gencbasak yunus

71

Upload: hasanhasokeyk

Post on 30-Jun-2015

453 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Gencbasak YUNUS
Page 2: Gencbasak YUNUS

EDİTÖR

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 1

Ocak - 2011 Sayı:2

Başakşehir LisesiAdına SahibiFaris ÖZEK(Okul Müdürü)

Genel Yayın YönetmeniYunus KOŞAR(Türk Dili ve Edebiyatı Öğrt.)

Yayın KuruluZeliha DÜNDAR(Türk Dili ve Edebiyatı Öğrt.)Uğur KOÇMANZeynep KİBİROĞLUElbilge KIRIMHezar GEZİCİTolga ÜÇEYLER

İletişim BilgileriTel: 0212 487 76 [email protected] sayılarımızda dergimize reklam vermek isteyenler için Tel: 0506 218 34 36

Grafik - TasarımÇetin Matbaacılık - Yunus KoşarDavutpaşa Cd. Güven Sn. Sit. Topkapı / İstanbulTel: 0212 576 59 85e-mail: [email protected]

Not: Değerli öğretmenlerimiz ve sevgili öğrenciler, dergimiz için yazılı eserlerinizi [email protected] adresine her ayın 15’ini aşmayacak şekilde gönderebilirsiniz. Katkılarınız için şimdiden çok teşekkürler.

YAYIN KURULU

Merhabalar,

Sayın velilerimiz değerli öğrencilerimiz,Dergimizin ilk sayısına göstermiş olduğunuz ilgi ve teveccühten dolayı her birinize ayrı ayrı dergi

komisyonumuz adına teşekkür ederim.

Zamanın her anı bütün insanlar için ayrı bir değere sahiptir. Yaşadığımız anın kıymetini çoğu zaman bilemeyiz. Ne zamanki elimizde olanları kaybederiz: o zaman, bize geçmiş daha tatlı gelmeye başlar. Hatırlayın şöyle birkaç yıl öncesini özlemle andığınız zaman dilimleri ne kadar çoktur. İşte bu gün, şu an ,yarın için geçmiş zaman olacak. Peki, bu günün kıymetini bilebiliyor muyuz? Egomuza söz geçi-remediğimiz anlarda dostlarımıza arkadaşlarımıza verdiğimiz üzüntünün telafisi yarın mümkün olabi-

lecek mi? Ufacık çıkarlar için harcadığımız samimiyet dolu sohbetlerimizi yarın tekrar yapabilecek mi-yiz? ‘ ben ’ diye başlayan ve hep ‘ ben ’ diye biten ve ‘ ben’ üzerine bina ettiğimiz küçücük dünyamız-

da her gün biraz daha yalnızlaştığımızın ne zaman farkına varacağız?

Birbirimize ne kadar çok ihtiyacımız var farkında mısınız? Yarın her birimizin çocuğu büyüyecek ve ço-cuklarımız birbirlerine ihtiyaç duyacaklar. Her biri başka bir meslekle iştigal olacak. Peki, aramızda bü-

yütüp geliştiremediğimiz dostluklarımızı arkadaşlıklarımızı çocuklarımıza nasıl aktaracağız? Onlara mutlu bir geleceği nasıl bırakacağız?

Bakın aynı gök kubbenin altında, aynı havayı teneffüs ederek yaşıyoruz. Aynı şehirde, aynı mahalle-de, aynı binada beraberiz. Peki, birbirimize neden selam vermiyoruz? Birbirimizi birleştirici, aramızdaki dostluk ve samimiyet duygularını pekiştirmek yerine, birbirimize güven ve samimiyet duygularımızı kö-

relten yanlarımızı geliştiriyoruz. Etrafımıza gülümseyerek bakmak, güvenmek ve güven vermek yerine şüpheli, sorgulayıcı, hatta yargısız infaza varan tavırlar sergiliyoruz.

Mutlu olmak etrafımızdakileri mutlu etmek bizim dilimizde. Öncelikle selam. Birbirimize mutlaka selam verelim. Tanıyalım ya da tanımayalım fark etmez, sadece aynı gök kubbeyi paylaşıyor olmamız hatırı-

na selam. Yüce peygamberimiz bakın ne buyuruyor: Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir işi göstereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız. Bir başka sözünde ise “İnsanların en âcizi dua

etmeyen, en cimrisi de selam vermeyendir ” buyuruyor.

Selam vermediğimiz için birbirimizi tanıyamıyoruz. Birbirimize yaklaşamıyoruz. Birbirimizle paylaşa-mıyoruz ve paylaşamadığımız için de kaynaşamıyoruz. Birbirimizi kafamızda geliştirdiğimiz kendimize ait düşüncelerle tanıyoruz. Ve çoğu zaman da ön yargıya varan düşünceler geliştiriyoruz. Selam; de-

dikoduyu, gıybeti, kıskançlığı, önyargıyı yok etmenin ilk adımı. Hadi hepimiz bu ilk adımı atalım sonra-sı zaten gelecek çünkü bizler; mekânlara ve zamanlara sığmayan Yunus’un, Mevlana’nın, Yesevi’ nin,

Hacı Bektaşi Velinin torunlarıyız. Bizim anlayışımızda:

düşünceleri vardır.

Bizi biz yapan değerlerimizin üzerine küller serpmezsek, ayrılıklarımızı parlatmazsak, aramızdaki hoşgörü ve diyalog köprülerini daha güçlü kılarsak; şu fani dünyada bizden daha güçlü bir ülke – top-lum, bizden daha mutlu bir millet olur mu? Bayrağına, milletine, atalarından gelen değerlere bizim ka-dar sıkıca sarılan, zalime karşı her daim mazlumun yanında olan bizim milletimiz kadar samimi başka

bir millet var mıdır acaba? İşte bu güzel hasletlerimizi daha da güçlendirmek için herkese kucak dolusu selam!

Saygılarımla

Yunus KOŞARTürk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

[email protected]

Hak cihana doludur, Gelin tanış olalım,Kimseler Hakkı bilmez İşin kolayın tutalımO’nu sen senden iste, Sevelim sevilelim,O senden ayrı olmaz Dünya kimseye kalmaz

Dünyaya gelen geçer, Yunus sözün anlar isen,Bir bir şerbetin içer Mani’sini dinler isenBu bir köprüdür geçer, Sana iyi dirlik gerek,Cahiller onu bilmez Bunda kimseler kalmaz (Yunus Emre)

Page 3: Gencbasak YUNUS

VASİYETNAME

ATATÜRK, TÜRK TARİH KURUMU‘NU NEDEN KURDU

BAŞAKŞEHİR LİSESİ2

Atatürk’ün direktifleriyle, 16 üye tarafından, 15 Nisan 1931’de “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” adı

altında kurulan Kurum’un adı 3 Ekim 1935’te Türk Tarih Kurumu’na çevrildi.

Bakanlar Kurulu’nun 21.X.1940 gün ve 2/14556 sayılı kararnamesi-

yle kamu yararına çalışan dernekler arasına alınan Türk Tarih Kurumu, 11.VIII.1983 gün ve 2876 sayılı yasa ile T.C. Atatürk Kültür, Dil ve Tar-ih Yüksek Kuru-mu’na

bağlı bir kuruluş durumuna ge-

ti-r i lmiştir. Anayasanın A t a t ü r k K ü l t ü r ,

Dil ve T a r i h Y ü k -s e k K u -rumu

ile ilgili maddesi ise

şöyledir: Madde

134. – A t a t ü r k ç ü d ü ş ü n c e y i , Atatürk ilke ve ink ı lâplar ın ı , Türk kültürünü,

Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yay-

mak amacıyla; Atatürk’ün manevî h i m a y e l e r i n d e ,

Cumhurbaşk anının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Ku-rumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kül-

tür Merkezinden oluşan, kamu tüzelkişiliğine sahip “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih

Yüksek Kurumu” kurulur.Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kuru-

mu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatler saklı olup kendilerine tahsis edilir.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yük-sek Kurumunun; kuruluşu, organları, çalışma usulleri ve özlük işleri ile kuruluşuna dâhil kurumlar üzerindeki yetkileri kanunla düzenlenir.

Atatürk, yaşamının son gün-lerine dek Kurum’un çalışmalarına kendisi önderlik etmiş, çalışma planını kendisi çizmiştir. Türk ve Türkiye tar-ihini aydınlatacak araştırmacılara yol gösterici nitelikte aşağıdaki direktifle-ri vermiştir:

“… Tarih yazmak, tarih yap-mak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”

“Biz daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani old-ukça ifadeye cüret gösteren adamlar olmalıyız.”

Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’na ve çalışmalarına verdiği önem, 5 Eylül 1938′de düzenlediği vasiyetnames-inde parasal varlığından Kurum için de bir pay ayırmasıyla kanıtlanmıştır. Türk Tarih Kurumu’nun ana geliri, bu vasi- yet nameye uygun olarak, Atatürk’ün İş Bankası ’ndaki hisse senetlerinden oluşmaktadır.

ATATÜRK ‘ÜN TÜRK TARİH KURUMU HAKKINDA SÖYLEDİĞİ SÖZLER1 Kasım 1934 Kültür işlerimiz üzerine, ulusça

gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz, bu işlerin başında da Türk tarihini, doğru temelleri üstünde kurmak, öz Türk di-line, değeri olan genişliği vermek için candan çalışmakta olduğumuzu söylemeliyim. bu çalışmaların göz kamaştırıcı verimlere erişeceğine şimdiden inanabiliriz.

1 Kasım 1935 Kültür kınavımızı, yeni ve modern

esaslara göre teşkilâtlandırmaya dur-madan devam ediyoruz. Türk Tarih ve

Dil çalışmaları büyük inanla beklenilen ışıklı verimlerini şimdiden göstermek-tedir.

Atatürk, 1 Kasım 1936’da Türki-ye Büyük Millet Meclisi’nin V. dönem 2. yasama yılının açılış konuşmasında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun geleceği ile ilgili dilekleri-ni şu sözlerle dile getirmişti:

Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan, Türk Tarih Kuru-mu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni gerçek ufuklar açan, ciddî ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihi-mizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kül-türünde başlangıcı temsil ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle or-taya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleye-bilirim. (Alkışlar) Tarih Kurumunun Alacahöyük’te yaptığı kazılar sonu-cunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddî Türk tarih belgeleri, dünya kültür tarihinin yeni baştan in-celenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayının aydınlık sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulu-sal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bil-im adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.

1 Kasım 1937 Türk Tarih ve Dil Kurumlarının,

Türk Millî varlığını aydınlatan çok kıymetli ve önemli birer ilim Kurumu mahiyetini aldığını görmek hepimizi sevindirici bir hâdisedir. Tarih Kuru-mu; yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki hafirler, ortaya çıkardığı es-erler, şimdiden bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya başlamış bu-lunuyor.

Page 4: Gencbasak YUNUS

Türk Tarih Kurumu’nu Tanıyalım

Türk Tarih Kurumu, ülkemizde bizzat Atatürk’ün direktifleriyle kuru-lan kurumların başında gelmektedir. Atatürk, özellikle Avrupa devletlerinin ders kitaplarında yer alan Türklerin ikinci sınıf bir millet oldukları (secon-daire) iddialarına ve “barbar” deyimi kullanılarak bir istilacı kavim şeklinde gösterilmelerine karşılık, bunun böyle olmadığını ve cihan tarihinde en eski çağlardan beri hakiki yer-inin ne olduğunun ve medeniyete ne gibi hizmetlerinin bulunduğunun araştırılması gerektiğine inan-maktaydı.

İşte bu sebeple, 28 Nisan 1930 tar-ihinde, Atatürk’ün de bizzat katıldığı Türk Ocakları’nın VI. Kurultayı’nın son oturumunda, O’nun direktifle-riyle, Âfet İnan tarafından 40 imzalı bir önerge sunulmuş ve “Türk tarih ve medeniyetini ilmî surette tedkik etmek için hususi ve daimî bir heye-tin teşkiline karar verilmesini ve bu heyetin azasını seçmek salahiyetinin Merkez heyetine bırakılmasını teklif ederiz” denilmiştir.

Aynı gün Kurultay’da yapılan görüşme sonucunda Türk Ocakları Kanunu’na, 84. madde olarak “Merkez Heyeti, Türk tarih ve medeniyetini ilmî surette tedkik ve tetebbu eylemek vazifesiyle mükellef olmak üzere bir Türk Tarih heyeti teşkil eder” şeklinde bir madde eklenmiştir. Bu karar çer-çevesinde 16 üyeden oluşan bir “Türk Tarihi Tedkik Heyeti” teşkil edilmiş, heyet ilk toplantısını 4 Haziran 1930 tarihinde yapmış, Yönetim Kuru-lu ve diğer üyeleri seçmiştir. Yönetim Kurulu: Başkan Tevfik Bıyıklıoğlu,

Başkanvekilleri Yusuf Akçura ve Samih Rıfat, Genel Sekreter Dr. Reşit Galip, Üyeler: Âfet İnan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Hâmid Zübeyir Koşay, Halil Edhem, Ragıb Hulûsi, Reşid Safvet Atabinen, Zâkir Kadîrî,

Sadri Maksudi Arsal, Mesaroş (An-kara Etnografya Müzesi uzmanı), Mükrimin Halil Yinanç, Vâsıf Çınar ve Yusuf Ziya Özer’den teşekkül etmiştir.

Bu heyet, “Türk Tarihinin Ana Hatları” adıyla yaptığı ilk çalışmayı yayımlamıştır.

Böylece temeli atılan Türk Tar-ih Kurumu, 29 Mart 1931 tarihinde Türk Ocakları’nın VII. Kurultayı’nda kapatılma kararı alınınca, bu defa 12 Nisan 1931’de “Türk Tarihi Tedkik Ce-miyeti” adı ile yeniden teşkilatlanmış ve 1930’daki ilkeler temel alınarak faa-liyetlerine devam etmiştir. Kurumun adı 1935 yılında “Türk Tarihi Araştırma Kurumu” olarak değiştirilmiş, daha sonra ise “Türk Tarih Kurumu”na çevrilmiştir.

Kurum bu dönem içerisinde dört ciltlik lise tarih kitaplarını, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Anadolu Beylikleri’ni, bazı kazı raporlarını, Pîrî Reis’in “Kitâb-ı Bahriye” ve haritasını basmış, 1937 yılından itibaren ise, adını bizzat Atatürk’ün koyduğu, BELLETEN yayın hayatına başlamıştır.

Atatürk, hayatının son dönem-lerine kadar Kurumun çalışmalarıyla yakından ilgilenmiş, birçok defa çalışma planını kendisi tesbit etmiş ve birçok toplantıya bizzat katılmıştır. O’nun bu Kurum’a ve tarihe verdiği önem, 5 Eylül 1938’de düzenlediği vasiyetnâme ile, İş Bankası’ndaki

hisselerinin gelirinin yarısını Türk Tarih Kurumu’na bağışlamasından anlaşılmaktadır. Nitekim Atatürk’ten sonra gelen bütün Cumhurbaşkanları da bir gelenek olarak Kurum’un ko-ruyucu başkanları olmuştur. 25 Mayıs 1940’ta İçişleri Bakanlığı’nca onayla-nan yeni cemiyetler kanununa göre yeniden düzenlenen tüzüğünün 2. maddesinde, Kurum’un Reisicumhur İsmet İnönü’nün yüksek himayeleri altında bulunduğu hükmü yer almış, 3. maddesinde de, “Maarif Vekili bu Kurum’un fahrî reisidir” denilmiştir. Kurum, Bakanlar Kurulu’nun 21 Ekim 1940 tarih ve 2/14556 sayılı kara-rnamesiyle “Kamu Yararına Çalışan Dernekler” arasına alınmıştır. Türk Tar-ih Kurumu, tüzelkişiliğe sahip olarak, 7 Kasım 1982’de kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 134. mad-desi ile kurulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesine da-hil edilmiştir. Türk Tarih Kurumu bu dönemden itibaren de ilk kuruluş amaçları doğrultusunda çalışmalarına devam etmiş ve etmektedir.

‘’Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.’’ Mustafa Kemal Atatürk

VASİYETNAME

Page 5: Gencbasak YUNUS

RÖPORTAJ

BAŞAKŞEHİR LİSESİ4

Öncelikle öğretmeniniz şahsında sizi tebrik ederim. Öğret-menler öncelik etmezse öğrenciler tek başına yolunu bulamaz, aydınlığa kavuşamaz. Siz şanslısınız Yunus Bey gibi gayretli, is-tekli bir hocamız var. Bu tür faaliyetlerle kişinin topluma kazandı-rılması ve başarı kazanmasının yanında öğrenim hayatında ve ki-şilik gelişiminde çok önemlidir. Başarılı olmanız, hayatta daha a-tak ve verimli olmanızı sağlar. Bu sebeple sizleri kutluyorum ve başarılarınızın devamını diliyorum. Şimdi sormak istediğiniz so-rular varsa başlayabiliriz.

Ozan DOLAŞ: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?Doğum yerim Kars-Sarıkamış. Meslek hayatımın yarısına

yakın bir kısmını çeşitli ilköğretim okullarında, liselerde edebiyat-Türkçe öğretmenliğiyle geçirdim. Bir sürede okul müdürlüğü yap-tım. 2008’den beri Başakşehir ilçe milli eğitim müdürlüğü görevini yönetiyorum. Meslek hayatımın toplamında 26 yıllık hizmetim var. Öğretmenliği hep severek hep istekle, zevkle ve ilk günkü heye-canla yaptım. Şimdiki mesleğim biraz farklı. Bir ilçenin eğitim yö-netimi. Bu görevimi de öğretmenlik yıllarımda ki gibi aynı hislerle yürütüyorum. Ama bu görevimi öğretmen olduğumu unutmadan, asli kimliğimi kaybetmeden yürütüyorum.

Kübra UZUN: Göreve geldiğinizden beri yaptığınız deği-şiklikler ve geleceğe yönelik planlarınız nelerdir?

Göreve ilk geldiğimde Başakşehir ilçesinde çok büyük bir o-kul açığı vardı. Üç ilçeden üç bölge Başakşehir’e aktarılmıştı. Üç farklı yapıda, üç farklı sosyal yapısı olan, veli, öğrenci ve okul se-

viyesi ayrı olan üç bölgemiz oldu. Somut örnek verirsek; bir okulu-muzda sınıf mevcudu yetmişken diğer bir sınıfta yirmiydi. Bu bü-yük bir uçurum. İlçenin kuruluşunda bütün okulları gezdik. Durum tespitinde bulunduk. Kaymakamla, belediye başkanıyla ve il mil-li eğitim müdürlüğüyle görüştük ve bazı kararlar aldık. Bu karar-lar neticesinde acil okul yapılması gereken yerlere okullar yapıldı. Gecekondu bölgesinde okul ve öğretmen açığımız fazla. Bu ko-nuda yetkili yerlerle sürekli temas kuruyoruz ve onları bilgilendiri-yoruz. Öğretmen tayin edemiyorsak üniversite mezunu ücretli öğ-retmenleri göreve getiriyoruz.

Semih İMAN: Sizin okuduğunuz eğitim dönemiyle şimdi-ki eğitim dönemi arasındaki farklar nelerdir?

Biz sizden şanssız bir dönem yaşadık. Eğitim imkânları çok kısıtlı, ülke yoksul, hayat standartları bugüne göre çok gerideydi. Bu durum içinde sorumluluk sahibi bireyler çok çalışarak önemli yerlere gelebildi. Bugün ise Türkiye’de okul standartları çok yük-sek. Tek sorunumuz var; teknoloji ölçüsünde kullanılmıyor. Birçok arkadaşımız bu teknolojik araçlar önünde çok vakit harcıyor. U-nutmayın ki her şey ölçüsünde kullanıldığı zaman yararlıdır. Siz-lere tavsiyem şimdiden önünüze bir hedef koymanız ve bu he-def doğrultusunda yürümeye başlayın. Soruyu biraz fazla geniş-lettim galiba.

Simla ATALAR: Eğitim alanında gördü-ğünüz eksiklikler var mı?

Eksiklerimiz; hala gelişmiş ülkeler düzeyin-de eğitim veremeyişimiz, nüfus yoğunluna göre derslik ve okul sayımız olmaması ve öğretmen

Sazın üç teli gibi; öğrenci, öğretmen, veli kavramları da uyum içinde çalışırsa öğrenci düzenli ve başarılı olur.

Milli Eğitim Müdürü İle Röportaj

Page 6: Gencbasak YUNUS

sayımızın öğrenci sayımızdan az olmasıdır. Bu eksiklikler gideril-diği zaman eminim ki eğitim düzeyimiz gelişmiş ülkelerin düzeyi-ne çıkacaktır.

Ozan DOLAŞ: Öğretmen öğrenci veli arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devir artık değişti. Anne baba çocuğunu dinliyor. Onun hayal-lerini, duygularını öğreniyor. Artık öğretmen merkezli eğitim orta-dan kalktı. Öğrencinin derse katılımı sağlanıyor. Öğretmende bu katılımdan çıkarttığı sonuçlarla öğrencinin eksiklerini tamamlıyor. Eskiden öğretmen ne derse annede baba da öğrenci de ona u-yardı. Şimdiyse öğretmen öğrenciye destek olup onun önünü açı-yor. Eğer ki sazın üç teli gibi öğrenci öğretmen veli kavramları da uyum içinde çalışırsa öğrenci düzenli ve başarılı olur.

Kübra UZUN: Eğitimde kullanılan materyaller biz öğren-cilere yetersiz geliyor. Bu konuyla ilgili düşünceleriniz neler-dir?

Başakşehir bölgesinde bir tane lisenin olması büyük bir şans-sızlık. Mevcut öğrenci sayısı iki bine yaklaşmış. İki bin kişiyi de bir çatı altında tutmak zordur. Bu aşırı okul nüfusu kullanılan mater-yal ve başarıyı olumsuz yönde etkiliyor. İkinci bir okul, daha dü-şük nüfuslu derslikler daha iyi araç gereç ve donanımı için ola-nak sağlar.

Semih İMAN: Geçtiğimiz günlerde okul üniformalarının kaldırılıp serbest kıyafet uygulamasının getirileceği söylen-mişti. Bu konudaki gelişmeler nelerdir?

Bu konuda bakanlığın özel bir planlaması vardı. Ama teks-til sektörünün zarara uğraması ve bu sektördeki işsizlik nedeniy-le bakanlıktan bu projenin ertelenmesi rica edildi. Bir çalışma ya-pıldı. Ancak daha yönetmelik çıkmadı. Benim bu konudaki kişisel kanaatim; ahlak kuralları çerçevesinde gerçekleştiği takdirde bu çalışmanın yürürlüğe girmesidir. Yani serbest kıyafet çalışması-nın uygulanması taraftarıyım.

Başakşehir İstanbul genelinde gerek SBS gerekse ÖSS sına-vında otuzdokuz ilçe arasında ilk altıya girdi.

Simla ATALAR: Başakşehir’in eğitim alanındaki önemi nedir?

Başakşehir İstanbul genelinde gerek SBS gerekse ÖSS sına-vında otuzdokuz ilçe arasında ilk altıya girdi. Eğitim kalitesi çok i-yi. Genel ortalamamız yüksek hedefimizde İstanbul’da ilk beşe girmek. Bu hedefe ulaşmak için bütün çalışmalarımızı bu yöne

konuşlandırdık. Planlarımızı buna göre yapıyoruz. Yaptığımız bu planlarda rakamlarla öncelikli hedeflerimizi belirliyoruz. Başakşe-hir bu yönüyle iyi bir konumda. Şuanda ilk altıda olmak yeni ku-rulan bir ilçe için çok iyi. Yani diğer ilçelerin yüzlerce yıldır var ol-duğunu düşünürsek. Bundan sonrası eminim ki çok daha iyi o-lacaktır.

Ozan DOLAŞ: Okullarda yapılan sosyal etkinlikler çok az. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir ?

Okullar geçmiş dönemlerde sadece sınıf olarak düşünülmüş. Yeni projelerde okulun bundan ibaret olmadığının, sosyal ve spor alanlarının kurulması, çok amaçlı salonların bulunması gerekliliği-nin farkına varıldı. Artık okul projelerine bunlarda katılıyor. Eksik-ler giderilmeye çalışılıyor. Gençler enerjilerini sporla harcayamaz-sa kültürel faaliyetlerle kendi gelişimlerini tamamlayamazsa bir i-şe yaramazlar. Bu alanların açılması ve uygulanması konusunda bakanlıkla çalışıyor müdürlere direktifler veriyoruz. Okul müdürle-ri, okul aile birlikleri ve çeşitli kurumlarla bazı boş alanları bu ko-nuda işe yarayacak yapılar ile genişletiyoruz.

Kübra UZUN: Okul dergimiz hakkında ne düşünüyorsu-nuz? Olmasını istediğiniz konu ya da sayfalar var mı?

Dergi gerçekten çok başarılı. Emek harcanmış, öğrenci ön planda. Tarih konularına ağırlık verilmiş, ÖSS’ye yönelik bilgiler verilmiş. Sırf dergi çıkarttık demek için değil gerçekten okunma-sı için yapılmış. Konular çok doyurucu ama özellikle onikinci sı-nıf öğrencileri ve sizler için meslek tanıtımı da yapılmalı bence.

Semih İMAN: Yunus Hocamız 1 Haziran tarihini ‘’ Gün Ba-şakşehir Lisesi Günü ‘’ adıyla geleneksel hale gelecek bir program düşünüyor. Bu konuda sizlerin ne gibi düşünce ve katkıları olur?

Yunus Bey gibi bir öğretmene sahip olduğunuz için gerçek-ten çok şanslısınız. Bu projeye tabii ki yardımcı oluruz ama daha kâğıt üzerinde bir şey yok. Yunus Bey çalışmalarını tamamlar bi-ze bir sunum yapar. Şimdiden bu konuda yorum yapmak yanlış o-labilir. Biz söz verdik mi tutarız.

Simla ATALAR: Son olarak öğrencilere tavsiyeleriniz ne-lerdir?

Kendinize bir hedef koyun ve o hedefe ulaşmak için istekli ve gayretli olun. Bu zaman da çalışmak gerçekten çok zor. Zorlu bir dönemdesiniz ve rakipleriniz çok güçlü. Bu sorunların farkına va-rıp emek vererek çalışırsanız ileride rahat edersiniz. Zamanınızı boşa harcamayın.

RÖPORTAJ

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 5

Başakşehir İstanbul genelinde gerek SBS gerekse ÖSS

sınavında otuzdo-kuz ilçe arasında

ilk altıya girdi.

Page 7: Gencbasak YUNUS

YaşamıMehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının

aralık ayında İstanbul’da, Fatih ilçe-sinin Sarıgüzel semtinde dünyaya geldi. Nüfusa kaydı, babasının do-ğumundan sonra imamlık yaptığı ve Âkif’in ilk çocukluk yıllarını geçirdi-ği Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfüs kağıdında doğum yeri Bayramiç olarak görünür[2]. An-nesi Buhara’dan Anadolu’ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Ha-nım; babası ise Kosova’nın İpek ken-ti doğumlu, Fatih Camii medrese ho-calarından Mehmet Tahir Efendi’dir. Mehmet Tahir Efendi, ona doğum ta-rihini belirten “Ragif” adını verdi. Ba-bası vefatına kadar Ragif adını kullan-sa da bu isim yaygın olmadığı için ar-kadaşları ve annesi ona “Âkif” ismiy-le seslendi, zamanla bu ismi benim-sedi[3]. Çocukluğunun büyük bölümü annesinin Fatih Sarıgüzel’deki evin-de geçti. Kendisinden küçük, Nuriye adında bir kız kardeşi vardır.

Öğrenim Yıllarıİlköğrenimine Fatih’te halkalı bay-

tar mektebinde o zamanların âdeti ge-reği 4 yıl, 4 ay, 4 günlükken başladı. 2 yıl sonra iptidai(ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğren-meye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Bir yandan da Fatih Camii’nde Fars-ça derslerini takip etti. Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Âkif, rüşti-yedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arap-ça, Farsça ve Fransızcada hep birinci oldu. Bu okulda onu en çok etkileyen

kişi, dönemin “hürriyet-perver” aydınlarından birisi olan Türkçe öğ-retmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi idi.

Rüştiyeyi bitir-dikten sonra anne-si medrese öğreni-mi görmesini istiyor-du ancak babası-nın desteği sonucu 1885’te dönemin göz-de okullarından Mülki-ye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmek-te iken babasını kaybet-mesi ve ertesi yıl büyük Fa-tih yangınında evlerinin yan-ması aileyi yoksulluğa düşür-dü. Babasının öğrencisi Mus-tafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaptı, aile bu eve yerleşti. Ar-tık bir an önce meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen Meh-met Âkif, Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteri-ner yüksekokulu olan Ziraat ve Bay-tar Mektebi’ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kayıt oldu.

Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi’nde bakteriyoloji öğretme-ni Rıfat Hüsamettin Paşa pozitif bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu[5]. Okul yıllarında spora büyük ilgi gös-terdi; mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan’dan güreş öğrendi; başta gü-reş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışla-rına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. Mektebin bay-tarlık bölümünü 1893 yılında birincilik

-le bitirdi.Mezuniyetinden sonra Mehmet

Âkif, Fransızcası’nı geliştirdi. 6 ay içinde Kur-an’ı ezberleyerek hafız. Hazine-i Fünun Dergisinde 1893 ve 1894’te birer gazeli, 1895’te ise Mek-tep Mecmuası’nda “Kur-an’a Hitab”, adlı şiiri yayınlandı, memuriyet haya-tına başladı.

Memurluk HayatıOkulu bitirdikten hemen sonra Zi-

raat Bakanlığı’nda memur olan Meh-met Âkif, memuriyet hayatını 1893–1913 yılları arasında sürdürdü. Ba-kanlıktaki ilk görevi veteriner müfet-

Milli Şairimiz

Mehmet Akif Ersoy(28 ARALIK 1873-27 ARALIK 1936)

Arnavut asıllı Türk olan Cumhuriyet Dönemi şairi, düşünür, veteriner, öğretmen, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi, yüzücü, milletvekili.Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal marşı olan İstiklâl Marşı’nın güftekârıdır. “Vatan şairi” ve “milli şair” unvanları ile anılır. Çanakkale Destanı ve Bülbül en önemli eserlerinden-dir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil’ür-Reşad ) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili ola-rak TBMM’de yer almış,İstiklal Madalyası sahibi bir vatanseverdir. Mehmet Âkif, son yıl-larını Mısır’da Türkçe dersleri vererek ve Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesi konuları ile uğ-raşarak geçirdi. Çevirdiği nüshayı yaktığı söylenir.

BAŞAKŞEHİR LİSESİ6

Page 8: Gencbasak YUNUS

Milli Şairimiz

tiş yardımcılığı idi. Görev merkezi İs-tanbul idi ancak memuriyetinin ilk dört yılında teftiş için Rumeli, Anadolu, Ar-navutluk ve Arabistan’da bulundu. Bu sayede halkla yakın temas halinde olma imkânı buldu. Bir seyahati sıra-sında babasının doğum yeri olan İpek Kasabası’na gidip amcalarıyla tanış-tı. 1898 yılında Tophane-i Âmire vez-nedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım’la evlendi; bu evlilikten Cemi-le, Feride, Suadi, İbrahim Naim, Emin, Tahir adlı çocukları dünyaya geldi.

Mehmet Âkif, edebiyata olan il-gisini şiir yazarak ve edebiyat öğret-menliği yaparak sürdürdü. Resimli Gazete’de Servet-i Fünun Dergisi’nde şiirleri ve yazıları yayımlandı. İstanbul’da bulunduğu sırada bakan-lıktaki görevinin yanı sıra önce Halka-lı Ziraat ve Baytar Mektebi ‘n de kom-pozisyon (kitabet-i resmiye), sonra Çiftçilik Makinist Mektebi’nde (1907) Türkçe dersleri vermek üzere öğret-men olarak atandı.

II. MeşrutiyetII. Meşrutiyet ilan edildiğinde Meh-

met Âkif, Umur-ı Baytariye Dairesi Müdür Muavini idi. Meşrutiyet’in ila-nından 10 gün sonra arkadaşı rasat-hane müdürü Fatin Hoca onu, on bir arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye yaptı. Ancak Mehmet Âkif, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan “Cemiyetin bütün emirlerine, kayıtsız şartsız itaat edeceğim” cüm-lesinde geçen “kayıtsız şartsız” ifade-sine karşı çıkmış, “sadece iyi ve doğ-ru olanlarına’” şeklinde yemini değiş-tirtmişti. Cemiyetin Şehzadebaşı İlmi-ye Mahfelinde Arap Edebiyatı dersle-ri veren Âkif, Kasım 1908’de, Umur-i Baytariye Müdür Muavinliği görevini sürdürürken Darülfünun’da Edebiyat-i Osmaniye dersleri vermeye başladı.

II. Meşrutiyet’in Âkif’in hayatında en büyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım atması olmuş-tu. Daha önce bazı şiirleri ve yazıla-rı bir kaç gazetede yayımladıysa da eser yayımlamaya uzun süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından son-ra, ilk sayısı 27 Ağustos 1908’de ya-yımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk sayıda Fatih Camii şiiri yayımlandı. Ebül’ula Mardin ayrıl-dıktan sonra dergi, 8 Mart 1912’den itibaren Sebil’ür-Reşad adıyla çık-maya devam etti. Âkif’in hemen he-men bütün şiir ve yazıları bu iki dergi-de yayımlandı. Gerek dergilerdeki ya-zılarında, gerekse İstanbul camilerin-de verdiği vaazlarda Mısırlı bilgin Mu-hammed Abduh’un etkisiyle benim-sediği İslam Birliği görüşünü yayma-ya çalıştı.

1910 yılında gerçekleşen Arna-vutluk İsyanı onu çok üzmüş ve arka-sından gelecek kötü olayları sezmiş-ti. Balkanlar’da artan düşmanlık duy-gularını ve doğabilecek isyanları önle-mek için bir şeyler yapma arzusu duy-du ancak Balkan Savaşı ile hüsrana uğradı. 1914’ün başında iki aylık bir seyahate çıkarak Mısır ve Medine’de bulundu. Mısır seyahati hatıralarını “El Uksur’da” adlı şiirinde anlattı.

1913’te kurulan Müdafaa-i Milli-ye Cemiyeti’nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden neşriyat şu-besinde Recaizade Ekrem,Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şa-habettin ile beraber çalıştı. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camisi kürsüsün-de, 7 Şubat 1913 günü Fatih kürsü-sünde konuşarak halkı vatanı savun-maya çağırdı.

Teşkilât-ı MahsusaBalkan Savaşı’ndan sonra, ilk

olarak Umur-i Baytariye görevin-den (1913), sonra yayınlarının hü-kümetle uygun düşmemesi nede-niyle aldığı ikaz üzerine Darülfü-nun müderrisliği görevinden (1914) ayrıldı. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi’ndeki görevine de-vam etti. Harbiye Nezareti’ne bağ-lı Teşkilat-ı Mahsusa’dan gelen tek-lif üzerine İslam birliği kurma gaye-si güden Almanya’ya (Berlin’e) Tu-nuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti. (1914). İngilizlerle birlikte Osmanlı’ya karşı savaşırken Almanlara esir düş-müş Müslümanların kampların-da incelemelerde bulundu ve farkın-da olmadan Osmanlı’ya karşı sava-şan bu Müslüman esirleri aydınlat-maya çalıştı. Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik yazdığı Arap-ça beyannameler cephelere uçak-lardan atıldı. Almanya’da iken yazdı-ğı Berlin Hatıraları adlı şiirini dönünce Sebilürreşad’da yayınladı.

İstanbul’a döndükten sonra 1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tara-fından Arabistan’a gönderildi. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırtan İngiliz propaganda-sı ile mücadele etmek için “karşı pro-paganda” yapmaktı. Mehmet Âkif, Berlin’deyken heyecanla Çanakkale Savaşı ile ilgili haberleri takip etmişti. On dört ay süren savaşın zaferle so-nuçlandığı haberini Arabistan’da iken aldı. Bu haber karşısında büyük coş-ku duydu ve Çanakkale Destanı’nı ka-leme aldı. Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan’da kalan Mehmet Âkif, “Necid Çölleri’nden Medine’ye” şiirinde bu seyahatini anlattı...

Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye CemiyetiLübnan’da yaşayan Mekke Emi-

ri Şerif Ali Haydar Paşa’nın dave-ti ile 1918’de bu ülkeye giden Âkif, Lübnan’da iken Şeyhülislamlığa bağ-lı Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Cemiyeti başkâtipliğine atandı. Ahmet Cevdet, Mustafa Sabri, Bediüzzaman Said Nursi gibi isimlerin kurduğu ve Os-manlı Devleti ile diğer İslam ülkelerin-de çıkacak dini meseleleri halletmek, İslam aleyhindeki gelişmelere yanıt vermek amacıyla kurulan bu örgüt-te çalışırken bir yandan da Said Ha-lim Paşa’nın “İslamlaşmak” adlı eseri-ni Fransızcadan Türkçeye çevirdi.

Bu dönemde Anadolu toprakla-rı işgale uğramış; Türk halkı Kurtuluş Savaşı ‘nı başlatarak direnişe geçmiş-ti. Bu harekete katılmak isteyen Âkif, Balıkesir’e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii’nde çok heyecan-lı bir hutbe verdi. Halkın beklenme-dik ilgisi karşısında daha birçok yer-de hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul’a döndü. Bu arada Sebilür-reşad idarehanesi, Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olan-larla İstanbul’daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelmişti. Âkif, Kurtuluş Savaşı’nı destekleme-si nedeniyle 1920’de Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye Cemiyeti’ndeki görevlerin-den azledildi.

Millî Mücadele’ye KatılmasıMehmet Akif Ersoy Müze Evi,

Mehmet Akif Ersoy’un Kurtuluş Sava-şı yıllarında Ankara’da ikamet ettiği ve İstiklâl Marşı başta olmak üzere çok sayıda şiirini yazdığı müzeye dönüş-türülmüş Ankara evidir.

İstanbul’da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Âkif, gö-revinden azledilmeden az önce oğlu Emin’i yanına alarak Anadolu’ya geç-ti. Sebil’ür-Reşad’ı Ankara’da çıkar-ması için Mustafa Kemâl Paşa’dan davet gelmişti. TBMM’nin açılışı-nın ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günüAnkara’ya vardı. Millî mücade-leye şair, hatip, seyyah, gazeteci, si-yasetçi olarak katıldı. Ankara’ya varı-şından bir süre sonra ailesini de yanı-na aldırdı.

Ankara’ya geldiği günlerde, Mus-tafa Kemâl Paşa Konya vali vekiline telgraf göndererek Âkif’inBurdur mil-letvekili seçilmesini sağlamasını is-temişti. Haziran ayında Burdur’dan, Temmuz ayında ise Biga’dan mebus seçildiği haberi meclise ulaştı. Âkif, Burdur mebusluğunu tercih etti. Böy-lece 1920-23 yılları arasında vekil ola-

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 7

Page 9: Gencbasak YUNUS

Milli Şairimiz

BAŞAKŞEHİR LİSESİ8

rak I. TBMM’de yer aldı. Meclis kayıt-larında adı “Burdur milletvekili ve İs-lam şairi” olarak geçmektedir.

Ankara’ya varır varmaz ona veri-len ilk görev, Konya Ayaklanması’nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya’ya gitmekti, büyük gay-retine rağmen Konya’da kesin bir so-nuca ulaşamadı veKastamonu’ya geçti. Halkı düşmana direnişe teş-vik için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu’daki Nasrullah Camisi’nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır’da ba-sıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.

Âkif, Anadolu’ya geçerken Eş-ref Edip’e de arkasından gelmesi-ni söylemişti. Eşref Edip, Sebil’ür-Reşad Dergisi’nin klişesini de alıp İstanbul’dan ayrıldı[8]. Son olarak 6 Mayıs 1921 günü derginin 463. sa-yısını yayımlamışlardı. Âkif derginin 464-466. sayılarını Eşref Ediple be-raber Kastamonu’da yayımladı, 464. sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp Anadolu’ya ve askere dağı-tıldı. 467. sayıdan itibaren yayıma Ankara’da devam ettiler. Derginin et-kisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların hâkimiyetindeki Türk halk-

ları etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye gi-rişini yasakladı.

1921’de Ankara’da Ta-ceddin Dergâhı’na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur millet-vekili olarak meclisteki gö-revine devam etmektey-di. O dönemde Yunanlıla-rın Ankara’ya ilerleyişi kar-şısında meclisi Kayseri’ye taşımak için hazırlık var-dı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, Ankara’da kalınmasını, Sakarya’da yeni bir savun-ma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi.

İstiklâl Marşı’nı Yazması Osmanlı’da kullanılan

Arap alfabesiyle yazılmış İstiklal Marşı

Aynı dönemde Millî Eği-tim Bakanı Hamdullah Sup-hi Bey’in ricası üzerine ulu-

sal marş yarışmasına katılmaya ka-rar verdi. Konulan 500liralık ödül ne-deniyle başlangıçta katılmayı reddet-tiği bu yarışmaya, o güne kadar gön-derilen şiirlerin hiç biri yeterli bulun-mamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif’in yazacağı kanısı meclis-te hâkimdi. Mehmet Âkif’in yarış-maya katılmayı kabul etmesi üze-rine kimi şairler şiirlerini yarışma-dan çektiler. Şairin orduya ithaf et-tiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Hamdul-lah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten son-ra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45’te Ulusal Marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak veri-len 500lirayı Hilal-i Ahmer bünye-sinde, kadın ve çocuklara iş öğre-ten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı.

Mısır Yılları ve Kur’an Tefsiriİstiklâl Madalyası ile ödül-

lendirilen Mehmet Âkif, 1923 yılın-da Ankara’dan İstanbul’a döndü. Ab-bas Halim Paşa’nın daveti üzerine kışı geçirmek için Mısır’a gitti. Gitme-den önce Kur’an’ı Türkçeye tercüme etmek için Diyanet İşleri ile anlaşma imzaladı. Kendisine teklif edilen bu görevi başlangıçta reddetmişti çünkü kendi eserlerini yazmak, milli müca-dele destanını yaratmak istiyordu an-cak bu çeviriyi yapabilecek tek adam olarak görüldüğünden kabul etmesi için çok yoğun ısrar vardı ve kabul et-mek zorunda kaldı. Bir kaç sene yaz-ları İstanbul’da, kışları Mısır’da geçir-di. (Türkiye’de gerçekleşen devrimle-ri kendi inançlarına ve ülküsüne aykı-rı gördüğü söylentileri vardır.) 1926 kı-şından sonra Mısır’dan dönmedi. Ka-hire yakınlarındaki Hilvan’a yerleş-ti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur’an tercümesi üzerinde çalışma-yı sürdürdü ancak 6-7 sene üzerin-de çalıştıktan sonra sonuçtan mem-nun kalmadı ve bu sorumluluktan kur-tulmak istedi. Sonunda 1932’de mu-kaveleyi fesh etti. Diyanet İşleri Baş-kanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi’ye verdi. Âkif, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan’a teslim etti ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat etti. Mehmet Âkif, Mısır yıllarında Kuran çevirisinin yanı sıra Türkçe dersleri vermekle meşgul olmuştu. Kahire’deki “Câmi-ül Mısriy-

HAZIRCEVAPLIĞIÜstad çok hazırcevaptı. Çok söylemezdi. Fakat sırası gelince de söyleme-mezlik etmezdi. Söylediğinizin hemen cevabını alırdınız. Ya kısa birkaç ke-limelik cevap verir, yahud “Fıkra gelsin mi?” der, bir fıkra anlatırdı. Fıkraları o kadar yerli yerinde, o kadar güzel anlatırdı ki meclisdekilerin hepsi dikkat kesilerek dinlerlerdi.

Page 10: Gencbasak YUNUS

MUSTAFA AKPINARMatematik Öğretmeni

Mehmet Akif Ersoy 1873-1936 yılla-rı arasında yaşamış Meşrutiyet ve Cum-huriyet devirlerinin en önemli şahsiyetle-rinden biridir.Ülkemizin en buhranlı de-

virlerinde doğan ve Cumhuriyet-le yeniden dirilişe şahit

olan Meh-

met Akif,ülkenin hemen her meselesi-ne zihin yormuş ve çözümler ortaya koy-muştur.Genelde şairliğiyle tanınan mil-li şairimiz aynı zamanda düşünür,vaiz,veteriner,öğretmen,milletvekili ve İstik-lal Marşı şairimizdir.Böyle ciddi memle-ket meselelerini ömrüne sığdırmış olan bu değerli büyüğümüzü ölümünün 74.yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyo-ruz.Mekanı cennet olsun…

BEŞİRE BELENTürk Dili Ve Edebi-yatı Öğretmeni

Düşüncesiyle,ruhuyla,zihniyle,inançlarıy

la çelişmeyen bir yaşam sergileyecek kadar cen-

gaver savaşçı..Bana göre “Seyfi Baba’nın”şairi.Ve

orda derki:“Ya hamiyetsiz olsaydım

Ya param olsaydı.”Günümüzdeki gençliğin

anlayarak,düşünerek okunma-sı gereken bir şiir ve söz.On-

dan alacak çok şey var.Alabilene…

MUSTAFA AKDAĞFizik Öğretmeni

Mehmet Akif Ersoy,İstiklal Marşımı-zın şairi olarak bilinen insandır.Bu her-kesin bildiği bir yönüdür.Fakat M.Akif Ersoy’un bilinmeyen bir çok güzel yön-leri de vardır.En başta M.Akif bir fi-kir adamıdır.1.Dünya harbi sıralarında insanları(Müslümanları)düşmana kar-şı çarpışma ve mücadele konusunda teşvikleri,şiirleri ve vaazları vardır.Ken-disi aynı zamanda bir Kur’an alimidir.İdeallerinden biriside şuydu;gençliğin mükemmel bir şekilde iman ve irfa-nı sağlam bir nesil olarak gelişmesini sağlamaktı.Çok mütevazi bir insan ola-rak bilinir.Akif asrının insanlarının çek-miş olduğu sıkıntıları,üzüntüleri kendi-si yaşıyormuş gibi hisseden bir insan-dı.Kur’an-ı anlayışı bambaşkaydı.Ta-mamlayamadığı bir Kur’an meali olduğu da bilinmektedir.M.Akif Ersoy insan gibi bir insandı.Akif’i seven kadar birçok sev-meyen insanın olduğu da söylenmekte-dir.Ölümünün bu 74.yıl dönümünde rah-metle anıyoruz…

Şuheda ALTIPARMAK-12/B 1215

ÖĞRETMENLERİMİZİN MEHMET AKİF ERSOY HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ

Milli Şairimiz

ye” adlı üniversitede Türk Dili ve Ede-biyatı dersleri verdi.(1925-1936)

Türkiye’ye Dönüşü ve VefatıSiroz hastalığına tutulunca

hava değişikliği iyi gelir düşüncesiy-

le önce Lübnan’a, sonra Antakya’ya gitti fakat Mısır’a hasta olarak dön-dü. 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tari-hinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mı-sır Apartmanı’nda hayatını kaybet-ti. Edirnekapı Mezarlığı’na gömüldü. Cenazesine resmi bir katılım olmadı ancak büyük bir üniversiteli genç top-

luluk katıldı. Mezarı iki yıl sonra, üni-versiteli gençler tarafından yaptırıl-dı; 1960’ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği’ne nakledildi. Me-zarlıkta Süleyman Nazif ve arkadaşı Ahmet Naim Bey’in arasında yatmak-tadır.

Edebî HayatıMehmet Âkif, şiir yazmaya Baytar

Mektebi’nde öğrenci olduğu yıllarda başladı. Yayımlanan ilk şiiri Kur’an’a Hitap başlığını taşır. 1908’den itiba-ren aruz ölçüsü kullanarak manzum hikâyeler yazdı. Hikâyelerinde hal-kın dert ve sıkıntılarını anlattı. Bal-kan Savaşı yıllarından itibaren des-tansı şiirler yazmaya başladı. İlk bü-yük destanı, “Çanakkale Şehitleri’ne“ başlıklı şiiridir. İkinci büyük desta-nı ise Bursa’nın işgali üzerine yaz-dığı “Bülbül“ adlı şiiridir. Üçüncü ola-rak da İstiklâl Marşı’nı yazarak İstiklâl Savaşı’nı anlatmıştır. “Sanat sanat içindir” görüşüne karşı çıkan Mehmet Âkif, dinî yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemişti. Edebiyat dili ola-rak Millî Edebiyat akımına karşı çıktı ve edebiyatta batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır.

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 9

Page 11: Gencbasak YUNUS

BAŞAKŞEHİR LİSESİ10

Milli Şairimiz

Kime sorsanız, “Mehmet Akif kimdir? “ Diye: hep aynı cevabı alırsınız. İstiklal Marşımızın söz yazarı…

Yalanda değil hani. Doğru… Ama sadece bunu bilirler onunla ilgili.

Tabi ki çok önemli bir şeydir İstiklal Marşımızın söz yazarı ol-mak. Bana göre yeterli değildir, onun hakkında bilinenler. Madem ki: milli marşımızın söz yazarı, ne-den kimse hakkında pek bir şey bilmez. Çocukluğunu, eğitimi, an-nesi, babası. Kimse merak etmi-yor mu bunları? Ben şöyle bir an-latayım sizlere…

Mehmet Akif 20 Aralık 1873 yılında İstanbul, Fatih’te doğ-muştur. Annesi: Emine Şeri-fe Hanım. Babası: Mehmet Tahir Efendi’dir. Mehmet Akif’in asıl adı da “Ragif”tir. Ona bu ismi babası vermiştir. Mehmet Akif bu ismi ba-basının vefatına kadar kullanmış olsa da, sonraları annesi ve ar-kadaşları ona “Akif” diye hitap et-meye başlamışlardır. Kısa sürede oda bu ismi benimsemiştir.

Akif: Fatih’te Emin Buhani Mektebinde başlamıştır: ilk eği-tim öğretimine. Eğitimi sırasında: Arapça,Farsça,Fransızca dillerini

öğrenmiş ve hep başarılı bir öğ-renci olmuştur. Zor bir çocukluk geçirmiştir. Genç yaşında baba-sını kaybetmiş,Fatih yangının da evlerinin yanmasıyla fakirliğe düş-müş ve eğitimine bir süre ara ver-mek zorunda kalmıştır.

Daha sonra Ziraat ve Baytar Mektebine kaydolmuştur. Burada dört yıllık eğitim sürecinde: güreş, yüzücülük, koşu, gülle atma gibi sporlarla ilgilenmiştir.

Eğitiminin son yıllarında ise: şiire ilgisi artmıştır. Mezun olduk-tan sonra bazı dergilerde gazel ve şiirleri yayınlanmıştır. Bir çok ede-bi eser yazmıştır. Bunlardan en önemlilerinden biri ise bütün şiir-lerini topladığı “Safahat” adlı ese-ridir. Safahat toplam yedi kitap-tan oluşmaktadır.

Gelelim şimdi de şiirin yazılmasına…

Şöyle bir hikayesi var.

Meclis marş için bir yarışma düzenle-yeceğini ve kazana-nında para ile ödül-lendireceğini duyur-muş. Mehmet Akif bu yarışma ile hiç il-gilenmemiş. Çünkü

para ödülü varmış. Onun parada pulda gözü yokmuş, sadece yap-tığı sanat ile ilgilenirmiş.

İlk olarak dönemin Milli Eği-tim Bakanı Hamdullah Suphi Tan-rıöver in yarışmaya katılması için yaptığı teklifi reddetmiştir. Fakat: daha sonra Suphi Bey kendisinin para ödülü dışında tutulacağını, sadece bir şiir yazacağını söyle-yince Mehmet Akif bu teklifi kabul etmiş. Yarışmaya katılmış. Ese-ri yarışmada seçilerek 12 Mart 1921 de meclis tarafından milli marş olarak kabul edilmiş.

Burcu Ak

İstiklal Marşı, milli mücadele döneminde ilk zaferlerin elde edi-lemediği bir zaman da yazılmıştır. Vatanın kurtarılmasında şiirin ma-nevi kudret olduğuna inanan garp cephesi kumandanı bir marş ya-zılmasını istemiştir…

İstiklal Marşı’nın yazılma-sı için bir yarışma düzenlemiştir. Mehmet Akif’e yarışmaya katıl-ması teklif edilmiş fakat o ‘’ hür-riyet ve istiklalimize kavuşacağı-mız” gibi hususlarda milli duygu-ların para ile haykırılamayacağı düşüncesiyle yarışmaya katılma-mıştır. Devrin maarif vekili Ham-dullah Suphi durumu öğrenince

Akif’e bir mektup gönde-rerek yarışmaya katılmasını istediğini belirtti.

Marşın heyecanı daha sava-şın başından beri taşıyan Mehmet Akif duygularını birkaç günde şiir haline getirmiştir. İstiklal Marşı’nı “kahraman ordumuza” ithaf etmiş-tir.

Marşın yazılmasından dola-yı ordu Mehmet Akif’e para teklif etti. Para ordu tarafından verildiği için bunun alınmamasının doğru olmayacağını düşündü. O dönem için çok kıymetli olan parayı fakir kadın ve çocuklara iş öğretmek ve onları yoksulluktan kurtarmak

amacıyla bir kuruluşa bağışladı. İstiklal Marşı şairi olması bakı-

mından Mehmet Akif “milli şair” is-mini almıştır.

<< MİLLİ ŞAİRİMİZİ 74. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE BÜYÜK BİR RAHMETLE ANIYORUZ. >>

ELBİLGE KIRIM

Madem ki: milli marşımızın söz yazarı,

neden kimse hakkında pek bir şey bilmez ?

Milli Şairimiz

Page 12: Gencbasak YUNUS

Milletimizin genlerinde bulunan fedakârlık ve ka-dirşinaslılık örneğinin bir tezahürü de Sayın Cevdet MEMİŞOĞLU ile vücut bulmuştur.

19 Ocak 2011 tarihinde sayın ilçe milli eğitim mü-dürümüz İsmail BALTACI, şube müdürlerimiz Rem-zi KOCAKAYA, İbrahim ŞEKER Okulumuzun kütüp-

hane kulübünün değerli öğretmenleri ve öğrencileri-mizin hazır bulunduğu törende kütüphanemizin açı-lışı yapılmıştır. Açılışta konuşma yapan sayın okul müdürümüz Faris ÖZEK ve ilçe milli eğitim müdürü-müz sayın İsmail baltacı velimize değerli katkıların-dan dolayı teşekkür ederek bir plaket vermişlerdir. Bizde yayın kurulumuz ve başakşehir lisesi öğrenci-leri adına velimize sonsuz teşekkürlerimizi sunuyor bu erdemli davranışının diğer velilerimize örnek teş-kil etmesini temenni ediyoruz. Bu açılışta yanımız-da onur konuğu olarak yer alan velimizi size takdim etmek istiyorum. dedi.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında okulumuz Müzik öğretmeni Erdem SA-KİN ve yine okulumuz Edebiyat öğretmenlerinden Esin YEKELER’in birlikte hazırladıkları İstanbul te-malı şiir ve müzik proğramı 22- 23 aralık günlerinde okulumuzun konferans salonunda sergilendi.

Yoğun ilgiyle karşılanan proğramı şiir ve müzik sever öğrenciler ve öğretmenler (hatta bazıları yer-

lere oturarak) ilgiyle izlediler. Hem İstanbul için ya-zılmış birbirinden güzel şiirleri hatırlatmak hem de İstanbul için söylenmiş, dillere dolanmış şarkıları yeniden dinlemek izleyenleri mutlu etti.

Amatör ruhla aylarca hazırlanan profesyonel bir sunumla şarkılar söyleyip şiirler okuyan öğrencile-rimize, proğramı baştan sona kusursuz yürüten su-nucularımıza, Başakşehir Lisesi orkestrası üyeleri-ne ve emeği geçen öğretmenlerimize teşekkürler.

OKULUMUZDAN

Okulumuz adına velimiz Sayın CEVAT MEMİŞOĞLU Beyefendiye sonsuz teşekkürler:

İstanbul Mısralara Döküldü, Notalarda Can Buldu

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 11

Page 13: Gencbasak YUNUS

Sefa Altan: Bize Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

-ismim Orhan Zekai Kavak 1975 kayseri doğumluyum aslen Sivaslıyım

Sefa Altan: Kaç senedir bu işle uğraşıyorsunuz?

Orhan Zekai Kavak: 14 senedir bu işle uğraşıyorum. Başakşehirde 3 dükkâna sahibiz

Zeynep Baydarman: Kırtasi-yecilik önceden sadece kitap satışı ile ilgilenirken simdi oyun-cak v.b. ürünlerde satıyor bu konu hakkındaki düşünceleriniz?

Orhan Zekai Kavak: Kırtasi-yelerde eskiden sadece kalem sil-gi defter satısıyla uğraşılırdı ama her sektör gibi kırtasiyecilikte ken-disini yenilemeye başladı artık ger-çekten bir sektör olmaya başladı şu sıralarda komplike mağazaların olduğu (kitap, elektronik, egiti-ci oyuncakların bulunduğu) mağazalar açılmaya başlandı ama hem kitap satışı hem oyuncak mağazası bir arada gitmiyor

Sefa Altan : Başakşehir halkı sizce kitap okuyor mu?

Orhan Zekai Kavak : Geçen yıl bizim çalıştığımız Timaş yayın evi bizi böyle bir eğitim seminer-ine çağırmıştı Kitap okumanın di-rek olarak gelir düzeyine bağlı

olduğu söylenmişti Başakşehir ise gelir düzeyi normalin üstünde olan bir ilçe fakat tam aksine kül-türel yönden kitap okunmuyor Başakşehirliler böyle bir ihtiyacın olmadığını düşünüyor tabi in-sanlara ‘’neden kitap okumuyor-sunuz? ‘’ diye sorulduğunda hep-sinin cevabı aynı oluyor ‘’vaktim zamanım olmuyor’’ fakat insanların yaşamında o kadar boş zamanları var ki bunu değerlendirmek için kitap okusalar kendilerini kültürel açıdan geliştirebilirler bununla be-raber bir sıkıntı ise mağazaların kitaplar hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması kitabı müşteriye anlatamaması bizim bu konu-da ‘’Her Eve Bir Kütüphane’’ adlı bir çalışmamız var kitap okumak insanın kültür ve ahlaki seviyesi-ni yükseltir Ben Uzak Doğu’ya git-

tim ve burada insanlar trenlerde otobüslerde kısacası boş vakit bulduğu her yerde kitap okuyorlar cebinde bir kitap elinde bir kitapla gezen insanları gördüm

Zeynep Baydarman: Devle-tin ücretsiz kitap dağıtımı sizce ör-genciyi israfa yöneltiyor mu?

Orhan Zekai Kavak: Evet is-rafa sebep oluyor öğrenci para verip almadığı için kitapları tah-rip edebiliyor Bizim bu konuda bir çalışmamız var eski kaynak kitaplarını getirenlere biz yeni alacağı kitapları indirimli fiyatı ile veriyoruz

Sefa Altan: Devletin ücretsiz kitap dağımı sizce doğrumu bu ko-nudaki düşünceleriniz nelerdir?

Orhan Zekai Kavak: Devle-tin sosyal bir sorumluluk alması açısından doğru fakat devletin verdiği kitaplarının içeriğinin yeter-siz olması nedeniyle öğrencileri daha pahalı olan kaynak kitaplara yöneltiyor

Zeynep Baydarman : Ö.S.S S.B.S K.P.S.S kitap satışları ne durumda ?

Orhan Zekai Kavak: maddi açıdan bakarsak satışlar çok iyi fakat öğrencilere sattığımız kitap-tan öğrenciler çalışıyor mu? Diye

RÖPORTAJ

12

Başakşehir Lisesi İlçemizin parlayan yıldızı olacak !

Page 14: Gencbasak YUNUS

bakarsak bu oranın baya bir düşük olduğunu görürüz Başakşehir lise-sine bakarsak burada üniversiteyi kazanan örgencilerin oranı bel-li yarısı veya 3 te 1 i üniversiteye girebiliyor

Sefa Altan: Sizce %100 lük bir başarı nasıl sağlanılabilir ?

Orhan Zekai Kavak: yaptı-ğımız işi severek başarının %50

si gerçekleşir geri kalan %50 si ise disiplin ve düzenli çalışma ile olur

Zeynep Baydarman : Başak-şehir lisesinde sizce bir gelişme var mı?

Orhan Zekai Kavak: Başak-şehir lisesinde dışarıdan duyduğumuz kadarıyla büyük bir gelişme var okullara kaliteli öğretmenlerin geldiğini onlarında gayretleriyle okul gelişiyor

Sefa Altan: Başakşehirde eğitim sorunu var mı? Varsa bu sorunlar nelerdir?

Orhan Zekai Kavak: Başak-şehirin bir tek eğitim sorunu

var oda yeteri miktarda okulun bulunmaması Başakşehir in is-tanbulun en hızlı büyüyen ilçeler-inden biri olması ileride ihtiyacın karşılanamaması gibi bir sorun yaratabilir Ayrıca Başakşehirde Kütüphanelerin bulunmaması ya da çok az bulunması eğitim sorunlarını etkiler

Zeynep Baydarman: Genç Başak dergisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Önerileriniz nel-erdir?

Orhan Zekai Kavak: Dergiye

baktığım da hakikaten çok zevk aldım hayvanların ilginç özellikler-inden tutunda Isparta Yalvaç’ın Tanıtımı öğrenciler kendi emekleri-yle bir şeyler hazırlamış gerçekten çok güzel bir dergi öneri olarak okuma alışkanlığını arttıracak yazılar yer almalıdır.

Sefa Altan: Buradan Başak-şehir lisesi öğrencilerine iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

Orhan Zekai Kavak: Oku-yan toplum anlar anlayan toplum çözüm üretir. Okumayan toplum anlamaz anlamayan toplum so-run üretir öğrencilerin kitap okumalarını tavsiye ediyorum kitap kültürü geliştirir kitap geleceğe ışık tutar bu yüzden kitap okumak in-sana her yönden yararlıdır

Sefa Altan - Zeynep Baydar-man: Röportajımız sona ermiştir çok teşekkür ederiz

Orhan Zekai Kavak: Ben teşekkür ederim sağolun

SEFA ALTANZEYNEP BAYDARMAN

RÖPORTAJ

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 13

Okuyan toplum anlar anlayan toplum çözüm üretir.

Page 15: Gencbasak YUNUS

Aksaray: Fatih’in sadrazamı İshak Paşa, İç Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı ele geçirdikten sonra orada yaşayan bölge insanlarını bugünkü Aksaray semtinin bulunduğu yere gönderir. Aksaraylılar da sem-te adlarını verirler.

Ahırkapı: Marmara Denizi’nin kıyısında yer alan yedi ahır kapısından biri-si olan bu semte, Padişah atlarının bulunduğu has ahırın yanında yer aldığı için Ahırkapı ismi verildi.

Akaretler: Sultan Abdülaziz Taşlıkta Aziziye camiinin giderlerini karşılamak üzere bir vakıf kurmuştur. Bu vakfa gelir sağlamak için de gelir getiren anlamında Akaretler yaptırmayı planlamıştır. Bu planı bitirmek ise II. Abdülhamit’e nasip olmuştur. Bu yüzden semte de Akaretler denmiştir.

Altunizade: Altunizade İsmail Züh-tü Paşa’nın yaptırdığı cami, semtinde bu adla anılmasına sebep olmuştur. Zühtü Paşa’nın babası altın alım satımı ile iştigal ettiğinden Zühtü Paşa’ya da Altunizade denmiştir.

Arnavutköy: Önceleri, Boğaziçi’nin bu sevimli semtinde Arnavutlar oturduğu için buraya bu ad takılmıştı.

Aşiyan: Kuş yuvasıAşiyan, günümüzdeki ismini şair Tevfik

Fikret’in burada bulunan, Farsçada kuş yuvası anlamına gelen ‘Aşiyan’ isimli evinden alıyor.

Ataköy: Ataköy’ün eski adı Baruthane-dir. II. Mahmut tarafından buraya baruthane

yapılmıştır. O zamanlar Ataköy (İstanbul’un dışı sayıldığından baruthane yapımı için uygun bir alan olarak görülmüştür.) Daha sonraları Em-lak ve Kredi Bankası bu bölgeye 50 – 60 bin nüfuslu bir yerleşim yeri kurmuştur(1950). Yeni yerleşim yerinin adı da Ataköy olur.

Ayazağa: İsmini yeni çeri kethüdası Ayaz Ağa’nın çiftliğinden almıştır. Abdülaziz döneminde buraya yaptırılan saray bugün bin-icilik okulu olarak kullanılmaktadır.

Ayrılık Çeşmesi: (Haydarpaşa’da): Eskiden hac alayı bu çeşme çevresinde toplanır, oradan yola çıkardı. Hacca gidenler eşlerine, dostlarına orada veda ederek ayrılırlardı.

Bağlarbaşı: Semt, en ünlü bağ ve bahçelerin bir dönem burada yer almasından dolayı bu adla anılıyor.

Balat: Rumca saray anlamına gelen palation sözcüğünden geldiği söylenir. Önceleri İstanbul’un kapılarından birine verilin bu ad, sonraları semtin adı olmuştur.

Bebek: Semtin isminin nereden geldiği konusunda iki rivayet bulunuyor. Bunlardan il-ki, Fatih Sultan Mehmet’in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının Bebek lakaplı olması. Diğeri ise padişahın semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine be-bek demesi ve bundan sonra bahçesinin bebek bahçesi olarak anılması.

Bedesten: Arapça bir söz olan Bezza-zdan türetilmiştir. Bez, kumaş taciri, Manifaturacı anlamına geliyor. Kumaş tacirlerinin bulunduğu yere de bezzazistan denildiğinden zamanla halk arasında ağza kolay gelmesinden dolayı bedestan’a dönüşmüştür.

Beşiktaş: İlk görüş, semtin ismini Bar-baros Hayrettin Paşa’nın gemilerini bağlamak için diktirdiği beş taştan aldığı yönünde. Diğeri ise bir papazın burada yaptığı kiliseye

Kudüs’ten getirdiği beşik taşını koyduğu ve is-min buradan geldiği yönünde.

Beyazıt: Sultan II. Beyazıt’ın buraya kendi ismiyle anılacak bir külliye yaptırmasından sonra semt, Beyazıt olarak anılmaya başladı.

Beylerbeyi: III. Murat devri bey-lerbeylerinden Mehmet Paşa’nın yalısını bulunduğu için köye bu ad verilmiştir.

Beyoğlu: Semtin isminin nerden geldiği konusunda çeşitli rivayetler bulunuy-or. Bunlardan ilkine göre, İslamiyet’i kabul edip burada oturmaya başlayan Pontus Pren-sinden adını alıyor semt. Diğerine göreyse, ‘Bey Oğlu’ diye anılan Venedik Prensinin bu-rada oturmasından geliyor semtin adı. Son bir rivayet de, burada oturan Venedik elçisine, yazışmalarda, “Beyoğlu” diye hitap edilm-esinden semtin bu adla anıldığını söylüyor.

Bakırköy: Bizanslıların ‘Makri Hori’ de-dikleri semt, 14. yüzyılda Osmanlıların eline geçince ‘Makriköy’ adını aldı. 1925′te ulu-sal sınırlar içindeki yabancı kökenli adların değiştirilmesi sırasında Atatürk’ün isteğiyle semt Bakırköy adını aldı.

Bostancı: Semt, adını eskiden her tür-lü meyve ve sebzenin yetiştirildiği bostanlardan biri olmasından alıyor.

Cihangir: Kanuni Sultan Süleyman pek sevdiği oğlu Cihangir için burada bir cami yaptırmıştı. Semt adını bu Cihangir Camisi’nden almıştır.

Çarşamba: Samsun Çarşamba ova-sından gelenler yerleştirildiği için buraya da Çarşamba denilmiştir.

Çatladıkapı: Bizans zamanında yapılan surların Sidera adı bir verilen kapısı, 1532 tarihinde meydana gelen depremde çatlayınca, hem semt hem de kapı Çatladıkapı olarak anılmaya başladı.

İSTANBUL

Güzel İstanbulumuzun Semt

Page 16: Gencbasak YUNUS

Çemberlitaş: Bizans’ın en önem-li meydanlarından Constantinus Forumu’nun bulunduğu yerdeki büyük sütunlardan birisi olan Çemberlitaş, semte adını verdi.

Çengelköy: Eskiden gemi çapaları bu köyde yapıldığı için isminin buradan geldiği tah-min ediliyor.

Çıksalın: Güzel manzaralı, geniş bir çevreye hakim olan bölgeye, halk arasında “çık, salın” denilmeye başlandı.

Eminönü: Osmanlı dönemi-nde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi “Eminler” aitti. Semt, adını burada bulunan “Gümrük Eminliğinden” alıyor.

Feriköy: Semt adını Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan Madam Feri’den alıyor. Bölgede bulunan geniş toprak-lar padişah tarafından Madam Feri’nin eşine bağışlanmıştı. Ama eşi ölünce semt onun ismi-yle anılmaya başlandı.

Galata: Gala, Rumca da “süt” anlamına geliyor. Bir rivayete göre Galata’nın adı semtteki süthanelere gönderme yapılarak türetildi. Başka bir görüşe göre ise İtalyanca ‘denize inen yol’ anlamına gelen ‘galata’ kelimesi düşünülerek bu isim verildi.

Harem: Üsküdar Sarayı’nın harem dairesine gidecekler bu iskeleye çıkarlardı.

Haydarpaşa: III. Selim vezirlerinden Haydar Paşa oradaki kışlayı yaptırmıştı.

Horhor: Fatih’te bulunan semt, adını Horhor çeşmesinden alıyor. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmet bölge civarında yürürken yer-in altından su sesleri duyar ve yanındakilere, “Buraya bir çeşme yapın baksanıza ‘hor hor’ su sesleri geliyor” der ve buraya bir çeşme yapılır. Çeşme de semt de Horhor ismiyle anılmaya başlar.

İhsaniye: Selimiye kışlası ile Kara-caahmet arasındaki bu mahallenin bulunduğu yerde eskiden bir saray vardı. Padişah yıkılmaya yüz tutan bu sarayın arsasını hal-ka “ihsan” ettiği (bağışlandığı) için semtin adı “İhsaniye” kalmıştır.

Kabataş: İskelenin bulunduğu yerde eskiden büyük bir taş vardı. Osmanlı devri ileri gelenlerinden “Köse Kâhya” diye tanınmış Mus-tafa Necip çelebi bu taşı yontturup iskele haline getirdi.

Kadıköy: Fenikeliler Kadıköy’e yerleşmeye başlayınca buraya “Yenişehir” anlamına gelen CHALKEDON demişlerdir. KARCHEDON ve CHALKEDON kelimelerinin ikisi de Fenike ismidir.

1350 yılında; Kadıköy Osmanlılar tarafından istila edildikten sonra ismi “kalıcı Dünya” olmuş, fakat bu deyim fazla kullanılmamıştır.

Daha sonraki yıllarda İstanbul Türkler tarafından zapt edilmiş ve Kadıköy, Fatih’in ilk kadısı olan HIDIR Bey’e makam ödeneği karşılığı arpalık olarak verilmiştir. Böyl-ece Kadıköy ismi yerleşip, günümüze kadar gelmiştir.

Kanlıca: Bu bölgeye Kanuni Sul-tan Süleyman tarafından Anadolu’dan Türkmen ve göçebe bazı Türk kabileleri ge-tirtilip yerleştirilmiştir. Bu göçebelerin buraya yerleşmeleri kağnılarla olduğu ve çok uzun bir süre içinde ancak yerleşebildikleri için halk arasında bu bölgeye Kağnıca, sonralarda Kanlıca denmiştir.

Kuzguncuk: Fatih Sultan Mehmet devrinde, Kuzgun Baba diye anılan bir derviş burada oturmuştu.

Okmeydanı: Fetih Ordusu kuşatmanın bir kısmını burada kurulan kara-rgâhta geçirmiş. Semtin ismi de böylelikle Okmeydanı olarak kalmış.

Samatya: Bizanslılar döneminde kum tedavisi yapılan kumsalı dolayısıyla Psam-mothia olarak adlandırılan semte Osmanlı döneminde samatya denilmeye başlanmış.

Şişli: Şiş yapımıyla uğraşan ve Şişçiler diye anılan bir ailenin burada bir konağı olduğu ve ‘Şişçilerin Konağı’nın zamanla değişikliğe uğrayarak ‘Şişlilerin Konağı’ hâline gelmesiyle semtin adının Şişli olarak kaldığı anlatılıyor.

Şaşkınbakkal: Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde yaz günleri denizden yararlanmak için bölgeye gelenlere bir bak-kal dükkânı açıldığını görenler, burada iş yapılmayacağını düşünerek bakkala “şaşkın bakkal” yakıştırması yaptılar. Bundan sonra da semt Şaşkınbakkal olarak anılmaya başlandı.

Sütlüce: Bugün Sütlüce semtinin olduğu yerde Süt Menbat isimli bir Rum köyü vardı. Köyün bir köşesindeki bakır bir kadın heykelinin memelerinden su akar; bu suyun, kadınların sütünü çoğalttığına inanılırdı. Bun-dan dolayı semt, Sütlüce olarak anılır oldu.

Tahtakale: Sözlük anlamı ‘kale altı’ olan Taht-el-kale’nin bozulmasıyla Tahtakale’ye dönüşen semtin, Mercan ya da Beyazıt dolaylarındaki eski sur benzeri yapının aşağı kotunda yer aldığı için bu ismi aldığı tahmin ed-iliyor.

Taksim: Osmanlı zamanında sucuların; suyu, halka taksim ettikleri yer, Tak-sim olarak anılmaya başlandı.

Tarabya: Bizans döneminde den-ize girilen ve su tedavisi yapılan semte tedavi anlamında Therapia denirmiş, Fatih’in şehri işgalinden sonra Osmanlılar tarafından Tarabya olarak anılmaya başlandı.

Teşvikiye: Sultan Abdülmecit’in bir mahalle kurulması için teşvikte bulunduğu semtin adı Teşvikiye olarak kaldı. Bu duru-mu, Harbiye Karakolu ile Rumeli ve Valikonağı Caddelerinin kesiştiği kavşakta bulunan iki taş belgeliyor. Cengiz KÜÇÜKARSLAN

İSTANBUL

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 15

İsimleri Nereden Geliyor?

Page 17: Gencbasak YUNUS

Elbilge Kırım: Bize ilkokul yıllarınızdan bahseder misiniz?

Mehmet Paksu: İlkokul yıllarından aklımda iki şey kaldı... Öğretmenim bana okuma yazmayı öğretti ben ona kur’an-ı kerimi. Çok kaliteli bir öğretmendi. 3o yıl sonra Gaziantep’te gördüm oturup sohbet ettik. Ve aklımda kalan diğer şeyde insan küçük-ken yaptığı şey kaderi oluyor. Herkes küçükken bana ne ol-mak istediğmi sorardı. Edebiyat okuduğum halde döndü dolaşıp kader beni o mesleği yaptırdı.

Hezar gezici: Küçükken yap-mak istediğiniz meslek neydi?

Mehmet Paksu: Babam imam olduğu için bende müftü olmak is-tiyordum. Ve kim sorsa müftü ol-cam derdim..

İsra Kutay: Lisedeki aktiv-iteleriniz nalerdi neler yapardınız?

Mehmet Paksu: Lisede yer-imde duramazdım... Benim en çok üzerinde durduğum nok-ta Türkçe yeniasya... Nesil ye-ni çıkıyordu bende o kitapları arkadaşlara satıyordum. Hem ti-caret hem de kültür faaliyeti olsun diye arkadaşlar arasında kitap okuma alışkanlığını sağlamıştım. Tenefüslerde kitapları ortaya se-redim öğretmenlerim gördüklerin-de Mehmet napıyorsun derdi ama çalışkan bir öğrenci olduğum için kızmazlardı. Lise yıllarında tene-füslerde 10 dakika boyunca hep kitap okurdum. En büyük arzum daha fazla kitap okumaktır. Yazı yazdığım için kitap okuyamıyorum ve kitap okumadığım zamanlarda aç kaldığıma inanıyorum.

Tolga Üçeyler: Biz gençler-in okuması için önerdiğiniz bir kitap var mı ?

Mehmet Paksu: İlk önce ken-dinizi okumanız lazım, sonra kainatı okumaya başlamalısınız. Ben nerden geldim, nereye gidicem. Kur’an da oku diye başlamasını unutma.

Elbilge Kırım: Gazete

yazarlığına nasıl başladınız? Ve ilk kitabınız nasıl ortaya çıktı?

Mehmet Paksu: Üniversite yıllarında Yavuz Bahadıroğlu; ‘beraber çalışır mıyız?’ de-di bende ‘çalışırız’ ded-im. Cankardeşler çok dergisi-ni çıkardım sonra askere gittim, geldim. Köşe yazarlığı yaptım. Ve ‘fıkıh yolculuğu’ adlı kitabım orta-ya çıktı.

ÖRNEK HAYATLAR

Mehmet Paksu İle Keyifli Söyleyişi1953 Haziran’ında, Gaziantep’te doğan Mehmet Paksu ilköğretimini ve ortaöğretimini burada tamamladı. Üniversite öğrenimini ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde gerçekleştirdi. Yayın hayatına, 1980’de başladı. 1992’den bu yana Moral FM‘de haftaiçi her gün program hazırlayıp sunuyor. Ve aynı za-man da gazete yazarlığı da yapmakta olan Mehmet Paksu ile röportajımızı Moral FM binasında kendi özel odasında gerçekleştirdik. Ve stüdyoda Mehmet paksu ile fotoğraf çektirme şansını da yakaladık. :)

16

İlk önce kendinizi okumanız lazım, sonra kainatı okumaya başlamalısınız.

Page 18: Gencbasak YUNUS

Tolga Üçeyler: Peki radyo-cu luğa nasıl vaşladınız?

Mehmet Paksu: Fıkıh yolculuğu adlı kitabım orta-ya çıktıktan sonra bana radyo programcığı yap dediler. Bende; ‘şivem var Gaziantepli olduğum için ve köyden yeni geldim ya-pamam.’ dedim Ama 18 yıldır yapıyorum.

Hezar Gezici: Yazdığınız yazılarınıza yaşadıklarınızı yan-sıtıyor musunuz?

Mehmet Paksu: Her yazar kendi hayatını yazar, kendini ya-zar. Ben hanıma yazdığım yazıyı okutuyordum. Hanım; ‘sen bura-da kendi hayatını yazışsın.’ dedi.

İsra Kutay: Yazılarınız için eleştiri alıyor musunuz?

Mehmet Paksu: Dün yaz-dığım yazı da eleştirildim. Ben elştiriye her zaman açığımdır. Ama hakaret yapıldğında çok üzülüyorum. direk insana hakaret ediyorlar. Bunun dışında mesela yazıların ağır dediler ben de üs-lubumu değiştirdim.

Tolga Üçeyler: Yazar ya da radyocu olmak isteyenler için ne tavsiye edersiniz?

Mehmet Paksu: Siz nerede yaşarsanız yaşayın bir gün sizi bulurlar bu yüzden çok okumak lazım.

Elbilge Kırım: Hayatınızda en etkilendiniz olayı bizimle paylaşır mısınız?

Mehmet Paksu: İlkokul yıllarıydı... Babamla birlikte bir din aleminin evine gitmiştim. Evin her yerinde kitap vardı. Ve ada-ma soru soruyorlardı adam kitabı çıkarıp o soruyla ilgili sayfayı açıp sorunun cevabını veriyordu. 1981’ de bir din aleminin yanına gittim ona 2 sene boyunca kitap okudum. Evde 15.000 kitap vardı. Hepsini okumuş ve gözleri gör-müyodu ama kitabın yerine, kitabın sayfasına kadar biliyordu. Zaten çok kitaap okumaktan kör olmuş.

Hezar gezici: Hayatınızda en etkilendiniz kişi kim?

Mehmet Paksu: En etki-lendiğim insan babamdır. 86 yaşında... Hep beni büyük gözle görür. Şu an ki konumuma ona borçluyum. Baba-evlat ilişkisi çok önemlidir.

Tolga Üçeyler: Sporla yapı-yor musunuz?

Mehmet Paksu: Sekiz aydan beri yapıyorum. Şınav, mekik ve yürüyüş yapıyorum. spor vücudu veren Allah’a şükürdür.

Elbilge Kırım: Tuttuğunuz bir takım var mı?

Mehmet Paksu: Televizyon pek izleyemiyorum, bir takım da. Basketi hiç sevmem. Or-ta ikideyken gözlerim için dok-tora gitmiştim ve doktor gözlük kullanmamı söyledi. Babamla birlikte aldık gözlüğü. Tam potanın altından geçerken basket topu gözlüğümü kırdı o gün bu gündür pek sevmem . Gaziantep’te güreş çok yaygındır...

Mehmet Paksu’ya bize za-

man ayırdığı ve bizimle bu güzel söyleyişiyi gerçeklştirdiği için çok teşekkür ediyoruz...

ELBİLGE KIRIM, HEZAR GEZİCİ,

İSRA KUTAY, TOGA ÜÇEYLER

ÖRNEK HAYATLAR

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 17

Her yazar kendi hayatını yazar, kendini yazar.

Page 19: Gencbasak YUNUS

Dünyada 60, Türkiye ‘de 1,5 milyon kullanıcıya sahip olan Facebook’un

çıkış amacı; bir Amerikalının o-kuduğu okulda arkadaşlarıy-la sosyal ağ kurmaya çalışma-sıyla bu site kurulmuş, daha sonra diğer Amerikan üniversi-telerine yayılmış ve sadece ü-niversiteli olanlar Facebook ‘a üye olabilmiştir. Bir süre sonra üniversiteli olma kuralı da kalk-mış ve 13 yaş sınırı gelmiştir. Bu gelişmeler sonunda Face-book tüm dünyada yayılıp, bu-günkü halini almıştır.

Dışarıda görüp selam ver-mediğimiz biriyle sanal ortam-da saatlerce konuşmamız ne kadar abes olsa da, uzun za-mandır göremediğimiz bir ar-kadaşımızı bulmak için Face-book, güzel bir yöntemdir. Ar-kadaş grupları arasında ile-tişim kolaylığı sağlayan, kişi-nin istediği kadarıyla bilgileri-ni sunduğu sosyal paylaşım si-tesi olan Facebook, insanların sanal ortamında büyük kolay-lıklar sağlayıp, farklılıklar kat-mıştır.

Gazetelere yansıyan bir ha-ber: Kan davalısının izini süren bir adam, aradığı kişiyi Face-book hesabındaki bilgiler yar-dımıyla bulmuştur.

Bir diğerinde ise; Genelkur-may Başkanlığı’nın ‘360 asker kaçağını Facebook yardımıyla yakalamıştır .’ haberi de Face-book ‘ un günümüzdeki yerine dikkat çekmiştir...

Her madalyonun iki yüzü ol-duğu gibi Facebook ‘ un da gö-rünmeyen bir yüzü vardır: Za-rarları!

Kanada York Üniver-sitesi’nin yaptığı araştırma-ya göre, Facebook sayfalarını sık sık güncelleyenler özgüven eksikliği yaşayan insanlardır. Araştırmayı yapan uzmanlar, bu eğilimi taşıyan kişilerin sağ-lıklı ilişkiler kurmakta zorlandı-ğını vurguluyor. Kızların çekici görünen fotoğraflarını paylaş-tığını, erkeklerin ise, hakkımda kısmında kendilerini öven ke-limeler kullandıklarını belirle-

miş. Araştırmalar, kalabalık ar-kadaş grupları arasında gün-cellemelerin istenen dikkati çe-kemediğini söylemektedir.

Facebook paranoyası: Fa-cebook ‘ a belli bir insanın ha-yatıyla ile ilgili güncel bilgileri edinmek için giren insanlar ü-zerinde görülen psikolojik ra-hatsızlıktır. Takip edilen insa-nın Facebook sayfasındaki her türlü gelişmeden bir mana çı-karılması ve bu durumun getir-diği psikolojik yıkım bu hastalı-ğın en önemli belirtileridir.

Nasıl kullanılacağı bilinme-diğinde tam bir zaman hırsızı olan Facebook ‘un kişiye olan etkileri, kullanma amacına gö-redir...

İlyas ŞARKI

AKTÜEL

Hayatımızın Bir Parçası

Kanada York Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, Facebook sayfalarını sık sık güncelleyen-ler özgüven eksikliği yaşayan insanlardır. Araştırmayı yapan uzmanlar, bu eğilimi taşıyan kişilerin sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlandığını vurguluyor.

Page 20: Gencbasak YUNUS

Günümüzde televizyon, hemen hemen her ev-de yer almakta, herke-

si farklı biçimde ve düzeyde et-kilemektedir. En çok etkilenen grubun çocuklar olduğu bilin-mektedir. Televizyon, öğren-meye en açık oldukları dönem-de, çocuklar ve gençler için ö-nemli bir öğretim aracıdır. E-rişkinlerin daha bilinçli seçim-ler yaptıkları ya da kendilerine sunulanlardan daha az etkilen-dikleri öne sürülse de, televiz-yon programlarının yetişkinleri de yönlendirdiği bilinmektedir. Günümüz insanının iş dışında en fazla zaman ayırdığı etkin-likler arasında yer alır. Kararın-da ve bilinçli izlendikten sonra olumsuz yönleri pek fazla ol-mayacaktır. Televizyon, günlük hayatımızın görsel ve işitsel anlamda vazgeçilmez unsurla-rından biri haline gelmiştir.

İnsanları en çok etkileyen programlar arasında; diziler, haberler ve yarışma program-ları bulunmaktadır. Son za-manlarda yayınlanan yarışma programları arasında Pasapa-rola, Var Mısın? Yok Musun? , Kelimenin Gücü Ve izlenme re-korları kıran Canlı Para bulun-maktadır. Bu yarışmaların in-sanlar üzerinde ruhsal bakım-dan birçok olumlu veya olum-suz yönden etkilerini söylemek mümkündür. İnsanlar yarışma-ya katılırken bile birçok sıkıntı çekerler. İletişim yollarını kulla-narak gerek internet üzerinden gerek telefon üzerinden kayıt yaptırırlar. Milyonlarca insan-

lar içinden elenerek yarışma-cı olmaya çalışırlar. Yarışmacı olmaya hak kazandıklarında i-se yine birçok sıkıntıyla karşı-laşırlar.

Bireysel yönden insanlar yarışmaya katılmak isteyerek, yarışma üzerine hayaller ku-rarak, bu yarışmada kazana-cakları parayı ve o parayı na-sıl tüketeceklerini düşünerek olumlu yönden etkilenirler. Fa-kat günümüzde yarışmaların insanlar üzerinde bıraktığı etki daha çok olumsuz niteliktedir. Buna örnek verdiğimizde Canlı Para programında insanlar ha-yal edemeyecekleri kadar pa-raya birden sahip oluyorlar. Bil-dikleri sorular sayesinde mev-cut parayı koruyorlar, Sorula-rı bilemeyip yanlış cevap ver-dikleri takdirde sahip oldukları paraları kaybediyorlar. O ka-dar parayı aniden kay-bedince de hayal kı-r ıkl ığına uğruyor -lar, insan-lar üzerinde ruhsal bo-zukluklara ve kendilerine o-lan güvenle-rini yitirmeleri-ne neden olu-yor. Bu ruh halin-den sonra insan-lar her ne kadar etkilenmemiş gi-bi gözükseler de bi-lim adamlarının yap-tığı araştırmalar so-

nucu açıklamalarda televizyon programları insanların birey-sel ve sosyal yaşantısını ciddi şekilde etkiler. Televizyonda-ki yarışmaların insanları olum-lu yönden etkilediği de söyle-nebilir. İnsanlar bu programla-ra katılarak hayal ettikleri para-ya ulaşmayı amaçlarlar, bu a-maçlarına ulaştıklarında ise bi-reysel olarak olumlu bir etki al-tında kalmış olurlar.

Çağımızda çok önemli bir yere sahip olan televizyon, in-sanları her ne kadar olumsuz ya da olumlu yönden etkilese de günümüz insanlarının en çok vakit harcayacağı etkinlik olarak devam etmesi engelle-nemeyecektir.

DENİZ DEMİRCAN

AKTÜEL

Televizyondaki yarışma programlarının

‘‘ruhsal’’ etkileri

Page 21: Gencbasak YUNUS

Beyin göçü; az gelişmiş veya gelişmekte olan bir ülkedeki iyi eğitimli, düşünen, üreten,

kalifiye, nitelikli, seçkin, profesyonel ve yetenekli iş gücünün, araştırma ya da çalışma yapmak amacıyla en verimli dönemlerinde gelişmiş ülke-lere gidip geri dönmemeleriyle mey-dana geliyor.

İlk olarak 1960’lı yıllarda beyin göçü başlıyor ve önce doktorlar ve mühendisler, sonra da bilim adam-ları arasında oldukça yaygınlaşıyor. Fakat beyin göçü sadece ülke dışı-na doğru olmuyor, ülke içinde de za-man zaman beyin göçleri meydana geliyor. Türkiye’de bu şekilde mey-dana gelen beyin göçleri genellik-le devlet sektöründen özel sektöre doğru oluyor. Mesela öğretim üye-lerinin çoğunlukla devlet üniversite-lerinden vakıf üniversitelerine doğru akımı veya devlet dairelerinde ye-tişen elemanların özel sektöre ge-çişi, ülke içinde ortaya çıkan beyin göçleri arasında en yaygın örnekler. Bununla birlikte iç beyin göçünün ül-ke açısından pek fazla zararı olmu-yor. Ancak dış beyin göçü için ay-nı şeyi söyleyemeyiz. Ne de olsa i-yi yetişmiş ve yetenekli iş gücünün, gelişmiş ülkelere akışı şeklinde ger-

çekleşen dış göçün ülkeye zararı çok büyük.

Kanada, İngiltere ve ABD gibi gelişmiş ülkeler arasında bile be-yin göçü olabiliyor. Daha iyi çalış-ma olanakları, yüksek ücret ve da-ha az vergi nedeniyle birçok Kana-dalı ABD’de çalışmayı tercih ediyor. Ancak Kanada’ya gelip yerleşen ye-tenekli iş gücü de yadırganamaya-cak kadar fazla. Bu yüzden de Ka-nada, dışarıya verdiği beyin göçünü dengelemiş oluyor. Çoğunlukla ge-lenler daha fazla olmaktadır.

Türkiye ise en fazla beyin göçü veren ülkeler sıralamasında üst sı-ralarda yer alıyor ve ne yazık ki iyi eğitim gören yüz kişiden 59’u, öğre-nimine Türkiye dışında devam edi-yor veya oralarda çalışmaya başlı-yor. Ülkemiz, Hitler döneminde Ya-hudi bilim adamlarını ülkeye kabul edip Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında da Türki Cumhuriyetler-den beyin göçü almış olsa da daha sonraki zamanlarda bu konuda çok fazla ilerleme kaydedemedi.

Beyin göçü sadece Türkiye’de değil genel olarak dünyada yaşa-nılan en önemli sorunlardan biri. Türkiye’den başka beyin göçünün fazla görüldüğü ülkeler arasında

Hindistan, Pakistan, Bağımsız Dev-letler Topluluğu, Çin, Filipinler, Ce-zayir, Fas, Tunus, İran, Mısır, Ni-jerya, Türki Cumhuriyetler vs. gibi devletler yer alıyor. Bununla birlik-te ABD, Kanada, Avustralya, G. Afri-ka, Almanya, Fransa vs. gibi ülkeler ciddi ölçüde beyin göçü alan ülkele-rin başlıcaları.

Geçmişten Günümüze Beyin Göçü 1940 -1945 yılları arasında 2. Dünya savaşı ve Nazi baskıları sebebiyle Yahudi bilim adamlarının çoğu Avrupa’dan kaçmış.

1960 -1970 yıllarının başların-daysa gelişmiş ülkelerin ekonomik seviyelerinin yükselmesiyle profes-yonellere olan talep artmış ve bu talebi karşılayabilmek için de ge-lişmiş ülkeler; seçerek profesyo-nel göçmen alımı yapmış. Yaklaşık 300.000 profesyonel (doktor ve mü-hendis), 3. Dünya ülkelerinden en-düstrileşmiş (ABD, İngiltere, Kana-da, Avustralya vs.) ülkelere göç et-miş. Böylece gelişmemiş ve geliş-mekte olan ülkelerde göç oranı da iyice yükselmiş. Göçün 2/3’ü ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya vs. gi-bi ülkelere olmuş. Bunların nere-deyse yarısı Asya ülkelerinden göç etmiş.

GÜNCEL

Beyin Göçü Nedir? Beyin Göçü Ne Demek?

Türkiye ise en fazla beyin göçü veren ülkeler sıralamasında üst sıralarda yer alıyor ve ne yazık ki iyi eğitim gören yüz kişiden 59’u, öğrenimine Türkiye dışında devam ediyor veya oralarda çalışmaya başlıyor.

BAŞAKŞEHİR LİSESİ20

Page 22: Gencbasak YUNUS

1974 -1975 yılları arasında ge-lişmiş ülkelerde durgunluk yaşanır-ken, gelişmekte olan ülkelerin be-yin gücü üretimi plansız bir şekil-de artmış. Bu ülkeler eğitim sistem-lerini dış isteklere göre uyarlamış. Ayrıca petrol üreten ülkelerde uz-man ihtiyacında büyük bir artış ol-muş. Gelişmiş ülkelerde de yüksek nitelikli iş gücü artmış. Bütün bun-ların sonucunda ise nitelikli profes-yonellere olan talep azalmış ve sı-kı göçmenlik politikaları başlatıl-mış.1975 -1980 yıllarında yıllık ka-lifiye iş gücü göçü 100.000 kişiye u-laşmış ve bu yıllardaki göçlerin ço-ğu Avrupa’dan ABD’ye doğru ger-çekleşmiş.

1980 yılından sonra dünya-da 50.5 milyon üniversiteye kayıt-lının 19 milyonu 3. Dünya ülkeleri-ne göç etmiş , 3. Dünya ülkelerin-de üniversiteye kayıtlı sayısı art-mış ve bu sayı, 7 yılda iki katına çıkmış. Bunun sonucunda göçlerin çoğu, 3. Dünya ülkelerinden ABD ve Avrupa’ya doğru olmuş.1990 yı-lından sonra Rusya’nın ve Doğu Blok’ununu parçalanması sonucu iç savaşlar başlamış ve ABD dünya üniversite öğrencilerinin ¼’üne sa-hip hâle gelmiş. Bu olaylardan son-ra Rusya’nın ve Doğu Blok’unun bi-lim adamları ülkelerini terk etmiş.

2000 yılından beri ABD en çok göç alan ülke durumunda. Beyin göçünün % 54’ünü alıyor. Hint-li ve Çinli kolej mezunlarının yak-laşık % 3’ü ABD’ye gidiyor. Şu an-da ABD’de bilim insanı ve mühen-dislerin % 12’si, doktorların % 23’ü ve bilgisayarcıların % 43’ten fazla-sı; yabancı ülke doğumlu. ABD’de en fazla eğitimli etnik grup Nijeryalı ve Afrikalılar. Afrika üniversitelerin-de eğitim gören her üç kişiden biri dünyaya ihraç ediliyor. Fakat eğitim ücreti çok da düşük değil. İyi bir eği-timin yıllık ortalama maliyeti 15-20 bin $ civarında. Bunların sonucun-da ABD’nin Asya’dan aldığı son 1.5 milyon göçmenin hemen hemen tamamı yüksekokul veya en iyi ko-lej mezunları. ABD’deki 300 bin Hintli ve Koreli, 730 bin Filipin-li ve 400 bin Çinli’nin % 65-70’i

yüksekokul ve kolej mezunu. Sa-dece İran, K.Kore Ve Tayvan’dan aldıklarının % 15’i kolej mezunu. Kolombiya’nın beyin göçünden yıl-lık kaybı 2.37, Hindistan’ın 2 milyar dolar civarında. Meksika’dan yurt dışına gönderilenlerin % 79’u geri dönmüyor. Nijerya’dan ABD’ye 100 bin kişi göç ediyor. Her yıl 100 bin Hintli, ABD’ye gidiyor. ABD Silikon Vadisi’nde de yaklaşık 30 bin Hintli profesyonel var.

Dönmek mi dönmemek mi?Farklı farklı sayısız sebepten

dolayı zamanla beyin göçü ve ül-keye geri dönüş fikirlerimiz değişe-biliyor. Aslına bakarsak geniş çap-ta yapılabilecek anketler ve araştır-malar ile bu çok karmaşık sebepler daha iyi anlaşılabilir ve dışa göç de bu şekilde azaltılabilir.

Beyin göçünün nedenleri; siya-si istikrarsızlık, ekonomide geri kal-mışlık, eğitim sisteminin bozuk işle-mesi, iş gücü planlamasında eksik-likler, araştırma-geliştirmenin teş-vik edilmemesi vs. ile sınırlandırı-larak diğer sebepler ortadan kal-dırılabilir. Mesela, yurt dışında-ki öğrenciler, çalışanlar ve pro-fesyonellerle temas; sürekli devam ettirilip bu şekilde gösterilen ilgiyle yurt-larına geri dön-meleri teşvik edilebil ir. A y r ı c a bu kişi-lerin o-rada yurtları için lobi fa-aliyetlerinde bulunmala-rını sağlar. Yurt dışındaki öğrenci ve çalışan profesyo-nellerin iş gücü kaydı mutlaka el-çilikler / ateşelikler tarafından tutulup bunlara yılda en az

birkaç kez mektupla ve/veya inter-net ile ulaşmak da önemli. Ülkenin potansiyeli ve durumu hakkında bilgiler ulaştırılıp onlara değer veril-diği hissettirilmeli. Ülkenin politika-cı ve yöneticilerinin çalışmaları da; , ülkenin gelişmesi yönünde olma-lı ve geri dönüşü gönüllü hâle ge-tirmeli.Yurt dışında eğitim alıp ülke-lerine geri dönenlerinse gelir sevi-yeleri oldukça iyi olmasına rağmen asıl sıkıntıları ücret değil çalışma şartları oluyor. Bu durumda insan-lar genellikle aile bağları nedeniy-le ülkelerine geri dönüyorlar. Yur-da dönenlerin morallerini yüksel-tip verimliliklerini artırmak için da-ha iyi olanaklar, daha fazla araş-tırma fırsatı, denizaşırı gelişmeler-le daha yakın iletişim / temas, daha fazla yardım şart. Bugün birçok kişi iş imkânlarından dolayı mutsuz ve kendilerini kapana kısılmış hissedi-yorlar. Beyin göçünü azaltmak için-se sadece birkaç önemli tedbir a-lıp iyi idare ve liderlikle insanlara is-tenildiklerinin hissettirilmesi yeterli.

Baran Kuytak

GÜNCEL

Şu anda ABD’de bilim insanı ve mühendislerin % 12’si, doktorların % 23’ü ve bilgisayarcıların % 43’ten fazlası; yabancı ülke doğumlu.

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 21

Page 23: Gencbasak YUNUS

AKTÜEL

Engellilik Nedir, Engelli Kime Denir?

Her biri farklı anlam ifade etse de, toplu-mun geneli tarafından aynı anlamda kullanıl-maktadırlar. Oysa ‘sakat’ kelimesi, vücudun-da hasta veya eksik bir uzuv/organ olma hali-ni, yani fizyoanatomik bir durumu ve vücudun organını kaybetmesi durumunu ifade eder-ken, ‘engelli’ kavramı, günlük yaşama dair te-mel planlamalar yapılırken sakatların mağdur duruma düşürülmesini ifade eder. Bir başka ifadeyle, herkesin kolayca yararlandığı hak-lardan yararlanamama durumunda sakatlığın değil, engellenmişliğin/engelleyenin sorunsal-laştırılması için ‘engelli’ kavramı yaratılmıştır.

Yalnız bizim dilimizde değil diğer bir-çok dilde de engelli ve engellilik anlamına ge-len birden fazla sözcük bulunmaktadır. Örne-ğin; Türkçe’de genel düzeyde engelli, özür-lü, sakat sözcükleri aslında aralarında anlam fakları olduğu halde aynı anlama gelmek üze-re kullanılmaktadır. Genelde tüm engelliler için yaşanan bu karmaşa belirli engelli küme-leri için de geçerlidir. Örneğin; kör, âma, gör-me engelli, görme özür- lü, az gören, vb. Bu sözcükler değişik anlamlar taşı-dıkları gibi yer yer aynı anla-ma gelmek

üzere de kullanılabilmektedirler. Bu da bir zi-hin karışıklığı yaratabilmektedir. Adlandırma-daki bu farklar, zaman zaman öyle çok tartış-maya neden olmaktadır ki, bu tartışmalar, ger-çek sorunların önüne bile geçebilmektedir. En-gellinin kim, engelliliğin de ne olduğu açık bir biçimde ortaya konmayınca, engellilere yöne-lik geliştirilecek politikaların, yasaların ve hiz-metlerin kapsamı da belirsizleşmektedir. Bu belirsizlik de uygulamada pek çok sorunun or-taya çıkmasına neden olmaktadır. Adlandır-madaki karmaşa ve tanım güçlüğü engellinin kendisini anlatmasını ve diğerlerinin de onları kolayca anlamasını zorlaştırmaktadır.

Engelliliğin her zaman her yerde geçerli ölçülerle tanımını yapmak bir hayli güçtür. Bu yüzden olsa gerek literatürde çok değişik ta-nımları vardır. Birleşmiş Milletler Sakat Hak-lan Bildirgesinde “Kişisel ya da sosyal yaşan-tısında kendi kendisine yapması gereken işle-ri (bedensel ya da sonradan olma) her han-gi bir noksanlık sonucu yapamayanlar” sakat olarak tanımlanmaktadır. Engelli sözcüğü ge-nelde hareket yeteneği sınırlanmış bireyi çağ-rıştırmaktadır.

Engellilik günlük yaşama katılmayı en-gelleyen, fiziksel işlevlerdeki bir sınırlılık hali olarak değerlendirilmelidir.

Engelliliğin Oluşmasını Önlenebilir mi? Bir toplumda engellilerin varlığı

onların toplumla bütünleşme gereksini-mini ve sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu ise oldukça zor ve karmaşık bir sü-reçtir. Oysa engellilik önlenebilirse, en azından sayıları çok daha aza indirilebi-lirse, engellilerin topluma kazandırılma-

sı konusu, günümüzdeki boyutlarda bir sorun olmaktan çıkacaktır.

Engelliliğin nedenleri dik-katle incelenirse, bunların çok önemli bir bölümünün kaçını-labilir, önlenebilir nedenler ol-duğu görülecektir. Engellilik genelde kaynağına ve sebep-lerine göre değişik şekillerde sınıflandırılmaktadır. Kayna-ğına göre sınıflandırıldığında, doğuştan gelen engellilik ne-denleri arasında bir takım ge-netik nedenler, akraba evliliği, gebelik sırasında annenin kar-şılaştığı travmalar, hastalıklar, ilaç kullanımı, ışına maruz kal-mak, annenin alkol ve madde bağımlısı olması, kötü beslen-mesi gibi nedenler görülmek-tedir. Sayılan tüm bu nedenler kaçınılmaz, önlenemez durum-lar değildir. Tıp bilimince ger-

çekleştirilen araştırmalarla genetik nedenle-rin bile en azından bir kısmı önceden biline-bilmektedir.

Doğum sırasında ve sonrasında ‘kaza-nılan” engelliliğe gelince kötü ve yetersiz ko-şullarda gerçekleştirilen doğumlar, travmalar, yanlış uygulamalar vb. akla gelmektedir.

Doğum sonrasında karşılaşılan olaylar arasında ise iş kazaları, ev kazaları, trafik ka-zaları, savaşlar, terör olayları, endüstriyel ka-zalar, deprem ve benzeri yıkım olayları, büyük sanayi kazaları v.b, temel engellilik nedenle-ri arasındadır. Bunların büyük çoğunluğunun da önlenebilir nitelikte nedenler olduğu anla-şılmaktadır. O halde “engellilik bir kader de-ğildir”. Gerekli önlemler alındığında, bilinçli bir toplum yaratıldığında, engellilik büyük oranda önlenebilir.

Engellilerin Toplumla Bütünleşmelerinin Önündeki Engeller Nelerdir?

Yoksulluk:Engellilerin genel olarak toplumla bütün-

leşmesinin önündeki engellerden birisi ve bel-ki de en önemlisi yoksulluktur. Yapılan araş-tırmalar, dünyanın her yerinde engellilerin çok büyük çoğunluğunun toplumun yoksul kesim-lerinden geldiğini ve yoksulluk içinde yaşadık-larını göstermektedir. Bu belirleme gelişmiş/endüstrileşmiş ülkeler için de geçerlidir. Kuş-kusuz bu gerçek bizim gibi gelişmekte olan ül-kelerde çok daha çarpıcı ve dramatik yönleriy-le yaşanmaktadır

Eğitim:Engellilerin toplumla bütünleşmesinin

önündeki bir diğer engel de eğitim konusun-da karşılaştıkları sorunlardır. Tüm ülkelerde eğitim sistemi, öncelikle, nüfusun engelli ol-mayan kesimi için planlanıp uygulanmaktadır. Böylece daha en baştan eğitim sistemi, engel-lileri dışlayan bir anlayışa sahip olmakta; da-ha sonra da engellileri eğitim sistemiyle bütün-leştirecek çeşitli programlar geliştirilmeye ça-lışılmaktadır.

Ulaşım, Fiziksel Çevre ve KonutEngellilerin topluma katılmalarının önün-

deki en büyük engellerden biri de ulaşım, fi-ziksel çevre ve konut sorunudur. Engellilerin içinde yaşadıkları fiziksel çevre, sahip olduk-ları fiziksel işlev bozuklukları/yetersizlikleri ve bunun yol açtığı sınırlamalar yüzünden büyük önem taşımaktadır. Toplumu tasarlarken, bir toplum modeli ortaya koyarken, içinde yaşa-nılan fiziksel çevreyi de o toplumun içinde ya-şayan herkesi düşünerek tasarlamak gerekir.

Page 24: Gencbasak YUNUS

Yaşanılan konuttan tüm kamusal yaşam alan-larına, ve ulaşım araçlarına kadar tüm çevre-sel unsurların engellilerin özellikleri ve gerek-sinimleri dikkate alınarak tasarlanmadığı bir gerçektir. Yollar, kaldırımlar, kamu binaları, parklar ve bahçeler, okullar, içinde yaşanılan konutlar, ulaşım araçları ve bunun gibi daha bir çok fiziksel çevre unsuru, engellilerin toplu-ma katılmasının önünde ciddi birer engel oluş-turmaktadır.

Rehabilitasyon:Rehabilitasyon ve araç-gereç gereksini-

minin yeterince karşılanamaması da engellile-rin toplumla bütünleştirilmesinin önündeki en büyük engellerden birisidir. Bilindiği gibi reha-bilitasyon çok genel olarak, yitirilen bir yetene-ğin yeniden kazandırılması, yerine başka bir yeteneğin ‘ikame edilmesi” demektir. Her han-gi bir sebeple engelli hale gelen birey önce-den var olan işini artık yapamıyorsa ya o işi yapabilmek için “yeniden yeteneklendirilme-si = rehabilite edilmesi” gerekmektedir ya da bu İşi yapmak artık olanaklı değilse, yapabile-ceği yeni bir iş için (eğitilmesi) gerekmektedir.

Engellinin Aile Yaşamı / Özel YaşamıTopluma katılma, toplumla bütünleşme

konusunda bir başka güçlük de, engellinin ai-le yaşamı / özel yaşamıyla ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Fiziksel işlevlerindeki bozulma ya da bazı eksiklikler nedeniyle engellinin hare-ket yeteneği sınırlanınca, bu, onun özel yaşa-mına da bazı kısıtlamalar getirmektedir. Hat-ta sosyal hizmet kurumlarda sürekli bakım ve koruma altında olan engelliler için adeta özel yaşam yok denebilecek kadar azdır. Engelli-ye ait bir mekânın yokluğu ve kimi etkinlikle-rin yasaklanması gibi pek çok sınırlama özel yaşamı ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca engelli-lerin evlenmeleri ve aile kurmaları da diğer in-sanlara oranla daha güçtür; bu da onların top-lumla bütünleşmelerini önemli ölçüde engelle-mektedir.

İstihdam SorunuEngellilerin toplumla bütünleşmesinin

önündeki en önemli engel ise istihdam soru-nudur. Çalışmanın gerek bireysel gerekse top-lumsal refahın sağlanmasındaki önemi tartış-masız benimsenmektedir. Çalışmayı Özendir-menin hem bireysel hem de toplumsal açıdan sayısız; yararı olduğu söylenebilir. Öte yandan çağdaş anlayışın bir gereği olarak “çalışmak ve işsizlikten korunmak” bir insan hakkı olarak da değerlendirilmektedir.

-Türkiye: 50 kişi ve üzerinde işçi çalıştıran

kamu ve özelde 4 özürlü, 1 eski hükümlü 1 de terör mağduru çalıştırmak zorunda. Ücretlerde vergi muafiyeti var. Çalıştırmayanlara ise bin 266 ytl ceza kesiliyor. Cezalar fon’a aktarılıp özürlünün ihtiyaçları için harcanıyor.

- Amerika: 1990 yılında çıkarılan ameri-kan özürlüler kanunu ile 15 ya da daha fazla işçi çalıştıran işverenlere özürlü işçi çalıştırma yükümlülüğü getirilmiş.

- Almanya: 16 işçi çalıştıran işverenler, yüzde 6 oranında ağır derecede özürlü çalı-şan istihdam etmek zorunda.

- Avusturya: 25 kişinin üzerinde işçi çalış-tıran şirketlere yüzde 4 özürlü istihdamı zorun-lu tutuluyor.

- Belçika: kamu kurumlarında özürlü istih-damı zorunlu. özel sektör için zorunluluk yok ancak asgari gelirden indirim ve özel prim sis-temi mevcut.

- Fransa: 1987 tarihli kanuna göre özel ve kamuda 20’den fazla işçi çalıştıran işyerle ri için kota yüzde 6. ancak kurala uymayanla-rın alternatif yükümlülüklerini yerine getirmesi şart. Örneğin, işverenin ya özürlülerle ilgili der-neğe ya da özel eğitim görenlere mali yardım-da bulunma gibi.

- Hollanda: en az yüzde 3, en çok yüzde 7 oranında özürlü istihdamı zorunlu.

- İngiltere:1995 yılında yürürlüğe giren (disability discrimination act dda1995), 1944 tarihli bir yasayla zorunlu istihdam öngörül-müş. “özürlü ayrımcılığı kanunu” ile çok geniş bir kesime koruma getirilmiş ve özürlülere yö-nelik ayrımcılık önemli yaptırımlara tabi tutul-muş. ayrıca ingiltere’de 20 ya da daha fazla iş-çi çalıştıran işverenlere yüzde 3 oranında es-ki hükümlü çalıştırma yükümlülüğü getirilmiş.

M.E.B. ve özel eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı, tüm öğrencilerin bi-

rarada olduğu karma eğitim veren okulların yanı sıra aşağıda temel başlıkları sıralanan kurumlarda özel eğitim ve rehabilitasyon hiz-meti vermektedir.

- Görme Engelliler Okulları- İşitme Engelliler İlköğretim Okulları- İşitme Engelliler Meslek Liseleri- Ortopedik Engelliler İlköğretim Okulları- Ortopedik Engelliler Meslek Liseleri- Eğitilebilir Zihin Engelliler Okulları- Öğretilebilir Zihin Engelliler Okulları- Yetişkin Zihin Engelliler İş Eğitim Mer-

kezleri- Otistik Çocuklar Eğitim Merkezleri- Kaynaştırmalı eğitim okulları- Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM)- Hastane İlköğretim Okulları- Rehberlik ve Araştırma Merkezleri

(RAM)- İlk öğretim okullarında özel sınıflar- Sipastik özürlü ilköğretim ve orta öğre-

tim okulları

Engelliler için düzenlenen kampanyalar Ataşehir belediyesi çevre koru-

ma ve kontrol müdürlüğü ta-rafından başlatılan ‘’ata-şehir tane tane ka-pak topluyor adım adım engelleri aşı-yor’’ kampanyası-na ilgi gün geçtikçe ar-tıyor. Gördüğü ilgi nede-niyle Eylül 2010 tarihine kadar uzatılan ‘’ataşehir tane tane kapak toplu-yor adım adım engelleri aşıyor’’ sloganıyla baş-lattığımız bu kampan-ya, doğada 400 yıl gi-bi uzun bir sürede yok olan plastik kapakla-rı geri dönüşüme ka-zandırmakla çevresel bir proje, kapaklardan sağlanan gelirle en-gelli vatandaşlarımıza umut olmak adına sos-yal bir proje özelliği ta-şıyor. Kapaklardan el-de edilen gelirle alınan tekeranya, doğada 400 yıl gibi uzun bir sürede yok olan plastik kapakla-rı geri dönüşüme kazan-dırmakla çevresel bir proje,

kapaklardan sağlanan gelirle engelli vatan-daşlarımıza umut olmak adına sosyal bir proje özelliği aşıyor. kapaklardan elde edilen gelir-le alınan tekerlekli sandalyeler anadolu yakası türkiye sakatlar derneği aracılığı ile ihtiyaç sa-hibi engelli vatandaşlara teslim edilecek. Siz-lerin belediyemize ulaştırdığınız her plastik ka-pak engelli vatandaşlarımıza tekerlekli sandal-ye alınması için bir umut olacaktır.

ENGELLİ ÜNLÜLEREşref Armağan: 1953 İstanbul doğumlu

olan Eşref Armağan, doğuştan görme engel-li bir ressam. Yaşamı boyunca görmediği nes-nelerin maket modellerine dokunarak onları başarıyla resmeder.

Entrasan olan, hiçbir eğitim görme-yen Eşref Armağan’ın kendi kendine okuma-yazma öğrenmesidir.

Boş zamanlannda dükkânda babasına yardım eder. 6 yaşındayken kalem ile kâğıt üzerine çizmeye başlar. Yağlıboya resimlere geçer. Daha sonra da akrilik boya ve tuale de-vam eder.

Aşık Veysel Şatıroglu: 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesinde dünyaya gelen Aşık Vey-sel Şatıroglu, 1901 senesinde çiçek hastalığı-nın salgın haline gelmesiyle gözlerini kaybe-der. Önce sol Eşref Armağan gözünde ‘çiçek beyi’ çıkan Âşık Veysel’in sağ gözüne de per-de iner.

Bunların dışında Dilek Sabancı, Abra-ham Lincoln, William Shakespare, İsmet İnö-nü, Thomas Edison, Albert Einstein, Leonardo da Vinci, Thomas Edison, Ludwig Van Beetho-ven, Agatha Christine, Tevfik Fikret.

Onların engelleri onlara engel olmamış. O halde biz de önlerine daha fazla engel koy-mayalım.

Serra YEŞİLNUR

AKTÜEL

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 23

Page 25: Gencbasak YUNUS

Gürültüİnsanlar üzerinde olum-

suz etki yapan ve hoşa gitme-yen seslere gürültü denir Özel-likle büyük kentlerimizde gürül-tü yoğunlukları oldukça yüksek seviyede olup, Dünya Sağlık Örgütü’nce belirlenen ölçülerin üzerindedir.

Gürültü KirliliğiKent gürültüsünü artıran se-

beplerin başında trafiğin yo-ğun olması, sürücülerin yersiz ve zamansız klakson çalmala-rı ve belediye hudutları içerisin-de bulunan endüstri bölgelerin-den çıkan gürültüler gelmekte-dir Meskenlerde ise televizyon ve müzik aletlerinden çıkan yük-

sek sesler, zamansız yapılan bakım ve onarımlar ile bazı iş-yerlerinden kaynaklanan gürül-tüler insanların işitme sağlığını ve algılamasını olumsuz yönde etkilemekte, fizyolojik ve psiko-lojik dengesini bozmakta, iş ve-rimini azaltmaktadır.

-Bir çevre problemi olarak ele alındığında; incelenebilen çevredeki gürültü seviyelerinin akustik, ölçüm ve tahmin yön-temleri ile belirlenmesinin yanı sıra, gürültünün çevre üzerin-deki olumsuz etkileri de araştırı-larak İnsan ve toplum sağlığı a-çısından kabul edilebilecek gü-rültü nitelik ve seviyelerinin be-lirlenmesi gerekmektedir. Tabia-tıyla buna bağlı olarak gürültü-nün kontrol altına alınması ça-lışmaları da önem taşımaktadır. Gürültü kontrol mühendisliği adı altında toplanan teknik çalışma-lar ile gürültüden toplumsal et-kilenme analizleri son 20 yıldan beri çeşitli ülkelerde ve bilim-sel kuruluşlarda yaygın biçim-de sürdürülmektedir. Konunun çeşitli yönlerini ele alan ve her yıl gözden geçirilen uluslararası teknik standartlar yanında, millî gürültü kanun ve yönetmelikleri çıkarılmıştır. Bütün bu çabalara rağmen, gürültü kaynaklarının gelişmiş ülkelerde daha da ço-ğaldığı ve etkilenmenin giderek arttığı bir gerçektir. Söz gelimi OECD ülkelerinde 1960-1985 yılları arasında kara ulaşımının 3 kat, hava ulaşımının 2 kat art-tığı ve dolayısıyla ulaşım gürül-tü düzeyinin 65 dBA’mn üzerin-de bulunduğu bölgelerde 130 milyon, 65-50 dBA arasında bu-lunduğu bölgelerde 300 milyon-dan fazla insanın gürültüden o-lumsuz yönde etkilendiği belir-lenmiştir.

Gürültünün insan üzerindeki etkilerini 4’e ayırabiliriz:1 Fiziksel Etkileri: Geçici

veya sürekli işitme bozuklukları 2 Fizyolojik Etkileri: Kan

basıncının artması, dolaşım bo-zuklukları, solunumda hızlan-ma, kalp atışlarında yavaşlama, ani refleks

3 Psikolojik Etkileri: Dav-ranış bozuklukları, aşırı sinirli-lik ve stres

4 Performans Etkileri: İş veriminin düşmesi, konsantras-yon bozukluğu, hareketlerin ya-vaşlaması

Gürültüye maruz kalma süresi ve gürültünün şiddeti, in-sana vereceği zararı etkiler En-düstri alanında yapılan araştır-malar göstermiştir ki; işyeri gü-rültüsü azaltıldığında işin zor-luğu da azalmakta, verim yükselmekte ve iş kazaları azalmaktadır

Çalışma ve Sosyal Gü-venlik Bakanlığı verilerine göre; meslek hastalıkla-rının %10’u, gürültü so-nucu meydana

ÇEVRE

Gürültü Kirliliği

24

Page 26: Gencbasak YUNUS

gelen işitme kaybı olarak tes-pit edilmiştir Meslek hastalıkla-rının pek çoğu tedavi edilebildi-ği halde, işitme kaybının tedavi-si yapılamamaktadır

Bazı Gürültü Türleri-nin Desibel Dereceleri ve Psikolojik Etkileri

Gürültü Türü Db Derecesi Psikolojik Etkisi Uzay Roketleri 170 Kulak ağrısı sinir hücreleri-nin bozulması Canavar Düdük-leri 150 Kulak ağrısı sinir hücre-lerinin bozulması Kulak dayan-ma sınırı 140 Kulak ağrısı sinir hücrelerinin bozulması Makine-li delici 120 Sinirsel ve psikolojik bozukluklar (III Basamak) Moto-siklet 110 Sinirsel ve psikolojik

bozukluklar (III Basamak) Kabare Müziği 100

Sinirsel ve

psikolojik bozukluklar (III Basa-mak) Metro gürültüsü 90 Psiko-lojik belirtiler (II Basamak) Tehli-keli bölge 85 Psikolojik belirtiler (II Basamak) Çalar Saat 80 Psi-kolojik belirtiler (II Basamak) Te-lefon zili 70 Psikolojik belirtiler (II Basamak) İnsan sesi 60 Psi-kolojik belirtiler (I Basamak) Uy-ku gürültüsü 30 Psikolojik belir-tiler (I Basamak)

Çeşitli Kullanım Alanları-nın Kabul Edilebilir Üst Gü-rültü Seviyeleri

Kullanım Alanı Ses Basın-cı Düzeyi (gündüz)

dBA Dinlenme Alanları Tiyat-ro Salonları 25, Konferans Sa-lonları 30, Otel Yatak Odaları 30, Otel Restoranları 35, Sağ-lık Yapıları Hastaneler 35, Ko-nutlar Yatak Odaları 35, Otur-ma Odaları 60, Servis Bölüm-leri (mutfak, banyo) 70, Eğitim Yapıları Derslikler, Laboratuar-lar 45, Spor Salonu, Yemekha-neler 60, Endüstri Yapıları Fab-rikalar (küçük) 70, Fabrikalar (büyük) 80…

Gürültüyü Azaltmak İçin Alınabilecek Tedbirler:

• Hava alanlarının, endüst-ri ve sanayi bölgelerinin yerle-şim bölgelerinden uzak yerler-de kurulması,

• Motorlu taşıtların gereksiz

korna çalmalarının önlenmesi, • Kamuoyuna açık olan yer-

ler ile yerleşim alanlarında e-lektronik olarak sesi yükseltilen müzik aletlerinin çevreyi rahat-sız edecek seviyede olmasının önlenmesi,

• İşyerlerinde çalışanların maruz kalacağı gürültü seviye-sinin en aza (Gürültü Kontrol Yönetmeliğinde belirtilen sınır-lara) indirilmesi,

• Yerleşim yerlerinde ve bi-naların içinde gürültü rahatsız-lığını önlemek için yeni inşa e-dilen yapılarda ses yalıtımı sağ-lanması,

• Radyo, televizyon ve mü-zik aletlerinin evlerde rahatsız-lık verecek seviyede seslerinin yükseltilmemesi gerekmektedir.

Sema DUMAN 12 B

ÇEVRE

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 25

Bİr çevre problemi olarak ele alındığında; incelenebilen çev-redeki gürültü seviyelerinin akustik, ölçüm ve tahmin yön-temleri ile belirlenmesinin yanısıra, gürültünün çevre ü-zerindeki olumsuz etkileride araştırılarak İnsan ve toplum sağlığı açısından kabul edilebilecek gürültü nitelik ve seviyelerinin belirlenmesi gerekmektedir.

Page 27: Gencbasak YUNUS

Türk tiyatro ve sinema sanatçısı.

Türk Sineması’nın en büyük komedyenlerinden biri olan Sunal, peş peşe çevirdiği filmlerle büyük başarı kazandı.

Babası, Malatya doğumlu, Migros’tan emekli Mustafa Sunal; annesi Saime Sunal’dır. Kemal Sunal’ın, Cemil Sunal ve Cengiz Sunal adında iki kardeşi vardır.

1981 yılında Ankara Bando-Mızıka birliğinde askerliğini yaptı.. Sanat hayatı, Vefa Lisesi’nde amatör olarak “Zoraki Tabip” adlı ti-yatro oyunuyla başladı. 1 yıl kadar Kenterler Tiyatrosu’nda çalıştıktan sonra uzun süre Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda, kısa süre Ayfer Fe-ray Tiyatrosu’nda, son olarak da Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda görev aldı. 1973 yılında Ertem Eğilmez’in yönettiği “Tatlı Dillim” adlı filmle sinemaya adımını attı ve kalabalık kadrolu filmlerde rol al-maya başladı.

Türk sinemasında başta İnek Şaban tiplemesi olmak üzere canlandırdığı pek çok tiple seven-lerinin kalbinde taht kuran Kemal Sunal, 7’den 70’e herkesin sevgi-sini kazandı.

1974 yılında evlendi. Ali ve Ezo adlarında, biri kız diğeri erkek iki çocuğu oldu. 1977’de Antalya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Sunal, oyunculuğu

ve özellikle değişik tiplemesi-yle Türk sinemasında komedi oyunculuğuna yeni bir soluk getir-di. 1990’lı yıllardan itibaren filmleri kesintisiz olarak televizyonlarda yayımlanmaya başlandı; ama ken-disi bu gösterimlerden hiç para almadı.

12 Eylül öncesi dönemde yarım bıraktığı üniversiteyi, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nden mezun olarak 1995 yılında bitirdi ve yük-sek lisans yapmaya başladı. Hayatı boyunca toplam 82 filmde rol aldı. 3 Temmuz 2000 tarihinde Balalayka adlı filmin çekimlerine başlamak için Trabzon’a gitmek üzere bindiği uçakta kalkıştan hemen önce geçirdiği kalp krizi so-nucu hayatını kaybetti.

PORTRE

BAŞAKŞEHİR LİSESİ26

Ekranlardan da zihinlerden

silinmeyen simalar

Ali Kemal Sunal

(1944-2000)

Türk sinemasında başta İnek Şaban tiplemesi olmak

üzere canlandırdığı pek çok tiple sev-enlerinin kalbinde taht kuran Kemal Sunal, 7’den 70’e

herkesin sevgisini kazandı.

HABABAM SINIFI YASTASunal’ın rol aldığı ve Türk sinemasının klasik filmleri arasında yer al-an Hababam Sınıfı’ndan rol arkadaşı sanatçı Münir Özkul, yaptığı açıklamada, “Çok, çok, çok üzgünüm. Şoktayız. Sanatçılığının ötesinde çok iyi dostumdu.” demişti

Page 28: Gencbasak YUNUS

PORTRE

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 27

(Kendi kaleminden)

“1944’de İstanbul’da doğdum. Lise son sınıftayken felsefe öğretmenim Belkıs Balkır, elimden tuttuğu gibi beni Müşfik Kenter’e tes-lim etti. Bu arada üniversiteye başladım. Bir süre sonra turneler nedeni ile öğrenimime ara vermek zorunda kaldım. Kent Oyuncuları’ndan sonra sırasıyla Ulvi Uraz Tiyatrosu, Ayfer Feray Tiyatrosu ve en son Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda oynadım. 1972 yılında Ertem Eğilmez’in beni beğenip seçmesiyle sinemaya adımımı attım. Özel televizyonların yaygınlaşması üzerine diziler yaptım. Bu sıralarda da üniversit-eyi bitirmeyi ve böylece gençlere örnek olmayı kafama koymuştum. Çünkü Türkiye’nin okuyan insana ihtiyacı vardı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü’nü 1995 yılında bitirdim. Bu da yetmez deyip yüksek lisans öğrenimimi de tamamladıktan son-ra tez müddetim başladı. Bundan sonra da çok özlediğim tiyatroyu ve sinemayı birlikte yapmayı planlıyorum...”

Page 29: Gencbasak YUNUS

SAĞLIK

BAŞAKŞEHİR LİSESİ28

Çölyak hastalığının tanımıÇölyak hastalığı “Glutein” proteini-

ne karşı vücudun geliştirdiği tepkiden do-layı oluşur. Glutein proteini arpa, buğday, çavdar ve yulaf gibi tahıllarda bulunur. Çöl-yak hastalığı da bu tahılların alınmasıyla gelişir. İnce bağırsaklarda ortaya çıkan bu hastalık nedeniyle bağırsak duvarları düz-leşir ve besin emilimini tam anlamıyla ya-pamaz. Normalde bağırsak duvarları bir havlunun yüzeyi gibi pütürlüdür. Bu pütür-ler sayesinde ince bağırsak sindirilmiş be-sinleri emerek kana karıştırır. Çölyak has-talığı nedeniyle pütürlü yapısını kaybeden ince bağırsak hızla düzleşir ve insanda hastalık etkileri görülmeye başlar.

Çölyak hastalığı ve etkileriKarın şişliği ve gelişim bozuklukları en

büyük etkilerdendir. Kaslarda güçsüzlü-ğe bağlı olarak titreyen eller ve kollar, cilt-te solma, dışkıda parlak ve yağlı görünüm çölyak hastalığının diğer belirtilerindendir. Bütün bu belirtilerin yanında kusma ve vü-cudun şişmesi ile birlikte görülen iştahsız-lık, bir kişide çölyak hastalığından şüphe-lenilmesi için yeterlidir.

Kesin teşhis.Çölyak hastalığının kesin teşhisi ince

bağırsaktan alınan parçaya bakılarak ya-pılır bunun yanında kan değerleride çölyak hastalığının teşhisinde yardımcı faktörler-dendir. Aslına bakarsanız bütün bu bilinen-lere rağmen çölyak hastalığı kolayca teş-his edilebilecek bir hastalık değildir.

Çölyak hastalığının tedavisi.Bu hastalık hakkında kötü bir durum

tam olarak bir tedavi şeklinin geliştirileme-miş olmasıdır. Buna rağmen iyi bir perhiz ve sıkı diyet bu hastalıkla savaşta bizlere destek olan durumlardır. Bir kişiye çölyak teşhisi konduğunda hiç vakit kaybetmeden tahıl ve tahıl ürünleriyle beslenmenin kesil-mesi ve bu besinlerin yaşam boyunca alın-maması gerekir.

Sorular ve cevaplar.Soru: Mesela haftada bir kere diyeti

bozsam ve gluteinli yiyeceklerden yesem

olur mu?Cevap: Bu diyeti ömrünüz boyun-

ca uygulamalısınız. Bir kere dahi bozma-nız oldukça sakıncalı durumlar ortaya çı-kartabilir.

Soru: Diyetimde tam olarak nelere dikkat etmeliyim?

Cevap: Öncelikle buğday, arpa, çav-dar ve yulaf gibi tahıllar ve bunlardan ya-pılan makarna, pasta, börek, ekmek gibi hamur işlerinden uzak durmalısınız. Bütün bunlara ilaveten yeşil çekirdeklerden de uzak durmalısınız. Çok yağlı, yağda kızart-malar, hayvansal yağlar, alkollü içecekler, baharatlar, et, sebze konservesi ve salça yenmesi kesinlikle yasaktır.

Soru: çölyak hastasıyım. Hangi tür besinlerle beslenmeliyim?

Cevap: Mesela mısır, pirinç, patates ve bunların unundan yapılmış ürünler yeni-lebilir. Bunların yanı sıra; taze meyve, seb-ze, yağsız et av eti, deniz ürünlerinden ba-lık çeşitleri, yağsız kümes hayvanı, yumur-ta, süt, şeker, bal ve taze olmak kaydıyla baharatlar yenilebilir.

Çölyak hastalığı ve şifalı bitkiler.

Kestane bu hastalar için çok değerli bir besindir çünkü çölyak hastaları ekmek yiyemediği için alamadıkları B grubu vita-minleri kestaneden alabilirler. Diğer yan-dan bağırsakları kuvvetlendiren fakat glu-tein içermeyen gıdalarda sıkca tüketilmeli-dir. Çölyak hastalarının vazgeçmemesi ge-reken kuru besinler den bazıları ceviz, fın-dık, kuru incir ve kuru üzüm şeklinde sıra-lanabilir.

Çölyak sindirim sistemi hastalığıdır. Yenilen yiyeceklerde bulunan besinlerin emilmesini önleyen ve ince bağırsakta ha-sar oluşturan hastalıktır. Bağırsakta sindi-rim yapmayı sağlayan villus denilen yapı-nın bozulmasına etki eder.

Belirtileri:Belirtileri her yaş türünde farklıdır. Ço-

cuklarda olan çölyak hastalığının belirtileri daha olumsuz iken yetişkinlerde ise çocuk-

lara oranla belirtiler daha hafif olarak nite-lendirilebilir.

Çocuklarda:*Boy uzamasının durması*İshal*Kusma*Karında şişlik*İştah olmaması*Kilo alamamakYetişkinlerde:*Anemi*Boy uzamaması*Kemik inceliği*Bazı karaciğer hastalıkları

Çölyak hastalığı genetik hastalıktır. Yani ailede çölyak hastalığının diğer nesil-lerede geçme olasılığı vardır. Çölyak has-talığı bazen çocuklu yaşlarda ortaya çıkar-ken bazende erişkin yaşlarda ortaya çıka-bilir. Bu hastalığı tetikleyen etmenler olabi-lir. Stres, hamilelik, geçirilen ameliyat çöl-yak hastlaığını tetikleyebilecek unsurlar olabilirler.

Tedavisi:Çölyak hastalığı için doktora başvu-

rulduğu zaman gluten içeren besinlerden uzak durulması gerektiğini vurgulayacak-tır. Nedir bu gluten içeren besinler; buğday, arpa, yulaf, çavdar bazı gluten içeren be-sinlerdendir. Kesinlikle bunların ömür boyu tüketilmemesine dikkat edilmesi gerekir.

Bu bağlamda normal ekmek, makar-na, börek, pasta gibi gluten içeren gıda-lardan uzak durmak gerekir. Hastalığın en kötü yanlarından biride günlük hayatta çok sık tüketilen bu gıdalardan uzak durulma-sı olsa gerek.

Çölyak hastalığı bağırsaklarda besin maddelerinin sindiriminin ve emiliminin bo-zulmasına yol açan bir hastalıktır.

Çölyak hastalığı olan insanlar; buğ-day, arpa, çavdar ve bir dereceye kadar da yulafta da bulunan bir protein olan ‘glu-ten’ e karşı hassasiyet gösterirler. Bu kişi-ler gluten içeren gıdalarla beslendiklerinde ince bağırsaklarında oluşan immunolojik reaksiyonlar sonucu hücrelerde iltihap ve hasar oluşturur. Oluşan bu hasar sonrasın-

Çölyak Hastalığı Nedir?

Page 30: Gencbasak YUNUS

SAĞLIK

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 29

da besin maddelerinin sindirimi ve emilimi bozulacağından, ishal ve zamanla vücutta bazı maddelerin eksikliği ortaya çıkar.

Çölyak hastalığı genetik bir hastalık-tır ve hastaların yüzde10 kadarında ailede çölyak hastalığı olan başka bireyler vardır. Çift yumurta ikizlerinde yüzde30 oranında görülürken, tek yumurta ikizlerinde görül-me oranı yüzde70’tir.

Bazı viral enfeksiyonlar ve stres du-rumları hastalığın ortaya çıkmasına sebep olabilir. Her yaşta ortaya çıkarsa da 8-12 aylık çocuklarda ve 30-40 yaş aralığında daha sıktır. İleri yaşlarda da ortaya çıka-bilmektedir. “Latent” veya “sessiz çölyak” hastalığı ise, bu hastalığa ait tipik bulgu-ların olmadığı fakat kalıtsal yatkınlığı olan hastalar için kullanılan bir terimdir. Bu has-talarda zamanla çölyak hastalığı yerleşir.

Belirtileri nelerdir? Emilim ve sindirim bozukluğunun de-

recesine bağlı olarak Çölyak hastalığı ço-cuklarda ve erişkinlerde farklı belirtiler-le kendini gösterir. Çocuklarda gelişme ve büyüme geriliği çölyak hastalığının erken bulgusu olabilir. Karın ağrısı, bulantı, kus-ma, ishal, huysuzluk, uyuklama, davranış bozuklukları ve okulda başarısızlık görüle-bilecek diğer belirtilerdir. Bulguların orta-ya çıkması ve şiddetlenmesi yıllar sürebilir. Çölyak hastalığı erişkinlerde genellikle 30-40 yaş civarında ortaya çıkarsa da daha ileri yaşlarda da görülebilir. Hastalıklı kişi-lerde belirtiler iki şekilde kendini gösterir:

Emilim bozukluğuna bağlı olanlarBesin, mineral ve vitamin eksikliğine

bağlı olanlardır.Hastalarda temel besin kaynakla-

rı olan; protein, karbonhidrat ve yağ emi-limi bozulmuştur ve en ciddi emilimi bozu-lan ise yağlardır. Yağ emiliminin bozulma-sı sonucu hastalarda ishal ve şişkinlik şika-yetleri ortaya çıkabilir. Karbon hidrat emi-lim bozukluğu sonucu ise hastalarda lak-toz intoleransı ortaya çıkar, bu durum sütlü yiyecekler sonrası hastalarda karın ağrısı ve şişkinlik gibi şikayetlere neden olabilir.

Hastalarda beslenme bozukluğu, vita-min ve mineral yetersizliğine bağlı olarak;

Zayıflama ve ödemKansızlık (demir ve B12 vitamin eksik-

liği)Kemik erimesi (osteoporoz)

Kolay çürüme (K vitamin eksikliği)

Sinir hasarı =peri-ferik nöropati (B12 ve B1 vitamin eksikliği)

Kısırlık (adet bo-zukluğu, düşükler)

Kas güçsüzlüğü (potasyum, magnez-yum yetersizliği)

Saç dökülmesiİştahsızlıktır.

Teşhis ve tedavisi

Çölyak hastalığın-dan şüphelenildiğin-de, ayrıntılı bir muaye-

neden sonra bazı kan ve dışkı testleri is-tenir. Kalsiyum, magnezyum, potasyum, protein, kolesterol, B12 vitamini, A vitami-ni, folik asit ve demir gibi bu hastalıkta vü-cutta eksilebilecek bazı maddelerin kanda-ki seviyelerinin ölçülmesi, tam kan sayımı-nın yapılması ve iltihap belirteçlerinin kont-rol edilmesi yanında; çölyak hastalığının teşhisinde kullanılan bazı testlerin de ya-pılması gerekir. Çölyak hastalığının tanı-sında mutlaka yapılması gereken bir diğer inceleme, ince bağırsak mukoza biyopsisi-dir. Özellikle belirgin kilo kaybı, karın ağrı-sı, kansızlık, gece terlemeleri ve kanama gibi bulguları olan hastalarda bu inceleme-lerin yapılması ve gerektiğinde bilgisayar-lı batın tomografisi gibi başka görüntüle-me yöntemlerine başvurulması gerekebilir. Erken dönemde teşhis edilmediğinde çöl-yak hastalığı ciddi problemlere yol açabi-lir. Yukarıda tarif edilen bulgulara benzer şikayetleri veya ailesinde çölyak hastalığı öyküsü olanların bir iç hastalıkları uzma-nı veya gastroenteroloji uzmanına başvur-maları gerekir. Çölyak hastalığı olanların yüzde10 kadarında; anne, baba, kardeş veya çocuklarında da aynı hastalık görüle-bilir. Gebelik döneminde kansızlığı belirgin ölçüde şiddetlenen kadınların çölyak has-talığı yönünden araştırıl-ması gerekir.

Çölyak hastalığın-da tedavinin temelini sıkı bir glutensiz diyet uygulanması oluşturur. Bu amaçla gluten içeren tahıl ürünleri (buğday, arpa ve çavdar) kullanı-larak yapılan gıda mad-delerinin kesinlikle yen-memesi gerekir. Pirinç, mısır, patates ve soya unundan yapılmış ürün-ler yenilebilir. Meyve, sebze, yumurta ve et ürünlerinin yenmesinde sakınca yoktur.

Gluten içermeyen bir diyetin uygulanma-sı normal beslenmeye göre daha pahalı, güç ve sıkıcı olabilir. Bu ne-denle kesin tanı konul-madan bu tür bir diye-

tin uygulanması tavsiye edilmez. Bu has-talarda laktoz eksikliği (laktoz intoleransı) de olabildiğinden başlangıçta süt ve sütlü gıdaların alınmaması önerilir.

Glutensiz diyete başlanmasından gün-ler sonra şikayetlerde azalma görülme-ye başlar. Şikayetlerin tamamıyla ortadan kalkmasına rağmen bağırsak mukozasının tamam olarak iyileşmesi bazen 2 yıl kadar sürebilirse de bağırsak mukozasındaki iyi-leşme genellikle 3-6 ay içinde gerçekleşir.

Çölyak hastalığında ilaç tedavisi yoktur

Sıkı bir glutensiz diyet uygulayan has-talarda hastalık genelde iyi bir gidiş gös-terir. Tedavi edilmeyen vakalarda uzun dö-nemde (20-30 yıl) ortaya çıkabilecek ciddi bir hastalıklar arasında; ince bağırsak len-foması, ince bağırsak ülserleri ve kollaje-nöz çölyak hastalığı sayılabilir. Sıkı diyet ile kansere dönüşüm engellenebilir.

Prof. Dr. Yavuz BaykalMemorial Hastanesi İç Hastalıkları

Bölüm Koordinatörü

Çölyak Hastalığı

Çölyak, genetik kökenli bir ince bağır-sak alerjisidir. Bu alerjinin buğday, arpa, yulaf ve çavdar gibi tahıllarda bulunan ve günümüzde pek çok gıdada (bisküvi, reçel gibi) kıvam verici madde olarak kullanılan, gluten adlı proteine karşı ince bağırsağın ömür boyu süren bir hassasiyet gösterme-sinden kaynaklandığını belirtiliyor.

Uzmanlar çölyak hastalığını: “Yediği-miz her yiyecek yemek borusundan mide-ye, mideden ince bağırsağa, oradan da ka-lın bağırsağa gider. Midede hazmedildik-ten sonra sağlığımız için gerekli olan tüm besin maddeleri ince bağırsakta bulunan villus çıkıntıları sayesinde emilerek kana karışır. Villuslar olmadan vücut hiçbir besin maddesini ememez.

Derya EROL

Page 31: Gencbasak YUNUS

Hijyen nedir,ne önemi vardır?

Sağlığa zarar verecek ortamlar-dan korunmak amacıyla yapı-lacak uygulamalar ve alınan

temizlik önlemlerinin tümüne hijyen denir.

Her insan kendi temizliğinden sorumlu olmalıdır. Çocuk yaşlarda anne, baba ve öğretmenler tarafın-dan çoğu zaman bizzat yapılarak öğ-retilen temizlik uygulamalarının, ço-cukluktan sonra bireyin kendisi tara-fından yapılması gerekmektedir. Ör-neğin; tuvaletten sonra hiçbir şeye dokunmadan ellerin yıkanması bir alışkanlık olmalıdır.

Temizliğin sadece görünür kirlen-me olduğunda yapılması yeterli de-ğildir. Örneğin; uykudan uyanınca yü-zün yıkanması, çamaşırların değişti-rilmesi, gündelik temizlik uygulama-larıdır.

Temiz insanın tabiatı zinde, vücu-du sağlamdır. Her gün bayağı, pis iş-lerle uğraşan insan, çok kere kirlenir, pislenir. Bunlardan temizlenmesi ge-rekir. Çünkü kirlilik, pislik çeşitli has-talıklara sebep olduğu gibi, insanla-rın rahatını, huzurunu da kaçırır. Öyle haller vardır ki, insanın pislenmeme-si, kirlenmemesi mümkün değildir.

Temizliğin en önemli iki madde-si su ve sabundur. Gelişmiş toplum-larda kişisel temizlikte en fazla kul-lanılan malzemelerin başında su ve sabun gelmektedir. Bununla birlikte banyo süngerleri, lifleri, diş fırçaları, el ve ayak temizliği ile vücut temizli-ğinde kullanılan fırçalar, tırnak ma-kası ilk akla gelen temizlik araçları-dır. Bunların tümü başkalarıyla pay-laşılmaması gereken, kişisel temizlik araçlarıdır.

El TemizliğiVücudumuzun en fazla kirlenen

ve gözle görülmeyen zararlı mikroor-ganizmalarla en çok karşılaşan

bölümleri ellerimizdir. Bulaşı-cı hastalıkların yayılması-

nı, çatlakların oluşumu-nu önlemek için en et-kin yöntemlerden biri el temizliğini sağla-maktır. Kötü el hijye-ni ve yetersiz el yıka-ma yılda milyonlar-ca Gastrointestinal hastalık görülmesine, onbinlerce Hepatit-A olgusuna ve ölüm-lere neden olduğu, başta Rota virüs ol-mak üzere tüm has-talık yapıcı etmenle-rin bu yolla bulaştığı bir gerçektir. Bilhas-sa tuvalet öncesi ve sonrası, yemek ye-meden önce el yı-kamaya bu nedenle önem verilmeli ve el yıkama bir alışkanlık haline getirilmelidir.

Tırnak temizliği ve bakımı da olduk-

ça önemli bir konudur. Sağlıklı bir tır-nak haftada 1 milimetre kadar uzar. Şeffaf, pürüzsüz, hafif kabartılı, tırnak dipleri pembe renkli ve uçları yarı şef-faf olmalıdır. Tırnağı saran deri düz-gün olmalıdır. Tırnak uçları tıpkı eller gibi mikroorganizmalar için güzel bir yerleşim alanıdır. Bu sebeple tırnak-lar çok uzamadan kesilmeli ve fırça-lanarak temizlenmelidir. Tırnaklar ye-terli şekilde temizlenmediğinde man-tar, dolama, soyulma, kırılma ve çat-laklar rahatlıkla oluşabilir. El tırnakları oval, ayak tırnakları kare şeklinde ke-silir. Kesme işleminden sonra da el-ler ve özellikle tırnak çevresi özen-le yıkanmalıdır. Oje, aseton ve cila-lar tırnaklarda soyulma ve kurumaya neden olduğundan gereğinden fazla kullanılmamalıdır.

Vücut TemizliğiVücut temizliği derinin kir ve sal-

gılardan arındırılması için, sabun ve 37-38 oC sıcaklıktaki suyla yıkanma-sıdır. Her gün, değilse iki günde bir, en geç haftada bir defa yıkanmalıdır. Su ile temasın vücudun elektrik yükü-nü dengelediği, ılık/sıcak suyla yıkan-manın asabî ağrıları azaltıp giderdiği, çeşitli romatizmal hastalıklara iyi gel-diği, günlük gerginlikleri azalttığı, fe-rahlık ve zindelik verdiği, kan dolaşı-mını uyardığı, cilt sağlığına iyi geldi-ği bilinmektedir. Bu faydaların bir kıs-mı, soğuk duş/banyo ile de temin edi-lebilmektedir. Soğuk duş alamayan-ların, hiç olmazsa ılık-sıcak duştan sonra el, kol, yüz, ayak ve bacaklarını soğuk suya tutmaları faydalı olur. Aşı-rı sıcak su ile temas ve aşırı keselen-me cilt sağlığını bozar.

Temizlenmede herkesin kullandı-ğı havuzlardan uzak durulmalı, teda-vi maksatlı olanlar dışında durgun su ve küvette yıkanmamalıdır. Uzakdo-ğu ve Batı’da küvet ve fıçı gibi dur-gun suda yıkanma alışkanlığı yaygın-dır. Temizlik ve sağlık için uygun olanı duş tarzındaki yıkanmadır.

Mutlu ÇAYLAK

SAĞLIK

Her İnsan Kendi Temizliğinden Sorumlu Olmalıdır.

Page 32: Gencbasak YUNUS
Page 33: Gencbasak YUNUS

Elazığ, Doğu Anadolu da Ta-rihi Harput Kalesinin bulunduğu tepenin eteğinde kurulmuş bir şe-hirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan şehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ’ın yerleşim yeri olarak tari-hi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini, Harput un tarihi ile birlikte ele almamız gerekir. Har-put ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra kesin olmamakla beraber 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastla-maktadır. Harput’un ilk Türk hakimi Çubuk Bey’dir. Çu-buk Bey, burada diğer Sel-çuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şar-tıyla bir Hükümet kurmuştur. Osmanlı devletinin son yıl-larında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağ-lanmış 1921’de bu iki san-cakta Elazığ’dan ayrılmış-

tır. Sultan Abdülaziz’in tahta çı-kısının 5. yılında Hacı Ahmet İz-zet Pasa devrinde buraya tayin e-dilen Vali İsmail paşanın teklifi i-le 1867 yılında “Mamurat-ül -A-ziz” adı verilmiştir. Fakat telaffu-zu güç olduğundan halk arasında kısaca “EL AZİZ” olarak söylene-gelmiştir. Atatürk’ün 1937 yılında şehre teşrifleri sırasında “Azık İli” anlamına gelen “ELAZIK” adı ve-rilmiş, bu isim daha sonra “ELA-ZIĞ” ’a dönüşmüştür.

Çayda Çıra Oyunu:

Bu oyun, Elazığ’ın Harput Bucağından derlenmiştir. Oyun “Mumlu Dans” namıyla dünyaca tanınmaktadır. ”Çayda Çıra” o-yunu hakkında çeşitli efsaneler vardır. Ancak, bunlar dilden di-le dolaşan çeşitli halk masalları-na benzemekte ve diğer şehirle-rimizde anlatılan efsanelerin bir varyantı ya da değişikliğe uğra-mış bir şekli olarak anlatılmakta-dır.

Oyun, orijini itibariyle ay-dınlatma amacı güdülerek orta-ya çıkmıştır. Araştırmamızda halk arasında söylenen çeşitli efsa-

neler tespit ettik. Bunlar-dan bir örnek: Efsaneye gö-re Hazar Gölü kenarında bir köyde birbirini seven i-ki genç, gizlice buluşmak-tadırlar. Erkeğin buluşma yerine gidebilmesi için gö-lü yüzerek geçmesi gerek-mektedir. Buluşma gece ol-duğundan, kız çıra (Dındik) yakarak gence yerini belli

YURDUM KÖŞESİNDEN

“Fıratın Koynunda Yatan,

Aziz Şehir El-Aziz”

BAŞAKŞEHİR LİSESİ32

Page 34: Gencbasak YUNUS

etmektedir. Genç ise, ışığa doğ-ru yüzmekte ve böylece sevgililer buluşmaktadır.

Bu durumu sezen kızın ba-bası, buluşmanın yapılacağı bir gün erkeğin yüzerek gölün or-talarına geldiği sıralarda çırayı söndürür ve genç sevgilinin göl-de boğulmasına sebep olur. Bu-nu fark eden kız da kendini suya atar, o da kaybolur. Bunun üze-rine bütün köylü toplanarak elle-rindeki “Çıra” larla iki sevgiliyi a-ramaya başlarlar. Efsaneye göre, bu olay üzerine ağıtlar yakılmış, türküler söylenmiş ve çıra ile ara-ma olayı oyunlaşarak günümüze kadar gelmiştir.

Giyim TarzıŞehir merkezinde kadınlar

modern giyimi takip ederler. Bu-nunla birlikte orta yaşın üzerinde-ki kadınların manto giyip başları-na örtü taktıkları görülmektedir.

Erkek Giyimi : Başa fes takılır, astane men-

dil büyüklüğünde “Puşu” takılır. Yaşlılar yazma bağlarlar. Paçaları dar, üst kısmı geniş, beli uçkur i-le büzülen çuha şalvar giyilir. Düz beyaz veya siyah-beyaz renkte çizgili, pamuklu kumaştan, içlik veya giyme adı verilen bir iç göm-lek giyilir. Bu gömlek kollu, yaka-sız veya hâkim yakadır. Gömle-ğin üzerine şalvarın kumaşından “avcı yeleği” denilen bir yelek gi-yilir. Bele beyaz ipek veya şa1 a-dı verilen “acem kuşağı” bağlanır. Ayağa poçikli çarık ve yün örme çorap giyilir.

Kadın Giyimi :Harput kadınının en eski giy-

si tipidir. Bu tip giysiyi bugün dahi dağ köylerinde görmek mümkün-dür. Yaklaşık 150-200 sene ön-cesinde bu tip giysi hâkimdi. Bu giysi üç parçadan meydana gel-miştir.

1)- Şalvar İpekli veya pamuk-

lu kumaştan yapılmak-ta ve iç kısmı astar-lanmaktaydı. Şalvarın boyu oldukça uzun o-

lup bilek kısımlarına kaytan geçi-rilmekte ve diz altından bağlan-maktadır. Böylece şalvar bir etek görünümünde dökümlü olarak a-yak bileklerine inmektedir. Şal-varın bel kısmı da uçkurla büzül-mektedir.

2)-İçlik İpekli veya pamuklu kumaş-tan yapılmaktaydı. Yakası yuvar-lak, önü açık, kopça ile iliklen-mektedir. İçliğin yanları yırtmaç-lıdır.

3)- ÜçetekNOT: Oyun giysilerinde kulla-

nılan takılar şunlardır: Göğüs ü-zerine çaprazlama dizilen beşi-birlik dizisi, camdan bilezik “Şe-ve” gümüş veya altın küpe ile yü-zük kullanılır.

YemeklerKelecoş:Salçanın ve soğanın yağda kı-

zartılmasıyla soğaraç elde edilir. Soğaraca kurut ayranı ilave edilir. Bu karışıma tandır ekmeği doğra-nır ve üzerine dağlanmış tereyağı dökülerek servise sunulur.

Lobik Çorbası:Pamuk ve bostan tarlalarının

civarına ekilen lobik, fasulye gi-bi olup küçük tanelidir. Bir tence-rede önceden zifiri (soğraç) yapı-lır, üzerine su ilave edilip kayna-tılır. Lobik ve döğme temizce yı-kanır, tencereye bırakılır, 1-2 kay-nar geldikten sonra çorba servise hazır hale gelir.

Harput Köfte (İri Köfte):Dilinmiş kuru soğan, mayda-

noz, toz biber, tuz, yağ-s ı z

kıyma, ufak bulgur biraz suyla bir leğende iyice yoğrulur. Fındıktan biraz büyük parçalara bölünerek bir kaba, başparmakla işaret par-mağı arasında sıkıştırılarak tek tek tekerlek şeklinde dökülür. Ay-rı bir tencerede kaynayan yağ-lı ve salçalı suya katılarak pişirilir.

Sırın:Taze yufka (yuha) ekmeği ru-

lo haline getirilip 3 cm eninde par-çalar haline getirilerek bir tepsiye dizilir. Tepsiye dizilen ekmeklerin kesik tarafı tepsiye dik gelecek şekilde ve sıkıca dizilmesine dik-kat edilmelidir. Üzerine daha ön-ce hazırlanmış bolca sarımsak-lı yoğurt dökülür ve eritilmiş tere-yağı

HARPUT KALESİ (SÜT KALESİ):Kale Harput’un güneydoğu-

sunda ovaya hakim yalçın kaya-lar üzerinde bulunmaktadır. Coğ-rafi durumu bakımından tarih bo-yunca önemli bir kale olarak bilin-mektedir. Kale’nin ön yüzü yak-laşık 75 - 80, güneyi 150 - 200, yanları ise 400 - 450 metre ara-sında olup, yüksekliği yer, yer de-ğişmektedir. Kalenin asıl yapısı M.Ö. takriben 900. yıla aittir. U-rartular devrinde yapıldığı bilin-mektedir. Bu kale çeşitli ta-rihlerde o- narımlar gör-müş ve ö- nemli ölçüde günümü - ze kadar ge-lebilmiştir. Di- ğer gezilecek ve görülecek yerler de Ağa Camii, A-lacalı Ca-mii, Ulu Cami-

YURDUM KÖŞESİNDEN

Page 35: Gencbasak YUNUS

i, Kurşunlu Camii, Harput Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi, Buz-luk Mağarası, Cemşit Bey Hama-mı, Harput Dabakhane Suyu gibi birçok gezilecek yerleri de vardır.

HAZAR GÖLÜ:Elazığ’a 22 km. Uzaklıkta, E-

lazığ - Diyarbakır karayolu gü-zergahında olup, Hazarbaba ve Mastar dağları arasına sıkışmış tektonik bir göldür. Doğu ve Gü-neydoğu Anadolu bölgesinin ken-dine has plajları olan su sporla-rı ve balık avcılığı yapılan en ö-nemli gölüdür. Uzunluğu 22 km. genişliği 5-6 km. olan göl, günün her saatinde değişik görünüm ka-zanarak mavinin ve yeşilin her to-nunu gösterir. Suyu berrak, so-dasız ve tuzsuzdur. Çevresinde 25’e yakın kamu kurum ve kuru-luşlarına ait eğitim ve dinlenme tesislerinin yanı sıra Turizm Ba-kanlığından belgeli otel, motel lo-kanta ve günübirlik piknik alanı, ayrıca özel kuruluşlar tarafından işletilen balık evleri bulunmakta-dır Son zamanlarda çevresinde çok sayıda ikincil konutlar ve yaz-lıklar ile tatil sitelerinin yapıldığı göl, çevre illerin de faydalandığı tatil merkezi konumundadır.

KEBAN BARAJI:Keban Baraj Gölü Türkiye’nin

en büyük yapay gölüdür. Doğal Göller arasında 675 km2’lik ala-nıyla 3.sırada yer almaktadır. Ba-raj Gölünün Murat vadisi boyun-

ca uzunluğu 125 km.dir. Geniş-liği yer yer değişmektedir. Ke-ban baraj gölünde elektrik üreti-minin yanı sıra su avcılığı yapıl-makta ve balık üretimi de ger-çekleştirilmektedir. Enerji açısın-dan Türkiye’nin ilk büyük yatırım-larındandır. 1965 yılında yapımı-na başlanılmıştır. 1974 yılında ilk 4 büyük tribünü, 1981 yılında da diğer 4 tribünü devreye girdi. Ba-rajın toplam kurulu gücü 134 Me-gawatt olup yıllık enerji üretimi 7,5 Milyar KW/Saat ’dir. Kuruldu-ğunda Türkiye’de üretilen elektri-ğin %20 sini tek başına karşıla-yan santral şu an tüketilen toplam elektriğin % 8’ini karşılamaktadır. Keban barajının yapımından son-ra 64.100 hektar büyüklüğünde bir baraj gölü meydana gelmiş-tir. Oluşan gölün etrafında Elazığ ve çevre illerin halkının da fayda-l a n d ı ğ ı eğlence ve mesi-re yerle-ri mev-c u t t u r . Özell ik-le üze-r i n d e n üç ilçeye fer ibot -la geçiş v e r e n gölün is-k e l e l e -rinde ve E laz ığ -B i n g ö l

karayolu üzerindeki sahilde çok sayıda balık lokantası hizmet ver-mektedir.

HAZARBABA KAYAK MERKEZİ:İlimiz Sivrice ilçesinin güne-

yinde bulunan 2.347 metre yük-sekliğindeki Hazar baba dağında yapılan “Hazarbaba Kayak Mer-kezi” 1999 yılında faaliyete geç-miş olup, kayak sporuna elveriş-li pisti, telesiyeji ve yeme içme imkânları ile günübirlikçilere hiz-met vermektedir. İlçenin turizmi-ne hayat veren Hazar Gölünde her yıl büyük çapta su sporları gösterileri yapılmaktadır. İlçe’nin turizmine büyük katkısı bulu-nan Hazar Gölü ne tepeden se-lam verir gibi mağrur bir şekilde duran ve 1850 m rakımda her tür güzelliğe hâkim bir şekilde duran ve 1997 yılından beri yöre insa-nına hizmet veren HAZAR BA-BA kayak merkezinin yararlarını da unutmamak gerekir. Gerçek-ten kurulduğundan bu yana ilçe-de turizm yönünde gözle görülür büyük bir canlılık meydana gel-miştir. Mevcut haliyle konaklama tesisi mevcut değildir. Ancak ö-zel müteşebbislerin bu konuda girişimleri vardır. Şu andaki tale-be cevap verebilecek 1100 met-re kayak pisti ve mekanik tesisler standartlara uygundur.

RABİA ZEHRA AKGÖL

34

YURDUM KÖŞESİNDEN

Page 36: Gencbasak YUNUS

RÖPORTAJ

Rabia Akgöl: Bize kendinizden biraz bah-seder misiniz?

Ömer Özkan: 1960 Kayseri doğumluyum. İmam Hatip Lisesi mezunuyum. İlahiyat fakültesi okudum ve dokuz yıl Elazığ’da öğretmenlik yap-tım. 1993 yılında İstanbul’a geldim. Semiha Ayı-verdi Anadolu Lisesi’nde Müdür Yardımcısıydım. 1995 yılında devlete istifamı verip özel sektöre geçiş yaptım. 4. Etap’ta bulunan Çınar Koleji’nin il kurucusuyum. Sekiz yıl Çınar Kolej’inde Genel Müdürlük yaptım ve oradan ayrıldım. Dershane-cilik sektörüne geçtim. Çözüm dershanesinin ku-rucusuyum. Bağcılar ve Başakşehir’de iki tane şubemiz var. En son mahalli idareler seçimine katılarak Başak mahallesinde muhtar adayı ol-dum. Büyük bir teveccühle muhtarlığı kazanmış olduk. Evliyim ve beş çocuğum var. İki kızım evli dört tane torunum var.(Allah Bağışlasın gülümse-me) Bir oğlum üniversite bitirdi, askerliğini yap-tı yeni geldi. Diğer kızım okul öncesi öğretmenlik okuyor. Küçük kızımda Ahmet Kabaklı İlköğretim okulunda sekizinci sınıf okuyor.

Mert Can İmirhan: Eğitim ve öğrenim ha-yatınızda nasıl bir öğrenciydiniz?

Ömer Özkan: Eğitim ve öğretim yıllarım-da çok çok sivri bir öğrenci değildim ama iyi bir öğrenciydim. Lise bir döneminde gençlik teşkila-tı vardı ve ben orda bir sunum hazırlayıp semi-ner vermiştim. Elli kişiye seminer vermiştim. Yani sosyal ve aktif bir hayatın içindeydik. Okul faali-yetlerine katılırdım. Liseyi bitirdiğimde ilk on içe-risindeydim. Üniversitedeyken daha rahattım ve evliydim, hem çalışıyor hem okuyordum.

Mutlu Çaylak: Başakşehir halkını nasıl buluyorsunuz?

Ömer Özkan: Başakşehir halkının çoğu Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden gelmişler, iş kur-muş, inançlarına, geleneklerin, örf ve adetlerine bağlı, insanları seven birbirine saygı duyan insan topluluğu olarak görüyorum. Ben Başakşehir’in yaşanacak yer olduğunu düşünüyorum.

Rabia Akgöl: Muhtar olmaya nasıl karar verdiniz?

Ömer Özkan: Muhtar olma düşüncesi hiçbir zaman aklımda olmamıştı ama bir önceki seçim-de muhtar olan arkadaşım bu seçimlere 2 ay kala aday olmayacağını söyledi. Bende düşündüm birtakım eğitimci öğretimci arkadaşlarla istişare ettik konuştuk, o arkadaşımda aday olma-yınca biraz sorumluluk gibi gördüm ken-dimde ve muhtar olmay a karar verdim. Çok ani gelişti her şey ve iki ay gibi kısa bir süre zarfında gerçekleşti.

Mert Can İmirhan: Muhtarın görevleri ne-lerdir?

Ömer Özkan: Muhtar bağımsız bütçe-si olan, iş makineleri olan veya bir takım maddi imkânları olan bir birim değildir. Muhtar, halkın içinden çıkmış ve halkın sorunlarını ilgili yerlere ulaştıran insandır. Bizim tabi ki resmi evraklarla ilgili sorumluluklarımız da var yerleşim yeri belge-si, nüfus cüzdanı sureti bu gibi evraklar var. Muh-tarlıkça verilmesi gereken evraklar tebligatlar var. İnsanlara ulaştırılması gereken bir tebligat var fa-kat evinde bulamadığı vatandaşın evinin kapısı-na tebligatınız muhtarlıktadır yazıyor bizde va-tandaşlar gelince tebligatı ona teslim ediyoruz mahallelinin sorunlarını tartışıyoruz. Sorunları il-gili makamlara ulaştırmaya çalışıyoruz.

Mutlu Çaylak: Muhtar olmanın kötü ve zor yönleri nelerdir?

Ömer Özkan: Muhtar olmanın kötü yanları var tabi ki mesela bir vatandaş arayıp su boru-su patladı yardım edin diye telefon açıyor tabi bu-nunla ben ilgilenmiyorum yetkili makamlara ileti-yorum. Bir köy olsa herkesi tanırsın fakat biz şu anda 60 bin kişilik bir mahallede yaşıyoruz. Bu anlamda da tabi ki herkesi mutlu etmek memnun etmek mümkün olmadığı için zor yönleri diyebili-riz. Ama bizim mahallemizin altyapı sorunları yok çoğu yere göre bizim mahallemiz çok daha gü-zel ve temiz.

Rabia Akgöl: Başakşehir lisesi ve öğren-cileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ömer Özkan: İyi şeyler düşünüyorum ve her zaman için Başakşehir lisesine sahip çık-maya çalışıyorum bütün velilere de söylüyorum “okulumuza sahip çıkalım diye ’’ bana diyorlar ki çocuğumuzu göndereceğimiz bir okul yok bir ta-kım sıkıntılar yaşandı evet ama buraya giden in-sanlar da senin benim oğlum-kızım bizim bu okula sa-hip çıkma-mız la-z ı m . B e n

Başakşehir lisesinin birkaç yıldır iyi olduğunu hele bu son zamanlarda daha da iyi olduğunu gö-rüyorum zaten sık sık ziyarete geliyorum. Daha da iyi olacağına inanıyorum.

Mert Can İmirhan: “ Genç Başak “ dergi-miz hakkında neler düşünüyorsunuz önerile-riniz nelerdir?

Ömer Özkan: Daha iyi olabileceğini düşü-nüyorum içeriğinin daha zengin öğrencinin daha etkin olabileceğini düşünüyorum. Daha fazla öğ-rencinin birtakım şeyler sunup üretmesi daha iyi olur. Zaten ben yunus hocayı tanıyorum okullar-daki başarısını biliyorum şu anda bu okulun dergi çıkarması bile müthiş bir şey.

Mutlu Çaylak: Başakşehirde ki eğitim so-runları nelerdir.

Ömer Özkan: Okulların yetersiz olması sı-nıfların kalabalık olması Anadolu ve meslek lise-sinin olmaması 100 bin nüfuslu bir ilçede bir tane lise olması gibi sorunlarımız var. Özel okullar var ama herkes özel okula gönderecek maddi güce sahip değil bu sorunla uğraşıyoruz.

Rabia Akgöl: Son olarak Başakşehir hal-kına iletmek istediğiniz duygu ve düşüncele-riniz nelerdir?

Ömer Özkan: Olumlu düşünmek çok önem-li. Her şeyin başı eğitim. Başakşehir halkı da bu eğitimi desteklemeli ve öğrencilerin arkasında durmalıdır.

Rabia Akgöl Mutlu Çaylak Mert Can İmirhan

Başakşehir Lisesi Başarılarıyla İlçemizin Gururu Olmaya Devam Edecek

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 35

Page 37: Gencbasak YUNUS

İnsan hakları, tüm insanların sahip oldukları, temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların

yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta her-kes eşittir. Diğer yandan insan hakları terimi bir ideali içerir. Bu terimi kullananlar bu alanda olanı değil, olması gerekeni dile getirirler.

İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarını saygılı olmakla bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Bir başka değişle birçok hakkın yanında bir sorumluluk da bulunmaktadır.

Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. Ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidir.

tarihinde insan haklarıyla ilgili önemli aşamalar gerçekleşmiştir. Bunlardan biri 1215 tarihli Magna Carta’dır. İngiliz hukuk tarihi için ayrı bir önemi olduğu

kadar günümüzde uluslararası hukuk ve anayasa hu-kuku içinde önemlidir. Modern insan hakları hukukunun büyük bir kısmının ve insan haklarının en modern insan yorumlarının görece yakın tarihte izleri sürülebilir. 1689 tarihli İngiliz yurttaş hakları beyannamesi birleşik krallıkta baskıcı hükümet uygulamalarını yasa dışı saymıştır. 18.yy ‘da iki büyük devrim meydana geldi. 1776’da ABD’de ve 1789’da Fransa’da bunlar ciddi hak kazanımları sağlayan iki sonucun elde edilmesine sebep oldu. Bunlar Amerika bağımsızlık bildirgesi ve Fransız insan ve yurttaş hakları bildirgesidir. Bunlar bir dizi hak ve özgürlükler sağlamıştır.

Görüldüğü üzere insanlar geçmişten bu güne kadar hak ve özgürlükleri için çalışmalar yapmış ve birçok ko-nuda başarılı olmuştur. Fakat önemli olan insanların bir çok hakka sahip olması değil kendi hakları konusunda bilinçli olması ve haklarının doğru yerde, doğru zamanda kullanabilmeleridir.

HEZAR GEZİCİ11/FEN C

DENEME

İnsan Hakları

BAŞAKŞEHİR LİSESİ36

İnsan üstün bir varlıktır. Öyle ki evrendeki herşey insan için varolmuştur.

İnsanıun yaşamındaki durumu, hayatta nerde, nasıl varolacağı farklılık gösterebilir, iyi zengin bir ailenin çocu-ğu olabileceği gibi fakir bir ailenin çocuğu olarakta dün-yaya gelebilir. İnsan geldiği mevki, makam, sahip olduğu para, çalışkanlığı gibi nedenlerle değil, insana insan oldu-ğu için sahip olduğu haklar tanınmıştır.

Geçen haberlerde gördüğüm bir olay çok dikkatimi çekti. Afrikalı bir çocuk insan görünümünden o kadar uzak-tı ki hatta spikerlerin söylediğine göre vücudu bir ölü vücu-du gibi kokuyormuş. Bulunduğu yerde ise bir akbaba kar-nını doyurmak için çocuğu izliyormuş. Bu durumu fark eden Avrupalı bir gazeteci de bunun çok iyi bir ha-ber olabileceğini düşünerek olup biteni çekmeye başlamış ve akbabanın çocuğu parçalayıp kar-nını doyurmasına seyirci kalmış.

Şimdi burada akbabanın karnını doyur-ma, habercinin haber yapma hakkı var.

Peki hangi insanın haklarından bahse-debiliriz bu durumda? Fakir insanın mı? Zengin insanın mı? Güçlü insanın mı? Haklı insanın mı? Beyaz insanın mı? Si-yah insanın mı?

Evet dünyaca kabul edilmiş temel hak-lar var.Birleşmiş Milletler Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 yılında İnsan Hakları Evren-sel Bildirgesi olarak kabul edilmiş. İnsanın in-san olmasından doğan bu hakların söz konu-su durumu sadece litaratürlerde... İnsan olabil-mek için dünyadaki haklarımızı istemek zorun-dayız. Bu hakların başında ise ; yaşama, sağlık, eğitim, düşünce özgürlüğü hakkı yer alır. En te-

meli ise yaşama hakkıdır. Çünkü, hayat kutsaldır. İnsan ol-mak isteyen başka insanlarında haklarına sahip çıkmak-tır aslında. İşte o zaman insan olmanın gerektirdiği haklar-dan bahsedebiliriz.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kişiyi, kişiliğini, insan-lığı özü ile yaşatacak kurallardır. Hakkımıza ve haksız in-sanların haklarına sahip çıktığımız sürece insana yakışır bir şekilde yaşayabileceğimiz hakları uygulamış oluruz.

TUBA NUR YILDIZ

İnsan ve İnsan Hakları

Page 38: Gencbasak YUNUS

İnsan hakları kişiyi özü ile yaşatacak kurallar demektir. Bu kurallar insanı insan yapan kurallardır. İnsan hakları resmi olarak 10 Aralık 1948 yılında başlamış olarak kabul edilse de,

Dünya oluşalı insana, insan haklarına her çağda zamana uy-gun olarak saygı gösterilmiştir. Fakat tarih boyunca insanların kendi istekleri dışında yaşamak zorunda bırakıldıkları dönem-lere rastlanmıştır. Kullara kulluk etmek, işkenceler, kölelik bu yaşantıya örnek gösterilebilir.

Özgürlük anlayışı insanların hoşnutsuzluklarının artık dayanılmaz bir hal aldığı dönemde ortaya çıktı. İnsanlar haklarını savunmak adına Kral John’dan bazı isteklerde bulundular. Or-taya konan kararlı tavır sonunda bu istekleri kabul edildi ve ilk kez insan hakları konusunda sözden öteye geçildi. İnsanlar yaşayışlarında ve hayati konularında eşittirler. İnsan hakları da bunu savunur. İnsan haklarını, insanın kendisi değil, yasalar eşit olarak hiçbir ayrım yapmadan koruyacaktır. İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerdir. Bu hakları her insan kullanabilir ve kullanmakta eşittir.

Bu hakların resmi olarak var olmasına rağmen günümüzde hala insanlar tam anlamıyla eşit sayılmazlar. Bizler sıcacık evimizde yemeğimizi yerken, dondurucu soğuklarda yiyecek bir parça ekmek bulamayan insanlar var. Eşitlik, insan hakları biz evde rahatımız yerindeyken kardeşlerimizin dışarıda yaşam savaşı vermeleri midir? Bir parça ekmek uğruna insan-lar ölmemeli. Ya da insanın insana hükmetmesi onu ezmesi

DENEME

İnsanı İnsan Yapan

Haklar

Gecenin zifiri karanlığında evine doğru hızlı adımlarla yürüyordu. Bir yandan adımlarını sayıyor, bir yandan da kim bilir belki de hayatının son hareketli gününün değerlendirmesini yapıyordu. Sokak lambasının altına geldiğinde durdu. Başını hafifçe havaya kaldırdı. Işığa doğru her hareketi hüsranla sonuçlanan sineğe bakınca içinden derin bir ‘Ah’ çekti. Acaba o da hayatı boyunca bu sinek gibi her seferinde aşılmaz duvarlara çarpıp geri mi dönmüş-tü? Gerçi sinek onun aksine her yenilgide ışığa yönelmeyi başarabilmişti. Acaba o bu ka-dar özverili olabilmiş miydi?

Kafasını kurcalayan bu düşüncelerle dakikalar boyunca aynı yerde kalakaldığını fark edememişti. Hafifçe silkindi. Tekrar evine yöneldi. Kapının zili bir farklı çalmıştı sanki. Çal-dı, çaldı, çaldı. Hayatında kimsenin kalmadığını unutmuş gibiydi. Elini cebine attı. Bir hı-şımla kapıyı açtı. Kapıyı açmasıyla yatağa kendini atması bir olmuştu. Düşünecek bir ömür vakti olduğunu fark etmesi onu çileden çıkarmaya yetmişti. Evet, tek yapacak uğraşı olan işi bugün son bulmuştu. Buna emeklilik denemezdi.’Resmen işkence’ diye geçirdi içinden. Ona göre buna yaşamak denmezdi.

Günlerin birbirini kovaladığını bile fark edemiyordu. Günler gerçekten çok hızlı mıydı, yoksa o bu amansız boşlukta fazla mı durağan kalmıştı? Bilemiyordu...

Tek yapacak şeyi vardı. O da şu dünyada varlığı ve hatta yokluğu fark edilmeyecek ha-yatını ortadan kaldırmak. Adımlarını yavaş yavaş bir katil soğukkanlılığıyla atıyordu. Kırık çekmecenin ilk gözünü zorlukla açtı. Çıkardığı tabancayı kafasına dayadı. Derin bir nefes aldı ve tetiği çekti. Ölümü de yaşamı gibi sade ve gösterişsiz olmuştu.

İffet Nur GÜLHAN

Son

hangi insana yakışır? Bu tür davranışlar insanlık dışı davranışlardır. Asla insan, insanın efendisi olamaz. Her insan doğuştan sahip olduğu hakları kullanmalı ve hiç kimse kendine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamalıdır.

İnsan hakları Evrensel Beyannamesinin 1. Mad-desinde açıklandığı gibi “ Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.”

ECE AKÇAY

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 37

Page 39: Gencbasak YUNUS

Dağ yolları…Sağında ya da solunda Kızılcıklar, çimenler, geven dikenleri…Ve kekik kokusu…

Soğuğu başka soğukSıcağı başka…Adımladıkça açılır ciğerlerinGibi ruhunGökyüzüne baktıkça genişler mavilerGibi ufkun

Ağaçlar, çalılar, otlar…Her biri ayrı vazifeyle serpilmiş ToprağaGörenler anlayamaz Bakmak gerek bu manzaraya Uzaklara çok uzaklara bakmak Uzakları yakın etmek gerek

Dedelerin ellerinde sigara tablaları…Ebelerin ellerinde eğirtmeç olmalıRüzgâr hafiften kaldırmalı Toprak yoldan bir tutam tozu…Ağaçlar konuşmalı, Anlamadığım dilde, kendilerince

Sokaklar kış kimsesizliğine bürünmeli Sadece sen ve ben olmalıyız Sen pencerendeBen bahçemde

Sen benimle üşümelisin Ben seninle ısınmalıyım Uzaklarda çok uzaklarda yaşamalıyızSen bensizBen sensiz

Sen hatırlamamalısın Benim seni hatırladığım gibi

Sen mutlu olmamalısın Benim sensizlikte mutlu olduğum gibi

Dağ yolları…Adımladıkça anlarsın kimsesizliğiSağında ayrılık, solunda ayrılık…Gökyüzünde…Gökyüzünde Boşluk.

( 3 Ocak 2010 İSTANBUL)Yunus KOŞAR

Gözyaşlarım anlatsınArtık sus hükümleri giydirdim dudaklarıma konuşmayacağım.Sana gözyaşlarım anlatsın her şeyi,Gittiğin günden beri içimde birikip yanağımdan süzülen göz-yaşlarım anlatsınZifiri karanlığında gündüzü bekleyen sabahyıldızı gibi, seni nasıl beklediğimi gözyaşlarım anlatsın!Teslim ettim artık kendimi Azraillin o soğuk ellerine, ölürken azımdan çıkan son iki kelime tek şahidim olan gözyaşlarım anlatsın…

DENİZ DEMİRCAN

Çıldırtan yalnızlığımÇıldırtan yalnızlığım, al kalbimi de artık git.O kadar direndim ki hayatın akışına yoruldum boşa kürek çekmektenArtık her şey pek bir anlamsız gözümde renkler bile anlamını yitirdi Gökyüzü eskisi gibi mavi değil, ne de o büyülü parlak yıldızlar.Tozpembe bile pembeliğini yitirdi artık, hayaller eskisi gibi değil.Öyle bir yanlık ki içime işleyen, önce kalbime ardından tüm benliğime.Çıldırtan yalnızlığım al kalbimi de git gereğinden fazla siyahsın!Bu karanlık beni korkutuyor artık.Çıldırtan yalnızlığım al kalbimi de artık git! Çok direndim artık pes

DENİZ DEMİRCAN

ŞİİR

BAŞAKŞEHİR LİSESİ38

Pembe DünyamÖyle bir dünya istiyorum ki,Çocuklar sevgiyle büyüsün,Kalpler kocaman kocaman olsun,Sevgi her yeri kaplasın. Beyinlerde kötülük kalmasın,İnsanlar birbirine iyi gözle baksın,Hırsızlık, yoksullukÇete, mafya gibi olaylar olmasın. Yaşlılara sahip çıkılsın,Huzur evlerine atılmasın,Çocuklar bebekken sokağa bırakılmasın,Aileler hep mutlu olsun.Bilmiyorum, çok şey mi istiyorum,Her günümüz coşku, mutlulukla geçsin,Neşe, huzur sımsıcak sarsındünyayı,Deprem, yangın, sel Parasızlık, açlık, çaresizlik olmadan bir yaşam,Yıldızlar kadar parlak bir dünya,Sımsıcak bir güneş, toz pembe bir hayat,Diliyorum herkeseBüyük bir evren mutlulukla dolsun,Bu benim hayalim,Pembe bir dünya,Yaşaması, kurması bu kadar zor mu? İnsan haklarının birebir yapıldığı,Herkesin eşit olduğu, Bir dünya düşünüyorum,Umudumu asla kaybetmeden,Yaşamak ve görmek istiyorum.

SEMA GÜÇLÜ

ÖzlüyorumDur durak bilmiyor gözyaşlarım…Mısralarımdan taşıyor acılarım.Gözlerim her daim buğulu…Sesim bitik, yüreğim yitik.Özlüyorum, o ufacık ellerini…Sesin sesime değince, titreyen sesini.Yüreğim sensizliği kaldıramıyor…Ağır geliyor bu sözler bana,Sensizlik ağır.Dönsen ne olurdu ki sanki…Sussaydın ben öfkelenince de,Demeseydim onları ne olurdu…Bilmez misin ey kadın ben böyleyim işte.Değiştiremiyor zaman beni…Sensizliği üstüme yük bindiren zaman,Şimdi yavaştan yaşlandırıyor beni.Ellerim titrer oldu…Vicdan azabı değil içimdeki. Ama sensizlik ağır…Sen yoksun, kapıyı açanım yok…Bunca yıl sonra bir bilsen;Anahtarla kapıyı açmak ne kadar zor.Hani bu odalar çocuk sesleriyle inleyecekti…Hani sen her akşam; Gün şafağını yitirirken,Başını dizime yaslayıp dalacaktın en güzel rüya-larımıza…Nerdesin ey kadın! Sensizlik bir yılan gibi koynumda her gece.Gözyaşlarım sel oldu, yastığım ıslak…Oysaki kahkahalarımız vardı bu evde…Şimdi ise hıçkırıklarım kapladı dört bir yanı…Yalnızlık, dört duvar arası yalnızlık…Üstüme üstüme gelen duvarlara anlatmak seni…Şimdilerde tek uğraşım;Boğulduğum zifiri karanlığa,Saatlerce seni anlatmak oldu…Sensizliği silemem ama izin ver de artık beni si-leyim…

ZEYNEP KİBİROĞLU

Ölüm…Kimi için bir çıkış noktasıKimilerine göre kararsızlıkAncak öyle insanlar var ki ölüm onların kaderiHer gözünü açtığında Korku ve çaresizlik içerisinde.Bekler ona uzanacak yardımı,Ancak…Cihan, yummuş gözlerini bekler.Bu bitmez tükenmez kavgayı dinler.Her geçen gün sonunu gözler.Hırs, nefret, intikam…Bunlardır bu acıların sebebiBir avuç toprağın,Bir dirhem suyundur önemi.İşte budur insanın insandaki yeri ve önemi…

Duhan Değirmenci

Page 40: Gencbasak YUNUS

ŞİİR

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 39

Page 41: Gencbasak YUNUS

DENEME

BAŞAKŞEHİR LİSESİ40

Nasıl da değişmişti, teni kırışmış o eski çevikliğinden eser kalmamış-tı. Hatta artık bir de bastonu var-

dı. Eskiden olduğu gibi, tek dayanağına dertleşmeye gidiyordu. Uzun bir yoldan, uzun bir süre sonra ilk kez gelmişti bura-ya yine de yılların yorgunluğu olsa da ü-zerinde, şehre varır varmaz onun yanına gidiyordu. Ne de olsa burası onun düş-ler şehriydi. Masalın başladığı yere doğru adım adım ilerliyordu. Yıllar önce bir dü-şünü burada bırakarak gitmişti… Aslında tamamlayamadığı hikâyesiyle birlikte geri gelmişti. Bu, sonun en zor başlangıcıydı.

Halen tek ona açabiliyordu kalbini,yüreğindeki sızıyı..İçi öyle dolup taşıyordu ki o yaşlı haliyle adımlarını da-ha büyük atmaya başlamıştı, fakat git-mek istediği yere varmadan önce aklında birden beliren bir fikirle İstanbul’u yeni-den görüp onu yeniden hissetmek istedi. Yeni Cami’deki o avluya konan güvercin-leri, Mısır Çarşısı’ndan buram buram ko-kan o baharat kokularını, İstanbul’u hay-retlerle inceleyen, gezen insanları, kısa-cası her şeyi özlemiş bu masal diyarın-dan yıllarca uzak kaldığı günleri şöyle bir yâd etmenin sevincine ulaşmıştı. Birden yavaşladı ve o kokuyu içine çekti. Bu ko-ku halen aynıydı seneler önce her kah-vesini buradan aldığı kırk yıllık kahveci-si halen yerindeydi, sanki onu beklemiş-ti. Evet, hızlıca buralardan geçmiş düşün-cesini değiştirmeden özlemine bir ara ve-rip yola koyulmaya devam etmişti. Vara-cağı yere ulaşmak üzereydi, heyecanlan-mıştı, sanki gök bile onu anlamaya baş-lamış, yağmur aralıklı olarak çiseleme-ye başlamıştı. Etrafa toprak kokusu ya-yılmıştı. Hafiften de gökkuşağı çıkmıştı. Rüzgârda o ak düşen saçlarını savurma-ya başlamıştı. Evet,varmak üzereydi.O yaşlı kalbi çarpmaya,gözlerinde aynı an-da beliren o derin hüzün ve mutluluk etra-fa yayılıyordu.Hani film şeridi gözünün ö-nünde belirmek diye bir laf vardır ya onun da anıları gözünün önünde belirmişti.Ha-fif bir tebessümden sonra başını dostuna doğru çevirmişti.Bir an durdu,yapamadı geri dönüyordu fakat o bankı gördü ve sözüne başladı..

Ey İstanbul! Duyuyor musun?Bak yine girdim duygu karmaşasına,

çıkmaz yollara..Ah bile bile ne itiyordu beni bu aşka? Uçsuz bucaksız çizdiğim resimlerdeHayallerimin en deli anlarındaGeleceğimi ve geçmişimi düşündü-

ren bu zihinde Suskunum..yorgunum. Seslenişlere ilgisizimSonsuz bir uyku bekleyişindeyimDerinlerde çok derinlerdeMutlu olma ümidi ile Belki bir rüya belki de bir kâbus için-

deyim Ey İstanbul! Anlıyor musun?

Geleneğimizi bozmadım dostum, yine şiirle açtım konuşmamızı. Hala nasıl da güzel nasıl da alımlısın. Beni mi diyor-sun? Eh olacak o kadar değil mi zaman su gibi akıp gidiyor. Öncelikle senden af dilemeye geldim. Yaşadıklarımın tek so-rumlusunun sen olduğunu düşündüm kızdım, gençlik işte… Yürek farklı atıyor boşuna mı deli çağlar diyorlar.Benimki de o hesap işte, ee anlat bakalım han-gi hikayelere tanıklık ettin,kimlere dert or-tağı oldun ben yokken.Kimin aşkına ma-sal oldun.Bilirim tamam,kimsenin hikaye-sini söylemezsin bir kendi hikayen belli o da senelerdir yetiyor insanlığa.. Ben mi anlatayım,nereden başlayayım peki han-gi acımı,zorluğumu..Yoksa araya serpişti-rilen mutluluklarımı mı?Buraya kadar gel-mişken biraz geçmişten bahsedelim.İh-tiyacım var buna,deminden beri gözüm şu bankta oturan çiftte,görüyorsun değil mi? Aklıma karım Seval’le tartışmaları-mız geldi, biz de hep o bankta tartışırdık nedense? Bilseler ki boşuna tartışıyorlar birbirlerini kırıyorlar.Barışacaklar ama e-minim gözlerindeki o büyük tutkuyu gör-düm.Kız biraz inatçı belli baksana çocu-ğa kök söktürüyor,aynı Seval işte.Ben-de az mı çektim inadından,sinirinden.Bu lafımı duyan Sevali başka tanır.Kızgınlı-ğında bile o gözlerindeki parıltıya ve ya-nımda aldığı tek nefese canımı verirdim.Kızgınlığı ayrı aşktı bende.Dudaklarını kemirmesi,elmacık kemiklerinin belirgin hale gelmesi,saçlarıyla uğraşması.. Bun-ları hatırlıyorsun değil mi?

Ben hiç unutamıyorum acım neden bu kadar çok, kızımda da aynı şeyleri ya-şamama rağmen neden? Seval’in acısı yüreğimde bir dağ gibi büyüdü .. Şu an o-nunla ilk tanıştığımız, buluştuğumuz yer-deyim tam orada duruyorum. Ben şimdi tam onu hissettiğim yerdeyim. Şuradaki balıkçıya bakıyorum, deminden beri bir yol kat edemeyen şu çifte, hıçkırıklarını denize dökmeye çalışan şu yalnız adama bakıyorum. Etrafıma bakıyorum sevgilim seni arıyorum. Herhangi bir yüz seni ba-na gösterir diye fakat olmuyor hiçbiri sen olamıyor gözümde. Burayı terk edersem acım hafifler sandım ama olmadı bak yü-reğimdeki acıyla kalbimdeki sızıyla var-dım yine son durağa yani sana be dos-tum. Senden uzak kaldım güzelliğini, anı-larımı görmezsem unuturum sandım, a-ma olmadı yapamadım teslim oldum iş-te sana yeniden.

Belçika’da bir yaşam kurdum kendime,kendime gelemezken.Zaman i-lerledi ve kızım evlendi,sonra o da anne-sinin kaderinden gitti.Orada ağlayabile-ceğim kadar ağladım.Haykırdım,nefretimi kustum,her şeyi kırıp döktüm.Kızımın da avuçlarımdan kaydığını görünce hayat ü-zerime çöktü.Nereye gideceğimi ne ya-pacağımı şaşırmıştım orada yanına gide-bileceğim bir dostum da yoktu.O,Gülhane

parkında çınar ağacının gölgesinde ka-rımla saatlerce süren o büyük kahkaha-lı günlerimizi, eski konakları görüp onlarla ilgili hayaller kuruşumuzu ..Ben işte hep bunlarla teselli oluyordum.

Seninle oynadığımız oyunları, o ta-rihin yaşanmışlığı olan sokaklarını ka-rış karış gezdiğim zamanları hatırlamak-la geçiyordu ömrüm. Baksana her anım-da sen varmışsın ben farkında olmadan biraz da seni özlemişim İstanbul. Orada konuşamıyor, gülemiyordum, fakat etrafa içimden sessiz çığlıklar saçıyordum. Et-rafımda bir kara bulutun olduğuna inan-mıştım sonra damadım torunumu kucağı-ma verdi ve kendime geldim. Bunun ha-yatın içindeki bir kesit olduğuna ve haya-tın zorluklarına göğüs germem gerektiği-ni anladım ve yanına geldim. Baksana o şehir de bana aynı şeyleri yaşattı, sonra düşündüm ki orası benim doğduğum, bu ailemi kurduğum yer orayı neden terk e-deyim.

Kızım senden mahrum kaldı zaten bir de torunumun senden ayrı kalması-na dayanamazdım. İşte şimdi yine sen-deyim suçun sende olmadığını bunca yıl boşuna kendime ceza verdiğimi anladım, evet haklısın kokunu bir an duydum sen-le beraber güneşin batışını izlemeyi, sa-na gelip böyle her şeyimi anlatmayı özle-dim. Şimdi de sen, seni yeni doğmuş bir bebek gibi kucağıma verdin; anlamamı, rahatlamamı sağladın yine seninle huzu-ra erdim. Taşıyla toprağıyla nasıl bir şe-hirsin sen? Anlıyorum şimdi, içimdeki a-teşin neden sönmediğini. Bilseydim, da-ha önce kokunu içime çekmeye gelmez miydim?

Şimdi gidiyorum dostum, hoş çakal. Karımla kızımın yanına gidiyorum. Gelir gelmez onların yanına gitmeliydim fakat içimi dökmek istedim sana. Doğrusu da-ha yanına gelmeye cesaret edemezdim fakat dedim ya ne dayanılmaz bir şey-sin ki ayaklarım beni buraya sürükledi. E-vet, ayrılık vakti şimdi gitmezsem kırılırlar yoksa sabaha kadar konuşabilirim senle. Özledim ikisini de be dostum, biliyorum acı onları öyle toprağın altında ziyaret et-mek ama iyiyim merak etme. Şimdi dedi-ğin gibi onların yanına onları yaşamış o-larak gidiyorum ve şimdi ben onların artık olmadığını kabullenerek gidiyorum. Ben artık senin avuçlarından değil anılarım-daki o acı sahnelerden gidiyorum. Onları unutmuyorum, sadece olmadıklarını ka-bulleniyorum. Geçmişe bağlı kalmayı de-ğil geleceği seninle tekrar yaşamaya gi-diyorum. Geleceğim yine Kızkulesi yanı-na, akşamleyin o halini de özledim ama bu sefer geçmiş değil gelecek olacak ko-numuz…

Göksu ERDOĞDU

Anılarımın Son Durağı

Page 42: Gencbasak YUNUS

DENEME

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 41

Uzaklardan bir ses geliyor.Bu ne gürültü? Kıyamet kopuyor sanki... Bu ne ür-

kütücü bir sestir içimi titretiyor. Bi-linmeyen bir korku sarıyor yüreği-mi. Gözlerimde bir telaşla içime sığınıyorum. Bir kuytu arıyor göz-lerim saklanmak istercesine. Or-talık kan gölü, sağım solum insan parçası olmuş. Her yer kan koku-yor. Ve ben hala nefes alabiliyo-rum, her an ölüm korkusuyla.Kalp atışlarım kulaklarımda uğulduyor. Sessiz çığlıklar a-tıyor bedenim “durun!” derce-sine. Kimse duymuyor...

Bana doğru yaklaşıyor sanki bu ses! Bu ses bir so-nun habercisi gibi; öfkey-le, hırçın, acımasızca yakla-şıyor. Almak istediği bir şey-ler var benden, vermek iste-mediğimi bile bile bana doğ-ru yaklaşıyor. Sorgusuz, yargısız,haksızca... Ne dur-mak istiyor yüreğim nede ka-çabiliyor itaatsizce. Haykıra-sım var! ama susuyor dilim. Ya korkudan bu sessizlik ya-da isyanları bütün direnişle-rin.” Hakkım var mı ki hakkı mı aramaya? susuyorum...Sanki bedenim soğuk kar-lar içinde kalmışçasına titri-yor. Hazır ola geçmiş, bir kö-şede ölümü bekliyorum. Üs-telik nedenini bile bilmediğim halde... Ve beklenen oluyor, tam üstümde patlıyor bu ses.Ge-riye ne korkan bir yürek ne de ay-dınlık arayan gözler kalıyor. Bana ait ne varsa bir yere savrulmuş. Bedenim sıyrılmış nurundan. Ru-hum yerini sonsuz bir boşluğa bı-rakıyor. Bu bir veda olsa gerek, ardımda bıraktıklarımla...

Uzaklardan bir ses yankıla-

nıyor, ortalık mahşer yeri ! Kor-ku dolu gözler “imdat!” dercesi-ne haykırıyor. Kimi hıçkırıklara boğulmuş,sesi çığlıklara karışı-yor. Kimi de yerde uzanmış,buz gibi bir beden, nefessiz öylece ya-tıyor. İçlerinde bir çocuk sesi, elle-ri kana bulanmış, boğazında dü-ğümlenen bir hıçkırık. Yalvarırca-sına “Anne Kalk!” diyor. Dehşet-le gözlerinden akan yaşlar, kuru-

muş dudaklarını ıslatıyor. Yüre-ğinde tahammülsüz bir acıyla ka-derine teslim olmuş. O da diğer-leri gibi ölümü bekliyor. Bir şeyler mırıldıyor dudakları, kaşları çatık, soluk soluğa... Gözleri dalgın, do-nuk bakışlarıyla olan biteni izliyor. İçinde ki boşluğa sessiz çığlıklar atarak, tüm nefretini kusarcasına

haykırıyor:Neyin kavgası bu? Hangi he-

sabın bedelini ödüyoruz? Hangi sebep bir çocuğun geleceğini ala-cak kadar bu denli büyük olabilir? Nasıl bir cezadır bu tahammülsüz ! Affa ne göz yaşları ne de küçük bir çocuğun haykırışları çare o-luyor. Hiç bir yerde bulamıyorum kendimi, ben bu kavganın nere-sindeyim bilmiyorum.Benliğimi a-

rıyorum olmayan kimli-ğimle.Ben kimim? Ben, haktan bahseden in-sanlarca hakkı çalınmış çocuk.Ben, vazgeçmiş-liğin teslimiyetiyle kir-li ellerin ufaladığı gele-cek... Kısaca, ben “Fi-listinli çocuk!”.

Şimdi merak edi-yorum, benim varlığım hangi medeniyeti, han-gi yüreği böylesine ra-hatsız etmiş olabilir? Neyin hazımsızlığı bu? Bahsettiğiniz o “İnsan Hakları” nerde kaldı? Otuz satırlık maddeler-den bir tanesini bile çok mu gördünüz bize. İç-lerinden birini hak gör-seydiniz yeterdi insan-ca yaşamak için bize.” Yaşamak. özgürlük ve kişi güvenliği!” Çok de-ğil nefes almak istiyo-ruz... Ne yazık ki nam-

lunun ucundaymış bizim tüm hak-larımız. Tek atımlık kurşundan i-baretmişiz...

İçimde, hep bir unutulmuşluk hissi. Ben bununla büyüyorum...

BÜŞRA ERCAN

Sessiz ÇığlıklarBana doğru yaklaşıyor sanki bu ses! Bu ses bir sonun habercisi gibi; öfkeyle, hırçın,

acımasızca yaklaşıyor. Almak istediği bir şeyler var benden, vermek istemediğimi bile bile bana doğru yaklaşıyor

Page 43: Gencbasak YUNUS

Dünyada yaşayanlar, algıla-makta güçlük çekseler de, sınırsız gibi görülen dün-

ya, sınırlı kaynaklara sahiptir. Sı-nırlı bir dünyanın kaynaklarının, insanların sınırsız isteklerini kar-şılaması mümkün değildir. Kay-nakları bilinen bir dünyada, hem üreticiler, hem de tüketiciler ola-rak, insanlar istedikleri ürünleri ü-retme ve istedikleri ürünleri de tü-ketme hakkına sahip değildirler.

Sahip olunan maddi ve ma-nevi imkanların gereksiz şekilde harcanmasına savurganlık de-nir. Buna göre bir kişinin para ve-ya malını yerli yersiz harcaması, zamanını boşa geçirmesi savur-ganlıktır.

“İsraf” da savurganlıkla aynı anlama gelir. Savurganlığın ter-si ise tutumluluktur. Tutumlulu-ğun aşırısı cimriliktir. Cimrilik, sa-hip olduğumuz imkanları zama-nı ve yeri geldiği halde harcama-yıp elde tutmaktır. Kur’an’da i-se israf;malı lüzumsuz yere har-camak, verilmesi gereken ye-

re ve verilmesi uygun kimselere vermemek, malı hayır yollarında harcamamak, eldeki nimeti Allah’ a isyan yollarında kullanmak an-lamında da kullanılır.

Cimrilik ise malı dinimizin uy-gun gördüğü yerlere vermemek-tir. Cimrilik de dinimizce yasak-lanmıştır. Cimrilik yardım düşün-cesini öldürdüğü gibi, ihtiyaç sa-hiplerine ulaşmayı engeller. Sa-daka ahlakını köreltir. Oysa sahip olduğumuz değerler savurganca harcanınca, yerine konması im-kansızdır. Sevgili Peygamberi-miz bu konuda şöyle buyurmuş-tur: “Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini biliniz;

a. Ölüm gelmeden önce ha-yatın,

b. Hastalık gelmeden önce sağlığın,

c. Yaşlılık gelmeden önce gençliğin,

d. Yoksulluk gelmeden önce zenginliğin,

e. Dar vakit gelmeden önce geniş zamanın.”

Düşüncede, duyguda ve dav-ranışlarda yapılan savurganlık i-se manevi bir israf çeşididir. İn-san bedenini ve sağlığını da kö-

tü yolda kullanıp israf edebilir. İn-san, beden sağlığına dikkat et-meli, güzel ve faydalı işler yap-malıdır. Sigara, içki gibi zarar-lı alışkanlıklar edinenler, sağlık-larını israf ederler .Küçük yaşlar-da tembellik yapanlar, gençlikle-rini boşa harcar. Aşırı yiyenler ve beslenmelerine dikkat etmeyen-ler birçok hastalıklara yakalanır .Gözümüz, kulağımız, el ve ayak-larımızı güzel ve faydalı amaç-lar için kullanmalıyız. Aksi halde, Allah’ın bizlere verdiği bu güzel organlarımızı israf etmiş oluruz.

Kötü fikirler beslemek bir dü-şünce israfıdır. Allah akıl ve dü-şünce kabiliyetini güzelliklere yö-nelmemiz ve kötülüklerden uzak-laşmamız için vermiştir. Kalbini kötü duygularla dolduranlar, ru-hen huzursuz olurlar. Gönülle-ri kararır, iyilikleri göremez olur-lar .Kötü alışkanlıklar kazanan-lar, bunları tekrar kolayca terk e-demezler. Allah’ın verdiği güzel duyguları boşa harcarlar.

İnsanların en fazla savurgan-lık yaptıkları konular sahip olduk-ları imkanlardır. Bunların başın-da Gıda İsrafı gelir. Dünyanın bir-çok yöresinde insanlar açlık çe-kerken, bazıları en güzel yemek-leri beğenmezler. Artık bıraktıkla-

GÜNCEL

İsraf Ne Demektir?

Hayatımızda İsraf...

BAŞAKŞEHİR LİSESİ42

Yüce Allah bu konuda Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurur: “… Yiyin ,için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”

Page 44: Gencbasak YUNUS

rı yemekleri ve ekmekleri çöplere atarlar. Büyük şehirlerimizde her gün yüz binlerce ton ekmek çöpe atılmaktadır .Yüce Allah bu konu-da Kuran-ı Kerim’de şöyle buyu-rur: “… Yiyin ,için fakat israf et-meyin. Çünkü Allah israf edenle-ri sevmez.” Hz. Muhammed de “Abdest alırken bir ırmak kena-rında bile olsan suyu tutumlu kul-lan.” Diyerek sahip olduğumuz olanakları savurganca kullanma-mamızı istemiştir.

Savurganlığın kötü olmasının sebeplerinden biri malın değerli olmasıdır. Dünyada rahat olmak, bedenin sıhhati, Hac, cihad seva-bı hep mal ile olur. Malın israf e-dilmesi ise Allah’ın verdiği nimete kıymet vermemek ,nimeti elden kaçırmak olur, Allah’ın verdiği ni-mete şükretmemek olur. Bu konu-da Kur’an: “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İs-raf ederek saçıp savurma. Çünkü israf edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” buyurmaktadır. Başkasına muhtaç olmaktan in-sanı koruyan maldır. Sadaka ver-mek, akrabayı dolaşmak, fakirle-rin imdadına yetişmek mal ile o-lur. Mescitler, okullar, hastaneler, yollar, çeşmeler, köprüler yapa-rak insanlara hizmet de mal ile o-lur. Peygamber efendimiz “İnsan-ların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır”buyuruyor. (Kudai)

Ayrıca savurganlık insanlar a-rasındaki kıskançlığı arttırır. Bu da toplum huzurunun bozulması-na neden olur.

Yine bir hadiste de şöyle bu-yurulmuştur:

(Kıyamette herkes, şu dört su-ale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:

1- Ömrünü nasıl geçirdi?2- İlmi ile nasıl amel etti? 3- Malını nereden, nasıl ka-

zandı ve nerelere harcetti?

4- Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı?) [Tirmizi]

İsrafın miktarı ne olursa olsun zararı büyüktür. Küçük sanılan şeyler, yan yana geldiği zaman büyük rakamlar, değerler ortaya çıkar. Damlaya damlaya göl olur, atasözünü duymuşuzdur. Daki-kada on damla kaçıran bir mus-luk ayda 170 litre su akıtıyormuş.

İsrafın sebepleri ise şunlardır: 1- Sefahat. Çok kimseyi isra-

fa alıştıran bir hastalıktır. Sefihlik aklın az ve hafif olmasıdır. Aksi-ne rüşd denir ki, aklın kuvvetli ol-masıdır.

Bazısı sefih olur. Çalışmadan eline geçen paraya konmak için kötü arkadaşlar tarafından kandı-rılır. Bunun için, kötü arkadaştan kaçmakla emrolunduk. Bazı zen-gin çocukları böyle israfa alışı-yor, sefih oluyorlar. Sefahati artı-ran bir sebep de, insanlardan çok saygı görmek ve methedilmektir.

2- İsrafı ve çeşitlerinden bir-kaçını tanımamak. İsraf olduğunu bilmemek, hatta cömertlik san-mak. Lüzumsuz yere, yasak, za-rarlı yerlere verilen mal, cömert-lik sanılır.

3-Gösteriş yapmak.4- Gevşeklik, tembellik.5- Haya, sıkılmak.6- Dini kayırmamak, dini gözet-memek.

İsraftan kurtulmanın çaresi; İsrafın, anlatılan zararlarını bil-mek ve bunları düşünmek,malı lüzumsuz dağıtmamaya gay-ret etmek ve güvendiği birine bu derdini anlatıp, malına ve harca-dıklarına dikkat etmesini, israfı-nı görünce, kendine hatırlatması-nı, hatta uygun şekilde önlemesi-

ni rica etmek ve israfa sebep olan şeylerden kaçmaktır.

Kapitalizmin tüketim hırsı sı-nırsız bir insan tipi meydana ge-tirmiştir. İslâm’da gerçekleştirilen üretimin hedefi insandaki maddi tatmini manevî sahaya aktarmak-tır. Bir müslümanın tüketirken göz önünde tutacağı esaslar, haram-dan kaçınma, helâlinden tüket-me, temizlik, aşırılıklardan kaçın-ma, sağlığını tehlikeye düşürme-me ve çevredekileri de hesaba katma şeklinde olmalıdır. Unutul-mamalı ki;

Bütün kötülüklerin anası sa-vurganlık, babası da açgözlülük-tür. Doğrulukta, paylaşmada, da-yanışmada savurganlık, savur-ganlıkta doğruluk, paylaşma, da-yanışma ol-maz.

GÜNCEL

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 43

Hz. Muhammed de “Abdest alırken bir ırmak kenarında bile olsan suyu tutumlu kullan.” buyurmuştur.

Page 45: Gencbasak YUNUS

MÜZİK

Türklerde ilk ciddi müzikle te-davi Osmanlı devleti zamanın-da görülmekle beraber, Orta

Asya`da Anadolu öncesi zamanda Baksı adı verilen Saman müzisyen-ler tarafından, çeşitli hastalıklar için

tedavi çalışmaları yapılmıştır. Hala bu faa- liyetlerini

sürdü-

ren Baksılar Orta Asya Türkleri ara-sında yaşamaktadırlar.

Bir Selçuklu Türk`ünün yaptırdığı Şam`daki Nurettin Hastanesi’nde İbn Sina, müzikle akıl hastalığının tedavisini uygulamıştır. İbni Sina`nın tesirleri Osmanlı dev-rinde de devam etmiştir.

Osmanlı saray he-kimi Musa bin Hamun,

diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle tedavi yöntemini kul-

l a n - mıştır. İbni Sina`nın

meşhur ese-ri “ El Kanun fi`t-tıbb`” adlı eserini ter-cüme eden T o k a t ’ l ı M u s t a f a Efendi’nin ta-

lebesi Hekim-başı Gevrekza-

de Hasan Efendi (18yy) yazdığı eserin-

de İbni Sina`nın ese-rinden çok faydalandığı-nı ifade etmiştir

Kâinatta her şey tit-reşir. Dalga hareketle-rini ortaya çıkaran tit-reşimlerinin herbi-ri, ses dalgaları olarak bilinir. Ses dalgaları-nın ritmik desenleri, musikiyi ortaya çıka-rır. Bu açıdan varlık-ların aktiviteleri sı-

rasında çıkardığı ses titreşimleri, birer musikidir. Musiki sadece

insana has değildir. Her varlık, mu-sikisiyle birlikte yaratılır. Düşük fre-kanslı ses dalgaları ihtiva eden kuş, su ve rüzgâr, uyku esnasındaki in-sanın beyin dalgalarına yakın dal-galar ürettiğinden insanı dinlendi-rici tesirlere sahiptir. Duyguları in-celten ve gönlü yumuşatan müzik türleri, asırlardan beri tedavide kul-lanılmaktadır. Günümüzde araştır-macılar, beden ve zihin hastalıkla-rının tedavisinde müziğin kullanıl-ması konusunda hemfikirdir. Bu ko-nuda yapılan birçok araştırma, dok-tor ve müzisyenlerin; depresyondan kansere, yüksek tansiyondan kronik ağrılara, disleksiden akıl hastalıkları-na, migrenden uyuşturucu madde bağımlılığına kadar geniş bir saha-da tedavi gayesiyle müziği kullan-dıklarını göstermektedir.

Hangi Makam Hangi Hastaliga İyi Gelir?

Yüzyıllar boyu insanlar, hastalık-ların iyileştirilmesinde çeşitli tedavi yöntemleri kullanmışlar ve çare ara-mışlardır. Müzik-terapi de en eski te-davi yöntemlerinden biri olup pek çok eski çağ medeniyetlerinde kul-lanılmıştır.İlkel kabilelerin yaşayışla-rında ruhi varlıklar önemli rol oyna-mış, hekimler çeşitli bitki, ilaç, müzik ve dansı kullanarak hastalarını iyi-leştirmeye çalışmışlardır.Birçok top-lumda hasta insan sağlığına kavuş-mak için kendisini bazı güçlere sa-hip olduğu düşünülen sihirbaza, rahibe teslim etmiştir.Hastalıkların kötü ruh veya cin adı verilen varlık-lar tarafından meydana getirildiği-ne inanılmıştır.Tedavi törenlerinde müzik, dans, ritim ve şarkılar başlıca

Osmanlı’da Müzikle Tedaviİbni Sina`nın meşhur eseri “ El Kanun fi`t-tıbb`” adlı eserini tercüme eden Tokat’lı Mustafa Efendi’nin talebesi Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi (18yy) yazdığı eserinde İbni Sina`nın eserinden çok faydalandığını ifade etmiştir

BAŞAKŞEHİR LİSESİ44

Page 46: Gencbasak YUNUS

MÜZİK

rol oynamış, hastanın kötü varlık ve ruhlardan kurtarılması tedavinin te-melini teşkil etmiştir. Ses, müzik de bu gizli varlıklarla haberleşmek için bir araç olarak görülmüş, ilaç, su ve otlar ise hastanın vücuduna girmiş olan bu kötü varlıklarla mücadele için kullanılmıştır. Bunların ancak si-hirbaz - doktor tarafından danslar, şarkılar ve tütsülerle kullanıldığı za-man etkili olabileceğine inanılmış-tır.Monoton bir ritm ile birlikte var-lığın tepkisine göre hızlı, yavaş, yu-muşak veya sert melodi ikna edici sözlerle övülü şarkı ile müziğe refa-kat, müzikle tedavinin temelini teş-kil etmiştir.

Günümüz:

1977’de Amerika müzikle teda-viyi bir bilim dalı olarak kabul etmiş-tir. Müzik terapisi psikiyatri temel-li hastalıklarda 1950’lerden bu yana etkin olarak kullanılmaktadır.Türki-ye, müzikle tedavinin öneminin he-nüz farkında değildir. Oysa Farabi, Razi, İbn-i Sina ve Gevrekzade Ha-san Efendi gibi Türk alimleri bu alan-da çok önemli çalışmalara imza at-mışlardı. Batı dünyası da 20. yüzyılın ortalarında keşfettiği müzikle tedavi ya da terapiyi, alternatif tedavi yön-temi değil, geleneksel tıbba uygun ve kuralları kendine has bilimsel bir tedavi yöntemi olarak kabul etmiş-tir. İkinci Dünya Savaşı’nda yarala-

nan askerlerin terapisinde müzik-ten yararlanılır ilk olarak. Ardından, 1947’de ABD’nin Michigan Devlet Hastanesi’nde müzik tedavi progra-mına alınır. Böylece bu konuda araş-tırmalar hızlanır. Depresyon, şizofre-ni, zeka geriliği, alkol ve madde ba-ğımlığı ile mücadelede müzik teda-vi yöntemine başvurulur. Yeni tek-nik ve pratik uygulama biçimleri ge-liştirilir. Amerikan Müzikterapi Birliği 1997’de bir tanımlama yaparak son noktayı koyar: “Müzikterapi, bazı bi-reylerin fiziksel, psikolojik, sosyal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamada müziği ve müzik aktivitelerini kulla-nan uzmanlık dalıdır.”

Bugün Batı’da hastane, klinik, gündüz bakımevi, okul, madde ba-ğımlılığı merkezi gibi yerlerde 5 bin-den fazla uzman, müzik terapisi uy-gulamaktadır. Şüphesiz, bunda etki-li olan temel faktör son yıllarda mü-zik ve beyin araştırmalarında elde edilen verilerdir. Müziğin, özellikle serotonin, norepinefrin, dopamin, melatonin, kortizol, adrenalin, tes-tosteron gibi psikiyatrik hastalık-ların oluşumunda etkili hormonla-ra; kan basıncı, solunum ritmi, solu-num kalitesi, nabız sayısı gibi fizyo-lojik olaylara olumlu etki yaptığı ar-tık bilinmektedir.

Zülfikar GÖVCE

Türk Müziği makamlarının ruha olan etkileri Farabi’ye göre şöyle sınıflandırılmıştır:

1. Rast makamı: İnsana sefa(neşe-huzur) verir. 2. Rehavi makamı: İnsana beka(sonsuzluk fikri) verir. 3. Kuçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir. 4. Büzürk makamı: İnsana havf(korku) verir. 5. Isfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti, güven his-si verir. 6. Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir. 7. Uşşak makamı: İnsana gülme hissi verir. 8. Zirgüle makamı: İnsana uyku verir. 9. Saba makamı:İnsana cesaret,kuvvet verir. 10. Buselik makamı: İnsana kuvvet verir. 11. Hüseyni makamı: İnsana sükunet, rahatlık verir. 12. Hicaz makamı:İnsana tevazu(alçakgönüllülük) verir.

Farabi Türk müziği makamlarının zamana göre psikolojik etkilerini de şu şekilde gös-termiştir:

1. Rehavi makamı: yalancı sabah vaktinde etkili 2. Hüseyni makamı: sabahleyin etkili 3. Rast makamı: güneş iki mızrak boyu etkili 4. Buselik makamı: Kuşluk vaktinde etkili 5. Zirgüle makamı: öğleye doğru etkili 6. Uşşak makamı: öğle vakti etkili 7. Hicaz makamı: ikindi vakti etkili 8. Irak makamı: akşam üstü etkili 9. Isfahan makamı: gün batarken etkili 10. Neva makamı: akşam vakti etkili 11. Büzürk makamı: yatsıdan sonra etkili 12. Zirefkend makamı: uyku zamanı etkilidir.

Page 47: Gencbasak YUNUS

YAŞAM

TEHDİTLERDoğal yaşam alanları orman,

bozkır ve dağlık alanlar olsa da Türkiye’de özellikle insan yerleşim-lerinin etrafında tilkilere rastlayabilir-sin. Yarık, kovuk ve toprakta kazdık-ları inlerde yaşayan tilkiler, yasal ol-mamasına rağmen, özellikle kürkleri için avlanır. Ayrıca kümes hayvanları-na zarar vermesi nedeniyle de insan-lar tarafından zarar görürler.

Türkiye’de nesli tükenmiş, tüken-me tehlikesi altında olan birçok me-meli bulunuyor. Örneğin Hazar kap-lanı, aslan, leopar gibi memelilerin nesli tamamen tükendi.

İşte Türkiye’de korunma-sı gereken memelilerden bazıları:

Siyah Çeneli Yunus(Lagenorhynchus austra-

lis) ya da Peale yunusu, yunus giller(Delphinidae) familyasından La-genorhynchus cinsindeki altı yunus türünden biridir. Bu küçük yunus türü GüneyAmerika’nın en güneyinde yer alan Ateş Toprakları’nın çevresindeki sularda yaşar.Türkiyede nesli tükenip tükenmediği ise hala belirsizdir

Doğuşta boyları 1 m. olan siyah ç e - neli yu-

n u s -lar e-rişkin

oldukla-rında 2,1

m’ye ulaşır-lar. Yetişkin a-

ğırlıkları da 115 kg. cıvarındadır. Koyu gri bir yü-ze ve çeneye sa-hiptirler. Sırtlarının

büyük bir kısmı si-y a h - tır ve sırtlarının her i-

ki yanında gittikçe kalınlaşan beyaz bir çizgi bulunur. Karınları beyazdır. Her iki ön yüzgeçlerinin arkasında da beyazlık bulunur. Bunlara “koltukal-tı” adı verilir. Yanları da ön yüzgeçle-rin arkasından başlayarak beyaz-gri renktedir. Sırt yüzgeçleri bu boyut-

ta bir yunus için oldukça büyüktür ve eğri biçimlidir. Ön yüzgeçleri küçük ve uçları belirgindir. Kuyruklarının uç-ları da belirginidir ve tam ortasında bir çentik bulunur. Bu yunus türü u-zaktan bakıldığında Gölgeli yunus i-le karıştırılabilir.

Tırtak(Delphinus delphis), Ba-

yağı yunus olarak da bilinir, yunusgiller(Delphinidae) familyasın-dan Türkiye’nin bütün denizlerinde bulunan ve bütün dünyada büyük ok-yanusların farklı kısımlarında yaygın olan bir yunus türü. Tırtak Yunusgil-ler familyasının asıl örnek türüdür. A-falina türünün “Flipper” dizisi ile dün-yaca ünlü olup insanların aklına ör-nek yunus türü olarak yerleşmesin-den önce dünyaca en çok tanınan yunus türüydü.

Sırtı siyah ya da kahverengi ve karın kısmı beyazımsıdır. Yanların-da açık sarı renkten gri renge ge-çen uzun alanlar vardır. Yöresel ola-rak renklerinde farklar olabilir; bazıla-rının yanlarındaki sarı-gri alanlar ta-mamen eksiktir. Tırtak yunusu bütün yunusların ve hatta bütün balinaların arasında en renklisidir. Boyu 1,70-2,40 m olur.

Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkut Kıvanç Türkiye’de önemli bir habi-tat tahribi hâlâ devam etmekte ve birçok hayvanların neslinin tehlike altında olduğuna dikkati çekmektedir:

“Bilinçli bir koruma olmazsa, doğal hayat bir gün bitecek. Sivrisineğin bile korunmaya ihtiyacı var. Ama yasak-lar dinlenmiyor. Bu gidişle doğa diye bir şey kalmayacak” Onsekizmart Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Doç Dr. Ali İşmen de denizlerde kirliliğin her geçen gün türleri tehdit ettiğini, Karadeniz ve Marmara’dan sonra, son zamanlarda Akdeniz’de de kirliliğin arttığına dikkati çeker.

Yaşamın son 500 yıllık evriminde, biyosferin hiç bu kadar tahribata uğramadığını vurguluyan Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.

Mehmet Sıkı ise bu konu hakkında şunları söylemiştir:“Bütün canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için kesinlikle insana ihtiyacı bulunmaz, ama insanın yaşamını sürdü-

rebilmesi için en küçük hücreliden yırtıcılara kadar bu canlılara ihtiyacı var. Eğer habitat (hayvanların yaşam ortamı) tah-ribatı, plansız nüfus artışı, yapılaşma, ormanların yakılması, sulak alan tahribi sürerse, birçok tür tükenme tehlikesine girer. Bir türün, dünya üzerinde ya da lokal olarak bulunduğu bölgede yok olmasının kötü sonuçlarını kimse kestiremez. Bu, yakın zamanda da ortaya çıkmaz. Örneğin bizi rahatsız eden karasinek birden ortadan kalksa, her taraf hayvan leş-leri ile dolar. Ya da baykuşların yok olduğunu düşünelim; o zaman tarla fareleri üzerindeki baskı kalkar.”

BAŞAKŞEHİR LİSESİ46

Türkiye Tehlikede

Ülkemizde Soyu Tükenmekte Olan Hayvan Türleri;

Page 48: Gencbasak YUNUS

YAŞAM

Orman kedisiKuzey ve Güney Amerika’daki

yaban kedisi türlerinin en küçüğüdür. Gövde uzunluğu 40-50 cm, ağırlığı ise iki ile üç kg arasında gelir. Kür-kü grili bej rengi olup küçük siyah be-neklerle kaplıdır. Yakın akrabası Ge-offroy kedisi ile karşılaştırıldığında bu tür belirgin bir şekilde ince bir yüze sahiptir. Geniş pençeleri ve gür 20-25 cm uzunluğunda kuyruğu vardır. Ku-laklarının arkası dikkat çekici beyaz bir lekesi olan siyah renktedir. Komp-le siyah renklilik bu türde , en başta dağlık kesimlerindekilerde sık görü-lür.

Chiloé ve Guaitecas Adaları’nda siyah form ana formdur. Orman kedi-si ortalama onbir yıl yaşar.

Kara Kulak

(Caracal caracal), kedigiller (Feli-dae) familyasından vahşi bir hayvan türü. Dış görünümü ile vaşağa çok benzeyip Step vaşağı, Mısır vaşağı gibi adlarla da anılmış olsa da daha sonraları moleküler DNA çalışmaları ile, tamamen farklı bir tür olup Afrika altın kedisi ve Serval ile yakın akraba olduğu gösterilmiştir. Türkiye’de bu-lunan yabani kedilerden biridir. Türk-çe isminden uyarlanma olan Latince ismi Caracal caracal, TÜBİTAK tara-fından geliştirilen bilgisayar işletim sistemi Pardus 2007.2 sürümüne de adını vermiştir.

Ortalama ağırlığı 7-9 kg, rekor ağırlığı 17,7 kg’dir.

Gövdenin tam boyu 75-90 cm’dir. Bunun dışın-da 30-35 cm uzunluğun-da bir kuyruğa sahiptir. Karakulak’ın kuyruğu-

nun üst kısmında etrafın-da beyaz tüylerden oluş-

muş püskül bulunan siyah bir çizgi vardır. Rengi genelde kah-

verengi tondadır ve üzerinde gri ya da beyaz benekler bulunur. Karaku-lağın kulaklarının ucunda sivri tüy kü-mecikleri vardır. Kulaklarının üst kıs-mının kenarları siyah tüylüdür.

Akdeniz Foku(Monachus monachus), fokgiller

(Phocidae) familyasından yeryüzün-de sadece doğu Akdeniz sahilleri i-le Batı Afrika’nın bir tek sahilinde yaşayan fok türü. Yeryüzündeki toplam 34 yüzgeçayaklı fok tü-ründen Karayip Keşiş foku, en son 1952 yılında görülmek kay-dı ile yeryüzünden yok olmuş-tur. Dolayısıyla dünyada şu an-da 33 yüzgeç ayak türü vardır.

İri bir deniz memelisi olan Akde-niz fokunun boyu 2-3 metre, ağırlı-ğı 200-300 kilogram arasında değiş-

mektedir. Erginlerin vücudunu 5 mm’yi geçmeyen kısa ve sert kıl-lar kaplar. Su üstünde görüldü-ğünde en belirgin özellikleri i-ri kafaları, uzun bıyıkları ve kö-mür gibi siyah gözleridir. Ergin dişi ile erkekler arasında belirgin

bir boy ve kilo farkı yoktur ancak karakteristik renk ayrımları mev-

cuttur. Karada yatarken vücudun iri-liği ve tombul görünümü göze çarpar. Vücudun her iki yanında ön yüzgeç-leri (ön üyeler) ve arkada ise iki par-ça halinde arka yüzgeçleri (arka üye-ler) yer alır.

• Erkek: Siyaha yakın koyu kah-verenginde olup karın bölgesinde be-lirgin bir beyaz leke vardır.

• Dişi: Açık kahverengi veya gri tonlarda olup karın altları da boyun-dan kuyruğa kadar sırta göre daha a-çık hatta beyaza yakın renktedir. Ay-rıca üstte bel bölgesinde çiftleşme sı-rasında erkeklerin neden olduğu tır-nak izleri bulunur.

• Yavru: Doğduğunda boyu yak-laşık 80-90 cm, ağırlığı yaklaşık 20 kilogramdır. Karın bölgesinde istisna-sız görülen bariz bir beyaz leke ha-ricinde tüm vücudu havlu gibi 1-1,5 cm uzunluğunda parlak siyah kıllarla kaplıdır. Yavru, anne ve babanın da

sahip olduğu bıyıklarla doğar. Yakla-şık iki aylıkken kürkünü değiştirmeye başlar ve bir-iki ay içinde uzun siyah kılların yerini kısa ve parlak gri olan-lar alır

BİTKİLER :Kardelen ÇiçegiKardelenler, tıbbi açıdan önemli

oldukları düşünülen bitkilerdir• Türkiye’de halk arasında, top-

rak üstü kısımları kalbi kuvvetlendi-rici, mideye iyi gelen; toprak altı kı-sımları ise taze haldeyken ezilerek, çıbanları olgunlaştırmak için hazırla-

nan lapa olarak kullanılır. içerdiği ilaç olabilme olasılığı bulunan alkaloit ve lektinler nedeniyle, çok sayıda araş-tırmaya konu olmaktadırlar

Siklamen Çöven otu, karanfilgiller (Car-

yopmyrsinaceae familyasından Cyclamen cinsini oluşturan yaşam alanı orman açıklıkları ve kayalık a-lanlar olan çok yıllık bir bitki türleri-nin ortak adı. Tavşankulağı, buhuru-meryem, Mormilik şeklinde de adlan-dırılır.

Boyu 5-20 cm civarındadır ve Şu-bat - Nisan aylarında çiçek açar. En belirgin özelliği, kalp veya böbrek şeklindeki yapraklarıdır. Beş parça-lı olan çiçekleri beyaz, pembe ya da koyu pembe renkte olabilir.

Çöven OtuKaranfilgiller (Caryophyllaceae)

familyasından Gypsophila cinsini o-luşturan ekonomik öneme sahip bitki türlerinin ortak adı. Türkiye’de bulu-nan 50 çöven türü bilinmektedir.

Safa Altan 11- 0 52

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 47

Page 49: Gencbasak YUNUS

“Yapraklar konuşur mu?’’ de-meyin. Her varlık hal diliyle biz-lerle konuşmaktadır. Ne sinir lifle-ri ne de beyinleri ve kasları ya da ağızları var, ama yine de yaşayan her canlı gibi, bitkiler farklı uyarı-lara çeşitli salgılarla tepki göstere-biliyor.

Ne sinir lifleri ne de beyinleri ve kasları ya da ağızları var, ama yine de yaşayan her organizma gibi bit-kiler de dışarıdan gelen uyarılara reaksiyon gösterebiliyorlar. Bitkile-rin mesajlarını duyabilseydik, belki de ormandaki yürüyüşlerimizi bü-yük bir gürültü içinde yapmak zo-runda kalırdık. Ama ne iyi ki bitki-ler sadece optik ve kimyasal uya-rılar veriyor.

Onların hareketsiz olmaları, böceklere karşı savunmasız kal-dıkları anlamına gelmez.

Çünkü her zaman ya da sade-ce ihtiyaç halinde kullandıkları çok sayıda koruma ve savunma me-kanizmalarına sahiptirler. Dikenler veya yakıcı tüyler gibi bitkiyi her zaman koruyan fiziksel savunma mekanizmalarıdır.

Bitkilerin konuşmalarındaki uyartılarından mesela ısırgan otu-nun uyarısını:”Bana dokunursan, yakarım!” şeklinde söyleyebiliriz.

Fiziksel ko-runma dışında bitkiler doğrudan doğruya böcekle-

re zarar veren ze-hirli maddelerle de

kimyasal savunma yapabiliyorlar, bitki

için çok fazla enerji de-mektir. İşte bu nedenle

kimyasal savunma bitkiler-de sadece ihtiyaç duyuldu-

ğunda gerçekleşir.

Bitkiler Kendi Aralarında Nasıl Anlaşırlar?Bitkiler kendilerine zarar vere-

cek olan canlılar tarafından saldı-rıya uğradıklarında salgıladıkla-rı uçucu organik bileşikler ile yan komşuları olan diğer bitkileri uya-rırlar. Aslında bu uyarma işlemi di-ğer bitkiler tarafından saldırıya uğ-rayan ağacın yaydığı uçucu orga-nik bileşikleri gizlice “dinlemesi” bi-çimindedir. Böylece saldırıya uğra-madan önce savunma sistemlerini harekete geçirirler. Peki bu dinle-me işlemi nasıl gerçekleşir?

Saldırıya uğrayan bitkilerin açı-ğa çıkardıkları uçucu organik bi-leşikler, komşu bitkiler tarafından kopyalanır ve art arda gelen sin-yallerin analizi yapılarak savun-ma sistemi harekete geçirilir. Bu-rada bir başka gerçek daha or-taya çıkmaktadır: Bitkiler birbir-leri ile sadece konuşmakla kal-mayıp aynı zamanda birbirlerini “dinlemekte”dirler. Bitkilerin birbir-leri ile iletişim kurmaları, kendileri-

ni savunurken yaydıkları uçucu or-ganik bileşiklerin diğer bitkiler tara-fından “tehlike” habercisi olarak al-gılanıp savunma sistemlerini hare-kete geçirmeleri, zeka gerektiren davranışlardır. Bitkinin tehlike anı-nı “idrak etmesi” ve “hafızasına” bunu yerleştirmesi, kendi bünye-sinde çeşitli değişiklikler oluşturup savunma taktiği geliştirmesi, elbet-te ki tesadüfler sonucunda ortaya çıkamaz. Gerçek şu ki, bitkiler bir-birleri ile iletişim kurma özelliğine sahip olarak “yaratılmış”lardır. Bu, onlara Yüce Allah tarafından özel olarak verilmiş bir savunma siste-midir.

Herşeyi en ince ayrıntısına ka-dar mükemmel yaratan Yüce Al-lah, yeryüzündeki tüm bitkilerin bulundukları ortamda gereken her türlü ihtiyaçlarını da var etmiştir

Bitkilerin Böceklerle Anlaşma DiliBöceklerin bir kısmının beslen-

me sistemi bitkisel besinlere daya-nır. Bu tip böcekler “otçul böcekler” grubunda yer alırlar. Otçul böcek-lerin besin kaynağı olan bitkiler, kendilerine zarar verecek böcekle-rin yaklaştığını “anlar” ve kendile-rini tehdit eden böcekleri avlayan etçil böcekleri çağıran uçucu or-ganik sinyaller üretirler. Uçucu sin-yaller aynı zamanda komşu bitki-ler tarafından da algılanır bitkilerin kendilerine zarar verecek böcekle-ri “algılayıp, tanımaları”, bu böcek-leri avlayan etçil böceklerin varlı-ğını ve bu etçil böcekleri çekecek sinyalleri verir.

DOĞADAN

Bitkilerin de Dili Var

BAŞAKŞEHİR LİSESİ48

Page 50: Gencbasak YUNUS

Mucize Bitkilerin Yararlarını Biliyor Musunuz?

ADAÇAYI: Adaçayı sıkça

içildiğinde tüm bede-ni güçlendiriyor, kalp krizi riskini azaltıyor ve kötürümlüklerde destek sağlıyor.

NANE: Gaz sök-

türücü, Karaciğer yetersizliğini giderir, Safra akışını düzen-ler ve Mide ağrılarını keser.

SARIMSAK: S a v u n m a

sistemini kuv-vetlendirmesi en çok bilinen sarımsak faydası olarak söyleyebiliriz.

MAYDANOZ: Maydanoz bir

provitamin A (Beta karoten) kaynağıdır. Bu özelliği ile görme gücüne, kılcal damar sistemine, adrenal bezine ve troid bezine iyi gelir.

KUŞBURNU: Vücut diren-

cini arttırır ve sinirleri yatıştıran bir uyartıya sahip-tir.

SOĞAN: A n t i b i y o -

tik ve ağrı kesici özelliğine sahiptir.

DEFNE: M i k r o p

öldürücü, ateş düşürücü özelliğe sahiptir.

MERSİN: BironŞitte et-

kili ve nezlede faydalıdır.

NAR: Vücudu kuv-

vetlendirir. İshali keser ve Kalbi kuvvetlendirmede etkilidir.

DOĞADAN

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 49

Page 51: Gencbasak YUNUS

Doğada birbiriyle ilişkisiz canlı veya cansız, sanatın her da-lında, görsel, işitsel ve diğer tüm duyulara hitap eden iletişim şekil-lerinde, tasarımın biçimlenişinde ve hatta evrenin keşfedebildiğimiz birçok düzeninde ortak bir düzenle-me vardır. Bu düzenleme “Altın O-ran” adı verilen bir sistem ve mate-matiksel açılımı olan bir oran-orantı kuralına sahiptir.

“Altın oran kavramı ve bu kav-

ramın gizemi nedir?” diye düşündü-ğümüz olmuştur. Belki de bu kavra-mı ilk defa duymuşsunuzdur. Peki, nedir altın oran? Nereden çıkmış-tır? Pratik hayatta kullanımı var mı-dır? Doğada rastlanan bir kavram mıdır, yoksa öylesine ortaya atıl-mış, zorlama ve yapay bir kavram mıdır?

Matematik de diğer bilim dal-

ları ve disiplinler gibi kötü niyetli el-

lerde tehlikeli bir oyun-cak haline getirilebi-lir. Düzenbaz falcıların sudan, kahve telvesin-den ya da fasulyeden gelecek öngörüleri o-luşturmaları gibi, ma-tematik de, din kitapla-rından şifreler, Nostra-damus manzumelerin-den kıyamet günü için tarih hesapları ortaya çıkartmakta kullanıla-bilir. Bir bıçağı ekmek kesmek içinde kulla-nabileceğiniz gibi, in-san öldürmek için de kullanabilirsiniz örne-ğinde olduğu gibi…

“Altın Oran kavra-

mı bu tür istismarlarda da kullanılabilecek bir konu mudur? Yoksa bilimsel bakış açısıyla ele alındığında anlam-lı sonuçlara ulaşma-mızda faydası var mı-dır?” gibi soruları aklı-mızın bir köşesine tut-makta fayda var. Şim-dilik bu tür şüphecilik-leri akıl süzgeçlerimiz-

de bırakmak ve konuyu ele almak en iyisi sanıyorum.

2004 senesi içinde yıldızı parla-yan yazar Dan Brown’nın Da Vin-ci Şifresi isimli sürükleyici romanın-da işlenen pek çok alt konudan biri-de “Altın Oran”dı.(13.basım, bölüm 20 syf:104-112) Diğer adıyla Fibo-nacci dizilimi ve Phi sayısı. Aslın-da tarih boyunca bilinen ve kullanı-lan “Altın Oran” kavramına bir kere daha dikkat çekilmesi romanın iyi yönlerinden biriydi. Konuya ilgi çe-kilmesiyle geniş kitlelerin binlerce yıldır bir unutulup bir hatırlanan bu kavram hakkında oluşturduğu me-rakı giderme romanın iyi yönlerin-den biri olarak görülebilir.

Adı Orta Çağın en büyük matematikçilerin arasında ge-çen Fibonacci’nin hayatı ile ilgi-li pek fazla bilgi bulunmamaktadır. İtalya’nın Pisa şehrinde 1170’li yıl-larda doğduğu sanılmakta, babası-nın işi nedeniyle Kuzey Afrika’ya ve Cezayir’e gittiği ve burada Arap ho-calarından matematik dersleri al-dığı bilinmektedir. Hint-Arap sayı-larını(1.2.3…) öğrenerek bunları Avrupa’ya tanıtan kişi olarak anılır.

İtalyan matematikçi Fibonac-ci yazdığı matematik kitaplarından birinde tavşan çiftliği olan bir ar-kadaşıyla ilgili olduğunu iddia etti-ği bir problem sorar. Bu probleme göre çiftlikteki tavşanlar doğdukla-

GÜNCEL

Altın Oran ve Fibonacci Sayıları

BAŞAKŞEHİR LİSESİ50

Page 52: Gencbasak YUNUS

rı ilk iki ay yavru yapmazlar. Üçün-cü aydan itibaren her çift, her ay bir çift yavru yapar. İlk ay yeni doğ-muş bir çift tavşan vardır. İkinci ay-da bu tavşanlar henüz yavrulama-dıkları için hala bir çift tavşan var-dır. Üçüncü ay bunlar bir çift yav-ru verir ve iki tavşan olur. Yeni do-ğan çift dördüncü ay doğurmaya-cak, oysa ana babaları yeniden bir çift yavru yapar ve toplam üç çift yavru olur. Bu şekilde devam edi-lirse; tavşan çiftleri aylara göre şu sıralamayı ortaya koymaktadır: 1.1.2.3.5.8.13.21.34.55.89,Görül-düğü gibi ilk iki sayı hariç, her sayı kendisinden önce gelen iki sayının toplamına eşittir. Tavşanlar, görü-len grafik doğrultusunda artış gös-termektedir. Bu sayıların arasında-ki oran ise bize altın oranı vermek-tedir.

Altın Oran,1 sayısına eklen-diğinde kendi karesine eşit o-lan iki sayıdan biridir. Altın oran 1,618033… olarak devam eden

ondalık sayıdır.1 sayısına eklendi-ğinde kendi sayısına eşit olan diğer sayı da -0,618033…olarak devam eden ondalık sayıdır.

Çam kozalağında altın oran-dan elde edilen spiralleri görmek mümkündür. Ayçiçeğin merkezin-den dışarıya doğru tane sayılarının birbirine oranı “Altın Oranı” verir.

Tarihte görülebileceği gibi Sa-natçılar bu özelliği kullanıp gö-ze güzel görünen eserler meyda-na getirmişlerdir. Örneğin Mona Li-sa tablosunun boyunun enine oranı altın oranı verir. Mona Lisa’nın yü-zünün etrafına bir dikdörtgen çizdi-ğinizde ortaya çıkan dörtkenar bir altın dikdörtgendir. Bu dikdörtgeni, göz hizasında çizeceğiniz bir çiz-giyle ikiye ayırdığınızda yine bir al-tın oran elde edersiniz. Resim bo-yutları da altın oran oluşturmakta-dır.

İNSAN VÜCUDUNDA ALTIN ORAN İddiaya göre ideal insanın ölçü-

leri şöyle olmalıymış: Boy uzunlu-

ğunun göbekten ayakuçlarına o-lan uzunluğuna oranı: göbekten a-yakuçlarına olan uzunluğun göbek-ten başucuna olan uzunluğu oranı-na eşittir.

İdeal insanın boyu x birim ol-sun. Göbeğinden ayakucuna olan uzaklık da y birim olsun. Bu durum-da göbeğinden başucuna olan u-zaklık da x-y birim olacak. Bu du-rumda şu denklem oluşur:

x/y = y/x-ybu oranda 1.618 olur.

İNSAN YÜZÜNDE ALTIN ORANİnsan yüzünde de birçok altın

oran vardır. Ama bu oranlandırma, bilim adamları ve sanatkârların be-raberce kabul ettikleri ‘ideal bir in-san yüzü’ için geçerlidir.

Örneğin üst çenedeki ön iki di-şin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. İlk dişin ge-nişliğinin merkezden ikinci dişe o-ranı da altın orana dayanır. Bunlar bir dişçinin dikkate alabileceği en i-deal oranlardır.

İnsan yüzündeki diğer bazı altın oranlar şunlardır:

- Yüzün boyu / Yüzün genişliği,- Dudak- kaşların birleşim yeri

arası / Burun boyu,- Yüzün boyu / Çene ucu-

kaşların birleşim yeri arası,- Ağız boyu / Burun genişliği,- Burun genişliği / Burun delik-

leri arası,-Göz bebekleri arası / Kaşlar a-

rası.

BÜŞRA ERCAN11-M

GÜNCEL

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 51

Tarihte görülebileceği gibi Sanat-çılar bu özelliği kullanıp göze güzel görünen eserler meydana getirmiş-lerdir.Örneğin Mona Lisa tablosu-nun boyunun enine oranı altın oranı verir.Mona Lisa’nın yüzünün etra-fına bir dikdörtgen çizdiğinizde or-taya çıkan dört kenar bir altın dik-dörtgendir.

Page 53: Gencbasak YUNUS

BAŞAKŞEHİR LİSESİ99

Hem karada hem de suda ha-reket kabiliyetine sahip Samur, karada saatte 100 kilometre, su-da yaklaşık 20 kilometre hıza ula-şabiliyor. Karada bir TIR’ı andı-ran suya girdiğinde tekerlekle-rini içine çekerek adeta bir ge-miye dönüşen Samur, 12 metre uzunluğa, 4 metre genişliğe ve

3,5 metre yüksekliğe sahip. Sa-murlar, akarsu geçişlerinde yap-bozun parçaları gibi yan yana ge-lerek, onlarca metre uzunluğun-da bir köprüye dönüşebiliyor. İki samur, birleştiğinde 20 metrelik köprü oluşturarak 70 tonluk tankı karşı kıyıya geçirebiliyor.

Proje kapsamında üretilecek

52 adet Samur, 130 milyon dola-ra mal olacak.

Nehirler üzerinde süratle ku-rulacak olan amfibi özelliğe sa-hip Samurlar, muharebe tankları ve askeri birliklerin çok kısa süre-de karşı kıyıya geçmesine imkân verecek.

Aselsan’ın Muhteşem Ürünü “Peri”Aselsan’ın Kapadokya ismi i-

le yarıştığı MAGIC 2010 yarışma-sında, aralarında ABD, Japonya, Avusturyadan da takımların bu-lunduğu 6 takım ile beraber finale yükselerek 50 BİN dolarlık ödülü almaya hak kazandı. Yarışmanın asıl ödülü ise yani birinciye verile-

cek ödül ise 750 Bin dolar.İnsansız araçların geliştirilme-

sini sağlamak amacıyla düzen-lenen MAGIC 2010 yarışmasın-da finale kalan altı takım robot ve elektronik teknolojisinde en ileri noktada yer alıyor. Aselsan’ın da bu yarışmada finale kalması dün-yadaki en üst seviyede teknoloji şirketlerinden birisi olduğunu ka-nıtlıyor.

Uluslararası insansız araç-

SAMUR’UN ÖZELLİKLERİ

Bilim ve Teknoloji Alanındaki Gelişmeler

Türk mühendislerce ta-

sarlanan seyyar yüzücü hücum köprüsü

TEKNOLOJİ

BAŞAKŞEHİR LİSESİ52

Tamamen Türk mü-hendislerce gelişti-rilen ve tasarla-nan ‘’Samur’’ adı verilen seyyar yü-zücü hücum köprüsü ile tank ve zırhlı araçlar için akarsu ve nehirler engel ol- maktan çı-kıyor. Toplam 52 adet üretilecek ve akarsu ge- çişlerinde yapbozun parçaları gibi yan yana gelerek birleşecek Samur’lar, kısa sürede onlarca met-re uzunluğunda köprülere dönüşerek, her biri 70 tonluk tankları karşıya geçi-rebilecek.

Page 54: Gencbasak YUNUS

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 99

TEKNOLOJİ

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 53

lar projesi yarışmasında fina-le yükselerek Türkiye’nin göğsü-nü kabartan ASELSAN şirketi, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu akıl-lı robotları geliştirip üretmeyi he-defliyor.

Japonlar Hasta Bakıcı Robot Geliştirdi

Teknoloji, özellikle de robot denildiği zaman ilk akla gelen ül-ke şüphesiz Japonya her geçen gün, robot teknolojisinde biraz daha ilerleyen Japonlar bu de-fa da hasta bakıcı robotgeliştirdi. Japon bilim adamlarının hastalar-la iletişim kurmak ve onları rahat-latmak amacıyla geliştirdiği has-ta bakıcı robotla ilgili diğer detay-ları yazının devamından okuyabi-lirsiniz.

Japon bilim adamlarının ‘Actroid-F’ adını verdikleri has-ta bakıcı robot, 20 yaşındaki bir japon kız görünümünde. Mimik-leri, hal ve hareketleri ile gerçek bir insana benzeyen robot, için-deki kamera sayesinde karşısın-daki insanın söylediği şeyleri al-gılayıp tepki verebiliyor. Başını sallayabilme, nefes alabilme, gü-lümseme, selam verme, kaşları-nı ve dudaklarını oynatabilme gi-bi özelliklere sahip olan robot, her hareketiyle gerçek bir insanı a-nımsatıyor.

Acer’den Dokunmatik Klavyeli Laptop

Bilgisayar sektörünün önde gelen markalarından Japontek-

noloji firması Acer oldukça iyi ö-zelliklere sahip, bi o kadarda il-ginç olan bir laptop üretti. Bu di-züstü bilgisayarın ilginç tarafı klavyesinin dokunmatik ekranlar gibi çalışması. Yani diğer dizüstü bilgisayarlar gibi tuşlara sahip de-ğil. Cihazın en kötü özelliği ise pil şarjının kısa sürede bitiyor olma-sı.44 Watt güce sahip olan ve 3 Amper’lik akım üreten pil tam do-lu hali ile 3 saat dayanabiliyor.

Türklerden Muhteşem Bir Buluş

Hacettepe Üniverstesi Kim-ya Bölümü Profesöleri tarafından muhteşem bir ürün geliştirildi. Nanoteknoloji tabanlı bu ürün sa-yesinde artık hırsızları veya suç-ları yakalamak çok daha kolay o-lacak. Sprey şeklinde ortama sı-kılan nanopartüküller, Işık saça-rak suçlunun parmak izlerinin or-taya çıkmasını sağlıyor.

Nanoteknoloji tabanlı bu mü-kemmel buluşun içinde herhangi bir zehirli kimyasal madde bulun-madığından sağlığa karşı bir za-

rarı olmuyor.Günümüzde kullanılan par-

mak izi tahlil maddelerinin toksik etkisinin olduğunu söyleyen HÜ Kimya Bölüm Başkanı Prof. Dr.

Adil Denizli, bu maddelerin par-mak izlerini tam anlamıyla ortaya çıkaramadığı belirtti.

Prof. Dr. Adil Denizli bu ürünü geliştirirken floresan özellikli na-nopartiküller üzerinde çalıştıkla-rını söyledi.

Parmak İzi oluşurken salgıla-nan aminoasitlerle tepkimeye gi-ren nanopartiküller floresan özel-liği sayesinde parmak izinin ko-laylıkla görünür hale geldiğini be-lirten

Denizli, çalışmalarında kul-lanılan nanopartiküllerin en ö-nemli özelliği sağlığa herhan-gi bir zararının olmadığının al-tını çizdi. Denizli,”Bu çalışma-larımızla nanoteknolojinin bir-çok probleme çözüm olacağını gösteriyoruz.”dedi

Türkler Susuz İtfaiye Aracı Üretti

Türkler dünyanın ilgisini üzeri-ne çeken, mükemmel bir araç ü-retti. Aracı üretenler ODTÜ’den Dr. Hakan Gürsu ve öğrencile-ri. Dr. Gürsu ve öğrencileri De-signnobis ismini verdikleri şirket-leri ile takdire şayan ürünler ge-liştirmiş. Bunlardan bir tanesi de son ürettikleri susuz yangın sön-dürme aracı. Dünya çapında bü-yük ilgi gören bu ürün ülke çapın-da 14,ülke dışında 12 ödül almış.

Marinaya gerek duymayan tekne, güneş enerjisi ile çalışan yat, sulamada kaybı en aza indi-ren su kapanı Dr. Hakan Gürsu ve öğrencilerinin en çok ilgi çe-ken buluşları. En son ürettikleri araç ise kısa sürede ilgileri üze-

Page 55: Gencbasak YUNUS

rine çekti. Fire Knight’ (Ateş Şö-valyesi) adı verilen susuz yangın söndürme aracı, yangınları top-rak veya kum kullanarak söndü-rüyor. Araçın elektrikle çalışması başka bir güzel özelliği.

YAKITSIZ ÇALIŞIYOR

Araçta her hangi bir patlama riskine karşı yakıt bulunmuyor. Bunun yerine araçta altı ayrı e-lektrik motoru bulunuyor. Önün-de bulunan materyali kepçe gibi kullanarak yolunu açıyor. Diğer bir önemli özelliği ise püskürtme menzilinin yüksekliği. Ateş şöval-yesi, yerden aldığı toprağı iyice ufalayarak kum haline getirdikten sonra rüzgâra karşı 100 metreye kadar püskürtebiliyor.

CERN Yanlış Bildiğimiz Gerçeği Düzeltti

“Önce her şey bir toz bulutuy-du...” Bu cümle artık tamamen değişiyor!

CERN’de ALICE deneyini ya-pan araştırmacılar evrenin ilk za-manlarıyla ilgili tahmin edilen bir gerçeği çürüttüler. Bildiğiniz gibi çoğu bilim adamı evrenin ilk oluş-tuğu zamanlarda gaz halinde bu-lunduğunu düşünüyorlardı. An-

cak deneyi yapan araştırmacı-lar aslında evrenin ilk zamanlar-da gaz değil, sıcak ve yoğun bir sıvı halinde olduğunu ortaya çı-kardılar.

LHC’ de kurşun çekirdekle-rini birbirine çarpıştıran araştır-macılar, evrenin ilk zamanların-daki gibi bir ortam yarattılar. 10

trilyon derecenin üzerindeki bu ortamda küçük atomik ateş top-ları meydana geldi. Daha önceki daha az enerjili deneylerde de a-teş toplarının gaz gibi değil de sı-vı gibi davrandığı bulunmuştu.

ALICE araştırma şefi Dr. Da-vid Evans şunları söylüyor; “Daha çok başlarda olmamıza rağmen, evrenle ilgili birçok şey öğrenme-ye başladık bile. Bu ilk sonuçlar evrenin Büyük Patlama’dan he-men sonra çok sıcak bir sıvı gi-bi hareket ettiğini ortaya çıkardı”.

Kendi Kendini Şarj Eden Telefon

Bakırdan yapılan telefon, vü-cudun ısısını veya ısı yayan her-hangi bir kaynaktan ısıyı alarak i-çerisindeki termojeneratörle ken-dini şarj ediyor. İngiliz tasarımcı Patrick Hylan’ın icadı telefon, vü-

cudun yaydığı ısıyı çekerek ener-ji üretilmesini sağlıyor.

Böylece vücudunuzdan aldığı ısıyla telefonun şarjı bitmiyor.

Genius’tan Yüzük Fare : Ring Mause

Genius, Ring Mouse adlı yeni ürünüyle fare tasarımını bambaş-ka bir şekle sokuyor

Genius’un yeni tanıttığı Ring Mouse daha önceden gördüğü-nüz hiçbir fareye benzemiyor. Bil-gisayarı kontrol etmek için yep-yeni bir fikir sunan cihaz ile otur-duğunuz yerden bilgisayarınıza hükmedebilirsiniz.

2.4 GHz’lik kablosuz teknolo-jisi kullanan Ring Mouse, bir yü-zük gibi parmağınıza takılabiliyor. Üst kısmında yer alan Opto Whe-el Touch Control adlı 1000 dpi’lik optik sensor sayesinde baş par-mağınızı oynattığınızda fare im-lecini de hareket ettirmiş oluyor-sunuz.

Multimedya ve ev sineması PC’lerde kullanım kolaylığı sağ-layan Ring Mouse ile müzik, film, resim ve sunumlarınızı uzaktan rahatlıkla yönetebilirsiniz.

Ürünle beraber sunulan ioMe-dia yazılımı sayesinde yapaca-ğınız hızlı ayarlarla da rahat eri-şim olanağı sunuluyor. Mikro bo-yutlardaki alıcısından 10 metre u-zakta bile çalışabilen Ring Mou-se, USB üzerinden şarj edilebili-yor.

Mert Efe *

TEKNOLOJİ

BAŞAKŞEHİR LİSESİ54

Page 56: Gencbasak YUNUS

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 55

Page 57: Gencbasak YUNUS

TASAVVUF

Hacı Bektaş Veli, Osman-lı İmparatorluğunda XIV. yüzyıldan itibaren, sos-

yal ve siyasi bakımdan büyük etkinliği olan, II. Mahmut tara-fından Yeniçeri Ocağı ile birlikte kapatılan, Abdülaziz zamanın-da tekrar canlanan ve 25 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zavi-yelerin kapatılmasına kadar de-vam eden Bektaşi tarikatının pi-ridir. Hacı Bektaş Veli’nin harcı-nı kardığı Alevi-Bektaşi anlayışı, Anadolu’nun yanı sıra Balkan-lar, Arnavutluk, Yunanistan, Bul-garistan, Bosna, Kosova, Ma-kedonya, Gül Baba türbesinin bulunduğu Macaristan’ın Buda-peşte şehrinden Azerbaycan’a kadar bir çok yerde kabul gör-müş ve benimsenmiştir.

Hacı Bektaş Veli’nin düşün-ce ve öğretisinin yayılması, ö-lümünden çok daha sonra, 14.yüzyıl başlarında kurulan ta-rikatının, 16.yüzyıl başlarında etkinlik kazanması ile olmuş-tur. Hacı Bektaş Veli, hakkında anlatılan söylencelerle, tarihsel gerçekliklerden kopuk olarak yaşatılmıştır. Kendi döneminde tanınmaktadır ve Mevlana, Ba-ba İlyas, Ahi Evren’le çağdaş-

tır. Kaynaklar bu dönemin ün-lülerinin ilişkilerini mistik bir dille anlatırlar. Döneme a-it bilgiler aktaran Aşıkpa-şazade, Eflâki, Elvan Çe-lebi, Vasiti gibi yazarlar, Hacı Bektaş’a ait bilgile-re yer vermişlerdir. Ölü-münden sonraki yıllar-

da, hakkında “Vila-yetname” dü-zenlenir. Adına tarikat kurulur. Mevlevi inançlı Eflâki’nin, Ha-

cı Bektaş Veli’yi kendi tarikat önderleriyle kıyaslayarak, kü-çük düşürücü öyküler anlatma-sı, dönemin mezhep ve tarikat bağnazlığından kaynaklanmak-tadır. Alevi - Bektaşilik’le ilgili belge ve kaynakların yokedildi-ği de, tarihsel bir gerçektir. Bu durum da, Hacı Bektaş Veli’ye ilişkin, sağlıklı bilgilere ulaşma-mıza engel olmuştur.

Hacı Bektaş Veli’nin doğumu,

ölümü, kim tarafından eğitildiği, Anadolu’ya tam olarak hangi ta-rihte geldiğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Hakkında bil-gi veren en eski kaynaklardan biri olan Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli, Hz. Ali’nin soyun-dan yedinci İmam Musa Kazım nesline bağlanarak, soy sece-resi hakkında şu bilgi verilmek-tedir. “Hacı Bektaş Veli, Seyyid Muhammed İbrâhim-î Sânî, Se-yid Mûsa’î-Sânî, İbrâhim Mü-kerrem el-Mücâb, İmam Mûsâ Kâzım.” Ancak bu silsilenin doğ-ruluk derecesi de tartışma ko-nusu olmuştur. Hz. Ali ile Ha-cı Bektaş Veli arasındaki şahıs-ların azlığı nedeniyle, silsilede noksanlık veya kopukluklar ola-bileceği ileri sürülmüştür.

Hoca Ahmet Yesevi tarafın-dan yetiştirilip Anadolu’ya gön-derildiği iddialarına karşılık, ya-şadıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda, 1166’da ölen Ahmet Yesevi ile 1209-1271’de yaşayan Hacı Bek-taş Veli’nin aynı zaman dilimin-de yaşamadıkları açıktır. Yay-gın olan kanaate göre, Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik öğretisinin etkin oldu-ğu bir ortamda yetişmiştir. Ho-

Hacı Bektaş VeliHacı Bektaş Veli’nin düşünce ve öğretisinin ya-yılması, ölümünden çok daha sonra, 14.yüzyıl başlarında kurulan tari-katının, 16.yüzyıl baş-larında etkinlik kazan-ması ile olmuştur.

Page 58: Gencbasak YUNUS

TASAVVUF

rasan ve Erdebil’de aldığı tekke eğitimi, Anadolu’ya geliş yolu ve Anadolu’da bulunduğu yerler dikkate alındığında, Hacı Bektaş Veli, Yesevilik, Melami-lik, Batınilik, İsmaililik, Ahilik, Babailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi dönemin i-nanç ve anlayışlarını, yakından tanıyor ve biliyor olmalıdır.

Aşıkpaşazade’ye göre, Hacı Bektaş Veli kendinden geçmiş bir meczub idi. Tarikatı ve müridleri yoktu. Hacı Bek-taş Veli’nin; Aşıkpaşazade’nin Hatun Ana dediği (Vilayetnamede Kutlu Me-lek - Fatma Ana - Kadıncık Ana isim-leri ile anılan), manevi bir kızı olduğu-nu; tasavvuf öğretisini ve kerametleri-ni ona emanet ettiğini; Hatun Ana’nın da bunları Abdal Musa’ya aktardığını, Aşıkpaşazade’den öğreniyoruz. Bu bil-giyi, Abdal Musa Vilayetnamesi de doğ-rulamaktadır. Bu bilgiler, o çağdaki “ka-dının”, erkek müridi olacak kadar, yük-sek bir statüye sahip olduğunu göster-mektedir. Vilayetname’deki anlatım-lar da, İslami dönemdeki kısıtlamalar-dan önce, kadının sosyal yaşamda et-kin bir yerde olduğunu ortaya koymak-tadır. Meclislerde erkeklerin yanında yer almakta ve yabancı konuklara hoş gel-din diyebilmektedirler.

Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli’nin Osman Gazi’ye kılıç kuşatıp Elif Tac giydirdiği yazılı ise de, Aşıkpaşazade bu konuda açık ve kesin bir bilgi vere-rek, Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı Ha-nedanından kimse ile görüşmediğini a-çıkca ifade etmektedir. Aşıkpaşazade, Eflâkî ve Elvan Çelebi’nin anlatımla-rı ile Hacı Bektaş Veli Türbesinden ge-len ve Ankara Kütüphanesinde koru-nan, Ciritli Derviş Ali (Resmî Ali Baba) tarafından 1176(1765)’da kopya edilmiş Vilayetnamede, Hacı Bektaş Veli’nin 606(1209/1210)’da doğduğu, 63 yıl ya-şayarak 669(1270/1271)’de öldüğüne dair verilen bilgi örtüşmektedir. 1281’de, 23 yaşındayken Kayı Boyu’nun yöne-timini üstlenen Osman Gazi’ye, Hacı Bektaş Veli’nin kılıç kuşatıp Elif Tac giy-dirmesinin, Hacı Bektaş Veli ile ilişkilen-dirilen Yeniçeri Ocağının kurulmasından sonra, Vilayetname’ye eklenmiş olabile-ceğini düşündürtmektedir.

Hayatının büyük bir kısmını Suluca-karahöyük’te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektaş Veli, ömrünü de burada tamam-lamıştır. Mezarı, Nevşehir İli’ne bağ-lı Hacıbektaş İlçesi’nde bulunmaktadır.

Ozan DOLAŞ

SÖZLERİ

*Ara,bul.*Kadınları okutunuz.

*İncinsen de, incitme.

*Murada ermek sabır iledir.

*Doğruluk dostluk kapısıdır.

*Araştırma açık bir sınavdır.

*Eline, beline, diline sahip ol.

*Her ne ararsan kendinde ara.

*Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.

*ilim,hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır.

*Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.

*Okunacak en büyük kitap insandır.

*İnsanın cemali sözünün güzelliğidir.

*Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız.

*Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme.

*İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.

*Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.

Page 59: Gencbasak YUNUS

GÜNCEL

58 BAŞAKŞEHİR LİSESİ

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

YANLIŞ: Beş duyu organımız vardır –görme, işitme, dokunma, kok-lama ve tat alma.

DOĞRU: Aslında çok daha fazla sayıda duyumuz bulunur. Kimileri bu sayıyı 21’e kadar çıkartmıştır. Bunlar-dan en bariz olanları denge, acı ve ısıdır. Ayrıca 4 tane içsel duyumuz vardır: hayal gücü, hafıza, sağduyu ve değerlendirme gücü.

YANLIŞ: Gökkuşağında yedi renk vardır.

DOĞRU: Gökkuşağındaki renkler kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çi-vit mavisi ve mor olarak bilinir.

İşin aslı, gökkuşağında kesintisiz bir renk spektrumu vardır, ancak in-sanın renk algısı, ortada bir kuşak serisi olduğu yanılgısını yaratır. Ki-mi gökkuşaklarında ise insan gözü-nün görebileceği 7’den fazla kuşak bulunur.

YANLIŞ: Alkollü içecekler vücu-du ısıtır.

DOĞRU: Bu tamamen yanlış bir i-nanıştır. Yine de filmlerde alkol üşü-menin çaresi olarak gösterilmeye ve insanlar, boyunlarında likör fıçısıyla gezen St. Bernard köpekleriyle il-gili efsaneye inanmaya devam ediyor. Oysa alkol aldığınız-da vücut ısınız düşer, çün-kü alkol vücudun yüzeyine daha fazla kan ulaşması-nı sağlar ve bu da vücutta ısı kaybına neden olur. Al-kol aldıktan sonra hissedi-len sıcaklık hissi, kanın yü-zeye doğru akışının cildi ve ciltteki sinir uçlarını ısıtması ve bunların beyne sıcaklık algısını i-letmesi gerçeğiyle açıklanabilir.

YANLIŞ: Küçük depremler, bü-yük depremlerin gerçekleşme şansı-nı azaltır.

DOĞRU: Küçük sarsıntıların mey-dana gelmesinin büyük bir depreme yol açabilecek basınç birikimini hafif-lettiğine dair ortak bir kanı vardır. Fa-kat bunun doğruluk payı yoktur. Sis-mologlar, 6 büyüklüğündeki bir dep-remin 5 büyüklüğünde 10 adet, 4 bü-yüklüğünde 100 adet, 3 büyüklüğün-de 1000 adet vs depremin toplamı-na eşit olduğunu gözlemlediler. Bu, çok sayıda küçük deprem demek o-luyor, ancak büyük bir depremi berta-raf edebilecek kadar fazla sayıda kü-çük sarsıntının gerçekleşmesi müm-kün değildir.

YANLIŞ: Yemek yedikten sonra yüzmek için en az 30 dakika beklen-melidir.

DOĞRU: Vücudun, kan dolaşı-mını sindirim sistemine yönelttiği ve kaslardan uzaklaştırdığı, bunun da krampa yol açabileceği gerçeğine da-yanan teorik bir endişe olmasına kar-şın bugüne kadar hiç kimse dolu bir mideyle yüzdüğü için boğulmadı. Bü-yük bir

tabak yemek yedikten sonra yüzmek size rahatsızlık verebilir, ancak bo-ğulmanıza sebep olmaz. Eğer kramp girse bile çoğunlukla, ciddi bir zarar görmeden sudan kolayca çıkabilirsi-niz.

YANLIŞ: Uçakta cep telefonu kullanmak uçuş emniyetini tehdit e-der ve uçağın düşmesine sebep olur.

DOĞRU: Federal Havacılık Kuru-lu, 25 senedir her türlü elektronik ci-hazı radyo frekansının 100 katında-ki parazit seviyelerinde test etti, fakat hiçbir sorun meydana gelmedi. Ku-rum, çalışan elektronik cihazlarla u-çağın düşmesi arasında bir bağlantı-nın kanıtlanmadığını açıkladı. Bu ne-denle havayolu şirketleri bu konudaki politikalarını kendileri belirliyorlar. U-çuş sırasında cep telefonunuzu kulla-nırsanız uçuş ekibiyle çatışma riskini almış olursunuz ancak uçak düşmez. Bundan dolayı kimi havayolu şirketle-ri, uçuş sırasında cep telefonu kulla-nımını serbest bırakmaya başladılar.

YANLIŞ: Cep telefonu kansere neden olur.

DOĞRU: Açılan davalar ve med-yada çıkan birtakım haberler, cep te-lefonunun kansere sebep olduğu -ö-zellikle de beyin kanseri- efsanesini besledi. Tüketiciler daha sonra bu id-diayı yalanlayan haberleri görmemiş olabilirler, çünkü bunlar, cep telefo-nu tehlikesini vurgulayan haberler gi-bi baş sayfalardan verilmediler. Bazı çalışmalar, seyrek görülen beyin tü-mörü oluşumlarıyla cep telefonu kul-lanımı arasında bir bağlantı olabile-

ceğini gösterdi, fakat beyin kan-seriyle ilgili iddiaların ge-

çersizliği, çeşitli çalış-malar sonucu doğru-

landı.

YANLIŞ: On yıl içinde dünya-da hiç muz kal-mayacak.DOĞRU: As-

lında bu efsanede bir gerçeklik payı bu-

lunuyor. Şöyle ki; bazı

Page 60: Gencbasak YUNUS

GÜNCEL

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 59

Asya ülkelerinde, Panama hastalı-ğı adıyla da bilinen ve muzları tehdit eden bir hastalık var. Ancak bu du-rum dünyadaki tüm muzları –hatta Asya’dakileri bile- yok edebilecek ka-dar etkili değil. Üstelik Asya’da teh-dit altında olan bu muz türü, dünyada bulunan ve insanların yemesinde bir sakınca görülmeyen 300 türden yal-nızca bir tanesi.

YANLIŞ: Alexander Graham Bell telefonu icat etti.

DOĞRU: Hepimiz Graham Bell’in telefonu icat ettiği ve ilk o-larak sekreteri Watson’ı aradığıyla ilgili hikâyeyi duymuşuzdur. Fakat aslında çalışan ilk telefon bundan 150 yıl önce, Alman bir mucit olan Philipp Reis tarafından icat edilmiş-ti. “Reis Telephon” ismini verdiği bu cihazı, ilk olarak 1861’de sunmuştu. Reis Telephon, müzik notalarını ol-dukça net olarak, ancak insan sesi-ni zayıf bir şekilde iletebiliyordu. İn-san sesinin tel üzerinden ilk iletimi-nin Reis tarafından üretilen cihaz-la gerçekleştirildiği su götürmez bir gerçek. Ancak buna rağmen bütün övgüyü Bell alıyor.

YANLIŞ: Zıplaya-mayan tek memeli hayvan fildir.

DOĞRU: Önce-likle, yetişkin fillerin

zıplayamadığını söy-lememiz gerek; tabi-i zıplamaktan kastedi-len, hareketsiz pozis-yondayken kendini yu-karı doğru ittikten son-ra bütün ayakların ay-nı anda havada olması durumuysa eğer… Fa-kat zıplayamama konu-sunda tek olduğuyla il-gili popüler efsanenin aksine, bu beceriksiz-lik yalnızca file ait değildir. Örneğin, Amerika’ya özgü, ismini “tembellik” kelimesinden (sloth) alan bir hayvan, yaşam tarzıyla da uyum-lu olarak, zıplayamaz. Ayrıca, gerge-

dan ve su aygırı da zıplaya-mayan memelilerdir, fa-

kat fillerin aksine, k o ş a r l a r k e n

dört ayak-larını bir-den aynı anda yer-

den kese-bilirler.

YANLIŞ: Bir köpek yılı yedi insan

yılına eşittir.DOĞRU: Köpek yaşı-

nı insan yaşına eşitlemek i-çin yapılan bu hesapta, nor-

malde insanlarda 78 olan orta-lama yaşam süresi, köpeklerde

–insan yaşı cinsinden- 90’a kadar çı-kar. Üstelik farklı köpek türlerinin or-talama yaşam süreleri büyük farklı-lıklar (6 yıldan 13 ve daha fazlası yı-la kadar) gösterir. Ayrıca köpeklerin “çocukluk”ları oldukça kısa sürerken, orta yaş dönemleri oldukça uzundur. Dolayısıyla köpek yaşını insanınkiy-le 1’e 7 şeklinde karşılaştırmak yan-lıştır.

YANLIŞ: Kutup ayıları solaktır.DOĞRU: Bu efsanenin nerden

çıktığı tarihin karanlık dehlizlerine gö-mülmüştür. Hayatlarını kutup ayıları-nı araştırmaya adamış bilim adamla-rı, bu hayvanların iki ellerini de aynı beceriyle kullanabildiklerini gözlem-lemişlerdir. Bu efsanenin yayılma se-

bebi belki de, kutup ayılarının sol el-lerini çok iyi kullanabildiklerini gören fakat sağ elleriyle de aynı şekilde ça-lışabildikleri gerçeğini göz ardı eden insanlar olabilir.

YANLIŞ: Çin Seddi uzaydan çıp-lak gözle görülen tek insan yapısıdır.

DOĞRU: Bu iddia pek çok açı-dan yanlıştır. Öncelikle, dünyaya, Çin Seddi’ni görebilecek kadar yakın bir noktada bulunuyorsanız, karayolu ağlarını ve insan yapımı daha birçok objeyi görebiliyorsunuz demektir. Bir başka deyişle yalnızca Çin Seddi’nin göründüğü belli bir uzaklık yoktur. Dünyadan birkaç bin kilometre yük-sekte ise insanoğlu tarafından yapıl-mış hiçbir şeyi görme olanağı yoktur.

Sümeyye GÜNEY 12 B

Page 61: Gencbasak YUNUS

ARILARIN VERİMLİ UÇUŞUİlk bakışta arıların uçuşlarının enerji tüketimi açısından

verimsiz bir hareketlilik olduğu düşünülür. Gerçekten de arılar uçmak için harcadıkları enerjinin ancak % 6’sını ha-rekete çevirebilirler. Ancak, bu böcekler eğer isterlerse bu oranı artırabilirler.

Örneğin, hava sıcaklığı 20°C’den 40°C’ye çıktığında, a-rılar kanat çırpma frekanslarını %16 düşürebilirler. Böyle-ce uçmak için harcadıkları enerji yarıya düşmüş olur. Ta-bii ki, düşük sıcaklıklarda bilerek daha kötü bir başarı gra-fiği çizerler ve dışa verdikleri ısıyı artırarak sıcak kalırlar.

ÇEKİRGE’NİN AĞIZ TADICambridge Üniversitesi’nde böceklerin tat alma duyu-

ları araştırılıyor. Bu, böceklerin verdikleri zararları azalt-mak için yararlı ola

cak bir çalışma. İnsanlardan farklı ola-

rak böceklerin ağızları-nın yanında ve

bacakları dâhil vücutlarının birçok bölgesinde tat alıcılar bulunuyor. Bunlar, böceklerin yürürken üzerinden geçtik-leri yaprakların yenip yenmeyeceğini anlayabilmek için onları tatmalarını sağlıyor.

Böcekten insana, bütün hayvanlarda sinir sistemi, tek tek sinir hücrelerinden karmaşık yollarla ve ağlarla tek tek gönderilen mesajlar yoluyla işlevini gösteriyor.

Dr. Newland, çöl çekirgelerinin tat alıcılarının, sinir sistemi tarafından yemeğe

başlama ya da kötü tat-tan kaçma gibi düzenlen-

miş bir cevap vermek için, çözümlenebilir ve analiz edile-

bilir bir koda nasıl çevrildiğini a-raştırıyor. Tat tepkileri bütün böceklerde eş

bulma, yumurtlama için yer seçimi gibi yaşamsal olaylar açısından önem-

li bir öğe. Yeni bir araştırma, sinir hücre-lerinin tatlı veya tuzlu tatlara cevap olarak farklı sinir hücresi kümeleri boyunca me-saj gönderip göndermediğini araştırıyor.

Tatların sinir sisteminde nasıl bir süreç-ten geçtiğini bilmek, yemek seçimi-

nin nasıl yapıldığını anlamamızı sağlayacak. Böceklerin tat al-

ma duyularını incelemenin

bir diğer nedeni de mücadelede kullanılan ilaçlara karşı bağışıklık geliştirmeleri.

DİNAZOR NE KADAR BÜYÜK ?Dinazorun kuyruğunun uzunluğu gövdesinin iki katı ka-

dardır gövdesi ise boynunun ( gövdeden burnunun ucu-na kadar olan kısım ) yarası kadar uzunluktadır boynu 12 metre olduğuna göre dinazor burnunun ucundan kuyru-ğunun ucuna kadar kaç metredir acaba?

• Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu • Ördeğin vakvaklamasının yankı yaratmadığını

ve bunu kimsenin açıklayamadığını • Dünyadaki fotokopi makinelerinde meydana

gelen arızaların %23 ünün, makinenin üstüne otu-rup kendi popolarının fotokopisini çekmek isteyen insanlar sayesinde meydana geldiğini

• Yaşamın boyunca uyku sırasında yaklaşık 70 böcek ve 10 örümcek yiyeceğini (Mmmmh!!:)

• İdrarın zifiri karanlıkta parladığını • Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından

birini kırabileceğini • Hapşırmayı engellemeye calışırsan, başındaki

veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabilece-ğini ve ölebileceğini

• Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalı-

şırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini • Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir za-

man başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakama-dıklarını

• Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla konuş-madığını

• Farelerin ve atların kusamadıklarını • 1 saat süreyle kulaklıkla birşey dinlemenin ku-

laktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını • Çakmağın kibritten önce bulunduğunu • Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için

benzersiz olduğunu • Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlası-

nın, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını Biliyormuydunuz?

DOĞA

Bunları Biliyor muydunuz?

Page 62: Gencbasak YUNUS

ELEKTRİK YÜKLÜ ÇİÇEKTOZLARI

Çiçeklerin tozlaşması, rüzgâr, böcekler, yarasalar ve kuşlar yardımıyla gerçekleşir. Ancak, tarımla uğraşan-lar, tozlaşmanın yalnızca doğal yollara bırakıldığında ve-rimin düşük olduğunu, çok miktarda çiçektozunun da zi-yan olduğunu düşünüyorlar. ABD’nden iki ziraat mühen-disi daha çok çiçektozunun daha çok çiçeğin tozlaşma-sına katkıda bulunmak amacıyla, çiçektozlarına elektrik yükü kazandırıyorlar. Araştırmacılar, elektrik yükü kazan-mış bir çiçektozuyla çiçeğin dişi organı arasındaki çeki-min daha yüksek olacağını düşünüyor. Çiçektozu pozitif yüklü ise dişi organın yüzeyine elektronları; negatif yük-lü ise protonları çekiyor. Her iki durumda da oluşan bu e-lektriksel çekim çiçektozlarının dişi organa tutunmasına yardım ediyor. Çiçektozlarına nasıl elektrik yükü kazan-dırıldığına gelince, normalde elektriksel iletkenliği zayıf o-lan çiçektozunu elektrik yüklenmesi oldukça zor bir iş. An-cak, araştırmacılar bu sorunu, oldukça basit bir yöntem-le çözmüşler: Çiçektozlarını saf su ve tuzla karıştırmış-lar; böylece çiçektozları elektrik yükü kazanmış. Labora-tuarda yapılan deneylerde elektrik yüklü çiçektozlarının çiçek dişi organlarının üzerinde normal çiçektozlarına kı-yasla beş kat daha yüksek oranda toplandığı gözlenmiş. Arazide, doğal koşullar altında yapılan deney pek olumlu bir sonuç vermemiş. Çünkü uygulamanın ertesi günü o-lan sağanak yağışı tüm çiçektozların ve deneyin sonuçla-rını silip süpürmüş, ama araştırmacılar çalışmaların sür-dürmekte hâlâ çok kararlılar.

Havadaki MıknatısBir mıknatıs havada durur mu? Kurama göre hayır. Gel-

gelelim, diamıknatıs denen ve manyetik alanlara küçük bir itme gücüyle tepki gösteren cisimlerin eylemleri, ku-ramla çelişiyor. Süperiletken bilyeler, hatta canlı hayvan-lar gibi “diamanyetik” cisimleri kararlı biçimde havada ası-lı tutma deneyleri başarılı sonuçlar vermişti. Buna karşı-lık, süperiletkenler kullanmadan bir mıknatısı havada ası-lı tutmak, bugüne kadar olanaksız sanılıyordu. İki Hollan-dalı ve iki Amerikalı araştırmacı, kuramın olanaksız say-dığı bu işi başardılar. Araştırmacılar, mıknatısı önce bir manyetik alanla kaldırdıklarını, sonra da dengeyi, mıkna-tıs yakınlarındaki diamanyetik maddelerin (örneğin par-mak) itme kuvvetiyle kararlı hale getirdiklerini açıkladılar.

Sesle Havaya KaldırmaMonterey (Kaliforniya) Denizcilik Okulundan iki fizikçi

ses dalgalarıyla cisimleri havaya kaldırabilirler. 6 mm ka-lınlıkta bir alüminyumdan, diğeri polivinikloründen (PVC) aralarında 10 mm olan iki plaka üzerine iki hoparlör yö-nelttiler. Ses dalgalarının etkisiyle iki plaka birbirinden u-zaklaştırdılar; plakaların birbirini çekmesi giderek azaldı ve sonunda birbirlerini itmeye başladılar. Açıklaması: Pla-kalar arasındaki uzaklık, gönderilen ses dalgaları arasın-da frekansı en yüksek olanın dalga boyunun en az yarısı kadar olunca, ses dalgaları plakalar dik olarak sıçramaya başlarlar. Bu durumda plakalar arasında kalan ses dalga-larının basıncı, plakaların dışında her yöne yayılan ses dalgalarının basıncını aşar ve plakalar birbirinden uzakla-şır. Bu etkiler çok zayıf olmakla birlikte, gelecekte fon gü-rültüsünün şiddetini ölçmekte ya da mikro-mühendislikte küçük cisimleri hareket ettirmekte kullanılabilecektir.

ŞAŞIRTAN KUYRUK.. Bukalemunlar tombul vücutlu kısa ayaklı hayvanlar-

dır bu nedenle düşmanlarından kaçarken hızlı olamazlar bazı bukalemunlar kuyruklarını kıvırarak kuy-ruklarının başları görünmesini sağlarlar bunu gören düşmanlar bukalemunun önü arkası neresi ayıramazlar avcı eğer kuyruğuna saldırırsa buka-lemun vücudundan ayırır na-sıl olsa yenisi çıkıyor.

K A P L A N I N ÇİZGİLERİ NE İŞE YARAR

Kaplanların vücudu turun-cu siyah beyaz çizgilerden o-luşan özel bir desene sa-hiptir insanla-rın parmak iz-leri gibi h,ç bir kaplanın deseni bir biriyle aynı de-ğildir kaplanlar uzun otların arasına gizle-nerek avlarını bekler-ler koyu ren çizgiler sayesin de otla-rın arasında vü-cut hatları bel-li olmaz böylece kendilerini fark etmeyip yaklaşan avlarını kolayca yakalarlar.

UYKU HASTALIĞIBir Afrika ülkesinde leyleklerin sevdiği ağaçları yok et-

mişler bunun ardından o yörede uyku hastalığı baş gös-termiş nedenini araştırmak uzun yıllar almış sonunda şu gerçek ortaya çıkmış leylekler bu bölgede yiyecek bir şey bulamayınca buraya gelmez olmuşlar leylekler gelmeyin-ce yılanlar çoğalmış yılanlar çoğalınca kurbağalar azal-mış kurbağalar azalınca öldürücü uyku hastalığı yayan sinekler çoğalmış

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 61

DOĞA

Page 63: Gencbasak YUNUS

KÜLTÜR

127 Saat

Yapım: 2010 ~ ABDTür: Biyografi, Dram, Geri-

lim, MaceraYönetmen: Danny BoyleOyuncular: James Franco,

Kate Mara, Amber Tamblyn, Lizzy Caplan, Kate Burton, Tre-at Williams, John Lawrence, Parker Hadley, Rebecca C. Ol-son, Sean Bott

Senaryo: Danny Boyle, Si-mon Beaufoy, Aron Ralston

Yapımcı: Danny Boyle, John Smithson, Christian Colson

Süre: 1 saat 34 dkGösterim Tarihi: 28 Ocak

2011 (Türkiye)Filmin Özeti: Genç bir dağcı

olan Aron, Utah yakınlarında bü-yük bir kaya parçasının arasına sıkışır. Hayatı için bir çeşit tuza-ğa dönüşen bu olayda Aron, so-ğukkanlı olması gereken şoke e-dici bir çözüm yolu bulur.

Dağcı Aron Ralston’un ba-şından geçenlerin gerçek hika-yesi...

Ayı Yogi

Yapım: 2010 ~ ABD, Yeni Zelanda

Tür: Animasyon, Komedi, Macera

Yönetmen: Eric Brevig Senaryo: Joshua Sternin,

Brad Copeland, Jeffrey Venti-milia

Yapımcı: Karen Rosenfelt, Jim Dyer, Andrew Hass, Le-e Berger, Tim Coddington, Do-nald De Line

Görüntü Yönetmeni: Peter James

Müzik: Andrew LockingtonGösterim Tarihi: 21 Ocak

2011 (Türkiye) Filmin Özeti : Bir belgesel

yönetmeni yeni projesi için Jelly-stone Park’a gelir ve burada yo-lu Ayı Yogi ve arkadaşlarıyla ke-sişir...

BurlesqueYapım: 2010 ~ ABD, Avust-

ralya Tür: Dram, Müzikal, Roman-

tik Yönetmen: Steve Antin Oyuncular: Kristen Bell,

Cam Gigandet, Christina Agui-lera, Eric Dane, Alan Cumming, Stanley Tucci, Peter Gallag-her, Cher , Black Thimas, Tyne Stecklein, Blair Redford, Julian-ne Hough, Aimiomode Anetor, Aline Bui, Anastasia Soaresh, Baldeep Singh, Black Thomas, Bryan Dodds, Catherine Nata-le, Chelsea Traille, Chris Mino-ri, David Walton, Dennis Kre-usler, Elise Jackson, Jacquelyn Dowsett, Jennifer Barbosa, Ka-terina Mikailenko, Kesia Elwin, Matt Mcabee, Michelle Manis-calco, Paula Van Oppen, Sa-rah Mitchell, Slim Khezri, Step-hen Lee, Tanee Mccall, Tisha French, Wendy Benson-landes

Senaryo:Susannah Grant, Keith Merryman, Steve Antin

Yapımcı: Dana Belcastro, Stacy Cramer, Donald De Line, Bojan Bazelli

Görüntü Yönetmeni: Bojan Bazelli

Müzik: Sia, Buck Damon, David Macmillan

Süre: 1 saat 40 dkGösterim Tarihi: 07 Ocak

2011 (Türkiye) Filmin Özeti: Küçük bir ka-

sabadan Los Angelas’ta yaşa-mak üzere ayrılan Ali, geçmişi-ni geride bırakmak istemektedir. Oldukça güçlü bir sesi olan Ali, şehrin en önemli klüplerinden bi-ri olan Burlesque Lounge’ta ça-lışmaya başlar. Garson olarak i-şe başlayan Ali, sahnede olmayı istemektedir. O an mali ve kişisel problemler-le çalkalanan klüpte, iş-letmeciliği yürüten Tess bir çıkış yolu aramaktadır. Tess klüp için de iyi olaca-ğını düşündüğünden Ali’ye destek olur.

Ali sesi ile herkesi büyü-lemiştir, bir anda hem kendi-si hem de klüp gözde bir hal alır. Elbette bu kıskançlık ve rekabeti de beraberinde geti-recektir.

Cadılar ZamanıYapım: 2010 ~ ABD, İngiltereTür: Aksiyon, Dram, Fan-

tastik, Gerilim, Macera, Savaş, Tarih

Yönetmen: Dominic Sena, Peter Goddard

Oyuncular: Nicolas Cage, Christopher Lee, Ron Perlman, Stephen Graham, Stephen Campbell Moore, Ulrich Thom-sen, Claire Foy, Matt Devere, Nick Thomas-webster, Peter Linka, Robert Sheehan

Senaryo: Bragi F. SchutYapımcı: Charles Roven, A-

lex Gartner, Ryan Kavanaugh,

Alan GlazerGörüntü Yönetmeni: Amir

M. MokriMüzik: Atli ÖrvarssonSüre: 1 saat 53 dkGösterim Tarihi: 21 Ocak

2011 (Türkiye) Filmin Özeti: 14. yüzyılda

Kara Veba’nın yayıldığı dönem-lerde, cadı olduğundan şüphele-nilen bir kızın taşınmasına yar-dım eden şövalye Behman’ın macerasını anlatacak.

Eyvah Eyvah 2Yapım: 2011 ~ Türkiye Tür: Aile,Komedi, Macera Yönetmen: Hakan Algül Oyuncular: Ata Demirer, De-

met Akbağ, Salih Kalyon, Ali-can Yücesoy, Özge Borak, Bü-lent Şakrak, Tanju Tuncel, Tarık Ünlüoğlu, Bican Günalan, Mu-rat Serezli, Okan çabalar, Te-oman Kumbaracıbaşı, Hande Dane, Şehsuvar Aktaş, Caner Alkaya, Ali Savaşçı, Bala Ata-bek, Gökhan Atılmış, Meray Ül-gen, Ayfer Dündar, Ender Se-rin, Engin Akpınar, Gülden A-kıncı, Hasan Baran, Mustafa Aslan, Müge çelebi, Rafi Emek-siz, Tevfik Yapıcı, Yahya Doğu Demir

Senaryo: Ata Demirer Yapımcı: Necati Akpınar Müzik: Ata Demirer Gösterim Tarihi: 07 Ocak

2011 (Türkiye) Filmin Özeti: Ocak 2011’de

seyirciyle buluşacak olan ‘Ey-vah Eyvah 2’nin Geyikli ve Bozcaada’da başlayan çekimle-rinin tamamı Kuzey Ege’de ger-çekleşecek. İlk filmde aşık oldu-ğu kızı (Özge Borak Şakrak) is-temek için Firuzan ile (Demet Akbağ) Geyikli’ye doğru yola çı-kan Hüseyin’i (Ata Demirer) Ey-vah Eyvah 2’de de binbir mace-ra bekliyor.

Güzel Bir

Vizyondaki Filmler

BAŞAKŞEHİR LİSESİ62

Page 64: Gencbasak YUNUS

KÜLTÜR

Hayat DüşlerkenYapım: 2010 ~ Almanya, Bel-

çika, Bosna-Hersek, Fransa, İn-giltere, Sırbistan, Slovenya

Tür: Dram Yönetmen: Danis Tanovic Oyuncular: Boris Ler Jelena

Stupljanin, Mira Furlan, Miki Ma-nojlovic, Mario Knezovic

Senaryo: Danis Tanovic Yapımcı: Roman Paul, Cat

Villiers, Cédomir Kolar, Mirsad Purivatra, Marion Hänsel, Dun-ja Klemenc, Marc Baschet, Am-ra Baksic Camo, Miroslav Mogo-rovich, Gerhard Meixner

Görüntü Yönetmeni: Walt-her Van Den Ende

Müzik: Samir Foco, Dirk Bombey

Süre: 1 saat 55 dkGösterim Tarihi: 28 Ocak

2011 (Türkiye)Filmin Özeti: Balkanlar’da

yeni bir dönemin başladığı gün-lerde geçen, romantik olduğu kadar trajik bir aşk öyküsü an-latıyor. Hersek’in güneyinde kü-çük bir köy, savaş henüz sona ermiş. Yıllar süren komünist re-jimden sonra, yeni bir demokra-tik hükümet başa geçmiş. Yıllar-ca sürgünde kalan Divko Buntic, eski ailesi de dâhil hesaplarını kapatıp intikamını almak üzere memleketine döner. Yanında ye-ni ve genç karısı, kara bir kedi, koca bir Mercedes ve tonla para vardır. Başta parayla her şey çö-zülür gibi görünse de sonrasın-da hayat ipleri eline alır. Savaş kapıya dayanır, hayatı alt üst o-lur derken Divko son bir atakla talihini yenmeye çalışır.

Kurtlar Vadisi FilistinYapım: 2010 ~ Türkiye Tür: Aksiyon, Casusluk,

Dram, Macera, Politik, Savaş, Suç, Tarih

Yönetmen: Zübeyr Şaşmaz Oyuncular: Necati Şaşmaz,

Gürkan Uygun, Erdal Beşikçioğ-lu, Kenan Çoban, Nur Aysan, U-mut Karadağ, Mustafa Jasar, Er-kan Sever, Mustafa Yaşar, Za-fer Diper

Senaryo: Raci Şaşmaz, Ba-hadır Özdener,Cüneyt Aysan

Yapımcı: Necati Şaşmaz, Ra-ci Şaşmaz, Zübeyr Şaşmaz

Görüntü Yönetmeni: Sela-hattin Sancaklı

Müzik: Gökhan Kırdar, Kalan Müzik, Loopus

Gösterim Tarihi: 28 Ocak 2011 (Türkiye)

Filmin Özeti: Gazze’ye insa-ni yardım malzemeleri götürme-ye çalışan gemilere yapılan kan-lı baskın üzerine Polat Alemdar ve arkadaşları Filistin’e gitmiş-tir. Yapılacaklar bellidir: Bu bas-kının askeri planlayıcısı ve yürü-tücüsü olan İsrailli komutan ele geçirilmelidir.

Filistinlilerle kurulan ilk temas-lar sayesinde hedefine adım a-dım yaklaşmaya çalışan Polat Alemdar’ı bazı sürprizler bekle-

mektedir. Hedeflerindeki kişi o-lan Moşe Ben Eliezer’in kural ta-nımaz gaddarlığı ve teknolojik imkânları işleri zorlaştırmaktadır. Polat, Moşe’ye ulaşmaya çalı-şırken, Filistin’de masum insan-ların nasıl öldürüldüklerini görür. Moşe, köyleri yıkmakta, çocuk-ları öldürmekte ve Polat’a yar-dım eden herkesi hapse atmak-tadır. Ancak teknolojik imkânlar ve kural tanımazlık, Moşe’yi kur-tarmaya yetmeyecektir.

Kutsal Damacana DraculaYapım: 2011 ~ Türkiye Tür: Komedi Yönetmen: Korhan Bozkurt Oyuncular: Ersin Korkut, Şa-

hin Irmak,Özge Ulusoy Senaryo: Ahmet Yılmaz Yapımcı: Şenol Zencir,Selin

Altınel Gösterim Tarihi: 14 Ocak

2011 (Türkiye)Filmin Özeti: Kendisini ca-

mi avlusunda bulan yavru Se-bo (Ersin Korkut), güvercin ve kumruların yemleriyle beslenip kendi kendini yetiştirmiştir. Zen-gin bir işadamının konağında iş

bulan ve kızı Demet’e (Özge U-lusoy) platonik bir aşkla bağla-nan Sebo’nun mutluluğu bir an-da bozulur. Bir gece yarısı ani-den müştemilatın kapısı çalınır ve efsanevi kan emici Kont Dra-cula (Şahin Irmak) gelir..

HÜR ADAM: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİFilmin Özeti: Hür Adam,

yazdığı kitaplar ve yetiştirdiği ta-lebelerle 80 seneyi aşkın süredir Türkiye’den başlayarak bütün dünyayı etkileyen Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatından kesit-ler taşıyor.

Pek çok ilmî ve edebî ça-lışmaya konu olan Bediüzza-man Said Nursi’nin hayatı Hür Adam’da ilk kez dramatik bir ya-pıyla sinemaya uyarlandı.

Filmin Künyesi:Yönetmen: Mehmet Tanrı-

severSenaryo: Mehmet Tanrıse-

ver, Mehmet UyarOyuncular: Mürşit Ağa BağFilmin Türü: BiyografiOrijinal Adı: Hür Adam: Be-

diüzzaman Said Nursi

Yapımcı Firma: Feza FilmYapım Yılı: 2010Yapım Ülkesi: TürkiyeOrijinal Dili: TürkçeResmi Sitesi: http://www.

huradam.com.tr/Dağıtıcı Firma: Özen FilmVizyon Tarihi: 07.01.2011

Tron EfsanesiYapım: 2010 ~ ABD Tür: 3 Boyutlu, Aksiyon, Bilim

Kurgu, Casusluk, Fantastik, Ge-rilim, Gizem, Macera

Yönetmen: Joseph Kosinski Oyuncular: Michael She-

en, John Hurt, Jeff Bridges, O-livia Wilde, Garrett Hedlund, Ja-mes Frain, Beau Garrett, Se-rinda Swan, Brandon Jay Mcla-ren, Daft Punk, Yaya Dacos-ta, Amy Esterle, Thomas Ban-galter, Bruce Boxleitner, Eliza-beth Mathis, Guy-manuel De Homem-christo, Michael Teigen, Owen Best, Steven Lisberger, Tony Besson

Senaryo: Edward Kitsis, A-dam Horowitz, Brian Klugman, Steven Lisberger, Richard Jeffe-ries, Lee Sternthal

Yapımcı: Steven Lisberger, Justis Greene, Donald Kush-ner, Brigham Taylor, Sean Bai-ley, Bruce Franklin, Jeffrey Sil-ver, Julien Lemaitre, Steve Ga-ub, Bonnie Franklin

Görüntü Yönetmeni:Claudio Miranda

Müzik: Daft Punk Gösterim Tarihi: 28 Ocak

2011 (Türkiye) Filmin Özeti: Tron Efsanesi;

daha önce beyaz perdede gör-düklerimizin hiçbirine benze-meyen bir dijital dünyada kurul-muş, bir 3D ileri teknoloji mace-rası. Sam Flynn, Kevin Flynn’in 27 yaşındaki teknoloji meraklısı oğlu, babasının ortadan kaybo-luşunu araştırır ve kendini baba-sının 25 yıldır yaşadığı Tron’un dijital dünyasında bulur. Kevin’in sadık sırdaşı Quorra’yla birlikte, baba ve oğul ölüm kalım yolcu-luğuna çıkarlar.

Kaan ONUR 11-L

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 63

Page 65: Gencbasak YUNUS

GEZİLER

Tarihi Yarımada Gezisi

BAŞAKŞEHİR LİSESİ64

Page 66: Gencbasak YUNUS

GEZİLER

Bursa - Uludağ ve Uludağ Üniversitesi Gezisi

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 65

Page 67: Gencbasak YUNUS

GEZİLER

Bahçeşehir Üniversitesi Gezisi

Bady Word Gezisi

17.12.2010 Cuma günü 12.sı-nıf öğrencilerimizden oluşan 60 kişilik bir öğrenci grubuyla Bahçe-şehir Üniversitesi Beşiktaş kam-pusüne gezi düzenledik. Okul gi-rişinde bizi karşılayan görevliler oldukça güler yüzlü ve ilgiliydi. İk-ramlar eşliğinde yapılan ön tanı-tım konuşmasının ardından, üni-versite görevlileri ve iletişim fa-kültesi öğrencileri okulun tanıtı-

mını yaparak, bölümleri gezdirdi-ler. Okulumuz rehber öğretmen-leri Nilüfer ATLI, Serpil EKİNCİ ve Matematik öğretmenimiz Rama-zan ÖZTÜRK eşliğinde üniver-siteyi gezen öğrencilerimiz, yük-sek eğitim ortamından çok etki-lendi. Öğrencilerimizdeki yüksek eğitim motivasyonunu arttırma-yı amaçladığımız gezide, öğren-cilerimizden aldığımız olumlu geri bildirimler amacımıza ulaştığımı-zı gösterdi.

Canlı yapısını ve yaşamını özellikle insan hayatında yaşam döngüsü içinde dönemler halinde meydana gelen değişim, gelişim, hastalık v.b. durumlardan fizyolo-jik olarak nasıl etkilendiğini yakın-dan görmek ve bu sayede öğren-

cilerin bu döngüsel dönem hak-kında farklı bir bakış açısı geliştir-melerine olanak sağlamak ama-cıyla yapılmış bir gezidir.

Bu gezi öğrencilerin insan be-deninin inceliklerini, işlevini gü-zelliğini ve potansiyelini farklı bir

pencereden görmelerine olanak sağlamıştır. Yaşam döngüsünün safhalarını görsel olarak gör-me imkânını vermesi açısından bu gezi önemli bir uygulama ala-nı olarak görülebilir.

BAŞAKŞEHİR LİSESİ66

Page 68: Gencbasak YUNUS

KÖŞE YAZISISAYIN VELİLERİM,

Hep duyarız herkes kendi kapısının önünü temiz tutsa sokağımız tertemiz olur mahalle-miz şehrimiz tertemiz olur. Fakat kendi yap-madığımız yapamadığımız davranışları her zaman başkalarından bekleriz. Bu beklenti bizi tembelliğe, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesine, her koyun kendi ba-cağından asılır anlayışına yönlendirir.

Ben bu söylemi geleceğimizi emanet ede-ceğimiz çocuklarımıza uyarlamak istiyorum. Mahallede yürürken, markette alışveriş ya-parken, parkta dinlenirken, küfürlü konuşma-larından argo bağrışmalarından, etrafa tek-melerle saldırarak zarar veren, gözümüzün alabildiği temiz alanları kirleten, duvarlara eşimizin çocuğumuzun görmesinden utana-cağımız yazıları yazan, halkın ortak kullanı-mına sunulmuş halk otobüslerinde sigara iç-meye çalışan, yolcuları konuşma ve davra-nışlarıyla rahatsız eden bu gençlere uyarla-mak istiyorum. Acaba bu çocuklar kimin ço-cukları.

Okuldan çıkar çıkmaz sanki sigara krizi tut-muşçasına sigarasını yakan, nasılsa okul sı-nırları içinde değiliz, kimsenin bir şey söyle-meye hakkı yok anlayışıyla dumanı üfüren bu çocuklar sayın velilerim sizlerin çocukları de-ğil mi? Okulları yılda belki bir belki iki kere zi-yaret ettiğiniz de ya da her hangi bir sebep-le işiniz düştüğünüzde çocuklarınızın oturdu-ğu sıralardaki kimi argo kimi edep sınırları-nı zorlayan yazıları gördüğünüz de ne düşü-nüyorsunuz acaba? Bu yazıları yazanlar bu kirliliğe sebep olanlar sizlerin çocukları de-ğil mi? Başkalarının çocuklarını eleştirirken olabildiğince rahat ve pervasız davranıyoruz ama kendi çocuğumuzu acaba ne kadar ta-nıyoruz.

Sayın velilerim değerli büyüklerim biraz önce saydığım davranışları sergileyenlerin hepsi maalesef bizim çocuklarımız. Sade-ce derslerine motive olmuş, sadece banka-ya para yatırmış veya bir gayrı menkule ya-tırım yapmış birinin edasıyla çocuklarımızın sadece notlarıyla ilgilenmekten başka bir şey düşünmüyoruz. Başarıyı sadece maddi gelire ya da başkalarına sağlanılan üstünlüğe bağ-ladığımızdan çocuklarımızın kişilik ve karak-ter gelişimlerini sanırım iyi takip edemiyoruz. Acaba bizim çocuğumuzun ilgi alanları neler-dir? Nelerden hoşlanır? Sevdiği ya da sev-mediği şeyler nelerdir? Kimlerden ya da ne-lerden etkileniyor? Sizin yetiştiğiniz kültürün neresinde duruyor çocuğunuz? Arkadaşları-nı tanıyor musunuz? Arkadaşlarının aileleri-ni ne kadar tanıyorsunuz? Bilgisayarında ne-ler var? Hangi siteleri ziyaret ediyor? Kimlerle görüşüyor? Telefonda sürekli mesajlaştığı ki-şilerden haberiniz var mı? Düşünmeden sa-dece derslerindeki başarıya bakıyoruz. Son-rada etrafımızda olan bitene göz gezdirerek ne olacak bu gençlerin sonu diyoruz? Ne ka-dar boş bir nesil yetiştiğinden şikâyet ediyo-ruz. Geleceğe karamsar bakmaktan kendi-mizi alamıyoruz.

Veli toplantıları oluyor hemen her dönem de. Bu toplantıların hemen hepsinde velile-rin soruları ve sorunları hep aynı ( hocam bi-zim kız geometriden sıfır almış. Hocam bi-zim oğlan matematikten zayıf almış) hiçbir velinin şimdiye kadar çocuğunun davranış-larının nasıl olduğunu sorduğuna şahit olma-dım. Oysaki bu çocuklar ergenlik çağındalar. İlgi alanları karakterleri bu çağlarda belli olu-yor. Kendilerine örnek aldıkları rol modelleri

bu çağlarda seçiyorlar. Acaba doğru rol model seçiyorlar mı? Acaba siz çocuklarınızın oturma-ya başlayan karakterin-den ne kadar haberdar-sınız? Okulda çocuğu-nuzun uymadığı okul ku-rallarından dolayı ya da sizin yaşlarınızdaki öğ-retmenleriyle kurdukla-rı diyaloglardaki; ( mut-laka birilerinden alıntı yaptıkları davranış model ve söylemlerinden kaynaklanan) saygısızca davranışlarından uyarı aldıkların da çocuğu-nuza kanatlarınızı açıp da sahip çıkmanız ço-cuğunuzun sağlıklı bir birey olarak yetişmesi için ne kadar etkili bir yöntemdir.

Sayın velilerim, gelecek şu an sizin elle-rinizde. Hepimizin çocuğu birbirimiz için her şeyden önemli. Bakın siz çocuklarınızı biz-lere emanet ediyorsunuz. Doktora götürü-yor doktora emanet ediyorsunuz. Yarın sizle-

rin çocukları da bir mes-lek sahibi olacaklar. Her birine bir şeyler emanet edeceğiz. Kimimiz malını mülkünü kimimiz canın-dan değerli yavrularını yine sizin çocuklarınıza emanet edecek. Peki, şu anın bu gençleri bu ema-netlere nasıl sahip çıka-cak. Emanet sahiplerine ne kadar güven verecek-ler. Hepimiz güvenli ter-

temiz bir sosyal ortamda yaşamak istiyorsak öncelikle evimizin içinde-ki kendi çocuğumuza sahip çıkmalıyız. Eğer etrafınızda olmasından rahatsızlık duyduğu-nuz davranışlara varsa evladınızda, önce on-ların tedbirini almalıyız. Sizleri çocuklarımıza sahip çıkmaya davet ediyorum.

“Unutmayalım ki geleceğe yapılmış en iyi yatırım iyi yetiştirilmiş bir nesil olacaktır.”

Saygılarımla

Emsal KAPLAMA

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 67

Page 69: Gencbasak YUNUS

EĞLENCE

BAŞAKŞEHİR LİSESİ68

AT NALI UĞUR GETİRİR Mİ?Kadıköy Camiinde vaaz vermekte olan

Osman Demirci Hoca’ya:- Hocam, diye sormuşlar. At nalını evi-

mizin kapısına asarsak uğur getirir mi?- Demirci Hoca:- Zannetmiyorum, diye cevap vermiş. O

nallardan her atta dört tane var ama, bütün gün kamçı yiyip duruyorlar.

HAYATI SEYRETMEKYazar Kazancakis, bir ihtiyara “neye ba-

kıyorsun?” diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu ceva-bı verir:

- Hayatıma oğlum, akıp giden hayatı-ma.

SELÂMDAKİ İNCELİKMuzaffer Ozak Hoca’nın sahaflar çarşı-

sındaki dükkanına giren bir genç:- Selâmunaleyküm babalık... diye selâm

verince, hazret selâmı alır:- Aleykümselâm kurukalabalık...ÖRTÜNMEK İÇİN GİYİNMEK!İngiltere Kralı George ile görüştüğü sı-

rada, Gandi’nin üzerinde her zamanki gibi beyaz örtüsü varmış.

Davetten çıkınca, bir gazeteci sormuş:- Kıyafetiniz, bir kralla buluşmak için ye-

terli miydi?Gandi, hiç aldırmadan cevap vermiş:- Kral, ikimize de yetecek kadar giyim-

liydi.HUZURZeynel Âbidin Hazretleri abdest alırken

sapsarı kesilirdi. Sebebini sorduklarında şu cevabı verdi.

- Kimin huzurunda durduğumu düşünür-seniz, sebebini anlarsınız...

KABRİSTANHz. Ali, mezarlığa neden sık gittiğini so-

ranlara şu cevabı vermiş:- İki sebebi var. Anlattıklarıma itiraz et-

miyorlar ve arkamdan gıybetimi yapmıyor-lar.

ÇINAR AĞACI MAYDANO-ZUN NESİ OLUR?

Selim Gündüzalp, sosyoloji hocaları olan rahmetli Seyid Ahmet Arvasi’ye:

- Hocam demiş, “insan maymunun ge-lişmiş şeklidir” diyorlar. Ne dersiniz?

Seyid Ahmed Arvasi şu cevabı vermiş:- O mantığa göre, çınar ağacı da may-

danozun gelişmiş şeklidir.MEZARTAŞI YAZISIBehlül Dânâ’ya biri sorar:- Oğlum öldü. Mezar taşına ne yazdı-

rayım?Behlül Dânâ şu cevabı verir:- Şunu yazdır: “Dün altında olan çimen-

ler bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu anla ki, şu toprak günahtan gayri her şeyi örter.”

ÖLÜLER ÇİÇEK KOKLAMAZAmerika’lı iş adamı, bir Çinli’yle alay

ederek sormuş:- Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pi-

rinçleri ne zaman yiyecek?Çinli, başını kaldırmadan cevap vermiş:- Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri

kokladığı zaman.HAYAT NE ZAMAN BAŞLAR?- Hayat kırkından sonra başlar, diyen bir

kişiye Said Turhan şu karşılığı vermiş:- Eğer otuz beşinde ölmezsen!..ÖLÜM NEDİR?Talebelerinden biri, Konfüçyüs’e:- “Ölüm nedir?” diye sorduğunda,

Konfüçyüz’ün cevabı şu olmuş:- Hayat hakkında ne biliyorsun ki, sana

ölümden bahsedeyim.HER KOYUNHarun Reşit, kendisini sık sık ikaz eden

Behlül Dânâ Hazretlerine:- Sen kendi işine bak, dermiş. Her ko-

yun kendi bacağından asılır.Bir gün sarayı pis bir koku kaplamış.

Sebebini araştırdıklarında, üst kattaki bir odada bacağından asılı bir koyun bulmuşlar. Bu işi yapanı da keşfetmişler tabi ki: Behlül.

Halife, kendisini sıkıştırdığında:- Gördüğünüz gibi, her koyun kendi ba-

cağından asılır efendim, demiş. Fakat etrafı kokuttuğu için, herkesi rahatsız eder.

ORUÇ NASIL ŞİŞMANLATIR?Hekimoğlu İsmail’e, “Ramazan olma-

sına rağmen biraz kilo almışsınız?” dedik-lerinde:

- Maalesef öyle oldu, demiş. Çünkü iki kişilik yemek yiyor, bir kişilik oruç tutuyorum.

RİYAKÂRA CEVAPAdamın biri, Hz. Ali’yi gıyabında yani ar-

dından kötülediği halde yüzüne karşı övme-ye başlayınca, ondan şu karşılığı almıştır:

- Söylediklerinden daha aşağı, fakat içinden geçirdiklerinden daha üstünüm.

BAKIŞ FARKI!Adamın biri, Muhammed Bin Vâsi’nin

bacağındaki yarayı görüp, “Sana acıyorum” dediğinde, ondan şu cevabı almış:

- Ben, aynı yaranın gözümde çıkmadı-ğına şükrediyorum.

SUSTURUCU TEDAVİZamane gençlerinden biri, bir toplantıda

Mehmed Âkif’i küçük düşürmeye çalışıp:- “Affedersiniz, demiş. Siz baytar mı-

sınız?”Mehmed Âkif, hiç istifini bozmadan şu

cevabı vermiş:- Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?MÜJDEHarun Reşid’in vezirlerinden biri, Behlül

Dânâ’ya latife yollu takılarak:- “Müjde sana ey Behlül, Sultanımız

seni, domuzlarla maymunlara çoban tayin etti” dediğinde, Behlül şu cevabı vermiş:

- Öyle ise kulaklarını aç da emirlerimi yerine getirmeye hazırlan.

ZOR AMA GÜZELCüneyd-i Bağdâdî’ye: “Sabır nedir?”

diye sorduklarında şu cevabı vermiş:- Yüzünü ekşitmeden, acıyı yudumla-

maktır.YETMEZ Mİ? Asr-ı saadetteki muhteşem hadiseler-

den duygulanan bir genç: - “Keşke Peygamberimiz’in (sav) de-

vesi olsaydım” deyince, Ali Suad atılmış: - Ümmeti olman yetmiyor mu?PEYGAMBER HÂNESİ Hz. Mevlânâ, evlerinde yiyecek ola-

rak hiçbir şey kalmadığını söyleyen hanımı-na tekrar tekrar sormuş:

- Gerçekten hiçbir şey kalmadı mı? - Evet, demiş eşi. Hiç yiyeceğimiz

kalmadı. O yoklukta tükenmez hazinelerin sa-

hibini bulan Mevlânâ, ellerini kaldırıp: - Allah’ım sana hamd-ü senâlar ol-

sun, diye şükretmiş. Evim, Peygamber ha-nesine benzedi.

DERDİN DEVASIZI...İbn-i Sinâ’ya:- Dünyada devâsı olmayan bir dert var

mıdır? diye sorduklarında:- Derdin devâsızı, iyinin kötüye muhtaç

olmasıdır, cevabını vermiş.BİLMEK İÇİN ÖĞRENMEKTarih biyografisi ve monografi sahala-

rında erişilmesi çok güç bilgisiyle, dünya ça-pında bir şahsiyet olan İbnülemin Mahmud Kemâl (İnal)’a sormuşlar:

- “Sizdeki bilginin çok azına sahib olma-larına rağmen sizden çok daha fazla tanı-nanlar var. Bunun sebebi nedir?”

Şöyle cevap vermiş:- Ben bilmek için öğrendim, onlarsa bi-

linmek için!HERKES YANINDAKİNİ VERİR!Kendisine hakaret edilen Hz. İsa’ya

(a.s.):- “Niçin karşılık vermediniz?” diye sor-

duklarında:- Herkes yanındakini verir, demiş. Onda

olan, benim yanımda yoktu.KAZA ETMEKYolculardan biri, otobüs şoförünün yanı-

na gider ve namaz vakti geçmeden bir mola vermesini rica eder.

Şoför sinirlenerek:- Kaza edin efendim, der. Ne olur yani?Adam, sakin sakin cevap verir:- Ben kaza etmeden, ya sen kaza eder-

sen?

ÜÇGEN PİRAMİTAşağıdaki kümede görünmeyenlerle

beraber kaç tane top vardır.

Page 70: Gencbasak YUNUS

EĞLENCE

BAŞAKŞEHİR LİSESİ 69

Page 71: Gencbasak YUNUS

EĞLENCE

BAŞAKŞEHİR LİSESİ

Sefa ŞAFAKLAR

70