunabilecek olmanın sevincini yaşayan IZMIR VOYAGES çalışanları, bu şubede daha çok havaalanı taşıma servisine ağırlık vereceğini söylüyorlar ve bu hizmette çok cazip fiyatlar düşündüklerini de vurguluyorlar. Acil eleman aranıyor

Strasbourg şubesi için halen eleman arayışını sürdürdüklerini de açıklayan firma sahipleri Hü-seyin Koca ve Ali Durmaz, beraber çalışacakları kişinin Strasbourg bölgesinden ve turizmde tecrübeli olmasını istediklerini, başvuruların en erken bir şekilde aşağıdaki telefona veya e-mail’e gönderilmesi gerektiğini belirttiler. Tel: 09 81 35 01 36 / E-mail : [email protected]

DİPKÖŞE

Seçkin Bilgen GÜLTAN

İki Film…(1)

Avrupa Konseyi’nde Türkler İçin Bir İlk! Veysel FİLİZ USTK’da

Page 12: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O

« Berlin Kaplanı » ve « Sümela’nın Şifresi Temel » Vizyonda

Faruk GÜNALTAY yönetiminde Türk Sinema Günleri’nden yüzünün akıyla ay-rılan Odyssée Sineması, Türk filmleri se-risine iki yeni filmle devam ediyor.

Ata Demirer’in başrolünü oynadığı, Ha-kan Algül’ün « Berlin Kaplanı » 14 Şubat’a, Adem Kılıç’ın « Sümela’nın Şifresi Temel

» ise 12 Şubat’a kadar Odyssée’de izlene-bilecek.Bu fırsatı biz sinemaseverlere su-nan Odyssée Sineması Müdürü Faruk GÜNALTAY’a teşekkür ediyor, sizlere iyi seyirler diliyoruz.

( Ayrıntılı bilgi için : Cinéma Odyssée 3, rue des Francs-Bourgeois 67000 STRASBOURG /TEL: 03-88-75-11-52 / FAX: 03-88-75-12-71 / www.cinemaodyssee.com / [email protected] )

12

Haber: Adem GÜRSAL / Strasbourg

Fransa Senatosu genel kurulu, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddedil-mesinin suç sayılmasını öngören yasa teklifini 86’ya karşı 127 oyla kabul etti. Kabul edilen yasa teklifinde, «Kanunlar tarafından tanınan soykırımların inkârı yasaklanır» ifadesi yer alıyor. 348 koltuklu Fransa senatosu, 68 sena-törün katılımı ve vekaleten oy kullanımı so-nucu, 1915 Ermeni iddialarını suç sayan yasa teklifini kabul etti. Fransa Parlamentosu, 2001 yılında, «Fransa, 1915’deki Ermeni soykırımını tanır» ifadesi bulunan bir yasayı onaylamış, bir ay önce yasa tasarısını da Meclis’ten geçirmişti. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin imzası ve resmi gazetede yayımlanmasından sonra yürürlüğe girmesi gereken yasa, iki madde-den oluşuyor. Yasanın birinci maddesinde, «Soykırımı aşağılayarak ve küçük göstererek karşı çıkmanın» suç sayılacağı belirtiliyor. Yasa teklifine göre, suçlanan kişiler hakkında 1 yıl hapis cezası ve 45 bin avro para cezası istene-bilecek. Yasa teklifinin Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi, gündeme gelebil-mesi için, Meclis ve Senato’da 60 senatör ve milletvekilinin yasa teklifine itiraz edip, Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi gerekmekte-dir. Kanunlar Komisyonu başkanı Jean Pierre Sueur, Senato genel kurulunda yaptığı konuşmada, «Bu yasa ne işe yarayacak, halkların dostluğuna mı yarayacak, diplo-matik sorunların çözümüne mi yarayacak? Bu yasa sorunların çözümüne mi yarayacak? Bu yasayla bütün sorunlar çözülecek mi?» diyerek tepkisini dile getirdi. Senatoda kabul edilen yasa teklifine Kanunlar Komisyonu,

«Fransız Anayasası’na, ifade ve araştırma özgürlüğüne aykırı» olduğu gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Yasa teklifine karşı çıkan Kanu-nlar Komisyonu tarafından hazırlanan öner-ge ve yine yasa teklifi aleyhindeki iki ayrı

önerge, genel kurulda açık farkla reddedildi.

Senato genel kurulu, daha sonra sunulan 5 değişiklik önergesini de reddetti. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, geçen yıla kadar şiddetle karşı çıkmasına rağmen, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Ermeni diasporasının oylarını alabilmek için yasa teklifine yeşil ışık yakmıştı. Paris Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu’dan tepki Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu, «Bu çok yanlış bir karar. Bunun sorumlusu biz değiliz. Biz elimizden geleni yaptık» dedi. Burcuoğlu, «Türkiye’ye istişareler için çağrılacak mısınız» sorusuna da «Bu da seçeneklerden biri» yanıtını verdi. Yasa teklifini hazırlayan iktidardaki Halk Hareketi için Birlik (UMP) partisinin milletvekili Valerie Boyer, teklifin Senato’da kabulünden sonra göz yaşlarına hakim olamadı. Boyer, Senato’daki oylama-dan sonra basına yaptığı açıklamada, böyle bir yasa teklifinin mimarı olduğu için kendisiyle gurur duyduğunu söyledi. Valerie Boyer, ken-disi için çok duygusal ve anlamlı bir gün olduğunu ve yasa teklifinin kabul edilme-sinden büyük memnuniyet duyduğunu ifade etti.

35 BİN TÜRK SENATO ÖNÜN-

DE PROTESTO ETTİ Fransa’da Türkler, «Ermeni soykırımı iddialarının reddini suç sayan yasa tasarısı» protesto için 22-23 Ocak’ta Paris’te buluştular. Fransa ve Avrupa’nın dört bir yanından gelen Türkler, Fransa Senatosu’nun gündeminde olan Ermeni yasa teklifine karşı Denfert Rochereau meydanında topla-narak, tasarının oylanacağı Senato’ya Türk bayraklarıyla, pankartlarla yürüdüler. Paris’teki gösteride yalnız Türkler yoktu. Azeriler, Irak Türkmenleri ve Cezayir asıllı Fransızlar da destek verdi. Gösteriye katılan vatandaşlar, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye tepki göstererek, «Bizim de oyu-muz var, bizi de dikkate alsınlar.» diyerek ses-lerini duyurmaya çalıştı. Gösteriye vatandaşlarımızın büyük bölümü otobüslerle taşındı. Paris polisi otobüs sayısında net bilgi vermedi ancak yüzlerce otobüsün göstericileri kente getirdiğini bildirdi. Katılımcılar arasında Türk Cumhu-riyetleri ve Müslüman ülkeler kökenlilerin de bulunması dikkati çekti. Göstericilerin büyük bölüm 20-30 yaş arası gençlerden oluşmaktaydı. Protesto gösterisi, yasa teklifinin 23 Ocak’ta oylandığı Senato binası önünde yapılan konuşmalarla son buldu. 4 saat süren yürüyüşün ardından, Türk dernekleri tem-silcilerinden oluşan heyet, yasa teklifine karşı çıkan Türklerin tepkilerini dile getiren mektupları Senato’dan bir heyete teslim etti. Ermeniler de aynı gün 23 Ocak’ta bir gösteri düzenleyerek tasarıya ve Cumhurbaşkanı Ni-colas Sarkozy’ye destek verdiler. Çıkan kararı da sevinçle karşıladılar. Türk Dernekleri temsilcileri, Fransa’nın önde gelen gazeteleri Le Monde, Liberation ve Le Figaro’ya tam sayfa ilan vererek Fransız sena-törlerin 23 Ocak’ta oylanacak yasa teklifine karşı çıkmalarını istedi. Üç gazetede de yayımlanan tam sayfa bildiride, ünlü Fransız tarihçi ve anayasa uzmanlarının yasa teklifine karşı çıkan

tutumlarına atıfta bulunuldu ve Senato’nun yasa teklifini reddetmesi istendi. Gösteriye Avrupa’nın çeşitli kentlerinden ve Fransa’nın dört bir yanından yaklaşık 30 bin kişinin katıldığı tahmin ediliyor. Gösteri yürüyüşü İstiklal Marşı’nın söylenmesiyle sona erdi. Gösteriye katılanlar, daha sonra sessiz bir şekilde dağıldılar. Tepkiler Fransa’yla sınırlı kalmayarak, İngiltere, Belçika ve diğer avrupa ülkelerinde de Türkler yasayı protesto etti. Fransa’nın Londra Büyükelçiliği önünde to-planan ve «Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır» yazılı büyük bir pankart açan Türk vatandaşları, Türk bayrakları ve Atatürk pos-terleriyle yasa teklifine tepki gösterdi. İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu tarafından protestoda dağıtılan bildiride, «Fransa Parlamentosunun 22 Aralık 2011 tarihinde onayladığı Sözde Soykırım İnkâr Yasası, insanlığın en kutsal hakkı olan düşünce özgürlüğünün yok edilişinin, çağdaş medeniyetin kurucusu olarak bilinen onurlu bir milletin dar görüşlü temsilcilerinin, etnik ve dinsel ayrımcılığı kendisine misyon edinmiş çağ dışı bir kin, nefret ve terör çetesine teslim oluşunun utanç simgesi olarak insanlık ta-rihine geçecektir» denildi. ERMENİLER SEVİNÇLİ Yasa tasarısının kabul edilmesi, Paris’teki Senato binası önünde toplanan binlerce Er-meniyi sevince boğdu. Fransa ve Ermenistan bayraklarıyla kutlama yapılırken, Erivan’dan da bir açıklama geldi. Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalban-dyan, «Sadece Ermeni- Fransız ilişkileri ta-rihine altın harflerle yazılacak bir gün olarak değil, insan hakları tarihine geçecek bir gün» değerlendirmesinde bulundu. Senato önün-deki Ermeni halkı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye desteklerinin devam edeceğini belirterek, Senato’dan geçen yasa için mem-nuniyetlerini dile getirdiler.

«UTANÇ YASASI» SENATO’DAN 127 OYLA GEÇTİ

Odyssée Sineması’nda Türk Filmleri Devam Ediyor

Page 13: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.Işığı gördüm, korktum.Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.Karanlığı gördüm, korktum.Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar ol-duğunuöğrendim.

Zamanı öğrendim.Yarıştım onunla...Zamanla yarışılmayacağını,zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğu-nu...Sonra da her insanin içindeiyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.Sonra güvenmeyi...Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kuruldu-ğunuöğrendim.

İnsan tenini öğrendim.Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmekGerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerekti-ğini.Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadarönemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.Kendime yazıyı öğrettim sonra...Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.Sonra dayanamayıp dönmeyi...Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşün-mekolduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;gerçek namusun, günah elinin altındayken, güna-ha elsürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...Ve gerçeğin acı olduğunu...Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar ha-yata da“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğren-dim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.Olur ya ...Kalp durur ...Akıl unutur ...Ben dostlarımı ruhumla severim.

O ne durur, ne de unutur ...

-MEVLANA-

Bizim Ermeni Meselemiz !Ne başı belâdan kurtulmayan bir mille-tiz biz yahu!

Öyle bir ülkenin vatandaşlarıyız ki, tarihimizin herhangi bir döneminde bir gün olsun rahat bırakmamışlar bizi; ya yöneticilerimiz kasıp kavurmuş ortalığı ya da yabancılar şamar oğlanına çevir-mişler bizleri.

Tarihimiz, neredeyse sadece ve hep olumsuz olaylarla dolu.

Öylesine ki, Kurtuluş Savaşı gibi müthiş olumlu bir öykü bile güme gidecek sanki...

Bir yandan yöneticilerimiz bu toprak-lardaki halkı ( veya halkları ) devamlı ezmişler, öldürmüşler, hapislerde süründürmüşler, katletmişler; öte yan-dan da yabancı devletler devamlı bir sorunla uğraştırmışlar bizi.

Ne çileli bir halkmışız...

Geçen yüzyılın başındaki bitmez tü-kenmez savaşlardan sonra ( Balkan, 1. Dünya, Kurtuluş vd.), iç isyanlar ve onlara karşı oluşan devlet tepkisi, sonrasında ise hep bildiğimiz sağ-sol, Alevi-Sünni çatışmaları; derken Asala, o bitince Pkk.

Hiç mi rahat etmeyecek bu toprağın insanı ?...

Kimse yadsıyamaz; 1915’lerde Anadolu’da karşılıklı kıyımlar yaşanmış, çok can yanmış, çok kan akmış.

Bunun önemli sorumluları arasında tabii ki dönemin İttihatçı yöneticileri de var.

Ama, bu böyledir diye, o olayları soy-kırım diye yaftalamak acaba ne kadar doğrudur, ne kadar adildir ?

Bir vukuatın soykırım sayılması için

uluslararası yetkili bir mahkemenin kararı şart değil midir ?

1948’den öncesi için soykırım diye bir suç var mıdır ? Varsa da, bunun mah-kemede kanıtlanması gerekmemekte midir ?

Etki-tepki kanununu hesaba katarsak, o dönemde Ermeni vatandaşlarımızı bize karşı kışkırtan ve savaştıran dev-letlerin yoğurdu ak mıdır ?

Ve nihayet : Fransa’ya ne olmaktadır ?

Bu kendi kendine gelin-güvey olmanın mantığı nedir ?

Yaklaşan seçimlerde Ermeni oylarını almak uğruna, hiç de üzerlerine vazife olmayan işlere burun sokmak neden-dir ?

Koskoca Fransa yönetici sınıfı içinde ( tüm partiler dahil ), tarihsel bir ko-nunun bir meclis kararına âlet edile-meyeceği bilincini taşıyan kimse yok mudur ?

( Olanların sözünün dinlenmediğini hep birlikte gördük.)

Bu nasıl bir demokrasi şampiyonu bir ülke, bir ifade özgürlüğü birincisi memlekettir ki; orada bir konuda lehte veya aleyhte bir şey söylenmesi yasak edilebilsin ? Bu ne menem bir saçmalıktır?...

Tabii biz de, içerde işimize gelecek, yöneticilerimize vatan-millet-sakarya edebiyatı yaptırılıp oy kazandırılacak diye yangına körükle gitmemeli, bir yanlışı diğer bir yanlışla telafi etmeye çalışmamalıyız.

Ağırbaşlı, kararlı, ciddi, efendi olarak tepkilerimiz gösterirsek, ilerleyen sü-reçte çok daha kazançlı çıkacağımız kesindir.

Türk diplomasisi de bunu becerecek olgunlukta ve tecrübededir.

Yoksa, kabadayılıkla yol almaya kalkar-sak, adama sen önce içindeki özgür-süzlük ortamına bak, bizim kararları-mızla uğraşma demezler mi ?...

Ayın SözüBir elin nesi var, iki elin sesi var.

Dörtlükler« O sözler ki kalbimizin üstünde / dolu bir tabanca gibi / ölüp

ölesiye taşırız / o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan / uğrunda asılırız »-Attila İLHAN-

Okunası Kitaplar “Amat”

-İhsan Oktay ANAR- / Roman / İletişim Yayınları

AZICIK

Fahri EKMEKÇİ[email protected]

Söylenesi Türküler / Şarkılar Sokakbaşı meyhane

Asmadandır kapısıBen gözüme aldırdımOn beş sene hapisi

Kara koç boyanır mıÖpsem yar uyanır mıİkimiz de sevdalıBuna can dayanır mı

Kale bayırı düzüDevriye sardı ya biziHep beraber olalımVermeyelim şu kızı

Alçacık beden yarimSallanıp giden yarimSeviştik de ayrıldıkSebebi neden yarim

Hanım oynasın oynasınSür cezveler kaynasınHanımı da saran doymasınSaran da murad almasın

Yöre : Giresun

Yazı Köşesi

(h)aykırı-yorumHakan KAYA

13

AlıntılarRüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır.

-S. M. POWER-

Hoşgeldin ALXAS bebek,

yaşama sırası sende,sarıl yaşama, savun yaşa-mı kalleş ölüme inat,yaşadıkça öğren, öğren-dikçe biriktir,biriktir ve paylaş,paylaş ki dostluk olsun, adalet olsun, kardeşlik olsun,ama ille de aşk olsun ALXAS aşk olsun.

Öznur ve Hasan TOZ

Page 14: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O

İş ArıyorumFırın ustasıyım ; ekmek, etli pide, lah-macun, pizza, simit, açma, su böreği, kuru pasta ve benzerleri konusunda

ustayım. Tel : 07 86 93 32 36

( Ciddî olanlar arasınlar lütfen )

Satılık Garaj ve EvSte Marie Aux Mines’de, 146 rue Clemenceau ardesinde bu-lunan Garage du Col satılıktır. Toplam 1 650 m2 : Atölye 280 m2 + Ev 130 m2 + Ön park 700 m2 + Bahçe 500 m2. Garajda Kabin + Boya Laboratuarı + Ta-mir için tüm araç gereçler tamamdır. Ekipman yeni, garaj ve evin bütün tamiratları yapıldı, her şey yeni.7 000 nüfuslu kasabadaki tek garaj. 20 yıllık tecrübe. Müşteri sorunu yok. Sağlık nedeniyle satılıktır.

Tel : 03 89 58 79 07 06 80 14 33 89 TRANSPORT VE LIVRAISON İŞİ ARIYORUM

ALSACE BÖLGESİ ‘NDE TRANSPORT / LIVRAISON İŞİ ARIYORUM. FRANSA’DA 9 PLACE 3.5 TON ARAÇ KULLANMA PERMIS 1988 VAR BİRTAT DÖNER KEBAP DAĞITIM, MC CAIN

FRITES, SIMEXAL PARIS GİBİ YERLERDE ÇALIŞTIM. HAZIR DÖNER, FRITES VE TRANSPORT TECRÜBEM VAR. FRANSA

DIŞINA DA GİDEBİLİRİM. GECELERİ DE ÇALIŞIRIM. TEL : 06 46 59 42 93

14

Satılık fond de commerce + Mur

Haguenau’da, çok işlek caddede, iyi işler durumda ve müşterisi hazır olan SOFRA RESTAURANT fon ve/veya mülk olarak

satılıktır.200 metrekare, içerde 85 + terasta 30

kişilik yer, odunlu fırını var, profesyonel yepyeni malzeme.

Tel : 06 21 05 03 43 / 03 88 80 90 57

İş ArıyorumAğır vasıta şoförüyüm, 5 yıllık tecrü-bem var. Bir firmada da çalışabilirim.

Tel : 06 10 76 84 64 / 03 88 92 07 53

Fond a vendre Boulangerie – Patisserie –

Salon de the30 places, 140 m2, matériel récent, plus un véhicule neuf, dans quartier Europe

à Obernai. Prix : 150 000 € Tel : 06 75 13 28 53

Satılık Fond de CommerceMulhouse’da bulunan Au Soleil d’İstanbul isimli restaurantın fonu

satılıktır. 70 kişilik + 70 kişilik teras. İyi işler durumda, müşterisi hazır, lisenin ve iş alanlarının olduğu bölgede. 3-6-9 kira kontratı

2008’in 7. ayında yenilendi. Kirası 864 € ( şarjlar hariç ). Fiyatı : 115 000 € ( tartışılabilir ).

Tel : 03 89 32 26 80

Satılık Fond de CommerceTuristik Obernai şehrinde, 40

kişilik, müşterisi hazır, işlek yerde bulunan, 100 m2’lik dönerci,

tüm malzemesiyle birlikte satılıktır.

Tel : 06 08 84 11 77 / 03 88 50 31 38

Satılık Bar – PMU – SnackHaguenau’da, işlek cadde üzerinde, müşterisi hazır,

200 m2 .Ciddi olarak ilgilenenlere

tel : 06 17 40 32 14

Satılık ArabaSnack kamyoneti olarak kullanılan, havalandırmalı, buzdolap-lı, 2 adet fritözü ile plağı ve ızgarası olan, 1989 model ve 250 000 km.’deki kamyonet satılıktır. Fiyatta anlaşılabilir.

Tel : 06 13 71 34 21

Aşçı Aranıyor

Türk mutfağından anlayan, işinde titiz, tecrübeli ve ciddî olarak çalışacak aşçı aranıyor.Tel : 06 13 71 34 21

SATILIK RESTAURANT SNACK ( Aux Saveurs d’Anatolie )

Code postal : 67700 Surface : 120 m2 Prix : 32 000 €Cède droit au bail pour un restaurant-snack situé au centre ville de Saverne.Fonds neuf, cuisine profession-nelle équipée. 2 salles, une de 32 places assises et 2ème, privée, de 10 places. Loyer 1000€ TTC.Sans frais d’agence, prix à débattre.

Contact : 03 88 71 95 42

Page 15: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O

Brumath’da Satılık Fonds de Commerce : Döner Dükkani Ana cadde üzerindeki Döner Dükkanı satılıktır.

İyi işler durumda ve müşterisi hazırdır. Tél : 06 73 53 15 56

Satılık fond de commerce Döner + Oyun salonu

Molsheim’da, Merkez Tren İstasyonu’nun hemen yanında, işlek yerde, müşterisi hazır, 150 metrekarelik dönerci + oyun salonu + 25 metrekare

cave, iş değişikliği nedeniyle satılıktır.

Tel : 03 90 40 90 98

Marangoz YILDIRAYHer türlü marangozluk işiniz itina ile yapılır.

Arayın, memnun kalacaksınız !

Tel : 03 69 78 51 74

Kiralık İşyeri - Depo

Strasbourg’un yanıbaşındaki Reichsett’te (67116), 1 rue de l’Artisanat adresindeki 360 metrekarelik, her işe müsait işyeri / depo kiralıktır.

Ciddi olarak ilgilenenler için tel : 03 88 29 14 84

15

KÜÇÜK İLANLARINIZI BU

SAYFALARDA DEĞERLENDİRİN

Normal küçük ilan : 25€

Resimli veya renkli çerçeveli : 50€

Satılık İŞ YERİ Fond de commerceBesançon'da Restaurant, 120 m2 ( 90 m2 / 44 kişilik + 30 m2 / 20 kişilik ), 24 kişilik teras, klimalı ve su arındırıcılı, şehir merkezinde, yaya yolu üzerinde, lise-kolej ve hastane yakınında, kısa süre içinde yakına ticaret merkezi açılacak, fiyatı 200 000 € anlaşılabilr.

Tel : 06 89 27 22 96

SATILIKFonds de commerce

Mulhouse şehir merkezinde satılık Ephese Döner. 45 kişilik terası, 80 kişilik salonu bulunan + lisans (4)

Tel : 06 98 80 28 64 ( Saat 14’den itibaren ciddi olanlar

arasın lütfen )

SATILIKFonds de commerce

Brumath'da, tam merkez'de, ana cadde üzerinde, müşterisi hazır, tüm malzeme-

leri yeni, iyi çalışan ve çevresinde otopark alanı olan döner dükkanı yalnızlıktan

dolayı acilen satılmaktadır. (30m²)Kira: 600€ TTC Charges dahil. Fiyat:

55000€ (fiyatı konuşulabilir).Tel: 06.09.30.36.95

ELEMAN ARANIYORBilgisayar ve cep telefonu deblokajından anlayan eleman

aranmaktadır.İş için ilgilenenlerin, Yılmaz Saz Evi, 14 Rue Faubourg National 67000 Strasbourg adresine şahsen başvurmaları ya da 03 88 52 07

67 nolu telefonla irtibata geçmeleri rica olunur.YILMAZ SAZ EVİ STRASBOURG

SATILIK ÇOK TEMİZ SNACKBISCHWILLERDE, ŞEHİR MERKEZİNDE, İŞLEK YERDE, MÜŞTERİSİ

HAZIRPIZZERIA 1.SINIF MALZEME SÜPER MEKAN MASRAFSIZ 100M2 ARTI

20M2 TERAS.YALNIZLIKTAN SATILIKTIRFİYAT : 62 000 € OTOMOBIL İLE TAKAS DA MÜMKÜN

TEL : 06 65 67 23 78

Mulhouse’da Satılık fonds de

commerce

45 m2, 30 kişilik oturma yeri, Cezaevi ve Mahkeme’ye, Al-location Familial’e çok yakın,

işlek yerde, müşterisi hazır, 7 yıllık döner dükkânı ailevî

nedenlerle satılıktır. 55 000€ (à débattre)

Kirası : 700 € Tel : 06 33 97 12 55 / 03 89 59 39 20

Satılık Retouche AtölyesiColmar’da bulunan, çok iyi çalışır durumdaki, 17 senelik, 58 m2, tam şehir

merkezindeki rötuş atölyesi sağlık sorunları nedeniyle satılıktır.

Kirası : 430 € Tel : 06 81 77 74 17 veya 03 89 24 52 95

Satılık Sandalye Kılıfı

Tüm düğünler, özel günler ve or-ganizasyonlar için, kaliteli, hazır

sandalye kılıfları satılıktır.

Tel : 06 20 61 67 14 / 06 17 77 65 10

SATILIK Fond de commerce Restaurant Strasbourg Grand rue’de, çok işlek, yaya bölgesinde, müşterisi hazır, yüksek cirolu, 20 kişilik + 26 kişilik

terası olan restoran satılıktır.Restoranın bitişiğindeki fırını da satın almak mümkündür.

Tel : 03 88 21 81 06 ( 11h00 – 23h00 arası )

Page 16: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 16

Page 17: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 17

Page 18: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 18

Page 19: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O

«Uzadıkça uzayan zemheri» soğuk oklarıyla kalbimizi delerken, gönül bir ocakbaşı arıyor ısınmak için. Ayaz hırsından bulutları ısırıyor, şehir kan kusuyor buzların üstüne. Uzun kış gecelerine yakışan masallar çoktan terkedil-diler, masal kahramanları bir bir kayıp git-tiler.. Önce masallarımızı, sonra kahramanlarımızı yitirdik. Düşlerimiz de onların peşinden takılıp gidince, çırılçıplak kaldık zemherinin kucağında. Şimdi titriyoruz; kimsesizlikten, masalsızlıktan, kahramansızlıktan. Avuçlarımızda boşluğun kuru ayazı ovuşturup duruyoruz. Tüten bir ocak görsek koşup ellerimizi ateşe tutup ısınacağız. Oysa çoktan terketmiş bu çağı o ateş. Sessizce ilerleyen karanlığın ayak sesleri duyuluyor yalnızca. Işıklar bir bir vurulup düşüyor karanlığın göğsüne. Biz boşluğun göğsüne kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. Bütün düşlerimize «elveda» deyip hiçliğin sokaklarına dön-dürüyoruz adımlarımızı. Üşüyoruz, bir ka-hramana ihtiyacımız her zamankinden fazla, Düş satan eskicilere ihtiyacımız her zaman-kinden fazla...

Çaresiz kendi bireysel masalımı dinlemek için anıların sesini açıyorum. Bu 28 Ocak akşamında, Farid Farjad’ın kemanından çıkan hüznün çığlığını kulaklarım sağır olurcasına duyarken, pencerenin perdesini

aralıyorum. Yağan kar çamların üzerine tahtını kurup, tüm ihtişamını sergiliyor. Geçmiş beyazlığıyla önümde uzanıyor. Eşsiz bir manzara ile kulaklarım sağırlaşıp, gözle-rim kamaşıyor.

Karanlığa usul usul düşen yumuşak kar taneleri, şimdiki gibi ısırmıyor, dokunduğu dalları incitmeden beyazlığıyla sarıyor. Oda-larda, şimdiki gibi kaloriferin donuk sessizliği ile değil, yanan sobanın içindeki ateşin çıtırtılarıyla duygularım ısınıyor.

Ve Beethoven’in 9. Senfonisi müthiş bir coşku, heyecan veriyor...»Eskidendi, çok eskiden» Murathan Mungan’ın şiiri ne güzel söyler: «Hani hepimiz arkadaşken,/ Hani oyunlar tükenmemişken,/ Henüz kimse bize ihanet etmemiş,/ Biz kimseyi aldatmamışken,/ Eskidendi çok eskiden. ...Şimdi ay usul, yıldızlar eski/ Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden/ Geçen geçti/ Geçen geçti / Geceyi söndür kalbim/ Geceler de gençlik gibi eskidendi/ Şimdi uykusuzluk vakti.»

Aralanmıs perdeden şimdiki zamana dönüyor, beyazlıklar içinde şehrin sokağından geçen «Kırmızı Başlıklı Kızı» görüyorum. Birden kurtlar üşüşüyor başına. (Kurtlar artık şehre iniyor açgözlülükten) Önce, Kırmızı başlıklı kızın sepetindeki düşleri parçalıyorlar; kırmızı başlığını yere fırlatıp, masalını kara gömüyor, başlıksız kızı da midelerine gömüyorlar.

Masallar ölüyor, zaman ihanet kokuyor, biz üşüyoruz...

Farid Farjad, «Dört mevsim melankoli» diyor, kemanı çıldırıyor...

Ben de kış «hüzün» diyorum, 28 Ocak akşamı ölüye dönüyor...

28/01/2012

2002 yılında ayda 30 €’ya hızlı internet imkanı ile piyasayı allak bullak eden Free şimdi de cep telefonunda aynı başarıyı gösterdi.

Bir yıldır hazırlıkları yapılan Free Mo-bile 10 Ocak’ta pazarlanmaya başladı. Yaptığı provokatif açıklamalarla internet kullanıcılarının beğenisi kazanan Free başkanı Xavier Niel diğer şirketleri halkı dolandırmakla suçluyor ve fiyatları ikiye böleceğini söylüyordu.

Daha önceki başarısını bilen şirketler ise Free Mobile gelmeden fiyatlarını düşürmeye başlamıştı. Ancak 10 Ocak’ta tanıtılan fiyatlar diğer şirketleri zor duru-mda bıraktı.

Buna göre Free bundan böyle 2 tane seçenek sunacak. İlk seçenek 19,90 €’ya tüm Fransa içi sabit ve cep telefonlarını arama, SMS, MMS ve 3Go Internet ile 40 ülkenin sabit telefonlarını arama imkanı sunuyor. Eğer Freebox abonesi iseniz bu fiyat 15,90 € düşüyor. (Abone başına bir tek indirimden yararlanabiliyorsunuz)

Diğer seçenek ise sa-dece 2 €’ya (ya da Free-box abonesi iseniz 0€) 1 saat görüşme ve 60 SMS gönderme imkânı sunuyor. Sosyal ta-rife denen bu seçenek diğer şirketler 45 da-kika ve 40 SMS için 10 € olarak pazarlanıyor.

Fiyatların bu kadar düşmesi üzerine birçok

kişi Free Mobile’e geçmek için başvuruda bulundu. 10 gün içinde 500 000 kişi başvuruda bulundu. Kısa zamanda 3 milyon aboneye ulaşmayı hedefleyen Free Mobile 4G lisansına da sahip. 2013’ten itibaren hızlı internet imkanı sağlayacak.

Diğer şirketlerin de aynı fiyata düşmesi üzerine yıllardır bu kadar yüksek fiyata satmaları tüketicileri kızdırdı.

Free Mobile’e abone olmak için şu anki cep telefonunuz ile 3179 (bedava) arayıp RIO numaranızı (cep telefon numaranızı taşımak için) almanız gerekiyor. Daha sonra ister 1044 arayıp isterseniz http://mobile.free.fr adresinden kayıt olabi-lirsiniz. Şu an başka şirkette kontratınız olsa bile, Free Mobile’e geçmek avantajlı olabiliyor.

Free başkanı diğer şirketlerin fiyatlarını düşürmelerini beklediklerini, ondan sonra yeniliklerini açıklayacağını duyur-du.

dünyaya beethoven olarak inemedim de ona yanıyom arkadaşlar.. inşallah bi dahaki sefere deneyecem bunu.. azimliyim, en azından bi saip egüz, hadi o olmadı ziya aydıntan olmaya bayaa bi niyetliyim.. akşamları, evdeki gizli dehlizlerimde bunu denemelerini yapıyom büyük bi titizlikle; bi daha nasıl gelinir, nerden gelinir, naapmam lazım, tüm dosyalarım şimdiden hazır gibi.. bi, papa’ya mail atacam akşama sabaha, bakim gözümden kaçmış bi detay var mı deyu, o aşamadayım.. bilse bilse o bilir diyom.. ata’nın hilafeti kaldırması ne kötü oldu.. elin herifine muhtaç kaldım işte.. **** **** beethoven olamamak ayıp diğil tabi.. mesela, elimde bi mandolinle doğmuşum ben de.. bu da bişidir.. bebekliğimden, taa orta bire geçene değin, günler geceler boyu hep elimdeydi mandolinim.. şimdi, bi tarafınız şişmesin, ama bi virtüoz gibi çalıyodum bu aleti yaşıma göre.. tanrı vergisi diyip geçeyim bari, zaten başka da bişi vermemiş kurban

olduğum.. evde olsun, gittiğimiz misafirliklerde olsun, yaşıtlarım ‘’amcalara çükünü gösterirken’’, bana hep mandolin çaldırılıyodu.. harika çocuk duygusunu tattım sayılır yahu biraz.. (şey yaani, eskiden de harika çocukmuşum, huylu huyundan vazgeçmiyo napim) tahminen ortabire yeni geçtiğim seneydi.. her zamanki gibi mühüm adam olarak katıldığım bi dost ortamında yine halka inmek zorunda kalmıştım.. hangi parçaları çaldığımı anımsamıyom şimdik, ama tüm dinleyenler; ‘’yahu kaya abi, sen bu çocuğa bi bağlama alıver artık, baksana mandolini bağlama gibi çalmaya başlamış kerata’’ demişlerdi babama.. babam sanata falan pek düşkün, pek duyarlı bi adamdı.. ertesi sabah uyanır uyanmaz, kapıcıyı gönderip bana bağlama aldırmıştı hemen, şehrin yegane müzik marketinden.. dinleyici kitlem, hemen hemen aynı insanlar idi maalesef.. burun kıvırdılar; ‘’yahu aynı mandolin gibi çalıyo bağlamayı’’ dediler.. **** **** Allah bi yerden verince, öte yerden kısıyo nedense.. O’nun da işine karışmaktan bıktım iyice, ama bunu huy edinmiş napim.. ahrette konuşacam bu konuyu; ‘’şööle kullarına bol keseden yetenek dağıtmamak neydi bakim, az deyiver bana zorun neydi’’ diye soracam, sinirli olmadığı bi vakitte.. resim yeteneğimin hiç olmadığı ortaiki’de ortaya çıktı.. tamam, oldum olası cetvelle bile tekbi düz çizgi çizememiş bi öğrenciydim, ama diğer tüm derslerde kuzey yarımküre birincisi olduğum üçün, resim öğretmenleri idare ediyodu beni.. bi ilkbahar öğlen sonrası, havanın güzelliği, doğanın çiçeklenmişliği, ıvır zıvır büssürü

şeyi bahane edip okul bahçasına çıkartmıştı resimci’miz bizim sınıfı.. iki gruba ayrıldık, ben gızların bacaklarına bakarken.. bi grup çevredeki ağaçların, diğeri ise gökyüzündeki bulutların resmini yapmakla ödevlendirilmişti.. bencileyin, ağaç resmi yapacaklar grubundaydım.. yaptım da elimden geldiğince.. ikinci ders sınıfa çıkıldı.. ört’menimiz resimleri değerlendirdi.. ben bizim grupta birinci seçildim.. ört’men gurur dolu bi yüz ifadesiyle; ‘’çocuklar, bunca yıllık resim öğretmeniyim, bu kadar güzel bi gökyüzü, bööle enfes bulutlar görmedim, afferim apo’’ diyodu.. halaa utanıyom, itiraf edemedim, ‘’yaa ben aslında ağaç resmi yaptıydım, ne bulutu’’ diyemedim.. tüm sınıf arkadaşlarımdan özür diliyom şu an.. **** **** lise yıllarımı hiç sormayın.. her dakika aşık oluyodum.. arkadaşlarım; ‘’bu herif erkenden evlenir’’ diye laf sokuyodu bana.. 35’imde evlendim yahu.. üniversite desen o da aynı.. şimdiki gibi delirmemiştim henüz, harbiden üstün zekalı bi öküz

idim.. annem; ‘’benim oğlum, 4 yıllık okulu 2 yılda bitirir gelir’’ diye iddaa ederken, ablam; ‘’seneye doçent olur bu’’ diye diretiyodu.. babam temkinli bi adamdır; ‘’apo’nun napacağı belli olmaz’’ diyip durdu hep.. abimse, çok emindi kendinden; ‘’benim kardeşim, uzaya giden ilk türk olur büyük ihtimal, bak görürsünüz, söylemedi demeyin’’ diyodu.. 7 senede bitirdim okulu..

göremedi babam.. en son 3 dersim var idi mezuniyete, 3’ünden de çakmıştım yine.. mayıs idi, babam gitti.. eylül oldu, okul bitti.. **** **** artık yazılarım ve şiirlerimle tanınıyom.. inanılır gibi diğil, ama beni çok seven bi okur kitlem oluştu.. kamera şakası gibi.. ne diye lafı kıvıracam, önemsemez görünecem, çok mutlu oluyom helbet.. gelen okur maillerinin büyük bölümü; ‘’yazılarınız aynı şiir gibi gürsel bey kardeşim’’ şeklinde.. buna güvenip, buradan aldığım gazla oluşturduğum şiir cd’im üçün, eğer yanlış saymadıysam, dosyamda şimdiye değin 40’ın üstünde okur maili var.. hemen hemen aynı övgüyü yapmışlar; « sayın gürsel ekmekçi, şiirlerinizden derin bi düzyazı tadı aldık, ellerinize, yüreğinize sağlık ».. gülmece kitabımı okuyup da hüngür hüngür ağlayan büyük çoğunluğu anlatmıştım zaten.. ne diyim.. önlemlerimi almaya çabalıyom hep.. ULUS’a güya çok ciddi yazıyom, araya iki tane kıytırık espri iliştirmeyi ihmal etmeyip.. okur mektuplarının ardı arkası kesilmiyo tabi; ‘’değerli ekmekçi, satır arasına sokuşturduğunuz nüktelere gülmekten ölüyoruz, ah siz yok musunuz siz’’.. kaderim böyleymiş, diyecek bişeyim yok.. **** **** babama takılıp kaldı aklım.. yukarıdaki hiçbi lafım uyduruk espri diğil.. hepsi yaşandı.. her zaman en doğru lafları babam etmiş.. aşık gavlaki demişti zaten; ‘’bana emanet etti alnındaki akları’’..

19

Nurbanu KABLAN

-Oğulbalı-

Gürsel EKMEKÇİ

MİZAH

ÇAPRAZ ADAM

KIŞ ve HÜZÜN

Free Mobile rekabeti arttırdı!

Page 20: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 20

Page 21: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 21

Page 22: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 22

Page 23: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 23

Page 24: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 24

Page 25: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 25

Bașarı Motivasyonu & Motivasyon bașarıyı getirecek

Profesyonel, Kaliteli,Bilimsel ve Bireysel

destek veriyoruz

Avrupa Psikoloji Merkezinin Kurucusu Uzman: Erdinç Üstündağ katkısıyla

Uzman Erdinç Üstündağ Güvencesiyle

Biz geliyoruz, çünkü Eğitimdeki bașarısızlığı görüyoruzve nedenlerini biliyoruz. Sizin çocuklarınızın bașarısızlığına göz yumamayız.

Fransada kendini kanıtlamıș olan Öğretim Üyeleri çocuklarınıza ders verecek. HERȘEY DAHİL: - Motivasyon & Konsentrasyon desteği - Psikolojik yardım - Ders anlama teknikleri - Özgüven seansi Matematik, Fransızca-Almanca, İngilizce ders yardimlari

KEHL´de

Okul Derslerinde bașarıyı getiriyoruz

www.nachhilfe-akademie.com

Rhein Str. 49

+49 7851/886 70 29

NACHHILFE

EĞİTİM AKADEMİSİ hizmete giriyor

AKADEMIE

Page 26: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 26

Page 27: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 27

Page 28: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 28

Des valeurs, des saveurs

moona bölge bayi olarak, Sos ve mechouia (hakiki zeytin yağli, közlenmiş sebzeler) mammülleri

Sadece helal üretim yapan imalathanemizde, üretilen mamullerimiz, şoksuz, elle kesim yapilan etlerden imal edilmektedir

GAMME MOONA : sauce, méchouia

CHARCUTERIE : a la coupe, libres services

100 çeşit şarkuteri (sosis, salam), taze mamulleri’ile sistemli biçimde, haftalık servis yapilmaktadır. SERVIS ARAÇLARIMIZ SADECE TAZE MAMUL TAŞIMAKTADIR

z.a de florivoie 88640 GRANGES – SUR-VOLOGNES Tel 03.29.51.69.36 fax 03.29.51.69.37 www.oz-tat.com

Page 29: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 29

SURGELES : SELAM

SURGELES SUPERFRESH : pates, légumes

SURGELES ORIENTAL VIANDES : viandes, plat cuisines

öz-tat firmasının yan markası , ORIENTAL VIANDES, hazır helal yemekleri özellikle elle kesilen, etlerden üretilmisdir

Tanınmış markası’ile, güvenli ve kaliteli SELAM helal, mamülleri

turkiye’nin ilk dondurulmuş gıda markası SUPERFRESH, şimdi fransa’da

Superfresh, selam, oriental viandes bölge bayisi olarak, 70 çeşit dondulurlumuş mamulleri’ile sistemli biçimde servis yapilmaktadır. SERVIS ARAÇLARIMIZ SADECE DONDURULMUŞ MAMUL TAŞIMAKTADIR

Tavuk sosis Tavuk burger Akcaabat köfte

Adana kebap Inegöl köfte Cevapcici

Urfa kebap

Tekirdag köfte

Page 30: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 30

Satılık dükkân + stüdyoKoenigshoffen’de, toplam 186,5 m2 tutan 2 dükkân + 1 stüdyo, içinde kiracıları

hazır, iyi durumda, 900 € aylık kira geliri. Fiyatı : 135 000 € ( tartışılabilir )Tel : 06 184 184 28

Satılık fond de commerce – MarketColmar – Strasbourg arasındaki Selestat şehrinde bulunan Market satılıktır.

Marketin 230 m2 satış alanı, kasap reyonu ve tüm diğer malzemesi mevcuttur, çok geniş park alanı vardır. Mahalle arasında olan market iyi işler durumdadır, carte de fidelite’si de olan müşterisi hazırdır. Yıllık 292 000 € cirosu olan mar-

ketin kirası da aylık 1 500 €’dur.Tel : 06 73 75 05 88

SATILIK RESTORAN PİZZACI2 katlı – 250 m2

Zemin kat : Mutfak +vestiyer+ büro+ tualet ve duş.İkinci kat : Yemekhane + 60 kişilik büyük teras self servis şeklinde.

Malzemelerle ve asansörle beraber.Fiyat 60 000 € bail commercial ve pas de porte.

Adres : Avenue de l’Europe / Cité la Province 54520 LAXOU (Nancy yakını) Tel : 06 70 74 74 41

( Veya çalıştırmak üzere restoran ve pidecilikten anlayan eleman aranıyor )

Satılık Evler ve Döner Kebap1/ Saarland’da 3 daireli ve kirada olan ev satılıktır. Fiyatı : 100 000 €

2/ Saarland’da döner dükkanı, üstteki ev ile beraber devren satılıktır. Kirası ev ile beraber 1 400 €, günlük kasa ortalama 500 €.

Tel : 0049 / 176 228 20 449

Satılık fond de commerceMarmoutier’de vend fond de commerce très propre. 50 000 € à débattre.

Equipé Döner kebap.Tel : 06 70 14 84 45

Sahibinden Satılık Yazlıkİzmir Karaburun Mordoğan’da, denize sıfır, 7 odalı, temiz yazlık satılıktır.

Tel : 0090 532 232 13 32

Satılık fond de commerce - RestaurantAlsace Bölgesi’nin tam merkezindeki Selestat şehrinde bulunan restoran kesin dönüş

nedeniyle satılıktır. 100 m2, 40 kişi + teras kapasiteli, müşterisi hazır ve iyi işler durumdaki restoranın kirası aylık 900 €’dur.

Tel : 03 88 57 38 33

Kira, alım-satım, eleman arama, duyuru gibi küçük ilanlarınızı Objektif Gazete’de d e ğ e r l e n d i r i n

Her ay 100 bin kişiye ulaşın! Telefon : 06 25 94 20 29

Satılık fond de commerce – Restoran39, rue Faubourg National 67000 Strasbourg adresinde bulunan Grill National

isimli 30 kişi kapasiteli, her türlü ekipmanı mevcut Restoran, Pizzacı, Döner Kebap satılıktır. Müşterisi hazır ve iyi işler durumdadır.

Tel : 03 88 23 24 88 / 06 14 73 34 33

Kiralık veya Satılık LokalLocal pro de 36m² en plein centre ville de Mutzig avec possibilité de se garer à 20m au parking de la maire ( gratuit), il comprend un wc séparé, chauffage individuel électrique, et un point d’eau, 2 vitrines de 2m de long sur 1,80 de hauteur, carrelage au solKiralık fiyat 400 euro + charge 25 euro

Satılık fiyat 70 000 euro

Tel : 06 48 19 39 84

Page 31: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 31

Gazeteniz OBJEKTİF’in düzenlemiş olduğu “Her Ay Bir Hediye” kampanyasının son çe-kilişine katılıp ikramiye kazanan talihliler belli oldu.

Bu akyi çekilişimize DESDINA FASHION ve ECO-FOOD firmaları 100 €’luk hediye çekle-riyle destek vermişlerdi.

Bu iki güzide firmaya tekrar tekrar teşekkür ederken, kazanan talihlilerimizi de kutluyor, kendilerine ileriki yaşamlarında da bol şans diliyoruz.

1/ DESDINA FASHION’dan 100 €’luk hediye çeki kazanan : Hacı KORKMAZ / Schiltigheim

2/ ECO-FOOD’dan 100 €’luk hediye çeki kaza-nan : Ahmet ÖZCAN / Strasbourg

Geçen ayın talihlisi hediyesini TURQUOISE MOBİLYA’dan aldı

Bu arada, çekilişi-mizin geçen ayki talihlisi olan Nazan Kırömeroğlu, hedi-yesini TURQUOISE MOBİLYA’dan aldı.

Kendisi müsait olma-dığı için hediyesini babası Tuncer Kırö-meroğlu vasıtasıyla elden aldıran Nazan Hanım, bu ikramiye-yi kazandığı için çok mutlu olduğunu ve kendisini çok şanslı addettiğini belirterek, “Tüm Objektif okuyu-cularına bu tür çekilişlere katılmayı tavsiye ediyorum” dedi.

TURQUOISE MOBİLYA’nın sahibi Hüseyin BİL-GİN ise, “Bu tür bir etkinliğe iştirak ederken başlıca amacımız halkımıza hizmet etmektir.

Bunu sağlayabildiysek ne mutlu bize” diyerek, talihli okuyucumuz Nazan Kırömeroğlu’nu babası nezdinde kutladı ve Objektif Gazete’ye de teşekkür etti.

Biz de kendisine teşekkür ediyor ve işlerinde başarılar diliyoruz...

Denktaş’ın ölüsü, Çiller’in ruhu, Erdoğan’ın sağcılığı üzerine...

Uludere’de (Roboski Köyü) yaşanan katliam, Diyarbakır’da bulunan (şimdilik) 23 insana ait toplu mezar, Fransa parlamentosunda gö-rüşülen soykırım yasası, ardı arkası kesilme-yen KCK ve Ergenekon tutuklamaları...

Gündemin bu kadar hızlı değiştiği bir ülkeye dair yazmanın hem kolay hem de zor tarafları var. Kolay tarafı hiç “malzeme” sorunu yaşa-mamak, zor tarafı ise hangi birine dair yaza-cağına karar vermek. Tüm bu kaosun içinde topluma ve politikaya dair iz sürmek ise gerçekten de çetin bir iş oluyor. Fakat bazen bu büyük olayların içinde “küçük” bir olay, sürece dair önemli sonuçlar çıkarılmasında

daha operasyonel veriler sunabiliyor. KKTC eski başkanı Rauf Denktaş’ın ölümünün ardından düzenlenen cenaze töreni ve siyasi-lerin Denktaş’a dair aldıkları tutum, böyle bir gelişmeydi.

Öncelikle bize 35 yıldır büyük vatanın küçük yavrusu masalıyla anlatılan KKTC üzerine bir kaç şey söylemek istiyorum. Bu vatan yavrusunu dünyada resmi olarak tanıyan tek ülke Tükiye. Yani de facto bir “ülke” ola-rak KKTC, dünyanın hiçbir yerinde resmi olarak elçilik açamıyor. Gezegenemizdeki resmi hiç bir anlaşmaya imza atamıyor. Ör-neğin KKTC’den kalkan bir uçağın Türkiye haricinde bir ülke toprağın inmesi yasak. Öyle ki Avrupa’da Irkçılığa Karşı Futbol Örgütü’ne (FARE) KKTC futbol takımlarının ulusla-rarası bir platformda temsil edilmesini dahi kabul etmiyor. Yanı başındaki “Rum kesimi” diye seslendiği Kıbrıs Cumhuriyeti adındaki devlet ise saygın bir AB ülkesi. Kıbrıs’ta ya-şayan yerleşik Türklerin hayali, şu anavatan masalından kurtulmak ve Avrupa’nın parçası olarak yoluna devam etmek. Lakin anne olan vatanın buna kolay kolay izin vermeyeceği kesin.

KKTC’nin adının içinde geçen “kuzey” kelimesi dünyada pek çok insan için yön be-lirten bir kavramdır. Fakat biz Türkler için ise bu tür kavramların bambaşka anlamları var. Kürt dememek için Kuzey Iraklı demek zorundasınızdır, Batı Trakya da bir yön belirt-mekten daha “derin” anlamlar içerir. Örneğin bir Fransız’a “Kuzey Irak” derseniz, sadece Irak’ın kuzeyinden bahsettiğinizi düşünücek-

tir. Ama bu masum jeografik yön gösterme kavramı, bir Türk için son derece geniş, siya-sal, tarihsel hatta çeşitli emperyalist oyunlara dair anlamlar içerir. Her Türk daha küçük yaşlarda, bu kavramda gizli bir İsrail parmağı olduğunu hisseder. KKTC’deki “kuzey” ise Kıbrıs’tan farklı bir “ülke” olduğu izlenimi vermeyi amaçlar.

Bu şanı büyük yavru cumhuriyetin en önemli siyasal figürlerinden olan Denktaş’ın cenaze töreni ve ardından siyasilerin söyledikleri, güncel gelişmelere dair önemli ipuçları veri-yor demiştik. Kurtlar Vadisi dizisinin bitik, tükenmiş, başarısız figüranı Denktaş’ın, dizi-nin senaristlerini kıskandıracak bir senaryoyla yönettiğini biliyoruz Kıbrıs’ı. AKP’nin ikti-dara gelmesinin hemen ardından Erdoğan’ın Annan planı çerçevesinde yürütmek istediği uyum politikalarına en önemli darbeyi vuran kişidir aynı zamanda.

Peki ne oldu da tüm Türkiye’deki tüm müt-tefikleri Ergenekon davasından hapse atılan Rauf Denktaş bir anda hükümetin tam kıta cenazesine katıldığı bir “ulusal kahraman” oldu? Neden AKP, iktidarının ilk yıllarında haklı bir biçimde mücadele ettiği Denktaş zihniyetiyle bugün barıştı ve bu anlayışı yeni-den diriltiyor?

Kısa süre öncesine kadar önemli toplumsal ve politik değişim iddasındaki AKP’nin ve son derece iddialı bir profil çizen lideri Tayyip Erdoğan’nın bugün durduğu yerin, bize Tansu Çiller’i aratır noktaya gelmesi elbette bekle-

nen bir sonuçtu. İktidarda olduğu iki meclis dönemi süresince YÖK’e, adaletsiz seçim sistemine, Kıbrıs sorununa, darbeciler me-selesine kadar birkaç sembolik adım dışında dişe dokunur hiç bir işe kalkışmaması, Kürt sorununda OHAL uygulamalarına dönüş... bunun en önemli göstergeleridir. Şimdi çok daha iyi anlıyoruz ki AKP’nin gerçek problemi kurumlarla değil, bu kurum-ları yöneten kadrolardaydı. Askeri vesayet ve yargıdaki kemalist blokun gücü kırılır kırıl-maz kendimizi başka türlü bir vesayetin ve adaletsizliğin karşısında bulmamız tam da bu nedenledir. Tayyip Erdoğan kimliğinde giz-lenmiş Tansu Çiller ruhunun böylesi iddialı görünen bir kişilikte yeniden hayat bulması derin bir sosyolojik araştırmaya gerek duy-maz aslında. Bu sadece, geleneksel Türk sağ-cılığının tipik davranış biçimidir.

Tayyip Erdoğan daha seçim meydanlarında Alevilerin inancını yuhalatırken, Kürtleri şamanlıkla islam dışı olmakla itham ederken yeni dönemin sinyallerini vermişti. Darbe teh-didi altındaki ‘mazlum’ hükümet artık devleti yöneten, yargısından bürokrasisine, ordusun-dan polisine kadar kadrolaşmasını tamam-lamış bir güç olarak karşımızda duruyor. Bu yeni dönemin Türkiye yoksulları, Alevileri ve Kürtleri için çok zor olacağı açık. Her tür-den ulusalcılığa, darbeciliğe taviz vermeden AKP’ye ve cemaatlerine karşı toplumun her kesiminin ortak bir cephe içinde örgütlenmesi yarına ertelenmeyecek bir sorun olarak tüm ciddiyetiyle karşımızda duruyor.

Selen ATEŞ[email protected]

Association Unité Birlik’ten 2012 Projeleri Farabersviller’de faaliyet göstermekte olan Association Unité Birlik isimli derneğin 2012 yılı etkinlikleri belli oldu.

Dernek Başkanı Şerafettin GÜLDAL’dan aldığımız bilgilere göre, derneğin çok verimli geçeceği anlaşılan 2012 yılı faaliyetleri şu şekilde sıralanıyor : HAFTALIK FAALİYETLER - Futbol (salı akşamları) - Ağabey / abla projesi (her akşam, Pazartesi’den Cuma’ya kadar) - Kütüphane (nöbetçi servisiyle) DİĞER FAALİYETLER -15/01/2012 : futbol turnuvası - 23/02/2012 : PSV Eindhoven - Trabzonspor - 07/04/2012 : FAR temiz kent - 06/05/2012 : 23 nisan - 20/05/2012 : koşu - 26/05/2012 : oyun bayramı -17/06/2012 : futbol turnuvası -24/06/2012 : Europapark

-01/07/2012 : piknik -10/08/2012 : Ramazan iftarı - 26/08/2012 : Ramazan eğlencesi -14/10/2012 : kermes - 23/12/2012 : futbol turnuvası

Şerafettin GÜLDAL, ayrıntılı bilgi için vatandaşlarımızın şu linki tıklayabileceklerini belirtti : http://www.unitebirlik.com/pages/33.html ( Association Unité Birlik / 23 B avenue Victor Hugo 57450 FARE-BERSVILLER / Tel : 06.28.60.56.63 / E-mail : [email protected] / Site Internet : www.unitebir-lik.com )

Hediye Kampanyamızın Son Talihlileri Belli Oldu

Page 32: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O

Yılbaşında kendi imtihanımızla baş başa kalmak... Her şeyin sonuna Batılılar böyle yapıyor diye eklemek, biz hâlâ neredeyiz, Batıya özenmek, Batılı gibi olmak, Batılılar gibi yaşamaktır önemli olan bazı insanlar için...

Batılılar gibi olacağız diye yılbaşı kutlamaları da, örf ve âdetlerimiz arasına girdi. Hindi kesmeler, çam ağacı kesmeler, ağaç süslemeler, ev süslemeler, kırmızı pijama giymeler, yeni yıla sarhoş girmeler, sabaha kadar eğlenmeler....

Bu ve de buna benzer davranışa da mantıklı diyoruz. Soruyorum bu-nun neresinde mantık var? Bu nasıl müslümanlık anlayışı? Böyle bir eğlenme, kutlama dedelerimiz yaptı mı? Osmanlı devleti döneminde böyle bir kutlama var mıydı? Peygamberi-miz (s.a.s.) döneminde de var mıydı? Yoktu, olamazdı, olmamalıydı da, çünkü biz müslüman bir toplumuz, biz müs-lümanca yaşamayı, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayı kabul ettik, iman ettik, imtihan dünyasındayız, mâhşer günü yaptıklarımızla hesaplaşacağımızı bildiğimiz için ölçümüz de peygamberi-miz gibi olsun istedik, Kur’ân-ı Kerîm gibi yaşamak, doğru olmak, dürüst olmak, örf - âdetlerimize bağlı, büyüklerimize saygı, küçüklerimize sevgi, yaşlılara hürmet, hastalara ziyaret, akrabaya önem vermek, müslüman kardeşlerimizi gözetmek, korumak, bilinçli bir toplum olmak, milletimize faydalı bir insan ol-mak, iyi bir aile ferdi olmak, islamın ve de imanın şartlarını yerine getirmektir müslümanlık. Batıya özenmek değildir. Yılbaşını kutlamakla Batılı da olunmuyor, müslüman da olunmuyor.

Bir peygamberin doğum yıldönümünü içkiyle, kumarla, hindi kesmekle, ağaç süslemekle, dansla, kadınlarla kutlamak hangi dinde, hangi inançta var? Mantıklı mı sizce?... Gençlerin bu şekilde yozlaştığını, Batılı diye özümüzden taviz verdiğimiz, göz yumduğumuz ya da göremediğimiz böyle bir kutlamayı, neresinde mantık var, neresinde de hâyır var? Bu gençle-rin özentilerle bir yaşamı tercih ettiğini farkında mıyız? Demek ki yılbaşı aynı zamanda düşüncenin, ilmin, İslamiyet’in, inancın, imanın bir yana bırakıldığı bir kutlamadır, özentilerin başladığı, uğur getirecekmiş inancının yıldönümüdür ki böylesine bir yeni yıl ancak bu şekilde kutlanır, bu mantıklı işte.....

Batılı olmak mı istiyoruz? Batılının manasını anlamak isteyen, müslümanları seyretsin. Müslümanlar yılbaşında neler yapıyor araştırsınlar. O zaman Batılı olursun, Batılı gibi düşünürsün, Batılılar gibi yaşarsın... Ama Batılı diye, Batı anlayışı diye; çeşit çeşit mekânlar... İçkiler o biçim,

yanında da mezeler... Kadın kahkahalarının, dansların olduğu ortam... Kumarı âdet kazandıran anlayış... Çamlar, hindiler, süsler, püsler, akılları gitmişler... Hayat dolu, cepler boş, iman ve kalpler bomboş... İşte Batılı insan... İşte mo-dernlik... İşte güzel mi güzel yılbaşı... Bu mudur özendiğimiz hayat? Batı deyince akla bunlar mı gelir? Peki biz, hem müslü-man hem de Batılı, böyle mi olacağız?...

Başkalarının çocuklarını eleştireceğimize, kendi çocuğumuz ne-rede, ne yapıyor yılbaşında... Belki de biz de yılbaşı atmosferinin içindeyiz. Tele-vizyon, müzik, radyo, evlerimizi coşkulu bir havaya sokuyor; pek çok dindar aile bile gece yarısına kadar televizyondaki yılbaşı eğlencelerini seyrediyor. Anne baba izlemese de çocukları izliyordur. Batılılaşma öyle bir seldir ki, pek çok şeyi sürükleyip götürüyor, farkında bile olamayız. Geriye dönüp baktığımızda, okumayan bir toplum, özentili bir nesil, kalitesiz insanlar, çalışmayan eller, ekil-meyen topraklar, büyümeyen ağaçlar, uçmayan kuşlar, eksilmiş imanlar, me-rhamet bekleyen insanlar, güvensiz to-plum, boş bir hayat kalıyor.

Bunun tek nedeni yeterince İslami öğretim ve eğitim yapılmadığı gibi, her şey insanımızı din dışına çekiyor. Diskotekler, meyhaneler, kahveler, kılık kıyafetler, ojeler, dar elbiseler, dini bilgisi eksik olan insanlar farkında olmadan İslam’a hücum ediyor. Bu düşüncelerimi daha da iyi açıklayan bir söz, Bediüzza-man Hazretleri buyurmuş ki: «Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.» Ne güzel de söylemis, nasılda uyarmiş bizleri Allah’ın sevgili kulu, biz hâlâ göremiyo-ruz bunları, hâlâ daha özentili bir yaşamı tercih ediyoruz.

Madem özeneceksin, İslama özen, Hali-feye özen, Peygamberlere özen, Bediüz-zaman Hazretlerine özen, Osmanlıya özen, iyi bir müslümana özen ama başkalarına özenme.... Yılbaşı hakkında yazı yazmak istedim, yazmadan önce çıkıp gençlerimize, insanlarımıza yılbaşında ne yapıyor, akşam nerede olacaksınız diye sormak geldi içimden, gördüklerimi yazmak için, sizlerle paylaşmak için, gençlerimi-zin, Batılının yılbaşında neler yaptığını görmek için çıktım. Hep duyardım nasıl olduğunu, en azından göreyim çıplak gözümle, duygularımı daha iyi yazarım hissiyle çıktım. Ahh ahh çıkmaz olaydım, görmez olaydım ....

İnşallah bu yıl, Müslümanların Batı me-deniyetinden, İslam medeniyetine geç-melerinin yılı olsun. Bu yılbaşı Peygam-berimizin (s.a.s.) yüzü suyu hürmetine, haramlara, günahlara tövbe edip, helallere tâbi olmamızın yılbaşısı olsun. Allah sağlık sıhhat nasip etsin. İnşallah insanlarımızın sıkıntılarını attığı yıl olur. İnşallah gençlerimizin Batıya değil de özümüze özenecekleri bir yıl olması umuduyla...

Muhterem okuyucularım bu ay o kadar çok koş-turmakla geçti ki zamanımız, insanların birbirle-rine el uzatmalarına şahit oldum ki ziyadesiyle memnun oldum. Onun için bu yazımızda “Kitabımız Kur’anı Kerim’de” geçen yardımlaşma ayetlerini bir des-te gül gibi sunmak istedim.

Müminler için infak ayetlerinden önce namaz ayetleri zikredilmekte. İnsan bir yönüyle yere, diğer bir yönüyle de göklere mensup ilâhî sanat harikası eşsiz bir varlıktır. Kur’an, “En aşağı seviyede bir hayat şekli” anlamında “El-hayâtü’d-dünya” kavramına dikkat çeker ve böyle bir hayatın; “Oyun, eğlence, övünme, gelip geçici süs ve ziynetler, mal ve evlat çoğaltma yarışı gibi şeylerden iba-ret” olduğunu beyan eder.

En güzel kıvamda yaratılan insanın, kendi öz cevherini böyle bir hayat seviyesine mahkûm etmemesini tavsiye ederek de onu hep ötelere, göklere davet eder. Kitap boyunca göklere yolcu-luk yapabilmenin, yani manen yükselebilmenin, ahlaki bakımdan güzelliklerle donanmanın nasıl gerçekleşebileceği üzerinde durulmaktadır 13/22- Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.

14/31- İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.

2/177- İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peyg-amberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) istey-ene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.

2/215- Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.” Bu ayetleri okuduktan sonra bir de sahabe hayatından bir örnek vermek gerekirse, işte size Yermük Savaşı’ndan bir örnek.

Huzeyfe oğlu Cehm (r.a) diyorki: “Yermük Savaşı’nda amcamın oğlunu aramaya başladım.Yanıma biraz da su aldım.Tesadüfen onu buldum. Ölmek üzere idi. Su vereyim mi diye sordum. İşaretle ver dedi. Tam o sırada yanıbaşında ölmek üzere olan biri de ahhh etti. Amcam oğlu sesi işitince içmekten vazgeçti. İşaretle suyu ona götürmemi istedi. Yanına git-tim, baktım Ebul As oğlu Hişam’dı. Yanına henüz varmıştım ki, yakınında başka bir sahabi acıyla inledi.

Hişam işaretle suyu ona götürmemi istedi. Yanına gittiğimde ölmüştü. Hişam’ın yanına gittim, o da ruhunu teslim etmişti. Hemen amca oğlumun yanına gittim o da ruhunu teslim etmiş, cansız yatıyordu.” Değerli gönül dostları; şu fedakârlığın derecesine bakın ki, kendisi susuzluktan ölmek üzere iken bile ikram edilen suyu içmiyor, kardeşine gön-deriyor ve susuzluktan ölüyor. Ölürken, hisleri ve şuurları kaybolmak üzere iken bile diğer kardeşlerine yardım etmeye çalışıyor. Ellerimizin yardım vermekten usanmayacağı ve kurtuluşa ereceği günlere erişmek üzere...

Bir umutla başladık hayat denen onca zahmete. Birbirinden koparak geldi yılların yorgunluğu taze yüreklere; ne Necip Fazıl’dan ne de Nazım Hikmet’ten so-luklanabildik. Hep başka kimliklere, başka ülkelere özlem duyduk, en acısı da kendimizi arayıp durduk yıllarca başkalarında, kendimizi kendimize sorduk bir soluk-ta kaybederiz diye. Sen unutma dostum bak yabancısın,

her şey tıkırında ama senden de ben-den de eser yok ileriye baktıklarında. Gurbetçinin hatırası mı olur? Anası, babası olsa da adı gurbetçi, ölene adam gibi gidip sahip çıkamaz, kalana morali ve yaşamı yetmez. Gurbetçinin hatırası mı olur? Olur, olmasına olur da ya dinlerken, ya za-man kaybeder de para kazanamazsa. Vay anam vay… Bu arada Merhum Uğur Mumcu’ya, Diyarbakır’da haince saldırıya uğra-yarak şehit edilen Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’a, yine gazeteci Hrant Dink’e Allah’tan rahmet diliyorum. Ülkemizde bir an önce bunun gibi yüzlerce faili meçhul cinayetin katille-rinin bulunması dileklerimle. Bu ayki yazımı biraz kısa tuttum, ves-selam. Hoşça kalın, dostça kalın.

Şahismail KAYA

[email protected] / 179.784.31.83

32

BİR SÖZDEN BİR ÖZDEN

Hasan KARAKAYA

Adem GÜRSAL

[email protected]

YILBAŞINDA BATIYA ÖZENMEK

ALLAH YOLUNDA İNFAK

NE ANILAR KALDI NE DE DOSTLAR

Page 33: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 58. MADDE 26 Ocak 2012 ta-rihinde beklenen olağanüstü genel kurul yapıldı, eller Türk futbolunun ka-deri için kalktı, 120 profesyonel futbol takımının başkanı, yöneticileri ve hocaları katıldı.

Delegelerin büyük çoğunluğu, «Şike ve teşviğe bir defaya mahsus af « anlamına gelen değişikliğe hayır dediler, top şimdi tekrar Federasyon’da. Aslında Futbol Federasyonu 58. madde’de şike ve teşviğe bir defaya mahsus af, onun yerine puan silinmesi, yeni ağır cezalar şeklinde bir değişiklik yapmak istedi ama olmadı, hemen hemen bütün klüpler red cevabı verdiler.

Sayın Aydınlar belki de haklıydı böyle bir olağanüstü genel kurul yapmakta, sonuçta adam koltuğuna oturur oturmaz canlı bom-ba eline geldi, her an patlayabilir. Türk futbolunun ağır darbe aldığını söyleye-bilirim, bu yükün altından nasıl kalkarlar bilemem ama görünen o ki Federasyon’un işi zor.

Genel kurulun sonunda bir konuşma yapıp eleştirileri yanıtlayan Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, « Yaşanan süreçte şunu gördüm, herkes suçsuz, tek suçlu var o da biziz » sözlerini sarfetti, sa-vunma kısıtlamasının söz konusu olmadığını söyleyerek,

« Kurullara baskı yapmak ne benim ne sizle-rin haddine » dedi.

Aslında Türk futbolu sadece bugün değil

kurulduğu 1923’ten beri en ciddi krizini yaşamakta. Bence TFF’nun bunu tek başına çözmesi mümkün değil. 3 Temmuz’dan bu yana Aydınlar’ın çabaları iyi niyetli. Adam Türk futbolu zarar görmesin, klüpler za-rar görmesin, Türk futbolu imaj kaybına uğramasin diye elinden geleni yapıyor. Belki de başka bir başkan olsaydı hemen karar ve-rirdi. Sayın Aydınlar her fırsatta Türk futbolu daha fazla yara almadan olayları en ucuz şekilde kapatmak istiyor ; belki de haklıdır, sonuçta kimse Türk futbolunun çöküşünü istemez ama ortada bir şike vakası var ki vay anam vay...

Ne UEFA ne FIFA bize çare olabildiler, belki de bu yüzden Aydınlar genel kurul yapalım dedi ama pek de bir şey çıkmadı. Aslında klüplerin kendi aralarında karar almaları lazımdı diye düşünüyorum.

Sonuçta UEFA talimatı belli, FIFA’nınki de belli ; ortak karar alamadılar gibi tekrar yükü Federasyon Başkanı’na attılar.

Belki de Aydınlar bu karar yüzünden istifa edebilir.

Ortak karar alamazsa klüpler, o zaman UEFA bizim işlerimize müdahale eder, onların müdahalesi olursa da Türk takımları iki yıl uluslararası arenadan men edilir, şike yapan takım kümeye gider, Milli takım men edilir. Yani anlayacağınız işimiz zor…

Bunlar sadece birkaç örnektir ; görünen o ki takımlarımız hep birbirlerini suçlar hale geldi, kimse ben hatalıyım demiyor, hep örtbas etmenin peşindeler. Yazık, çok yazık !

75 milyonluk ülkede kaç futbolcumuz Avrupa’da büyük takımlarda oynuyor ? Almanya’da yaklaşık 4 milyon Türk var ve o ülkeden ne kadar gurbetçi oyuncu var yurt dışında ?

Saygılarımla…

Değerli okurlarım,

Bu aralar çevremiz çok karışık ; insan hoş sohbetli yazılar yazmak istiyor ama buna bazı zamanlar müsaade etmiyor.

Evet, hayatta sorunlar bitmez, sorunsuz bir yer var o da mezarlıktır. Orada adama sen de kalk şunu yap demezler.

Bazen memleketimizde olan bitenler ve politik gelişmeler istesek de istemesek de burada bizi etkiliyor. Son zamanlarda Fran-sa’daki Ermeni tasarısı herkesi düşündürüyor. Daha önce Türkler ve Ermeniler 1000 yıl barış içinde beraber yaşamışlar. Hatta bazı padişahlar Ermeniler için millet-i sadıka diye kanun çıkarmışlar çünkü daha önceleri müs-lüman olanlara her şey günah diye okul sanat teknik her şey kısıtlanmış. O dönemlerde yüksek amir memur çokları Ermeni ve diğer gayri müslümlerden oluşmuştu. Ne zaman Avrupalı Ortadoğu petrollerine ve maden-lerine ihtiyaç duydu ve oralara gitti, halklar arasında düşmanlıklar başladı. Olmaz sanılan çok şeyler oldu.

Biz gelelim şimdiki zamana.. Bu tasarı bence Ermeniler çok düşünülerek yapılmış bir şey değil. Desek ki Ermeniler’den yana tavır alıyorlar. Nedeni bu yasayı tam çıkarsalar bile uygulamaları çok zor. Uygulansa Ermeniler’in istedikleri değil de Fransa’da yaşayan Türkler cezalandırılacak. O zaman Fransa’nın derdi tek Ermeni oylarını almak değil, oradaki

vatandaşlarımızı cezalandırmak istiyor.

Belki bu bir Avrupa projesi ; bugün Fransa’da, yarın Avrupa’nın başka yerlerinde başlayacak. Daha önce yine bu tasarı gündeme gelmişti, Türk Hava Yolları’nca sipariş edilen uçaklar araya girince o zaman Meclis’e gelmemişti. Hollanda’da seçilen Türk kökenli milletvekille-rine Ermeni katliamını tanıma mecburiyeti getirmişlerdi.

İsviçre Fransa’ya benzer yasa çıkarmış, o zaman bu yasa daha sonra başımıza bela olur diye İsviçre’de gösteri yapanlar ha-len Silivri hapishanesinde yatıyor, daha adamları yargılayacak delil bulamadılar. Yani bu yaşananlar Türkiye’deki hükü-metin beceriksizliği. Daha öncekilere ses çıkaramadığı için bunlar oldu.

Bir van minüt tiyatrosu oldu, onunla borazan-lar epey öttü. İsrail’e gemi gidecekti, milletve-killerinin aileleri de gitsin çığlıkları artınca gitmedi. İsrail Kıbrıs Rum kesimiyle doğal gaz çıkardı, firma Amerikan firması olunca hükümetin dili boğazına aktı. Biz de petrol arayacağız dediler, Piri Reis gemisi şimdi hurdalığa çıktı.

Burada yaşayan vatandaşlarımızın oturum ve askerlik bedelleri ikiye katlandı, hâlâ bura-dan hiçbir dişe değer ses gelmedi. Büyükelçi çekildi sonra geri geldi, yani bu komedilere bakılırsa daha buna benzer olayların devamı gelecek ; bugün Ermeni olayları, ilerde başka bir şeyler çıkacak ortaya. Boş kabadayılık, palyaçoluk olup çıkıyor ortaya. Kimse buna aldırmıyor.

Deseler ki oy kullanan milletvekillerine 1915 olayları hakkında bildiğin ne ; hadi bir anlat deseler, acaba ne cevap verirler ?

Bu bence devlet çalışmasının olmamasından kaynaklanan bir şey.

Esen kalın…

Fransa Alevi Birlikleri Federa-syonu Basın Yayın Komisyonu İkinci Eğitim Kampı’nı Bourg en Bresse Şehrinde Gerçeklestirdi

Çok aktif olan ve Fransa Alevi hareketinin medya kolunu oluşturan FUAF Basın Yayın Ko-misyonu, ikinci kez eğitim için biraraya geldi, Fransa’nın dört bir yanından 12 Akm’den 27 temsilci Bourg en Bresse şehrinde buluştu.

Selestat Akm’den Hamza Kaya’nın verdiği bil-gilere göre, Basın Yayın Komisyonu sorumlusu Erdal Kılıçkaya’nın kendini ve FUAF Basın Yayın Komisyonu’nu tanıtmasından sonra, katılımcılar da kendilerini tanıttılar. Programın okunması ve onaylanmasının ardından teorik eğitim çalışmasına geçildi.

Basın Yayın Komisyonu’nun hedefleri ve Akm’lerin basın yayından beklentileri hakkında bilgi verildi ve fikir alış verişi yapıldı. Akm etkinlikleri nasıl haberleştirilir ve hangi kanallarla ilgili yerlere iletilir gibi konularda katılımcılara bilgi ve tavsiye verildi. Teorik çalışmanın ardından pratik eğitim çalışmasına geçildi. Eğitimin bu bölümünde üç grup oluşturarak çok önemli ve değişik konularda katılımcılar pratik calışma yaptılar ; röportaj nasıl yapılır, fotoğraf nasıl çekilir, haber yazısı nasıl yazılır, kamera nasıl tutulur ve kullanılır, tv programı nasıl hazırlanır gibi konularda katılımcılar çok duyarlı ve coşkulu bir calışma gerçekleştirdiler.

Bu yoğun ve çok bilgili günün ardından, hep beraber bir akşam yemeğinde biraraya gelindi

ve birinci günün değerlendirmesi yapıldı. Eğitimin ikinci günü ise katılımcılar Yol Tv’de yayınlanan Fransa yansımaları programı için eğitim kampının çekimlerini ve röportajlarını gerçekleştirdi, çekimlerden sonra Komisyon Sekreteri ve Saymanı seçildi. Essonne Akm’den Derya Akarsu sekreterliğe seçilirken, Paris Akm’den Koray Gökpınar saymanlık görevine seçildi.

Yoğun calışmanın ardından biraraya gelinerek eğitim kampının değerlendirmesi yapıldı, kapanış ve öğlen yemeğine geçildi. Medya ve basın gücünün Fransa Alevi hare-keti için çok önemli olduğunu ve kendimizi anlatmak, tanıtmak ve haberdar olmak için önemli olduğunu vurgulayan katılımcılar, Basın Yayın Komisyonu’nu daha da güçlendirmek ve daha güzel yerlere getirmek için gerekli çalışmaların çok aktif ve profesyonel şekilde devam edeceğini belirttiler.

Çok olumlu ve eğitici bir ortamda geçen kampa katılımcıların ilgisi çok büyük oldu ve iki gün boyunca yaptıkları calışmaları cok ciddiye alarak yollarına ve geleceklerine sahip çıktıklarını bir kez daha gosterdiler.

[email protected]

Mahmut BİLEN

[email protected]

33

ŞU ERMENİ MESELESİ !

Page 34: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O

Arkamdan yürüme, sana liderlik yapmayabili-rim. Önümde yürüme, seni takip etmeyebili-rim. Yanımda yürü, arkadaşın olabilirim.

Kızılderili Atasözü

Bu yazımızda İslam dininin sivil bir din olduğu üzerine konuşacağız. ‘’Civilisation’’ Fransızca bir kelime ve Türkçe karşılığı medeniyettir. Jeune Turc’ler tarafından birçok kelime gibi bu kelime de Türkçe’ye asıl anlamıyla değil, mecazi anlamıyla çevrilmiştir. Yani bugün Türkçede sivil kelimesi, askeri olmayan, hiye-rarşik olmayan, militer olmayan anlamında kullanılmaktadır. Gerçi bu anlam da dolaylı olarak doğrudur ama direkt anlamı değil mecazi anlamıdır. İslam dini, işte bu ‘’Civilisa-tion’’ kelimesinin hem asıl anlamıyla medeni bir dindir, hem de mecazi anlamıyla anti-militer bir dindir.

Bu sivillikten ne kastettiğimizi netleştirmek için bazı temel unsurları ortaya koyalım:

Peygamber Efendimiz, kendine inanan mü’minlere, ‘’ashabım’’ der. Ashab sahabe kelimesinin çoğuludur, sahabe ise sohbetdaş, yani arkadaş anlamındadır. Yani peygamber Efendimiz kendine inanları arkadaşları olarak kabul eder, öyle lanse eder ve onlara ‘’Ey ashabım’’ yani ‘’Ey arkadaşlarım’’ diye hitab eder. (Halbuki biz bugün ‘’muhterem cema-at’’ gibi gayet soğuk, diplomatik ve kuru bir ifadeyle söze başlıyoruz. Kürsüden muhte-rem arkadaşlar gibi daha sıcak ve samimi bir ifade kullandığımız zaman yadırganıyoruz.) Peygamber Efendimiz, arkadaşlarının arasına girdiği zaman kendisine özel yer açtırmaz, boş bulduğu yere oturur. Herhangi bir kisve, üni-forma, statü kullanmaz. ‘’Ben de sizin gibi bir insanım’’ buyurur. Bilmediği bir konuda bilmi-yorum demekten çekinmez. Hatta ‘’Siz dünya işlerini benden iyi bilirsiniz’’ buyurmuşlardır. ‘’Size fetva verenler fetva verdiğinde kalbine danış, son hükmü kendin ver’’ buyurarak, inananlara sorumluluk yükleyerek şahsiyet sahibi olmalarını arzu eder. Kendisine, Allah tarafından giydirilen Nübüvvet Hırkasını, Peygamberlik Statüsünü insanların gözüne sokmaz. Karşısında heyecanlanan bir kadın için, ‘’Korkma, sakin ol, ben de senin gibi kuru et yiyen bir kadının oğluyum’’ der.

Hz. Ebu Bekir (ra) ‘’Müminlerin halifesi’’ ün-vanını kabul etmemiş ve kullanmamıştır. Zira iman eden her mü’min, Allah’ın emirlerine uygun yaşadığı sürece, Allah adına hareket ediyor demektir ve bu yönüyle her mümin yeryüzünde halifedir. Hz. Ebu Bekir ‘’Mümin-lerin emiri’’ sıfatını kullanmıştır.

Hz. Ömer (ra) beş kişilik bir senato kurar ve bu senatonun kararları dışında bireysel içti-hatla hiçbir icraat yapmaz. Kendisini ziyarete gelen Bizans elçisi Hz. Ömer’in kıyafetini görünce, müslümanların devlet başkanı oldu-ğuna inanamaz. Kendisi hutbe okurken halkın bazı tepkilerine maruz kalır ve bunları olgun-lukla göğüsler.

Hz. Osman (ra) zaten halimliği ile meşhur olmuş bir insandır. Hilafeti zamanında o kadar sivildir ki, adeta hiç ortada yoktur, icraatların çoğunu kendi adına akrabaları yapmıştır.

Hz. Ali (ra) ise kendisine olağanüstü güçler atfeden insanları cezalandırmış, ‘’Sende Allah’ı görüyo-rum’’ diyen sapkınları idam ettirmiştir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife, ‘’Benim herhangi bir içtihadımın gerekçesini ve maslahatını anlamıyor-sanız, o kararıma uymanız caiz değildir’’ demiştir. O bir mezhep kurmak için yola çıkmamıştır. Her müslümanın yapması gerekeni yapmış, gününün şartlarında temel kaynaklardan hüküm çıkarmış, daha sonra takipçileri onu mezhep imamı ilan et-miştir. Talebelerinden İmam Muhammed ve İmam Yusuf’un, İmam Azam hilafına kararları vardır. Ve o bundan gocunmaz. Mezhep imamlarının bazıları birbirine hem hoca, hem talebe olmuşlardır.

Arzettiğimiz bu örnekler, İslam dininin sivil olduğu-nun, ruhbanlığın olmadığının, hiyerarşik ve militer bir yapısının bulunmadığının göstergeleridir. Bu örneklerdeki insanlar, Peygamber Efendimizin ar-kadaşlarım dediği sahabesi ve ondan sonraki tabiin ve bir sonraki tebe-i tabiin olmak üzere İslamiyetin ilk üç neslidir. Bu ilk üç neslin yaşadığı dönemde, İslam dini dünyanın ulaşabildiği en uç noktalarına ulaşmıştır. Endonezya’dan Çin’e, Avrupa’ya, Kuzey Afrika’ya, Orta Asya’ya bu ilk üç nesil İslamiyeti götürmüşlerdir. Bunu yapanların kisvesi, statüsü, üniforması yoktur. Bunlar sivil müslümanlardır.

Şimdi, daha sonra ne olmuş ve nasıl olmuş, ona bakalım:

Hulefa-i Raşidin’den sonra siyaset alanı Saltanata dönüştü. Saltanatın gelmesiyle, İslam’dan önceki feodal yapı yerel alanlarada tekrar hortladı. Siyaset alanındaki profesyonelleşmeler bağlamında, aske-riye, yargı, ilmiye gibi sınıflar oluştu. İlmiye sınıfı diğer sınıflar gibi, genel feodaliteden etkilendi. İl-miyede tekelleşme ve ilmin belli zümrelerin elinde toplanması, marjinal fikri ve siyasi akımları doğur-du. İlmiye sınıfını diğer sınıflardan ayıran, ünifor-mal, belli kıyafet türleri ortaya çıktı. İlmiye bir kisve ve statüye büründü. Bu durum ilim adamları ile toplum arasında sosyal farklar ortaya çıkradığı gibi mahiyet farkını doğurdu. Halkla ilmiye sınıfı arasın-da böylece setler çekilmiş oldu. Halk ilim adamları-nı, fazla abartır oldu. Halk cahillleşti. Hoca kavramı toplumda ayrı bir yere oturtuldu. Dinin orjinalinde olmayan bir ruhbanlık, adeta fiilen uygulanmaya başladı. Hocanın takındığı bu kisve ve statü, halkla doğal, insani iletişimin sağlanmasını engelledi.

İslam dünyasının geri kalmasının sebebi İslam değildir. İslam dünyasının geri kalmasının sebebi, insanların din adamlarına öykünmesidir, din adam-

larına insanüstü insanmış muamelesi yapmasıdır. Günümüzde ilahiyat profesörleri aşırı mütevazıdır, zira sivildirler. Bu onların ciddi bir ilme sahip ol-duklarının da göstergesidir. Ancak bu akademis-yenlerin malumatının halka yansımaması büyük bir kayıptır. Buna karşılık formasyonu olmayan, kisve ve ünvan kullanan sahte din adamlarının aşırı derecede taraftar bulması ve itibar görmesi, İslam toplumlarının en büyük çıkmazlarından biridir.

Ama günümüz birey dünyasında, müslüman şahsiyeti oluşturmada hem hocalara hem halka sorumluluklar düşüyor. Halk cevabı evet veya hayır olan basit, statik soruların ötesine geçmeli. Sadece dimlememeli, konuşmalı ve anlamalı. Halk sorgula-madan hocanın dediğini alıp kullanma kolaylığına kaçmaktadır. Bu basittir ve işine gelmektedir. Hal-buki , duyduğunu sorgulayan, akılla ölçen, bilimle kıyaslayan, evrenle test eden, vicdanla süzen bir dimağ oluşmalı. Hocanın dediği, evrende, müsbet bilimde, akılda, vicdanda nereye tekabül ediyor? Sorgulanmalıdır. Hoca ezberlenmemeli, hoca din-lenmeli ve ondan öğrenmelidir. Ezber unutulur. Öğrenme kalıcıdır. Avrupa’da Türkler’in kollektif iş yapamamasının sebeplerinden biri de budur. Halk lider istiyor. Kendine güveni yok. Kendine güven kazandıracak, şahsiyet kazandıracak hocanın da kıymetini bilmiyor. Bu tür monarşik, hiyerarşik, militer, feodal, anti-sivil din anlayışı, hocayı hoca olmaktan çıkardığı gibi, halkı da kötürüm bırakmış-tır. Hoca sadiste, cemaat de fetişiste dönüşmüştir. Eli kırbaçlı, kürsüleri yumruklayan, bağırıp çağıran, burnundan soluyan, gözleri ateş fışkırtan bir hoca modeli doğmuş, bu tip hocalar hâlâ talep görüyor. Bunun dışında makul konuşmalar yapan, ilmi ko-nuşan, topluma şahsiyet kazandırmaya, toplumun seviyesini yukarı çekmeye çalışan, balık vermeyip balık tutmayı öğretmeyi amaçlayan hocalar maa-lesef hâlâ kabul görmüyor. Sivil davranan, kisve ve statü kullanmayan, halka inen hocalar derin hoca olmamış oluyor. İlla ki hokus-pokus isteniyor. Birey çağı olan Avrupa’da, şahsiyet ve kimlik sahibi bir müslüman kitle oluşturmak zorundayız. Hocadan beslenen değil, hocayla konuşan, hocayı anlayan bir toplum var etmek zorundayız. İşi sivilliğe taşı-mak ve aslına rücu ettirmek zorundayız.

Çok soyut gibi oldu. Bazı örnekler vererek somut-laştırmaya çalışayım: Fransa’ya ilk geldiğimizde, genç bir arkadaş bir soru sordu. Beklediği cevap evet veya hayır. Öyle cevap vermek tarzım değil. Anlasın istiyorum, niçin hayır. Anlaması için uzun izahlar yapmam lâzım. Dedi ki, ‘’Hoca uzatma, ya hayır de ya evet’’. Ama güzelim, anlamadan ezberlersen, unutursun, gerekçesini bilmen lazım. O zahmete katlanılmak istenmiyor ve sorumluluk hocanın olsun isteniyor.

Geçen bir video gördüm facebookta. Bir şeyh ve müridi yanyayna ayakta duruyor. Onlarca insan sırayla ellerini öpüyor. Şeyhin yaynında-ki müridin yüzüne baktım. Yemyeşil sırıtıyor. ‘’Ulan ne idik ne olduk’’ dercesine. Cehalet, basiret sahipleri için yüzlerinde tecessüm etmiş, okunuyor. İslamın orjinal ruhu için, bu insanlar karikatürdür, el öpenler trajedidir. Peygamber Efendimizi böyle bir sahnede gö-remezsiniz.

Bizim Madame bir mevlid programına gitti. Başka bir hizmet grubundan bir hocahanım da gelmiş. Dedi ki Arif Hoca, ‘’Kadının nereye oturtacaklarını bilemediler’’. Dominant tavır-lar, sen yat, sen kalk, şunu getir bunu götür. Bu tiplemenin erkek versiyonunu da çok gö-rüyoruz piyasada. Kendisine yer açılan, ken-

dinden önce namı gelen hocalar... Tepeden bakan, üst perdeden konuşan, emr-i vakiler yapan... Biz boş bulduğumuz yere otururuz. Peygamber Efendimizin sünneti odur zira.

Halkta böyle hoca beklentisi olduğu için, bu bek-lentiye cevap verebilme adına, bu piyasa şartlarına kendini kaptıran, öyle davranılması istendiği için, öyle davranmaya başlayıp, bunu alışkanlık haline getiren, genç ve formasyon sahibi arkadaşlarımız da oluyor ki, gaza gelip, tongaya düştüklerinin farkına varamıyorlar ve maalesef o değerli formas-yon çöpe gidiyor. İşin acı tarafı budur. Nesin sen, o ünvan olmadan. O kisve, o statü olmadan neyiz biz? Niçin asıl halimizle insanlarla doğal ve insani iletişim kurmayı ve halka da böyle de bir model olduğunu hissettirmiyoruz? Kürsünün şehveti, mikrofonun cazibesi, yönetme hissinin gizli tatmini değil mi bunlar?

Bir efsane hoca demiş ki, ‘’Falanca grupla hacca gidersen haccın kabul olmaz. Bizim şirketle gitmen lazım’’. Adam falanca grupla hacca gitti, hâlâ hac-cım kabul değil diye şüphe içinde. Sen bu adama iman ve İslam mı öğrettin, imanını mı çaldın? Bu adamın aklını ne yaptın? Bak şimdi hiçbir şey an-lamıyor. Kafa gitmiş, çark boşa dönüyor. Bu adamı bu hale getiren adam din adamı olabilir mi?

Birliğe çağıran, birleştiren, kardeşleştiren hoca sevilmiyor. Düşmanlık cahil adama haz verir. Düş-manlık üreten, mezhepleri ayrıştıran, mezhep içinde grupları ayrıştıran, bir grubu hakk din görüp, diğerlerini aşağılayan söylem taraftar buluyor.

Geçenlerde facebookta bir video paylaştım. Bu videoyu üç yıl önce keşfettim ki, son yüzyı-lın müzik tarihinde en büyük fenomenlerden biridir. Lara Fabian’ın Je t’aime diye bir şarkısı var. Orjinal klip değil de, bir konser perfor-mansı versiyonu. L. Fabian sahneye çıkıyor, tam şarkıya girecek, dinleyiciler ondan önce şarkıya başlıyorlar. Koro halinde şarkı söylü-yorlar ki, şarkıcıya iş kalmıyor. O da bu jest karşısında hıçkırıklarla ağlıyor. Her dinledi-ğimde ben de ağlarım. Heyhat ki, Lara Fabian başka şeye ağlar, ben başka şeye. Meslektaş-larımız bu videoya yorum yazsın dedim, kim-seden ses çıkmadı, ben de hiç şaşırmadım. Benim böyle cemaatim olsun, ben de diyece-ğim, Je t’aime.

Bu tarz dindarlık modeli, bu tarz hoca-cemaat ilişkisi devam ettiği sürece İslam toplumu şahsiyetli bireyler çıkaramaz. Sorun karşılık-lıdır. Her iki tarafın sorumluluğu ve yapması gerekenler vardır. Bu tarz bir din anlayışı ve dindarlık modeli, bu tarz hoca-cemaat ilişkisi, son iki asırda, modernizme entegre olmuş, Batı’yla aydınlanmış insanların dinden uzak kalmasını sonuç vermiştir. Aynı zamanda bu durum, İslamiyetin Batı’ya sirayet etmesini de engellemektedir. Böyle devam ettiği sürece, ‘’Avrupa’da İslam’’dan söz edilebilir ama, ‘’Av-rupa İslamı’’ndan yani ‘’Euro İslam’’dan söz edilemez. Ne alaka Euro İslam? Bir sonraki yazıda inşallah.

Yazının başındaki kızılderili atasözüne bir daha bakmanızı istirham edeceğim.

34

Arif KARABACAK

arif-karabacak10@

hotmail.com

İstatistiklere göre Fransa’da boşanma oranı ortalama % 50 ve büyük şehirlerde daha yük-

sek. Tek ebeveynli ailelerin sayısı giderek artmakta, neredeyse ailelerin % 19’u ve bu oranın % 32’si ayda 910 eurodan daha az, yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşıyor ve bu durum son yıllarda artış göstermekte. ( Kaynak: INSEE ) Aileden Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı Claude Greff yaptığı bir açıklamada; gelecek-te evlenecek çiftlerin sağlıklı ve uzun ömürlü bir evliliklerinin olabilmesi için evlilikle birlikte haklarını ve görevlerini daha iyi an-lamaları ve var olan yasal içerikten haberdar olmaları gerektiğini belirtti. Greff, üç eyleme dayalı, sivil evliliğe hazırlık programı için çalışma planını sundu : farkın-dalık, eğitim ve mevcut Medeni Kanun’da yer alan metinler, maddelerden kaynaklanan

hak ve yükümlülükleri hakkında bilgi sahibi olmaları için destek. Bu planla birlikte birçok somut eylem sunuldu. Bütün belediye baş-kanları konuyla ilgili detaylıca bilgilendirilip evlenecek çiftlerin evlilik üzerine bilgilen-dirilmesi için “Evlilikte kullanma kılavuzu” oluşturulacak. Bunun için öncelikle evlenecek çiftlerin evli-lik işlemleri için iletişime geçtikleri kurumlar konuyla ilgili belirli kullanma kılavuzları ve eğitim seminerlerinden geçecekler. Daha son-ra tüm toplumda kesin olarak yaygınlaşmadan önce, daha önceden belirlenmiş şehirlerde talepte bulunan yeni evlenecek çiftlere sunu-lacak bu hizmet daha sonra her yerde aşamalı olarak sunulmaya başlanacak. “Boşanma sonrası yaşanacak duygusal

travmaya ek olarak, boşanmak demek yeni bir daire, çocuklara oluşturulacak iki fark-lı yaşam alanı için yeni mobilyalar ve diğer bütün değişklikler...” Kısaca Greff, toplumdaki boşanmaların, top-luma ve bireylere maddi ve manevi olarak pahalıya mâl olduğunu belirterek bu yasal oluşumun çiftleri evlenmeye teşvik etmek için değil ama boşanma oranlarındaki artışları azaltmayı hedeflediğini ve evlenmeyi düşü-nen çiftleri evlilik kurumunun yasal içeriği konusunda bilgilendirmek ve evliliğin getirdi-ği hak ve ödevlerin çiftler tarafından anlaşıl-masını amaçladığını belirtti.

Gizem Kabadayı

[email protected]

SİVİL DİN, SİVİL DİNDARLIK, SİVİL DİN ADAMI

GÜNÜMÜZÜN TOPLUMSAL SORUNU YÜKSEK BOŞANMA ORANLARI VE YENİ TREND EVLİLİKLERDE KULLANMA

KILAVUZU

Page 35: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O 35

Çocuğunuzun üstün zekalı olduğunu nasıl anlayabilirsiniz?

Çocuğunuzun bir dahi olabilmesi için neler yapabilirsiniz?

Çocuğunuzun zeka türünü biliyor musunuz?

Üstün Zekalı Çocukların Olumlu Özellikleri

1. Hızlı ve kolay öğrenirler. Muhakeme ve problem çözme yetenekleri gelişmiştir. İntikal süratleri fazla, idrakleri derindir. İlgi ve dikkat süreleri uzundur. Hafızaları güçlü olduğu için önemli detay, kavram ve prensi-pleri unutmazlar.

2. Hayalleri güçlüdür. Sanat dallarında oriji-nal eserler verirler. Ritim ve hareket kontrol-leri gelişmiştir.

3. Merakları üst seviyededir. Çok fazla soru sorarlar. Farklı farklı konularla ilgilenirler. İnsana, hayata ve kainata yakın bir alaka duyarlar.

4. Gözlemleme güçleri fazladır. Esnek ve sıradışı düşünürler. Meseleleri farklı perspek-tiflerden ele alırlar. Mülahaza daireleri her zaman açıktır. Yeni fikirlere kapalı kalmazlar. Hemen her an öğrenmeye hazır haldedirler.

Gelişmelere rahatlıkla ayak uydurabilirler.

5. Meseleleri sorgular, net bir şekilde düşünür, ilişkileri fark ederler.

6. Yetişkinlerle kurdukları iletişimde oldukça olgun bir karakter sergilerler.

7. Çoğu zaman genellemeler yapar ve bunları yeni durumlara tatbik ederler.

8. Kelime hazineleri çok zengindir. Kelimeleri kolaylıkla ve yerinde kullanırlar.

9. Matematiksel düşünme yetenekleri gelişmiştir.

10. Okumayı çok severler. Yaşıtlarının sevi-yelerinin üzerindeki eserleri rahatlıkla müta-laa edebilirler.

11. Talimatları kolaylıkla yerine getirirler.

12. İnce bir espri anlayışları vardır.

13. Nesne, kelime veya fikirleri yeni ortam-larda kullanırlar.

14. En iyi olmak için büyük bir istek duyarlar. Kendileri için tespit ettikleri standartlar old-ukça yüksektir.

15. Sağduyu ve pratik bilgilerden yararlanırlar.

16. Çoğu faaliyette lider konumundadırlar. Başkalarının sistem ve fikirlerini hemen

kabul etmezler. Genellikle kendilerine danışılır. Karar verme esnasında aranılırlar.

( Konu devam edecek)

ÇOCUK DÜNYASIHatice

YILDIRIMAraştırmacı

[email protected]

ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLAR (1)

Bazı zamanlarda olaylar hiç de dışarıdan görüldüğü gibi olmayabiliyor. Ama biz o bir türlü yenemediğimiz önyargımızla çok kolay hüküm verebiliyoruz.

Geçenlerde facebook ortamında okuduğum ve çok etkilendiğim bir örnekten bahset-mek istiyorum size. «Ağustos Böceği ve Karınca’nın öyküsünden»...

Bu öyküyü bilmeyenimiz yoktur. Hemen hemen hepimiz bu ve bunun gibi hikaye-lerle büyümüşüzdür ve hatta yeni nesile de aktarıyoruzdur. Karınca gibi çalışkan olmak terimini aşılarız çocuklarımıza. Güzel örnek olarak onu gösteririz. Masalımızda Ağustos Böceği ise tembel, yaz boyunca oynayıp şar-kı söyleyen karakterdedir. «İşte onun gibi tembel olmayın» deriz. Oysa bu hikayede çoğumuzun bilmediği çok önemli bir nokta vardır ki, asıl ders ondadir. Birçoğumuz Ağustos Böceği’ne tembel der geçer, neden çalışmadığı konusuna değin-meyiz bile. Gözden kaçırdığımız nokta ise Ağustos Böceği’nin bir anne olduğudur. Üstelik çok da özverili bir anne. «Yan gelip yatan, yaz boyunca oynayıp kışın Karınca’nn eline bakan özverili anne mi olurmuş !» dediğinizi duyar gibiyim. Yanıldığımız nokta da zaten tam burası.

Çünkü Ağustos Böceği yumurtalarını henüz bı-rakmıştı ve yumurtalarının olgunlaşıp birer yavru olması için çok yüksek bir ısıya gerek vardı. Hem de öyle yüksek bir ısı ki ağustos sıcağının o kavu-rucu etkisi bile az geliyordu. Bu yüzden Ağustos Böceği o sıcakta yumurtalarının üzerinde durmak zorundaydı. Yumurtalarının olgunlaşması için her şeyi yapmalıydı ve biz bunu hiç anlamıyorduk. Ve bu ısı hâlâ yetmiyordu; daha fazla ısı için yumur-talarına kanatlarını sürtüyor, çırpınıyor çırpınıyor-du yavruları için... Biz bunu da eğlence sanıyor-duk kanatlarından çıkan vızıltıları duyup, Ağustos Böceği saz çalıyor diyorduk, ne de çok yanılıyor-duk... Bu da yetmezmiş gibi sıcaktan kavrulan, vücudunu parçalarcasına kendini mahveden bu annenin iniltilerini, çığlıklarını anlamıyor ve Ağus-tos Böceğini şarkı söylemekle suçluyorduk; nasıl da yanılıyorduk. Ve kış boyunca zor durumda kalmasına aldırmıyor, “O bunu hak ediyor” bile diyorduk. (Yazıdan alıntıdır) Ama artık anlamaya, öyargılarımızı yıkmaya başlıyoruz sanırım.

Hikayemiz bununla da bitmiyor. Ağustos Böceği’miz bütün bunları yaşarken Karınca hiç buna kayıtsız kalır mı ? O en zor zamanlarına tanık olan Karınca, hikayedekinin aksine, yaz kış Ağustos Böceği’ne destek çıkıyor. Kışın topla-dığı yiyecekleri paylaşıyor. Sizce de gerçek hayat-ta zor rastlanır bir dostluk örneği değil mi ?

Önyargılar demiştik ya... Dostlukların başlama-dan yıkılmasına sebep... Şimdi kısa bir süreliğine de olsa kendinizi Ağustos Böceği’nin yerine koyun bakalım. Yavrularınız için yaptığınız onca fedakarlık sırf insanların önyargıları yüzünden yanlış yargılanıyor ve «vurdumduymaz» damga-sı alnınıza vuruluyor.

At gözlüklerinden kurtulursak eğer bir gün, bakış açımızı genişletebilirsek eğer, belki bir Ağustos Böceği vakasını atlatabiliriz. «İnsanlarin önyargılarını parçalamak, atomu parçalamaktan zordur» demis Einstein. Evet çok zor, ama imkansız değil hiçbir zaman. Ve biz buna önce kendi önyargılarımızı yıkarak başlayabiliriz....

Ağustos Böeceği ile Karınca !

Emel SARMAŞIK

Page 36: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 3536

Bertrand SCHAUNER

J’ai déjà visité cette belle ville à maintes re-prises (en 1976 – 1990 – 2011) et je peux dire que je suis toujours fasciné par sa beauté et par la gentillesse de la population, toujours à votre service en cas de besoin.

Je me souviens de la première fois, en 1976, nous avions traversé, avec ma famille, toute une partie de l’Europe, en voiture et carava-ne, pour rejoindre cette grande mégalopole. A notre arrivée, nous étions un peu désorien-tés. La circulation dans la ville était dense et les règes de circulation étaient alors très peu respectées. Heureusement qu’un sympathi-que Stambouliote nous accompagna jusqu’à Florya à un terrain de camping.

Pour visiter, nous empruntions tous les jours le train. Nous fûmes un peu surpris ! Celui-ci était quotidiennement la proie de jet de pier-res, forme de lapidation ou signe d’affection des riverains ??

A la fin du séjour une mauvaise nouvelle nous attendait. Cette année-là, suite aux pro-blèmes gréco-turques, l’armée turque avait réquisitionné l’ensemble des dépôts de car-burant. Nous étions contraints de patienter. Heureusement que cette situation avait pris fin au bout de trois jours et que nous avions enfin pu prendre le chemin du retour.

En 1990, le périple s’est effectué en 2 deux étapes.

D’abord, nous sommes partis, en circuit en Anatolie (Kaysenie, Konia, Ankara) et au re-tour, nous sommes retournés en train à Is-tanbul. Nous étions descendus à l’Hôtel Elit.

Mon dernier voyage, je l’ai effectué avec l’en-semble de ma famille (épouse, fille, gendre et petits enfants : Mathieu et Lisa) au cours du mois de décembre dernier. Ma fille connais-sait déjà Istanbul, elle l’avait visitée en 1976, elle n’avait alors que 9 ans.

Le voyage vers Istanbul, avec la société Pe-gasus, s’est très bien déroulé. Nous sommes arrivés vers 17 heures à l’aéroport Istanbul-Say, sur le continent asiatique. Là, un char-mant monsieur nous attendait afin de nous conduire à notre de lieu de villégiature, l’Hô-

tel Istanbul Royal à Aksaray, idéalement situé près du centre historique de la ville et des moyens de transport.

Le soir même, un employé de l’établissement nous avait conseillé un petit restaurant en face de l’hôtel. Bien entendu, nous n’y trou-vions pas d’alcool mais nous l’avions adopté pour la durée du séjour, nous y mangions bien et à prix raisonnable. De plus, nous avions l’occasion d’y côtoyer la population locale très présente.

Rien à voir avec les pièges à touristes des autres restaurants qui se trouvaient dans les alentours !

Lundi matin, journée bien fraîche, notre

premier jour de visite. Nous avons emprunté le bus jusqu’au Grand Bazar, bien entendu gratuitement, puisque nous ne disposions pas d’abonnement. De là, nous nous sommes rendus à la mosquée Sultan Ahmed, la mos-quée bleue, véritable joyaux de l’art byzantin. Au passage, nous avons profité pour prendre une petite photo souvenir devant la fontaine allemande.

Nous avons poursuit notre chemin vers le Palais Topkapi Saray et son harem, une ville dans une ville.

En fin de journée, nous avons visité le Grand Bazar, réel dédale où le touriste erre entre les achalandages, et où le marchandage est de coutume entre deux tasses de thé. Pratique impensable en France !

Petite halte au Bazard égyptien, les couleurs vives sur ces étalages ont suscité notre cu-riosité. Loukoums, dattes, noisettes, ...., nous ont mis en appétit et les senteurs d’épices

nous ont fait voyager à travers tout l’Orient.

Attirés au coin d’une rue par l’odeur du pois-son grillé, nous avons découvert une nouvelle formule sandwiches, les grillades de maque-reaux préparées en direct sur les bateaux du port. Pour clôturer la soirée, petite balade sur le pont de Galata : étonnant le nombre de pêcheurs qui s’y retrouvent !

Mardi ! « Vive le Tramway, l’essayé, c’est l’adopté ! ». Très facile d’utilisation avec son sys-tème de jetons, il permet prati-quement tous les déplacements au sein de la métropole.

Journée où nous admirons un édifice érigé en 325 après Jésus-Christ par l’Empereur Constan-tin., vous l’avez reconnu, le Mu-sée Sainte-Sophie, consacré à la sainte sagesse, dont je fais parti.

Pas très loin de là, nous rejoignons les citer-nes de Yerebatan, créées par les romains au IVè siècle après Jésus-Christ. Puis retour au monde moderne, nous nous dirigeons vers Galata afin d’y visiter sa tour et de manger à son pied un petit morceau dans un res-taurant de très bonne facture ( bon rapport qualité /prix).

Vers 14 heures, en route pour le Palais Dol-mabahçe ! Quel merveilleux monument ! Nous sommes émerveillés par la beauté des lieux et l’abondance des richesses qui s’y trouvent. Quelle démesure ! Notre seul re-gret, les photos sont interdites !

Zoom sur une étrangeté ! A la porte du pa-lais, nous avons dû chausser des protections

en plastique rose afin de ne pas salir les tapis. A la sortie, nous avons constaté que de nom-breux visiteurs ne voulaient plus s’en défaire. Comptaient-ils les subtiliser discrètement afin d’en faire des chaussons ? Mystère ??

A la tombée de la nuit, nous sommes retour-nés, tous exténués, à notre lieu de résidence

à Aksaray en tramway. Nous avons été sur-pris par le coté respectueux des voyageurs dans les transports en commun, les jeunes gens offraient leur place aux aînés, les jeunes femmes aux femmes enceintes, … tradition un peu oubliée dans les pays occidentaux, particulièrement dans les grandes villes. J’es-père que ces bons usages ne se perdront au fil du temps !

Mercredi, un rendez-vous est fixé avec nos amis, Hatice et Uğur, à la fontaine allemande sur la place Sultan Ahmed. Après s’être sa-lués, nous sommes menés par nos guides vers un des plus anciens quartiers de la ville, nous découvrons ainsi que les vieilles de-meures stambouliotes étaient constituées en bois.

A l’embarcadère de Sehirhatti, nous embar-quons sur un bateau afin de réaliser une petite promenade sur le Bosphore. De l’em-barcation, nous pouvions apercevoir de nom-breux monuments historiques (ex : le palais Dolmabahçe..), des bâtiments administratifs (ex :le centre culturel) ou encore des univer-sités réputées (comme Galatasaraï).

Au bout d’une heure de croisière, nous avons débarqué sur la rive asiatique (Üskedar) où nous avons déjeuné copieusement. Hatice, l’experte du pidet au fromage, nous a fait découvrir quelques spécialités locales. Quel régal, ce beurre de Trabzon accompagné de délicieux pain frais ! J’en ai encore l’eau à la bouche !!

Une fois rassasiés, nous partons en bus vers la mer Marmara.

Il faisait beau et très doux au bord de la mer, certaines personnes bronzaient au bord du rivage, pas très loin de la tour Leandre. Après un trajet en bus puis en taxi, nous descen-

dons au domicile de nos accompagnateurs afin d’y prendre un gouter. Madame est une artiste, nous découvrons à son domicile ses nombreuses œuvres : belles toiles reflétant la vie quotidienne.

Une promenade nocturne, le long de la mer Marmara, nous permets d’entrevoir au loin les Iles du Prince, puis direction « les Champs Elysée », avec l’escapade dans la l’avenue de Bagdad et sa grande artère com-merciale. Paradis pour les femmes !

C’est là, que s’achève notre avant-dernière journée ! Nous partons en dolmus à l’embar-cadère afin de rejoindre la rive européenne et rejoindre notre hôtel.

Merci à Hatice et Uğur pour leur chaleureux accueil !!

Jeudi, tout le monde se prépare pour la journée shoping. On ne peut pas quitter la Turquie sans y avoir fait ses emplettes ! Ainsi, après avoir emprunté, le tramway, le métro, le funiculaire, nous arrivons enfin à destina-tion. Un gigantesque centre commercial, le « Kanyon », se dresse devant nous !

Après quelques heures de flânerie, certains rentrent les bras chargés et d’autres bre-douillent.

Vendredi matin, 7H30, c’est le départ d’Is-tanbul, dernier regard sur le Bosphore et son pont. Nous nous éloignons peu à peu de la ville « des mille et une nuit » afin rejoindre l’aéroport qui nous ramènera à Mulhouse, en Alsace.

Au revoir la Turquie !

C’est ainsi que s’achève notre périple en Tur-quie.

Malgré quelques allusions liées à un climat politique un peu tendu entre la France et la Turquie, nous avons été accueillis cordiale-ment par la population. Finalement, les paro-les n’engagent que ceux qui les émettent.

En conclusion et en toute objectivité, le bilan est positif. Ce voyage a plu à tout le monde, petits et grands.

Istanbul est une ville riche de son histoire et de sa culture. C’est une ville légendaire située à la croisée de l’Occident et l’Orient. Lieu où l’Imam, du haut du minaret, appelle les croyants à la prière mais où la modernité a su faire sa place, alliant ainsi, le passé, le présent et … le futur.

Que cette cité, où se mélangent « encore » les cultures, puisse encore nous accueillir longtemps dans son havre de paix !

Mon souhait, lors d’un prochain voyage, serait de découvrir les régions de l’Ouest du pays, Gaziatep, Van etc., contrées réputées plus dangereuses que Kusadasir, Ephès, Pa-macale, Giresun, Trabson, Rize, Antalaya et Side que je connais déjà.

UN GLOBE-TROTTER A ISTANBUL

Page 37: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O34 37

COJEP’ten Ermeni Yasası’na Tepki

Le Sénat a adopté, lundi 23 janvier, par 126 voix pour et 86 contre la proposition de loi visant à réprimer la contestation de l’existence de génocides reconnus par la loi en France. COJEP International (Conseil pour la Justice, l’Egalité et la Paix) est une OING basée à Strasbourg et présente dans 15 pays en Europe. Ses domaines d’actions sont les Droits de l’Homme, la lutte contre le racisme et les discriminations et la Citoyenneté. Il détient le Statut Participatif auprès du Conseil de l’Europe, bénéficie du Statut Consultatif auprès du Conseil Economique et Social des

Nations Unies (ECOSOC), est admis aux Relations Opérationnelles avec l’Unesco et est un des partenaires clés de l’OSCE. En tant qu’organisation non gouvernementale qui oeuvre depuis des années pour le rapprochement des communautés autour des valeurs de notre république, nous regrettons l’adoption de cette loi qui détériore les relations entre notre pays et la Turquie et qui est une atteinte au coeur des droits fondamentaux de notre pays. La qualification d’une tragédie historique majeure en « génocide » devrait être l’oeuvre de spécialistes et non des descendants de migrants qui font désormais leurs vies en France. La question des lois mémorielles est toujours d’actualité et bon nombre d’historiens estimaient que ce n’était pas du rôle des parlements de décider dans ce type de faits.

Par ailleurs, le risque d’inconstitutionnalité qui pèse sur une telle loi, l’atteinte à la liberté d’opinion et d’expression ainsi qu’à la liberté des enseignants et des chercheurs, et la remise en cause des fondements même de la discipline historique, ne rendront nullement service à la douleur de nos compatriotes d’origines arméniennes. Nous croyons fortement aujourd’hui, que le rôle de nos élus est de rapprocher les communautés d’origine arménienne et turque afin de réconcilier ces peuples qui ont un passé commun très fort et une très longue histoire partagée. Cette histoire n’est pas uniquement celle de la tragédie de 1915 mais démontre d’un vivre ensemble exemplaire jusqu’au village le plus éloigné de l’Anatolie. Ce fonds culturel et historique devra servir de base à une nouvelle approche autour de nos valeurs pour une réelle réconciliation

et une compréhension des mémoires de chacun. Il s’agit de douleur, c’est pourquoi, il est nécessaire d’agir avec pédagogie et clairvoyances. Malheureusement, depuis hier soir, nous enregistrons un déferlement de haine communautaire qui blesse notre cohésion sociale et qui n’est qu’une des conséquences néfastes de ce vote. Nous continuons à penser qu’une mission parlementaire de réconciliation avec les représentants de la société civile et du monde intellectuel d’origine turque et arménienne vivant dans notre pays nous semblerait la bienvenue pour explorer les voies du dialogue. Cordialement Veysel FİLİZ Directeur des Relations Internationales +336.89.84.52.27

5. COJEP international Ödül Töreni Yapıldı

Bu yıl 5.’si yapılan ödül töreninde iş, sanat, siyaset ve sivil toplum kuruluşlarından adaylar belirlenerek ödüllendirildi.

AKPM Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, Fransız Bakan Philippe Richert ödüle layık görülenler arasındaydı.

Norveç’teki saldırıda hayatını kaybeden Gizem Doğan adına özel bir ödül konulan gecede Gizem’in babasının konuşması sırasında duygulu anlar yaşandı.

Page 38: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° 68 [email protected] O 3538

Page 39: OBJEKTIF 02.2012

Objektif Gazete | Şubat / Février 2012 * N° [email protected] O34 39

Page 40: OBJEKTIF 02.2012
Page 41: OBJEKTIF 02.2012

TÜRK KUYUMCUSU

Bijoutier Cadorar

Altın alınır - satılır73, Grand rue 67700 SAVERNETel.: 03 88 91 35 88 - 03 88 71 42 18Port. : 06 24 56 40 04E-mail : [email protected]

Avrupa Konseyi’nde açılan “Somali’de İnsan Olmak” isimli fotoğraf sergisi için Fransa’ya gelen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, açılış sonrası Cojep ve DİTİB’i ziyaret etti.Türkiye’nin Somali’ye yardımlarını konu alan sergide, Anadolu Ajansı muhabirlerinin çektiği fotoğraflarla Somali dramı gündeme getirildi..

Foto : Hasan Karakaya

Şubat / Février 2012 * N°

bjektifO [email protected] 68www.objektifgazete.fr

Gazete Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede

>>> 00 336 25 94 20 29

BÜLENT ARINÇ’IN ZİYARETİ

Her türlü fotoğraf çekimi ve dizayn işleri için hemen arayın

Page 42: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O 2

Page 43: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68

Strasbourg’ta, tarihsel Odysee Sineması’nda, sinemanın Müdürü Faruk GÜNALTAY’ın öncülüğü ve inisyatifinde düzenlenen geleneksel Türk Sinema Günleri’nin bu yıl 23.’sü gerçekleştirildi.

Çok sayıda sanatsal değeri yüksek filmin yanısıra, Grup Turquoise’ın muhteşem dinletisini de aynı mekânda izle-me fırsatı bulan müzik ve sinema severler, bu yılki etkin-likten oldukça memnun oldular.

Biz de, Objektif Gazete olarak, 14 Ocak 2012 tarihinde galası yapılan Labirent filminin yönetmeni Tolga ÖRNEK ve başrol oyuncusu Timuçin ESEN’e mikrofon uzattık.

Tolga ÖRNEK : “Öncelikle Faruk Günaltay için bir şeyler söylemek isterim. Kendisi hem Strasbourg hem de Türk sineması için yıllardır çok önemli bir isim. Eurimages zamanında verdiği destekle, Türk sinemasının bu kadar canlanmasında yurt dışındaki en etkin isim oldu. Bizi çağırdığı zaman da hemen geldik. Zaten Odyssee de

inanılmaz güzel bir sinema. Bura-ya gelmek, gezmek, Faruk Bey’le birlikte burada bu filmi paylaşmak bizim için çok keyifliydi. Her zaman da geliriz...

Faruk Bey’in bu yaptığı, hele ki 23 senedir devam ediyor olmasını da hesaba katarsak, çok önemli bir şeydir. Gerek organizasyon ve galalardaki soru-cevap bölümleri, gerekse izleyiciler ve gelen Fransız kitle; hepsi de çok önemli. Türk günleri işte böyle olmalı; sadece Türkler’e hitap etmemeli, Türk si-nemasını yabancılara da tanıtmalı. Faruk Bey bunu çok iyi başarıyor; hem kendi duruşuyla, hem getirip tanıttığı filmlerle, hem de düzenle-diği etkinlikle...

Galaya katılan insanlardan da çok memnunuz, çok mutlu olduk; bugü-ne dek benim yaptığım en iyi soru-cevap seanslarından biriydi.

Bu film daha çok yeni olduğu için, yeni bir proje için henüz erken diye-bilirim. Öncelikle bu filmin dağıtım, festival gibi işleriyle ilgilenmek ge-rekiyor.

Genelde ben iki yılda bir film ritmiy-le çalışıyorum ama ben bunu yılda bire çekmeye çalışıyorum. Bu yıl iki film oldu ama...”

Timuçin ESEN : “Bence de Faruk Bey buradaki kültürel hayata yönelik çok önemli bir şey yapıyor. Hem bu Türk filmlerini buradaki seyirciyle buluşturması ve Türk sinemasına desteği çok önemli, hem de böylesi

bir sinema salonunun yaşamasına katkıda bulunması.

Buradaki Türk ve Fransız sinema severlerin öyle çok da kolay izleyemeyecekleri filmleri getirmesi çok değerli bir katkıdır.

Bu sinemayı da çok sevdim, çok güzel bir yer.

İlgi de çok üst düzeydeydi; çok güzel bir soru-cevap oldu, anlamlı sorular soruldu.

Benim de gelecek projelerim şu an için belli değil...”

Bu arada aramıza katılan Bayan ÖRNEK de şunları söyle-di : “Çok güzel bir soru-cevap seansı oldu. Strasbourg’ta yaşayan Türkler’in ve Fransızlar’ın tepkisini görmek çok güzeldi. Film de anladığımız kadarıyla her kesimden eşit ölçüde beğeni topladı.

Tabii yurt dışında Türk filmlerinin gösterilmesi o insanla-rın bizi ve sinemamızı tanıması için büyük bir fırsattır.

Güzeldi, biz çok memnunuz...”

Dört seneden beri faaliyette bulunan Ziya ÖZKAN yöne-timindeki Öz-AIR şirketi, Kayseri’de büro açtı.

Bu konuda bilgisine başvurduğumuz Ziya ÖZKAN, si-zler için şu bilgileri verdi : « Vatandaşlarımıza en iyi şekilde hizmet vermek için çalışmaktayız. Bu anlayışın bir sonucu olarak da İç Anadolu şubemizi Kayseri’de açtık. Vatandaşlarımız artık Kayseri ofisimizden biletle-rini alabilirler. Yani hem oradan buraya gelecek olanlar hem de buradan gitmiş olanlar her türlü bilet ve bilgi ihtiyaçlarını Kayseri büromuzdan karşılayabilirler.

Bu büromuzda ayrıca Kayseri ve Türkiye’nin her yerinde araç kiralaması ve organi-

zasyon işleri de yapılmaktadır.

Orada da çok kaliteli arkadaşlarla çalışmaktayız. Büro şefimiz Ali Emre MART daha önce beş-altı ay kadar bu-rada, yanımızda çalıştığından buradaki müşterileri tanıyor, buranın sistemini iyi biliyor.

Ağırlıklı olarak THY, Pegasus ve Sun Express ile çalışmakta olan Öz-AIR firması olarak, yazın İç Anadolu Bölge-si’ne direkt bir sefer koyma amacıyla girişimlerimizi sürdürmekteyiz ; dile-rim gelecek aylarda bu müjdeyi vatandaşlarımıza verebiliriz. Bunun dışında paket turlarımız, sejourlarımız,

5 yıldızlı otellerde dünyanın her yerine turlarımız mevcuttur. Bir de, önemli bir not olarak, derneklerimiz için özel paket turlar organize ettiğimizi de belirtmek iste-rim ( Çanakkale, Doğu Anadolu gibi).

Bu bağlamda Ürdün, İsrail gibi destina-syonlar için de çabalarımız devam et-mektedir. Bunun yanısıra kültür ve sağlık turizmi alanlarında da görüşmelerde bulunuyoruz. Bizim Türkiye partnerimiz olan New Horizon’la ( Bülent Barlas bey ) ilişkilerimiz halen geçerlidir.

Vatandaşlarımıza ısrarla hatırlatmak isterim ki, bilet erken alındığında fiyatı çok daha ucuz olabiliyor ; bunu lütfen hiç akıldan çıkartmasınlar.

Bir de, insanlarımız biletlerin Almanya’da daha ucuz olduğunu ileri sürüyorlar ; buna karşı diyorum ki, bilet sormaya önce Almanya’ya gitsinler, sonra bize gelsinler ve aradaki farkı görsünler.

Tüm vatandaşlarımızı Strasbourg ve Kayseri bürolarımızda ağırlamaktan mutluluk duyacağımızı sizin aracılığınızla belirtmek isterim. »

( Kayseri bürosu : MARTI TURIZM - Ali Emre MART / Adres :Sahabiye Mahallesi Mete Caddesi 14/E Kocasinan / KAYSERİ / Tel : 0352 222 24 32 / Fax : 0352 222 27 33 / Cep : 0530 363 57 54 )

3

23. Türk Sinema Günleri Büyük Beğeni Topladı

ÖZ-AIR Firmasının Kayseri Bürosu Açıldı

Page 44: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O

Yeryüzünde; tarih boyunca onlarca devlet kurmuş, kurdukları bu devletler içersinde onlarca farklı milleti huzur ve sükûn içinde yaşatmış ve hali hazırda farklı coğrafyalarda onlarca devlete sahip olan Türk Milletinden başka bir millet yoktur. Bu devletlerden en önemlisi; 600 yıldan fazla bir süre üç kıtada hüküm sürmüş, bünyesinde onlarca milleti engin hoşgörüsü ve üstün adalet siste-miyle yönetmiş, tarih sayfalarında gururla yâd ettiğimiz Osmanlı İmparatorluğu’dur. Öyle ki; nice devletler Osmanlının dev-let yönetimini, askeri, hukuki ve medeni anlayışını kendilerine örnek almışlardır. Orta Çağ Avrupa’sını Rönesans ve Reform hareketlerini tetikleyerek karanlıktan aydın-lığa çıkaran devletlerden biri de; Osmanlı İmparatorluğu’dur. Osmanlılarda onca farklı milletin huzur içinde ve kardeşçe yüzyıllar boyunca nasıl bir arada yaşadığı ve yaşa-tıldığı gerçeği Batılıların en çok üzerinde durduğu konu olmuştur.

Günümüz Türk devletleri içersinde Türkiye Cumhuriyeti; coğrafi ve stratejik konumu, geçmiş Anadolu medeniyetleri ile Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi ve kültürel mira-sına sahip oluşuyla lider bir ülke olarak öne çıkmaktadır.

Bu yazımda; Osmanlıda ‘’Millet-i Sadıka’’ olarak bilinen, kendileriyle yüzyıllardır bir-likte yaşadığımız fakat 19.yüzyılda aramızda sorunlar oluşturularak bizden koparılan, günümüzde o kadar ki isimleri zikredildi-ğinde küfür ve hakaret olarak algılanan bir milleti, fotoğrafçılığımızın öncülerinden Ab-dullah Biraderlerin hikâyesi eşliğinde sizlere aktarmaya çalışacağım. Yani Ermenileri…

Ermeniler tarih boyunca Anadolu ve çevresinde yaşamışlardır. Anadolu yapı-sı itibariyle öteden beri cazibe merkezi olmuş, onlarca devlet ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Özellikle Roma, Pers ve Bizans Devletleri zamanında Ermeniler Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürü-len, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören bir millet durumuna düşmüşlerdir. İşte böyle bir atmosferde; Türklerin Anadolu kapılarını açmalarıyla atalarımızın adil ve hoşgörülü yönetimiyle tanışmışlar, inançlarını ve kül-türlerini rahatça yaşama şansı bulmuşlar-dır. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulan Ermeniler, ticaret, zanaat, çiftçilik ve idari işlerde herhangi bir engele maruz kalmadan yükselmişler, devlet kademele-rinde görev almışlardır. Bu durum; Osmanlı devletini parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletlerin, yüzyıllardır birlikte ve huzurla yaşadığımız Ermenileri bize karşı kullanmaya çalışmala-rıyla ancak 19. yüzyıla kadar sürmüştür. O dönemde Türkler de dâhil Osmanlı tebaası altında yaşayan bütün unsurlar; yaşanan savaş, bölünme ve kargaşa ortamından olumsuz etkilenmişlerdir. O dönemde Osmanlı coğrafyasında milyonlarca insan ölmüş, esir kalmış ya da göç etmek zorunda kalmıştır. Şimdi yaşanan bu acıların ayrın-tısına girmeyerek, Abdullah Biraderlerin hikâyesine geliyorum.

Abdullah Biraderler veya “Abdullah Frères” olarak tanınan fakat gerçek isim-leri Viken, Hovsep ve Kevork olan Ermeni asıllı üç kardeşin hikâyesidir bu. Üç kardeş, 1858’de kurdukları ortaklıkla Alman fo-toğrafçı Rabach’ın stüdyosunu satın alarak bu işe başlarlar. Türkiye’de fotoğrafçılığın kurucuları olarak tanınan Abdullah Bira-derler; 1863 yılında Osmanlı’nın tarımsal üretimi ve el zanaatları üzerine açılan uluslararası bir sergi sayesinde ilk kez fotoğraflarını sergileme imkânı bulurlar. Sonrasında önce Abdülaziz’in, daha sonra

da II. Abdülhamit’in saray fotoğrafçılığına atanırlar. Abdülaziz ve II. Abdülhamit tara-fından Ressam-ı Hazreti Şehriyarı (padişah hazretlerinin ressamı) unvanıyla ödüllendi-rilirler. Bu şekilde tabelalarında padişahın tuğrasını kullanmaya başlarlar. 1865’te Beyazıt’ta çektikleri panorama Paris Ulus-lararası Sergisi’ne katılır ve Osmanlı fotoğ-rafçılığının en seçkin örneği olarak büyük yankı uyandırır. 1886’da, Kevork ve Hovsep Abdullah Kahire’ye yerleşerek orada bir stüdyo açarlar. II. Abdülhamit’in, 1893’te ABD’deki Amerikan Kongre Kütüphanesi’ne gönderdiği Osmanlı’yı tanıtan 51 albümde yer alan fotoğraflardan büyük bir kısmı, Viken Abdullah tarafından çekilmiştir.

Abdullah Biraderler 40 yıl boyunca İstanbul’daki insan tiplerini ve manzaraları saptayan fotoğraflar çektiler, çeşitli siyasal ve toplumsal olayları, tarihsel ve kültürel değerleri, yapıları gösteren albümler ha-zırladılar. Zamanın Britanya kralı, Alman ve Avusturya-Macaristan imparatorları gibi devlet adamları ile birçok tanınmış kişinin fotoğraflarını çekmişlerdir.

Bahsettiğimiz hikâyedeki Abdullah Birader-ler gibi ülkemize büyük katkılar sağlamış, renk katmış birçok Ermeni aydını sayabiliriz. Onların hikâyesinden de anlaşılacağı üzere; atalarımız birlikte yaşadığımız milletlere karşı ayrımcılık yapmamıştır. 1915 olayları ve sonrasında iki millet arasında yaşanan onca olumsuzluğa rağmen, bugün ülkemiz-de yaşayan binlerce Ermeni hür bir şekilde yaşamakta; siyasette, ticarette, sanatta ve sporda boy göstermektedir. İçlerinde kendi-ni Türk gibi hisseden Ermeniler olduğu gibi; ülkemizden farklı ülkelere göç etmiş fakat hâlâ Türk kültürünün etkisinde yaşayıp Türkçe konuşan Ermeniler de vardır.

Atalarımız farklı kültürlere ve dinlere kucak açmış, onları korumuş, dinlerini ve dillerini değiştirmeyerek onlara adalet ve hoşgörü ile muamele etmişlerdir. Bugün çağdaş olduğunu iddia eden birçok devletten daha çok kültürel birikime ve birlikte yaşama anlayışına sahip olduğumuzu unutmayalım. Ermenilerle aramızdaki sorun bizim soru-numuzdur. Bu sorunu birlik beraberlik içer-sinde, dış mihraklara fırsat vermeden yine bizim çözmemiz gerekir. Çünkü onlar tarihi bağlarımızla yüzyıllardır birlikte yaşadığımız vatandaşlarımız ve komşularımızdır.

Geçmişte yaşanan olumsuzlukları kaşıyarak ve yeni nesilleri kin, nefret gibi duygularla düşmanlaştırarak; aramızdaki hoşgörü ortamını yeniden inşa etmek ve gelecek kuşakları barış içersinde yaşatmak mümkün olamaz. Bu durum ancak bölgemizde farklı menfaatleri olan dış mihrakların işine ya-rayacaktır. Öyleyse iki halk arasında beyaz bir sayfa açılabilmesi için; sağduyulu siya-setçilerimizin dediği gibi: Bırakalım tarihe, tarihçiler karar versin…

Sağlıkla kalın.

Saint-Dizier, 25 Ocak 2012

Merhaba Sevgili Dostlar…

Geçtiğimiz sayı rahatsızlığım nedeniyle sizler-den uzak kalmıştım. Şükürler olsun şu an çok iyiyim ve birkaç satırla da olsa aranızda olmak-tan mutluyum. İnsan hayatta ne ister? Zaman zaman kendimize sorarız. Mal, mülk, araba, ev mi? İş, kariyer, sağlık, huzur ve mutluluk mu?

Belki… Bütün bunların üstünde eminim ki; Sevgi, sadakat, dostluk… Bana katıldığınızı du-yar gibiyim. Bugün sizlere bu duyguları en gü-zel şekilde anlatan unutulmaz ozanımız “Aşık Veysel”den bahsetmek istiyorum..

Aşıklık geleneğinin unutulmaya yüz tuttuğu bir zamanda ortaya çıkan ve 20. yüzyıl Türk Halk Şiirinin önde gelen siması olarak kendini kabul ettiren Aşık Veysel Şatıroğlu, 1894 yılında Sivas ili Şarkışla ilçesinin Sivralan köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Karaca Ahmet, Annesi Gülizar Hatundur. Yedi yaşına kadar akranları gibi sağ-lam ve gürbüz olan Veysel bu yaşta yakalandığı çiçek hastalığı sonucu sol gözünü kaybeder. Hastalıktan etkilenen sağ gözüne perde iner. Bu gözü ile nispeten görebilirken, süt sağımı esnasında annesini beklemekteyken, aniden dönünce babasının elindeki çubuğun gözüne batması nedeniyle sağ gözünü de tamamen kaybeder. Karanlık ve ızdırapla tanışan Veysel’i düştüğü boşluktan kurtarmaya çalışan Baba Karaca Ahmet, oğlunu 10 yaşında bağlama ile tanıştı-rır. İlk dersini köylüleri Molla Hüseyin’den daha sonra da baba dostu Çamşıhlı Ali Ağa’dan alan Veysel, 1933 yılına kadar Pir Sultan Abdal, Aşık Kerem, Karacaoğlan, Yunus Emre ve Emrah gibi tanınmış ustaların eserlerini çalıp söyler. 1919 yılında 25 yaşında ilk evliliğini yapar. İki yıl ara-dan sonra annesi ve babasını kısa aralıklarla kaybetmesi onu derin acılara ve çaresizliğe

sürükler. Sonrasında eşinin de kendisini terk etmesiyle, Veysel daha da yıkılır. 1921 yılında hayatını ikinci eşi Gülizar Hanımla birleştiren genç Veysel’in bu evliliğinden ikisi erkek altı çocuğu olur. Ömrü yoksulluk ve çilelerle geçen Veysel, köyünden ilk defa ayrıldığı 1933 yılında Sivas Aşıklar Bayramına katılır. “Türkiye’nin İhyası Hazreti Gazi” Şiiriyle dikkat çeker. Ahmet Kut-si Tecer’in ilgisini çeken Veysel, Köy Enstitü-lerinde bir süre saz öğretmenliği yapar. Yarım yüzyıldan fazla sanatına gönül vermiş olması karşılıksız bırakılmamıştır. 1965 yılında TBMM

tarafından, ana dilimiz ve milli birliğimize kat-kılarından dolayı, özel kanunla Vatan Hizmet tertibinden maaş bağlamıştır. Aşık Veysel 21 Mart 1973 tarihinde sadık yari kara toprakla kucaklaşarak aramızdan

ayrılmıştır.

Kalın sağlıcakla…

Ağlayalım Atatürk’e Bütün dünya kan ağladı, Süleyman olmuştu mülke,

Geldi ecel, can ağladı,

Bu ne kuvvet, bu ne kudret, Var idi bunda bir hikmet Bütün Türkler, İnönü İsmet, Gözlerinden kan ağladı.

Atatürk’ün eserleri,Söyleyecek bundan geri,Bütün dünyanın her yeriAh çekti, vatan ağladı.

Uzatma Veysel bu sözüDayanmaz herkesin özü,Koruyalım yurdumuzu,Dost değil, düşman ağladı.

Rose Beauty’den Yeni Bir Zayıflama Yöntemi : Kavitasyon

Fransa-Almanya sınırında bulunan Kehl şehrin-deki ROSE BEAUTY firması, zayıflamak isteyen-lere yeni bir formül öneriyor : Kavitasyon.

Firmanın sahipleri Habibe ÖZEL ve Filiz TAŞ hanımefendilerden aldığımız bilgiler şöyle :

“Bu bir bölgesel zayıflama yöntemidir. Mikro-dalgalar vasıtasıyla yağ hücrelerini parçalayıp idrar yollarından dışarı atmaya dayanan bu

formülle, aneztezi olmadan ve risk almadan istenmeyen yağlarınızdan kurtulun diyoruz.

Zayıflamada son teknoloji adını verdiği-miz bu sistemde önce istenilen bölgeyi ölçüyoruz, sonra o bölgedeki yağları bu makine marifetiyle kırıyoruz, bu yarım saat sürüyor. Sonra yarım saatlik bir sıcak masaj seansı var. Seanslar toplam-da 90 dakika sürüyor.

Hiçbir yan etkisi yok ve ayda 4 santim zayıflatıyor. Bu ayda 8 santime kadar çıkabiliyor.

4-5 seans gelindiği zaman, etkisini gös-termiş oluyor. Bunun yanında bir de diyet uygualaması gerekiyor kişinin.

Normal fiyatı 250 € iken, biz kampanya fiyatı olarak 90 € alıyoruz.

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi almak ve seanslara katılmak isteyenler hemen bize başvurabilirler. Vatandaşlarımıza yardımcı olmak ve onları istenmeyen yağlarından kurtarmak bize mutlu-luk verecektir.”

( ROSE BEAUTY / Hauptstrasse 64D 77694 Kehl / Tel : 0049 7851 886 57 84 / [email protected] / www.rosebeauty.de )

İbrahim MERAL

[email protected]

4

ABDULLAH BİRADERLER VE MİLLET-İ SADIKA AŞIK VEYSEL...

Meryem Şenocak

TRT Türk Halk Müziği Ses Sanatçısı

[email protected]

Page 45: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 5

ECO – FOOD’da Türkiye Günleri

Strasbourg ve bölgesinin en gözde marketlerinden olan ECO-FOOD firması, 21 ve 22 Ocak 2012 tarihinde, market içinde, Türkiye Etkinlikleri adı altında bir gösteri pnogramı düzenledi.

Türk ve diğer uluslardan birçok kişinin izleyici olarak katıldığı

etkinlik hakkında, firma sahibi, mesleğin duayeni Engin ATAÇ’tan bilgi aldık.

“Bence çok güzel geçti. Önce 21 Ocak Cumartesi günü Ulaş KESKİN Bey kendi-ne has repartuarındaki güzel şarkılarıyla ortamı renklendirdi, gelenler çok beğen-diler, hatta cd’lerini soranlar oldu. Hem Türkler hem de diğer milletlerden vatan-daşlar büyük bir beğeniyle izlediler.

İ kinci gün, yani 22 Ocak’ta ise Barr Karadeniz Folklor Grubu vardı. Kızlı-erkekli, 15-19 yaş arası çok cici gençler ki hepsi de çok efendi insanlardı, çok güzel bir gösteri yaptılar; o da çok beğe-nildi. Kısacası, her iki organizasyon da, kül-türel birer faaliyet olarak beğenildi ve dikkat çekti diye özetleyebilirim.

Bir diğer şekilde söylersek, çocuklarıyla birlikte veya yalnız olarak gelmiş aileler bu etkinliğe bayıldılar ve iyi ki böyle bir işe kalkışmışsınız dediler.

Balkan ülkelerinden gelen ziyaretçiler de çok tuttular bu olayı; özellikle Boşnaklar ve Sırplar da bizden kendileri için bu tür bir etkinlik beklediklerini ifade ettiler. Bu durumda önümüzdeki aylarda bir Balkan etkinliği düzenlemeyi düşünmeye başladık.

Yaza doğru ise, çok daha kapsamlı yeni bir Türkiye günleri etkinliği planlıyoruz.

Bu organizasyonda emeği geçen herkese, başta Ulaş Keskin ve folklorcu gençlerimiz olmak üzere, teşekkür ediyorum.”

Yine Odyssée, Yine Grup TUR-QUOISE, Yine Muhteşem Performans

15 Ocak 2012 tarihindeki müthiş Odyssée Konseri sonrası Turquoise Grubu’nun şefi Mehmet KABA ile bir söyleşi yaptık.

-Mehmet Bey, tebrik ederiz, gerçekten müthiş güzel bir konser oldu, yer yoktu, tıklım tıklım doluydu sa-lon. Ne dersiniz ? Evet, güzel bir konser olduğunu umuyorum. Konserin hemen sonrasındaki ve ileriki zamanlarda gelen tepkil-ere bakarsak iyi bir müzik ziyafeti olduğunu söylemem mümkün. Salonu dolduran müzikseverlerin, çalınan şarkı ve türkülerden kendine göre bir şeyler buldukları kesin ; kimi dedi ki « İyi ki saz eserlerini çaldınız », bir diğeri « Şarkılar çok güzeldi, keşke daha da olsaydı » dedi, kimi de « Biraz daha türkü isterdik » gibi serzenişlerde bulundu. Ayrıca konser sonundaki bis’ten sonra istenmesine rağmen bir ikinci bis’i, sinemanın gösterim programında aksaklık yaratmamak amacı ile yapamadık. Yoksa, zamanımız olsa seyircilerin bizi bırakacağı yoktu. Herkes kendine göre bir tad, bir anı, bir türkü, şarkı bulup ayrıldı salondan. Grup Turquoise olarak çok mutluyuz bu ilgiden.

-Salonu doldurmak kolay değil… Biliyorsunuz, grubumuz ile aynı ad altında, geçen ekim ayında kurduğumuz bir de derneğimiz var : Associta-tion Turquoise. Dernek üyelerimizin, müzik grubu-muzun elemanlarının çalışmaları ve yapılan tanıtımlar ile bu buluşmayı sağladık. Sizlerin de gördüğü gibi,

normal zamanda bir araya gelmeleri belki de müm-kün olamayacak her kesimden insanları bir araya get-irdik. Türkler ile birlikte bir o kadar da Fransız vardı. Müziğin birleştiriciliğini kullanabilmiş olduk böylece. Fransızlardan aldığımız övgüler de çok hoşumuza gitti, zaten biliyorsunuz grup elemanlarımız arasında bir Fransız bayan da var.

-Ne diyorlar ? Şöyle bir algı var kafalarında : « Türk Müziği » dendiği

zaman anladıklari, işte bol darbukalı, ritimli, dansözlü, pek de inceliği olmayan öylesine bir müzik. Ya da «Oryantal Müzik » denince de biz akla gelebiliyoruz. Benim bu grubu kurarken aklımdaki düşüncelerden biri de bu algılamayı elverdiğince kırabilmekti. Bunu gördüm Fransızlardan gelen tepkilerden. Şöyle diyorlar : « Müziğinizi başka bir açıdan tanımamızı sağladınız, harikaydı, çok güzeldi, teşekkür ederiz » falan. Ben de müziğimizin aslında bu olduğunu, o dinleyip, gördüklerinin bizim gerçek halk ve sanat müziğimiz ile pek alakası olmadığını söylüyorum. Bunu düşündürtmek bile yeterli. Ancak bu durumun salondaki bir bölüm Türk için de geçerli olduğunu söylemek

zorundayım. Maalesef, burada yetişen gençlerimizin konserde çalıp söylediğimiz şarkı ve türkülerden de tamamen haberleri olduklarını sanmıyorum. Uzun bir konu, müziğimizin ne hale geldiği, nelerin dinlenip nelerin dinlenilmediği, çalış ve söyleyiş biçimlerinin nasıl değiştiğini buraya sığdırmak. Belki başka bir söyleşiye. Ama bu gençler de ilgi alanımızda, onlara da ulaşmak istiyoruz. Bunu belirtmek isterim.

-Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı ? Elbette. Konserimize gösterdiği ilgi ve övgüler-inden dolayı Başkonsolosumuz Sibel ALGAN’a teşekkürlerimi sunarım. Konserimizde bulunması bize şeref verdi. Konser sonrasında güzel sözleri ile bizi tebrik etmesinden çok mutlu olduk. Ayrıca Odyssée Sineması Müdürü Faruk GÜNALTAY’a da, sinemanın salonunu hiç karşılık istemeden kullanımımıza vermes-inden ve bize olan güveninden dolayı da teşekkürü borç biliyorum. Bir de, grup ve dernekten desteğini hiç eksik etmeyen Objektif Gazetesi’ne ne kadar teşekkür etsem azdır. Tabii ki son olarak sinemanın salonunu doldurarak, şarkı ve türkülerde bize eşlik eden, alkışları ile destek veren seyircilere, derneğimiz ve grubumuz adına can-ı gönül-den teşekkür ederim. -Biz de size ve sizin şahsınızda tüm grup üyelerine teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyoruz.

Page 46: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O

Ve sonunda beklenen oldu. Fransa Senatosu da soykırım inkâr yasasını kabul etti. Meclis’in aksine biraz daha kalabalık olan Senato’da yasa uzun tartışmalardan sonra 86 oya karşı 127 oyla kabul edildi. Yani 41 oy farkıyla. Çok büyük bir fark değildi. Fransa’da senatör sayısı 348, yani çekimser kalanların yanı sıra 100’e yakın senatör oylama-ya katılmadı. Bunların çoğu karşı çıkmalarına rağmen korkularından gelemediler. Karşı çık-tığını çok iyi bildiğimiz eski Başbakanlardan Jean Pierre Raffarin ve son dönemlerde Türk-lerle arasını düzeltmeye çalışan Strasbourg eski belediye başkanı Fabienne Keller dahi oylama katılmadı. Sonuçta korktular, isimlerinin Türklerin baskısına boyun eğen olarak geçmesini iste-miyorlardı. Sosyalist olmasına rağmen Straz-burg Belediye Başkanı ise hayır oyu kullandı. Bayram namazlarında Türk camilerine gel-diğinde size “katil” muamelesi yaptım ama bana oy verin diyemezdi herhalde! Artık olanlar oldu da bizi şaşırtan Türkiye’nin tavrı oldu. Hâlâ bekle – gör politikasında. Hâlâ umuyor ki Anayasa Konseyi “Anayasa’ya aykı-rı” kararı versin. Ben Fransa’nın böyle bir karar alacağını sanmıyorum. İnsanların en temel hakkı olan dini özgürlüklerde bile aykırı ka-rarlar alan, nerede sağcı politikacı varsa (ak-lını yitirmek üzere olan eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac dâhil) bu mahkemede üye. Olay o kadar medyatikleşmiş, halk o kadar mü-dahil olmuş ki artık kılıçlar çekilmiş durumda. Ne Sarkozy artık geri adım atabilir, ne de Anayasa Konseyi aykırı karar alabilir. Her ne kadar bu konuda uluslararası mahkeme kararı olmasa da sonuçta Yahudi Soykırımı inkârı ile ilgili emsal bir karar var. O halde Anayasa Konseyi nasıl bu kararı Anayasa’ya aykırı bulacak? Daha geçen gün aynı Anayasa Konseyi 1995 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylardan Edouard Balladur’ün usulsüzlük yaptığı ortaya çıkmasına rağmen yine de onayladı. Böyle bir kurumdan daha

farklı karar vermesi beklenebilir mi? O halde neden Türkiye böyle bir umuda bağlanıyor? Ya da aslında soruyu şöyle sor-sak daha mı yerinde mi olur? Yoksa aslında Fransa’ya karşı yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu da niye bu kadar diklendik? Madem sus pus olacaktık, bu kadar tehditler savur-manın ne gereği vardı? Burada yaşayan bunca insanın ruh haliyetini dü-şünebiliyorlar mı şimdi? Artık eskisi bir bildik-leri vardır dönemi bitti. Artık umutsuzluk aldı götürdü bizi. Nasıl olmasın ki Sarkozy’nin en yakın danışmanları bile şaşırmış bu duruma. Daha sert tepki beklerken bu yumuşaklık umut-landırmış onları. Hatta Sarkozy Başbakan’a mektup bile göndermiş. Ben ettim sen etme tarzında imiş. Biz de çok hatalar yaptık zama-nında, böyle şeyler olur diyormuş. O da yetme-miş bir ihale vermişiz! Yoksa bu mektuba olumlu cevap mı verildi? Eğer öyle ise söyleyecek söz bulamıyorum. Biz Fransa’ya gereken cevabı tehditlerle verilmesini istemiyoruz. Ya da ekonomik boykot ile değil. Türkiye kaç tane Renault-Peugeot-Citroen fabrikası kapatmaya hazır? Kaç tane ortaklığı bırakmaya hazır? Belki sembolik alanlarda ola-bilir ama ya gerisi? Türkiye’nin zarar görmeden yapması gerekenler var. Büyükelçi’yi geri çekmek ne kadar doğru? Bun-lar ne kadar faydalı? Ama askeri alanda yapa-bileceğimiz çok şey var. Hava sahası yasağı müthiş bir uygulama.

Hatta Fransa’nın bulunduğu her anlaşmayı sabote etmek gerekiyor. Fransa’nın Suriye’de gözü varsa onun çıkarlarını engelleyecek adım-lar atılmalı. Ortadoğu’da bu alanda yapılacak çok iş var. Bunu iyi okumak gerekiyor. Önümüzü iyi görmek zorundayız. Etrafımızı ateş çemberine çevirdiler. Her yerden baskı uy-guluyorlar. Bizi hem savaşa zorlayacaklar hem de istediklerini elde etmek için çabalayacaklar. Ya bu süreçte Türkiye kendi kontrolünde olayları yönetecek ya da dayatılan sonuca katlanacak. Artık radikal kararlar almanın zamanı geldi. Yoksa bizi tazminata da zorla-yacaklar, toprağa da. Mesela İsviçre hiç de hukuki olmadığı halde minare yasağını halkım böyle istiyora dayan-dırdı. O halde neden Türkiye bu konuda bir referandum düzenlemesin ki? Halk böyle isti-yor, yapacak bir şeyimiz yok, biz demokrat bir hükümetiz diyebilir. Ama yok hedefte hâlâ AB varsa artık bunu kabul edeceksiniz. Eğer bu dayatmayı istemi-yorsanız yön değiştirmek zorundasınız. Ek-sen kayması suçlamaları da sökmez artık! Ne de olsa bana katil diyen adamlarla dost-luk kurmam beklenemez herhalde!

FRANSA GÜNDEMİ

Fatih KARAKAYA

[email protected]/fkarakaya

28/12/2011 tarihinde Şırnak’ın Uludere’ye bağlı Or-tasu Köyü civarında meydana gelen olayda 35 Kürt kökenli

vatandaşımız hayatını kaybetmiştir ; olay, Türk savaş uçaklarının bombalamasıyla meydana gelmiştir. Bazı iddalara göre işte yanlış istihbarat alınmış denildi, ondan bombalandı deniliyor. Bazı iddalara göre o bölgeyi P.k.k geçiş üssü olarak kullanıyormuş, ondan bonbalanmış diyorlar ; kim ne derse desin, nasıl yorum yaparsa yapsın. Hatta kimileri devlet gerekeni yaptı diyor. Bazı partiler heyet gönderip inceleme yaptırıyorlar. Ama ortada acı bir gercek var, Türk savaş uçakları o bölgeleri bombalanmış, 35 insanımız ölmüş, onlarcası da yaralanmıştır;

önemli olan da esasında burasıdır. Bir sefer olmuyor, daha önce de de-falarca olmuştur, insanlar ölmüştür ama gelin görün ki kamuoyuna yansımamıştır.

Yetkililer çıkıp gerekeni yapacağız diyorlar, gerekirse tazmi-nat veririz diyorlar kişi başı 130 bin Tl; peki bu acıyı yaşayan, cenazelerini katırların eşeklerin sırtında getiren köylülerin acaba birkaç kuruş tazminat verince acıları dinecek mi sanıyorlar? Yetim kalan çocuklar, dul kalan eşler, evlatlarını kaybeden analar babaların acısını bitirebilecek misiniz; cena-zeleri getirmeye ambulans dahi vermeyen yetkililerin sö-zlerine kim ne kadar inanır? Ayrıca iddialara göre o bölgede kaçakçılığı örgüt adına P.K.K yapıyormuş diyorlar.

O zaman şunu sorarlar insana : peki bu bombalamada ölen insanların büyük bölümü neden korucu ve onların yakınlarından oluşuyor ? Ölenlerin listesini çıkaran çeşitli gazeteler boy boy fotoğraflar ve başlık attılar, her şey or-tada; bugüne kadar birçok olayı yapan, kaçakçılığı organize eden, ondan rant sağlayan, silah satışını elinde bulunduran koruculardır neden! Çünki onların dokunulmazlığı var, özel statüye girer, onlara kimse karışamaz, hatta onların istemediği bir kişi kaçağa gidemez, pay alamaz. Hatta bazı iddialara göre

sınır bölgelerinde birçok organizede askeri yetkililer ve polis şefleriyle birlikte ortak hareket ettikleri görülür. Önemli olan kanayan yaraya doğru parmak basmaktır. Tür-kiye Kürt sorununu ele alıp mutlaka barışçı bir çözüm üret-melidir. Artık kanla barutla savaşla hiçbir hedefe ulaşılmaz. Başta dünyada olmak üzere Avrupa ve ülkemizde baş gösteren krizlerle mücadele ederken bir de iç savaşa para harcamın zamanı değil. Son 30 seneyi göz önüne alırsak en az 500 milyar bize maliyeti olmuştur; bu parayla Doğu ve Güneydoğu’ya yatırım yapsaydık terör olayı çoktan biterdi. Ayrıca 120 bin civarında köy koruyucuları var, bunların Türk halkına maliyetinin varın siz hesabını yapınız. 30 senede ge-linen yer aynı yerdir. 30 senede bir arpa boyu yol almamışız; bu olaylar bunu gösterir. Eğer bu olaylar Avrupa veya başka bir ülkede olsaydı yer yerinden oynardı, bakan kesin istifa ederdi ama bizde bakıyoruz oh maşallah kimse yerinden bile kıpırdamıyor. Biz böyle devam edersek 30 sene sonra bakmışız ki bir arpa boyu yol dahi alamamışız. Çözüm barışla kardeşliktedir, bu da toplumun görevidir; tüm kitle örgütleri, partiler, demokratik kurumlar, sendikalar, işçiler, memurlar elele mutlaka ama mutlaka barış istiyoruz diye haykırmalıyız Sevgiyle kalın.

6

Anayasa’ya Aykırı Değil ki!

Sözün Bittiği Yer

Özgür Köşe

Mustafa KAYA

DEVR-i ALEMÇağ, açıkgözlülüğün, centilmenliğe yeğlendiği çağ.. Mütevazıların yerini, çoktan “kendini iyi pazarlayanlar” alıp, yürüdüler bile geriye dönüp bakmadan, hızlı olmaları gerekiyordu hep, gerekeni yapmakta sonuç ne olursa olsun, hiç beis görmediler.. Mütevazılar, başları önde, mütebessim, nazik bir halde, halen takdir görmeyi, usuldan teşekkür edilmesini umuyorlar .. Geride kaldılar, onlar çağ atlayamadılar maalesef, çarçur oldu nezaketleri, hızla ve hırsla ilerleyen iyi pazarlıkçılar, gökdelenlerin tepesinde, iktidarın, gücün sefasını sürerken.. Sonuç odaklı, kaba saba, yüzeysel adam-sanız bugün aranılan adam sizsiniz.. Zaten bu tiplerdeki özgüven, dünyayı kazanmak veya kaybetmek ekseninde gören, siyah-beyaz ekranlarından diğer tüm renkleri silip süpüren, renk körlüğüne varan hesapçı algıları ile bugünün dünya-sının mimarı değil mi bu duygusal zeka fakiri, hırs küpü zat-ı muhteremler? Eğer bu dünya düzeni içerisinde halen sorgulayan, naif, her şeyi kolayca içine sindiremeyen biriyseniz varolmanız, nefes almanız nasıl da zor.. Kadınsanız kurtarırsınız bir nebze, gözü yaşlı, hassas, kırılgan bir kadın’ın kabulü, bir gönül adamı’nın kabulünden çok daha kolay olsa gerek.. Diyelim ki, sezgileri çok güçlü bir erkeksiniz, detayları algılamakta güçlük çekmiyorsunuz, her insan gibi za-aflarınız, korkularınız olabileceğini itiraf edebilecek yürektesiniz, o zaman size er-kek demek için bin şahit gerekebilir, alay malzemesi olursunuz erkek hegomanya-sında... Üstüne üstlük, etrafınızdaki her kadın sizin için cinsel obje değilse, futbol takımı fanatiği değilseniz, küfür etmekten hazetmiyorsanız, araba modelleri üzerine saatlerce konuşacak enerjiniz yoksa hatta bir de sanatsever, hayvansever, duyarlı bir erkekseniz, erkek dünyasında önce-likle ve mutlaka cinsel kimliğiniz soru işareti olarak algılanacaktır, çünkü erkek olmanın tanımı; dayanıklılık, hissizlik, rekabetçilik ve tabir-i caizse, bir miktar

hayvan’dan hallice olmak’la sınırlandırıl-maktadır bu dar kafa’lara göre... . Böyle sert ve yüzeysel bir dünya’da, meselenin sadece güç’ler yarışı üzerin-den yürüdüğü, küçük balık-büyük balık meselesinden öteye gidemediği, herkesin güçler arenasında zırhlarını kuşanıp, dö-vüşmek zorunda kaldığı bir atmosfer’de ne denli mutlu olunabilir ki ..Güçlü gö-rünmek zorunda kalmanın, varolmanın, keyifle yaşamanın ötesinde olması ne denli yorucu, sürekli savunma ve güçlü görünme derdinde olmak, ne denli yaşam enerjisini öğütücü bir şey oysa.. Yaşamda kalmanın bedeli ; üstüste ağır ve kurşun geçirmez zırhları kuşanıp, mesafe yaratıp, içeride kaybetmekten korkup, tirtir titre-yen küçük benliği korumaksa, o zaman yaşamdan tat almak, yaşamı doyasıya hissetmek ne kadar mümkün olabilir ki.. Oysa insan dediğin illa ki sevmek ister, muhabbet ister, üretmek ister, kabul edilmek ister, anlaşılmak ister, sevildiğini bilmek, güvenmek ister. Tüm bunlardan yoksun insan, dış dina-miklerden aldığı, koşullandığı her şey için delice çabaladığı, varsayılan mutluluğa giden yolda her komuta harfiyen uyduğu halde, neden içindeki boşluk giderek bü-yümektedir acaba? Acaba herkes neden her geçen gün, daha da sert, daha koyu tonda yaşamaktadır yalnızlığı? Aslında bir kısır döngü galiba tüm olan-lar.. Bu çemberin içerisinde herkes mutlu olmak için kendi küçük fasit dairelerini yaratıyor bu koskoca evrende, birbiriyle kesişmemesine özen gösterdiğimiz dai-relerimizde konforu, huzuru ve maalesef yalıtımı arıyoruz, tam da bu noktada en insani taraflarımız hasar görüyor, aidiyet ve sevgi özürlüsü, kalbi kör karanlık, kaygı dolu bir sürü insan kuşatıyor etrafı-mızı böylece.. Ve herkes tedirgin, binlerce zihin hesabıyla kalbini kilitliyor.. Ama zihin ne kadar hesapçı, garantici ve tutu-cuysa, kalp de o kadar affedici, bütünleş-tirici, özgür ve cesur değil midir? Zihnimiz bizi, öğretilmişlere, alışılmış-lara, sağlamcılığa aslında sıradanlığa yürütürken, üstelik bir dolu ağır ve aman-sız yükü sırtlanmak zorunda bırakırken, yabancısı olmuyor muyuz önce kendi benliğimizin, sonra da birbirimizin.. Nasıl göründüğümüz, ne kadar onaylandığımız-la ilgilenmekten parıldattığımız vitrin-lerimizin içini bir türlü dolduramıyoruz, içimiz boş boş dolaşıyoruz sonra.. Tüm bunlara, çağımızın o şahane yükse-len değerlerine!! rağmen, ne kadar yüre-ğimizi kaybetmezsek o kadar iyi, o kadar kıymetlidir bence, tam da bugünlerde.. Dileğim, her şeye ve herkese rağmen kal-bimizin kılavuzluk ettiği kapılara yürüme cesaretini gösterebilmemiz, kalbimizin odalarından sızan ışığa rotamızı çevirebil-memiz ve illa ki sevebilmemiz ...

Şükran Bahar AKBULUT

[email protected]

KARŞI KÖŞE

Page 47: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68

Gurbet...

Öyle bir sözcük ki seslendirildiği andan itibaren hüzünle birlikte ayrıl-manın, uzaklaşmanın yalnızlık dolu fotoğraf karelerini getiriverir gözler önüne. Sıcacık ana kucağından, baba ocağından, en yakın sırdaşından, çocukluk arkadaşından ayrılıştır gur-bet. Öyle bir ayrılış ki tüm sevdikle-rinden, sıladan, anavatandan…

Bir ağaç sökülür gibi köklerinden, toprağından koparılıp gelirsin. Öz-lem birkaç damla gözyaşına sarılır, unutulmaya çalışılır bazen. Söndü-rebilir mi dersiniz hasret çeken bir yüreğin yangınını ne şöhretler, ne sahip olunan makamlar, ne de kaza-nılan paralar. Anlamak için yaşamak gerek gurbeti velhasıl ifade etmeye kelimeler kifayetsiz kalır.

Yabancı bir ülkede olmanın verdiği yalnızlık duygusu gurbetçilerimizin en büyük sıkıntılarından biridir. Kültüründen kopmamak, gelenek göreneklerini yaşatabilmek ve yeni nesillere aktarabilmek uğruna sivil toplum kuruluşları birçok aktiviteler düzenlenmektedirler. Vatandaşları-mız ise bir nebze Türkiye havası esen böyle ortamlara gönülden katılmayı arzu etmektedirler. Türk festivalleri, kermesler, 23 Nisan Ulusal Egemen-lik ve Çocuk Bayramı, Çanakkale Zaferi, Mehmet Akif Ersoy’u Anma ve İstiklal Marşı’nın Kabulü, Kutlu Doğum Haftası, Mevlana günü gibi milli ve dini konulu kültürel prog-ramlar yapılmaktadır. Bu etkinlikler vatan hasreti çeken, sıla özlemiyle yanıp tutuşan yüreklere biraz olsun su serpmektedir.

Vatan sözcüğü sanırım en çok yurt dışında tarifi mümkün olmayan bir

hassasiyet meydana getir-mektedir. Öyle ki Türkiye’ye ait bir motif görse insan hayranlıkla, tutkuyla daki-kalarca bakakalabilir. Kaldı ki düzenlenen etkinlikler nerede olursa olsun mesa-feler göz ardı edilebilmekte, milli kalabalıklar salonları doldurabilmektedir.

Ancak takdir edersiniz ki bu etkinlikler kolay kolay or-taya çıkmamaktdır. Maddi, manevi zorluklarla bin bir

emekle ortaya çıkarılan programlar halkın ilgisine sunulmaktadır. Bu arada genç nesillerde bizim olana ilgi duyma, fikir edinme, benimse-me, kısaca kültürünü yakından tanı-yabilme olanağı sağlamak için birçok insan var gücüyle emeğini ortaya koymaktadır.

Bizlere düşen milli ve dini aktivi-telerde emeği geçen insanlara her türlü desteği vermektir.

Anlaşılacağı üzere vatandaşlarımız için daha çok kültürel etkinlik, sine-ma, tiyatro, konser, daha çok konfe-rans ve seminer gerekmektedir.

Şunu kabul edelim ki gurbetin çilesi-ni ve ağır yükünü ziyadesiyle çekmiş ilk iki kuşak bu yaban diyarlarda tutunarak ve çoğalarak üstlerine dü-şen vazifeyi yapmış bulunmaktadır-lar. Onları takdir etmekten gayrı di-yecek sözümüz yoktur. Fakat bütün gayemiz yeni nesillerdir. Zaten Türk kimliğinden koparak yaşamayı tercih eden, artık neredeyse tamamen elden çıkan gençler bulunmaktadır ve sayısı çoktur. Bununla beraber, kimliğini arayan, aslından kopmak istemeyen bir gençlik de var. Onlara el uzatmak boynumuzun borcudur. Gençlerimizi, çocuklarımızı kültürel etkinlikleri izlemeye özendirelim. Anavatan kültürünü öğrenmekten zevk alsınlar ve öğrendiklerini şu gurbet ellerde yaşayabilmek için kendilerinde cesaret bulsunlar. Bil-sinler ki “Muhtaç oldukları kudret damarlarındaki asil kanda mevcut-tur.”

Sevgiyle kalınız.

Salih BİRCAN

[email protected]

7

GURBET

Geçtiğimiz ayın en hareketli gündemlerinden biri soykırım yasa tasarısının Senato’dan geçmesiydi kuşkusuz. Tarihte yaşanmış olan bir takım olaylar hakkkında tartışma ve fikir yürütmeyi cezalandırmanın savunulacak hiçbir yanı olma-dığına dair birçok şey söylenebilir elbette.

Sarkozy ve hükümetinin ırkçı, ayrımcı ve ikiyüzlü politika-ları hakkında da çokça cümleler kurulabilinir.

Hatta Fransa devletinin sömürgeci, katliamcı ve talancı bir emperyalist odak olduğu üzerine de pek çok şey söyleye-biliriz.

Söyleyelim söylemesine de fakat geçmişten bugüne kendi devlet yöneticilerimizin yediği haltları da unutmadan!

Örneğin Birinci Dünya Savaşı’nda Alman emperyalizminin dümen suyuna girmiş olan Talat ve Enver Paşaların yaptığı bu büyük katliamı daha nereye kadar inkâr edebiliriz?

Fransa soykırım yaşanmadı diyeni cezalandıracakmış da, bizde de soykırım yaşandı diyene az mı çektirildi?

Fransa’yı Cezayir’de katliam yapmakla suçluyoruz ama dönemin Menderes hükümetinin Fransa’nın bu katliamcı politikalarını desteklemesini nasıl açıklayacağız?

Ya Hrant Dink davasında yaşanan bu trajikomik duruma ne demeli?

Bu soruları ve sorgulamaları daha da çoğaltabiliriz. Fakat sonuç olarak görünen o ki her iki ülkenin yöneticilerinin elleri de, zihinleri de epey kirli.

Ortada, tencere dibin kara, seninki benden kara durumu var. Ve bizden de bu dibi kirli ve kara tencerelerden birini seçmemizi istiyorlar.

Bu halkları birbirine düşürücü ve düşmanlaştırıcı politika-lardan birine taraf olmamızı istiyorlar. Sarkozy ve hüküme-ti Libya’da, Suriye’de ve son olarak soykırım meselesinde oynadığı uğursuz ve şeytani rollerle Fransa’nın nasıl dünyada gündem belirleyen, düzen kuran güçlü bir devlet olduğu mesajını vermeye çalışıyor.

Bu mesajı hem dünyaya ama daha çok da iç kamuoyuna vererek milliyetçi, muhafazakar kesimin desteğini almak, artan işsizlik, yoksulluk, hak gaspları gibi ülkenin asıl so-runları olan ekonomik ve sosyal problemlerini en azından seçime kadar da olsa ötelemeyi, hatta mümkünse üzerini örtmeyi planlıyor.

Fransa’da düşünceye ceza var da, bizde ne var?

Aynısını tersinden Erdoğan hükümeti yapmakta. Bir dönem göstermelik de olsa takmış olduğu açılımcı, değişimci, liberal, demokrat maskesini şimdilerde bir kenara atıp, milliyetçi, baskıcı, otoriter kimliğini öne çıkaran bir tutum içerisine girmiş durumda.

Bu kimliği bilenler bilir. Bu kimlikte doksan yıldır sürege-len farklı kimlikleri ve inançları red ve inkâr var.

Herkesi Türk ve sünni mezhebinden müslüman görmek var. İtiraz edenin kafasını ezmek var.

Baskı var, zulüm var, katliam var. 17 yaşında idam var. Bol bol tutuklama var, gözaltı var.

Ekmeğe, benzine sürekli zam var, sermayedara teşvik var. İşçiye, memura kemer sıkmak var. İtiraz edene jop var, biber gazı var.

Faili meçhul var. Toplu mezar var, topraktan fışkıran bolca kemik var.

Yargıda çifte standart var. Hortumcuyu görmezden gelmek var, baklava çalan çocuklara 9 yıl hapis var.

Gazeteciye, aydına kurşun atana göstermelik ceza var, yumurta atana 11 yıl mahpus var.

1960’larda hayvan pazarındaki gibi ağzımızı yarıp dişleri-mize baktırarak ‘elverişlidir’ damgasını vurup Almanya’ya işçi diye satmak var.

O yaban ellerde bizi sorunlarımızla baş başa bırakmak var.

Camilerde, cuma hutbelerinde milli ve dini duyarlılığımızı sömürüp paraya çevirmek var.

Kâr ortağısın deyip bizleri dolandırmak var. Bugün daha da palazlanmış olan bu dolandırıcıların hiçbirinden hesap sormamak var. Askerlik bedelimize yüzde yüzlük zam var.

Kısaca bizleri, etinden, sütünden ve yününden faydalanma-sı gereken bir koyun sürüsü olarak görmek var.

Bu listeye eklenebilecek daha nice acı var, dert var, kandı-rılmışlık var.

O halde bu acı kazıkları tekrar tekrar yemeye ne gerek var.

Günümüzün adaletsiz kapitalist dünyasında devlet yöne-timlerini ellerinde tutanların, suyun başını tutmuş haramile-rin çıkarlarından ve kendi mevki makam hırslarından başka bir şey düşünmediklerini iyi biliriz.

Bu nedenle ne ötekinin ne de berikinin ikiyüzlü politikala-rına alet olup diğer halklara kin ve nefret beslemek değil, aksine her iki tarafın da sürdürdüğü bu kirli politikalara itiraz etmek, karşı durmak daha ahlaklı gibi görünmüyor mu ?

Egemenlerin çıkarlarına dolgu malzemesi olmak değil, ipli-ğini pazara çıkarmaktır doğru olan. İnsani olan da, vicdani olan da, adaletli olan da bu tutum olacaktır.

HAYATIN EMEK YAKASI İbrahim BALCI

DIDF ( Demokratik İşçi

ve Gençlik Dernekleri Federasyonu ) Yn. Kr. Üyesi

[email protected]

İkiyüzlü Politikalar ve Halklar!

Sayın okurlarım,

Tarih kitaplarını şöyle bir karıştırırsanız, Fransa ile ilgili çok şey bulabilirsiniz. Mesela 1910’lu yıllarda Güneydoğu Anadolu ile ilgili bazı çarpıcı olanlarını bir hatırlatmak istedim. O yıllarda Fransızlar Anadolu’nun bazı şehirlerini işgal etmişler, yine o yıllarda Ermeni komitacılarla işbirliği içinde silah ve mühimmat yardımı yaparak ülkeyi bir kaosa sürüklememişler miydi? O yıllarda Ermeni-lerle birlikte halkımıza yapmadıkları zulüm kalmamıştı. O yıllarda İtalyanlara Antalya ve

çevresini, Yunanlılara İzmir ve Afyon, Kütahya civarlarını, Çanakkale Boğazı’nı bizzat İngiltere ile birlikte Fransızlar işgal etmemişler miydi ? Bu saatten sonra kalkmış, parlamentosun-dan sözde Ermeni soykırım yasasını geçirmiş olmasını ben açıkça pek yadırgamadım. Büyük bir olasılıkla da yasalaşacak. Kaldı ki Türkiye hükümeti yaptırımlardan söz etmeye başladı. Sayın Sarkozy bu yaptırımlar karşısında dönüp bunu diyebiliyorsa, ortak çıkarlarımızı unutmamalıdırlar. O zaman demek ki, politi-kalar çıkar amaçlı üretiliyor.

Bu konuda hemfikirsek, akla şöyle bir soru gel-mez mi? Biz de kendi çıkarlarımızı korumak için yeni politikalar üretmeli miyiz? Evet üretme-liyiz diyenleri duyar gibiyim. Tarih tekerrürden ibarettir. Padişah Abdülhamit cuma namazına giderken Ermeniler tarafından yapılan suikast teşebbüsünün arkasındaki ülkeler hangileri idi? Ya da Fransa’ya giden Jön Türkler ile İttihatçıları kimler Osmanlı İmparatorluğu’na karşı örgütledi? 31 Mart olaylarının arkasındakiler, onlara Osmanlı Bankası’nın katkıları hiç sorgulandı mı? Hayır…

Bizler ne yapıyorduk o yıllarda? Alın size cevap. Okullarımızda Fransızları yıllarca me-deniyet timsali olarak algılattırdık. Yetmedi Fransızlar tarafından kurulan Galatasaray

Lisesi ve De Gaulle okulları kurdurttuk. Fransızcayı o yıllarda en revaçtaki dil olarak benimsettik. Genellikle sosyetenin veya başka bir anlatımla devlet erkanının, görevli üst düzey yönetici veya eşrafının çocuklarını Fransız mürebbiyelerine teslim etmedik mi? Oralardan mezun olanlar bir dönem Türkiye’yi yönetmediler mi? O yıllarda moda denince akla ilk gelen Paris, tatil için Paris sokaklarını arşınlamadık mı? Şimdi böyle karar aldılar diye neden Türkiye’deki Fransız şirketlerine ambargo koymaya kalkışıyoruz.

Peki koyduk diyelim. Oralarda çalışan on binler mağdur mu edilsin ? Sizce doğru mu yapılan? Kaldı ki ambargoyu koymak isteyen zihniyet Airbus firmasından bilmem kaçıncı uçağını alıyor ! Son olarak da devletin e-pasaport ihalesini bir Fransız ortaklığı alıyor. Gelecek turist sayısı hesap edildi mi? Otomotiv ve yan sanayisinden alın da, sigorta şirketine, bankasından alın da finans kurumlarına, yoğurtlarından alın da kozmetik ürünlere kadar hesapları yapıldı mı? Kaldı ki gazeteci merhum Hırant Dink bile şöyle dememiş miydi? Fransa Ermeni meselesinde hiçbir söz söyleme hakkı bulunmayan bir devlettir. Ermenileri Asala dahil sonuna kadar kullanıp bir köşeye atan Türkiye değil Fransa’dır diye, söylemedi mi? Bu durumda Ermenistan’ın çıkarı ne olacak? Bana göre hiç

çünkü Fransa komşusu bile değil. Taşıma su ile değirmen döndürülemez.

Burada AB ve onun ortaklarının büyüyen bir Türkiye istememelerinden kaynaklanan, dü-nya coğrafyasında ülkemizin stratejik bir yerde olması, Ortadoğu’da yakaladığı popülaritesini ve de büyük Akdeniz projesindeki önemi ve gücünü azalt-mak için alınması gereken önlemler çerçevesinde düşünülebilir. Bu zamana kadar yirmi kadar ülke yasayı onayladı, onlara karşı yaptırım uygulamaya neden kalkmadık? AB’ye dahil ülkeler ardı ardına bu kararları alacaklar ve de AB’ye girme olasılığı sıfır olan durumu daha da zorlaştıracaklardır.

Dış politika bir santranç oyunudur. İyi oynayan kazanır. Yok elçiyi geri çek, yok ambargo koy, yok mallarına karşı boykot uygulatmaya çalış ; bunlar gereksiz lakırdıdan ibaret. Bu durumda yapılması gereken ekonomik, sınai, kültürel, herkese eşit davranan adaletli, daha iyi karşı politikalar üretip, karşı atak yapmak. Artı ülkenin saygın tarihçileri ve uluslararası tarihçiler ile adı geçen bütün ülkelerin arşivini açıp ortak bir karar alınmasından geçer. Yoksa Fransa dün yaptığını bugün de, yarın da yapmaya devam edecektir. Yoksa yüksek perdeden iç politikaya avazlanmak hiçbir şey değiştirmez.

Bir sonraki sayıya kadar hoşça kalın.

ÇİÇEK PASAJI

Basri ÇİÇ[email protected]

HIRSLA KALKAN ZARAR İLE OTURUR

Page 48: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O 8

Page 49: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 9

Page 50: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O 10

Page 51: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 11

“Organizasyon uzmanlık ister”

DJ - Orkestra - Limuzin - Kamera - FotoğrafYemek - Dekor - Servis

Salon Düzenleme ve TemizlikÜcretsiz Palyaço ve Çay - Kahve İkramı

Organizasyon Hizmetlerimiz

İlahi

Grubu

[email protected]

www.facebook.com/sirma.dekor

06 20 61 67 14 ou 06 17 77 65 10

Page 52: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O 12

Page 53: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 13

Page 54: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O 14

Page 55: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 15

Page 56: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O 16

Page 57: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 17

GÖÇ EDİYORKarlar yağmış bizim yurdun dağına Biz de düştük o feleğin ağına Girme dedim girdin yaban bağına Göç ediyor bir bir bizim yarenler

Uzun yıllar oldu kaldık gurbette Her birimiz onulmadık bir dertte Asil soylu yiğit civanmert deGöç ediyor bir bir bizim erenler

Kim demiş ki huzur dolu buralar Yarin kime gelir kimde sıralarKimi sefasında kimde karalarGöç ediyor bir bir bizim yarenler

Ağlamakla geçti geçen ömrümüzYaşlar aktı kör oldu bak gözümüzEn sonunda çıkmaz oldu sözümüzGöç ediyor bir bir bizim yarenler

Kar yağınca ak oluyor köyümüzYıllar geçti hiç kopmadı özümüzNerde benliğimiz nerde sözümüz Göç ediyor bir bir bizim yarenler

Kar yağınca gelin gibi süslenir Deli gönlüm yaşlandıkça uslanırÖmür biter nefes biter tuşlanırGöç ediyor bir bir bizim yarenler

Şairim aldanma hayat geçiyor Felek bir bir bulup bizi seçiyor İnsan sevdiğine kefen biçiyor Göç ediyor bir bir bizim yarenler

Hasan KARAKAYA - 26 /01 /2012

NE HALLERE KOYDUN BENİ SEVDİĞİM

Vefasız sevdiğim dinle sözümüNe hallere koydun, beni sevdiğim.Kül eyledin beni yaktın özümüNe hallere koydun, beni sevdiğim.

Gönül sever senin gibi güzeliSoldurdun bağımı döktü gazeliTürkmen misin söyle aslın nereli?Ne hallere koydun, beni sevdiğim.

Şu cihanda güzellerden güzelsinKavil yerlerine sevdiğim gelsinTunceli, Erzincan, Sivas’tan mısınNe hallere koydun, beni sevdiğim.

Gözlerin karadır tenlerin beyazİsmin Leyla mıdır, yoksa Gülbeyaz?Yalvardım Tanrı’ya eyledim niyazNe hallere koydun, beni sevdiğim.

Giymiş fistanını yerde sürünürSevdikçe gözüme huri görünürBellerine inmiş saçlar dökülürNe hallere koydun, beni sevdiğim.

Siyah perçemlerin yüzüne inmişEla gözlerine sürmeler çekmişGerdanında gonca güller saklamışNe hallere koydun, beni sevdiğim.

Kirpiklerin oktur sineme batarGamzelerin yaydır yüreğim yakarEla gözler bana hışmınan bakarNe hallere koydun, beni sevdiğim.

BAKARİ der, bir murada ermedimSevdiğimle devran sefa sürmedimBenim deyip yar koynuna girmedimNe hallere koydun,beni sevdiğim.

YILMAZ BAKAR- Linkenheim/Karlsruhe

Dur Sevgilim

Canımı canana verdinSerimi yoluna serdinBeni makamında gördünSürgünlere sür sevgilim

Ben yok iken sen mi vardınYara kalbe pençe vurdunBeni bir tehnada

gördünBiraz uslu dur sev-gilim

Fidanı kollara sardınMevzuda yollara durdunBeni vurmak mıdır derdinİşte canım vur sevgilim

Fidan ÇOLAK

Allah Dostları

Onlarla sohbet eden huzura eriyor İnsanın kalbine bir iman aşkı veriyor Onlar cennete doğru nurlu kilimi seriyor Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

O dostlar boş sözten laftan sakınır Onu dinleyen gönül kirinden arınır Onları görmeyen bir insan alınır Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

Onlar dertlere derman bir çare oluyor Muhabbetleriyle sönmeyen bir nâre oluyor Sevgileri ile insan divane avâre oluyor Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

Öyle insanların saygıyla sevgiyle eli öpülür Böyle bir muhabbet nerde görülür? Güzel kabirlerine yüzü gözü sürülür Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

Doğruyu seçerler doğru söz söylerler Gönüle aşk-ı ilahi resulu eylerler Onlarsız fani dünyayı neylerler Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

Bütün canlara şefkatla bakarlar Bir nur olup alemlere akarlar Nefse bir güçlü iman çivisi çakarlar Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

Allah’ın korkusundan boyun bükerler Ümmeti Muhammed için gözyaşı dökerler Onlar için hüzünlenip hep acı çekerler Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

Âşık Abdullah onları birbirinden ayırmaz Bu insan iyi öbür insan kötü diye kayırmaz Kalbi muhabbetle doyurur fesatla doyurmaz Bir mübarek topluluğudur Allah Dostları

Abdullah KELEŞ / 28.01.12 / Lahr-Schwarzwald

Satılık Fond de Commerce

Strasbourg merkezde, 7 rue de la Division Leclerc adresinde bulunan Libertine Kebap satı-lıktır. İşlek yerde, müşterisi hazır, 30 ki-şilik + 30 kişilik teras, 55 m2, tüm malzemesiyle satılıktır.Tel.: 06 43 77 88 12 / 07 61 59 63 64

Vend fond tout commerceMarmoutier centre 100m²

équipée resto rapideTel.: 06 70 14 84 45

BAŞSAĞLIĞI

İnna lillahi ve inna ileyhi raciunAmansız bir hastalığa yakalanarak geçtiğimiz

hafta Hakk’ın rahmetine kavuşan Eniştemiz İsmail GENCER’in

vefatı dolayısı ile yakınlarına ve sevenlerine baş-sağlığı dilerim

Karakaya AilesiHasan Karakaya

Arda 2 yaşında !Elif Hanım ve Ali Bey’i tebrik ediyor,

Arda’ya güzelliklerle dolu nice yaş günleri

diliyoruz.

Objektif Gazete

Page 58: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O

Her toplumun dokunulması güç, onarılması zor, tutmak isteyip de tutamadığımız derin acıları var ki, gün içinde defalarca kez yüzümüze bir şamar gibi inmekte. Her olay ve olguyu kendi iç dinamikleriyle çözme sorumluluğunu hisseden insan sayısı oldukça azdır. Tarihler boyunca aydınların toplum üzerinde bilgi birikimlerinden kaynaklı büyük etkileri olmuş, olmaya da devam edecektir. Bu bilgiler bazen kitlelerin, toplumun bilincinde aydınlık ve umut yaratırken, bazen de bardakta şerbet niyetine zehir olup sunulmakta. Bu bağlamda doğru ve yanlış bilgiler sofralarımıza çokça sunulmakta. Anlayacağımız yolumuz ne kadar aydınlıksa, bir o kadar da puslu ve engebeli. Geneli kast etmemekle beraber, çoğunluğunu kapsayacak aydınlarımızın yarattığı bu bilgi kirliliğinin neden niçinlerinde, tarihi nedenleri var. Örneğin : T.C.’nin baskı ve dayatıcı tarih anlayışının aydın ve yazarlarda yansıması hiç de olumlu değildir. Sorunlara yaklaşımda, İKTİDAR erkinin istemleri dışına çıkmaması, sorunu yanından, kıyısından, kenarından tartıştırması, üstüne düşen sorumluluğu yapmamasından kaynaklı, toplunda da doğallığında içinden çıkılmaz Tanrıcı sonuçlar yaratmakta. Bir tarihte yanılgısız, yanlışsız, kusur-suz ve eksiksizse, Tanrı’yla eşdeğerdir. Sonradan da övündüğün o tarihin kusurları sevaplarından çoksa, o zaman düşünmek lazım. Çünkü, Tanrı’da kusur bulmak, onu yere çalmak hiç de kolay ol-masa gerek! Bu yazımın içeriği de geçen sayıda birçok yönüyle yazar arkadaşların değindiği, fakat özüne inilmediği ERMENİ SORUNU olacaktır. Bir ulusun ve toplu-mun geleceğe başı dik çıkabilmesi için tarihle yüzleşmesi kaçınılmazdır. Çünkü farklı toplumlara, kendisini ifade gerekçesinin nedenleri olmak zorundadır. Birçok yazar arkadaşın da ifade ettiği gibi Ermeni Soykırımını kabul eden tek Fransa olmadığı gibi sonuncusu da olmayacaktır. Gelelim sorunun özüne: Fransa’nın tarihi geçmişi bizler açısından gönlümüzde bilincimizde

önemli yer edinmekte, bunun böyle devam edeceğinden zerre kadar kuşku, şüphe duymayacağız. Bugün bu sorunu yaratan SARKOZY ve onun gibileri Fransa’nın geçmiş aydınlık ve onur duyulacak ta-rihinin sahipleri olmadığı gibi onun yıkıcılarıdırlar. Çünkü; o tarihi yazan Fransız halkı ve emekçileridir, dolayısıyla Sarkozy gibileri ancak o tarihi çarpıtma ve çıkarlarına kurban etme niyeti içerisindeler. Sarkozy iktidar olma ömrünü uzatabilmek için, beşyüzbin hatırı sayılır Ermeni oyu peşinde. Diğer bir nedeni ise, Avrupa’da yaşanan ekonomik sorunlardan kaynaklı suni gündemler yaratma çabası içerisinde. Bize düşen de alınan bu anti demokratik yasalara karşı durmak ve acımasızca teşhir etmektir. Bedeli ne olursa olsun boynumuzun borcudur. Kaldı ki alınan bu kararın Ermeniler için de bir yarar getirmeyeceği kanısındayım. Bir sorunun tartışılıp çözülmesinin yolu demokrasi yolunun tıkanması değil, açmaktan geçer. Demek ki Fransa sorunu çözme değil, çözümsüzlükten yana. Bu sorunun bir yanı. Gelelim Türkiye ayağına.. Öncelikle göçmen yurttaşların bu yasayı protesto ederken hangi niyet ve amaçla yaptığını merak etmekteyim! MİLLİ duyguların yarattığı psikolojik baskı mı, demokrasi anlayışımızın bize dayattığı sorumluluk mu ? Üstte vurguladığım gibi Fransız halkı ne kadar masum ise, Türkiye halkları Ermeni Soykırımında o kadar masumdurlar. Yaptığımız protestoların nedenlerini, niçin yaptığımızı iyi bilmek zorundayız. Yoksa geri dönüşü olmayan sıkıntılar, vicdani rahatsızlıklar yaşayabiliriz. Çünkü Fransa’nın veya başka bir ülkenin geçmiş tarihlerle ilgili olumlu olumsuz aldıkları kararların, özünde bir önem ve harbiyesi olamaz. Önemli olan bizim tarihsel sorunlarımız hakkında ne düşündüğümüz ve bildiğimizdir. Soruyorum hiç merak buyurdunuz mu? Ülkemizin Başbakanı Erdoğan, ülkemize kart göste-rene, çıkının ağzını açmakta! Bir demet tarih belgesi hatırlatmakta. Bu durum acaba kimsede kuşku uyandırmıyor mu? Yani Fran-sa bugün bu sorunu gündemine almasaydı Recep Bey Cezayir sorununu tartışmayacak mıydı! Ya da Engizisyon mahkemelerini! Görünen o ki tartışmayacaktı. Kaldı ki Fransa Cezayir Soykırımını kabul etmiş bir ülke. Takdir sizin. Diğer bir nokta Ermeni Soykırımını gündeminden hiç düşürmeyen ABD’ye ne demeli. Her gün başka ülkeleri istila ve şuursuzca talan edip, o ülkelerin soykırımından daha da ileri gidip onurlarını ayaklar altına alan ABD’ye nedense Sayın Erdoğan’ın çıkınında hiç kart bulunmamakta! El insaf. Peki demezler mi adama “Bu ne perhiz bu ne la-hana turşusu”. Ermeni veya başka bir sorunun açığa çıkabilmesi için, ille de birilerin kafamıza vurması mı gerekiyor. Farklı düşüncelere ve fikir-lere açık olunması gerekir kanaatindeyim. Çünkü

tek taraflı düşünce yetisinin ön yargılardan öteye, çözüm yerine çözümsüzlük yaratacağı kaçınılmazdır. Örneğin ; Birleşmiş Milletler’in 1948 belgesi ve soykırım tanımından yola çıkarak (eğer bu belgenin daha da ilerisinde bir belge yoksa ). Sadece birini belirteyim : Grubun bütünüyle ya da kısmen fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek. Yukarda belirtilen maddeden yola çıkarsak 1915 ERMENİ SOYKIRIMI. Hasta adamı kurtarma ( OSMANLIYI ) görevi İTTAHAT TERAKKİ’indir ( BİRLİK VE İLERME). Bun-dan kastım İTTİHAT TERAKKİ’Yİ OSMANLI’DAN bağımsız, ondan kopuk da ele almamak, ERMENİ sorunu konusundaki yaklaşımımızda bize yol gös-termektedir. Çünkü 1911’e kadarki dönemde OSMANLI içeri-sinde gayri Müslümlerin, Ermenilerin de içinde bulunduğu ve bizzat İttihat Terakki’nin başını çektiği, Osmanlıcılık veya panosmanizm fikrinin ve eyleminin kuramcısıdırlar. Osmanlının Balkan Savaşlarından yenilgiyle çıkmasından kaynaklı olarak 1913 İttihat Terakki’nin de iktidar olduğu dönem. 1. Dünya Savaşı arifesinde İttihatçılar TÜRKÇÜLÜĞÜ parti içerisinde program haline getirip bunun propagandasını yaptılar. Programlaştırılan Türkçülük anlayışı, Ermeni soykırımdan tutun da, farklı ulus ve azınlıkların haklarını da yok saymış, günümüze dek başımıza bela olmuştur. Türkiye halklarının tarihi bilincini tarumar eden bu zihniyet, beraberinde bazı kat-liamlara da meşru kılıflar uydurmuştur. İttihatçıların maceracı yönleri birçok yıkımı da beraberinde getirdi. Diplomasi yönleri az olup, savaşçı yönleri gelişkindi. İttihatçıların çoğu da o dönemin subaylarından oluşmaktaydı. Doğallığında askerce yatıp kalkma.düşüncelerine hakim olan da bu yandı. Çelişkileri doğru ele alıp kullanma noktasında ciddi eksiklikleri vardı. Ermenilerin Ruslarla dirsek teması olduğu doğrudur. Hatta daha ilerisine gidersek, Doğu’da birçok bölgede baş kaldırma ve o bölge halkını öldürme olayları da yaşanmıştır. Ama ne hikmetse aynı Ermeniler İttihatçıların iktidara gelmesinde de rol almışlardır. İttihatçılar Ermenilere güvenmedi. Doğu ve Güneydoğu’da azımsanmayacak nüfusa sahip olan Ermenilerin yeni bir savaşa (İttihatçılara karşı) girmemeleri için merkezi bir plan yapılmak zorundaydı. Bu planın içeriği de Ermenileri (Ana-dolu’dan) Mezopotamya coğrafyasından silmekti. Başını Talat PAŞA ve Enver PAŞA’ nın çektiği plan hayata geçirildi. Örneğin ; bir gecede İstanbul’da iki binden fazla hatırı sayılır Ermeni ortadan kay-boldu. Doğu ve Güneydoğu’dan Kürtlerden oluşan tarihte sıkça adını duyduğumuz HAMİDİYE Alayları kuruldu. Bu alaylar ölüm müfrezeleri olup yaşlı, genç, çocuk demeden insan kıyımı yaptılar. Sonrası sürgünler ve göçler ; bilinçli bir şekilde yollarda

binlerce insan ölüme terk edildi. O günden sonra da Anadolu’da kalan Ermeniler de, Ermeni kimliklerini unutmak zorunda bırakıldı. Bu merkezi plan İttihatçılar açısından zaferle sonuçlandı. Türkiye halklarına ise acı tahribatlar yaşattırdı, yaşatmaya da devam etmekte. Diğer bir nokta ise ; bu süreçte İttihatçıların politik ve askeri müttefikleri ALMANLAR’DIR. Yaşanılan Ermeni Soykırımında Almanların da ciddi roller üstlendiğini, katliamın her aşamasında Alman subaylarının isimlerine rastladığımızda anlamaktayız..Okuyucunun bilmesi açısından belirtmekte fayda görüyorum. (Almanya Bonn Dış işleri Bakanlığı arşivlerinden) Ayrıca Mihail Radas, Wolfang Gust, Dadrian Va-hank N. Ermeni Soykırım sürecini açıklayıcı belge-leri, okuyucunun dikkatine sunmak isterim. Üstelik Soykırımı kabul eden ülkeler arasında Almanya olmasına rağmen, sessizliğini korumakta. Bir de geçmişten bugüne Türkiye’yle ilişkilerini dikkate alırsak. Niyetim kimsenin gönlünü kırmak değil. Sorunun hassasiyetinin de farkındayım, birileri gibi çarpıtma ve dolandırmaya niyetim yok. Söylemek istediğim, sorunlarımızın anlaşılabilmesi için tartışma kül-türümüzü daha da verimli hale getirme. Düşünce tarihimizdeki bu çarpıklığın acımasızca kırılması, Anadolu halklarının tarihten gelen kardeşlik yönle-rinin pekişmesinde ısrar etmedir. Ermeni Soykırımı bu bağlamda önemlidir. Bu so-runu Türkiye halkları ve Ermenilerin çözeceği tarihi zorunluluktur. Çünkü bu acıları bire bir yaşayan halklar bizleriz. Ayrıca yeri gelmişken, Ermeni Diyasporasının da bu noktada samimi davranıp, çözüm noktasında mağdur psikolojisi yerine daha somut anlaşılır davranması gerekmek-tedir. Çözümü başkalarından ve iktidarlardan beklemek sorunlarımızı ertelemekten öteye gidil-meyecektir. Yukarıda da belirttiğim zihniyetin ber-taraf edilmesi konusundaki ısrarım, bugün de sev-gili HIRANT DİNK davasında da kendisini somut olarak göstermiştir. Devletin birkaç kurumunun da işin içinde, somut olarak anlaşılmasına rağmen, davanın sonucu toplum vicdanında hem yargıyı, hem de devletin bu anlayışını sınıfta bırakmıştır. Devlet bu noktada geçmişinden beslenmeye devam ediyor kanısındayım. 2012’de bariz şekilde bu gibi olaylar bize yaşatılıyorsa, 1915 ve sonrasında hiç düşünmek bile istemiyorum. Bundandır ki; her birey geleceğini kurma noktasında aktif rol alıp, toplumsal duyarlığını hissettirmelidir. Türkiye halklarının da diğer halklar gibi en iyisini yaşamaya hakkı olduğuna, bunu da başaracağına olan inancımla. Sevgili HIRANT DİNK’İ saygı ve sevgiyle anar-ken, devletin ve Genelkurmay arşivlerinin Türkiye halklarına açılması dileğiyle.! 24 01 12

18

Sidar Sarıgül

[email protected]

YORUM FARKI

AH SİZİN BU YALANLARINIZ DEĞİL Mİ!...

Kaza olmuş.

Ölü ve yaralılar var. Kaza yerinde kan gövdeyi gö-türüyor.

Televizyonda haber sunucusu -durumun ehemmi-yetini duyurmak için olsa gerek- bas bas bağırıyor. Görmemiş olanlar vardır diye düşünüp (ne kadar ince düşünceliler, siz takdir edin !) kazayla ilgili gö-rüntüleri defalarca flaş haber olarak yayınlıyorlar.

O anda yemek masasında iseniz, ne tat kalır ne iştah. Damarlarınızdaki kan çekilir. Yer yarılsın da içine gireyim dersiniz bir an.

-Dünyanın sonu mu geliyor ne ?!

-Ya, ne oluyor bu memlekete ?

Ha bu arada, hatırlatmaya lüzûm var mı bilmiyo-

rum ama, kazaların çoğunda sürücü zat ya içkilidir ya da hız sevdalısı.

“Hızlı yaşa genç öl, cesedin yakışıklı olsun !” misali deli-dolu yaşamayı kendine ilke edinmiş serseri ruhlular var ya, onlardan işte. Adam, morglara bir uğrayıp alkol veya aşırı hız sebebiyle vukû bulan kazalarda ölenlerin cesetlerini bir görse...

Arabadakilerin hayatı da Allah’a emanet.

Allah mı? Ha, biz Türk toplumu olarak her işimizi O’na bırakmayı pek severiz. Allah’ın dediği olur, Allah nazardan saklasın, Allah muhafaza, İnşallah, Maşallah, Maazallah, Fesuphanallah, Estağfurul-lah....

Sanki Allah’ın şu sorunlu ve kaotik dünyada uğraş-ması gereken başka durumlar yokmuş gibi !

1990’lı yılların başında Mısır’a gittiğimde beni en çok şaşırtan ve neredeyse çileden çıkaran cümle “Rabbine ysahel” olmuştu: Allah yolumuzu / işimizi kolaylaştırsın!

Her cümlenin arkasına getirilen ve artık olağan nitelik kazanmış bu cümleyi hemen her dakika işiti-yordum. O dönemin Mısır’ında işlerin neden yavaş ilerlediğini ve hatta ihmal edildiğini bu şekilde anladım. Bu durumun bugün değişmiş olduğunu zannetmiyorum. Ulus olarak Mısırlılar her işlerini Allah’a bırakmakta neredeyse şampiyonlar. Diğer Arap ülkelerinde durum daha farklı değil.

...............

Yıllar önce dinlediğim ve ülkemiz insanının trafikte-ki bilinç ve sorumluluk düzeyini hayli güzel işleyen

bir fıkra:

Avrupalı büyük bir kamyon-otobüs imâlat şirketi temsilcilerinden birini piyasa araştırması yapması için Türkiye’ye göndermiş. Temsilci Türkiye’de bir süre kalarak piyasa araştırmasını tamamlamış ve ülkesine geri dönmüş. İşte, şirket yöneticilerine araştırma sonuçlarını sunduğu rapor:

“Yaptığım gözlem ve araştırmalar sonucu elde ettiğim bulgulara göre, Türkiye’de en çok satılan kamyon markası MAŞALLAH ve en çok satılan oto-büs markası da “ALLAH KORUSUN. ”

...............

Bizde öyledir. Adam; kamyon, otobüs veya dolmu-şuna bu tür kalıplaşmış sözcük ve cümleler iliştirir hep.

-Mezarımı taştan oyun.

-Ölünce kabrime gelme istemem...

-Sollama beni ezerim seni. -Rahmetli de sollardı.

-Bir sana doymadım, bir de sabah uykusuna.

......

Ölüm yolculuğuna hazırlanıyorlar mübarekler.

Gülelim mi ağlayalım mı ?!

2011 yılında Türkiye’de 1 235 255 trafik kazası meydana gelirken bu kazalarda 3 821 kişi hayatını kaybetmiş, 237 000 kişi de yaralanmış. Yaralanan-

lar içinde kaç kişinin ömür boyu sakat yaşamaya mahkûm kaldığını varın artık siz düşünün.

Fransa’da 2010’da trafik kazalarında ölenlerin sayısı 3992 iken, 2011’de bu rakam 3970. Ancak unutmamak gerekir ki Türkiye’deki motorlu araç sayısı 15 milyon ve Fransa’daki motorlu araç sayısı da 40 milyon civarında.

Günlük hayatta aktüalitesini sürekli koruyan, he-men her haber bülteninde işlenen bu konu hepi-mizi yakından ilgilendiriyor. Burada ele almamın sebebi de bu !

1970’li yıllarda bir kuzenim yol kenarında oynar-ken, 1980’li yılların başında Anneannem karşıdan karşıya geçmeye çalışırken, Amcam ise emekliliğini kutlamaya gittiği akşam evine dönerken kazaya kurban gittiler.

Eminim hepinizin yakın çevresinde trafik kazaların-da ölen veya sakat kalan aile üyeleri veya dostları olmuştur. Gideni geri getirmek maalesef imkânsız. Ne hapis cezaları ne de ödenen kan paraları yapı-lan eşşekliği düzeltmeye yetiyor. Hoş, Türkiye’de, verilen cezaların işlenen suçla doğru orantılı oldu-ğunu da söyeyemeyiz.

Biraz dikkat, biraz sabır, biraz özveri sayesinde pekçok kazanın önüne geçebiliriz. Gideceğimiz yere biraz geç ulaşmak sağsalim ve tek parça halin-de ulaşmaya değmez mi? Bir de aracımızın düzenli olarak bakımını yaptırmak, aracımızı biraz daha dikkatli kullanmak varken işi Allah’a bırakmasak ?

Hepinize kazasız, sağlıklı günler diliyorum.

Sevgiyle kalın...

S i z d e n b i r i...

Albera Meynioğlu

Allah’a emanetiz !

Page 59: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68

HERBERT MULLIN (6) “DEPREMİ ENGELLEYEBİLMEK İÇİN ÖL-

DÜRMEM LÂZIM!”

GÖZALTINDA BİR ŞİZOFREN Ancak bu defa bir görgü tanığı vardı. Perez’in yan komşusu silah sesini duydu-ğunda kapısının önündeki gazeteyi almak üzereydi. Hemen dışarıya çıktı ve komşu-sunun vurulmuş olduğunu gördü, araba-sını hareket ettirmek üzere olan saldırga-nı da bir an için gören adam hemen polisi aradı. Çok kısa süre içinde sonra olay yeri polis ve gazeteciler tarafından doldurul-muştu. Komşunun ifadesi üzerine tüm devriye araçları yollarda kontrollere baş-ladılar. Bir polis şüpheli bir Chevrolet’yi durdurduğunda sürücünün yanında ga-zeteye sarılı bir tüfek olduğunu fark etti. Adamı hemen dışarı çıkarıp kelepçeleyen polis hiçbir direnişle karşılaşmamıştı. Arabanın bagajı odun ve dal parçalarıyla doluydu.

Apar topar götürüldüğü Emniyet müdürlüğünde Mullin’in ağzından tek bir itiraf, istek, şikayet çıkmadı. Kendisine sorulan sorulara yanıt vermiyordu. Fazla üzerine gelindi-ğinde yüksek sesle “SUSUN!” diye bağırıyordu sadece. Öyle ki avu-katı olup olmadığı ya da herhangi biriyle telefon görüşmesi yapmak isteyip istemediği sorularına bile yanıt vermiyor, sadece susmaları için bağırıyordu. Sorgulayıcılar bir süre sonra bunalıp pes ettiler ve Mullin bir hücreye tıkıldı. Hücreye girer girmez ilk yorumunu yaptı : “2. Dün-ya Savaşında ölen 3 milyon Amerikalının sorumlu sizlersiniz!”

Bir doktor muayenesinden geçirildiğinde vücudunda son derece ilginç dövmelere rastlandı. Uyuşturucuya ve hippilere sa-vaş açan biri için hayli ilginç sloganlardı “LSD serbest bırakılsın”, “Esrar Keskin Gözlü Yapar”. Mullin’in bedenindeki di-ğer simge ve yazılar Doğu felsefeleriyle ilgiliydi.

Zanlının dairesinde yapılan aramalar-da altı çizilerek okunmuş bir İncil, ünlü bilim adamı Einstein’in bibliyografisi, içinde Jim Gianera’nın detaylı adresinin yazıldığı bir defter ve gazetelerden ke-silmiş, son dönemde işlenen cinayetlere ait haber ve yorumlar bulundu. Ayrıca arabasının torpido gözünde bulunan ta-

banca da av tüfeğiyle birlikte balistik incelemeleri yapılmak üzere laboratuara götürüldüler.

Evde bulunan ve temiz bir kağıda el yazı-sıyla yazılmış kısa bir not ilgi çekiciydi:

“Dünya üzerindeki bütün ülkelerde ya-şayan insanların her birinin bunu bilme-sini sağlayın. Bu belge dünya üzerinde şimdiye dek yazılmış bütün kitaplardan çok daha önemli ve değerlidir. Şimdiye dek yaşanan tüm trajediler aslında ya-şanmayabilirdi, yapmış olduğum her şeyi kendi özgür irademle gerçekleştirdim ve gerekirse yine yapabilirim. Burada oldu-ğum süre içinde hanedanlığıma önderlik etmek ve korumak görevimdir.”

Mullin’in yakalanması medyayı harekete geçirmişti. Zanlının kentte o ana dek iş-lenen hangi suçların sorumlusu olduğu tartışılıyordu. Ortadan kaybolan ve bazı-larının cesetleri bulunan otostopçu kızları öldüren Mullin denen bu tuhaf genç miydi? Son dönemdeki toplu katliamlar-da parmağı var mıydı? Zaten polisin de öğrenmek istediği bunlardı. Ancak Mullin hâlâ bu konularda tek bir söz etmiyordu.

Polisin imdadına laboratuar hayli kısa bir sürede yetişti. Evlerinde katledilen Fran-cisleri ve Gianeraları öldüren kurşunlar gözaltına aldıkları zanlıya ait tabancadan çıkmışlardı. Kampçı çocukları öldüren de yine aynı tabancaydı. Araştırmalar derin-leştirilerek Herbert Mullin’in daha başka hangi suçları işlediği ortaya çıkarılmalıydı. Onu tanıyanlarla görüşmeler yapılmaya başlandı.

Ailesi zaten büyük bir şok yaşıyordu ve bu

aşamada polise fazla yardımcı olamaya-cakları ortadaydı. Mullin’i tanıyan diğer insanlar da farklı yorumlar yapıyorlardı. Kimisi Mullin için “çok zekiydi” derken, diğerleri “çatlağın biriydi” yorumunu yapıyordu. Birçoğu “son derece dindar” dediği Mullin için yine başkaları “oldukça gergin, sinirliydi” yorumlarını yapmışlar-dı. Son dönemlerine tanık olanlar “Eski-den çok parlak bir gençti, ancak uyuştu-rucu kullanmaya başladığından itibaren ‘dağıttı’” diyerek en çarpıcı yorumları yaptılar.

Kısa bir düre önce ceset parçaları bulu-nan Mary Guilfoyle’yi de Mullin’in öldür-müş olabileceği düşünülüyordu. Rahip Tomei cinayetinde olay yerinde bulunan birkaç parmak izi Mullin’inkilerle eşleş-tiğinde bu olaydan da sorumlu olduğu ortaya çıktı. Medya bu konuda çarpıcı

haberler vermeye başladı. Bu caninin belli bir tarzı yoktu, her türde insanı kat-letmişti.

Düzenlenen basın toplantısından Santa Cruz Başsavcısı Peter Chang adeta mah-cup bir tavırla kent için söylenen o ünlü tanımlamayı onaylıyordu: “Bizim dünya suç başkenti olduğumuzu söyleyenler galiba haklılar.” Sonra da ellerinde Mullin olmasına karşın ikinci bir seri katilin daha saldırılarını sürdürdüğünü açıklayacaktı. Ancak Edmund Kemper yakalanana dek özellikle basından bazı kişiler bütün ci-nayetleri Mullin’in işlediğine inanmayı sürdürdüler.

Savcılık bir an önce davayı açma gayre-tindeydi, bu yüzden delillerin çok kesin olduğu son üç olaydaki toplam on kişinin öldü-rülmesi ele alınacaktı. Rahip Henri Tomei ve Mary Guilfoyle dava-larında deliller henüz kesinleşmemişti, ilk kurban olan evsiz Lawrence White’ın ise Mullin’in kurbanı oldu-ğu henüz bilinmiyordu. Ancak kısa süre sonra bu olayı da Mullin’in gerçekleştirildiği ortaya çıkacaktı.

1 Mart 1973 tarihinde ön duruşma yapıl-dı. Mullin kendisini savunmak istiyordu, ama mahkeme bunun imkansız olduğunu söyleyerek savunmasını yapmak üzere James Jackson adlı bir avukatı görevlen-dirmişti. Mullin ilk duruşmaya iki koca cilt hukuk kitabıyla girdi. Daha hiçbir şey konuşulmadan “Sayın Hakim bütün suçla-maları kabul ediyorum, suçluyum!” dedi ve herkesi şaşırttı. Ancak hakim böylesine önemli bir davada henüz hiçbir şey konu-şulup tartışılmadan bunu kabul edeme-yeceğini söyleyerek Mullin’in talebini geri çevirdi. Avukat Jackson da Mullin’e laf anlatmaya çalışınca tartışma çıktı, Mul-lin avukat istemediğini, kendi kendisini savunabileceğini söyledi. “Beni bir uzun saçlı savunamaz” diye avukatın normal-den biraz uzun saçlarını işaret ediyordu. Hakim Bay Jackson’un çok iyi bir avukat olduğuna Mullin’i ikna etmeye çalıştı. İşin ilginç yanı James Jackson bu tür davaların adamıydı. Otha ailesini katleden John Linley Frazier’ı o savunmuştu. Ve kısa bir süre sonra seri katil Edmund Kemper’i de savunacaktı.

Mahkemede savcılar da dahil herkes Mullin’e daha hiçbir detay konuşulmadan suçlu bulamayacaklarını anlatmaya çalı-şıyordu. Böyle bir karar, sanığa savunma yaptırılmadı diye, anında Yüksek mahke-meden geri dönerdi. Mullin ise inatçılı-ğıyla daha şimdiden herkesi bezdirmişti. Israrla kendi savunmasını yapmak isti-

yordu. Hiçbir açıklamayı mantıkla kavra-yabilecek durumda değildi, saçma sapan konuşmaya başlayınca yargıç duruşmayı başlamadan bitirerek zanlının akıl sağlığı-nın detaylı incelenmesi için emir çıkarttı.

Herbert Mullin’i ayrı ayrı inceleyen birkaç psikiyatrist aynı tanıda birleştiler: para-noid şizofren. Mullin şizofrenlerin bütün genel özelliklerine uyum gösteriyordu: beynin içinde gerçekte var olmayan ko-nuşmalar duymak; parçalara ayrılmış düşünceler, sürekli kuruntuya dayalı bir inanç sistemi, kendini aşırı önemseme. Mullin tipik paranoid şizofren saplantıla-rına sahipti; dünyanın başına gelebilecek felaketler, hasta zihnin devamlı yarattığı komplolar; bunlarla savaşmak gerektiği ve bunu sadece kendisinin yapabileceği.

Mullin’in, o ana dek kanıtlanan olayların ışığında, en azından on kişiyi öldürdüğün-de herkes hemfikirdi. Sorun sanığın ci-nayetleri işlediği sırada aklı başında olup olmadığının belirlenmesindeydi. Eğer ci-nayetleri aklı başında işlemişse yargılanıp ceza alabilirdi. Aklı başında olmamanın

tespit edilebilmesinde en çok kullanılan ve birçok hukuk sisteminde kabul gören yöntem McNaughton standartları olarak bilinir. Kısaca, şayet sanık iyi ve kötü ara-sındaki farkı ayırt edebiliyorsa aklı başın-dadır. Bu da sanığın işlediği suçu gizleme çabasıyla anlaşılabilir; şayet suçu örtbas etmeye çalışmışsa bu, gerçekleştirdiği eylemin kötü olduğunu bildiğine dair bir delildir. Şayet Mullin akıl hastası olarak tanımlanırsa işlediği suçlardan yargılan-mayacaktı.

Bir diğer nokta da sanığın “kısıtlı kapasite”ye sahip olduğunun tespit edil-mesiydi. Şayet Mullin gerçekleştirdiği eylemlerin asıl sonuçlarının neler olduğu-nu anlayamayacak denli rahatsızsa yine birinci derece cinayetten mahkum olma-yacaktı. Avukat Jackson bu temele dayalı bir savunma stratejisi gerçekleştirmeyi kurguluyordu. Bunun için de Mullin’in bütün deliliklerini sergilemesi gereki-yordu. Aynı anda Mullin ise hücresinde kendi yüce felsefesinin başlıca doktrin-lerini kaleme alıyordu. Büyük jüriye her şeyin nedenin anlatmalıydı, onlara Yunus Peygamber’den, Einstein’den, deprem-den söz etmeliydi. Bu zihinsel karmaşa kendisine gerçekten yardım edebilirdi; ancak tabii ki kendini temize çıkarması için değil, deli olduğunun anlaşılmasında.

( Devam edecek )

SERİ KATİLLER VE SERİ KATİLLER 2 KİTAPLARININ YAZARI FİKRET TOPALLI'DAN GERÇEK YAŞAM ÖYKÜLERİ...

Kısaca, şayet sanık iyi ve kötü ara-sındaki farkı ayırt edebiliyorsa aklı başındadır. Bu da sanığın işlediği suçu gizleme çabasıyla anlaşılabilir; şayet suçu örtbas etmeye çalışmış-sa bu, gerçekleştirdiği eylemin kötü olduğunu bildiğine dair bir delildir.

Ortadan kaybolan ve bazılarının ce-setleri bulunan otostopçu kızları öldü-ren Mullin denen bu tuhaf genç miy-di? Son dönemdeki toplu katliamlarda parmağı var mıydı?

Hiçbir açıklamayı mantıkla kavrayabi-lecek durumda değildi, saçma sapan konuşmaya başlayınca yargıç duruş-mayı başlamadan bitirerek zanlının akıl sağlığının detaylı incelenmesi için emir çıkarttı.

19

Page 60: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O Fransa ve Almanya’daki Önemli Telefon Numaraları

ÇİLİNGİRStrasbourg ve çevresi:

06 88 75 14 49Colmar ve çevresi:

06 03 97 98 58Mulhouse ve çevresi:

03 89 43 40 43Metz ve çevresi: 03 87 80 36 43

Mannheim ve çevresi: 06 21 15 32 95

BİLGİSAYARINIZDAN

DOSYALARINIZ MI SİLİNDİ ?

Bozulan PC ve Laptoplarda kalan dosyalar, re-sim ve videolar geri yüklenir.

Format atılan disklerden dosyalar geri alınır. >>> 06 25 94 20 29

T.C. STRAZBURG BAŞKONSOLOSLUĞU hafta içi her gün 08:30-13:00 / 14:00-17:00 saatleri arasında açıktır.

Vatandaş kabulü saat 12:00’ye kadar yapılmaktadır.E-mail: [email protected]

T.C. Karlsruhe BaşkonsolosluğuSantral Numaraları 0 721-98 44 00Eğitim Ataşeliği 0 721-98 44 027Çalışma Ataşeliği 0 721-85 77 87

T.C. Mainz BaşkonsolosluğuSantral Numaraları 0 6131-98 26 00Eğitim Ataşeliği 0 6131-98 26 031Çalışma Ataşeliği 0 6131-98 26 027

T.C. Stuttgart BaşkonsolosluğuSantral Numaraları 0 711-16 66 70Eğitim Ataşeliği 0 711-26 40 57

Çalışma Ataşeliği 0 711-24 07 10

Merkez HastanelerKlinikum Mannheim 0 621-383-0Klinikum Karlsruhe 0 721-974-0Klinikum Stuttgart 0 711-253-00

İdari BirimlerMannheim Valiliği 0 621-293-93 00Karlsruhe Valiliği 0 721-133-10 10Stuttgart Valiliği 0 711-216-25 54

BelediyelerMannheim Santral 0 621-293-0Karlsruhe Santral 0 721-133-0Stuttgart Santral 0 711-216-0

Turizmle ilgili BirimlerMannheim Turizm Bürosu 0 621-10 10 11Karlsruhe Baden-Baden Havaalanı 0 7229 -66 20 00Stuttgart Havaalanı 0 1805-94 84 44

Acil NumaralarMannheim Karlsruhe Stuttgart

İtfaiye 112Polis 110Mannheim MVV-Elektrik ve Gaz 0 621-290-0Karlsruhe Stadtwerke-Elektrik ve Gaz 0 721-599-0Stuttgart EnBW-Elektrik ve Gaz 0 711-289-0

Konsolosluk evinize taşınıyor: 2010 yılında uygulanan harç miktarları dahil her türlü detaylı bilgiyi edinebileceğiniz adres

www.e-konsolosluk.net

İŞLEMİN CİNSİ Tutarı

TAAHHÜTNAME,MUVAFAKATNAME,İMZA TASDİKİ 17,00 €

ÖZEL VEKALETNAME(Beher imza) 14,00 €

GENEL VEKALETNAME(Beher imza) 24,00 €

DOĞUM KAYIT BELGESİ,EVLENMEKAYIT BELGESİ ÜCRETSİZ

ACTE DE MARİAGE, ACTE DE NAİSSANCE ÜCRETSİZ

TERCUME, FOTOKOPI TASDİKİ. (Beher sayfa) 11,00 €

TESPİT VE TUTANAK HARÇLARI 24,00 €

DÜZELTME HARCI(İMZA BAŞINA) 4,00 €

MÜKAVELE FESİH HARCI 10,00 €

RES’EN SENET, BABALIĞI TANIMA SEN. 75,00 €

K O N S O L O S L U K H A R Ç L A R I

İMZA VE MÜHÜR TASTİKİ 14,00 €

İMZA VE MÜHÜR TASTİKİ METNE ŞAMİL 28,00 €

KANUNLARA UYGUNLUK HARCI 14,00 €

BELGE, TUTANAK, ŞERH HARCI (1. SAYFA) 14,00 €

TEREKE MÜHÜRLENMESİ 35,00 €

P A S A P O R T H A R Ç L A R I

6 AY UZATMA 25,00 €

1 YIL UZATMA 36,00 €

2 YIL UZATMA 59,00 €

3 YIL UZATMA 83,00 €

4 VE 5 YIL UZATMA 117,00 €

D E Ğ E R L İ K A Ğ I T L A R

PASAPORT CÜZDAN BEDELİ 27,00 €

NÜFUS CÜZDANI 3,00 €

ULUSLARARASI AİLE CÜZDANI 22,00 €

NOTER KAĞITLARI 3,00 €

VEKALET, PROTESTO, RESEN SENET KAĞITLARI 5,00 €

BEYANNAME 3,00 €

SÜRÜCÜ BELGELERİ 29,00 €

EURO ÜLKELERİ T.C. BAŞKONSOLOSLUKLARINDA 2011 YILINDA UYGULANAN HARÇ MİKTARLARI

Vatandaşlarımız, karşılaştıkları hukuki ve adli sorun-lara ilişkin olarak Başkonsolosluğumuz bünyesinde görev yapmakta olan Hukuk Danışmanımıza Çar-

şamba günleri 09:00 – 13:00 saatleri arasında bizzat müracaat edebilirler.

Santral N°Fax N°

03 88 36 68 14 03 88 37 97 39

Danıșma 03 88 36 68 1403 88 24 74 44

Pasaport ișlemleri 03 88 24 77 33 03 88 24 77 31

Nüfus ve Doğum ișlemleri 03 88 24 77 35Cenaze ișlemleri 03 88 24 74 06Askerlik ișlemleri 03 88 24 74 09

03 88 24 74 06Noter ișlemleri 03 88 24 77 32Çifte Vatandaşlık ișlemleri 03 88 24 74 06

03 88 24 74 09Doğum, Evlenme, Ölüm, Kayıt ve Ehliyet 03 88 24 77 32Vize ișlemleri 03 88 24 74 43Tebligat-Kasa 03 88 24 74 42Eğitim Ataşeliği 03 88 52 97 09Çalışma Ataşeliği 03 88 37 14 27Din Hizmetleri Ataşeliği 03 88 36 86 44

T.C. Paris Büyükelçiliği 01 53 92 71 12T.C. Paris Başkonsolosluğu 01 56 33 33 33Av. Kons. Nezdinde Türkiye Daimi Tems. 03 88 36 50 94Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğu 0090/212 334 87 30Fransa’nın Ankara Başkonsolosluğu 0090/312 455 45 45

Santral 04 72 83 98 40Passport(Düzenleme) 04 72 83 98 45Passport5Uzatma) 04 72 83 98 51Askerlik 04 72 83 98 54Noter 04 72 83 98 46Nüfus 04 72 83 98 47Evlenme 04 72 83 98 53Güvenlik 04 72 83 98 55Kasa 04 72 83 98 52Çalışma Ataşeliği 04 72 74 26 73Eğitim Ataşeliği 04 78 24 33 00Din Hizmetleri Ataşeliği 04 78 65 01 21Appel d'Urgence Européen 112SAMU SOCIAL 115Enfance Maltraitée 119

Turizmle İlgili BirimlerStrasbourg Turizm Bürosu 03 88 52 28 28Entzheim Havaalanı 03 88 64 67 67Mulhouse / Basel Havaalanı 03 89 90 31 11S.N.C.F. ( Tren ) 36 35C.T.S. ( Otobüs ve Tramvay ) 03 88 77 70 11

Acil Numaralarİtfaiye 18Polis 17

Jandarma 03 88 37 52 99S.A.M.U. 15Elektrik 03 88 18 74 00Gaz 03 88 75 20 75

T.C. Lyon Başkonsolosluğu

Servislerimizin doğrudan(direkt) numaraları (14:00 - 17:00 arası)T.C. Strasbourg Başkonsolosluğu

SIH

Hİ T

ESİS

ATÇ

I İBR

AH

İM C

EYL

AN

Kan

aliz

asyo

n ve

bor

u tık

anık

lıkla

rında

ve ac

il du

rum

lard

a 24 s

aat h

izm

et!

Her

türlü

su te

sisat

işle

ri / K

API

MA

TEL

.: 06

88 75

14 49

20

En guzeli sizin olsun >>> 06 25 94 20 29

Page 61: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 21

Page 62: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 O 22

Page 63: OBJEKTIF 02.2012

[email protected] OObjektif Gazete 2 | Şubat / Février 2012 * N° 68 23

Page 64: OBJEKTIF 02.2012

iSTANBUL

225 EUR

KAYSERi

278 EUR

TRABZON

266 EURKONYA

283 EUR

ANKARA

266 EUR

ANTALYA

266 EUR

DiYARBAKIR

307 EUR

GAZiANTEP

266 EUR

iZMiR

266 EUR ADANA

283 EUR

SAMSUN

283 EUR

*Fiyatlar 29 Şubat 2012 tarihine kadar satın alınacak biletler ve sınırlı sayıda koltuk için geçerlidir. Biletlerinizi www.thy.de adresinden, çağrı merkezini arayarak ya da yetkili acentelerden temin edebilirsiniz.

FR: +33 825 800 902, DE: +49 1 805 849 266

Basel’den memlekete* Nisan’da ve Mayıs’ta uçmak için

acele edin, kazançlı çıkın!