Transcript
Page 1: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER...........................................................................................................................I KISALTMALAR......................................................................................................................IV GİRİŞ..........................................................................................................................................1

I. BÖLÜM

BALKAN KRİZLERİNDE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TUTUMU

A.1990 Sonrası Dönemde Balkanlar’da İlk Savaş: Yugoslavya’nın Parçalanması......11

1. AT’nin Yugoslavya Krizindeki İlk Girişimleri.............................................12

a. AT Troykası.......................................................................................12

b. Lahey Görüşmeleri ve Badinter Komisyonu.....................................13

2. AT içinde Tanıma Sorunu.............................................................................15

3. Yugoslavya Krizinde AT Dış Politikasının Değerlendirilmesi....................17

B. Balkanlar’da Yeni Bir Savaş Alanı: Bosna-Hersek..................................................19

1. Bosna-Hersek Krizinde AT’nin Diplomatik Girişimleri...............................26

2. Dayton Barış Anlaşması’na Giden Süreçte AB Girişimleri.........................26

3. Bosna-Hersek Krizinde AB Dış Politikasının Değerlendirilmesi.................29

C. Balkanlar’ın Sorun Kaynağı: Kosova.......................................................................32

1. AB’nin Kosova Krizi’ndeki Girişimleri........................................................33

2. Kosova’da Barışın Sağlanmasından Sonraki Süreçte AB Dış Politikası......38

3. Kosova Krizi’nde AB’ye Üye Devletlerin Tavrı...........................................41

II. BÖLÜM

DAYTON BARIŞ ANTLAŞMASI SONRASINDA AB’NİN BALKANLAR’A YÖNELİK

GELİŞTİRDİĞİ POLİTİKALAR

A. Royaumont Süreci...................................................................................................47

I

Page 2: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

B. Bölgesel Yaklaşım Politikası..................................................................................48

C. İstikrar Paktı.............................................................................................................51

1. İstikrar Paktı’nın İçeriği ve Yapılanması......................................................52

2. İstikrar Paktı’nın Siyasi Etki ve Sonuçları....................................................55

D. İstikrar ve Ortaklık Süreci........................................................................................58

1. İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin İşlevi ve Yapısı.............................................58

a. İstikrar ve Ortaklık Antlaşmaları.......................................................61

b. İstikrar Sağlama, Gelişme ve Yeniden Yapılandırma için Topluluk

Yardımı.............................................................................................63

2. İstikrar ve Ortaklık Sürecinin Gelişimi.........................................................65

a. Zagreb Zirvesi ve “Potansiyel Adaylık” Kavramı.............................66

b. Makedonya ve Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı İmzalaması ve Sonrasında Yaşanan Gelişmeler................................67

c. Selanik Zirvesi ile Batı Balkanlar’ın Ön Plana Çıkışı.......................70

III. BÖLÜM

BATI BALKAN ÜLKELERİNİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ

A. HIRVATİSTAN......................................................................................................77

1. AB ile Hırvatistan Arasındaki Resmi İlişkinin Tarihçesi.............................77

2. AB ile Hırvatistan Arasındaki İlişkilerin Siyasi Boyutu..............................81

B. MAKEDONYA.......................................................................................................84

1. Avrupa Birliği ile Makedonya İlişkilerinin Resmi Boyutu..........................84

2. Yunanistan-Makedonya İlişkisinin AB’ye Yansımaları...............................87

3. Makedonya’daki Sorunlar Karşısında AB’nin Tutumu................................90

C. ARNAVUTLUK......................................................................................................93

1. AB ile Arnavutluk İlişkilerinin Resmi Boyutu.............................................93

2. Balkanlar’da Arnavut Sorunu Kapsamında Arnavutluk-AB İlişkileri..........96

II

Page 3: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

D. BOSNA-HERSEK...................................................................................................99

1. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Resmi Boyutu.........................................99

2. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Siyasi Boyutu........................................102

E. SIRBİSTAN-KARADAĞ ve KOSOVA................................................................105

1. AB ile Sırbistan-Karadağ İlişkileri..............................................................106

2. Kosova’nın Statüsü ve Kosova’da AB Varlığı............................................111

IV. BÖLÜM

AB DIŞ POLİTİKASINA VE AVRUPA GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ

BAKIMINDAN BATI BALKANLAR

A. AB’nin Genişleme Politikası Kapsamında Batı Balkanlar.....................................117

B. AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Kapsamında Batı Balkan Stratejisi.......121

C. Transatlantik İlişkilerinde Balkan Faktörü.............................................................124

D. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliğine ve AGSP’ye Etkileri................................129

1. AGSP’nin geliştirilmesinin Batı Balkanlar’a Yansıması............................130

2. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliği Hakkında Gösterdikleri.....................133

SONUÇ...................................................................................................................................136 KAYNAKÇA..........................................................................................................................140

ÖZET.......................................................................................................................................153

ABSTRACT............................................................................................................................155

III

Page 4: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

GİRİŞ

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, uluslararası ilişkilerde dengelerin sarsılmasına neden

olan en önemli olayların başında gelmektedir. İki kutuplu sistemin ortadan kalkması, Avrupa

kıtası üzerindeki güvenlik baskısını ortadan kaldırarak Avrupa’nın batısında oluşturulmuş

olan Avrupa Toplulukları’nı yeni arayışlara yönlendirmiştir. Yeni devletlerin ortaya çıkması

ve bu devletlerin Batı tipi ekonomik ve siyasi model benimsemeleri, Avrupa’da birlik

oluşturma ideali için kaçırılamaz bir fırsat yaratmıştır. Avrupa Toplulukları yeni sisteme

kendini uydurmak ve siyasi birlik kavramını yerleştirmek amacıyla başlattığı yenilenme

sürecinden üç sütunlu Avrupa Birliği modeliyle çıkmış, ikinci sütunu olan Ortak Dış ve

Güvenlik Politikası ile Avrupa bütünleşmesinin siyasi boyutunu sağlamayı hedef edinmiş ve

ODGP’yi 1990’lı yıllar boyunca geliştirilerek “ekonomik dev, siyasal cüce” tanımlamasından

kurtulmak istemiştir. ODGP’nin başarılı olup olmadığının sınava tabi tutulduğu yer ise büyük

çoğunlukla Batı Balkanlar olmuştur.

Avrupa Birliği ve Batı Balkan ülkelerinin uluslararası sistemde yerini alması, 1990

sonrasına ait gelişmelerdir. Her ikisinin de geçmişi 1990 öncesine dayanmasına rağmen

dönem koşulları nedeniyle geliştirilemeyen ilişkiler, Soğuk Savaş sonrası dönemde inşa

edilmeye başlanmıştır. Yeni sistemin dengeleri içerisinde kendine yol bulmaya çalışan AB-

Batı Balkan ilişkileri bu nedenle bir çok kez sorunla karşılaşmış, sorunların çözümü için bir

çok yeni politika üretilmiş ve sonuçta AB’nin klasik dış politika anlayışı olan genişleme

süreci ile bir temele oturtulmuştur.

Avrupa bütünleşmesinin sağlanması için AB’nin en etkili dış politika aracı olan

genişleme, 1990 sonrasında Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelmiştir. 2004 yılında 10

yeni üyeyi bünyesine katarak 25 üyeli bir yapıya ulaşan AB’nin 2007 yılında Romanya ve

Bulgaristan’ı da içine alarak neredeyse tüm Avrupa kıtasına yayılması söz konusudur. AB’nin

1

Page 5: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Avrupa’nın tümünü içine almasının önünde ise iki engel bulunmaktadır: Derinleşme ve Batı

Balkanlar’ın belirsiz durumu. Bu nedenle Batı Balkan ülkeleri ile AB’nin ilişkisi, genişleme

sürecinin tamamlanarak AB bütünleşmesinin sağlanması için önemli bir adımdır. Avrupa’nın

en sorunlu bu bölgesinin geleceği, “bütünleşmiş Avrupa” idealinin sürmesi ve AB’nin

bölgeye yönelik politikaları, AB siyasi kimliğinin inandırıcılığı ile doğrudan bağlantılıdır.

AB ile Batı Balkan ülkelerinin ilişkileri, 1990’lar boyunca yaşadığı sıkıntılı dönemleri

atlattıktan sonra 2000 yılından itibaren düzene girmiş gibi görünmektedir. Bununla birlikte

ilişkilerin geleceği açısından olumlu bir tablo çizilmekte zorlanılmaktadır. Hem AB’nin iç

dinamiklerinden kaynaklanan hem de Batı Balkan ülkelerindeki mevcut ve muhtemel

sorunlar olumlu seyreden süreci tersine çevirebilir. AB’nin geleceğine ilişkin tartışmalar

yapılırken genişleme politikasının devam edip etmeyeceği şüphelidir. AB’nin Batı Balkan

ülkelerini içine almadan bu bölgede etkin bir rol oynaması ise kısa vadede mümkün

görünmemektedir. Bu nedenle ODGP’nin geliştirilmesi, AB’nin Batı Balkanlar ile ilişkisinin

temelindeki en önemli konulardan biridir. AB’nin ODGP’yi oluşturma sürecine Batı

Balkanlar’ın etkisi veya tersten bakıldığında ODGP’nin gelişiminin Batı Balkanlar’a etkisi

ilişkilerin tarihi ve geleceği açısından incelenmesi gereken alanların başında gelmektedir. Bu

kapsamda, Batı Balkanlar’da olup bitenin daha iyi anlaşılabilmesi için bölgenin coğrafyası ve

tarihi hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.

Balkanlar en kısa tanımıyla, Avrupa kıtasının güneydoğusunda yer alan bir

yarımadadır. Fakat bölgenin tarihi boyunca sürdürdüğü önemi nedeniyle herhangi bir coğrafi

yer belirlemenin ötesinde tanımlanması gerekmektedir. Üç tarafı denizlerle çevrili Balkan

yarımadasının coğrafi tanımında deniz olmayan tek taraf Tuna Nehri’yle belirlenmektedir.

Buna göre; kuzeyde Tuna Nehri, batıda Karadeniz, doğuda Adriyatik Denizi ve güneyde Ege

Denizi ve Akdeniz’le çevrili coğrafi alana Balkanlar adı verilmektedir.

2

Page 6: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Balkanlar’ın Avrupa’nın Anadolu yarımadası ve Doğu Akdeniz’e uzanan konumu,

tarihi boyunca önemli göçlere ve imparatorluklar arasındaki mücadelelere tanıklık etmesine

neden olmuştur. Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları dönemlerinde şekillenen

Balkanlar’ın bugünkü halini almasında bu büyük imparatorluklar kadar önemli bir diğer

neden de bölgenin fiziki yapısıdır. Öyle ki Türkçe olan ve “üzeri sık ormanlarla kaplı dağ”

anlamına gelen Balkan sözcüğü bölgenin fiziki yapısından gelmektedir. Balkanlar’ın sarp

dağlardan oluşan bu fiziki yapısı, bütün bölgeyi etki ve nüfuz altına alabilecek doğal bir

jeopolitik merkez yaratmaksızın çok sayıda havza oluşturması nedeniyle istila ve göçlere açık

bir alan yaratmaktadır.1 Bu nedenle Balkanlar çok sayıda etnik grubun birbirleriyle iç içe

yaşadığı bir bölge olmuştur. Bu özellik bir taraftan muhteşem bir kültür zenginliği yaratırken

diğer taraftan Balkanlar’ın “Avrupa’nın barut fıçısı” adını almasına neden olmuştur.

Coğrafi olarak Balkanlar’ın sınırı Tuna Nehri’ne kadar çizilse de onun ötesinde

topraklara sahip ülkeler, balkan tarihinin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Günümüzde

Türkiye, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve eski Yugoslavya’nın dağılmasıyla

bağımsız olan Makedonya, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek ve Sırbistan-Karadağ,

Balkan devletlerini oluşturmaktadır. Bu devletler içerisinde, Batı Balkanlar’ı oluşturanlar ise

eski Yugoslavya’dan ayrılan devletler ve Arnavutluk’tur.

Bölgeye son olarak hakim olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kıtasındaki

ilerlemesinde Balkanlar çok önemli üslere sahipti. Osmanlı yönetimi dönemi, Balkanlar’ın

etnik ve kültürel yapısının oluşmasında da son derece etkili olmuştur. Osmanlı döneminde

hem bölgeye yerleştirilen Türkler hem de İslamiyet’in bölgeye ulaşması ile birlikte Balkanlar

farklı bir kimlik kazanmıştır. Bu farklı kimlikler bugün özellikle Batı Balkanlar’da birçok

küçük devletin olmasına yol açmıştır. Balkanlar’daki Osmanlı geçmişi, bugün Türkiye’nin

bölgeyle ilişkilerinin de temelini oluşturmaktadır.

1 İhsan Gürkan, “Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye: Geçmişin Işığında Geleceğe Bakış,” Balkanlar, Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993, s.261.

3

Page 7: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Balkanlar’daki Osmanlı İmparatorluğu geçmişinin kültürel mirası yanında en önemli

izi, İslamiyet’in bölgeye gelmiş olmasıdır. Müslüman ve Hıristiyan unsurların iç içe yaşaması

bölgenin en başta gelen dinamiği olmuştur ve gelecekte de olacaktır. Bölgede doğrudan dinsel

çatışma olarak görülmese de tetikleyici unsurların başında dinsel farklılık gelmektedir.

Avrupa için Balkanlar, II. Dünya Savaşı’ndan SSCB’nin dağılmasına kadar olan

süreçte tehdit unsurudur. Fakat Yunanistan ve Türkiye’nin NATO içerisinde yer alıyor olması

Avrupa’yı bölgeden gelebilecek bir tehlikeye karşı koruyordu. Soğuk Savaş dönemi tecrübesi

Avrupa’ya Balkanlar’ın stratejik önemini iyi öğrettiğinden günümüzde AB’nin Balkan

politikası bölgede daimi barış temeline dayanmaktadır. Bu noktadan bakıldığında Türkiye ve

Avrupa’nın yolları Balkanlar’da kesişmektedir. İki tarafın da güvenlikleri açısından Balkanlar

arka bahçe rolünü oynamaktadır. Bununla birlikte AB, son zamanlarda yürüttüğü politikalarla

bir adım öne geçerek Balkanlar’ı arka bahçe olmaktan çıkarıp doğrudan ilgi alanı içerisine

dahil etmektedir.

Avrupa, genel olarak Balkanlar’ı, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopmaların

başlamasına kadar olan süre içerisinde ayrı devletlerin olduğu bir coğrafya olmaktan çok

imparatorlukların yönetimindeki topraklar olarak görmüştür. Özellikle Osmanlı

İmparatorluğu’nun 15. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmesi ve 19. yüzyıla kadar bölgeyi

kontrol altında tutması nedeniyle Balkanlar’ın Avrupa’nın gözünde Osmanlı

İmparatorluğu’nun mirası olarak görülmesine neden olmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan Yunanistan’ın bağımsızlığını İngiltere, Rusya ve

Fransa’nın desteği ile kazanması sonrasında Balkanlar, Avrupa güçleri ve Rusya için yeni ilgi

alanı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecine girmesi üzerine Balkanlar’ın

büyük güçler tarafından yapılan stratejik planlar doğrultusunda parçalanarak yeni devletler

kurulması, I. Dünya Savaşı öncesine rastlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908’te ilan

edilen İkinci Meşrutiyet’ten 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesine kadar geçen

4

Page 8: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

altı yıllık süre içinde Osmanlı Devleti çoğu Balkan kaynaklı bir dizi iç ve dış sorunla darbe

almıştır. Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi,

Yunanistan’ın Girit’i ilhak teşebbüsü İkinci Meşrutiyet’in ilanını takiben ortaya çıkan

sorunlar olmuştur. İtalya’nın Trablusgarb’a saldırmasının ardından Osmanlı Devleti’nin

İtalya ile savaşa tutuşması ise Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan’ın Makedonya’yı ele

geçirmek konusundaki çabalarına zemin hazırladı ve bu çabaların sonucu olarak da Balkan

Savaşları patlak vermiştir.2

1912 ve 1913 yıllarında yaşanan Balkan Savaşları, Makedonya’nın Bulgaristan,

Sırbistan ve Yunanistan arasında paylaşılamamasından kaynaklanmıştır. Rumeli’ye kadar

uzanan geniş bir coğrafyayı içine alan Makedonya üzerinde tarihsel hak iddia eden üç devletin

savaşı sadece Balkanlar’ı etkilemekle kalmamıştır. I. Dünya Savaşı’nın da tetikleyicisi olan

bu savaşlar Avrupa dengelerinin değişmesine neden olan bir sürecin ilk adımıdır. Bu nedenle

Balkanlar’da 20. yüzyılın sonunda yaşanan savaşlarla başında yaşanan savaşlar arasında ortak

noktalar bulunarak bağlantı yapmak mümkündür.

I. Dünya Savaşı’nın ardından şekillenen Avrupa kıtası içinde Balkanlar kendi

aralarında bölgesel işbirliği yapmanın yollarını aramışlardır. 1930 ile 1933 arasında

Bulgaristan ve Arnavutluk da dahil olmak üzere tüm Balkan ülkelerinin katılımıyla Balkan

Birliği kurulması yönünde görüşmeler yapılmıştır. Çalışmaların sonucunda 1934 yılında

Bulgaristan ve Arnavutluk dışında kalan Balkan ülkeleri Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve

Romanya Balkan Paktı’nı imzalamışlardır. Pakt uygulanamadan çeşitli sebeplerle kısa süre

içinde sona ermiştir. Fakat bölge ilişkilerini göstermesi açısından Balkan Pakt’ı önemli

olmuştur. Çünkü Balkan Birliği’nin oluşturulmaya çalışıldığı yıllar, Avrupa’da Fransa

Başbakanı Briand’ın Avrupa Birliği kurulması yönünde çalıştığı yıllarla çakışmaktadır.

Avrupa devletleri arasında siyasi bir birlik kurulamayacağı anlaşılınca Avrupa’nın büyük

2 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1997, s.651.

5

Page 9: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

devletleri, özellikle Fransa, bölge anlaşmalarına önem vermeye başlamışlardır. Bu nedenle

Balkanlar’da barışın kurulması ve korunmasını amaç edinen Balkan Birliği girişimi

Avrupa’dan destek görmekteydi.3 1954 yılında ikinci kez Balkan Birliği kurulması yönünde

çalışmalar başlamıştır. İkinci Balkan Birliği’nin amacı, ortak tehdide karşı kuvvet birliği

yapmaktı. Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanan antlaşma ile SSCB’den

gelen baskı azaltılmak istenmiştir. Fakat bu Pakt’ın sonu da ilki gibi çabuk gelmiştir.4

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Balkanlar’ın bir kısmı SSCB etkisinde kalarak bir kısmı

da iki kutuplu yapıdan uzak durarak Avrupa sisteminden ve değerlerinden uzaklaşmıştır.

Balkan ülkeleri SSCB’nin dağılmasına kadar geçen neredeyse yarım yüzyıllık süre içerisinde,

Yugoslavya’nın Bağlantısızlar hareketi içerisinde olması sayılmazsa, uluslararası sistemde

Avrupa’yla karşı kutuplarda yer almaktaydılar. Avrupa ise bu dönemde SSCB’ye karşı

kendini NATO güvencesi altına alarak ekonomik birlik kurma yolunda ilerlemekteydi.

Balkanlar ise Avrupa kıtası içerisinde yer almasına rağmen Batı Avrupa tarafından “Avrupalı”

kimliğine sahip olarak görülmüyordu. Avrupa’nın ve Atlantik İttifakının Soğuk Savaş

boyunca Balkanlar’la ilgisi bu nedenle Türkiye ve Yunanistan ile sınırlıydı.

Soğuk Savaş dönemi, Avrupa ile Balkanlar arasında işbirliğinin gerçekleşmesine

olanak veren bir ortamdan yoksundu. Batı Balkanlar şeklinde bir tanım ise Avrupa siyasi

literatüründe yoktu. Günümüzde Batı Balkanlar olarak adlandırılan yer Avrupa devletleri için

Yugoslavya sınırları ve Arnavutluk’tan ibaretti. Bu iki ülke SSCB ile doğrudan bağlantılı

olmamakla birlikte Avrupa ile de aralarında kesin çizgiler bulunan fakat komünist yönetim

tarzını benimsemiş ülkelerdi. Bu nedenle Batı Avrupa ile Batı Balkanlar arasında siyasi

ilişkilerin başlama tarihi olarak 1990 yılı kabul edilebilir.

1990 yılına kadar süren bu süre içerisinde Avrupa da yeni bir yapılanma içerisine

girmiştir. Avrupa Toplulukları’ndan Avrupa Birliği olma yolunda atılan adım Balkanlar’da 3 Abdülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 258-261. 4 Ibid., s.272-276.

6

Page 10: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yeni devletlerin kurulması ile eş zamana denk düşmektedir. 1993 yılına kadar Avrupa

Toplulukları olarak adlandırılan yapılanma zaman içerisinde genişleyerek Batı Avrupa’nın

büyük bir kısmını içine alarak üye sayısını iki katına çıkarmış ve yeni üyelerle

genişleyeceğinin sinyallerini vermeye başlamıştır. Bu süre içerisinde AT’nin dış politikası dış

ticaret politikasıyla eşdeğerdi. AT’nin siyasi olarak dış ilişkilerinde ortak hareket edememesi

ekonomik ve ticari ilişkilerle kapatılmaya çalışılıyordu. Fakat Balkanlar’ın Sovyet etkisi

altında olması nedeniyle ekonomik ilişkiler de 1990 sonrası dönemde başlamıştır. Bu nedenle

AT ile Batı Balkan ilişkileri gibi bir durum geniş ölçekte söz konusu olamamıştır.

Dünyada dengelerin değişim yılı olan 1989 kısa süre içerisinde Avrupa tarihi için

annus mirabilis (mucize yılı) olarak lanse edildi. Politbüroların yıldırım hızıyla düşürülmesi,

hükümetlerin, siyasi sistemlerin ve hatta devletlerin sonunun gelmesi Avrupa kıtası için bir

dönüm noktası olmuştur. Avrupa 1945 yılında otuz yıl süren savaş nedeniyle parçalanmış bir

durumdaydı. 1990’da ise kıtanın birleşmesi yolunda duyulan yeni ve gerçekçi bir görünüme

bürünmüş olan umut yeniden filizlenmeye başladı.5 1989 yılı Doğu Avrupa’da uzun süredir

devam eden ayaklanmaların sonu gibiydi. Fakat bu son, savaşlar için yeni bir başlangıç

anlamına da gelmekteydi.

SSCB’nin dağılmasının ardında yatan bir çok sebepten ikisi doğrudan Avrupa ile

ilgilidir. Birincisi, Gorbachev’in “Ortak Avrupa Evi” fikrinin, Doğu Avrupa’nın, birleşen Batı

Avrupa’ya doğru hedefini meşru hale getirme gibi beklenmedik bir sonuç yaratmasıdır.6

Diğeri ise Batı’nın mıknatıs gücünün Avrupa’nın doğusunu cezbetmesidir.7 Avrupa

Topluluğu yoluyla artan ekonomik refah ve AGİK yoluyla yayılan demokrasi isteği Doğu

Avrupa devletlerini hareketlendiren nedenlerden olmuştur. Özellikle AGİK, Avrupa tarihinin

en ilginç olgularından biridir. Avrupa’da güvenlik ve işbirliği konusunda konferans yapılması

fikrini ortaya atan Sovyetlerdi. Fikre başta karşı çıkan Batı Avrupa devletleri ise sonra AGİK 5 Ludger Kühnhardt, Devrim Zamanları, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s.255-257. 6 Zbigniew Brzezinski, Büyük Çöküş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2000, s.173. 7 Kühnhardt, op. cit., s.266.

7

Page 11: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yapısının özellikle insan haklarının uygulanması açısından , Batı Avrupa ruhunun Doğu’ya

aktarılabileceği ve bu amaçla Doğu Avrupa’nın kapılarını açabileceğini düşünerek AGİK’i

sahiplenmişlerdir.8

Avrupa’nın birleşme sürecinde Balkanlar ve özellikle Batı Balkanlar en geç Avrupa

sistemi ile tanışan bölge olmuştur. Orta ve Doğu Avrupa devletleri 1989’dan sonraki süreçte

siyasi ve ekonomik dönüşümü hızla gerçekleştirirken Batı Balkan ülkeleri Avrupa ile

entegrasyon yerine öncelikle bağımsızlıkları için savaşmışlardır. Yugoslavya’nın dağılma

süreci eskiden beri sallantıda olan dengeleri altüst etmiştir. Savaşın dışında kalanlar ise ya

komşularıyla sorunlar yaşamış ya da dönüşüm sürecinin şiddetli sancılarını çekmiştir. Bu

savaşlar, Batı Balkanlar’ın Avrupa ile yakınlaşmasını geciktiren başlıca sebeptir. Diğer bir

sebep ise Balkan devletlerinin birbirinden farklı ekonomik gelişme düzeyine sahip

olmalarıdır. Balkan devletleri arasında iki taraflı ilişkiler Soğuk Savaş döneminde aynı tarafta

olmalarına karşın çok kısıtlıdır. Bu ülkeler komünist düzenin etkilerini üstlerinden atmadan

bölge dışından kendilerine partner aramaya başlamışlardır.9 Bu nedenle Avrupa ile

Balkanlar’ın ortak tarihi için “uzun bir aradan sonra 1989 yılında yeniden başladı” tabirini

kullanmak yanlış olmayacaktır.

Batı Balkanlar’ın Avrupa ile ilişkileri bundan sonraki süreçte AB ile ilişkileri

anlamına gelecektir. AB, son aşamada Avrupa’yı siyasi ve ekonomik olarak birleştirmeyi

amaçladığı sürece, Batı Balkanlar’ın AB içine bir şekilde dahil olması kaçınılmaz bir sonuç

olacaktır. Fakat Balkanlar’da çözümlenmemiş sorunların varlığı Avrupa’yı tarihi

tecrübelerden hareketle endişelendirmektedir.

Yukarıda genel olarak tarihi ve coğrafyası hakkında bilgi verilen Batı Balkanlar,

uluslararası ilişkilerde incelenen alanların başında gelmesine rağmen AB’nin bölge

politikaları üzerinde yeterince durulmaması, tezin konusunun seçilmesinde başlıca nedendir. 8 Ibid., s.267. 9 Loukas Tsoukalis, “The European Community and the Balkans,” The Volatile Powder Keg: Balkan Security After the Cold War, ed. F. Stephen Larrabee, The American University Press, Washington D.C., 1994, s.219.

8

Page 12: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Bu kapsamda bütünlüğü bozmamak için çalışmanın konusu dış politika temeline

dayandırılmasına rağmen AB’nin ekonomi politikalarına da genel hatlarıyla değinilmiştir. Bu

dorultuda öne sürelen tez, ekonomi politikalarını ve genişleme perspektifini bölgede başarıyla

sürdüren AB için dış politika alanında aynı değerlendirmeyi yapmanın mümkün olmadığıdır.

AB siyasi birlik olma yolunda attığı adımları, Balkanlar’da uygulamada çoğunlukla başarısız

olmuş ve bu başarısızlığı ODGP’yi de olumsuz etkilemiştir.

AB-Batı Balkan ülkelerinin ilişkilerinin incelendiği bu çalışmanın temel dayanağı, AB

dış politikasıdır. Bu kapsamda AB’nin dış politika yürütme becerisine sahip olup olmadığı da

sorgulanmıştır. Balkanlar’ın, AB’nin 1993 yılında uygulamaya koyduğu ODGP’nin gelişim

süreciyle yakından bağlantılı olduğunun ortaya konulduğu bu çalışmada, bölge ülkelerinin

bağımsızlık mücadeleleriyle başlayan savaşlar ve çatışmalar doğrultusunda kronolojik bir

inceleme yapılmıştır.

Avrupa Birliği’nin ODGP’nin oluşturulma sürecine Batı Balkanlar’ın etkisinin ele

alındığı bu çalışmada, Batı Balkan ülkeleri arasında ve kendi içlerindeki çatışmalar ve

sorunlar temel alınarak bunlara karşı AB’nin tavrı ve geliştirdiği politikalar incelenmiştir.

Giriş ve sonuç bölümleri dışında dört bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde, Batı

Balkanlar’da Yugoslavya’nın dağılması sürecinde yaşanan çatışmalar ve AB’nin çatışmaları

sona erdirme girişimleri incelenmektedir. Hırvatistan, Slovenya ve Bosna-Hersek’in

bağımsızlıklarını kazanma sürecinde yaşananlar karşısında AB’nin bu ülkeleri tanıma

konusunda içine düştüğü durum ve barışın NATO bombardımanı ve ABD arabuluculuğu

vasıtasıyla gelmesinin ODGP üzerinde yarattığı etki ele alınmıştır. Aynı bölüm içerisinde

Kosova sorunu da yerleştirilerek 1999 yılına kadar olan süreç kesintiye uğratılmadan

incelenmiştir. AB’nin bölgeye yönelik politikasının dönüm noktası olan Kosova Krizi’nin

ODGP’ye etkisi ve üye devletlerin tutumları ayrı başlıklar altında toplanmıştır.

9

Page 13: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Çalışmanın ikinci bölümü, Dayton Barış Anlaşması sonrası AB’nin bölgeye yönelik

geliştirdiği politikalarla ilgilidir. Bu kapsamda, Royaumont Süreci ve Bölgesel Yaklaşım

Politikası’na genel hatlarıyla değinildikten sonra 1999 sonrasındaki iki önemli girişim, İstikrar

Paktı ve İstikrar ve Ortaklık Süreci ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Özellikle AB’nin

sürmekte olan İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin gelişim süreci üzerinde durularak AB’nin Batı

Balkan Ülkeleri’ne verdiği üyelik perspektifi ele alınmıştır.

Üçüncü bölüm, ikinci bölümde yer alan İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin ülkelere

yönelik ayrı ayrı geliştirdiği politikalar kapsamında AB ile kurulan ilişkiler ve ülkelerin

mevcut siyasi durumları ile AB stratejileri göz önüne alınarak hazırlanmıştır. AB’nin İstikrar

ve Ortaklık Süreci içerisinde yer alan beş ülkenin AB ile ilişkisinin incelendiği bölümler,

ülkelerin kendine has sorunları ve AB’nin bu sorunlar karşısındaki tutumlarını içermektedir.

Çalışmanın son bölümü, AB dış politikası ve güvenliğine Batı Balkanlar’ın etkisinin

genel bir bakışla değerlendirmesini içermektedir. Batı Balkanlar’ın ODGP’ye etkisinin

yorumlanmasının yanı sıra AB dış politikasının iki önemli parçası genişleme politikası ve

Transatlantik ilişkileri kapsamında ayrı bir inceleme yapılmıştır. Son olarak Avrupa Güvenlik

ve Savunma Politikası’nın gelişim sürecinde Batı Balkanlar faktörü ve somut girişimler ele

alınarak Avrupa güvenliğine Batı Balkanlar’ın etkisi ortaya konulmaya çalışılmıştır.

10

Page 14: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

I. BALKAN KRİZLERİNDE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TUTUMU

Avrupa kıtası tarihinde Balkanlar adının savaşlarla birlikte anılması alışılagelmiş bir

durumdur. Bölgenin bu unvana sahip olmasının nedenleri arasında ilk sırayı coğrafi önemi

alırken, en az onun kadar önemli bir diğer neden ise bölgenin çok farklı etnik grupları bir

arada bulundurmasıdır.1990 sonrası değişen düzende bu etnik farklılıklar yeni bir çok savaşın

temel nedeni olmuş ve Balkanlar tarihinde bir kez daha adını savaşlarla duyurmuştur.

Balkanlar, 1990 sonrası dönemde savaşlarla boğuşurken hemen yanı başında yeni bir

yapılanma dünya siyasetinde etkili olabilmek adına uğraşıyordu. 1993’ten itibaren Avrupa

Birliği adını alan ve dünyanın belli başlı büyük güçleri olma iddiasını taşıyan devletleri

bünyesine barından bu yapılanmanın Balkan krizlerindeki tavrı, onun ilk ciddi dış politika

sınavındaki notunu belirleyecekti. Maastrich Antlaşması ile oluşturduğu yeni yapılanması

içindeki Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın inandırıcılığı ve bir anlamda da geleceği bu

tavra bağlıydı. Avrupa Birliği’nin Bosna ve Kosova krizlerinde oynadığı rol ve geliştirdiği

stratejiler bölgenin geleceğinden çok kendi geleceği açısından önem kazanıyordu. Bu nedenle

Balkan krizleri ve AB politikaları incelenirken bu ayrım dikkate alınacaktır.

A. 1990 Sonrası Dönemde Balkanlar’da İlk Savaş: Yugoslavya’nın Parçalanması

Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından Orta ve Doğu Avrupa’da bağımsız olan devletler

Batı Avrupa ülkelerinin dikkatini çekmeye başladı. O zamana kadar Sovyet bloğu içerisinde

yer almış ve komünist sistemle yönetilmiş bu ülkeler Batının ilgisini özel olarak çekmiyordu.

Batı için Yugoslavya tek bir devletti ve komünist blokla arasında bir tampon bölgeydi. 1990

sonrasında Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerin bağımsız olarak Avrupa kıtası içerisinde

11

Page 15: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yer alması yeni bir olgu olmuştur. Sadece yeni kurulan devletler değil aynı zamanda rejim

değişikliği yapan devletler ile Avrupa’nın bu yeni düzeni, Batı tarafından kaçırılmaması

gereken bir fırsat olarak görüldü. Avrupa kıtası böylelikle bir bütün olarak AT tarafından

temsil edilebilir ve bu AT’nin uluslararası ilişkilerde yerini güçlendirirdi. Bu nedenlerle yola

çıkan Topluluk, o dönemde kuruluşundan bu yana gerçekleştirmeye çalıştığı bir ideali, siyasi

birlik olma isteğini böylece gündeme getirebilirdi. Bu düşünceler AT’nin ilk politikalarında

kendini gösterecektir.

1. AT’nin Yugoslavya Krizindeki İlk Girişimleri: Soğuk Savaş’ın ardından AT’nin

Yugoslavya’ya bakışı öncelikle ülkenin toprak bütünlüğünün korunması ve Batı sistemine

mevcut haliyle entegre edilmesi yönündeydi. AT bu nedenle 1991 yılında Hırvatistan ve

Slovenya’nın bağımsızlıklarını ilan etmelerinin hemen ardından “Yugoslavya’nın toprak

bütünlüğünü” desteklediğini beyan etmiştir.10 Bunun yanı sıra Topluluk, Yugoslavya federal

hükümetine ekonomik yardım sözü vermiş ve Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlığını

açıklamasından sadece bir gün sonra bu sözünü yerine getirerek federal hükümete 850 milyon

dolar kredi sağlamıştır.11 AT’nin krizin başında takındığı bu tavır, sorunun en kısa yoldan

çözümüne yönelikti. Ayrılıkçı harekete karşı olmak ve mevcut devletin toprak bütünlüğünü

destekleyen açıklamalarda bulunmak etnik yapısı son derece karmaşık olan bir bölgede

çatışmanın büyümesini önlemek açısından kimi zaman etkili olan bir yöntemdir.

a. AT Troykası: AT ülkeleri, krizin başlangıcında, bu tek taraflı bağımsızlık

girişimini tanımamanın yanı sıra diplomatik yardımla ve ekonomik destek programlarıyla

krizi kontrol altında tutabilecekleri inancındaydılar. Bu nedenle AT ilk resmi girişim olarak

10 Martin Holland, European Communitiy Integration, St Martin’s Press, New York, 1992, s.136. 11 Kostas G. Messas, “Failure in Former Yugoslavia: Hard Lessons for the European Union,” Crises in the Balkans, ed. Constantine P. Donopokilos and Kostas G. Messas, Westview Press, Colorado, 1997, s.312.

12

Page 16: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AT troykasını kullanma yolunu seçmiştir.12 AT’nin ülkeyi bir arada tutma girişimi Haziran

1991’de AT troykasının çalışmalarını başlatmıştır. Troyka, öncelikle 30 Haziran’da

Slovenya’da ateşkes ve Yugoslavya’nın geleceği hakkında anlaşmaya varmak için üç aylık

moratoryum yapılması çağrısında bulunmuştur. AT’nin sunduğu ateşkes planı içinde

Yugoslav Federal Ordusunun geri çekilmesi ve Slovenya’nın bağımsızlık deklarasyonu

uygulamasına üç ay ara vermesi yer almıştır. Ağustos ayının başında Federal Ordu,

Slovenya’dan geri çekilmiştir.

Troyka, ateşkes çağrısını Slovenya’dan sonra Hırvatista’a yapmıştır. Federal Ordu

işgali altındaki Hırvat topraklarından çıkmayan Sırplara yönelik ekonomik yaptırımlar ve

politik izolasyon tehdidinde bulunmuşlardır.

Tüm girişimlere rağmen Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jacques Poos, İtalya Dışişleri

Bakanı Gianni de Michelis ve Hollanda Dışişleri Bakanı Hans van den Broek’dan oluşan AT

troykasının Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsız olma isteklerini engelleme girişimi

başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ateşkes ve moratoryum ilan edilmesi yolundaki girişimleri de

sonuca ulaşamamıştır. Troyka’nın Hırvatistan ve Slovenya’yı ikna etmedeki başarısızlığı

sadece AT’nin bölgeyi ve görevini iyi tanımlayamama suçlamasını değil aynı zamanda

AT’nin bu devletleri tanıyıp tanımama ikilemi içine girmesini doğurmuştur.13 Bununla

birlikte, troyka, süregelen çatışmaları sona erdirmek amaçlı bir görüşme yapılması için tüm

tarafları bir araya gelmeye ikna edebilmiştir.

b. Lahey Görüşmeleri14 ve Badinter Komisyonu: Taraflar 7 Eylül 1991’de,

başkanlığını eski İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Carrington’un yaptığı AT destekli bir barış

konferansı için Lahey’de bir araya gelmişlerdir. Lord Carrington, konferansta herhangi bir

12 Ben Soetendorp, Foreign Policy in the European Union, Longman, New York, 1999, s.140. 13 Dimitris Papadimitriou , “The EU’s Strategy in the Post-Communist Balkans,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.1, No.3, (September 2001), s.80. 14 Lahey görüşmeleri, Hollanda’nın Hague şehrinde yapıldığı için “Hague Süreci” adıyla da anılmaktadır.

13

Page 17: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

arabulucu anlaşmanın iki ilkeye dayanacağını açıklamıştır. Bu ilkeler; iç sınırların ulusal veya

uluslararası bir güç tarafından değiştirilemeyeceği ve azınlık haklarının garanti edilmesiydi.15

Konferansta taraflar kendi görüşlerini karşı tarafa sunmuşlardır. Lahey görüşmelerinde

AT tarafı, Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerin mevcut sınırlarının uluslararası sınır olma

önerisini Sırp tarafına kabul ettirememiştir. Sırp tarafının getirdiği “Mini Yugoslavya”16

önerisi ise taraflarca kabul görmemiştir. Sonuçta, konferansta taraflar arasında uzlaşma

sağlanamamıştır. Bununla birlikte, konferans sonunda yayınlanan deklarasyonda görüşmeler

süresince çözüme ulaşılamamış konuları ele almak için bir “Hakem Komisyonu” kurulduğu

belirtilmiştir. Hakem komisyonunun bir diğer görevi ise Hırvatistan ve Slovenya’ya yönelikti.

Sırp tarafının uzlaşmadan uzak görüntüsü ve bölgeden gelen yeni çatışma haberleri,

AT’nin Yugoslavya krizi karşısındaki tutumunun değişmesine neden olmuştu. AT, diplomatik

girişimlerin başarısızlığı sonucunda, bağımsızlıklarını ilan eden devletlerin tanınabileceği

yönünde mesajlar vermeye başlamıştır. Bu amaçla Hırvatistan ve Slovenya’nın,

bağımsızlıkları için yeterliliklerini değerlendirmek amacıyla hakem komisyonunun

görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır.

16 Aralık 1991’de Genel İşler Konseyi tarafından toplanan Hakem Komisyonu,

Hırvatistan ve Slovenya’nın demokrasi ve insan hakları itimatnamesini değerlendirmiştir.

Fransız Hukukçu Robert Badinter başkanlığındaki bu komisyona Badinter Komisyonu adı da

verilmektedir. Komisyonun hazırladığı raporda söz konusu ülkelerin 15 Ocak 1992’de

tanınabileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte raporda Hırvatistan’ın azınlık haklarına saygı

konusunda ciddi sorunlar yaşadığı ve bu konunun şüphe uyandırdığı da raporda

belirtilmekteydi.17

15 Messas, op. cit., s. 314. 16 Mini Yugoslavya önerisi , Sırbistan, Karadağ ve Federasyon içinde kalmak isteyen diğerlerini içeriyordu. Bunun kapsamına özellikle Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki Sırp otonom bölgeleri girmektedir. 17 Papadimitriou, op. cit., s.80.

14

Page 18: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Lahey konferansının Badinter Komisyonu’nu görevlendirmekten başka kaydettiği en

önemli sonucu AT üzerinde olmuştur. Sırp tarafının tavrını gören AT, diplomatik çabaları

yanında ekonomik yaptırımları devreye sokmuş ve 12 Kasım 1991’de Yugoslavya’ya karşı

ekonomik yaptırım kararı almıştır.18 Sırp tarafının konferans sürecince kararlara itiraz etmesi

ve barış girişimlerini, etnik azınlıkların tekliflerini reddederek ve referandumla sınırları

değiştirme hakkına sahip oldukları konusunda ısrar ederek, engellemesi onların savaştan

birinci derecede sorumlu tutulmalarına sebep olmuştur. AT, Sırp tarafının gücünü kırmak

amacıyla BM Genel Konseyi’ndeki ülkeleri, İngiltere, Fransa ve Belçika aracılığıyla petrol

ambargosu uygulanması konusunda BM’i cesaretlendirmiştir.

Tüm çabalara rağmen Lahey Komisyonu taraflar arasında ateşkesi sağlayamamıştır.

Hem diplomatik hem de ekonomik yolları kullanan AT ise üstlendiği görevde başarısız

olmuştur. Badinter Komisyonu kararı ile de yeni bir politika geliştirerek “bağımsızlıklarını

ilan eden devletleri tanıma” yoluna gitmiştir.

2. AT içinde Tanıma Sorunu: AT’nin diplomatik arabuluculuk çabasından sonra

giriştiği “tanıma politikası” büyük ölçüde Almanya’nın yoğun baskısının sonucunda gelinen

bir noktaydı. Almanya, topluluğun belirlediği 15 Ocak tarihini beklemeden 23 Aralık 1991’de

daha Badinter raporu bile yayınlanmadan Hırvatistan ve Slovenya’yı tanımıştır. Almanya’nın

bu davranışı tesadüf değildir. Almanya bu yolla 1990 sonrası dönemde AT içinde ağırlığını

daha fazla hissettirmek ve liderlik rolünü oynamak istemiştir.19 Ayrıca Yugoslavya krizinde

AT içinde en aktif politika yürüten devlet olan Almanya’nın Slovenya ve Hırvatistan ile tarihi

ve kültürel bağları vardı. Bu nedenle Almanya, her iki ülkenin bağımsızlığının tanınması için

18 Holland, op. cit., s.137. 19 Bağcı, op. cit., s.53.

15

Page 19: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AT içinde en çok istekli olan ülkeydi. Hatta bu isteği onu kimi zaman AT içinde tehditkar bir

tavır takınmaya kadar götürüyordu.20

Almanya’nın karşısında ise Avrupa’nın diğer iki güçlü ülkesi Fransa ve İngiltere yer

almaktaydı. Bu iki ülkenin Yugoslavya krizinde ortak bir politika izlediği söylenemez. Ne var

ki Almanya’ya karşı politikaları benzerdi. Her iki ülke de Almanya’nın tanıma konusundaki

baskısını yersiz bulmaktaydılar. Almanya’nın tanıma konusundaki yoğun baskısına karşı AT

içine direnen İngiltere ve Fransa, 1989 yılında birleşmiş olan Almanya’nın kendi içinde ortak

dış politika yürütmede sorun yaşamadığını görmüş ve bu ülkenin yeniden güçlenerek Avrupa

içinde etkin hale gelmesinden endişe etmiştir. İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği diğer AT

ülkeleri, Almanya’nın Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını tanımasını yerinde olmayan

ve aceleci bir tutum olarak değerlendirmişlerdir.21 Buna rağmen AT, Almanya’nın açtığı

yoldan ilerlenmiş ve önce 15 Ocak 1992’de Hırvatistan ve Slovenya’yı ardından da 17 Nisan

1992’de Bosna-Hersek’i tanımıştır.

Almanya’nın AT’den önce bu iki ülkeyi tanıması, ortak dış politikanın zayıflığını

ortaya koymuştur. Krizin başından itibaren ortak hareket etmeye çalışan AT, dış politika

konularında ortak hareket etmenin zorluğunu Almanya’nın bağımsız tavrıyla bir kez daha

yaşamıştır. Almanya’nın baskısı zamanlama açısından tarihi Maastrich Antlaşması ile denk

düşmüştür. 7 Şubat 1992’de imzalanan Antlaşma içindeki Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

daha oluşum aşamasında Almanya’nın Hırvatistan’ı tek başına tanıma tehdidiyle bozulma

tehlikesi ile yüz yüze gelmiştir. Bu aşamaya gelmek için çok uğraşan Avrupalı devletler ise

Almanya’nın tehdidine boyun eğmek durumunda kalmışlardır.

Krizin başında değişen AT politikası ve peşinden gelen Yugoslavya federasyonundaki

devletlerin bağımsız olma isteğinin Avrupa tarafından onaylanması, bundan sonraki sürece

20 Erhan Türbedar, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Balkanlar ve Avrupa Birliği,” Stratejik Analiz, C.3, S.4, (Şubat 2003), s.66. 21 Başak Kale, “Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası: Çelişkiler İçinde Bir Yanılsama,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM, Ankara, 2001, s.298.

16

Page 20: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AT’nin dış politikasına karşı güven eksikliği şeklinde yansımıştır. Uluslararası çevrelerde

AT’nin bağımsızlığı onaylaması ile kısa süre sonra patlak verecek olan Bosna savaşı arasında

ilişki kurulması, AT’nin yanlış politika izlediği ve savaşın gidişatı açısından tetikleyici rol

oynadığı yorumlarının yapılmasına da neden olmuştur. Dahası yeni kurumsallaştırılmaya

çalışılan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın güvenirliği açısından AT, baştan sorunlar

yaşamaya başlamıştır.

3. Yugoslavya Krizinde AT Dış Politikasının Değerlendirilmesi: Yugoslavya’da

çıkan bu ilk krizde AT’nin izlediği dış politikayı tek kelimeyle özetlemek gerekirse

“isteksizlik” son derece uygun düşecektir. Bu isteksizliğin temel nedeni AT’nin dış politikada

ortak hareket edebilme kabiliyetine karşı, üye devletlerdeki inançsızlıktan kaynaklanıyordu.

Bu nedenle AT ülkelerinin krize bakış açısı milli çıkarları doğrultusunda olmuştur.

Topluluğun da kriz boyunca ortak politika yürütememesi, devletlerin kendi politikalarını

geliştirmesinde etkili olmuştur.

AT üyesi ülkelerin Yugoslavya krizinde izledikleri dış politikaların birbirinden farklı

noktalarda olması bir gerçeği de ortaya koymaktaydı. Soğuk Savaş sonrası dönemde ilk ciddi

dış politika sorunuyla karşı karşıya gelen topluluk içinde “ortak ses”in oluşamaması

topluluğun küresel bir güç olmaktan çok uzak olduğunu göstermekteydi.

1990 sonrasında uluslararası ortamda art arda gelen değişimler karşısında AT kendine

bir yön bulmakta zorlanmıştır. Küresel bir güç olmanın öncelikle bölgesel bir güç olmaktan

geçtiği gerçeğine rağmen AT, ilk bölgesel krizde etkisizliğini gözler önüne sermiştir. Bununla

birlikte krizin başlangıcında AT’de ve ABD’de krizin bir Avrupa sorunu olduğuna dair tam

bir görüş birliği vardı. Çatışmaların yoğun bir şekilde yaşanmaya başladığı zaman bile AT,

soruna çözüm bulabileceği inancındaydı. ABD’nin de o dönemde Irak’ta operasyon yapıyor

17

Page 21: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

olması, Balkanlar’da yaşanan krizinin Avrupa’ya havale edilmesini tetikleyen bir faktör

olmuştur.

Yalnız gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek vardı; Soğuk Savaş sonrasında

yaşanan Avrupa kıtası içerisindeki bu ilk kriz Avrupa’da yeni güç kırılmalarını beraberinde

getirebilirdi.22 Avrupa kıtası, tarihinde birçok kez yaşadığı gibi milliyetçilik akımlarının

etkisiyle yeni savaşlara sürüklenebilirdi. Tüm bu ihtimallere karşı topluluk kurmuş olan

Avrupa birlikte hareket edebildiğini hem kendine hem de dünyaya kanıtlamak durumundaydı.

Fakat AT bir taraftan kendi içinde ortak karar çıkarmakta zorlanırken bir taraftan da karşı

karşıya kaldığı bu ilk krizle baş etmeye çalışıyordu.

AT’nin krizi önlemek adına attığı somut adımlar23 çatışmalara nasıl müdahale

edileceği konusunda üye devletler içinde tartışmalara yol açmıştır. Kriz konusunda etkili

çözümler getirmek için BAB’ın devreye sokulması da ayrı bir tartışma konusu olmuştur. AT

üye devletleri arasındaki fikir ayrılıkları oluşturulmaya çalışılan Ortak Dış ve Güvenlik

Politikası’nın yara almasına neden olmuştur. 1993 yılında bu politika yürürlüğe girdiğinde

hükümetlerarası niteliğiyle AB’nin etkisiz bir parçası olacaktır.

AT üyeleri arasında askeri önlemler konusunda görüş birliğine varılamaması, BM’nin

devreye sokulmasını gündeme getirmiştir. Böylece AT, bundan sonraki süreçte devre dışı

kalmış ve AT üyesi ülkeler BM çatısı altında bölgeye müdahale etmeye başlamışlardır.

BM’nin Yugoslavya krizine dahil olmasıyla AT, uluslararası alanda kendini kabul ettirme

konusunda büyük bir fırsatı da kaçırmıştır.

AT’nin Yugoslavya’da çıkan 1990 sonrası ilk krizde bölgeyi anlamakta zorlanması ise

ortak dış ve güvenlik politikası için gerekli olan ortak paydanın zayıflığının görülmesine

22 Trevor C. Salmon, “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and Yugoslavia, 1990-1992,” International Affairs, C.68, No.2, (Nisan 1992), s.248. 23 AT’nin krizin patlak verdiği 1991 yılında attığı ilk adım, Avrupa Topluluğu Gözlemci Misyonu adıyla silahlı olmayan güçlerden oluşan ateşkes denetleme birimi oluşturmak olmuştur. Gözlemciler aynı zamanda arabuluculuk girişimlerine katkıda bulunmuşlardır. AT, daha sonra Fransa’nın önerisi ile BAB’ı devreye sokmak istemiş ve çalışma grubuna lojistik destek sağlamak için BAB kullanılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ben Soetendorp, Foreign Policy in the European Union, Longman, New York, s.141-142.

18

Page 22: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

neden olmuştur. AT’nin bölge ülkelerini tanıyıp tanımama konusunda yaşadığı kararsızlık ve

fikir ayrılıkları çok daha önemli bir konunun gözden kaçırılmasına neden olmuştur.

Balkanların kendine has özelliği nedeniyle bölgede atılan bir adımın nasıl sonuçlanacağı

düşünülmemiş ve AT’nin Avrupa’nın bu bölgesine karşı bir gelecek planlaması yapmadığı

ortaya çıkmıştır. AT’nin 1991 ve 1992 yıllarında gösterdiği kararsız tutumu, onu devam eden

süreçte olayların dışına itmiştir.

B. Balkanlar’da Yeni Bir Savaş Alanı: Bosna-Hersek

Hırvatistan ve Slovenya’nın tanınmasının ardından AT, Nisan 1992’de Bosna-

Hersek’i bağımsız bir devlet olarak tanıdı ve tanımanın hemen ardından savaş Bosna-

Hersek’e sıçradı. AT’nin Bosna-Hersek’i tanıması için gerekli olan referandum koşulunu

gerçekleştirmek amacıyla, 29 Şubat-1 Mart 1992 tarihlerinde Bosna-Hersek’te referandum

yapıldı. Referandumda Bosnalı Müslümanlar ve Hırvatlar tam bağımsızlıktan yana tavır

takınırken Bosnalı Sırplar, Bosna-Hersek’in Yugoslavya Federasyonu içerisinde kalması için

referandumu boykot ettiler. Buna rağmen referandumla gelen bağımsızlık deklarasyonunun

ardından hem ABD hem de AT, 6 Nisan 1992’de Bosna-Hersek’i tanıdılar.24

Bosna-Hersek’in uluslararası alanda tanınmasının hemen ardından başkenti

Saraybosna, Sırp kontrolü altındaki Federal Ordu tarafından kuşatılmıştır.25 Saraybosna’nın

kuşatılması, Balkanlar’da uzun süren bir gerginliğin başlamasına neden olmuştur. Şehrin üç

ayrı etnik grubu bünyesinde bulundurması, savaşan tarafların artabileceğine işaret ediyordu.

Bu nedenle kuşatmanın bir an önce sona erdirilmesi amacıyla AT, BM ile birlikte hareket

ederek kısa sürede diplomatik girişimlere başlamış ve Sırplara yönelik ekonomik ambargoyu

24 N. Aslı Şirin, “Balkans in the Post Cold War Era: Quest For Stability and the European Union,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2003/8, İstanbul, s.92. 25 Ibid.

19

Page 23: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

devreye sokmakta geç kalmamıştır. Ne var ki Balkanlar’da savaş öncesi duruma dönmek

kadar savaşı sona erdirmek de zordu.

Bosna-Hersek’in de federasyondan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesi ve bu

bağımsızlığın AT tarafından tanınması, hem Balkanlar açısından hem de AT dış politikasının

oluşum sürecine etkisi bakımından önemli bir noktadır. 1992 ile 1995 yılları arasındaki süreç

şüphesiz ki barışın sağlanması açısından zor geçmiştir. 1995 yılında gelen barış, bölgenin ve

savaşın yayılmasından ve dolayısıyla muhtemel bir göçten endişe duyan Avrupa’nın rahat

nefes almasını sağlamıştır. Fakat bölgeye barış getiren anlaşma, savaştan zarar gören Avrupa

yerine ABD girişimleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu sonuç AT’nin krizi çözmek için

girişimde bulunmaması anlamına gelmemekle birlikte, girişimlerinin etkisiz olduğu gerçeğini

de ortadan kaldırmamaktadır.

1. Bosna-Hersek Krizinde AT’nin Diplomatik Girişimleri: AT’nin Bosna-

Hersek’in tanınması için referandum koşulunu öne sürmesinin ardından, Bosna-Hersek’in

geleceği hakkında konuşmak için, 13 Şubat 1992’de Saraybosna’da, AT tarafından

görevlendirilmiş olan Lord Carrington başkanlığında Boşnak, Hırvat ve Sırp temsilciler bir

araya geldiler.26 22-23 Şubat’ta Lizbon’da AT temsilcileriyle yapılan son görüşmelerde

tarafların varabildikleri tek sonuç, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin dış sınırlarının

korunması, iç sınırlarda ise etnik çeşitlilik bağlarının güçlendirilmesi için taraflara sorumluluk

verilmesi olmuştur.27 Çözümden uzak bu soyut ifadeler yaklaşık bir hafta sonra

gerçekleştirilecek olan referandum öncesinde tarafların da birbirlerinden ne kadar uzak

olduğunu gösteriyordu. Sonuçta 29 Şubat-1 Mart tarihlerinde gerçekleştirilen referandumu

26 Keesing’s Record of World Events, News Digest for February 1992, Vol.38, No.1, s.38779. 27 Ibid.

20

Page 24: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Sırplar boykot etmiş ve Sırp lider Rodovan Karadzic, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını

tanımayacağını ilan etmiştir.28

AT’nin Bosna-Hersek seçimlerini, batı demokrasilerinin ve topluluk politikasının bir

gereği olarak uygulatmasının ardından geliştirdiği politika, üç etnik grubun AT himayesinde

yapılacak görüşmelerde anlaşmaya varmalarıydı. Bu nedenle AT konseyi Mart ayında

konferans yapmaya ve yeniden yaptırım politikasını uygulamaya karar verdi.29 18 Mart’ta

yapılan bu konferansta taraflar, AT himayesinde, cumhuriyetlerin sınırları konusunda

anlaşmaya varabilmek için görüşmelere başlamaya karar verdiler.30

AT, bölgede barışı sağlayacak bir çözüm için taraflarla görüşmeleri sürdürürken,

bölgede hiçbir olumlu gelişme sağlanmaması onu farklı yollar denemeye sevk ediyordu. AT

dışişleri bakanlarının 2 Mayıs’ta Portekiz’de yaptıkları toplantıda Fransızların öne sürdüğü,

insani yardım, BM ile işbirliği yapma ve diplomatik çabaların güçlendirilmesi önerileri kabul

edildi. Dışişleri bakanları toplantısını takiben 11 Mayıs’ta yayınlanan AT deklarasyonunda

JNA’nın Bosna-Hersek’ten çekilmesi, Saraybosna havalimanının yeniden açılması talep

edildi ve uluslararası izolasyon ve yaptırım tehdidinde bulunuldu.31 AT’nin diplomatik

girişimlerinin sonuç vermemesi, bundan sonraki barış görüşmeleri sürecinde BM ile hareket

etmesine neden olacaktır.

AT, diplomatik girişimlerine Ağustos 1992’de BM ile koordinasyon halinde

düzenledikleri Londra Konferansı ile devam etmiştir. İngiltere tarafından organize edilen

konferans, Bosna-Hersek’in sınır sorunlarını ele alan barış anlaşması sürecini yönlendirecek

kuralları belirlemiştir. Bunun için tarafların derhal düşmanlıklarını bırakması, sorunların

çözümü için düşmanca davranışlardan kaçınması, azınlıklar da dahil olmak üzere birbirlerine

karşı saygı duymaları ve nihai anlaşmaya kadar mevcut anlaşmalara uyularak sınırların

28 Ibid. 29 Hazel Smith, European Union Foreign Policy: What It is and What It does, Pluto Press, London, s.255. 30 Keesing’s Record of World Events, News Digest for March 1992, Vol. 38, No.3, s.38832. 31 Keesing’s Record of World Events, News Digest for May 1992, Vol.38, No.5, s.38918.

21

Page 25: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

korunması kararları alınmıştır.32 Genel olarak konferans sonuçlarına bakıldığında son derece

soyut ve tamamen tarafların inisiyatifine bağlı olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Londra

Konferansı’nda kabul edilen bu temel ilkeler, anlaşmanın sağlam bir zemine oturması için

şarttı. Daha sonra yapılan anlaşmalarda Londra Konferansı’nda belirlenen temel ilkeler esas

alınmış ve bu ilkelere atıf yapılmıştır.

Londra Konferansı’nda barış anlaşması sürecinin ilkeleri belirlendikten hemen sonra 3

Eylül 1992’de Yugoslavya hakkında devamlı konferans süreci Cenevre’de başladı. Süreç esas

itibariyle son derece düzenli yürütülen bir “konferans diplomasisi”ydi.33 Görüşmelere Bosna-

Hersek’teki üç etnik grubun liderleri katılmayı kabul ettiler. Fakat görüşmelere birlikte

katılmayı reddettiler. Görüşmelerde AT’yi Lord Owen, BM’i Cyrus Vance temsil ettiler.

Cenevre görüşmeleri AT-BM ortak girişimi olduğu için bu iki isim görüşmelere ortak

başkanlık etmiştir.

Cenevre görüşmeleri kapsamında, Ocak 1993’de Vance-Owen planı ortaya konularak

temel amaç olan barışı sağlama yolunda bir adım atılmıştır. Vance-Owen Planı, temel hatları

itibariyle Bosna-Hersek’i on kantona bölüyordu. Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar bu on

kantondan üçünü alıyor, geriye kalan tek kanton ise başkent Saraybosna oluyordu. Planda

Saraybosna’dan “açık şehir” olarak bahsediliyordu. Devletin %49’u Sırp kontrolüne

veriliyordu. Hırvatlar, Batı Hersek’i geri kalanı ise Boşnaklar alıyordu. Kantonlar kendi

sınırları içinde hükümet konumundayken uluslararası hukuki kişiliğe sahip değillerdi.

Saraybosna, AB-BM denetimi altında askerden arındırılmış statüye sahip olacaktı.34

Vance-Owen planı; Avrupalılar, Hırvatlar ve Miloseviç tarafından desteklenirken,

Amerikalılar, Boşnaklar ve Bosna Sırpları tarafından reddedilmiştir. ABD Başkanı Bill

Clinton Vance-Owen planının “etnik temizlik”i ödüllendirdiğini belirtmiş35 ve ABD hükümeti

32 Messas, op. cit., s.317. 33 Brian White, Understanding European Foreign Policy, Palgrave, London, 2001, s.109. 34 Messas, Ibid. 35 Keesing’s Record of World Events, News Digest for Feburary 1993, Vol.39, No.2, s.39327.

22

Page 26: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

barış anlaşmasında olması gerekenleri açıklamıştır.36 Balkanları, “Avrupa sorunu” olarak

gören ABD’nin konuyla ilgilenmeye başlaması, yeni bir politikanın başladığının daha doğrusu

eski politikanın terk edildiğinin göstergesidir.

Vance-Owen planının açıklandığı Ocak ayından, Bosnalı Sırplar tarafından Mayıs

ayında reddedilişine kadar geçen süre içinde barışı sağlamak için AB, diplomatik yolların

tümünü kullanmıştır. Zaman içinde çeşitli değişimlere uğrayan planın askeri bölümü 3

Mart’ta, harita bölümü ise 25 Mart’ta, İzzetbegoviç tarafından imzalanmıştır. Bosnalı

Hırvatlar ise planın uygulanması açısından geçici hükümetin resmi olmayan düzenlemesi ile

ilgili kısmı 25 Mart’ta imzalamıştır. Sırplar anlaşmayı imzalamak için referanduma gitme

kararı almıştır. 26 Mart’ta AB, Bosnalı Sırpların anlaşmayı reddetmesini önlemek için

Sırbistan-Karadağ’a topyekün izolasyon tehdidinde bulunmuştur. 37

AB’nin diplomatik baskısı ve Sırp Cumhuriyeti’nin planı kabul etmesi, Bosnalı

Sırpların barışı reddetmesine engel olamamıştır. Sırpların barış planını reddetmesinin

ardından, 25 Nisan’da AB Dışişleri Bakanları Danimarka’da bir araya gelmişlerdir.

Toplantıda, Sırplara yönelik uygulanan silah ambargosuna devam edilmesi kararı alınmıştır.

AB’nin bundan sonraki süreçte politikaları ambargoları ve uluslararası baskıyı arttırarak

Sırpları barışa zorlama yönünde olmuştur. Bu nedenle AB, BM yaptırımlarını da kendi

yükümlülüğü altında görmeye başlamıştır.

AB’nin yaptırımları arttırması, Bosnalı Sırplar üzerinde etkili olamamıştır. Mayıs ayı

boyunca Sırplar plan üzerinde düşünmüş fakat 15 Mayıs’ta plan bir kez daha reddedilmiştir.

22 Mayıs’a gelindiğinde ise artık büyük umutlarla başlanan Vance-Owen planı, uluslararası

toplulukta kabul görmez olmuştur.38 Planın rafa kaldırılmasının nedeni yeni bir planın

36 ABD’nin önerileri için bkz. Keesing’s Record of World Events, News Digest for Feburary 1993, Vol.39, No.2, s.39345. 37 Messas, op. cit., s.318; Keesing’s Record of World Events, News Digest for March 1993, Vol.39, No.3, s.39375. 38 Gareth M. Winrow, “The Internatinal Community and the Crisis in the Balkans,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 1993/1, İstanbul, s.161.

23

Page 27: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

gündeme getirilmesidir. “Güvenli Bölgeler” Planı yada diğer adıyla Washington

Deklarasyonu, 22 Mayıs 1993’te ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İspanya dışişleri

bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Bakanlar bu anlaşmanın Vance-Owen planını

ortadan kaldırmadığını ilan etseler de plan uluslararası toplumda çoktan gözden düşmüştü.

Washington deklarasyonu öncesinde, ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher’ın

Avrupa devletlerini gezerek, Vance-Owen planının uygulanmasına ve Sırplara yönelik hava

harekatına destek bulmayı amaçlamıştı. Fakat Fransa ve İngiltere bölgedeki kuvvetlerinin

zarar görmesinden endişe ederek bu teklifi geri çevirmişlerdir.39 Hava saldırısı yerine,

Bosna’da sınır bölgelerinde, BM denetimi altında güvenli bölgeler oluşturulması fikri

benimsenmiştir.

Bir AB girişimi olmayan fakat AB’nin üç önemli devletinin içinde bulunduğu bu

girişim sonuç vermemekle birlikte AT dış politikasının ne durumda olduğunu göstermek

açısından önemlidir. Ortak dış ve güvenlik politikasını oluşturma sürecinde olan AB içinde

ortak çıkarın olmaması ve özellikle Almanya’nın ODGP’yi engelleme tehditleriyle ulusal

çıkarı yönünde sert politikalar izlemesi, barış anlaşmasına da yansımış ve Almanya, “güvenli

bölgeler” planını, 25-26 Mayıs’ta yapılan NATO savunma bakanları toplantısında

reddetmiştir.

Vance-Owen planının başarısızlığının ardından Cenevre görüşmeleri, Haziran ayının

başında yeniden başlatıldı. AB tarafını temsil eden Lord Owen ve BM tarafını temsil eden

Thorvald Stoltenberg’in başkanlık yaptığı görüşmelerde bir araya gelen taraflara yeni bir plan

sunuldu. Owen-Stoltenberg planı olarak adlandırılan bu yeni planda, nüfusun %44’ünü

oluşturan Müslümanların toprak payı %30’da kalıyor ve birbirlerine koridorlarla bağlı dört

parçadan oluşuyordu. Parçalardan biri olan Mostar ise AB yönetimi altına veriliyordu.40

39 Ibid. 40 Owen-Stoltenberg planının ayrıntıları için bkz. Keesing’s Record of World Events, News Digest for June 1993, Vol.39, No.6, s.39425-39446.

24

Page 28: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Bosnalı Müslümanların lideri İzzetbegoviç, planı, etnik temizliği güçlendirdiği ve 1992

Londra Konferansı ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle reddetmiştir.

Görüşmelerin tamamlanmasının ardından 20 Haziran’da, Kopgenhag zirvesinden önce

AB Dışişleri bakanlarıyla Lord Owen arasında bir görüşme yapıldı ve yayınlanan

deklarasyonla İzzetbegoviç’in zirveye katılacağı ilan edildi. Deklarasyonda ayrıca, Owen-

Stoltenberg planına güven vurgulanarak Sırp ve Hırvatlar tarafından dikte edilen sınır

çözümünün kabul edilemez olduğu ve Londra Konferansı ilkelerine uyulması gerektiği

belirtildi.41

Devam eden Cenevre görüşmelerinde ortaya çıkan kesin sonuç tarafların uzlaşmaya

varmak için daha fazla devam etmek istemeyişleri olmuştur. Bu nedenle 29 Kasım’da yapılan

konferansta, Owen ve Stoltenberg görüşmelere ara verdiler. Görüşmelere ara verilmeden önce

22 Kasım’da, AB’nin bölge için yeni bir strateji belirlediği ilan edilmiştir. Lüksemburg’ta

yapılan AB dışişleri bakanları toplantısında belirlenen stratejiye göre; AB, “havuç ve sopa”

yaklaşımını Bosnalı Sırpları barış görüşmelerine çekmek için kullanacaktı.

Lüksemburg stratejisi, Fransız dışişleri bakanı Alain Juppe ve Alman dışişleri bakanı

Klaus Kinkel’in 8 Kasım’da hazırladıkları bir ön plana dayanmaktadır. Strateji temelde

savaşan taraflara ilave koşullara uymayı zorlayarak “Sırpların işgal ettikleri topraklarda

kalmalarına izin verilerek ödüllendirilmesi” suçlamalarından uzak durmayı hedeflemekteydi.

İnsani yardım için bağımsız bölgeler yaratarak ateşkesi öngören strateji böylece küreselleşme

olgusunu yerleştirmeyi içeriyordu. Uluslararası alanda genel kabul gören idealist düşünceler

içeren bu strateji, somut bir sonuca ulaşmak açısından yeterli değildi. Bir süre sonra, Cenevre

görüşmelerine ara verilmesiyle birlikte oluşan ortamda, Lüksemburg stratejisi de gündemden

düşmüştür.

41 Ibid., s.39517.

25

Page 29: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

2. Dayton Barış Anlaşması’na Giden Süreçte AB Girişimleri: Tüm dünyanın

olduğu gibi AB’nin de Bosna’da yaşananlar karşısında dehşete düştüğü Saraybosna’da bir

pazar yerinin bombalanması görüntülerinin yayınlanmasının ardından, kamuoyunda oluşan

hava nedeniyle uluslararası güçlerin konuya ilgisi artmış ve politikaları sertleşerek değişmeye

başlamıştır. 1994 yılının başında yaşanan bu olay sonrasında AB dışişleri bakanları, krizin

çözümü için güç kullanımı seçeneğini kabul etmişlerdir.42

Esasında, Saraybosna’da yaşanan pazar yeri katliamı sadece AB’yi değil tüm

uluslararası güçlerin bölgeye bakışını değiştirmiştir. Yaklaşık üç yıldır süren çatışmaların gün

geçtikçe artması ve diplomatik çabaların yetersiz kalması, askeri güç kullanımını gerekli

kılmıştır. Bu aşamada, AB ve BM’nin yanında NATO ve BAB da konuya dahil olmuştur.

BAB’ın Maastrich Antlaşması ile AB’nin savunma ve güvenlik alanlarında hazırlık

çalışmaları ve uygulamaları yerine getirme sorumluluğunu üstlenerek AB ile

ilişkilendirilmesi43 nedeniyle esasında BAB’ın konuya dahil olması demek AB’nin askeri

anlamda konuya dahil olması anlamına gelmektedir. Fakat AB’nin diplomasi alanında bile

kimi zaman ortak hareket etmede zorluk yaşadığı göz önüne alınırsa, ortak askeri girişimin

neredeyse imkansızlığı anlaşılacaktır.

AB ülkelerinin krizin başladığı andan itibaren BM içinde askeri varlıklarını bölgeye

göndermiş olmaları, AB üyesi bazı devletlerce yeterli görülmekteydi. BM’nin etkisizliği ise

defalarca kanıtlanmıştı. AB ve BM’nin sorunun çözümünde etkisiz kalması ve savaşın

şiddetinin giderek artması nedeniyle NATO, Ağustos 1994’te hava saldırısı ile askeri alanda,

diplomatik girişimleri ile de ABD, siyasi alanda sorunun çözümünde inisiyatifi ellerine

almışlardır. NATO zaten Haziran 1992’den beri Yugoslavya krizinde UNPROFOR’un (BM

Koruma Gücü) idare ve personel yapılanmasına katkıda bulunuyor ve çeşitli operasyonlarda

42 Smith, Ibid. 43 Maastricht Antlaşması, J.4 maddesi için bkz. <http://www.eu.int/eur-lex/en/treaties/dat/EU_treaty.html>

26

Page 30: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

aktif rol alıyordu.44 Hava saldırısı hemen gerçekleşmemekle birlikte bir süre Sırplar üzerinde

baskı aracı olarak kullanılmıştır.

Bu süre içerisinde ABD’nin girişimiyle yeni bir yapılanma oluşturulmuş ve 1995

Dayton Anlaşması ile sonuçlanacak askeri destekli diplomatik süreç başlatılmıştır. Nisan

1994’te oluşturulan ad hoc nitelikli Temas Grubu ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya

temsilcileri ve AB adına eş başkan olarak Carl Bildt’ten oluşuyordu. Temas Grubunun

oluşturulması AB’nin politikalarında bir değişimin göstergesidir. AB’nin ABD’nin Avrupa

sorunlarından uzak durmasından yana olan tavrı Temas Grubunun kurulmasıyla

yumuşamıştır. Daha da önemlisi, AB’nin üç büyüklerinin öne çıkması, AB içinde ortak dış

politika anlayışının yerleşmediğini ve bölgeye yönelik politikada tek kimlik olarak hareket

etmekten vazgeçildiğini gösteriyordu.45

Haziran 1994’te Temas Grubu, tarafların barış için verecekleri tavizleri içeren bir planı

açıkladı. Planın kabul edilmemesi durumunda taraflara yaptırım uygulanacağı belirtilmesine

rağmen plan, Sırp tarafının reddetmesi ile ortadan kalkmıştır. Bu olaydan sonra Temas

Grubunun etkisizliği anlaşılmıştır. Bununla birlikte, ABD, temas grubundan vazgeçmiyordu.

ABD’nin barışı sağlamakla görevli elçisi Richard Holbrooke anılarında Temas Grubunun

önemine ve aynı zamanda önemsizliğine şu şekilde değinmektedir:46

“Temas Grubu bize sürekli sıkıntı yaratıyor. Onlarla da onlarsız da olamıyoruz.

Onlarla buluşup neler yaptığımızı anlatmazsak şikayet ediyorlar, anlatırsak itiraz

ediyorlar........Eninde sonunda Temas Grubunu bir arada tutmamız gerek, özellikle daha sonra

varılacak herhangi bir anlaşmayı onaylatmak için.......Bir çözüm olursa onların hepsine

ihtiyacımız olacaktır. Ekonomik yardım için AB’ye, BM sonrası barış gücü kuvvetleri için

NATO’ya...”

44 NATO’nun görevleri ve konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Ali Karaosmanoğlu, “The UN-NATO Cooperation in the Former Yugoslavia,” Foreign Policy, Vol.XXII, No.3-4, 1998, s.31-41. 45 White, op. cit., s.110. 46 Richard Holbrooke, Bir Savaşı Bitirmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999, s.110-111.

27

Page 31: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ABD’nin arabuluculuğu ile sağlanan gelişmelere AB de bir şekilde dahil ediliyordu.

18 Mart 1994’te ABD’nin, Bosna hükümeti ile Bosnalı Hırvatlar arasında sağladığı

anlaşmada Mostar’ın idaresi AB’ye bırakılmıştır. Bu nedenle 16 Mayıs’ta AB Konseyi,

Mostar’ın idaresini kurmak ve Bosna’ya yardım etmek amacıyla ODGP içinde ortak eylem

kararı almıştır. Mostar’da AB yönetimi resmi olarak 23 Haziran’da başlangıç olarak iki yıl

süreyle kurulmuştur. Amacı, sosyal ve siyasi yeniden bütünleşme ile yeniden yapılanma

süreciyle Boşnak ve Hırvatlar arasındaki etnik ayrışmayı ortadan kaldırmak ve böylece tek

elde birleşmiş bir idare için uygun şartları hazırlamaktı. 47 Mostar’da AB idaresinin Haziran

1996’da son bulmasına kadar geçen süre içinde AB bölgeye 144 milyon ECU maddi

yardımda bulunmuştur. Fakat bölgenin güvenliğine ve düşmanlıkların giderilmesine yönelik

herhangi bir başarı sağlayamamıştır.48

AB’nin Dayton Anlaşması’nın imzalanmasına kadar olan süreçte en aktif rol oynayan

devleti Fransa’dır. Fransızlar ABD’nin bölgede çok fazla etkili olmasından endişe ettikleri

için sürekli durumdan rahatsız olduklarını belirten açıklamalarda bulunuyorlardı. Dönemin

Fransız dışişleri bakanı Herve de Charette, Fransa’nın görüşmelerin dışına itildiği konusunda

rahatsızlıklarını belirterek, barış görüşmelerinin Fransa’da yapılması için ABD’ye baskı

yapıyordu.49 Fransızların barış görüşmelerine ev sahipliği yapmaya çok önem vermelerine

rağmen görüşmeler ABD’de yapılmıştır. Fakat Fransızları memnun etmek için imza töreninin

Paris’te yapılacağı sözü verilmiştir. Bununla birlikte diğer Avrupa devletleri de barış

konferanslarına ev sahipliği yaparak AB ülkeleri arasındaki önemlerini vurgulamaya ve iç

politikaları için puan kazanmaya çalışıyorlardı.50

Barış görüşmeleri sürerken temas grubu içindeki AB üyesi ülkelerde de görüşmelerden

uzak tutulmaktan kaynaklanan rahatsızlıklar artıyordu. Temas grubu dışında kalmış olan

47 Chiristopher Hill and Karen E. Smith, European Foreign Policy, Key Documents, Routledge, London and New York, 2000, s.370. 48 Ibid., s.361. 49 Holbrooke, op. cit., s.226. 50 Ibid., s.242.

28

Page 32: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

İtalya, durumundan başından beri rahatsızdı. Bu nedenle İtalya da temas grubuna dahil

edilerek 6 Ekim’de genişletilmiş temas grubu toplantısı yapılmıştır. Diplomatik açıdan önemli

olan bu toplantıların uygulamada açısından öneminin çok az olduğu, Dayton’da görüşmeler

başlayınca ABD’nin temas grubu üyelerini devre dışı bırakarak inisiyatifi tamamen eline

almasıyla anlaşılmıştır.

21 Kasım 1995’te Dayton’da barış anlaşması parefe edildiğinde AB ve Avrupalı

herhangi bir devletin adı anılmıyordu. Bununla birlikte Fransızların başından beri çok önem

verdiği bir konu olan barış anlaşmasına ev sahipliği gerçekleşmediği için Fransa’ya ve

Avrupa’ya bir jest olması açısından, anlaşma 14 Aralık 1995’te Paris’te imzalanmıştır.

3. Bosna-Hersek Krizinde AB Dış Politikasının Değerlendirilmesi: Bosna-

Hersek’te yaşananlar 1991’den beri devam eden ayrılıkçı politikaların devamı niteliğindeydi.

Yugoslavya’da yaşanan ilk krizde, AB’nin etkisizliği Bosna’da da devam etmiştir. Özellikle

temas grubunun kurulmasıyla ortak politika izlemekten uzaklaşılması, uygulamaya yeni

geçilmiş olan ODGP’yi ve uluslararası bir güç olma iddiasındaki AB’yi yolun başında güç bir

duruma sokmuştur.

AB’nin bölgeye yönelik izlediği dış politika, Temas grubunun kurulmasıyla birlikte

hem tek bir kimlik olmaktan çıkmış hem de ABD’nin inisiyatifi ele almasına neden olmuştur.

Bölgeye yönelik AB politikalarının yavaşlığı ve etkisizliği, üye devletler arasındaki güç

dengesizliğinden kaynaklanan farklılık ve ulusal çıkarların AB çıkarlarından önce gelmesi

sonucunda AB, Bosna’ya yönelik ortak bir politika uygulamaktan vazgeçmiştir. Bu vazgeçiş,

ODGP’nin uluslararası alanda AB politikası olarak algılanmasını engellemiş ve ODGP’nin

daha uygulanmadan başarısız olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur. Temas grubunun AB

29

Page 33: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

üyeleri, AB’nin diplomatik olarak küçük düşmesinin sorumluluğunu bu nedenle aynı oranda

paylaşmaktadırlar. 51

Temas grubu hiçbir zaman barış görüşmelerinde aktif rol oynayamamıştır. Temas

grubunun oluşturulmasıyla konu dışına itilen AB’nin ise varlığından bile bahsedilmiyordu.

Temas grubu içindeki üç eş başkandan biri olan AB temsilcisi Carl Bildt’in yetkileri de tam

bir muammaydı. Bu karmaşa içinde AB dış politikasının en büyük sorunlarından biri olan

“AB adına kim konuşacak?” sorusu bir kez daha gündeme gelerek, AB dış politikasının

durumu gözler önüne serilmekteydi.

Çatışmaların başladığı yıllarda Avrupalı siyasetçilerin “Bu, Avrupa’nın işidir.”

şeklindeki kararlı tavrı, barışın Amerikalılar tarafından sağlanmasıyla şaşkınlığa dönüşmüş ve

eleştirileri beraberinde getiriştir. Avrupa kendi güvenliğini de etkileyecek bir savaşı

sonlandıramayarak Soğuk Savaş sonrası dönemde değişenin sadece güvenlik algılaması

olduğunu fakat güvenliği sağlamada değişiklik olmadığını anlamıştır. Avrupa devletleri için

hala önemli olduğu görülen NATO tarihinde ilk defa kendi alanı dışında bir harekata

girişmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun Avrupa’ya yönelik harekatı dünya

dengelerindeki değişimi açıkça gösteriyordu. AB’nin tek kutuplu dünyada küresel bir güç

olması için gerekli olan ne askeri gücü ne de bunu oluşturmaya yönelik üyelerinde fikir birliği

vardı.

Dayton görüşmeleri sonucunda Bosna’da barışın sağlanması sadece Balkanlar’da değil

aynı zamanda Transatlantik ilişkilerinde de farklı bir dönemin başlamasına neden olmuştur.

Barış anlaşmasının imzalanmasından sonra birçok Avrupalı siyasetçi görüşmelerden uzak

tutulduklarını belirterek rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir.52 ABD ile AB arasındaki

gerginlik tarafların birbirini suçlayıcı açıklamalar yapmasıyla giderek artmıştır. AB zaten yanı

51 John Peterson and Elizabeth Bomberg, Decision Making in the European Union, St. Martin’s Press, New York, 1999, s.243. 52 Emel G. Osmançavuşoğlu, “The Wars of Yugoslav Dissolution and Britain’s Role in Shaping Western Policy 1991-1995,” SAM Papers, No.1, (January 2000), s.228.

30

Page 34: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

başında yaşanan bir savaşı sonlandıramamanın vicdan azabını yaşıyordu. Bir de barışın ABD

eliyle gelmesi, özellikle AB içinde Avrupacı kanat ve bağımsız güvenlik politikası taraftarları

için utanç vesilesi olmuştur.53 Her fırsatta “ABD’den bağımsız AB” fikrini öne sürenler için

Dayton Anlaşması umutlarının yıkılmasına neden olmuştu. Bu olumsuz tabloya görüşmeler

sırasında uzak tutulmaları da eklenince Transatlantik ilişkileri karşılıklı suçlayıcı

açıklamalarla kopma noktasına gelmiştir.

Dayton sonrası gerilen Transatlantik ilişkilerinde sakinleştirici rolü İngiltere

oynamıştır. Avrupalılar, AB’nin bölgede bulunan asker sayısında ve bölgeye yapılan

ekonomik yardım tutarında ABD’den çok önde olduğunu ileri sürerek ABD’nin suçlamalarını

reddediyorlardı. İngiltere iki taraf arsındaki gerginliği askeri ve sivil bakış açılarının

farklılığına bağlıyordu. İngiltere’ye göre AB’nin havuç-sopa stratejisi abartıldığı gibi başarılı

değildi, askeri başarı da insani yardım programıyla desteklenmezse sonuca ulaşamazdı.

İngiltere’nin bu bakışı ve “yatıştırma politikası” bir süre devam ettikten sonra, İngiltere’de

hükümet değişikliğinin yaşanmasıyla eskiye dönmüştür. İngiltere’nin yeniden Atlantikçi

tavırlara bürünmesi, AB tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir.54

Bosna savaşı, ODGP’nin test edilmesi için bir fırsat olmuştur. AB’nın arabulucu

girişimleri önemsiz gibi görünse de üye devletleri aynı fikir çevresinde toplayarak, farklı

ulusal görüşlerin uygulamaya geçmesine engel olmuştur. Özellikle Almanya, diğer AB

üyelerine göre çok daha farklı ve etkin politikalar izliyordu. Almanya’nın bölgeyle stratejik ve

tarihi bağları nedeniyle, ayrılıkçı hareketleri desteklemesi AB içinde rahatsızlığa neden

olmaktaydı. Bosna-Hersek’in de bağımsız olmasından sonra Almanya istediğini elde etmenin

rahatlığıyla AB ortak politikalarına ve bölgeye yönelik geliştirilen ekonomik ve insani yardım

programlarına destek vermiştir. Üye devletleri arasında fikir ayrılıklarının ortadan

kalkmasıyla, Bosna savaşı sonrasında AB, bölgeye yönelik girişimlerini hızla arttırmıştır.

53 Ibid. 54 Ibid., s.233.

31

Page 35: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

C. BALKANLAR’IN SORUN KAYNAĞI: KOSOVA

Kosova, eski Yugoslavya içerisinde 1974 yılından itibaren özerk statüye sahip bir

bölgeydi. Yugoslavya’nın parçalanmasının ardından ise bu bölge Sırbistan ve Karadağ’dan

oluşan yeni Yugoslavya Federal Cumhuriyeti içerisinde kalmıştır. Kosovalı Arnavutlar tüm

anayasal haklarını yitirerek Sırbistan içinde sıradan bir azınlık haline dönüştürülmüşlerdir.

Sırbistan’ın 1989’da Kosova’nın özerk statüsüne tek taraflı olarak son vermesinin ardından

Kosova’da bağımsızlık çalışmaları başlamıştır. Tito döneminde dahi bağımsız Kosova

peşinde olan ve bölgenin yüzde 90’ını oluşturan Arnavutlar, Yugoslavya’nın dağılmasıyla

yaşanan bunalımda Kosova’nın bağımsızlığını düşünüyorlardı.55 Kosova, Bosna’da savaşlar

olurken patlamaya hazır bir bomba gibi duruyordu. Sırp yönetimi altında hakları elinden

alınan Kosovalı Arnavutlar o dönemde daha çok “sivil itaatsizlik” politikası izleyerek ve

Sırbistan’ın Kosova’daki egemenliğini meşrulaştıracak her hareketten kaçınarak Kosova’da

kendi “paralel devlet”lerini kurdular.56

İbrahim Rugova’nın önderliğinde savaşa karışmadan 1995 yılına kadar gelen Kosovalı

Arnavutlar içinde muhalif isimlerin ön plana çıkmaya başlamasıyla 1997 yılında Kosova

Kurtuluş Ordusu kuruldu. 28 Şubat 1998’te Kosova Kurtuluş Ordusunun Sırp devriyelerine

ateş açmasıyla Kosova’ya müdahale etmek için fırsat kollayan Miloseviç, Bosna’da yaşanan

etnik temizliği Kosova’da yeniden başlattı.

Bosna’da yaşananlardan ders almış olan Batılı güçler, Kosova sorununda daha etkili

olabilmek adına 23 Eylül 1998’te BM Güvenlik Konsey’inden 1199 sayılı kararı çıkarmışlar

ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nden Arnavut yerleşim bölgelerine yönelik saldırıların

durdurulmasını, Sırp asker ve polislerinin Kosova’dan derhal çekilmesini, mültecilerin

55 Şule Kut, “Kosova: Milliyetçiliğin Kördüğümü,” Foreign Policy, (Güz 1998), Yıl.1, S.3, s.57. 56 Ibid., s.58.

32

Page 36: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

evlerine güvenli bir şekilde dönmesinin sağlanmasını ve Kosova’nın siyasi statüsü için

görüşmelere başlamasını istemiştir. BM’nin kararı, 13 Ekim’de NATO Daimi Konseyi’nde

kabul edilmiş ve Belgrad yönetimine BM kararını kabul etmesi için 96 saat süre tanınmıştır.

Ayrıca Bosna’da olduğu gibi Kosova için de bir Temas Grubu kurarak AB ve ABD birlikte

çalışma ortamı yaratmışlardır.

Kosova savaşına NATO’nun katılması iki açıdan önemlidir. Birincisi NATO tarihinde

bir ilki gerçekleştirerek kendi topraklarında gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle bir devlete

karşı güç kullanma kararı almıştır.57 İkincisi ise NATO’nun 1999 Mart’ında savaşa girerken

BM Güvenlik Konseyi’nden kesin onay almamasıdır.58 NATO’nun tarihinde ilkleri

gerçekleştirerek Kosova savaşına girmesi hem kararlılığını göstererek Bosna’da geç kalmasını

telafi etmek hem de 1990 sonrası giriştiği yeni yapılanmasının amaçlarını ve hareket alanını

göstermek istemesi şeklinde yorumlanabilir.

Şubat 1999’da Rambouilet’te varılan anlaşma sonuçlarını Kosovalı Arnavutlar 18

Mart’ta kabul ederken Miloseviç’in anlaşmayı imzalamayı reddetmesi 24 Mart’ta NATO

bombardımanın başlamasına neden oldu. NATO’nun müdahalesinin ardından 3 Haziran

1999’da Miloseviç’in anlaşmayı kabul etmesiyle savaş sona ermiştir. Fakat savaşın sona

ermesi, Balkanlar’da sorunların bittiği anlamına gelmemektedir.

1. AB’nin Kosova Krizi’ndeki Girişimleri: AB, Kosova krizi sıcak çatışmaya

dönüşmeden önce bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmeye başlamıştı. Bosna’da barışın

sağlanmasının ardından AB, bölgeye yönelik politikalar geliştirmesi nedeniyle Kosova’da

olup bitenden de haberdar oluyor ve gelişmeleri yakından takip ediyordu.

Dayton Barış Anlaşması’nın hemen ardından 23 Ekim 1996’da Avrupa

Parlamentosu’nda Kosova’nın durumu bir soru olarak gündeme gelmiştir. Parlamentonun 57 Ibid., s.54. 58 Ivo H. Daalder and Michael E. O’Hanlon, “Kosova’dan Farklı Dersler Çıkarmak,” Foreign Policy, (Güz 1999), Yıl.2, S.3, s.82.

33

Page 37: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

cevabı, bölgede çatışma ihtimalinin eski Yugoslavya toprakları üzerindeki her yerde olduğu

gibi sürdüğü ve bu bölgedeki sorunların çözümüne katkıda bulunmak için Konseyin

gelişmeleri yakından takip ettiği şeklinde olmuştur.59 Ayrıca açıklamada, AB’nin 9 Nisan

1996’da yayınladığı deklarasyonda belirttiği gibi, Kosova’ya genişletilmiş özerklik verilmesi

gerektiği bir kez daha dile getirilmiş ve Konsey tarafından Belgrad yönetimine, Temas

Grubuna yapıcı bir tavırla yaklaşılması tavsiye edilmiştir.60

AB’nin 1996 yılından itibaren bölgedeki gelişmeleri yakından takip ettiği ve bölgedeki

çatışma tehdidini sık sık gündeme getirdiği görülmektedir. 20 Aralık 1997’de yapılan basın

açıklamasında AB’nin Kosova’daki durumu yakından izlediği belirtilerek bölgedeki şiddet

riskinin bölgesel istikrar için ciddi bir tehlike olduğunun altı çizilmektedir.61 AB, Kosovalı

Arnavutların terörist eylemleri nedeniyle tutuklanması üzerine yaptığı bu basın

açıklamasında, bölgede yaşanacak her hangi bir çatışmanın hangi taraf tarafından başlatılmış

olursa olsun hoş karşılanmayacağını belirtmiştir. Bu ve bunun gibi bir çok açıklamada AB,

1996 ve 1997 yılları boyunca genel olarak gelişmeleri yakından takip ettiğini ve bölgedeki

istikrarın her an bozulabileceği uyarısını dile getirmiş fakat AB’nin bu uyarıları Kosova’da

savaşın başlamasına engel olamamıştır.

1998 yılının başında Kosova’da çatışmaların başlamasının ardından AB adına ilk

girişim 31 Mart 1998’de İngiltere tarafından BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan açıklamadır.

Açıklamada, AB’nin bölgedeki barış ve istikrarın bozulmasından derin endişe duyduğu

belirtilerek, uluslararası topluluğun, askeri birimleri aracılığıyla Kosovalı Arnavutlara karşı

aşırı şiddet uygulayan YFC’ye ve Sırp yönetimine bu davranışının kabul edilemez olduğunu

içeren açık bir mesaj yollaması gerektiği vurgulanmıştır.62 AB, bu açıklamasında YFC’deki

sorunların çözümüne katkıda bulunmak ve AB’nin etkisini güçlendirmek için AB Özel

59 Hill and Smith, op. cit., s.386. 60 Ibid. 61 Ibid. 62 Ibid., s.387.

34

Page 38: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Temsilcisi olarak Felipe Gonzalez’i aday gösterdiğini de belirtmiştir. AB’nin BM’de yaptığı

bu açıklamada Kosova’da sorunların giderilmesi yönünde hem uluslararası topluluğu harekete

geçirmeye çalışmakta hem de üzerine sorumluluk almaktadır. Özellikle açıklamada, AB’nin

YFC’ye yönelik silah ambargosunun sürdüğünü belirterek tüm BM’e üye ülkeleri aynı

tutuma davet etmesi ve Bosna savaşına atıfta bulunarak uluslararası toplumun krizin çözümü

için birlik olmasının önemine değinmesi, Kosova krizinde Bosna’dakinden daha aktif bir rol

üstlenmek istediğini gösteriyordu.

AB’nin öngördüğü çözüm Kosova’ya genişletilmiş özerklik verilmesiydi. Bu

görüşünü 15 Haziran 1998’te Cardiff zirvesinde yapılan, Konseyin Kosova hakkındaki

açıklamasında da belirtmiştir.63 Zirvede Avrupa Konseyi, YFC ve Sırp askeri gücünün

Belgrad hükümetinin siyasi koşullarını zorla kabul ettirmek için kullanmasını kınamıştır.

Kendi vatandaşlarına karşı zalimce askeri baskı uygulayan hiçbir devletin Avrupa’da yeri

olamayacağı ve Başkan Miloseviç’in bu konuda ağır kişisel sorumluluğu olduğu belirtilmiştir.

AB, Kosova’daki krizin bölgedeki istikrarı tehdit etmesi nedeniyle güçlü ve birleşmiş bir

uluslararası birliğin gerekliliğine de dikkat çekmiştir. Zirvede Miloseviç’ten dört konuda

derhal harekete geçmesi istenmiştir. Bu konular:

• Sivil nüfusa karşı güvenlik güçlerince yapılan tüm operasyonların

durdurulması,

• Kosova’da etkili ve sürekli bir uluslararası gözetimin sağlanması,

• Mültecilerin ve yerlerinden edilmiş halkın evlerine geri dönmesinin sağlanması

ve insani yardıma erişimin engellenmemesi ve

• Kosovalı Arnavut liderlerle siyasi görüşmelerde hızla ilerleme sağlanmasıdır.

AB, bu dört konuda gecikmeksizin adım atılmazsa uluslararası toplumdan farklı

yollarla çok daha güçlü tepki vermesini isteyeceğini açıklamıştır. Ayrıca Konsey, durumun

63 Cardiff zirvesi sonuç bildirgesi için bkz. <http://eu.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/54315.pdf>

35

Page 39: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ciddiyetini göstermek amacıyla YFC ve Sırp hükümetine karşı ek önlemler almayı

kararlaştırmıştır. Bu önlemlerin başında YFC ile AB üye devletleri arasındaki uçuşların

yasaklanması gelmektedir.

Avrupa Konseyi’ne göre Kosova’nın statüsüne ilişkin sorunun çözümü sadece canlı

bir siyasi süreç başlatılmasıyla olabilirdi. Bu nedenle Konsey iki tarafa da görüşmelere geri

dönmeleri için çağrıda bulunmuştu. AB, güven inşa edici önlemler üzerinde anlaşmaya

varılmış uluslararası katılımlı bir konferansta Kosova’nın yeni statüsü belirlenebileceğini

iddia ediyor ve AB’nin kesinlikle Kosova’nın bağımsızlığından yana olmadığını, Kosova’ya

genişletilmiş özerklik verilmesi gerektiğinin ısrarla altını çiziyordu.

Kosova’da çatışmalar devam ederken Miloseviç, 15 Ekim 1998’te NATO ile ve 16

Ekim’de AGİT ile imzaladığı iki ayrı antlaşmayla Sırp birliklerin Kosova’dan ayrılmalarını

kabul etmiştir. AB, 27 Ekim’de yaptığı basın açıklamasında64 Kosova krizinin siyasi çözümü

için bu gelişmeyi çok önemli bir adım olarak nitelendirmiş ve ayrıca BM’in 23 Eylül’de kabul

ettiği 1199 sayılı kararı da AB’nin memnuniyetle karşıladığı belirtilmiştir. AB, basın

açıklamasında kendisini Balkanlar’ın istikrarında temel faktör olarak tanımlamıştır. AB, bu

statüsünü sürdürebilmek için de müzakere sürecinde aktif olarak katılacağını, AB özel

elçisinin çalışmalarını etkin biçimde sürdüreceğini ve bölgedeki AGİT çalışmalarını

destekleyeceğini ilan etmiştir.

AB’nin 1998 yılı boyunca çalışmaları genelde çatışmaların sona ermesi yönünde

bildirilerek yayınlamak ve bölgede aktif çalışan uluslararası örgütlere yardım ederek, YFC

üzerinde baskının artmasını sağlamak yönündeydi. Fakat 4 Aralık 1998’te St. Malo’da

İngiltere ve Fransa’nın ODGP’nin önünü açacak şekilde hareket etme kararı alması, AB’nin

Balkan politikasının da hareketlenmesine neden olmuştur.

64 Basın açıklamasının tam metni için bkz. Hill and Smith, op. cit., s.389.

36

Page 40: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AB, 13 Kasım 1998’de aldığı Konsey kararında65 Maastricht Antlaşması’nın J/4

maddesinden yola çıkarak BAB’ı, AB’nin NATO ve AGİT gözlemci misyonlarına katılımının

sağlanmasına yardımcı olmak üzere görevlendirmiştir. BAB’ın gözlemci statüsü ile

Balkanlar’da yer alması, AB’nin eksik olan askeri gücünün en azından simgesel olarak

doldurulması anlamına gelmesi nedeniyle önemlidir. AB’nin bu kararı, uygulamada çok

büyük etkisi olmasa da ODGP’nin işleyişi açısından da son derece önemli olmuştur. AB üyesi

Danimarka, Edinburg kararına66 atıfta bulanarak Kosova’daki gözlemci misyonuna

katılmayacağını ve Konsey kararına uymayacağını ilan etmiştir. Danimarka’nın bu tutumu,

ODGP’nin geleceği açısından harekete geçilmesi gerektiğini göstermiştir. Eğer AB ortak dış

politika üretmede üye devletlerin farklı ulusal çıkarları nedeniyle başarısız olursa, siyasi birlik

idealinin gerçekleşemeyeceği ortadadır. Bu nedenle Danimarka gibi ülkelerin sayısının

artmasının önüne geçilmesi gerektiği görülmüştür. Yaklaşık bir ay sonra St. Malo’dan çıkan

karar, bu nedenle daha anlaşılır olmaktadır.

AB askeri gücüyle de Balkanlar’da yer almayı karara bağladıktan birkaç ay sonra Mart

1999’da NATO’nun harekatı başlamıştır. Aynı tarihlerde, 24-25 Mart’ta da Berlin’de Avrupa

Konseyi toplantısı yapılmıştır. Toplantıdan çıkan sonuçta,67 Miloseviç’ten derhal

Rambouillet Anlaşmasını imzalaması ve Kosova’daki vahşete son vermesi istenmektedir.

Ayrıca yapılan açıklamada, Avrupa’nın ortasında yaşanan bu vahşete karşı AB’nin sessiz

kalamayacağı, uluslararası ortamdan YFC’nin soyutlanacağı ve şayet Miloseviç barış

anlaşmasını imzalamazsa kalan son çarenin askeri operasyon olduğu belirtilmektedir.

1999 yılında Kosova’da çatışmaların sona ermesinin ardından AB kendi içinde

Balkanlar’a yönelik yeni politikalar üretmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra AB’nin uluslararası

ortamdaki diplomatik girişimleri de devam etmiştir. 31 Mayıs 1999’da Kosova hakkında

65 Council Decision 98/646/CFSP, 13 November 1998. 66 12 Aralık 1992’de Avrupa Konseyi tarafından alınan Edinburg kararı, Danimarka’nın BAB’a üye olmayacağı ancak BAB’ın kararlarını da engellemeyeceğini içermektedir. 67 Berlin Avrupa Konseyi toplantısı sonuçları için bkz. <http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/ACFB2.html>

37

Page 41: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yayınladığı deklarasyonda,68 YFC üzerinde uluslararası baskının sürmesi ve böylece Belgrad

yönetiminin siyasi çözüm için zorlanması çağrısını yapmıştır. Ayrıca AB, Belgrad’da

görüşmelere katılması için Finlandiya Başbakanı Martti Ahtisaari’yi görevlendirdiğini

açıklamıştır.

2. Kosova’da Barışın Sağlanmasından Sonraki Süreçte AB Dış Politikası:

Kosova’ya yönelik AB dış politikası incelendiğinde iki konu öne çıkmaktadır. Bunlardan

birincisi AB’nin bölgede siyasi ve ekonomik etkinliğini arttırmak için başlattığı yardım

temelli politikalarının kendisine bölgede bir rol sağladığı ve ilişkilerini geliştirmek için bir

zemin oluşturduğudur. AB, barışın sağlanmasından sonraki süreçte Balkanlar’a yönelik daha

aktif politika izlemenin yolunu bölgesel politikalar geliştirmede bulmuştur.69 Zaman içinde

sistemli bir organizasyona dönüşen bu politikalar AB’nin bölgeye yönelik geliştirdiği dış

politikalarının temeli ve genişleme stratejisinin de ilk adımı niteliğindedir.

İkinci olarak öne çıkan konu ise AB’nin askeri güç olma isteğidir. Kosova krizi,

1993’ten itibaren etkinliği arttırılmaya çalışılan ODGP ve oluşturulmaya çalışılan AGSP için

yeni bir döneme işaret etmektedir. Bosna’dan sonra Kosova deneyimini yaşayan AB için

Balkanlar çözülmesi gereken bir sorunun ötesinde, kendisini askeri ve politik açıdan

değerlendirmesi için de bir fırsat olmuştur. Avrupa dayanışması kendini gösterecek bir alan

bulmuş, 1997 yılında imzalanıp 1999 yılında yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması’nın

ODGP alanında getirdiği yeniliklerin uygulanması için bir fırsat doğmuştur.

AB, Kosova’da yaşananların ardından Balkanlar’da Soğuk Savaş dönemi boyunca

gizli kalan sorunların ortaya çıkmasının devam edeceğinin farkına vararak70 askeri bir güç

olma yolunda adımlar atmaya başlamıştır. AB’nin dış ilişkilerden sorumlu komiseri Chris

Patten, AB’nin bu isteğini “İhtiyacımız olan, çabuk ve esnek hareket edebilen güvenilir bir 68 Hill and Smith, op. cit., s.385. 69 AB’nin bölgesel politikaları ayrı bir başlık altında incelenecektir. 70 Elizabeth Pond, The Rebirth of Europe, Brookings Instition Press, Washington D.C., 2000, s.179.

38

Page 42: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

askeri güçtür.” diyerek dile getirmekte ve bu askeri gücün barışı koruma, kriz yönetimi ve

insani müdahale alanlarında varlık göstermesi gerektiğini özellikle vurgulamaktadır.71

Kosova’da çatışmalar başladığında üye devletler arasındaki jeostratejik ilgi

farklılıkları AB’nin bölgede tutarlı bir politika geliştirmesini engellemiştir. Savaşları askeri

operasyonların sona erdirdiği ve bu askeri operasyonları NATO’nun gerçekleştirdiği göz

önüne alınırsa AB’nin diplomatik ve ekonomik gücünün sınırlarının dar bir alanı kapsadığı

görülecektir. AB’nin bir yandan askeri kimliğini oluşturmak isterken ve bu amaçla ODGP’yi

etkinleştirmenin yolunu ararken diğer yandan üye devletlerin ulusal çıkarlarının ön plana

çıkması nedeniyle askeri bir güç olarak bölgede etkili olamaması, Avrupa güvenlik

mimarisinin geleceği hakkında ciddi bir şekilde düşünülmeye başlanmasına neden olmuştur.

Kosova’da tüm çabalara ve yeni yapılanmalara karşı gelen başarısızlık, AB içinde

eleştirilerin artmasına ve fikirlerin değişmesine neden olmuştur. Kosova’nın AB açısından en

önemli sonucu olarak yorumlanabilecek bu değişim sonucunda, askeri güç oluşturma

konusunda fikir birliğine varılmıştır.72 Avrupa’nın önde gelen liderleri, AB’nin ekonomik

açıdan dev, askeri açıdan cüce olan durumunu düzeltmek için girişimlerde bulunmaya

başladılar. Avrupa’nın askeri açıdan yetersizliğinin görülmesi iki önemli sonuç doğurmuştur.

Birincisi, barışın Avrupalılar tarafından yönetilmesi fikrinin gündeme gelmesidir. Bu

kapsamda AB temsilcisi Martti Ahtisaari, diplomatik strateji hazırlamada ve Miloseviç

üzerinde baskı oluşturmada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca AB, Kosova’nın yeniden imarı

ve bölgenin istikrara ulaşabilmesi için strateji geliştirilmesinde ve bunun finansal kaynağını

sağlamada başı çekmiştir. İkincisi ise, AB ülkelerinin Kosova barış gücüne katılmasıdır.

Özellikle Almanya’nın katılımı, II. Dünya Savaşı’ndan beri süre gelen Avrupa’daki Alman

71 Albrecht Schnabel, “Political Cooperation in Retrospect: Contact Group, EU, OSCE, NATO, G-8, and UN Working toward a Kosova Settlement,” Kosovo: Lessons Learned for International Cooparative Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for Security Studies and Conflict Research, Vol.5, Zurich, 2000, s.28. 72 Daalder and O’Hanlon, op. cit., s.85.

39

Page 43: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

askeri gücü fobisinin yıkılmasına ve İngiltere’nin Avrupa askeri gücünün oluşturulması

yönündeki muhalefetini terk etmesine neden olmuştur.73

Kosova savaşında çözümün Bosna’da olduğu gibi NATO tarafından sağlanması

uluslararası ilişkilerde Soğuk Savaş sonrası dönemin nasıl şekilleneceğini göstermesi ve

Transatlantik ilişkilerin geleceği açısından da önemlidir. Soğuk Savaş dönemi boyunca

Avrupa’nın güvenliğini sağlayan NATO, kendine yeni bir görev tanımı yaptığı sırada

meydana gelen bu savaşlar aracılıyla Avrupa’daki varlığını güçlendirmiştir. ABD, Avrupa’nın

kendi güvenliğini sağlamasını desteklemesine rağmen, AB’nin II. Dünya Savaşı sonrası

Avrupa’da yaşanan savaşlarda başarısız olması, Avrupa’da NATO’ya olan ihtiyacı gözler

önüne sermiştir. Eski NATO Genel Sekreteri ve Haziran 1999’tan itibaren AB Yüksek

Temsilcisi Javier Solana, NATO’nun Kosova operasyonunu Atlantik ittifakı tarihindeki ve

Avrupa güvenliği için en büyük mücadele durumu olarak tanımlamaktadır.74 Bu mücadeleden

NATO’nun üstün çıkması ise oluşturulma sürecindeki AGSP’ye vurulan bir darbe olmuştur.

NATO, Avrupa’daki etnik şiddetle savaşarak etkiliğini ve bu konuyla ilgili olduğunu

kanıtlamıştır. AB de dahil olmak üzere, askeri güce sahip olmayan örgütlerin başarısızlığı ve

Kosova’daki başarı, Avrupa’nın geleceğinde NATO’nun üstünlüğünü garanti etmiştir.75

Kosova sorunu çok açık bir şekilde Avrupa’da oluşturulma sürecinde olan Ortak Dış

ve Güvenlik Politikası’nın her iki boyutuna da zarar verir gibi görünse de, aslında bunun tam

tersi yaşanmıştır. Krizden önce diplomatik yollarla ve havuç-sopa stratejisi ile sorunları

çözmeyi uman ve yeni yapılanmasının özellikle savunma ayağını tek başına oluşturabileceğini

iddia eden AB, Kosova deneyimini yaşadıktan sonra hayallerden kurtularak daha etkili yollar

denemesi gerektiğinin farkına varmıştır.

73 Ibid. 74 Javier Solana, “NATO’s Success in Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.6, (November/December 1999), s.114. 75 Peter W. Rodman, “The Fallout from Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (July/August 1999), s.46.

40

Page 44: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AB, Kosova sonrası geliştirdiği dış politikasında bölgeye yönelik ekonomik yapılanma

temelli politikaların yanı sıra güvenlik politikasında belirli konular üzerine odaklanmıştır.

Özellikle AB’de ABD karşıtı tutum değişerek NATO imkanlarının kullanılarak askeri

yeteneklerinin geliştirilmesi fikri oluşmuştur.76 Bu fikrin oluşmasında İngiltere’nin ODGP

lehine değişen tavrı da destek olmuştur. Ayrıca AB devletlerinin askeri olanakları ve ulusal

savunma bütçeleri açısından ABD’nin çok gerisinde kalmaları, AB’nin Avrupa kıtasının

savunulmasında ABD’ye bağımlılığını arttırmaktadır. AB her ne kadar BAB’ı AB bünyesine

dahil ederek savunma alanında adımlar atsa da bu konuda ilerleme kaydedebilmesi için

bütçesinden büyük bir pay ayırması gerekmektedir. Ekonomik temelli bir örgütte bu çapta bir

değişim sağlanması ise son derece zor bir konudur. Bunun için Kosova örneğinde de olduğu

gibi Avrupa güvenliğinde Atlantik dayanışması sürmektedir. Bu kapsamda Kosova deneyimi,

hem AB’nin daha etkili politikalar üretmesini sağlamış hem de Atlantik ittifakını

güçlendirmiştir.

3. Kosova Krizi’nde AB’ye Üye Devletlerin Tavrı: Kosova krizi, AB içindeki büyük

devletlerin süregelen politikalarında önemli değişiklikler yapmaları nedeniyle bir çok konuda

dönüm noktaları yaşanmasına neden olmuştur. Temas Grubu içerisindeki İngiltere, Fransa,

Almanya ve İtalya, AB içerisinde Kosova krizinin çözümü konusunda öne çıkan ülkelerdir.

Bu dört devletin dış politika öncelikleri ODGP’yi de yönlendirerek Kosova krizi karşısında

AB’nin tavrının oluşmasına etkide bulunmuştur.

AB içinde Kosova krizinde en çok ön plana çıkan devlet İngiltere’dir. Bunda

İngiltere’nin Atlantik ittifakının değişmez üyesi ve ABD politikalarının Avrupa içerisindeki

en güçlü destekçisi olmasının yanı sıra 1998 yılındaki politika değişikliğinin de etkisi

olmuştur. 1998 yılındaki, St. Malo’da Fransa-İngiltere görüşmesi sonrasında Avrupa

76 Ibid., s.50.

41

Page 45: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

güvenlik ve savunma politikalarının önünün açılarak AB’ye askeri beceri kazandırılması

kararı, Kosova krizi boyunca ve sonrasında AB’nin bu yönde girişimlere başlamasının

temelini oluşturmuştur.

AGSP’nin geleceği açısından İngiltere’nin değişen tavrı son derece önemlidir. 1998

yılındaki politika değişikliğine kadar Avrupa savunmasını Transatlantik ilişkileri çerçevesinde

gören ve bu nedenle AB içinde Atlantikçi grubun başını çeken İngiltere, Kosova krizinden

sonra daha Avrupacı bir yaklaşım sergilemeye başlamıştır. İngiltere’nin AB stratejisinde

yaptığı bu değişimin ardında ABD dayatmalarından rahatsız olmasının yattığını ileri

sürmenin77 yanı sıra İngiltere’nin AB içinde daha etkin bir rol oynamak ve değişimi bu yolla

denetlemek istediği yorumunun yapılması daha gerçekçi olacaktır.

İngiltere’nin Kosova krizindeki diplomatik girişimleri de Kosova krizinde aktif rol

oynamasına neden olmuştur. Özellikle İngiltere Dış İşleri Bakanı Robin Cook, Belgrad ve

Priştina arasında mekik diplomasisi yapması, tarafların BM kararlarını uygulamasında etkili

olmuştur.78 İngiltere’nin bu başarısının altında yatan nedenlerden biri de Miloseviç’in

İngiltere ile ilişkisinin soğuk olmamasıdır. Miloseviç’in bu tavrı Atlantik ittifakını kırmaya

yönelik veya bu durumu bir baskı aracı olarak kullanma isteğinden kaynaklanmış olabilir. Ne

amaçla olursa olsun Miloseviç’in politikası, İngiltere’nin dikkatini çekmeyi başarmıştır.

Ayrıca Londra, dış politikasında Kosova’ya öncelik vererek AB başkanlığı dönemini

Balkanlar’da bir başarıyla taçlandırmak istiyordu.79 Bu neden de İngiltere’nin Kosova’daki

aktif rol oynamasını açıklamaktadır.

İngiltere’den sonra Kosova krizi ile ön plana çıkan ikinci ülke Almanya’dır. Almanya,

askeri açıdan bir güç olduğunu göstermek istercesine müttefik kuvvetler içerisinde en fazla

77 Daalder and O’Hanlon, op. cit., s.85. 78 Simon Duke, Hans-Georg Ehrhart and Matthias Karadi, “The Major European Allies: France, Germany and the United Kingdom,” Kosovo and the Challange of Humanitarian Intervention, Selective Indignation, Collective Action and International Citizenship, ed. Albrecht Schnabel and Ramesh Thakur, United Nations University Press, 2000, s.137. 79 Roberto Morozzo della Rocca, “Italy and the United States: Two Approaches to the Kosovo Crisis,” Italy and the Balkans, CSIS Press, Washington, 1998, s.45.

42

Page 46: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

asker gönderen ülkelerden biri olmuştur. Dayton Anlaşması’ndan önce Almanya’nın

Balkanlar’daki görevlere katkısı yok denecek kadar azken Kosova’da Almanya askeri açıdan

en önde gelen ülkelerdendi.80 Almanya’nın Kosova krizindeki diplomatik katkısı ise

İngiltere’ninki kadar kolay gerçekleşmiyordu. Almanya’nın Kosova’daki dezavantajı,

Yugoslavya ile olan tarihi ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Dünya savaşları esnasında

Almanya’nın tavırları nedeniyle Sırplar Almanya’ya tarihi bir düşmanlık besliyorlardı. Bu

nedenle diplomatik çabalarına rağmen Almanya, Sırplar tarafından bir arabulucu olarak

görülmüyordu.81 Almanya’nın Slovenya ve Hırvatistan’ın tanınması konusunda AB’ye yaptığı

baskı, ne Miloseviç ne de Fransa tarafından hoş karşılanmamıştı. Fransa’nın Sırplarla ilişkisi

ne derece iyiyse Almanya’nın da o derece kötüydü. Bu durum Kosova krizi sürecinde

yumuşamıştır. Alman-Fransız çekişmesi beklendiği gibi yaşanmamış, bu iki ülke AB çatısı

altında ortak noktada buluşabilmişlerdir.

Almanya’nın savaş nedeniyle maruz kaldığı en büyük sorun ise göçmenlerdi. Almanya

Kosova’dan en çok göçmen alan ülkelerin başında geliyordu ve bu sorundan bir an önce

kurtulmak istiyordu. Kosova’da barışın sağlanması bu nedenle Almanya için son derece

önemli olmuştur.

AB’nin üç büyüklerinden Fransa ise her zamanki Avrupacı tavrıyla krizin AB

desteğiyle çözülebilmesi için uğraşmıştır. Bosna savaşında, barış anlaşmasının Fransa’da

imzalanmasını sağladığı gibi, yine diplomatik girişimleriyle barışa yön vermek istiyordu.

Fakat Fransa’nın en önemli politik girişimi, İngiltere ile birlikte aldıkları AGSP’nin

geliştirilmesi fikrini Kosova krizi ve sonrasında uygulamaya koymak istemesidir. Fransa,

Avrupa’nın ABD’den bağımsız bir askeri güç geliştirmesini ve Avrupa savunma gücünün

tamamen Avrupalı olmasını, Amerikan idaresinden bağımsız olmasını savunuyordu.82

Fransa’nın değişmeyen bu politikası Kosova krizi boyunca da sürmekle birlikte Bosna’da 80 Daalder and O’Hanlon, op. cit. 81 Morozzo della Rocca, op.cit. 82 Pond, op. cit., s.188.

43

Page 47: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yaşananlardan alınan dersle o zamanki kadar sert olmamıştır. Bununla birlikte Fransa Temas

Grubu’nun 9 Mart 1998’teki toplantısında “güç kullanma tehdidi” fikrini reddetmiştir. Fransa

sorunun Avrupa devletlerinin diplomatik girişimleriyle çözülmesi gerektiğine inanıyor ve bu

nedenle NATO’nun askeri müdahalesini erken buluyordu.83

AB içinde üç büyüklerden sonra gelen İtalya’nın Kosova krizi karşısındaki tutumu

bölgeye coğrafi yakınlığı nedeniyle önemlidir. İtalya’nın Balkan krizleri karşısında

geliştirdiği politikalar dört maddede özetlenebilir. Bunlar; göçmen akınlarından korunmak,

bölgeyle ticari bağları kuvvetlendirmek, Balkanlarla ilgili forumlara aktif olarak katılmak ve

AB’nin bölgesel politikalarına ve ortak eylemlerine destek vermektir. 84 İtalya, özellikle AB

politikalarının uyumlu bir şekilde sürdürülebilmesini ve Avrupa dayanışmasını destekliyordu.

Bununla birlikte AGSP’nin geliştirilmesi için Transatlantik ilişkilerinin devamına ihtiyaç

olduğu ve Balkanlarda barışın sağlanabilmesi için transatlantik bağın sağlam olması gerektiği

fikrini de savunuyordu. Bu nedenle İtalya, kriz boyunca Avrupa ve NATO arasında dengeli

bir politika izlemeye çalışmıştır.

İtalya, Balkanlar’a diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak coğrafi kaygılarla

bakmaktadır. İtalya’nın bölgeye olan coğrafi yakınlığı, olaylara stratejik gözle bakmasını

sağlarken AB’nin de bu konuya hassasiyet göstermesine yol açmaktadır. Balkanlar’da

yaşanan savaşlar bu açıdan İtalya’nın politik değerinin AB içerisinde yükselmesine neden

olmuştur. Ayrıca AB’nin bölgeden gelebilecek tehlikeleri fark etmesi, İtalya’nın jeopolitik

öneminin artmasını da sağlamıştır.85 Bununla birlikte İtalya, bölgedeki istikrarsızlıktan

doğrudan etkilenmektedir. AB’nin sınırlarının ötesinde istikrar sağlamak adına geliştirdiği

politikaların başarısızlığı, İtalya’nın bölgeye yönelik geliştirmek istediği politikaları geri

plana itmektedir. Balkan savaşları yaşanmadan önce İtalya bölgede daha etkili bir ülkeyken

83 Duke, Ehrhart and Karadi, op. cit., s.130-131. 84 Rosa Balfour, Roberto Menotti and Ghita Micielli de Biase, “Italy’s Crisis Diplomacy in Kosovo, March-June 1999,” The International Spectator, Vol.XXXIV, No.3, (July/September 1999), s.68. 85 Ibid., s.79.

44

Page 48: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

başarısız AB politikaları İtalya’nın bölgede güvenirliliğini sarsmaktadır. Bununla birlikte,

AB’nin insani yardım adı altındaki ekonomik desteği bölgeye istikrarı getirmekten çok uzak

olmasına rağmen Balkanlar’ın “Avrupalılaşma” politikasına dahil olması İtalya açısından

olumlu bir gelişmedir.86

AB içindeki küçük devletler, AB’nin askeri oluşum içine girmesinden tedirgin

olmaları ve bu durumun kendilerini AB içinde daha da geri plana iteceğini düşünmelerine

rağmen Kosova krizi boyunca çoğunlukla sessiz kalmışlardır. Bu dönem AB’nin küçük

devletlerinin de politikalarında değişime işaret etmektedir. Çünkü Amsterdam Antlaşması

düzenlemeleri ile bir bakıma artık AB içinde tarafsız statüde devlet kalmamıştır. Hatta

eskiden tarafsız statüde olan Finlandiya ve İsveç “kriz yönetimi ordusu” kurulması isteğini

dile getirmişlerdir.87 Küçük devletlerin bu süreçten sonra güvenlik konularında ortak

politikalara destek vermeye başlaması, bir bakıma AB içinde önyargıların kalkması şeklinde

yorumlanabilir. AB politikalarının oluşumunda çoğunlukla büyük devletlerin söz sahibi

olması nedeniyle küçük devletlerin güvenlik gibi devletlerin hassas oldukları bir konuda

ortak politika belirlenmesi sırasında şüpheci davranmaları anlaşılır bir durumdur. Bu nedenle

küçük devletlerin de güvenlik ve savunma alanında ortak politikalara destek vermeye

başlaması AB siyasi birliği ideali açısından önemli bir gelişmedir.

86 Ibid., s.80. 87 Pond, op. cit., s.189.

45

Page 49: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

II. DAYTON BARIŞ ANLAŞMASI SONRASINDA AB’NİN BALKANLAR’A

YÖNELİK GELİŞTİRDİĞİ POLİTİKALAR

Balkanlar’da yaşanan şiddet ve çatışma ortamının ardından gelen barışla birlikte

bölgeye daha farklı gözlerle bakılmaya başlanmıştır. Balkanlar’da artık 1990 öncesi durum

söz konusu değildi. Bölgede yeni devletler kurulmuştu ve bu devletler belirsizliği beraberinde

getirmişti. Barış anlaşması imzalanmış olmasına rağmen barışın kalıcılığı tartışmalıydı.

Üstelik bir kere başlamış olan etnik kimliğe dayalı devletlerin kurulması sürecinin diğer etnik

unsurları etkilemesi kaçınılmazdı. Bu nedenlerle Dayton Barış Anlaşması’yla gelinen nokta

fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Her an bozulmaya hazır olan dengeler bölge devletlerini

tetikte beklemeye zorluyordu.

Balkanlar’daki bu gergin durum, savaşlar boyunca etkin politika izleyemeyen ve

bunun rahatsızlığını duyan AB’yi de yeni politikalar üretmeye yönlendirmişti. AB’nin barış

anlaşmasının imzalanmasından sonra üstlendiği en önemli görev, Mostar’ın idaresiydi.

Haziran 1996’da bölgede seçimlerin yapılmasına kadar AB şehrin yapılanmasına ve yerel

yönetime yetkilerin devredilmesinde herhangi bir sorun yaşanmaması için belirlediği ortak

tutumda,88 Mostar’ın Bosna-Hersek devletinin barış ortamına hızlı bir şekilde

entegrasyonunun sağlanması amacıyla yerel yönetime yardımcı olacak bir özel elçi atamıştır.

Özel elçinin görevleri arasında; yeni seçilen Mostar şehri yönetimini güçlendirmek,

yerlerinden edilmiş insanların ve mültecilerin Mostar’a geri dönüşünü sağlamak, insan

haklarının korunması, etkili bir hukuk sisteminin yerleştirilmesi ve anlaşmaların

uygulanmasının sağlanması başta gelenleridir.

AB’nin barış anlaşmasının imzalanmasından sonra üstlendiği görev, anlaşmanın

uygulanmasına destek olmak yönündeydi. AB, barış anlaşmasının imzalanmasında devre dışı

88 Decision 96/442/CFSP.

46

Page 50: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

kalmasını bu şekilde telafi etmeye çalışıyordu. Bu doğrultuda 19 Aralık 1995’te aldığı ortak

tutumda89 bu amacını açıkça ortaya koymuştur. AB, barışa katkıda bulunmak için hem yüksek

temsilcinin harcamalarını hem de izleme sürecindeki altyapı giderlerini karşılama

sorumluluğunu üzerine almıştır.

AB, Mostar’ın idaresi görevini yürütürken bölgeye yönelik yeni bir politikanın da

temelleri oluşuyordu. 26-27 Şubat 1996’da Genel İşler Konseyince alınan kararla AB,

Balkanlara yönelik Bölgesel Yaklaşım politikası belirlemiştir. Bununla birlikte AB’nin barış

anlaşmasının imzalanmasından sonra bölgeye yönelik geliştirdiği ilk politika Fransa’nın

önerisiyle 13 Aralık 1995 tarihinde başlatılan Royaumont Süreci’dir.

A. Royaumont Süreci

AB’nin Balkanlar’a yönelik ilk kapsamlı politikası olarak tanımlanan süreç Fransa’nın

önerisiyle 13 Aralık 1995’te başlamıştır. Resmi adı İyi Komşuluk ve İstikrar Süreci’dir.

Güneydoğu Avrupa’da istikrarı ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeyi ve bu yolla barış,

istikrar, işbirliği ve demokrasi ilkelerini benimseyerek bütünleşen Avrupa idealine katkıda

bulunmayı amaçlayan politika, Bosna-Hersek, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Hırvatistan,

Slovenya ve Makedonya ile bu devletlere komşu olan Arnavutluk, Macaristan, Bulgaristan,

Romanya, AB ülkeleri, ABD ve Rusya’yı kapsamaktadır. Bu ülkelerin yanı sıra Avrupa

Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve AGİT de sürece katılmaktadır.

Royaumont sürecinin temel amacı, kültürel ve sosyal önyargıları aşmak ve sınır ötesi

işbirliğini güçlendirmek isteyen sivil toplum örgütlerini bir araya getirerek bölgenin

istikrarına katkıda bulunmaktır. 90

89 Decision 95/545/CFSP. 90< http://royaumont.Irf.gr>

47

Page 51: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Royaumont Süreci olarak tanımlanan politika esas itibariyle 13 Aralık’ta barış

antlaşmasının imzalanmasının ertesinde, katılımcıların Balkanlar’da istikrar paktı

oluşturulması fikrini tartıştıkları bir konferansla başlamıştır. AGİT bünyesinde kurulması

düşünülen Avrupa İstikrar Paktı projesi hayata geçirilemediyse de birkaç yıl sonra AB

öncülüğünde başlatılan İstikrar Paktı projesinin önünü açmıştır.91 Konferanslar dizisi şeklinde

devam eden Royaumont Süreci, somut bir eylemi olamamasına karşılık daha sonraki süreçler

için tartışmaların yapılarak altyapının hazırlanmasına katkıda bulunmuştur. Süreç bir süre

sonra iyi komşuluk ilişkilerinin güçlendirildiği ve Balkan ülkeleri için bölgesel işbirliğini

ilerleten bir AB inisiyatifine dönüştürülmüştür.92 ABD de Avrupa dışından bir ülke olarak

sürece destek vermekteydi.

Royaumont Süreci kapsamında Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya,

Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin yanı sıra AB ile Avrupa Antlaşması imzalamış olan

Bulgaristan, Romanya ve Slovenya ile Türkiye ve Yunanistan da bulunmaktadır. AB, süreç

kapsamındaki Batı Balkan ülkelerine maddi destek vererek istikrarın sağlanmasına katkıda

bulunmayı amaçlamıştır.

B. Bölgesel Yaklaşım Politikası

Bölgesel yaklaşım politikası, AB tarafından Dayton anlaşması ve Yugoslavya’daki

AGİT çalışmalarını tamamlamak amacıyla 1996 yılında başlatılmıştır. Politika temel olarak

Balkanlar’da ekonomik iyileşme, iyi komşuluk ilişkileri ve istikrarın güçlendirilmesi

konularında yardımcı olacak bir genel çerçeve belirlemektedir. Bu kapsamda bölgesel

yaklaşım politikasının içeriği şöyledir:93

91 Ünal Çeviköz, “European Integration and Regional Co-operation in Southeast Europe,” Perceptions, Vol.2, No.4, (December 1997/February 1998), s.146. 92 Ibid. 93 1903. Genel İşler Konseyi Toplantısı, Brüksel, PRES/96/33, 26-27 Şubat 1996.

48

Page 52: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

• Dayton Barış Anlaşması koşullarının başarılı bir şekilde yerine getirilmesine

yardımcı olmak,

• Ekonomik refah ve politik istikrara sahip bir bölge yaratmak,

• Hukuk kuralları, demokrasi, insan haklarına saygı ve azınlık haklarına saygıyı

sağlamak ve ilerletmek,

• Ekonomik hareketliliği yeniden başlatmak.

Yukarıda sıralanan dört ilkeyi temel alan bölgesel yaklaşım politikası, hem bölge

ülkeleri arasında daha sıkı bir işbirliğini sağlamayı hem de bu ülkelerle AB arasında

oluşturulacak ikili ilişkiler için zemin oluşturmayı hedeflemiştir. Bunun yanı sıra ilkelerde de

belirtildiği gibi politikanın en önemli amacı barış anlaşmasının en kısa zamanda hayata

geçirilerek bölgede istikrarın sağlanmasıydı.

Bölgesel yaklaşım politikası içinde gerekli şartlara sahip beş ülke olan Arnavutluk,

Bosna-Hersek, Hırvatistan, Yugoslavya Federal Devleti ve Makedonya, AB ile geliştirdikleri

ilişkinin farklılığı göz önüne alınarak iki gruba ayrılmıştır. Bu gruplar;

• Bosna savaşına katılmamış ve böylece AB ile ticaret ve işbirliği anlaşmaları

yapmaya ehil olan Arnavutluk ve Makedonya,

• Dayton barış anlaşmasına taraf olan ve AB ile anlaşmayla ilgili ilişiler

geliştirmeden önce AB’nin koymuş olduğu ilkeleri yerine getirmesi gereken

Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Yugoslavya Federal Devleti’dir.

AB bölgesel yaklaşım politikasını belirlerken bölge devletlerini ikiye ayırarak, AB

devletleri ile bölge devletleri arasında siyasi ilişkilerin geliştirilmesi için uygun ortam

yaratmaya çalışmıştır. Politik diyalog adı altındaki toplantılara bölge devletlerinin ayrı ayrı

katılıyor olması AB’nin bölgede daha etkili bir politika izlemesine yardımcı olmuştur.

Özellikle Makedonya ile AB arasındaki siyasi sorunların çözümü için bölgesel yaklaşım

politikası bir başlangıç olmuştur.

49

Page 53: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Genel İşler Konseyi, 29 Nisan 1997’de, bölgesel yaklaşım politikası kapsamındaki

ülkelere yönelik geliştirdiği siyasi ve ekonomik ilişkilerinin kapsamını açıklığa kavuşturdu.

Konsey, bu ülkelerin AB ile ilişkilerini geliştirmeden önce her ülke için belirli koşullar koydu.

Ayrıca genel olarak “insan hakları ve hukuk kuralları,” “azınlıklara saygı ve azınlık haklarının

korunması” ve “pazar ekonomisi reformu” başlıkları altında ön koşullar belirledi.94 Bu ön

koşulları yerine getirmesine bağlı olarak bölge devletleri için belirlenen politikalar daha çok

ekonomik destek içerikliydi. Ticari ayrıcalıklar, ticaret ve işbirliği anlaşmalarından doğan

sorumlulukların yerine getirilmesi ve bölge ülkelerinin kullanımına açılacak ekonomik destek

programları öngörülmekteydi. Ekonomik yardım programı kapsamında PHARE’dan

yararlanma ve sadece bölge ülkelerine yönelik olan OBNOVA yardımı yer almaktaydı.

PHARE yardımları yeni başlatılmış bir uygulama olmamakla birlikte kapsamının

genişletilmesi bölgesel yaklaşım politikası kapsamında olmuştur. Bosna’nın PHARE

fonlarından yararlanması karara bağlanmıştır. 1995 yılında program dışına çıkarılan

Hırvatistan’ın yeniden PHARE kapsamına dahil edilme isteği ise geri çevrilmiştir.

Yugoslavya Federal Devleti de PHARE kapsamı dışında tutulmaktaydı. Bununla birlikte bu

iki ülkeye bir takım ticari ayrıcalıklar verilmiştir.

Bölgesel yaklaşım daha çok ekonomik yardımlar aracılığıyla bölge koşullarını

iyileştirmeyi ve devletler arasındaki uyuşmazlıkları ekonomik refahı arttırarak çözmeye

yönelik bir politikaydı. Klasik AB yaklaşımı olan “düşük politika alanlarından yüksek politika

alanlarına geçiş” uygulaması, Balkanlar için de temel kabul edilmiştir. AB, kendi

deneyimlerinden de yararlanarak ekonomik alandan işe başlamayı tercih etmiştir.

1998 yılı sonuna gelindiğinde AB’nin bölge devletleriyle ilişkileri daha çok ekonomik

ilişki düzeyine göre oluşmuştu. Arnavutluk ve Makedonya ile yapılan ticaret ve işbirliği

anlaşmaları, Bosna-Hersek ile PHARE kapsamında yürütülen ilişkiler, Hırvatistan ve

94 2003. Genel İşler Konseyi Toplantısı, Lüksemburg, PRES/97/129, 29-30 Nisan 1997.

50

Page 54: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Yugoslavya Federal Devleti’ne yapılan ekonomik yardımlar AB’nin bölgeye yönelik

yaklaşımının özünü oluşturmaktaydı.

AB’nin bölgesel yaklaşım politikası, 1999 yılına gelindiğinde Kosova’da yaşanan

olaylar karşısında gözden geçirilecektir. 1996 yılında uygulanmaya konulduğundan beri çok

büyük ilerleme kaydedemeyen politika buna rağmen AB’nin Balkan politikasındaki bazı

yanlışlıkların düzeltilmesini sağlamıştır. Fakat etkili finansal kaynakların eksikliği ve

politikanın adının belirttiği gibi bölgesel olamaması, AB’nin Balkan stratejisinin başarıya

ulaşmasını engellemiştir.95 Bölgesel olarak belirlenmesine rağmen politikanın sadece Batı

Balkan ülkeleri ile yürütülmek istenmesi ve Balkanlar’daki diğer ülkelerin yaklaşımdan uzak

tutulması da başarısızlığın arkasında yatan nedenlerden biridir.

Balkanlar’ın coğrafi ve tarihi bağları bu bölge üzerinde uygulanmak istenen

stratejilerde göz önünde tutulması gereken bir olgudur. Bu nedenle bölgesel yaklaşım

politikasının istenilen etkiyi yaratmaması, AB’nin bölgenin kendine has durumunu göz ardı

etmesinden kaynaklanmıştır. Üstelik AB’nin Batı Balkan ülkeleriyle kurduğu ilişki de bu

ülkeler için ne ekonomik açıdan ne de siyasi açıdan tatmin edici değildi. AB’nin Balkanlar’da

Yugoslavya’nın dağılmasıyla yaşanan savaşlar karşısında başarısız politikalar izlemesinin

ardından başlattığı bölgesel politikası bu nedenle etkili bir politika olmaktan çok uzaktı.96

C. İstikrar Paktı

Kosova’da NATO bombardımanın başlamasından hemen sonra, AB Dönem Başkanı

Almanya’nın önerisiyle 10 Haziran 1999’da Cologne Zirvesi’nde başlatılan geniş kapsamlı

bir girişimdir. Balkanlar’daki siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarsızlığın istikrara dönebilmesi

95 Papadimitriou, op. cit., s.79. 96 Ibid.

51

Page 55: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

için AB, bölgeyle ilgili tüm devletlerin, uluslararası örgüt ve kuruluşların katılımıyla barışı ve

yeniden yapılanmayı gerçekleştirmek amacıyla yola çıkmıştır.

1. İstikrar Paktı’nın İçeriği ve Yapılanması: İstikrar Paktı, 10 Haziran 1999’da

imzalanmış, 30 Haziran 1999’da Saraybosna’da onaylanmıştır. İstikrar Paktı’nı daha önceki

girişimlerden ayıran en temel özelliği, katılımcıların çokluğudur. Paktın katılımcıları

şunlardır:

• AB üye devletleri ve Avrupa Komisyonu

• Bölge ülkeleri ve bölgeye komşu olan devletler: Bosna-Hersek, Hırvatistan,

Arnavutluk, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Macaristan,

Türkiye

• G-8 Üyeleri: ABD, Kanada, Japonya, Rusya

• Diğer Ülkeler: Norveç, İsviçre

• Uluslararası Örgütler: BM, AGİT, Avrupa Konseyi, NATO, BAB, OECD

• Uluslararası Finans Kuruluşları: Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu,

Avrupa Kalkınma ve Gelişim Bankası, Avrupa Yatırım Bankası

• Bölgesel Oluşumlar: Royaumont Süreci, Karadeniz Ekonomik İşbirliği

Kuruluşu, Merkezi Avrupa İnisiyatifi, Güneydoğu Avrupa İşbirliği İnisiyatifi,

Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci.

İstikrar Paktı, yukarıda sayılan katılımcılar arasında, Güneydoğu Avrupa’da büyüme

ve istikrarı sağlayacak ortak bir strateji geliştiren ve uluslararası işbirliğini hedefleyen bir

çerçeve anlaşmaya varıldığını ilan eden siyasi bir deklarasyondur. Katılımcıların çeşitliliği

dolayısıyla İstikrar Paktı, yeni bir uluslar arası örgüt veya bağımsız finansal kaynaklara sahip

52

Page 56: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

bir yapılanma değildir.97 Katılımcıların siyasi stratejilerini birbirlerine iletmek, bölgede

oluşturulan yeni inisiyatifleri koordine etmek ve böylece çalışmalarda gereksiz ikilemlere

düşmemek için özel koordinatör tayin edilmiştir. Bu görevi ilk üstlenen Bodo Hombach’tır.

İstikrar Paktı temel olarak, Güneydoğu Avrupa’da bölgesel olarak uzun süreli bir

istikrarın sağlanması, bölge devletleri arasında barışın tesis edilmesi, demokrasinin

benimsenmesi, insan haklarına saygının artması ve ekonomik kalkınmanın hızlandırılmasına

katkıda bulunmayı amaç edinmiştir.

Paktın çalışma yöntemi ve yapısı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı model

alınarak hazırlanmıştır. Fakat çalışma masası yapılanması Pakt ile birlikte oluşturulmuş ve

zaman içinde geliştirilmiştir. Çalışma masalarının konularına göre öncelikli olan kurum ve

kuruluşlar bu masalarda temsil edilmişlerdir.98 Örneğin Avrupa Komisyonu ve Dünya

Bankası, bölgeye yapılacak olan ekonomik yardımın idaresi için görevlendirilmişlerdir.

İstikrar Paktı’nın çalışma sistemi, başta genel bir bölgesel masa ile bu masaya bağlı

çalışan üç çalışma masası şeklindedir. Çalışma masalarından birincisi demokratikleştirme ve

insan hakları, ikincisi ekonomik yeniden yapılanma, işbirliği, gelişme ve de üçüncüsü

güvenlik konuları ile ilgilidir.

Birinci çalışma masası kapsamında demokrasi ve insan haklarıyla ilişkili konular yer

almaktadır. Konu başlıklarına göre katılımcılar ayrılmış ve her biri ayrı görev üstlenmiştir.

Çok kültürlü yapının ve azınlıkların korunması için kapsamlı programlar hazırlanmış, yerel

yönetimler desteklenmiş, kadınların sosyal hayata ve politik süreçlere katılımının

arttırılmasına yönelik çalışmalar yapılmış, eğitim konusunda özellikle üniversite eğitimi,

mesleki eğitim ve tarih eğitimi konularına ağırlık verilmiş, parlamentolar arası işbirliği

sağlanmış, medyanın bağımsızlığının sağlanması ve gazetecilerin eğitimi konularına öncelik

verilmiştir. 97 Bodo Hombach, “Stability Pact for South-eastern Europe: A New Perspective for the Region,” Perceptions, Vol.5, No.3, (September/November 2000), s.8. 98 Ibid., s.10.

53

Page 57: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

İkinci çalışma masası, Mart 2000’de “Güneydoğu Avrupa’da Refah ve İstikrar Yolu”

adı altında yayınladığı strateji belgesinde orta ve uzun dönem ekonomik kalkınma hedefleri

belirlemiştir. Bu kapsamda özel sektörün desteklenmesi, AB ile ticaretin geliştirilmesi, sosyal

hizmetlerin ve politikaların desteklenmesi, altyapı yatırımlarının arttırılması ve çevrenin

korunmasına önem verilmesi gibi konular yer almaktadır. Buna benzer strateji belgeleri daha

sonra da hazırlanmıştır. Genel olarak diğerleri de ekonomik refahın arttırılmasına yönelik

politikalar içermektedir.

Güvenlik sorunlarıyla ilgili üçüncü masa ise iki alt masaya ayrılmaktadır. Güvenlik ve

savunma hakkındaki masa askeri reform, silahların denetimi, hafif silahların hızlı artışını

önleme ve insani yardım gibi konuları içerirken, adalet ve içişleri masası organize suçların

önlenmesi, iç güvenlik yapılanmasında kurumlar arasında saydamlığın ve etkililiğin

arttırılması, sığınma hakkı ve göç konuları ile ilgilenmektedir.

İstikrar Paktı bölgesel kalkınmayı desteklemeye yönelik ekonomik yardım ağırlıklı bir

politika olması nedeniyle Marshall Planı ile karşılaştırılmaktadır. Fakat paktın katılımcı

çokluğu ve çeşitliliği ile sosyal konularda geliştirdiği uzun ve orta vadeli politikaların

farklılığı nedeniyle bu karşılaştırmayı yapmak uygun değildir.99 Paktın ilk yılının sonunda

özel koordinatör Bodo Hombach yaptığı genel değerlendirmede ilk yılı genel olarak başarılı

olduğu belirtmiştir. Bununla birlikte stratejinin daha başarılı olabilmesi için dört temel amaç

göstermiştir. Bunlardan ilki proje ve programların zamanında tamamlanarak verilen sözlerin

tutulması, ikincisi özel yatırımların bölgeye çekilerek ekonomik potansiyelin arttırılması,

üçüncüsü uluslar arası kuruluşların karşı karşıya kaldıkları bürokratik engellerin kaldırılarak

etkinliğin arttırılması ve sonuncusu bölgede bilgi teknolojisi devriminin

geçekleştirilmesidir.100

99 Ibid., s.16. 100 Ibid., s.20.

54

Page 58: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

2. İstikrar Paktı’nın Siyasi Etki ve Sonuçları: İstikrar Paktı, AB’nin bölgeye

yönelik politikalarında değişime işaret etmektedir. AB daha önceki politikalarının sonuç

vermediğini görerek bunlardan ders almış ve uluslararası çapta kriz yönetimi politikası

geliştirerek bunu uzun döneme yaymayı planlamıştır. Daha önceki girişimleri nedeniyle AB

içinde ve uluslararası toplumda bölgesel politikalara yönelik bir altyapı hazırdı. AB bu

altyapıyı kullanarak bölgede kalıcı barışı sağlamaya yönelik bir politika oluşturmuştur.

Politikanın bölge devletleri ve AB arasında sıkıştırılmaması ve bölgenin bir bütün olarak ele

alınarak, ekonomik ve demokratik yapının bir bütün olarak yerleştirilmesi ancak uzun

dönemde sonuçlandırılabilecek bir hedeftir.

Daha önceki girişimlerin aksine İstikrar Paktı projesinde, tüm katılımcılar arasında

projenin hedefleri ve temel yapısı üzerinde tam bir fikir birliği oluşmuştur. Bu birliktelik ve

katımcıların sayıca çokluğu İstikrar Paktı’nın ciddi bir yapılanma olduğu izlenimini

vermektedir.101 Barışı kurmak ve devam ettirmek misyonunu üstlenen Pakt, ekonomik ve

siyasi değerleri aynı anda geliştirmeyi amaçladığı için bölge açısından yüksek değere sahip

stratejik bir girişimdir. Paktın bu idealist amacı gerçekleştirebilmek için öne sürdüğü model

olabildiğince çok alanda işbirliğine gidilmesidir. Bu alanlar kapsamında, insan haklarına,

temel özgürlüklere ve azınlık haklarına saygılı bir kurumsal yapı, adalet sistemi ve medyada

özgürlüklerin sağlanması, sivil toplum örgütlerinin güçlendirilerek işbirliğine gidilmesi gibi

sosyal hayatı doğrudan ilgilendiren konular yer almaktadır.

İstikrar Paktı’nın amaçları üzerinde katılımcılar fikir birliği içerisinde olsalar da

onların bu girişimin bir parçası olmaya iten sebepler farklıydı. AB açısından bu politika, üye

devletlerin ve kamuoyunun dikkatini askeri operasyon dışında da seçeneklerin varlığına

çekmekti. Bunun yanı sıra AB için en önemli neden bölgeyi, AB ile bağlantısını kurarak

ekonomik ve siyasi açıdan ilişkilerin daha rahat kurulabileceği bir statüye getirmekti. Ayrıca

101 Kostas Ifandis, “The Politics of Order Building? Reviewing Western Policy in Kosovo and Southeast Europe,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.2, No.2, (May 2002), s.32.

55

Page 59: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

barışın sağlanması AB için yeni bir pazara açılan kapı demekti. Bu nedenle bölgede bir an

önce barışın tesis edilerek Batı tarzı sistemin kurulması gerekmekteydi.102

G-8 Ülkeleri için Pakt, Balkanlar’daki tehlikeli durumu kontrol altında tutarak küresel

çapta bir askeri müdahaleye gerek duyulacak çatışma riskini azaltacak bir araçtı. Özellikle

ABD için bölgeye yapılacak yardımın azalması ve yükün AB ile paylaşılması anlamına

geliyordu. Rusya için ise bölgede varlığını sürdürebileceği bir fırsattı.103 Tüm bu ulusal çıkar

kaynaklı katılımlar için Pakt bir araçtı. Balkan ülkeleri için ise temkinli yaklaşılması gereken,

riskleri ve fırsatları içinde barındıran yeni bir oluşumdu. Pakt, bu ülkeler için bir çeşit

Marshall Planı olma özelliği taşımasına rağmen bölgedeki istikrarsız durum her türlü

oluşuma ilk başta kuşkuyla bakılması sonucunu doğurmaktaydı.

Pakt, bir çok alanda tüm katılımcıların beklentilerini ortak noktada buluşturmayı

başarmıştır. Bunların başında bölgede Avrupa ve Amerika işbirliğinin uzun bir aradan sonra

sağlanması gelmektedir. AB için bölgenin pazar ekonomisi koşullarına uyum sağlaması

stratejik bir öncelikti ve bu geçişi gerçekleştirebilmek için Atlantik ötesi ekonomik örgütlerin

yardımına ihtiyaç duyuyordu. Balkanlar’da genel olarak ekonomik sistemin değişmesi

komünist sistemden arda kalanların da yok edilerek Batı tipi devlet sisteminin bölgeye

yerleştirilmesi anlamına gelmekteydi. Bu nedenle Balkan ülkelerinin serbest piyasa sistemini

destekleyen küresel örgütlere üye olması hem AB hem de ABD tarafından desteklenmekteydi.

Bu süreç Balkan ülkelerinin Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıyla hedefine ulaşmış

olacaktı.104

İstikrar Paktı bölge sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için ne ilk ne de son

girişimdir. Birçok bölgesel girişim olmasına rağmen Paktı özel kılan, Balkanlar’a yönelik en

büyük uluslararası girişim olmasıdır. AB açısından önemi ise ODGP kapsamında alınan ortak

102 Fabrizio Saccomanni, “The Stability Pact for Southeastern Europe: A New Approach to a Regional Problem,” The International Spectator, Vol.XXXV, No.1, (January/March 2000), s.66. 103 Ibid. 104 Ibid., s.67.

56

Page 60: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

kararla sürecin başlatılmasıdır.105 AB’nin Kosova sonrasında bölgeye yönelik daha etkin

politika izleyeceğinin ilk işareti İstikrar Paktı projesinin hayata geçirilmesine aracı olmuş

olmasıdır.

AB’nin İstikrar Paktı’na çok önemli katkısına rağmen aynı dönemde Balkanlar’a

üyelik perspektifi sunması, bölgesel politikaların ve dolayısıyla İstikrar Paktı’nın işleyişi

açısından zorlaştırıcı bir unsur olmuştur. AB, Slovenya, Bulgaristan ve Romanya ile üyelik

görüşmelerine başlamıştı. Batı Balkanlar ise etnik sorunları ve ekonomik geri kalmışlığı

sebebiyle Avrupa’dan uzak duruyordu. Üyelik görüşmelerine başlanılan ülkelerde de durum

iç açıcı değildi ama en azından etnik çatışmalar yaşanmıyordu ve AB, Balkan genişlemesine

ilk olarak bu ülkelerden başlayabilirdi. AB’nin genişleme politikası, Balkanları bir bütün

olarak ele alan bölgesellik ilkesi ile bu noktada çelişmektedir. Bölgesellik kavramıyla

çelişmesine rağmen AB genişleme süreci, bölge ülkelerinin AB normlarına uyum sağlama

isteği nedeniyle Balkanlar’da istikrarın sağlanması yönünde olumlu sonuçlar doğurmuştur.

AB üyeliği gibi NATO üyeliği de bölgesel politikaların işleyişini zora sokan bir durum

olmuştur. 24 Nisan 1999’da gerçekleştirilen NATO Washington Zirvesi’nde alınan genişleme

kararı, bölge ülkeleri için yeni bir fırsat anlamına geliyordu. NATO’ya üye olmak, bölge

ülkeleri için son derece çekici bir seçenekti. NATO genişlemesi, bölgesel politikalar ve Pakt

açısından düşük politika alanından yüksek politika alanına geçişi simgeliyordu. İstikrar Paktı,

sınırlarını çok geniş tuttuğu için NATO ve AB üyeliği gibi olgular özüyle çelişmiyordu. Yola

çıkarken uzun dönemli bir politika olduğunu ilan eden Paktın başarıya ulaşabilmesi için bölge

ülkelerinin ve uluslararası aktörlerin sürece tam katılımı gerekmekteydi. Fakat İstikrar

Paktı’ndan çok daha güçlü bir yapılanmanın ön plana çıkması, bölge devletlerinin ilgi alanının

değişmesine sebep olmuştur Hem NATO ve AB üyeliği perspektifini yakalayan bölge

105 Johannes Varwick, “The Kosovo Crisis and The European Union: The Stability Pact and its Cosequences for EU Enlargement,” Kosovo: Lessons Learned for Internationel Cooperative Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for Security Studies and Conflict Resarch, Vol.5, Zurich, 2000, s.165-166.

57

Page 61: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

devletleri hem de politikalarında değişikliğe giden uluslararası örgütler için İstikrar Paktı

önceliğini zaman içinde kaybetmiştir.

D. İstikrar ve Ortaklık Süreci

İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin Balkan politikalarının devamı niteliğindedir. 1995

yılından itibaren AB’nin bölgeye yönelik geliştirdiği politikalar birbirinden bağımsız değildi.

Bu süreç de İstikrar Paktı’nda öngörüldüğü ve Bölgesel Yaklaşım içinde temel ilkelerinin

oluşturulduğu İstikrar ve Ortaklık Anlaşmalarının imzalanmasıyla başlar ve derinleşerek

devam eder.

Süreç, 26 Mayıs 1999’da Avrupa Komisyonu tarafından başlatılmış, bölgede istikrar

ve refahın sağlanması hedefleyen bir politikadır.106 AB, bölgeye yönelik geliştirdiği daha

önceki politikaların şiddeti engellemede ve istikrarı sağlamada yetersiz kaldığını Kosova’da

yaşananlar sonrasında kavrayarak bölgeye yönelik daha kapsamlı bir strateji geliştirme kararı

almıştır. İstikrar ve Ortaklık Süreci hem AB’nin bölgeye yönelik geliştirmeye çalıştığı ortak

stratejisinin bir parçası hem de AB’nin İstikrar Paktı’na katkısının temel bir parçası olarak

görülmüştür. AB bu politikası ile bölge istikrarı için kilit rol oynarken bölgenin geleceğini de

şekillendirmeyi amaçlamıştır.

1. İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin İşlevi ve Yapısı: İstikrar ve Ortaklık Süreci,

ekonomik ve insani kaynaklarla siyasi çabanın birlikte oluşturacağı uzun dönemli bir

politikadır. Süreç Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Makedonya

ve Hırvatistan’dan oluşan Batı Balkan ülkelerinin AB ile bütünleşme olanağı bulacağı ve her

ülkenin kendi durumuna göre değerlendirileceği bir temel üzerine oturtulmuştur. AB’nin

106 The Stabilisation and Association Process for South-Eastern Europe, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/index.htm> (08.01.2005).

58

Page 62: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

bölgesel olmakla birlikte bölgeleri kendi koşullarına göre değerlendireceği bir politika

başlatmış olması, bölgeyle ilişkisi açısından bir dönüm noktasıdır. Bu sürece kadar bölgesel

politikalarda ülkesel özellikler ön plana çıkarılmayıp daha çok Batı Balkan ülkelerinin

birbirleriyle ilişkilerinin düzelmesine yönelik girişimlerde bulunuluyordu. AB’nin bire bir

ilişki kurma politikası bu açıdan kendi stratejileri için farklılaşmayı işaret ederken Batı Balkan

ülkeleri için AB’ye üyeliğin önünü açması nedeniyle önem kazanmaktadır.

AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci ile Batı Balkanlar’ın Avrupa değerlerine uyum

sağlayabilecek düzeye gelmesini amaçlamıştır. Bunu gerçekleştirirken her ne kadar bire bir

ilişki kursa da bölgesel politika üretmeye çaba harcamıştır. Bölgenin istikrarının sağlanması

için bölgesel politika üretmek şarttı. Bu nedenle Avrupa Anlaşmalarını imzalamış olan Balkan

ülkeleri kapsam dışında bırakılarak sadece Batı Balkanlar ele alınmıştır.

Süreç temel olarak dört aşamadan oluşmaktadır. Bunlar:107

• Birinci evre, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’na doğru: İstikrar ve Ortaklık

Anlaşmaları, sürecin tamamlanması için anahtar role sahiptir. Anlaşmaların

imzalanması imza atan devletlerin AB ile resmi ilişkiye geçmesi anlamına

gelmektedir. Bu tür bir ilişki AB için yüksek siyasi değer taşımaktadır. Serbest

ticaret alanının kurulması ve AB standartlarına uyumun sağlanması için

reformların yapılması anlamını taşımaktadır.

• İkinci evre, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın müzakere edilmesi ve

tamamlanması: İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları için gerekli olan şartlar en az

AB ile üyelik perspektifi bulunan Avrupa Anlaşmaları kadar kapsamlıdır. AB

Orta Avrupa ülkeleriyle görüştüğü gibi koşulların yerine getirilmesini Batı

Balkan ülkeleriyle tek tek görüşerek birlikte AB standartlarına yaklaşılmasını

sağlar. Anlaşmalar temel olarak demokratik ilkelere ve AB tek pazarının temel

107 From Regional Approach to the Stabilisation & Association Process, <http://Europa.eu.int/comm/external_relations/see/actions/sap.htm> (15.04.2005).

59

Page 63: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yapısına uygundur. AB ile serbest ticaret alanının kurulması bölge

ekonomilerinin AB ile bütünleşmesini sağlayarak diğer alanlarda bütünleşme

için ortam yaratacaktır. AB’nin anlaşmaların imzalanması öncesinde tüm Batı

Balkan ülkelerinden istediği geçiş döneminin temel gereklerini yerine

getirmeleridir. Anlaşmalar, AB’ye bu ülkeleri aday olabilecek konuma

getirmek için imkan sağlayacaktır. AB’nin desteği ve yardımıyla bu ülkeler

kısa zamanda koşulları yerine getirecektir.

• Yardım: İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın tamamlanması için gerekli olan

AB maddi desteği özel olarak oluşturulan bir fon aracılığıyla sağlanacaktır.

İstikrar sağlama, gelişme ve yeniden yapılandırma için topluluk yardımı

(CARDS) adı altında oluşturulan program, AB ile ilişkilerini derinleştirmek

isteyen ülkeler için maddi destekte bulunmaktadır. Ayrıca ülke stratejileri ve

çok taraflı programların uygulanmasını sağlar. CARDS başlı başına bir

stratejidir. AB siyasi stratejilerinden ayrıdır ve siyasi programların sona ermesi

CARDS programlarının çalışmasına engel değildir.

• Bölgesel Boyut: İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın imzalanması ve

uygulanması sadece iki taraflı bir süreç değildir. Bölgesel işbirliği CARDS

desteğiyle teşvik edilmektedir. AB’nin bölgesel önceliği bölge ülkelerinin AB

ülkeleriyle olduğu gibi birbirleriyle de işbirliği yapmalarıdır. Böylece iki taraflı

anlaşmalarla oluşturulmuş bir anlaşmalar ağı kurularak bölgesel işbirliği

sağlanır. İşbirliği ve ikili ticaret anlaşmaları, bölge ülkelerinin AB’ye aday

ülkelerle de ilişkilerini kuvvetlendirerek bölgede serbest bir ticaret alanının

dolaylı olarak kurulmasını sağlamış olur. AB, özellikle bölgesel işbirliğini

güvenliğin sağlanması ve uluslararası suçların önlenmesine yönelik ortak bir

yaklaşım belirlenmesi için destekliyordu. Yasa dışı göç, kaçakçılık ve organize

60

Page 64: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

suçlar gibi alanlarda işbirliği yapılması bu suçların engellenmesi için önemli

bir adım olurken aynı zamanda bölgesel işbirliğine de katkıda bulunacaktır.

AB, Batı Balkan ülkelerinin yukarıda sayılan program çerçevesinde hareket ederek

İstikrar ve Ortaklık Anlaşmalarının imzalanması ve uygulanması için gerekli koşulları yerine

getirmesi sonrasında AB’ye tam üye olma koşullarının da büyük bölümünü yerine getirmiş

olacağını belirtmektedir.108

AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni altı temel hedef üzerine inşa etmiştir. Bu hedefler:

• Bölgede ve bölge ile süregelen ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi,

• Ekonomik ve finansal yardımın geliştirilmesi ve yenilenmesi,

• Demokratikleşme, sivil toplum, eğitim ve kurumsal yapılanma için gerekli olan

yardımın arttırılması,

• Adalet ve içişleri alanında işbirliğinin sağlanması,

• Bölgesel düzeyde de olmak üzere siyasi ilişkilerin geliştirilmesi,

• İstikrar ve Ortaklık Anlaşmalarının tamamlanmasıdır.109

Yukarıda sayılan hedefleri gerçekleştirebilmek için AB iki araçla hareket etmektedir.

Bunlardan ilki İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları iken diğeri ekonomik yardım programı olan

CARDS’dır.

a. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları: AB’nin yeni Balkan politikası daha önce

geliştirmiş olduğu ekonomik ve ticari ilişkileri kapsayan ortak üyelik sisteminin devamı

niteliğindedir. Bu sistemde AB ile ortak üyelik sistemi öngörülen devletler arasında resmi

ilişki anlaşma yoluyla tesis edilir. AB, Balkan ülkelerinin bir kısmı ile Avrupa Anlaşmaları

108 Ibid. 109 Joint Raport to the Helsinki Council on EU Action in Support of the Stability Pact and South-Eastern Europe, <http://ceps.be/Pubs/SEEMonitor/Monitor6.htm> (08.01.2005).

61

Page 65: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yoluyla ortaklık kurarken Batı Balkan ülkeleriyle İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ile resmi

ilişki kurmayı tercih etmiştir.

İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları, taraflar arasında malların, hizmetlerin, işgücünün,

girişimcinin ve sermayenin serbest dolaşımını öngören, belirli alanlarda işbirliği politikaları

geliştiren, siyasi diyalog ve bölgesel işbirliği kurmaya öncelik veren, adalet ve içişleri

politikalarında uyumlu hareket etmeyi hedefleyen ve mali işbirliği içeren anlaşmalardır.110

AB’nin İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ile ortaya koyduğu hedefler genel hatlarıyla

şöyledir:

• Batı Balkan ülkelerine AB ile tam entegrasyon olanağını sunmak,

• Siyasi diyalogun devamı için işlevsel bir çerçeve oluşturmak,

• Hukuk devleti ve demokratik yönetimin sağlamlaştırılmasını desteklemek,

• Ekonomik yapının gelişimini hızlandırmak,

• İki taraflı ticaret antlaşmalarının sonuçlanması için ekonomik önlemler almak,

• Adalet ve içişlerinde yoğunlaştırılmış işbirliği için kurumsal ilişki geliştirmek,

• Anlaşma hedeflerini sağlayabilmek için gerekli tüm alanlarda geniş işbirliğine

gitmek.

İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları, AB’nin bölgeye yönelik temel yaklaşımlarını içeren

ve Batı Balkanlar’ın AB sistemine uyumunu sağlamaya yönelik ilkeleri olan anlaşmalar

dizisidir. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ortak paydaya sahip olmalarına rağmen her ülke ile

özel koşulları ve isteklerine bağlı olarak ayrı ayrı imzalanmıştır. Batı Balkan ülkelerinden

Hırvatistan ve Makedonya ilk yıl içinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere

başlayacak koşullara erişmişlerdir. 2003 yılında ise Arnavutluk görüşmelere başlamıştır.

Bosna-Hersek ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ise görüşmelere başlamak için gerekli

şartları yerine getirememişlerdir. Görüşmelere başlamak için gerekli şartlar; hukukun

110 Stabilization and Association Agreements, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see.htm> (08.01.2005).

62

Page 66: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve azınlık haklarına saygının gerçekleşmesi, serbest ve

adil seçimlerin sağlanması, temel ekonomik reformların gerçekleştirilmesi ve komşuluk

ilişkilerinin iyileştirilmesidir. Bunun haricinde Bosna Hersek, Hırvatistan ve Yugoslavya

Federal Cumhuriyeti için ek olarak Dayton Barış Anlaşması’na uyumun gerçekleşmesi şartı

vardır.

AB, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı Batı Balkan ülkeleri için Avrupa Anlaşmaları

ile büyük ölçüde benzerlik gösteren fakat bir ölçüde ondan ayrılan bir yapıda hazırlamıştır.

AB’nin Batı Balkanlar için özel bir ayrıma gitmesinin temelinde yatan başlıca etmen bölgenin

kendine has koşullarıdır. Batı Balkanlar’da ekonomik gelişmeden daha önemli olan barış

ortamının devamının sağlanmasıydı. Bu nedenle Anlaşmalarda özellikle AB’nin amacının

sadece taraflar arasında ortaklık yaratmak olmadığı aynı zamanda kısa ve orta vadede istikrarı

yerleştirmek olduğu belirtilmektedir. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın Avrupa

Anlaşmaları’ndan ayrılan bir yönü de AB’ye üyelik perspektifi içermesidir. Avrupa

Anlaşmaları, AB’ye üyelik konusunda hükümler içermiyordu. Fakat bu anlaşmaları imzalayan

Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri tam üyelik başvurusunda bulanarak genişleme sürecine

dahil olmuşlardır. Bu nedenle Avrupa Anlaşmaları üyelik sürecine hazırlayan anlaşmalar

olmuşlardır. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ise Batı Balkan ülkelerine tam üyelik için

potansiyel aday statüsü vermektedir. Bu aşamada Avrupa Anlaşmaları’ndan bir adım önde

olduğu söylenebilir.

b. İstikrar Sağlama, Gelişme ve Yeniden Yapılandırma için Topluluk Yardımı:

AB, Batı Balkan ülkelerini 1991 yılında itibaren birlik fonlarından aktardığı maddi

yardımlarla desteklemekteydi. 1999 yılında Balkanlar’a yönelik yeni bir politika başlattığını

açıklamasıyla birlikte yeni bir de maddi yardım programı oluşturmuştur. 5 Aralık 1999 tarihli

63

Page 67: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Konsey tüzüğüyle oluşturulan program CARDS adı altında ilan edilmiştir.111 CARDS

programının , Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ni model alan bir kurumsal, yasal,

ekonomik ve sosyal yapılanmaya gitme çabaları ile serbest piyasa ekonomisini benimseme

çalışmalarını desteklemesi öngörülmüştür.

CARDS programını diğer yardım programlarından ayıran en önemli özellik,

programdan destek sağlayabilmenin koşula bağlanmış olmasıdır. Buna göre, demokratik

ilkelere, hukukun üstünlüğüne , insan hakları ile azınlık haklarına, temel özgürlüklere ve

uluslararası hukuk ilkelerine saygılı bir devlet olmak gerekmektedir.

CARDS programı çerçevesinde bölgeye 2000-2006 yılları arasında 4.6 milyar Dolar

kaynak sağlanması öngörülmüştür. Bu kaynağın sağlanmasının dört ana amacı vardır:

• Yeniden yapılanma, demokratik istikrar, uzlaşma ve göçmenlerin evlerine

dönüşünün sağlanması,

• AB normlarına uyumlu yasal ve kurumsal gelişmeler, demokrasi ve hukukun

üstünlüğünün, insan haklarının, medya ve sivil toplumun, ve pazar

ekonomisinin geliştirilmesi,

• Yapısal reformlarla desteklenmiş, sürdürülebilir ekonomik ve sosyal

kalkınmanın desteklenmesi,

• Bölgesel düzeyde daha yakın ilişkiler, işbirliği, diğer Batı Balkan ülkeleri ile,

üye ülkelerle ve aday ülkelerle ilişkilerin yakınlaştırılmasının teşvik edilmesi,

• Bu ülkelerin, İstikrar ve Ortaklık Sürecine katılımını desteklemek, AB

standartlarına ve ilkelerine daha da yaklaştırmak ve Batı Balkan ülkelerini,

aşamalı olarak AB ile entegrasyona hazırlamaktır.

Temel görevi İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın imzalanması sürecinde Batı Balkan

ülkelerine destek olmak olan CARDS için belirlenen miktar 2000 ile 2006 yılları arasında

111 Council Regulation, No.2666/2000, 5 December 1999.

64

Page 68: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

4,65 milyar Euro’dur. Bu miktar ülkelere ve yıllara göre değişim göstermektedir. 2002 yılında

her ülke için ayrı ayrı hazırlanan strateji belgelerine göre yapılacak yardım ülkelerin İstikrar

ve Ortaklık Süreci’ne katılımının değerlendirileceği yıllık raporlar doğrultusunda serbest

bırakılacaktır.112

CARDS programı dahilinde 2002 yılından 2006 yılına kadar olan süre için, belirlenen

stratejiye göre AB, Batı Balkanlar’a bölgesel işbirliğini geliştirmek ve mevcut sorunların

üstesinden gelmek amacıyla 2002 ve 2004 yılları için 197 milyon Euro ödenek tahsis

etmiştir.113 Bu ödeneğin verilme amaçları; ülkeler arasında sınır ilişkilerinin düzene

sokulması, AB politika ve hukukuna bölge devletlerinin kurumsal yapısının uyumunun

desteklenmesi, demokratik yapının güçlendirilmesi, sivil toplum örgütlerinin etkili hale

getirilmesi ve enerji, ulaşım ve çevre altyapısının AB standartlarına getirilmesinin

desteklenmesi olarak belirtilmiştir.

2. İstikrar ve Ortaklık Sürecinin Gelişimi: İstikrar ve Ortaklık Süreci, 1999 yılında

hayata geçirildiği günden bugüne zaman içinde geliştirilerek AB’nin Batı Balkanlar’a yönelik

başlıca politikası olmuştur. Sürecin anlaşmalar yoluyla desteklenerek sonucunun AB’ye tam

üyeliğe kadar gitmesi, uzun soluklu olacağının ispatı niteliğindedir. 2003 yılında Selanik

Zirvesi ise ivme kazandıktan sonra politikanın AB tarafından vazgeçilemez olduğunu

göstermektedir. İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin klasik genişleme politikası kapsamında

olmamakla birlikte bir çok açıdan onu tamamlamaktadır. Genişleme politikasının asıl amacı

ülkeleri AB yapısına hazırlamak iken İstikrar ve Ortaklık Süreci öncelikle bölgede istikrarı

sağlamak sonrasında genişleme sürecine dahil etmek şeklinde işlemektedir. Bu temel farklılık

haricinde AB’nin Balkan politikası dış politikasında kullandığı en etkili aracı olan genişleme

112CARDS Regional Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/cards/sp02_06.pdf> (12.05.2005). 113 Euro 197 million to promote regional cooperation in the Western Balkans, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip01_1464.htm> (13.05.2005).

65

Page 69: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

politikasıyla paralellik göstermektedir. AB’nin Batı Balkan ülkelerine üyelik umudu vermesi

kuşkusuz ki İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin başarıya ulaşmasında ve devam etmesinde temel

faktör olmuştur.

a. Zagreb Zirvesi ve “Potansiyel Adaylık” Kavramı: İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin

zaman içerisinde yenilenerek daha etkili hale getirilmek istenmesi nedeniyle gerçekleştirilen

ilk kapsamlı girişim, 24 Kasım 2000 tarihli AB ve Batı Balkan Ülkeleri Liderler Zirvesi veya

diğer adıyla Zagreb Zirvesi’dir. Fransa’nın dönem başkanlığında gerçekleştirilen ve

Hırvatistan’ın ev sahipliği yaptığı zirveye, AB üye devletleri, İstikrar ve Ortaklık Süreci

kapsamındaki Batı Balkan devletleri ve AB üyeliğine aday Balkan ülkesi Slovenya’nın

hükümet ve devlet başkanları ile dışişleri bakanları katılmıştır.

Zirvenin amacı, İstikrar ve Ortaklık Süreci kapsamındaki ülkelerin AB ile daha yakın

işbirliği içine girebileceği bir yol haritası çizmek ve böylece Batı Balkan ülkeleri için yeni bir

vizyon oluşturmaktır. Zirvenin sonuç bildirgesinde AB o tarihe kadar bölgede yaptığı

çalışmalardan bahsetmiş ve İstikrar Paktı’na önemli katkılarda bulunduğunu vurgulamıştır.

AB’nin İstikrar Paktı’na katkısı Zirve’nin sonuç bildirgesinde övülmektedir. İstikrar Paktı’nın

en büyük destekleyicisi ve finans kaynağı olan AB’nin o tarihe kadar Balkanlar’da istikrarın

sağlanması için Pakt kapsamında yaptığı çalışmalara değinerek İstikrar Paktı içinde bundan

sonra da öncü rolünü oynayacağını açıklaması önemlidir. Çünkü AB aynı bildirge içerisinde

Batı Balkan ülkelerine çok önemli bir statü kazandırmaktadır. Bu statü AB’ye tam üye

adaylığının önünü açarak Batı Balkan ülkeleri için AB’nin ve AB’nin bölgeye yönelik İstikrar

ve Ortaklık politikasının öneminin artmasına ve dolaylı olarak İstikrar Paktı’nın öneminin

azalmasına neden olmuştur.

Zirvede süreç kapsamındaki ülkeler için, bölgesel işbirliğinin devamı, demokratik

kurallara saygı ve reformların devamı koşuluyla, “potansiyel aday ülke” ifadesi

66

Page 70: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

kullanılmıştır.114 AB, ilk olarak Haziran 2000’de yapılan Feira Zirvesi’nde bu ifadenin

kullanılması karara bağlamıştır. AB bünyesinde bu karar alındıktan birkaç ay sonra Batı

Balkan ülkeleriyle yapılan Zirve’de bu ifade kullanılarak Batı Balkan ülkelerinin tam üyelik

süreçlerinin işleyişi ile ilgili koşullar belirlenmiştir.

Zagreb Zirvesi’nde “potansiyel adaylık” kavramı üzerinde önemle durulmaktadır. AB,

İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne dahil ülkelerin bundan sonra statülerinin değerini kavrayarak

daha etkili çalışmalar yürütmesi gerektiği belirtilmiştir. Her ülkenin statüsünün bilincinde

olarak bölgesel işbirliğinin geliştirilmesine katkıda bulunması, Zirvenin temel gündem

maddesini oluşturmuştur. Bu kapsamda Zirvenin ikinci önemli sonucu bölgesel işbirliğinin

geliştirilmesine yöneliktir. Zirve’de AB ile yakınlaşmanın bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi

süreci ile birlikte yürüyeceği konusunda anlaşılmıştır. Komisyon, bu konuda her bir ülkeyi

sorumlu tutarak bölgesel işbirliğinin geliştirilmesinin önemini ısrarla vurgulamıştır. Bölgesel

işbirliğinin geliştirilmesinin, AB ile yürütülecek çalışmalarda öncelikli konu olacağı ısrarla

belirtildiğinden tam üye adaylığın yolu bu politikayı güçlendirmekten geçmektedir.

Zagreb Zirvesi’nde ele alınan bir önemli konu da Komisyon tarafından öne sürülen

“siyasi forum” oluşturulması teklifiydi. Komisyon, AB ve bölge liderlerinin bir araya geleceği

bu tip görüşmelerin bölgesel işbirliğinin derinleştirilmesi ve işbirliğine katkıda bulunması

açısından önemli olacağını belirtmiştir.

b. Makedonya ve Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı İmzalaması

ve Sonrasında Yaşanan Gelişmeler: Zagreb Zirvesi’nden sonra İstikrar ve Ortaklık

Süreci’ndeki en önemli gelişme Makedonya ve Hırvatistan ile imzalan İstikrar ve Ortaklık

Anlaşmaları’dır. 26 Mart 2001 tarihli Konsey kararı ile Makedonya ve AB ilişkileri farklı bir

noktaya taşınırken diğer ülkeler için de bölgesel işbirliğini hızlandırıcı bir unsur olmuştur.

114 Zagreb Summit, 24 November 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_11_00/index.htm> (15.04.2005).

67

Page 71: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Makedonya’nın ardından 29 Ekim 2001’de İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalayan ikinci

ülke ise Hırvatistan’dır. Bu iki ülkenin AB ile yakınlaşan ilişkisi İstikrar ve Ortaklık

Süreci’nin diğer Batı Balkan ülkeleri gözünde değerinin artmasını sağlamıştır.

Makedonya ve Hırvatistan ile imzalanan İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nda bu

ülkelerin AB’ye tam üye olma yolunda önemli bir adım attığı belirtilmiş fakat tam üyeliğin

koşulunun bu ülkeler için sadece Kopenhag Kriterlerine uymak değil aynı zamanda

Anlaşmaların başarıyla uygulanması olduğu vurgulanmıştır. İstikrar ve Ortaklık

Anlaşmaları’nın başarıyla uygulanması için bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi gerekliliği

nedeniyle AB’nin bu koşulu koyarak bölgesellikten uzaklaşmamaya çalıştığı ve tüm Batı

Balkan ülkelerine bu doğrultuda mesaj verdiği açıktır.115

Makedonya ve Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı imzalamasından

sonraki bir yıl boyunca Süreci hareketlendirecek bir gelişme olmamıştır. Bununla birlikte

Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin ilk yıllık raporunu116 yayınlaması Balkan

ülkelerinin gelişmelerinin izlenebilmesi için faydalı olmuştur. Bölgedeki ekonomik ve siyasi

gelişmelerin ayrıntılı bir şekilde ele alındığı Raporla birlikte ayrıca her ülke için ayrı “ülke

raporları” yayınlanarak hem ülkelerin kaydettiği gelişmeler değerlendirilmiş hem de gelecek

bir yıllık süre için Komisyon bu ülkelere eylem önerilerinde bulunmuştur. Raporda,

Balkanların etnik yapısı yap-boza benzetilerek bu durumun bölgeyi karmaşık hale getirdiği

yorumu yapılmıştır. Rapora göre, yaşanan savaşlarının da bölgenin karmaşık yapısına katkıda

bulunması sonucunda ekonomik ve siyasi geçiş zorlaşmıştır. Fakat İstikrar ve Ortaklık Süreci

ile bölge ülkelerinin büyük bir aşama kaydederek bölgesel işbirliğini geliştirmeleri ve bu

gelişmenin AB ile ilişkilerine de olumlu yansıması, bölgedeki karmaşanın ve sorunların

giderilmesine yardımcı olduğu, Komisyon tarafından özellikle vurgulanmıştır.

115 Elif Uçkan Dağdemir, “Batı Balkan Ülkeleri ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik Olasılıkları,” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, No.59/1, (Ocak/Mart 2004), s.99. 116 Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East Europe, First Annual Report, Brussels, 4 April 2002, COM(2002)163 final.

68

Page 72: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Komisyonun ilk yıllık raporu, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin bir çok konuyu net

bir şekilde açıklamaktadır. İlk olarak Komisyon, Süreci bir “eşlik etme politikası” olarak

tanımlamıştır. Bu politika ile AB, ulusal kurum ve kuruluşların yerini almak değil onlara geçiş

sürecinde yardımcı olmak istediğini, bu nedenle bölgede yaşanan sorunlara taraf olmak yerine

çözüm konusunda dışarıdan yardımcı olmayı seçtiğini öne sürmektedir. Raporda ikinci olarak

altı çizilen konu ise Sürecin “geri dönülemez” olduğudur. AB, Batı Balkan ülkelerinin sürece

daha yoğun katılımının ve bu katılımın anlaşmalar yoluyla resmileştirilerek ortaklık statüsüne

erişmesini dönüşü olmayan bir yol olarak görmektedir.117 Raporda vurgulanan bir diğer konu

da İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin uygulanması aşamasında karşılaşılan zorluklardan alınan

dersler doğrultusunda AB’nin istikrar ve ortaklık arasında dengeyi sağlama gayretidir. Bu iki

unsurdan birinin öne çıkması Sürecin yavaşlamasına neden olacağı için dengenin

sağlanmasına AB son derece önem vermektedir.

Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin temel ilkelerine açıklık getirdikten sonra

süreç kapsamında bölgede devam eden sorunlara ve mücadele edilmesi gereken alanlara

değinmiştir.118 AB başlıca mücadele edilmesi gereken alanlar olarak demokratik bir devlette

olması gereken hukukun uygulanması, güçlü idari kapasitenin sağlanması ve siyaset

kurallarının demokratik yaşamın bir parçası olarak benimsenmesini göstermiştir. Ayrıca zayıf

sivil toplum örgütleri ve basın yapılanması ile aşırı milliyetçiliğin devam etmesine dikkat

çekmiştir. AB, bu uyarıların dikkate alınmasını genişleme süreci içerisinde çekilen sıkıntıları

azaltarak tam üyelik sürecinin hızlı işlemesine yardımcı olacağını belirmiştir.

Komisyon 2003 yılı Mart ayında ikinci yıllık raporunu119 yayınlamıştır. Raporda

AB’nin bir değerler birliği olduğundan hareketle ülkelere temel ilkelere uymalarının önemi

hatırlatılmaktadır. Bu değerler, hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan haklarına saygı,

117 Ibid., s.6-8. 118 Ibid., s.9-13. 119 Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East Europe, Second Annual Report, Brussels, 26 March 2003, COM(2003)139 final.

69

Page 73: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

azınlıkların korunması ve pazar ekonomisi koşullarına uyum olarak sıralandıktan sonra

değişimin bir gecede olamayacağı ve zaman içinde AB ile ortak politikalar üreterek bu

değerlerin benimseneceği belirtilmektedir. Bu değişim süreci ülkeden ülkeye farklılık

gösterdiğinden AB’yle ortaklığın artmasının ülkelerin kendi elinde olduğu, ikinci raporun

başlıca konusudur. Bu doğrultuda ülkelerin durumu, yaptıkları ve yapması gerekenler ayrı

ayrı incelenmiş ve AB değerlerinin benimsenmesi ile AB genişleme politikasına dahil olma

arasında doğrudan bağlantı kurulmuştur.120

İkinci raporun dikkat çeken yönü, İstikrar ve Ortaklık Süreci ile Ortak Dış ve Güvenlik

Politikası arasında bağ kurmasıdır. Komisyon, AB’nin Bosna-Hersek’teki polis misyonu

faaliyetlerinin İstikrar ve Ortaklık Süreci programlarının uygulanmasına destek olduğunu ve

böylece süreç kapsamındaki uygulamaların hızla gerçekleştiğini belirtmiştir. ODGP’nin Batı

Balkanlara yönelik gerçekleştirilen politikalardan uzak kalması bu şekilde dengelenmeye

çalışılmıştır. Bunun yanı sıra Komisyon, Makedonya’da NATO’dan görev teslim alması

öngörülen AB kuvvetlerinin bölgede istikrarın sağlanmasına faydalı olacağı yorumunu

yapmaktadır.

c. Selanik Zirvesi ile Batı Balkanlar’ın Ön Plana Çıkışı: 2003 yılı İstikrar ve

Ortaklık Süreci’nin canlandığı, yeni gündem maddelerinin oluşturulduğu ve Makedonya ile

Hırvatistan dışındaki Batı Balkan ülkelerinin de sürece katılımının arttığı bir yıl olmuştur.

2003 yılının ilk altı ayında Yunanistan’ın Dönem Başkanlığı görevini üstlenmesiyle İstikrar

ve Ortaklık Süreci, AB gündeminin en önemli konusu haline gelmiştir. Yunanistan’ın bir

Balkan ülkesi olması nedeniyle bölgenin istikrarı ve gelişmesiyle yakın ilgi içerisinde olması,

Sürecin önem kazanmasının başlıca nedenidir.

120 Ibid., s.5.

70

Page 74: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

16 Haziran 2003 tarihinde, Selanik Zirvesi öncesi, Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi

Batı Balkanlara yönelik Selanik Gündemi’ni açıklamıştır.121 AB, Batı Balkanlar’ın Avrupa

yapılanmasına uyum sağlayabilmesi ve sonucunda tam üye olabilmesi için hazırlıklarına

destek olmaya öncelik verdiğini belirtmiştir. AB’nin Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine

yönelik gelişmesinin Batı Balkanlar için teşvik unsuru olması gerektiği ve Batı Balkanlar’ın

da birleşmiş Avrupa’nın tamamlayıcı parçası olacağı vurgulanmıştır.

Selanik Gündemi, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne yeni bir boyut getirmiştir. AB geçen

dört yıl boyunca bu politikayı bölgede istikrarı yerleştirmek ve bölgenin Avrupa ile bağlarını

kuvvetlendirmek için kullanmıştır. Selanik Gündemi’nde AB, bu politikasının başarıya

ulaştığı yorumunu yaparak bundan sonraki süreç için yeni ve daha kapsamlı politikalar

üreteceğini ifade etmiştir. AB’nin yeni politikasının genişleme sürecinin öğeleri ile

zenginleştirileceği ve genişletileceği ve böylece bölge ülkelerinin AB ile ortaklık sürecine

hazırlanacağını belirten Gündem, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın imzalanmasının bu

aşamada önemli olduğuna değinmiştir. Selanik Gündemi beş temel maddeden oluşmaktadır.

Bunlar, demokratik gelişme ve istikrarın sağlanmasında ilerleme , zenginleştirilmiş İstikrar ve

Ortaklık Süreci, adalet ve içişleri konularında işbirliği, ekonomik gelişme ve bölgesel

işbirliğinin görüşülmesidir. Bu kapsamda Komisyon’un ikinci yıllık raporu dikkate alınarak

hazırlanmış bir program dahilinde çalışılarak Batı Balkanlar’ın geleceğe hazırlanacağı

belirtilmiştir.

Selanik Zirvesi, Zagreb Zirvesi’nden sonra AB ile Batı Balkan ülkeleri arasında

yapılan ikinci zirvedir. AB, Feira ve Kopenhag Zirveleri’nden sonra bir kez daha üyelik

olasılığının altını çizerek Batı Balkanlar’ın Avrupa entegrasyonuna hazırlanmasının somut

yollarla yapılacağı tekrarlamıştır. Batı Balkan ülkelerinin Avrupa yolunda ilerlemesinin ise

hukuk kurallarına saygı, demokrasi ve insan hakları standartlarının yakalanması, iyi yönetişim

121 The Thessaloniki Agenda for the Western Balkans, 16 June 2003, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gacthess.htm> (15.04.2005).

71

Page 75: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ve ekonomik gelişmelerine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Zirve’de yoğunlaştırılan ilişkilerin

Batı Balkanlar’ın bölgesel olarak entegrasyonunu hızlandıracağını umut edildiği belirtilmiştir.

Zirveye başkanlık yapan Chris Patten’in “Selanik Zirvesi Batı Balkanlara iki önemli mesaj

vermektedir: Birincisi, AB’ye üyelik olanağı gerçektir; ikincisi ise Batı Balkanlar AB’ye

katılmadıkça AB genişlemesi tamamlanmayacaktır. Komisyon Batı Balkan ülkelerinin

Avrupa yolunda başarılı olabilmesi için desteğini artırarak sürdürecektir. Fakat üyelik

kazanılır. Bu, sıkı çalışma ve bölgenin güçlenmesiyle olur. Avrupa entegrasyonu yolunda

nasıl ilerlediğiniz ve ilerleme sürecindeki hızınız sizi sonuca ulaştırır.” şeklindeki sözleri

Zirve’nin Batı Balkanlar için değerini son derece net özetlemektedir.122

19-20 ve 21 Haziran’da süren Zirve’nin son günü tamamen Batı Balkanlar Zirvesine

dönüşmüş olması AB’nin bölgeye yönelik yaklaşımında önemli bir değişimin söz konusu

olduğunu göstermektedir. Batı Balkan liderleri ile görüşmenin Selanik Zirvesi’nde yapılması

bile AB’nin 2004’te gerçekleştireceği genişlemenin ardından Batı Balkanlar’ı unutmayacağını

sembolik açıdan göstermektedir. Bu zirveye Batı Balkan ülkelerinin liderlerinin çağrılmış

olması Batı Balkanlara verilen değeri ve bölgenin genişlenin bir parçası olduğunu göstermesi

açısından önemlidir.123 Hırvatistan’ın Şubat ayında yaptığı tam üyelik başvurusu, Batı Balkan

ülkeleri tarafından da genişleme perspektifinin yakalandığını göstermektedir.

Zirvenin son günü açıklanan bildirgede AB’nin Batı Balkan politikasında yaptığı

değişiklikler göze çarpmaktadır. Genel hatlarıyla Zirvede alınan kararlar şunlardır:124

• Balkanlar’ın geleceği AB içindedir. Genişleme süreci, Batı Balkan ülkelerinin

cesaretlendirmelidir. Avrupa yapısına ve tam üyeliğe hazırlanmak büyük

122 The Thessaloniki Summit: A Milestone in the European Union’s Relations with the Western Balkans, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip03_860,htm> (15.04.2005). 123 Erhan Türbedar, “Selanik Zirvesi’nin Ardından: Batı Balkanlar Gölgeden Çıkıyor,” Stratejik Analiz, C.4, S.40, (Ağustos 2003), s.64. 124 Thessaloniki EU-Western Balkans Summit Declaration, 21 June 2003, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_06_03/decl.htm> (15.04.2005).

72

Page 76: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

mücadele gerektiren bir yoldur. Bu aşamada Hırvatistan’ın tam üyelik

başvurusu Komisyon gündemindedir.

• İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin Batı Balkanlar politikasının çerçevesini

oluşturmaya devam edecektir. Fakat Merkezi ve Doğu Avrupa genişlemesinde

yapılan üyelik sürecine ilişkin reformlar Batı Balkan için de uygulanacaktır.

Ülkeler bireysel olarak üyelik için Kopenhag kriterlerine uymak, İstikrar ve

Ortaklık Süreci’ne yoğun bir şekilde katılarak programları tamamlamak ve

Zagreb Zirvesi sonuç bildirgesinde yer alan şartları yerine getirmek

durumundadır. Bu kapsamda İstikrar ve Ortaklık Süreci genişleme sürecinin

deneyimlerinden yararlanılarak zenginleştirilecektir. Zenginleştirme

kapsamında öncelikli konu olarak ODGP, parlamentolar arası işbirliği ve

topluluk programlarına katılım alanlarında siyasi diyalog başlatılması yer

almaktadır.

• AB, Kosova’daki BM barış gücünün faaliyetlerini desteklediğini belirterek

Dayton Barış Anlaşması’na bağlı kalınmasının önemini vurgulamıştır. NATO

ve ABD ile bölgede güvenlik konularında işbirliğinin arttırılarak süreceği ve

bölgenin güvenliği için çalışan uluslararası yapılanmalara destek verileceği

belirtilmiştir.

• Bunun yanı sıra Selanik Gündemi’nde belirlenen konuların kabul edilerek

ekonomik yapının güçlenmesi, ulaşım, iletişim ve çevre konularında altyapı

çalışmalarına hız verilmesi, sınırlar arası ilişkilerin düzenlenmesi gibi temel

sorunların çözümü için AB’nin maddi destekli somut programlar hazırlayacağı

belirtilmiştir.

73

Page 77: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Genel hatlarıyla yukarıdaki konuların karara bağlandığı Selanik Zirvesi teknik

konularda daha önceki süreçlerin geliştirilerek devam edeceğini göstermektedir. Zirve ile

değişiklik gösteren asıl konular siyasidir. Bu aşama AB’nin hem kendi yapısını geliştirmede

kullandığı hem de genişleme süreçlerinde aday ülkeleri hazırlamak için kullandığı “düşük

politika alanlarından yüksek politika alanlarına geçiş” ilkesinin hayata geçirilmeye başladığını

göstermektedir. AB için Batı Balkanlar güvenlik ve savunma açısından son derece önemlidir.

Balkanların çatışma yaşanmaya hazır yapısı hem bölgeyi hem de AB’yi tehdit etmekte ve bu

durum AB’nin en azından kendi kıtasında siyasi güç olarak algılanmasını engellemektedir. Bu

nedenle AB bölge ülkelerini işbirliğine zorlamakla bölgede kalıcı istikrarı yerleştirmeyi

hedefleyerek temelde kendi güvenliği için önlemler almıştır.

AB, 1999’dan itibaren adım adım geliştirdiği Balkan politikasını Selanik Zirvesi ile en

sonunda getirmek istediği noktaya ulaştırmıştır. Bu süreçten sonra Batı Balkan ülkeleri tam

üyelik için yerine getirmeleri gereken koşullarla uğraşırken bir taraftan da AB kurumsal

yapısı içine işleyeceklerdir. AB üyeliği özü itibariyle ekonomik bağımlılıktan geçtiğinden

Batı Balkanlarda da öncelikle bu konu halledilmeye çalışılacaktır. AB, ekonomik gelişmenin

barış ve istikrarı getireceği düşüncesinden hareket etmektedir. Balkan ülkelerinin birbirleri ve

AB ile bağımlılıkların artması yoluyla bölgede istikrarın sağlanması Avrupa kıtası için olası

sorunların önceden yok edilmesi anlamı taşımaktadır. AB açısından ekonomik ve güvenlik

öncelikleri nedeniyle Batı Balkanlar’a üyelik yolu açılırken Batı Balkan ülkeleri arasında da

AB’ye üye olma politikası öne çıkmaya başlamıştır. Selanik Zirvesi öncesinde aralarında

görüşmeleri sıklaştıran Batı Balkan ülkeleri, Selanik Zirvesi’ne önemli ölçüde umut

bağladıklarını göstermişlerdir. Bu görüşmelerden biri olan ve Güneydoğu Avrupa İşbirliği

Süreci125 çerçevesinde Saraybosna’da Haziran 2003’ün ikinci haftasında düzenlenen

125 Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci, 6-7 Temmuz 1996’da açıklanan Sofya Bildirgesi ile bölgede iyi komşuluk ilişkileri, güvenlik, istikrar ve işbirliğinin tesisi için bir araya gelmişlerdir. Üyeleri, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Türkiye ve gözlemci statüsü ile Hırvatistan’dır.

74

Page 78: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

toplantıda, Batı Balkan ülkelerinin dışişleri bakanları kabul edilen ortak kararda Selanik

Zirvesi’nde net bir şekilde “Avrupa Birliği sınırlarının Balkanlar olmadan

tamamlanamayacağı” mesajının verilmesini beklediklerini belirtmişlerdir.126

AB’nin Batı Balkanlar’da siyasi istikrarı sağlamasında teşvik edici unsur olarak tam

üyelik perspektifini sunması, AB içinde eleştirilere maruz kalmasına neden olmuştur. Son

genişleme dalgasının bile AB üzerinde nasıl bir etki oluşturacağı bilinmezken AB’nin yeni bir

genişleme dalgası yaratma politikası izlemesinin ciddi sorunlara yol açacağı düşünülmektedir.

126 Türbedar, op. cit., s.65.

75

Page 79: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

III. BATI BALKAN ÜLKELERİNİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ

Batı Balkan ülkeleri olarak adlandırılan Makedonya, Hırvatistan, Arnavutluk, Bosna-

Hersek ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (Sırbistan-Karadağ) aynı bölge içerisinde yer

alan ve 1990 öncesinde devlet sistemi açısından Batı Avrupa’dan farklı konumda olan

ülkelerdir. Bu ülkelerden Arnavutluk hariç diğerlerinin eski Yugoslavya’nın birer parçası

olması ise aralarındaki en temel ortak yöndür. 1990 sonrasında Yugoslavya’dan Slovenya ve

Hırvatistan’ın ayrılma hareketiyle başlayan parçalanma süreci içerisinde bu devletler, zamanla

bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Günümüzde ise Batı Balkan ülkelerinin tümü AB sistemine

uyum sağlamaya çalışmaktadırlar.

Genel olarak Batı Balkan ülkelerinin ortak özellikleri, 1990 sonrasında rejim

değişikliği yaşanması ve etnik yapılarının çeşitliliğidir. Özellikle eski Yugoslavya’dan ayrılan

devletler arasında etnik yapıların iç içe geçmiş olması, bu ülkeler arasında sınır ve toprak

sorunları yaşanmasında ve bu sorunların şiddetli savaşlara dönüşmesinde etkili olmuştur.

1990 sonrasında AB, yeniden yapılanma ve yeni uluslararası sisteme uyum sağlama

sorunları yaşarken yanı başındaki savaşlar karşısında kelimenin tam anlamıyla ne yapacağını

bilemez duruma düşmesi nedeniyle çok eleştirilmiştir. AB de hatasını kabullenerek özeleştiri

yapmış ve hem hatasını telafi etmek hem de bölgesel güç konumuna yükselmek için Balkan

politikalarına ağırlık vermiştir. AB’nin 1999 yılında uygulamaya koyduğu İstikrar ve Ortaklık

Süreci bu dönemde AB’nin hedeflerine ulaşmasına yardımcı olan başlıca araçtır. AB, bu

politika kapsamında sıkça bölgesel işbirliğinin öneminden bahsederken ülkelerle bireysel

olarak da ilişki kurmaya önem vermiştir.

AB’nin Batı Balkan ülkeleri ile bağımsızlıklarından itibaren kurduğu ilişki bir çok

açıdan farklılık göstermektedir. Balkanlar’daki gelişmelerden doğrudan etkilenen AB üyesi

76

Page 80: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ülkelerin farklı ulusal çıkarları, AB’nin genişleme politikası içerinde geri kalan Balkan

ülkelerine yönelik farklılaşmış politikaları ve bölge ülkelerinin kendine has koşulları, Batı

Balkanlar’ın bir bütün olarak algılanmasından uzaklaşılarak özel sorunlara özel çözümler

üretilmesi sonucunu doğurmuştur. Özellikle gelecekte sorun çıkmasına muhtemel gözüyle

bakılan ülkelerle ilişkilerlerde hem AB hem de AB üyesi ülkeler farklı politikalar

üretmektedir. Batı Balkanlar tek başına bir bölge olarak önemli olduğu kadar tek tek bölge

ülkeleri de AB ile ilişkileri açısından son derece önemlidir. Genişleme sürecini Batı

Balkanlar’a çeviren AB için bundan sonraki süreçte bireyselleştirme, bölgesel politikalara

göre daha çok önem kazanacak gibi görünmektedir.

A. HIRVATİSTAN

1. AB ile Hırvatistan Arasındaki Resmi İlişkinin Tarihçesi: Hırvatistan ile AB

arasındaki yasal ilişkinin başlama tarihi diğer Batı Balkan ülkelerinde olduğu gibi AB’nin

Bölgesel Yaklaşım politikasını uygulamaya koyduğu 1997 yılıdır. Bölgesel yaklaşım

politikası dahilinde AB, Hırvatistan ile ikili ilişkilerin geliştirilmesi için kendi siyasi ve

ekonomik ilkelerine uyumu gerekli görmekteydi. Bölgesel Yaklaşım politikası kapsamında

yer alan Hırvatistan ile AB’nin ilişkilerinin esas olarak başlama tarihi ise Hırvatistan’ın

AB’nin 1999 yılında başlattığı İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne katılması olarak kabul edilebilir.

Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Süreci içinde yer alan Hırvatistan hakkında yaptığı

değerlendirmede,127 Hırvatistan’a basın reformu, seçimlerin yapılması ve göç edenlerin

evlerine geri dönmesi konusunda yapacağı çalışmalara maddi destek sağlayacağını

belirtmiştir. Bununla birlikte Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Anlaşması görüşmelerinin

başlaması için gerekli olan koşulları sıralamıştır.

127 Operational Country Conclusions, 26 May 1999, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm> (13.05.2005).

77

Page 81: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Hırvatistan, İstikrar ve Ortaklık Süreci içerisinde yer almasına rağmen AB ile

ilişkileri, Hırvatistan’da genel olarak seçimlerin yapılmaması, insan hakları ihlalleri ve savaş

suçlularının iadesi gibi konular nedeniyle verimli değildi.128 Hırvatistan, Süreç içerisinde yer

almasına rağmen AB programlarından yararlanamıyordu. Ocak 2000’de Hırvatistan’da

başkanlık seçimlerinin yapılması, AB ile ilişkilerde dönüm noktası olmuştur. Seçimlerin

hemen ardından bir danışma kurulu oluşturularak Hırvatistan’ın programlardan yararlanması

sağlanmıştır. AB ile ilişkilerini düzelten Hırvatistan bu tarihten sonra hızlı bir gelişim

kaydedecektir. AB de Hırvatistan’la ilişkilerini düzeltmek için Zagreb’deki özel elçisini

Avrupa Komisyonu’nun daimi delegasyonu konumuna yükseltmiştir.129

24 Mayıs 2000 tarihinde Komisyon, yayınladığı fizibilite raporunda Hırvatistan’ın

İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları için müzakerelere başlaması konusunda olumlu görüş

bildirmiştir. Bu görüş dikkate alınarak 20 Kasım 2000 tarihinde Zagreb’deki zirve sonucunda

Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalaması için müzakerelerin başlanılmasına

karar verilmiştir. Bu tarihten yalnızca beş ay sonra, 14 Mayıs 2001’de, Hırvatistan ile AB

arasında İstikrar ve Ortaklık Anlaşması başlatılarak ilişkiler daha da güçlü bir konuma

getirilecektir.

29 Ekim 2001’de İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması Hırvatistan’a AB

ile geniş tabanlı bir işbirliği içerisine girme fırsatı yaratmıştır. Hırvatistan AB ile İstikrar ve

Ortaklık Anlaşması’nı imzaladığı sırada, AB üye ülkelerinin imzaları onaylamasının uzun

sürmesi nedeniyle, Geçici Anlaşma imzalanarak süreç hızlandırılmıştır. Geçici Anlaşma,

İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın ticari ve ticaretle bağlantılı hükümlerinin erken

128 Esra Hatipoğlu, “Meeting The Balkan Challenge: The EU Policies toward South Eastern Europe,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2001/6, İstanbul, s.238. 129 Milestones in the Relations between the EU&Croatia, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (10.03.2005).

78

Page 82: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

uygulanmaya başlamasına olanak vermektedir. Ayrıca ilk toplantısının 30 Ekimde

yapılmasına karar verilen bir politika diyalog süreci de başlatılmıştır.130

İstikrar ve Ortaklık Anlaşması ekonomik, siyasi ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi

yoluyla 6 yıllık bir geçiş döneminin ardından AB ile Hırvatistan arasında bir Serbest Ticaret

Bölgesi’nin oluşturulmasını içermektedir. Anlaşma bunun dışında adalet ve içişleri alanında

işbirliğini ve Hırvatistan’ın Avrupa entegrasyon sürecine katılabilmesi için yasalarının AB

mevzuatı (acquis communautaire) ile uyumlulaştırılması gereğini içermektedir. Hırvatistan

böylece üyeliğin temel yükümlülüklerini üstlenmiş, yasal ve ekonomik çerçevesini Avrupa

Biriliği standartlarına getirmeye başlamış, komşularıyla işbirliğini güçlendirmiş ve AB ile

çeşitli konularda işbirliğini geliştirmiştir. İstikrar ve Ortaklık Anlaşması, Hırvatistan’ın

hukuki yapısını Topluluk müktesebatı ile uyumlulaştırması konusunu da içermektedir.

Hırvatistan bu konuda gönüllü olarak çalışmalara başlamıştır.

1 Mart 2002’de geçici anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte Hırvatistan, AB

pazarına geniş ölçüde serbest giriş imkanı kazanmıştır. Tek taraflı bir uygulama olan bu

sürecin amacı, Hırvat ekonomisinin AB ile rekabet edebilecek düzeye gelmesine yardımcı

olmaktır. Geçici anlaşmanın kapsamında tüm endüstriyel ürünler ve işlenmiş tarım ürünleri

vardır. Bunun yanı sıra AB, Hırvatistan’a CARDS programı altında finansal destek sağlayarak

yardımcı olmuştur.

AB, Hırvatistan’a yönelik temel hedefleri arasında, yapısal ve ekonomik reformların

desteklenmesi, hukuk kuralları ve demokrasinin uygulanmasının sağlanması, etnik sorunların

çözülerek mültecilerin evlerine dönmesi konusunda ilerleme kaydedilmesi ve Hırvatistan’ın

AB ile entegrasyon sürecine hazırlanmasını saymaktadır. AB bu hedeflerini gerçekleştirmek

için yapacaklarını da açıklamıştır. Bu kapsamda CARDS desteği verilecek alanlar

130 Stabilisation and Association Agreement between the EC and Croatia, http://eudelyug.org/en/documents/Croatia-stabilisatione.htm> (08.01.2005).

79

Page 83: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

belirlenerek, 2002-2004 yıllarını içeren 189 milyon Euro tutarında ekonomik yardım

programı hazırlanmıştır.131

2002 yılında, 2002-2006 yılları arasını kapsayan bir strateji belgesi hazırlanmıştır. Her

ülke için ayrı ayrı hazırlanan strateji belgesinin Hırvatistan için olanında,132 1998 ve 1999

yıllarında Hırvatistan’ın yaşadığı ekonomik daralmanın 2000 yılından itibaren giderildiği ve

uzun dönemde ekonomik programların daha da başarılı olacağı öne sürülmektedir. 2000-2006

yıllarında ülkenin önündeki en önemli sorunların kamu yönetimi ve yargı, göçmenlerin geri

dönüşü, ekonominin yeniden yapılandırılması, azınlıkların topluma uyumu ve İstikrar ve

Ortaklık Anlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi olduğu ve bu

nedenle AB’nin Hırvatistan’a yardımının öncelikle demokratik istikrar, ekonomik ve sosyal

gelişme, adalet ve içişleri, yönetimin güçlendirilmesi ve çevre konularında yoğunlaşması

gerektiği belirtilmiştir.

2002 yılından itibaren Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin olarak

içerisinde her ülkenin gösterdiği gelişmelere ilişkin özetler yer alan ve bir önceki yılın

değerlendirmesini yapan yıllık raporlar yayınlamaya başlamıştır. Hırvatistan hakkındaki ilk

özet raporda133 Hırvat hükümetinin iki temel sorunla karşı karşıya kaldığını vurgulamaktadır.

Bunlardan ilki sosyal ve siyasal yaşamda demokrasinin sağlamlaştırılması iken ikincisi siyasi

ve ekonomik dönüşümü başarıya ulaştıracak yapısal reformların tamamlanmasıdır. Komisyon

bu iki durumda sağlanacak başarıda sivil toplumun rol oynamasının payı olması gerektiğini de

eklemektedir. Komisyon ayrıca, siyasi ve sosyal istikrar alanındaki eksikliklere ve programlı

bir şekilde gerçekleştirmesi gereken yapısal reformlara değinerek bu reformların önündeki en

büyük engelin devam eden milliyetçi baskılar ve hukuksal alandaki eksiklikler olduğunu

belirtmiştir.

131 What is the EU doing to Help Croatia? <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (13.05.2005). 132 Croatia: Country Strategy Paper 2002-2004, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croatia/csp/index.htm> (13.05.2005). 133 Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)341].

80

Page 84: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Komisyon’un 2003 yılındaki ikinci yıllık raporunda134 Hırvatistan, ilk rapora göre

daha olumlu değerlendirilmiştir. Hırvatistan’ın sağladığı ekonomik ve siyasi gelişmelerden

bahsedilerek İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması ile Hırvatistan’ın AB’ye

entegrasyonu için kapsamlı çalışmalar yapılması gerekliliği vurgulanmıştır.

2003 yılı Hırvatistan ile AB ilişkileri açısından dönüm noktasıdır. Hırvatistan 21 Şubat

2003 tarihinde AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. AB Genel İşler ve Dış İlişkiler

Konseyi, Komisyon’dan Hırvatistan’ın başvurusuna ilişkin görüş hazırlamasını istemiştir.

Komisyon’un olumlu görüş vermesi üzerine Hırvatistan’ın tam üyelik başvurusu kabul

edilmiş ve 17 Aralık 2004’te, 17 Mart 2005 tarihinde Hırvatistan ile katılım müzakerelerine

başlanması kararı alınmıştır. Ancak, 16 Mart 2005 tarihinde toplanan Genel İşler Konseyi

kararı neticesinde, başlanması öngörülen müzakereler ertelenmiştir.135

2. AB ile Hırvatistan Arasındaki İlişkilerin Siyasi Boyutu: Hırvatistan, 25 Haziran

1991’de bağımsızlığını ilan ettiği günden bu güne kadar AB ile ilişkileri giderek artan oranda

iyileşme göstermiş ve sonucunda AB’ye aday ülke olma başarısını yakalamış tek Batı Balkan

ülkesidir. Bununla birlikte yakın tarihlerde bağımsızlığını ilan etmiş ve AB üyesi olmayı

başarmış Slovenya kadar başarılı bir çıkış izleyememiştir. Hırvatistan ile Slovenya arasındaki

ekonomik gelişmişlik farkı, Hırvatistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte karşı karşıya

kalmış olduğu savaş ortamı ve savaş sırasında dünya kamuoyuna yansıyan davranışları

Hırvatistan’ın AB’ye üyelik sürecinde geri kalmasının başlıca nedenleridir.

Hırvatistan ile AB’nin 1990 sonrası karşı karşıya geldikleri ilk olay, Hırvatistan’ın

bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından yaşanmıştır. Almanya, Hırvatistan ve

Slovenya’nın bağımsızlıklarını şiddetle destekliyordu. Hatta bu desteği öyle boyutlara

ulaşmıştı ki yeni oluşturulmaya çalışılan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’na darbe vurmaya 134 Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)341]. 135 <http://ikv.org.tr/turkiye-ab/guncel/ab-hirvatistan.htm> (27.05.2005).

81

Page 85: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

bile hazırdı.136 Almanya’nın bağımsızlıkların tanınmasına yönelik bu ısrarcı tutumunun

arkasında iki temel neden vardır. Birincisi, Almanya özellikle Hırvatistan ile olan tarihi

bağları nedeniyle bu iki ülkeyi “arka bahçesi” olarak görüyordu. İkincisi ise AT’den AB’ye

geçiş süreci Avrupa için siyasi birliğe atılan ilk adımdı ve Almanya, Soğuk Savaş koşullarının

da değişmesinden cesaretle yeni süreçte kendi gücünü göstermek istiyordu. Hırvatistan da

Almanya’nın bu desteğine karşı kayıtsız değildi. Hırvatistan’ın bağımsızlığının tanınmasından

sonra Hırvat radyo ve televizyonlarında bir süre Teşekkürler Almanya adlı bir şarkıyı

dinlemek mümkündü.137

Hırvatistan’ın tanınmasından sonraki süreçte AB ile Hırvatistan ilişkilerinin

bölgesellikten çıkıp bireyselleştiği dönem, 2000 yılında Hırvatistan’da başkanlık seçimlerinin

yapılmasından sonradır. Aralık 1999’da ülkenin on yıla yakın bir süredir Cumhurbaşkanı olan

Franjo Tudjman’ın vefatından sonra yapılan seçimler, uluslararası toplum tarafından

“demokrasiye geçiş” olarak algılanmıştır. Tudjman’ın ardından ülkenin Cumhurbaşkanı

seçilen Stipe Mesic ve Ivica Raean başbakanlığında kurulan yeni hükümetin AB ve ABD’nin

üzerinde durduğu konularda olumlu mesajlar vermesi uluslararası alanda saygınlığının

artmasını sağlamıştır.138

Seçimlerin hemen ardından AB ile Hırvatistan ilişkileri olumlu yönde gelişmeye

başlamıştır. AB, Zagreb’deki misyonunu daimi temsilcilik düzeyine çıkartırken AB Dış

İlişkiler ve Güvenlik Temsilcisi Javier Solana ile Dış İlişkiler Komiseri Chris Patten

Hırvatistan’a resmi ziyaret gerçekleştirmişlerdir. Bu ziyaretler Hırvatistan ile AB arasındaki

yeni sürecin habercisiydi. Hırvatistan, AB programları ve destek fonlarından yaralanmaya

başlamış ve dış politika önceliği olarak Batılı kuruluşlara üye olmayı koymuştur.

Hırvatistan’ın batıya entegre olma amacı çerçevesinde öncelikle NATO’ya üyelik yolunda

136 Misha Glenny, The Fall of Yugoslavia: The Third Balkan War, Penguin Books, New York, 1996, s.191. 137 Türbedar, Soğuk Savaş Sonrası..., op. cit., s.67. 138 Pınar Yürür, “Tarihi Süreç İçerisinde Hırvatistan Dış Politikası,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, s.217.

82

Page 86: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

önemli bir adım olan “barış için ortaklık projesine” dahil olmayı sonra da Fransa’nın

itirazlarının dinmesinin ardından Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmayı başarmıştır.139

Hırvatistan’ın bundan sonraki dış politika hedefi ise AB ile ilişkilerini geliştirmek yönünde

olmuştur.

Hırvatistan, AB ile yakınlaşma politikasına “Balkanlı” kimliğini reddetmekle

başlamıştır. Hırvatistan, Balkanlı olmayı bir tür geri kalmışlık olarak görmekte ve kendisini

Orta Avrupalı bir devlet olarak tanıtmaya çalışmaktadır.140 Hırvatistan’ın kimliğini

değiştirerek AB’ye yakınlaşma politikasının, AB’nin Batı Balkanlar’a yönelik geliştirdiği

bölgesel politikaları içerisine Hırvatistan’ı da dahil etmesi göz önüne alınırsa başarılı olduğu

söylenemez. Fakat Hırvatistan, Almanya’dan aldığı destekle Avrupalı kimliğini işlemeye

devam etmektedir. Hırvatistan’ın AB üyeliği, diğer Batı Balkan ülkelerine göre önce

gerçekleşmesi muhtemel olduğu için yakın gelecekte kimlik değiştirme politikası başarıya

ulaşabilir.

Hırvatistan, 2000’den sonra hızla AB’ye entegre olma yolunda ilerlese de önünde bir

takım ciddi sorunlar bulunmaktadır. Öncelikle AB’ye tam üyelik için gerekli ekonomik

koşulları gerçekleştirmekte zorlanmaktadır. Yaşanan ekonomik sıkıntılar AB değerlendirme

raporlarında göze çarpmaktadır. Hırvatistan’ın önündeki en büyük sorunlardan biri de savaş

öncesinde topraklarında yaşayan Sırp azınlıkların geri dönmesi ile ilgilidir. Yeni Hırvat

hükümeti bu konuda ilerleme kaydedeceklerine ve Sırpların evlerine geri döneceklerine

ilişkin söz vermiş olmalarına rağmen savaş öncesi koşullara dönülmesi şaşırtıcı olacaktır.141

AB’ya üye olmak isteyen Hırvatistan’ın azınlık sorununu çözmesi savaşın kötü izlerini

üzerinden silmesi açısından önemli bir adımdır.

139 Ibid., s.218. 140 Türbedar, Selanik Zirvesi’nin ardından..., op. cit., s.65. 141 The Balkans 2001: Where Do We Go Now? <http://seep.hu/arcieves/issue21/balkans2001.pdf> (27.12.2004).

83

Page 87: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Bunun da ötesinde AB, Hırvatistan’dan savaş suçlularının yargılanması yönünde adım

atmasını beklemektedir. Hırvatistan’ın 1995 yılındaki “yıldırım(blijesak)” askeri

operasyonunda Krayina bölgesinde 170 Sırp sivilin öldürülmesinden sorumlu tutulan ve savaş

suçlusu ilan edilen Emekli General Ante Gotavina’yı teslim etmemesi AB ile arasının

açılmasına hatta tam üyelik müzakerelerinin başlatılmamasına neden olmuştur. AB üyesi

ülkeler, Hırvatistan’ın BM Savaş Suçları Mahkemesi’ne karşı yükümlülüklerini yerine

getirmeden önce sürece devam edilmesi halinde, bunun hem BM Mahkemesi, hem de AB'nin

bütünlüğüne zarar vereceğini öne sürerek Gotavina’yı teslim etmeden Hırvatistan ile tam

üyelik müzakerelerine başlamama kararı almışlardır.142 Hırvatistan ise bu süreçte ikilem

içinde kalmıştır. Hırvatistan hükümeti bir yandan AB ile ilişkilerin bozulmasını istememekte,

bir taraftan da Gotavina’yı milli kahraman olarak gören halkına, iç siyasetin de etkisiyle, yüz

çevirememektedir.

B. MAKEDONYA

1. Avrupa Birliği ile Makedonya İlişkilerinin Resmi Boyutu: 1991 yılında

Slovenya ve Hırvatistan’ın ardından bağımsızlığını ilan eden Makedonya ile AB arasındaki

ilişkiler, 1992 yılından itibaren Makedonya’nın AB ekonomik yardım programı PHARE

kapsamında acil yardım almasıyla başlamıştır. 1996 yılından itibaren ise tam olarak PHARE

programına dahil olmuştur. Fakat tam anlamıyla AB ile Makedonya arasındaki ikili ilişkiler,

1997 yılında Bölgesel Yaklaşım politikası ile başlamıştır.143 1998 yılında Makedonya’nın

AB’den ticari imtiyazlar elde ettiği İşbirliği Antlaşması yürürlüğe girmiştir. 1999 yılında ise

142 Mirzet Mujezinoviç, Hırvatistan’ın AB Üyelik Görüşmeleri ve Savaş Suçluları, <httm://turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=67> (23.05.2005). 143 Hatipoğlu, op. cit., s.241.

84

Page 88: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AB’nin bölgeye yönelik İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlatmasıyla Makedonya ile ilişkiler

de bu kapsama alınmıştır.144

Makedonya’nın İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne dahil olmasından kısa bir süre sonra

Genel İşler Konseyi ülkenin İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için gerekli şartları yerine

getirmesini göz önüne alarak 26 Nisan 1999’da görüşmelerin başlaması yönünde karar

almıştır.145 Konsey’in önerisini dikkate alan Komisyon, Makedonya ile İşbirliği Antlaşmasını

tamamlamaya ve siyasi diyalogu yoğunlaştırmaya başlamıştır. 7 Mart 2000’de AB,

Üsküp’teki temsilciliğini daimi delegasyonluğa yükseltmiş ve İstikrar ve Ortaklık Anlaşması

görüşmelerini başlatmıştır. Makedonya ile AB arasındaki görüşmeler sonucunda 9 Nisan 2001

tarihinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır. Haziran ayında ise geçici anlaşma

imzalanarak anlaşmanın ticari hükümleri yürürlüğe girmiştir.

AB’nin Makedonya’ya yönelik politikasının temel hedefi, devletin kurumsal yapısının

güçlendirilmesi ve sivil toplumun etkinliğinin arttırılması yoluyla demokratik süreci

desteklemek ve Makedonya’nın AB ilke ve standartlarına erişmesini sağlayacak ekonomik ve

siyasi dönüşüme yardımcı olmaktır. Bu amaçla AB, bölgedeki öncelikli konularını, etnik

gruplar arasında diyalogun geliştirilmesi ile demokrasi ve insan hakları konularında ilerleme

sağlanması olarak belirlemiştir.

Makedonya, AB ile İstikrar ve Ortaklık Anlaşmasını imzalayan ilk ülkedir. Fakat

Makedonya’da 2001 yılında yaşanan siyasi ve ekonomik kriz nedeniyle AB ile Makedonya

ilişkileri yavaş gelişmiştir. AB bu dönemde Makedonya’ya CARDS yoluyla ekonomik

desteğini sürdürürken, ülkenin içinde bulunduğu durumdan bir an önce kurtulabilmesi için

Acil Tepki Mekanizması adı altında Haziran 2000’den Eylül 2002’e kadar süren bir yardım

programı başlatmıştır.

144 Milestones in the Relations between the EU&Former Yugoslav Republic of Macedonia, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/macedonia/index.htm> (13.05.2005). 145 Operational Country Conculitions, 26 May 1999, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm> (13.05.2005).

85

Page 89: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Makedonya’da yaşanan etnik temelli siyasi kriz, AB ile ilişkilerini farklı bir noktaya

taşımıştır. AB, 2002 ile 2006 yılları için hazırladığı strateji belgesinde,146 Makedonya’da

yaşanan krizin İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın tamamlanma sürecini olumsuz etkilediği

belirtilmiştir. Krizin kısa dönemli etkileri ve uzun dönemde ortaya çıkabilecek sonuçları,

AB’nin ekonomik yardım yapacağı alanları belirlemesinde etkili olmuştur. Bununla birlikte

AB, strateji belgesinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’ndan kaynaklanan politikaları

uygulamaya koyabilmek amacıyla bir program belirlemiştir. AB, strateji belgesinde hiçbir

uzun dönemli politikanın ülkede istikrar olmadan başarılı olamayacağını belirterek

yardımların ülkenin durumuna göre şekilleneceğini açıklamıştır. AB’nin, Makedonya’nın

krizin üstesinden gelebilmesi için yaptığı yardımlarla öncü rol oynadığı vurgulanan strateji

belgesinde, AB desteğinin sürmesi Makedonya’nın bir daha kriz yaşanmasını önleyecek

politikalar geliştirmesi şartına bağlamıştır.

Komisyon, Makedonya’da yaşanan siyasi krizi 2002 yılında yayınladığı yıllık

raporuna da taşımıştır. Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin özet raporunda147

ülkede yaşanan ciddi siyasi ve güvenlik krizinin ekonomik ve demokratik yapıya verdiği

zararın AB yardımlarıyla üstesinden gelineceği belirtilmiştir. Kasım 2001’de yapılan anayasa

değişikliği ile yerel yönetimler yasasındaki düzenlemeleri Komisyon “olumlu adımlar” olarak

nitelendirmiş ve ülkede istikrarın sağlanabilmesi için yönetim yapısındaki değişikliklerin

hayata geçirilmesinin önemini vurgulamıştır.

Komisyon bir yıl sonraki özet raporunda148 ise Makedonya’nın 2001 yılında yaşanan

krizin etkilerinden büyük ölçüde kurtulduğunu ve ülkede siyasi durumun normalleştiğini

belirterek AB’nin bu konuda desteğini sürdüreceğini açıklamıştır. Raporda Makedonya’nın

146 Former Yugoslav Republic of Macedonia: Country Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/csp/index.htm> (13.05.2005). 147 Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)342]. 148 Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)342].

86

Page 90: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ekonomik durumunun beklentilerin gerisinde olduğu eleştirilen bir noktadır. Ekonomik

durumu değerlendiren AB, 15 Eylül 2002’den önce ülkede yaşanan siyasi belirsizliğin

ekonomik gelişme üzerinde olumsuz etkide bulunduğu yorumunu yapmıştır. Makedonya’nın

ilerleme kaydetmesine rağmen önünde bulunan sorunları halletmesi İstikrar ve Ortaklık

Süreci’nden daha fazla yararlanabilmesi için gerekli olduğuna değinen Komisyon, hükümetin

geçen yılki rapordan yola çıkarak hazırladığı Ulusal Eylem Planının izlenmesini tavsiye

etmektedir.

1 Nisan 2004 tarihinde Makedonya ile AB ilişkileri, İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın

yürürlüğe girmesi ile birlikte ortaklık statüsüne yükselmiştir. Genel İşler ve Dış İlişkiler

Konseyi’nin 23 Şubat’ta antlaşma sonuçlarını onaylamasının ardından kesinleşen durumdan

cesaret alarak Makedonya, 22 Mart 2004’te AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. 17

Mayıs’ta ise Komisyon, Makedonya’nın başvurusunu incelemeye almıştır.149 Makedonya’nın

başvurusunun ardından AB ile ilişkileri, İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın gereklerini yerine

getirerek tam üyelik şartlarını tamamlamak şeklinde gelişmektedir. Selanik Zirvesi

kararlarının ardından zaten anlaşmanın imzalanmış olması tam üyeliğe giden yolda ilk adım

olarak görülmeye başlanmıştır. Makedonya AB ile ilişkilerinde ilk adımı attıktan sonra tam

üyelik adaylığının onaylanmasını beklemektedir.

2. Yunanistan-Makedonya İlişkisinin AB’ye Yansımaları: Makedonya

Cumhuriyeti, 1991 yılında bağımsızlığını ilan ederek Yugoslavya Federasyonu’ndan

savaşmadan ayrılan tek federe devlet olmayı başarmıştır. Ayrılan diğer devletler gibi

bağımsızlığının ilk yıllarında savaşlarla boğuşmamış olsa da bu Makedonya’nın sorunsuz bir

devlet olduğunu göstermemektedir. Hem kendi içinde yaşadığı etnik temelli sorunlar hem de

bölge devletleriyle yaşadığı gerilimler nedeniyle Makedonya, bağımsızlığının ilk on yılını zor

149 EU Relations with the Former Yugoslav Republic of Macedonia, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/index.htm> (10.03.2005).

87

Page 91: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

geçirmiştir. Bağımsızlığının ilk yıllarında sorun yaşadığı “ad” sorunu ise aşılamamakla

beraber zaman aşımına uğramış gibi görünmektedir.

Makedonya 8 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan edebilmek için referanduma

gitmiştir. Ancak Makedonya nüfusunun yaklaşık %23’ünü oluşturan Arnavutlar, sosyo-

kültürel gelişmelerinin sınırlı tutulduğu ve kendilerine Makedonlar gibi bir kurucu millet

statüsü tanınmadığı gerekçesiyle referandumu boykot etmişlerdir. Buna rağmen %71,85

oranında katılım gerçekleşmiş ve katılanların %95,09’u bağımsızlık yönünde oy

kullanmıştır.150 Makedonya’nın seçim sonuçlarına dayanarak bağımsızlığını ilan etmesinin

ardından AB’ye da taşınacak olan Yunanistan-Makedonya gerginliği başlamıştır.

Yunanistan, Makedonların eski Yunanlılar, Makedon kültürünün ise Helen kültürünün

bir parçası olduğu gerekçesiyle Makedonya Cumhuriyetini tanımaya yanaşmamıştır. Kendi

topraklarındaki Makedon azınlığın varlığını reddeden Yunanistan, Makedon adının

kullanılmasının kendisinden toprak talebi anlamına geleceğini öne sürerek “Makedonya

Cumhuriyeti” yerine “Üsküp Cumhuriyeti” terimini kullanmıştır.151

AT, Badinter Komisyonu kararları doğrultusunda Slovenya ve Hırvatistan yanında

Makedonya’nın da tanınması kararını almıştır. Komisyon her ne kadar Makedonya’nın

tanınması iddiasını desteklese de Yunanistan bu karara itiraz ederek “Makedonya

Cumhuriyeti” adı altında komşusunu tanımayı reddetmiştir.152 Yunanistan, AT içinde

baskısını arttırarak Makedonya’yı tanımayacağını ilan etmesi nedeniyle AT, Slovenya,

Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek’in ülkedeki bunalım dolayısıyla barış ve huzurun

sağlanamaması gerekçesiyle bağımsızlıklarının tanınmasını konusunda yaptıkları başvuruyu

incelerken Yunanistan ile Makedonya arasındaki soruna da çözüm bulmak istemiştir. Buna

göre, bağımsızlıklarını ilan eden ülkelerin tanınması için , topluluk üyesi hiçbir ülkeden

150 İlker Alp, “Makedonya Üzerindeki Mücadeleler ve Makedonya Cumhuriyeti,” Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, der. Doç. Dr. Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s.83. 151 Ibid. 152 Stephan George, Ian Bache, Politics in the European Union, Oxford Press, New York, 2001, s.399.

88

Page 92: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

toprak talebinde bulunmamaları ve komşu ülkeler aleyhinde propaganda yapmamaları

gerekmektedir.153 Bu kararın ertesinde Yunanistan ile Makedonya arasında görüşmeler

yapılmasına rağmen, Yunanistan tutumundan vazgeçmeyerek Makedonya’yı “Eski Yugoslav

Makedonya Cumhuriyeti” olarak adlandırmaya devam etmiştir.

Yunanistan’ın Makedonya tarihi ve ismi üzerindeki iddiaları Balkanlar’da tek değildir.

Bulgaristan da Makedon unsurunun Bulgaristan tarihi ve kültürünün bir parçası olduğunu ileri

sürerek Makedonya üzerinden siyaset yapmaktadır. Bununla birlikte, Makedonya’nın

bağımsızlığını izleyen süreçte Bulgaristan’ın tavrı Yunanistan’a göre farklı olmuştur.

Bulgaristan, AT’nin Hırvatistan ve Slovenya’yı tanımasının ardından bu cumhuriyetlerle

birlikte Makedonya ve Bosna-Hersek’i de tanıdığını açıklamıştır.154 Böylece Bulgaristan,

Makedonya’nın bağımsızlığını ilk olarak tanıyan devlet olurken Yunanistan ile de arası

açılmıştır.

Yunanistan’ın Makedonya konusundaki tavrı uluslararası toplumda destek görmeyerek

ciddi eleştiriler yapılmasına neden olmuştur. Yunanistan’ın Makedonya gibi ekonomik, siyasi

ve askeri açıdan zayıf bir ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği iddiası Yunan diplomasisi

ve toplumsal reaksiyonu konusunda kuşkular yaratmıştır.155 Yunanistan’ın dış politikasındaki

tavrına karşılık AB içinde de eleştiriler başlamıştır. Son olarak, 1994 yılında,Yunanistan’ın

Makedonların Selanik limanına ulaşım hakkını tek yanlı olarak kaldırması AB içinde tepki

doğurmuştur. Yunanistan’a bu kararını değiştirmesi yönünde baskı yapılması sonuç

vermeyince Roma Antlaşması’nın “Komisyon’un veya her hangi bir üye devletin, ulusal

güvenlik çıkarlarını öne sürerek antlaşmanın uygulanmasını tehdit eden bir üye ülkeyi AB

153 Alp, op. cit., s.84. 154 Ibid., s.85. 155 İlhan Uzgel, “Doksanlarda Türkiye için Bir İşbirliği ve Rekabet Alanı Olarak Balkanlar,” En Uzun On Yıl, der. Gencer Özkan ve Şule Kut, Büke Yayınları, İstanbul, 2000, s.417.

89

Page 93: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Adalet Divanı’na vermesi” hakkını tanıyan 225. maddesi uyarınca Komisyon, Yunanistan’ı

AB Adalet Divanı’na vermiştir.156

Yunanistan, AB içinden gelen tepkiler nedeniyle Makedonya politikasında

yumuşamaya gitmiştir. Makedonya Cumhuriyeti’nin isminin “Eski Yugoslav Cumhuriyeti

Makedonya” şeklinde kabul görmesiyle soruna geçici bir çözüm bulundu. Bununla birlikte

Türkiye Makedonya Cumhuriyeti ismini kullanmaya devam etmiştir. Son olarak ABD’nin de

Makedonya Cumhuriyeti ismini kullanacağını açıklaması Yunanistan’da endişeyle

karşılanmıştır. Fakat Yunanistan özellikle AB’nin bu ismi kullanmasını engellemekten

vazgeçecek gibi görünmemektedir. Makedonya’nın da AB ile müzakerelerde bu konuyu

gündeme getirerek adaylığını tehlikeye atması beklenmemektedir.

Yunanistan’ın Makedonya’nın bağımsızlığının ilk yıllarındaki dış politikası 2000’li

yıllarda değişmiştir. Yunanistan artık her fırsatta Makedonya’yı tehdit olarak algıladığını

söylemekten vazgeçerek bu ülke ile ilişkilerini iyileştirme yoluna gitmiştir. Yunanistan’ın dış

politikasındaki bu değişim, Balkanlarda lider rol oynama isteğinden kaynaklanmaktadır.

Yunanistan bu nedenle Makedonya ile ticari ilişkilerini kuvvetlendirerek birkaç yıl içinde

Makedonya’daki yabancı yatırımlar içinde ilk sırayı almıştır. Makedonya’nın da AB ile

entegre olma arzusu içerisinde olması AB’nin tek üye Balkan devleti olan Yunanistan’ın elini

güçlendirmektedir.

3. Makedonya’daki Sorunlar Karşısında AB’nin Tutumu: Balkanlar’daki diğer

ülkeler gibi etnik çeşitliliğe sahip olan Makedonya’nın sorunsuz bir şekilde Yugoslavya’dan

ayrılması ilk anda herkes için şaşılacak bir durumdu. Çünkü Balkanlar’da etnik temelli

şiddetli çatışmaların yaşandığı yıllarda Makedonya tüm bunlardan uzak duruyordu.

Makedonya, bölgedeki istikrarsız ortama ve komşularıyla yaşadığı sorunlara rağmen, Avrupa

156 George and Bache, Ibid.

90

Page 94: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ve Transatlantik kuruluşlara üyeliği öncelikli dış politika hedefi haline getirerek uluslararası

alanda Balkanlar için “model ülke” olarak anılmaya başlanmıştı.157 Fakat Makedonya’daki

durgun sular da 2001 yılından itibaren kabarmaya başlayacaktır.

Makedonya 1991 yılında bağımsızlığını alan ettiğinde Parlamento tarafından kabul

edilen anayasada “Makedonya’nın Makedon halkının ulusal devleri” olduğu belirtilerek

Arnavutlar, Türkler, Ulahlar, Romanlar ve diğer gruplardan “ülkede yaşayan diğer

milliyetler” olarak bahsedilmiştir.158 2001 yılındaki sorunun çıkış noktası olarak on yıl önce

kabul edilen bu anayasa gösterilebilir. Çünkü Arnavutlar, anayasada kendilerine kurucu millet

statüsü verilmemesinden rahatsızlık duyarak bağımsızlık referandumu boykot etmişlerdi.

Fakat ne oldu da rahatsızlıklar on yıl sonra çatışmaya dönüşmüştür? Bu sorunun cevabı

Kosova savaşı ile bağlantılıdır.

Makedon Arnavutlarının Kosova’daki durumdan etkilenmesine kaçınılmaz gözüyle

bakılıyordu. Fakat bu durum şimdi bir çok kişi tarafından kaçınılmaz değil kesin olarak

değerlendirilmektedir.159 Kosova’daki savaşta Makedonya’daki Arnavutların desteği vardı,

Kosova Kurtuluş Ordusu Makedonya ve Arnavutluk üzerinden destekleniyordu ve

Kosova’daki savaş sırasında çok sayıda Arnavut Makedonya’ya sığınmıştı. Tüm bu etkenlerin

de tetiklemesiyle 2001 yılında Makedonya’da beklenen olmuş ve Arnavutlar silahlı direnişe

geçmişlerdir. Makedonya’daki kriz 13 Ağustos 2001’de Parlamentodaki dört büyük partinin

liderleri arasında Ohri kentinde barış antlaşmasının imzalanmasıyla sona ermiştir. Dayton

Anlaşması gibi Ohri Antlaşması’na da kalıcılık konusunda şüpheyle bakılmaktadır.

AB, Makedonya’da yaşanalar karşısında barış anlaşmasının sağlanması için bölgeye

özel temsilci gönderme ve ABD ile işbirliği yapmanın dışında çok varlık gösterememiştir. AB

157 Birgül Demirtaş Coşkun ve Emir Türkoğlu, “Makedonya Bıçak Sırtında: Balkanlar’ın Eski ‘Model Ülkesi’ Yeni İstikrarsızlık Unsuru mu?” Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, der. Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s.119. 158 Ibid., s.125. 159 P. H. Liotta, “Spillover Effect: Aftershocks in Kosovo, Macedonia and Serbia,” European Security, Vol.12, No.1, (Spring 2003), s.94.

91

Page 95: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

içerisinde Makedonya’da yaşananların “iç sorun” olduğu görüşü ağırlıktaydı. Neredeyse her

ülke kendi içinde yaşadığı terör olaylarıyla Makedonya’da yaşananları karşılaştırıyordu.

İspanya’daki ve İrlanda’daki terör olaylarına benzetme eğilimi içerisindeki AB, mevcut

sınırların değişmemesi koşuluyla Makedonya’nın sorunu kendi içinde halletmesinden

yanaydı.160

Makedonya’da Ohri Antlaşması’nın imzalanmasından sonraki süreçte AB, istikrarın

yeniden sağlanması için yapılan çalışmalarda daha etkin rol üstlenmiştir. Makedonya

hakkında yayınladığı İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin işleyişine ilişkin raporlarda, Ohri

Anlaşması’nı desteklediklerini ve Makedonya’da istikrarın sağlanması için ekonomik ve

teknik destek sunacaklarını dile getirmişlerdir. AB tarafından, Makedonya’da 2002 yılında

gerçekleşen seçimler ise Makedonya’nın AB’ye entegrasyonu için umut dolu bir işaret olarak

değerlendirilmiştir.161 Görüldüğü gibi AB, Makedonya’nın Balkanlar’da AB ile ilişkilerinde

yeniden model ülke konumuna gelerek diğer Balkan ülkelerine örnek olmasını istemektedir.

Bu nedenle AB’nin dış politikasının en önemli anahtarı olan “genişleme politikası” devreye

sokularak Makedonya ile ilişkiler bu kapsam dahilinde ele alınmaya başlamıştır.

Birbirinden doğrudan etkilen Balkan devletlerinin Makedonya’daki krizden de

etkilenmesi olasılığı nedeniyle kriz sonrasında bu olasılığı en aza indirmek AB’nin ilk

önceliği olmuştur. AB kurumlarının Makedonya’da demokrasiyi yerleştirmek için geliştirdiği

politikalar, uluslararası çevreler tarafından da hoş karşılanmıştır. AB’nin Makedonya’ya

yardım ederek bölgenin istikrarı için oynadığı kararlı rolü uluslararası çevrelerin takdirini

kazanmakta etkili olmaktadır. Makedonya’nın da AB ile işbirliği yapması, onu uluslararası

toplumun bir parçası olma yolunda hak ve sorumluluk sahibi yapmaktadır. Eğer bölge

devletleri Makedonya’ya yönelik, gelecekte AB üyesi olma ruhu sayesinde, “açık kapı”

politikasını uygulamayı başarabilirse, hem AB’ye üyeliği hem de bölge güvenliği açısından 160 The EU and Macedonia, 6 April 2001, <http://ceps.be/Article.php?article_id=206> (10.03.2005). 161 Macedonia and European Integration: Facing Commitments, 12 November 2003, <http://ceps.be/Article.php?article_id=169> (10.03.2005).

92

Page 96: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

önemli bir adım atmış olurlar.162 Bu nedenle Makedonya’nın istikrarı sadece kendi geleceği

için değil tüm bölgenin geleceği, AB üyeliği ve en önemlisi güvenliği için gereklidir.

Makedonya ile AB ilişkileri bugün beklenenin üzerinde olumlu seyretmektedir. 9

Nisan 2001’de imzalanan İstikrar ve Ortaklık Anlaşması, bölge devletleri arasında ilk

olmasına rağmen, Makedonya’da başlayan krizin gölgesi altında kalmıştır. Fakat Makedonya

krizin üzerinden dört yıl geçtikten sonra yararlarını sararak AB’ye tam üyelik başvurusunu

yapmış ve NATO üyeliğine de kabul edilmeyi bekler durumdadır. Makedonya’nın kaydettiği

ilerleme, Balkanlar’da çok kültürlü ve farklı etnik grupların ortak bir amaç doğrultusunda

beraber çalışabileceklerini kanıtlamıştır. Uluslararası toplumun ve AB’nin en büyük isteği de

bu tür bir işbirliğinin diğer Batı Balkan ülkelerinde görülmesidir.

C. ARNAVUTLUK

1. AB ile Arnavutluk İlişkilerinin Resmi Boyutu: Arnavutluk diğer Batı Balkan

ülkelerine göre, eski Yugoslavya Cumhuriyeti olmaması nedeniyle, farklı bir konumdadır.

Fakat Batı tipi yönetim sistemi ile tanışması diğer Balkan ülkeleri gibi 1990 sonrası dönemde

olmuştur. AB ile ilişkileri de bu dönemde başlayan Arnavutluk ilk önemli adımı 1992 yılında

AT ile Ticaret ve İşbirliği Anlaşması imzalayarak atmıştır. Bu anlaşma ile AB’nin PHARE

programı kapsamında yardım almaya hak kazanan Arnavutluk , Ticaret ve İşbirliği

Anlaşması ve bu anlaşmaya bağlı olarak yayınlanan Siyasi Diyalog Deklarasyonu sonrasında

AB ile resmi ilişkilere başlamıştır.

1997 yılında Bölgesel Yaklaşım politikası ve 1999 yılında İstikrar ve Ortaklık

Süreci’ne dahil olmasıyla AB ile ilişkileri ticari ilişkiler ve yardım programları kapsamından

kurtulup daha yoğun ve sistematik hale gelmiştir. 1999 yılından sonra AB’nin İstikrar ve

162 Vasil Tupurkovski, “The Balkan Crisis and the Republic of Macedonia,” Crisis in the Balkans, Editors: Constantine P. Dono Poulos, Kostas Messas, Westview Press, Colorodo, 1997, ss. 149-150.

93

Page 97: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Ortaklık Süreci kapsamında bölgeye yönelik geliştirdiği politikalar kapsamında diğer ülkeler

gibi CARDS fonlarından yararlanmaya ve 2000 yılındaki AB Feira Zirvesi’nden sonra

“potansiyel aday ülke” statüsünü kullanmaya başlamıştır.

AB ile Arnavutluk ilişkilerinin farklılaşarak yeni bir boyut kazanması, 2001 yılında

Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere başlanması tavsiyesinden sonra

AB Göteborg Zirvesi’nde görüşmelerin açılması yönünde Komisyon’a çağrı yapılmasıyla

olmuştur. 2002 yılının Eylül ayında Arnavutluk ile görüşmelerin genel çerçevesi belirlenmiş

31 Ocak 2003’de de görüşmeler resmen başlatılmıştır.163 Arnavutluk ile AB arasındaki ilişki

günümüzde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması görüşmelerinin devam etmesi

şeklinde yürümektedir. Bu kapsamda özellikle ülke ticaretinin AB ile rekabet edebilecek hale

gelmesine yardımcı olmak amacıyla maddi yardım programları vardır. Arnavutluk, 1991

yılından 2001 yılına kadar PHARE programlarında 2001 yılından sonra da CARDS

programından 1273,1 milyon Euro yardım almıştır.164

AB, Arnavutluk’a yaptığı yardımın temel hedefleri olarak, Arnvutluk’u AB ile daha

yakın ilişkiye sokacak olan İstikrar ve Ortaklık Süreci’nde desteklemek, Arnavut yönetimine

ülkede demokrasi ve hukukun üstünlüğünün kurulması için yardımda bulunmak, ülke

ekonomisinin pazar ekonomisine dönüşüm sürecini hızlandırmak ve kurumsal reformların

tamamlanmasına katkıda bulunmak şeklinde sıralamaktadır. AB ayrıca yardımların da bu

alanlarda gösterilen gelişmeye bağlı olarak süreceğini belirtmektedir.

AB, Arnavutluk için özel çalışma alanları belirlemiştir. Bu alanlar; kamu yönetimi,

adalet, gümrük, istatistik, altyapı, yerel yönetimler, tarım, sınır ötesi işbirliği, çevre, eğitim,

demokrasi ve insan haklarıdır. Bu alanlardan bir kısmı diğer Batı Balkan ülkelerinin çalışma

programlarında da yer almakla birlikte bir kısmı Arnavutluk’un özel durumuyla yakından

163 Milestones in the Relations Between the EU&Albania, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (10.03.2005). 164 What is the European Union Doing to Help Albania? <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (13.05.2005).

94

Page 98: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ilgilidir. Örneğin sınır ötesi işbirliği alanında Arnavutluk’un İtalya ve Yunanistan ile sınır

ilişkilerini geliştirmesine yardımcı olacak program sınır bölgelerinin kalkındırılması, deniz ve

karayolu ticaretinin geliştirilmesine yöneliktir. Bu programla az gelişmiş Arnavut sınırı

içindeki yerleşim bölgelerinden kalınmış Yunanistan bölgelerine göçün önüne geçilmek

istenmiştir. Bunun yanı sıra AB, Arnavutluk’a diğer Batı Balkan ülkelerinde olmayan veya

kısa dönemli olan destek programları uygulamıştır. Bunların başında Üniversiteler Arası

Değişim Programı (TEMPUS) ve İnsani Yardım Programı (ECHO) gelmektedir.165

AB, 2002 yılında Arnavutluk için “Ülke Strateji Belgesi” 166 yayınlamıştır. 2002 ve

2006 yıllarını kapsayan belgede CARDS yardımlarının genel çerçevesi belirlenerek AB’nin

işbirliği amaçları, politik karşılıkları ve Arnavutluk’un politika gündemi ile siyasal ve sosyo-

ekonomik durumunun yeniden değerlendirilmesi neticesinde işbirliğinin öncelikli alanları

açıklanmıştır. Aynı yıl yayınlanan Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin ilk

yıllık raporunda167 da benzer konular ele alınarak Arnavutluk’un ekonomik yapısındaki

zayıflığın siyasi yapıyı etkilemesi ve ekonomik koşullar iyileşse de ülkedeki sosyo-ekonomik

koşulların kötüleşmesi eleştirilmektedir.

AB’nin Arnavutluk için hazırladığı 2003 yılı yıllık raporu168 ise bir önceli yıldan daha

iyi değildir. Raporda, Arnavutluk’un karşı karşıya olduğu zorluklarla mücadele etme

konusunda sınırlı gelişme göstermesi ve 2002 İstikrar ve Ortaklık Süreci raporu kapsamındaki

tavsiyelerin sadece bir kısmını değerlendirmesi eleştirilmiştir. Bununla birlikte seçimlerin

yapılması ile oluşan yeni siyasi durum ve ülkenin seçim prosedürünün değiştirilmesi

Arnavutluk’un kaydettiği gelişmeler arasında sayılmıştır. Arnavutluk’un politik istikrarı ve

reformların uygulanmasını garanti etmedeki zorluklarından doğan gecikmelerden sonra, 2003

165 Hatipoğlu, op. cit., s.234-235. 166 Albania: Country Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/csp/index.htm> (13.05.2005). 167 Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)339]. 168 Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)339].

95

Page 99: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Ocak ayı sonlarında İstikrar ve Ortaklık Anlaşması görüşmeleri resmen başlatılmasına

değinilen raporda mevcut reform uygulama hızı ile görüşmelerin uzaması ve hatta kopması

riski olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca Arnavutluk’un İstikrar ve Ortaklık sürecinde

anlamlı ilerlemeler göstermek istiyorsa, hukuk ve iç işlerine önem vermesi gerektiği

konusunda uyarı yapılmıştır.

2. Balkanlar’da Arnavut Sorunu Kapsamında Arnavutluk-AB İlişkileri:

Arnavutluk, Balkanlar’ın olduğu kadar dünya siyasetinin de farklı ülkelerinden birisidir.

Soğuk Savaş dönemi boyunca dış dünyaya kapalı ve otoriter bir rejim altında yaşayan

Arnavutluk, 1990 sonrası değişen dünya dengelerine alışmakta en büyük zorluğu çeken ülke

olmuştur. 41 yıl iktidarda kalan Enver Hoca döneminde ülke, kapılarını dış dünyaya kapadığı

için ekonomik açıdan son derece zayıf durumdaydı. Günümüzde bile ekonomik sıkıntılarla

boğuşan Arnavutluk demokrasiye geçiş sürecinde ekonomik krizlerin etkisini acı bir şekilde

hissetmekteydi.

Arnavutluk için 1990 sonrası yaşanan sıkıntı sadece ekonomik temelli değildi.

Bölgede yaşayan Arnavutlar hem Arnavutluk hem de bölge ülkeleri için sorun kaynağı

olmuştur. Balkanlar’daki 6 milyon Arnavut’tan sadece 3,3 milyonu Arnavutluk’ta

yaşamaktadır. Geri kalan Arnavutların 2 milyonu Kosova’da, 500 bin kadarı Makedonya’da

ve son nüfus sayımına göre 41 bini Karadağ’da yaşamaktadır.169 Balkanlar’a yayılmış çok

sayıdaki Arnavut, Arnavutluk dış politikasını etkilediği kadar bölge ülkelerinin iç politikasını,

Arnavutluk’un bölge ülkeleriyle ilişkilerini ve bölgenin güvenliğini doğrudan etkilemektedir.

Arnavutluk’un dış politikasında izleyeceği yol, bölgenin geleceğini etkileyecek

niteliktedir. Arnavutluk, Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan yeni cumhuriyetlerde

yaşayan Arnavut azınlıklarla ilişkilerini geliştirmede bağımsızlığının ilk döneminde temkinli

169 Birgül Demirtaş Coşkun, “Arnavutluk’un Dış Politikası ve Balkanlar’da Arnavut Sorunu,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, s.67.

96

Page 100: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

davranmıştır. Arnavutluk’un bu tavrı dış Arnavutlarda büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.170

1992 yılında değişen hükümetle birlikte yeniden umutlanan Arnavutlar için Arnavutluk bu

dönemde de kurtarıcı rol üstlenmekten kaçınmıştır. Arnavutluk’un bu tavrı dış politikasında

belirlediği öncelikleri ile doğrudan bağlantılıdır. Arnavutluk bu dönemde AB ve NATO’ya

üye olmayı ekonomik ve güvenlik kaygıları nedeniyle istemekte ve dış Arnavutların haklarını

uluslararası ortamlarda arama yoluna gitmekteydi.

Arnavutluk’un dış politikası, bölgeyle ilişkili olan uluslararası güçler ve AB için son

derece önemlidir. Arnavutluk’un “Büyük Arnavutluk” ideali doğrultusunda alacağı kararların

bölgenin istikrarı açısından zararlı olacağının farkında olan AB, bu dönemde Arnavutluk ile

ilişkilerini geniş ölçekli bir “Avrupalılaştırma” politikası haline dönüştürmüştür.171 AB, bu

politikasını tüm Balkan ülkelerine uygulamakla birlikte Arnavutluk’ta yapılacak çok iş olması

nedeniyle yardım politikalarına daha çok ağırlık vermiştir.

1999 yılında Kosova’da çatışmaların başlaması, Arnavutluk’un bölge politikalarında

ön plana çıkmasını sağlamıştır. Arnavutluk bu dönemde Kosova’nın bağımsızlığını

savunmamış, Kosovalı Arnavutları uygulanan etnik temizlik politikasının sona ermesi için

NATO’nun askeri müdahalede bulunmasını istemiştir. Zayıf ekonomisi ve ülke içindeki

sosyal problemler nedeniyle Arnavutluk’un Batıyla uyumlu politika izlemesi Batı için

beklenen bir gelişmeydi. Çünkü Arnavutluk 1992’den itibaren bu yönde politika izleyeceği

sinyallerini vermeye başlamıştı. AB ile ilişkileri de bu nedenle Kosova krizi sırasında her

hangi bir kesintiye uğramamıştır.

AB için Balkanlar’daki Arnavut sorunu iki açıdan önem taşımaktadır. Birincisi,

Arnavutların bağımsız olma isteklerinin potansiyel bir tehlike unsuru olmasıdır. AB için bu

konu hem bölge güvenliği hem de Avrupa kıtasının güvenliği ile doğrudan ilgilidir. 1999’da

Kosova’da yaşanan savaş ve ardından 2001 yılında Makedonya’daki çatışmalar AB’nin 170 Ibid., s.72. 171 Ailish M. Johnson, “Albania’s Relation with the EU: on the Road to Europe?” Journal of Southern Europe and the Balkans, Vol.3, No.2, 2001, s.171.

97

Page 101: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

güvenlik kaygılarının yersiz olmadığını göstermiştir. AB, Arnavutluk kaynaklı bir savaşın

bölgede yaşanmaması için Arnavutluk’la ilişkilerini derinleştirme yoluna gitmiştir. Bu açıdan

bölgede yaşanan krizler Arnavutluk-AB ilişkilerinde katalizör görevi görmüştür.172 Bölgeye

yönelik endişeler Arnavutluk’un kısa süre içinde desteklenerek Batı ile kurumsal ve ekonomik

bağlarının kuvvetlendirilmesi sonucunu doğurmuştur.

AB için ikinci olarak önemli konu ise, Arnavutların çeşitli nedenlerle başta Yunanistan

ve İtalya olmak üzere AB üyesi ülkelere göç etmelerinden kaynaklanan sorunlardır. İtalya

ülkesindeki göçmenlere AB fonlarından yardım yaparken ve aynı zamanda Arnavutluk’a

“Pelikan Operasyonu” adı altında acil yardım operasyonu düzenlerken, Yunanistan’ın

göçmenlere karşı tavrı son derece sert olmuştur. 1991 yılında 100 bin kadar Arnavut göçmeni

sınır dışı eden Yunanistan ile Arnavutluk’un ilişkileri, Arnavutluk’un Makedonya’yı

tanımasıyla iyice gerilmiştir. Yunanistan AB’nin Arnavutluk’a yapacağı yardımları bu

nedenle engellerken bir yandan da Arnavut göçmenlere karşı sert politikalar uygulamaktaydı.

Bununla birlikte yaşanan insani kriz, AB ile Arnavutluk arasında yapılan İşbirliği

Anlaşması’nın ortaya çıkmasındaki en önemli faktörlerden biri olmuştur.173

AB’nin bölgeye yönelik 1995 sonrasında daha kapsamlı politikalar izlemeye

başlamasıyla Yunanistan’ın da bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzelteme yoluna gittiği

görülmektedir. Aynı dönemde Arnavutluk da AB’ye üyeliğin yolunun Atina’dan geçtiğini

görerek Yunanistan ile aralarında sorun olan konularda politikalarını yumuşatmıştır. 1996

yılında Yunanistan ile Arnavutluk arasında imzalanan Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği

Anlaşması ile Arnavutluk, ülkesindeki Yunan topluluğun haklarına saygı göstereceği sözü

vermesi üzerine Yunanistan da Arnavutluk’un AB üyeliğini destekleyeceğini açıklamıştır.174

172 Ibid., s.176. 173 Ibid., s.176-177. 174 Demirtaş Coşkun, op. cit., s.94.

98

Page 102: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

D. BOSNA-HERSEK

1. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Resmi Boyutu: Resmi adı Bosna-Hersek

Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olan devletin uluslararası topluma katılması ve dolayısıyla

AB ile ilişkilerinin resmi düzeyde başlaması 1995 Dayton Barış Anlaşması’nın imzalanması

ile olmuştur. Bununla birlikte AB’nin ilgisi savaşların yaşandığı ve barış görüşmelerinin

yapıldığı zamanlarda bölge üzerindeydi. AB, yanı başındaki etnik temizliği sona erdirmekte

başarısız olmuş ve güvenlik konularında NATO’ya bağımlılığını gözler önüne sermiştir.

Bosna savaşını sona erdirmede varlık gösteremeyen AB için bu nedenle Bosna’ya barış

sonrası dönemde yardım etmek prestij meselesi olmuştur. Savaşın sona ermesi ve mültecilere

yardım edilmesi konularında çalışan AB’nin 1991 yılında ECHO aracılığı ile başlattığı

yardımlar, 1999 yılına kadar sürmüştür.

1995 yılında barışın sağlanmasının ardından bölgede durumun normale dönmesi ile

AB, Bosna-Hersek’i OBNOVA ve PHARE programları kapsamına almıştır. 1997 yılında

Bosna-Hersek’in Bölgesel Yaklaşım politikası kapsamına alınmasıyla AB ile ikili ilişkileri de

bir program dahilinde şekillenmeye başlamıştır. 1998 yılında AB yayınladığı bir deklarasyon

ile yönetim alanında teknik ve uzman tavsiyeleri için bir araç olan düzenleyici çerçeve ve

politikaları oluşturan Geçici Danışma Kurulu oluşturmuştur.175 Bosna-Hersek ile İstikrar ve

Ortaklık Anlaşması için görüşmelerin başlaması bir takım şartlara bağlanmıştır. Komisyon bu

konuda teknik rapor hazırlarken, Geçici Danışma Kurulu da bölgesel düzeyde diyalogun

ilerletilmesi ve işbirliğinin güçlendirilmesinde önemli rol oynamıştır.176

1999 yılına kadar ekonomik yardım temelinde gelişen ilişkiler AB’nin İstikrar ve

Ortaklık Süreci’ni devreye sokmasıyla diğer Batı Balkan ülkelerinde de olduğu gibi farklı bir

175 Milestones in the Relations Between the EU&Bosnia and Herzegovina, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005). 176 Operational Country Conclusions, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/contry_conlus_com_99_235.htm> (13.05.2005).

99

Page 103: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

boyut kazanmıştır. 2000 yılında İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere başlamadan

önce yapılacak çalışmaları belirlemek üzere Bosna-Hersek için “yol haritası” belirlenmiştir.

Ayrıca Bosna-Hersek mallarının AB pazarlarına gümrüksüz ulaşım kapsamı genişletilmiştir.

2001 yılında İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin bir parçası olarak Bosna-Hersek CARDS

programına alınmış ve eski ekonomik yardım programları kaldırılmıştır.

AB, 2002 ve 2006 yılları için CARDS yardımlarını düzenlediği Ülke Strateji

Belgesi’nde Bosna-Hersek için önceliklerini belirlemiştir. Bu kapsamda Bosna-Hersek için

2002-2006 dönemi için belirlenen yardım miktarı ulusal programlar için 172,4 milyon Euro,

bölgesel programlar için 23 milyon Euro’dur.177 Belge’de ayrıca 1992 yılında ilan edilen

bağımsızlıktan bu yana Bosna-Hersek’in genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır. 1996 yılında

yapılan seçimlerin ardından demokratik ilkelerin yerine getirilmesi açısından ülkenin

uluslararası toplulukta yerini aldığı fakat insan haklarına saygı ve hukukun uygulanması

konularında henüz evrensel değerlere ulaşamadığı eleştirilen bir noktadır.

AB’nin Bosna-Hersek’e İstikrar ve Ortaklık Süreci içinde destek vereceği alanlar

sayılırken başta barış anlaşmasının uygulanması ve sağlamlaştırılması gelmektedir.

Balkanlar’daki en kanlı savaşlardan birini yaşayan ülke için önceliğin barış olması

kaçınılmazdır. Daha sonraki amaçlar içerisinde, savaş sırasındaki yıkımın telafi edilmesi,

mültecilerin evlerine geri dönmesi, ekonomik olarak kalkınmanın sağlanması ve tüm bu

yollarla Bosna-Hersek’in AB yapısına uyumu için gerekli koşulları sağlayarak AB ile yakın

işbirliği içine girmesi yer almaktadır.178 AB, Bosna-Hersek’in yeniden yapılandırılması ve AB

ile yakınlaşması kapsamında yapacağı maddi yardımları Ülke Strateji Raporu ile belirlemiştir.

Bunun haricinde bölgeye ECHO kapsamında insani yardım da ayrıca yapılmaktadır.

177 Bosnia&Herzegoniva:Country Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/csp/index.htm> (13.05.2005). 178 Main Objectives of European Union Assistance, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005).

100

Page 104: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AB’nin Bosna-Hersek politikası 2002 yılından itibaren değişime gitmiştir. Bu değişim

İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin yayınladığı raporlarda rahatlıkla görülmektedir. 2002

yılında yayınladığı raporda179 daha çok barış anlaşması gereklerinin yerine getirilmesi, siyasi

ve ekonomik reformların yapılması tavsiye edilirken bir yıl sonra yayınladığı raporda180

Bosna-Hersek’te yapılan seçimlerin etkisiyle AB programlarına katılım ve teknik konularda

politikalar belirlenmektedir. Bosna-Hersek için belirlenmiş olan “yol haritası”nın özü

itibariyle tamamlanmış olması da AB’yi harekete geçiren nedenlerden biridir. AB bundan

sonraki adım olarak Komisyon’un hazırlayacağı fizibilite raporunu beklemeye başlamıştır.

Komisyon 2004 yılında yayınladığı üçüncü yıllık raporunda181 fizibilite çalışmasının

sonucunu açıklamıştır. Raporda, siyasi durumla ilişkili olan konu başlıklarının çoğunda

ilerleme kaydedildiği, bununla birlikte federasyonlar arasındaki gerilimin reformlara yansıdığı

ve kamu yönetimi reformunun henüz başladığı belirtilmiştir. Bundan sonraki süreçte Bosna-

Hersek’in fizibilite çalışmasında belirlenen 16 konu başlığında ilerleme kaydetmesi

sonucunda İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelerin başlaması kararının verileceği

belirtilmiştir. Bu sürecin Bosna-Hersek’in çalışmalarına bağlı olduğu özellikle raporda

vurgulanmıştır.

2003 yılı genel olarak Selanik Zirvesi sonucu nedeniyle tüm Batı Balkan ülkeleri için

önemli bir yıl olmuştur. Ama özellikle AB ile Bosna-Hersek ilişkileri açısından önemlidir.

Bunda hem Komisyon’un fizibilite çalışması kapsamında teknik ilişkilerin artması hem de 29

Eylül’de Bosna-Hersek ile AB arasında siyasi diyalog hakkında ortak deklarasyon

yayınlanmasının etkisi olmuştur. Deklarasyon ile taraflar aralarında Bosna-Hersek’in

potansiyel aday statüsü kazanması nedeniyle yeni işbirliği alanları yaratmak, ekonomik ve

179 Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)340]. 180 Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 Marh 2003, [SEC(2003)340]. 181 Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 30 Marh 2004, [SEC(2004)340].

101

Page 105: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

siyasi değişimlerde destek olmak ve ilerlemeleri takip edebilmek için düzenli siyasi diyalog

süreci başlatmışlardır. Bu kapsamda Bosna-Hersek ve AB temsilcileri arasında yüksek

düzeyde, Troyka formatında, toplantılar yapılması, dış politika kararlarında iki taraflı

bilgilendirmenin sağlanabilmesi için diplomatik kanalların tam olarak kullanılması ve

parlamentolar arası temasın sağlanması kararları alınmıştır.182

Bosna-Hersek ile AB ilişkileri günümüzde Selanik Zirvesi ile oluşturulan “Avrupa

Ortaklığı” kapsamında sürmektedir. 533/2004 sayılı Konsey tüzüğü ile kurulan ortaklık

statüsü kapsamında İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin yoğunlaştırılması, Bosna-Hersek için

öncelikli eylem alanları belirlenmesi ve AB ile ilişkilerinin yakınlaştırılması için kapsamlı bir

çerçeve belirlenmesi yer almaktadır. AB, Bosna-Hersek’ten Avrupa Ortaklığı öncelikleri

doğrultusunda hazırlanacak planın ayrıntılarına ve zamanlamasına uymasını istemektedir.

Komisyon’un hazırlamakta olduğu yıllık planlarda yer alan önceliklerin ve uyarıların dikkate

alınarak kısa dönem ve uzun dönem önceliklerin tamamlanması Bosna-Hersek’ten beklenen

davranışlar olarak belirtilmiştir. Ortaklık statüsü kapsamında CARDS programlarının da yeni

önceliklere göre düzenlenmesi kararı alınmıştır.

2. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Siyasi Boyutu: Yugoslavya’nın dağılma

sürecine girmesiyle bağımsızlığını 1992 yılında ilan eden ve AB tarafından kısa süre içinde

tanınan Bosna-Hersek için “devlet” olma süreci ne yazık ki son derece sancılı olmuştur.

AB’nin büyük devletlerinin arabuluculuk çalışmalarına katkıda bulunduğu görüşmeler

sonrasında Paris’te imzalanan Dayton Barış Anlaşması ile Bosna-Hersek karmaşık bir

yönetim yapısıyla uluslararası toplulukta yerini almıştır.

Anayasası bile Dayton Anlaşması ile oluşturulan Bosna-Hersek’in idari yapısı tam bir

keşmekeş içindedir. Anlaşma ile Bosna-Hersek’te iki birimli bir yapı oluşturularak bu iki

182 Council Conclusions Joint Declaration on Political Dialogue between the EU and Bosnia and Herzegovina, 29 September 2003,< http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gac.htm> (13.05.2005).

102

Page 106: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

birime birbirinden farklı olarak komşu ülkelerle ilişki kurma hakkı verilmiştir. Ayrıca her üç

milletten temsilcilerin katılımıyla ortak kurumların kurulması amaçlanmıştır.183 Devlet

kurumlarındaki karmaşık yapı ülkenin kalkınması için sorun olurken AB ile ilişkilerinde de

aksamalara neden oluyordu. Bosna-Hersek’te kamu kurumlarındaki karmaşa Dış İşleri

Bakanlığı’nı da sarmış durumdaydı. Öyle ki Bosna diplomasisinde çoğu şeyin yerli yerinde

olmadığını gören AB, PHARE programı ile bakanlığa uzman almak için ilan vermiştir.184 Bu

nedenle AB ile Bosna-Hersek ilişkileri son yıllara kadar teknik sorunların giderilmesi ve barış

anlaşmasının tam olarak yerine getirilmesine yönelikti. AB’nin Bosna-Hersek’in idari

yapısına yönelik eleştirileri ve AB programlarının kamu yönetimindeki sorunlar nedeniyle

aksaması Bosna-Hersek’i harekete geçirmiş ve Haziran 2000’de Avrupa Bütünleşmeleri

Bakanlığı kurulmuştur. Bu bakanlık, Bosna-Hersek’in önce Avrupa Konseyi sonra da AB’ye

üyeliği için gerekli hazırlık çalışmalarını yapmakla görevlidir.185

Bosna-Hersek’in karmaşık yapısı AB ile ilişkilerinde sorunların temelini

oluşturmaktadır. Ülke ekonomisinin zayıflığı da sorunların artmasına katkıda bulunmaktadır.

AB, bölgeye yönelik geliştirdiği tüm politikalar kapsamında Bosna-Hersek’e ne kadar yardım

yaparsa yapsın ülke kendini bir türlü toplayamamaktadır. Son olarak 2002 yılında yapılan

seçimlerle Bosna-Hersek’teki olumsuz gidiş gözler önüne serilmiştir. Bunun yanı sıra 5 Ekim

2002’de yapılan seçimler Dayton Anlaşması’nın uygulanabilirliği üzerindeki tartışmaları da

yeniden alevlendirmiştir. Seçimlere katılımın azlığı ve seçimlerden milliyetçi partilerin

zaferle ayrılması uluslararası toplum ve AB tarafından “hayal kırıklıklarının ifadesi” olarak

yorumlanmıştır.186

183 Bosna-Hersek anayasası Dayton Antlaşması’nın 4 numaralı ekidir. Antlaşma için bkz. <http://bihpress.com> 184 Amer Kapetonovic, “Bosna-Hersek’in On Yıllık Dış Politika Tecrübesi,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, s.196. 185 Ibid., s.204. 186 Dimitrious Triantaphyllou, “The Balkans Today: The EU and the Region,” Marmara Journal of European Studies, Vol.10, No.2, 2002, s.69.

103

Page 107: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Bosna-Hersek’in geleceği hakkında seçimlerin sonrasında yapılan yorumlarda iki

farklı görüşün birbiriyle çatıştığı görülmektedir. Birinci gruptakiler Dayton Anlaşması’nın

daha fazla yürütülemeyeceğini iddia ederek çözümün ayrılma olması gerektiğini savunurken

ikinci gruptakiler uluslararası yardımla sorunların çözüleceğini düşünmektedirler.187

Ayrılmanın bölgeye getireceği yeni bir savaş olasılığı nedeniyle ülkede bağların

kuvvetlendirilerek ekonomik gelişmenin sağlanması genel kabul gören görüştür. Bu nedenle

Bosna-Hersek için öncelik kamu yönetimi reformu olmaktadır. AB de Bosna-Hersek’e

yönelik geliştirdiği programlarda bu konu kapsamında çalışmalar yapmaktadır. Bosna-

Hersek’in yeniden düzenlenme sürecine girmesi AB’nin istekleri arasındadır. AB özellikle

Bosna-Hersek’ten anayasa reformu ve polis güçlerinin tek çatı altında toplanmasını

istemektedir.

Bosna-Hersek için gündemdeki en ciddi sorun anayasa reformudur. AB, Bosna-Hersek

ile ilişkilerin devamı ve İstikrar ve Ortaklık Anlaşması görüşmelerinin başlaması için anayasa

reformu ve polis güçlerinin tek çatı altında toplanması gibi konularda adım atılmasını

istemektedir. Fakat bu konuya Sırp yetkililer itiraz etmekte, polis güçlerinin birleştirilmesine

karşı çıkmaktadırlar. Bununla birlikte AB’den gelen yoğun baskılar sonucunda Sırp yetkililer

Boşnak ve Hırvat tarafıyla görüşmelere katılmak durumunda kalmışlardır. Görüşmeler

sonucunda iki tarafın polis güçlerinin birleştirilmesi ve tek bir emniyet müdürlüğü kurulması

kararı alınmıştır.188 Bosna-Hersek’te polis güçlerinin birleştirilmesi kararı AB ile ilişkilerinde

önemli bir adım olmasının yanı sıra ülkenin iç dinamikleri açısından da önemlidir. Sırp

tarafının yetkilerinin azalması anlamına gelen bu karar merkezi sistemi güçlendirirken

ayrılıkçı Sırp milliyetçilerinin gücünü kıracaktır. Ayrıca polis kuvveti yetkilerinin Sırp

187 Ibid., s.70. 188 Mirzet Mujezinovic, Bosna-Hersek’teki Anayasa Tartışmaları ve Reform Süreci, <http://usakgundem.com/haber.php?id=122> (23.05.2005).

104

Page 108: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

tarafından alınarak Bosna-Hersek’e verilmesi Bosna-Hersek halkı açısından güven hissini

arttırmaktadır.

E. SIRBİSTAN-KARADAĞ ve KOSOVA

Sırbistan-Karadağ, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin 2003 yılı itibariyle değişen

yeni adıdır. Eski Yugoslavya Federasyonu’nun dağılmasının ardından geriye kalan Sırbistan

ve Karadağ, Kosova özerk bölgesini de içine alacak şekilde Yugoslavya Federal Cumhuriyeti

adı altında yaşıyorlardı. Fakat ülke zaman içerisinde dağılmanın eşiğine gelmiştir. Önce 1999

yılında Kosova’nın bağımsızlık talebi ve NATO müdahalesi sonrası BM denetiminde

yaşamaya başlaması ve sonrasında Karadağ’da bağımsızlık taleplerinin artması sonucunda

bölgede yeni bir kriz yaşanmasını önlemek amacıyla AB arabuluculuğunda 14 Mart 2002’de

imzalanan antlaşma, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin sonunu getirmiştir. Yugoslavya

Federal Cumhuriyeti (YFC) yerine Mart 2003’den itibaren Sırbistan-Karadağ Devleti

kurulmuştur.

Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyetleri, imzaladıkları antlaşma gereği Temmuz 2006’da

bağımsızlıkları için referandum düzenleme hakkına sahiptirler. Antlaşma 2003 yılından

geçerli olmak üzere üç yıllık bir geçiş süreci öngörmektedir. Bu süre içerisinde her iki

cumhuriyet de uluslararası kimlikleri hariç neredeyse bağımsızlığın tüm imtiyazlarından

faydalanabilecekti. Cumhuriyetler kendi sınırlarını gümrükler de dahil olmak üzere kontrol

altında tutarken kendi ekonomileri ve iç güvenliklerinden de tümüyle kendileri sorumludurlar.

Birliğin yetkileri ise dış ilişkiler, savunma ve ortak enstitüler gibi birkaç alanla sınırlıdır.189

Sırbistan ile Karadağ’ın yollarına bağımsız mı yoksa birlikte mi devam edecekleri

belirsizliğini korumaktadır. Fakat Kosova konusunda yapılan yorumlar çoğunlukla er ya da

189 Pınar Yürür, Balkanlar Yeni Krizlerin Eşiğinde; Kosova ve Sırbistan-Karadağ İhtilafları, <http://panoramadergisi.com/mart2005/index.php?dosya=dunyabakis6> (10.03.2005).

105

Page 109: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

geç Kosova’nın bağımsız olacağı yönündedir. Kosova bağımsız olsun veya olmasın

önümüzdeki süreçte bölgede yaşanan gelişmelerin AB’yi doğrudan etkilemesi kaçınılmazdır.

Bu nedenle AB’nin bölgeye yönelik politikalarını yoğunlaştırması ve etkinleştirmesi

beklenmektedir. Bu nedenle AB’nin iki cumhuriyet arasındaki ilişkileri düzenlemede

arabuluculuk yapması etkili hale getirilen politikasının ilk adımı olarak görülebilir. AB,

yaşanan gelişmeler sonrasında resmi belgelerinde Sırbistan-Karadağ adını kullanmaya

başlamış ve Sırbistan, Karadağ ve Kosova hakkında ayrı politikalar uygulamaya koymuştur.

Bununla birlikte AB’nin 1991 yılından itibaren Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ile kurduğu

ilişki genel olarak Sırbistan ile kurduğu ilişki kapsamında ele alınmaktadır. 2003 yılından

sonra ise AB politikalarını Sırbistan ve Karadağ olarak ikiye ayırmıştır. Kosova ise

belirsizliğini hala koruyan özel bir bölge olarak görülmektedir.

1. AB ile Sırbistan-Karadağ İlişkileri: AB’nin bölge devletleri arasında ilişki

kurmakta en zorlandığı ülke Sırbistan olmuştur. AB, Sırbistan ile ilişkilerini iki döneme

ayırmıştır. 2000 öncesi ve sonrası olarak ayrılan dönemlerin belirleyici unsuru Sırp lider

Miloseviç’in devlet yönetiminden ayrılmasıdır. Miloseviç rejiminin sona ermesi AB’nin

ülkeyle ilişkilerini geliştirmek için fırsat olarak görülmüştür. Fakat Miloseviç sonrası dönem

başlangıçta öncesine göre çok farklı olmadığından AB ile Sırbistan ilişkileri istenilen seviye

getirilmekte zorlanılmıştır. Yeni alınan İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere

başlanılması kararı, bundan sonraki sürecin olumlu gelişmesini sağlamakta önemli bir etken

olacaktır.

Ekim 2000’de Miloseviç rejiminin sona ermesinden önceki dönemde AB’nin Sırbistan

ile ilişkilerinin temelinde insani yardım, demokratikleştirme ve bağımsız medya yer

almaktaydı. Yardımlar siyasi bir süreç içerisinde verilmiyordu ve her hangi bir koşula bağlı

değildi. 1991 yılında YFC’ye ECHO kaynaklarından 170,25 milyon euro insani yardım

106

Page 110: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

yapılmıştır. Yardım daha çok Kosova ve Karadağ’a yönelikti. YFC’ye yapılan bu insani

yardım Bosna’ya yönelik eylemlerinden dolayı kaldırılmıştır. 1994 yılında ECHO’dan aldığı

az miktardaki yardım sayılmazsa 1995 yılına kadar YFC’ye hiçbir şekilde yardım

yapılmamıştır.190

Ekim 2000 öncesinde Sırbistan’a yapılan insani yardımlar, Bosna-Hersek ve

Hırvatistan’dan gelen mülteciler, Kosova’da yelerinden edilmiş insanlar ve hasta ve yaşlılar

gibi en kolay zarar görebilecek grup üzerinde yoğunlaşmıştır. 1994 yılından itibaren bölgede

sivil toplum örgütlerinin çalışmalarıyla insan hakları ve demokratikleşme konularında projeler

geliştirilmiştir. Bu süre içerisinde AB’nin desteklediği bağımsız medya kuruluşlarına maddi

yardım yapılmıştır.191

AB, 1998 yılından itibaren Sırbistan’ın Kosova’daki eylemleri sebebiyle Sırbistan’a

karşı ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Yaptırımlar, doğrudan

Miloseviç yönetimini ve işbirlikçilerini hedef almaktaydı. Aynı şekilde yapılan yardımlar da

Miloseviç hükümetine değil doğrudan halka yapılmaktaydı. AB, Miloseviç rejimine karşı

yaptırımlar uygularken insani yardımlarına devam ediyordu. Bu kapsamda yaptırımların

sadece Sırp tarafına yönelik olduğu da belirtilmelidir. Kosova ve Karadağ, AB’nin uyguladığı

uçuş yasağı ve petrol ambargosundan muaf tutuluyorlardı.192 Kosova’da çatışmaların devam

ettiği sırada AB tarafından YFC’ye yönelik İstikrar ve Ortaklık Süreci kapsamına alınmasının

tartışılması ve PHARE kapsamında yardım yapılması uygun bulunmamıştır. Sırbistan’ın

çatışmaları şiddetlendirmesi üzerine 26 Nisan 1999’da Konsey, Sırp tarafına karşı alınan

önlemlerin güçlendirilmesini istemiştir. Bu kapsamda petrol ve silah ambargosu, terör ve polis

eylemlerinde kullanılan malzemelerin satışının yasaklanması, Sırp hükümetinin yurtdışındaki

190 Fraser Cameron and Andreas Kintis, “Southeastern Europe and the European Union,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.1, No.2, (May 2001), s.104. 191 Republic of Serbia, Before October 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005). 192 Cameron and Kintis, op. cit.

107

Page 111: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

fonlarının dondurulması, ülkeye yönelik yeni yatırımların yasaklanması ve daha önce

konulmuş olan uçuş yasağı yer almaktadır.193

AB, Ekim 1999’da “Demokrasi için Enerji” adı altında bir program başlatmıştır.

Program Sırbistan’a yönelik uygulanan petrol ambargosundan okul, hastane ve kamu binaları

gibi halkın yararlandığı yerleşim yerlerinin zarar görmemesi ve ekonomik zorluklar nedeniyle

ısınma sorunu yaşanmaması için uygulamaya konulmuştur. Bu program seçilen pilot

bölgelerde başarıyla uygulanmıştır. AB’nin Haziran 2000’de uygulamaya koyduğu

“Demokratik Sırbistan için Okullar” kampanyası da başarılı olan bir diğer programdır. Bu

program kapsamında belirlenen okullara maddi destek yapılmış ve gelen proje teklifleri

değerlendirilerek bunların büyük bir kısmı uygulamaya konulmuştur.194

Miloseviç’in ardından Ekim 2000 sonrası başlayan süreç AB ile Sırbistan ilişkilerinin

de dönüm noktası olmuştur. Belgrad yönetiminin demokrasiye geçişi ile birlikte AB ülkeye

yönelik desteğini belli etmek amacıyla 13-14 Eylül 2000 tarihli Biarritz Avrupa Konseyi’nde

AB Hükümet ve Devlet Başkanları, Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’ndeki demokratik

değişimin tamamlanmasına yardım için 200 milyon Euro vereceklerini açıklamışlardır.195 11

Kasım da ise petrol ambargosu kaldırılarak 23 Aralık’ta yapılacak parlamento seçimleri

öncesinde demokrasiye geçişin AB tarafından desteklendiği gösterilmiştir.

AB ile Sırbistan ilişkileri 2000 yılından itibaren ilerleme kaydetmektedir. Enerji,

insani yardım, eğitim ve sağlık gibi temel alanlarda yapılan teknik çalışmaların yanında

bölgede demokratik kuralların yerleştirilmesi için AB destek vermektedir. Bununla birlikte

AB, Miloseviç’e yönelik şahsi yaptırımları kaldırmamayı tercih etmiştir.196

193 Operational Country Conculitions, 26 May 1999, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm> (13.05.2005). 194 Republic of Serbia, Before October 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005). 195 Republic of Serbia, After October 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005). 196 AB yaptırımları için bkz. <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/sanctions.htm>

108

Page 112: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AB ile Karadağ’ın ilişkileri Sırbistan’dan ayrı tutulmuştur. 60.000’ni mülteciler ve

yersizlerden olmak üzere 660.000 nüfuslu ülke, demokratik yöneliş altında politik ve

ekonomik reform yolunu izleyerek kendisini Miloseviç rejiminden farklılaştırmıştır. Bunun

sonucu olarak da AB Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’ne uyguladığı yatırımları Karadağ’a

karşı kaldırarak malzeme ve teknik yardımlarla, destekleme politikalarına başlamıştır. AB

Karadağ hükümetine reform programlarını tamamlaması için çeşitli alanlarda yardımlar

yapmayı planlamıştır. Bu planlar arasında, altyapıların modernizasyonu; köprülerin,

havaalanlarının, yolların yenilenmesi; ekonomik ve diğer reformlara yardım edilmesi; kamu

yönetim reformunun desteklenmesi; özel sektörün ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin

geliştirilmesi; eğitim, tarım, medya alanlarda iyileştirme çalışmaları yapılması; yiyecek, ilaç,

su sağlığı gibi temel insani alanların desteklenmesi ve Kosova’dan gelen mültecilerin, yersiz

insanların ve zayıfların toplum hizmetlerinden yararlanmasının sağlanması yer almaktadır.197

Sırbistan-Karadağ, AB bölgeye yönelik İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlattığında

kapsam dahiline alınmakla beraber, süreçten yararlanması Miloseviç’in devrildiği 2000

yılından sonra olmuştur. Bu tarihten sonra Sırbistan-Karadağ da diğer Batı Balkan ülkeleri

gibi AB politikalarından yararlanmaya ve gelişimi AB tarafından takip edilmeye başlanmıştır.

AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin yayınladığı raporlarda Sırbistan-Karadağ’ın

demokrasi yolunda önemli adımlar attığını fakat AB beklentilerini yerine tam olarak

getiremediğini belirtmiştir. Özellikle Sırbistan’ın uluslararası ceza mahkemesi ile işbirliği

yapması gerektiğine değinilmiştir.

2003 yılının Mart ayında Sırbistan Başbakanı Zoran Djindjic’in öldürülmesi, AB ile

ilişkilerde gerginliğe neden olmuştur. AB rahatsızlığını 2003 yılına ait İstikrar ve Ortaklık

Süreci’ni değerlendirdiği rapora yansıtarak ülkenin acil olarak organize suç örgütlerine karşı

harekete geçmesini tavsiye etmiştir. AB ayrıca ülkenin geleceği konusunda belirsizliğe neden

197 Republic of Montenegro, <http://www.europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/montenegro/index.htm> (24.05.2005).

109

Page 113: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

olan ve politik alanda gelişmelerin hızını kesen anayasa reformlarının bir an önce

tamamlanarak iki cumhuriyet arasındaki tartışmaların giderilmesi ve Uluslararası Ceza

Mahkemesi ile işbirliği raporda ele alınan konular arasındadır.198

Selanik Zirvesi’nin ardından “ortaklık” statüsü kazanan Sırbistan-Karadağ’ın AB ile

İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere başlayabilmesi değerlendirme yapan fizibilite

raporu Komisyon tarafından onaylanmıştır. Sırbistan-Karadağ ile AB arasındaki bu son

gelişme, ülkenin gösterdiği gelişmenin bir sonucudur. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri

Olli Rehn bu gelişmeyi Sırbistan-Karadağ için “Avrupa yolunun başlangıcı” olarak

yorumlamıştır. 199 Sırbistan-Karadağ için Avrupa yolu açılmış görülse de önünde aşılması

gereken ciddi sorunlar vardır. Öncelikle ülkenin geleceğinin belirsizliğini koruması, AB’ye

uyum konusunu zora sokmaktadır. Bunun yanı sıra Kosova’nın statüsü de ülkenin geleceğini

etkileyen konular arasındadır. Sırbistan’da 2002 yılında yapılan seçimlerde çoğunluğun

sağlanmasında yaşanan zorluklar ve genç ve kentli nüfusun seçimlere katılımının düşüklüğü

Sırbistan’daki siyasi isteksizliği göstermektedir. Aynı yıl Karadağ’da yapılan seçimlerde

reformist parti çoğunluğun oyunu almıştır. Fakat Sırbistan örneğinde olduğu gibi Karadağ’da

da seçimlere katılım oranı düşük olmuştur.200 Her iki cumhuriyet arasındaki sorunların

çözüme kavuşturulamamış olması halkın siyasi katılıma karşı isteksizliğinin başlıca nedenidir.

Sırbistan ve Karadağ’ın birlikteliklerine devam edip etmeyeceği ve Kosova’nın

tamamen bağımsız bir devlet olup olmayacağı soruları kendini eski Yugoslavya’nın mirasçısı

olarak gören ülkenin önünde beklemektedir. 2003 yılında Sırbistan Başbakanı Zoran

Djindjic’in öldürülmesi Sırbistan’daki aşırı milliyetçilerin bu sorulara cevabı olarak

yorumlanabilir. Çünkü Djindjic ölümünden birkaç ay önce Kosova’lı Sırp ve Arnavutların

tarih içerisinde hiçbir zaman bir arada yaşayamadıklarını tam tersine yan yana yaşamak

198 Serbia and Montenegro Country Report, Stabilisation and Association Report 2004, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/rep3/cr_s-m.htm> (24.05.2005). 199 IP/05/421, Brussels, 12 April 2005.200 Triantaphyllou, op. cit., s.72.

110

Page 114: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

zorunda kaldıkları vurgulayarak Kosova’nın bölünmesini önermişti.201 Nedeni ne olursa olsun

bu cinayet, Avrupa ve Atlantik kurumları ile entegrasyonu hedefleyen Sırbistan’ın organize

suç çetelerinin elinde olduğu ve Miloseviç dönemi alışkanlıklarının devam ettiği şeklinde

görülmesi ile sonuçlanmıştır. Sırbistan bu cinayet sonrası imajını düzeltebilmek ve AB ile

ilişkilerinde ilerleyebilmek için olağanüstü hal ilan etmek zorunda kalmıştır.202

Sırbistan-Karadağ adını almadan önce özellikle 1990’lar boyunca Yugoslavya Federal

Cumhuriyeti, 2000’li yıllardaki politikasına göre oldukça farklı bir yerdeydi. AB’nin bölgeye

yönelik geliştirdiği ilk politikalarına YFC, bölgesel kuvvetini güçlendirmenin ve Yugoslav

ruhunu canlandırmanın bir yolu olarak bakıyordu.203 2000’li yıllarda ise Sırbistan artık

AB’nin bölgesel politikalarını, ekonomik gelişmesine katkıda bulanacak ve Batı sisteminde

kendine yol açacak bir araç olarak değerlendirmektedir. Sırbistan’daki bu değişim Miloseviç

rejiminin devrilmesi ile doğrudan bağlantılı olsa da bunda AB’nin bölgesel politikalarındaki

gelişim de etkili olmuştur. AB üyeliği fırsatı, Sırbistan’ı uyumlu politikalar üretmeye teşvik

etmektedir.

2. Kosova’nın Statüsü ve Kosova’da AB Varlığı: 1999 yılında NATO harekatı ile

son bulan çatışmalar sonrasında 10 Haziran’da Kosova, BM Güvenlik Konseyi’nin 1244

sayılı kararı ile kurulan UNMIK yönetimi altına girmiştir. AB ve üye devletleri, Kosova’nın

yeniden imarı için öncü rol oynamaktadırlar. Bölgeye ve Kosova’ya yapılan yardımlarda AB

en büyük oranlarda yardım yapan uluslararası kurumdur.

1999 yılında AB Komisyonu, savaştan etkilenenler için 378 milyon Euro acil insani

yardım ve savaşın izlerini ortadan kaldırmak için 127 milyon Euro yeniden yapılandırma

yardımı temin etmiştir. 2000 ve 2001 yıllarında da devam eden ekonomik yardımlar, AB’nin

201 Erhan Türbedar, “Cinciç Sonrası Sırbistan,” Stratejik Analiz, C.4, S.38, (Haziran 2003), s.22. 202 Ibid., s.21. 203 Predrag Simic, “Yugoslav Foreign Policy: Countinuity and Changes,” Perceptions, Vol.II, No.3, (September/November 1997), ss. 126-127.

111

Page 115: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Kosova’da üstlendiği tek görev değildir. Bunun yanı sıra AB Kosova’da barışın sağlanması ve

korunmasına yönelik askeri operasyonlara da katılmıştır. Günümüzde AB devletleri 36.000

askerle toplam Kosova gücünün (KFOR) %80’ini oluşturmaktadır. Ayrıca AB devletlerinden

800 kadar sivil polis Kosova’da hizmet vermektedir. 204

AB’nin Kosova’daki eylemleri iki ana kola ayrılmaktadır. Birincisi ECHO aracılığıyla

yapılan insani yardımlar ve Yeniden Yapılandırma Avrupa Ajansı aracılığıyla yapılan temel

yapılandırma yardımlarıdır. İkincisi ise AB’nin dış politika ve savunma alanındaki en büyük

eksiği olan askeri alanda BM’e verdiği destektir. Bu iki alandaki AB eylemlerine ek olarak

UNMIK içinde de AB önemli bir rol üstlenmiştir.

AB’nin UNMIK içindeki temel görevi Kosova’nın ekonomik olarak yeniden

yapılandırılmasıdır. Kosova’nın pazar ekonomisi koşullarına uyum sağlaması ve AB

standartlarına yaklaşması için yapılan çalışmalar doğrultusunda yatırım teşvikleri, ekonomik

altyapı çalışmaları ve ticaret mevzuatının gözden geçirilmesi çerçeve programlar dahilinde ele

alınmaktadır.205 AB, Kosova’da kapsamlı bir ekonomik kalkınma çalışması sürdürmektedir.

Yeniden Yapılandırma Avrupa Ajansı ve Dünya Bankası’nın da maddi destekleriyle

sürdürülen çalışmalarda şimdiye kadar planlanan programların büyük kısmı hayata geçirilmiş

ve savaştan arta kalan sorunlar çözülmüştür.

AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci kapsamına Kosova’yı Sırbistan-Karadağ başlığı altında

fakat uygulamada ayrı olarak ele almaktadır. Bu kapsamda AB yardımları ve programları ele

alınarak, Kosova’nın siyasi yaşamındaki gelişmeler değerlendirilmektedir. 17 Kasım 2001

tarihinde yapılan Kosova’daki seçimler sonrasında Kosovalı Arnavutların lideri İbrahim

Rugova bağımsızlık istekleri daha sık dile gelmeye başlamıştır. Fakat Kosova’nın

bağımsızlığının düşünülmesi için çok erken bir dönemdi. Kosova’nın bağımsızlığının

204 Kosovo, The European Contribution, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (24.05.2005). 205 The EU Pillar of UNMIK, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (15.04.2005).

112

Page 116: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

bölgedeki dengeleri nasıl değiştireceği tahmin etmek oldukça zordu. “Kosova’nın

bağımsızlığı bölge için istikrar mı yoksa istikrarsızlık unsuru mu olur?” sorularına cevap

olarak AB taraflar arasında diyalog sürecini başlatarak cevap vermiştir.206

Kosova’nın bağımsızlığının bölgeye ne getireceği belirsiz bir konu olmasının yanında

Kosova’daki BM denetiminin varlığının ne kadar süreceğinin belli olmaması bölgenin

geleceği konusunda rahatsızlık yaratmaktadır. KFOR bölgeyi korumaktan uzak olduğunu

Mart 2004’de yaşanan şiddet olaylarını ve peşinden yaşanan göçü engelleyemeyerek

göstermiştir. UNMIK de sonuç itibariyle geçici bir misyondur ve bir şekilde ortadan

kalkacaktır. Bu kapsamda UNMIK’in nihai statüsü hakkında görüşmelere bu yıl içerisinde

başlanması beklenmektedir.

Avrupa ülkeleri bölgede yeni bir Arnavut sorunu ve beraberinde çatışmaların

yaşanmaması için soruna ihtiyatlı yaklaşmaktadır. Kosova’nın bağımsızlığının bölgede

domino etkisi yaratarak Avrupa güvenliğini tehdit eder hale gelmesi bir olasılık olarak

durmaktadır. Özellikle Arnavutluk ve Makedonya Kosova’daki gelişmelerden doğrudan

etkilenmektedir. 1999 yılında Kosova’da çatışmalar yaşanırken Kosovalı Arnavutlar’ın büyük

oranda Arnavutluk’a göç etmesiyle başlayan sorunlar karşısında Arnavutluk, Kosova’nın

YFC içerisinde bir cumhuriyet olması fikrini savunurken Makedonya’nın Kosova’da

yaşananlar karşısındaki konumu ülkenin kırılgan yapısı nedeniyle daha kritiktir.207

Kosova’nın bağımsızlığı Arnavutluk için bölgede etkisini arttırması açısından olumlu bir

gelişme olabilir fakat Makedonya için olumsuz bir gelişme olacağı neredeyse kesindir. Şayet

Kosova bağımsızlığına kavuşursa veya Sırbistan-Karadağ devletinin üçüncü cumhuriyeti

olmayı başarırsa bu Arnavutların bölgede öne çıkmasına neden olacak ve Makedonya içindeki

Arnavutları cesaretlendirerek bölgede yeni bir sorunlu alan yaratacaktır.

206 Dimitrios Triantaphyllou, “Beyond the Kosovo Elections-The EU Needs to Act,” <http://ceps.be/Article.php?article_id=201> (27.12.2004). 207 İlhan Uzgel, “Kosovo: Politics of Nationalism and the Question of International Intervention,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 1998/1999, No.4, s.222-223.

113

Page 117: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Bu olasılıklar göz önüne alındığında AB’nin bölgede ekonomik kalkınmayı teşvik

ederek düşük politika alanlarında sağlamlaştırma yoluna gitmesi anlaşılır bir tercihtir. Aksi

halde ekonomik zorlukların bağımsızlık istekleriyle birleşerek ortaya çıkaracağı tehlikeli

durum öncelikle Balkanlar’ın ardından Avrupa’nın güvenliğini sarsacaktır. Avrupa’nın bu

kaygıları 1999 öncesinden beri süregelmektedir. Örneğin AB, 1995 yılında Dayton Barış

Anlaşması’ndan sonra YFC’den ilk talebi Kosova sorunu çözmesi olmuştur.208 AB günümüze

kadar bu talebinden vazgeçmemiştir. Kosova’nın geleceğinin yerel aktörlere

bırakılamayacağını anlayan AB, İstikrar Paktı’ndan AB üyelik perspektifine kadar bir çok

seçeneği Sırp tarafına ve Kosova’ya sunmuştur. Fakat gelinen noktada Kosova için nihai

çözüm bulunamamıştır.

AB’nin ve uluslararası topluluğun Kosova için geliştirdiği çözüm, “statüden önce

standartlar” şeklinde formüle edilmektedir.209 Buna göre, Kosova’nın bağımsızlığının

konuşulabilmesi için öncelikle bağımsızlığı talep edebilme hakkına sahip olacağı suç ve

şiddetten arınma gibi işlevsel koşulları yerine getirmesi gerekmektedir. Kosova’nın bağımsız

bir devlet olma yeterliliğine erişip erişmediğinin tespiti için 2005 yılının ortası olarak

belirlenen bir tarihte görüşme kararı alınmıştır. Bu değerlendirmenin 2005 yılı sonbaharında

yapılması beklenmektedir. Fakat 2004 yılında yaşanan ve “kara çarşamba” olarak anılan

şiddet olaylarından sonra bağımsızlık yönünde yoğunlaşan düşünceler değişim göstermiştir.210

Bununla birlikte Kosova’da bağımsızlık rüzgarı gücünü yitirmemiştir.

Kosova’nın geleceği konusunda Sırbistan’a yeniden bağlanması düşüncesi,

uluslararası alanda kabul görmemektedir. Zaten Sırbistan 2001 yılındaki seçimlerden bu yana

fiilen Kosova’daki etkisini kaybetmiştir. BM idaresi altındaki Kosova’nın tekrar Sırbistan’a

eski koşullarda bağlanması mümkün olmadığı gibi Kosova’nın Sırbistan’ın teklif ettiği

“özerklikten fazla” formülü kabul etmesi de beklenmemektedir. 208 Chris Hedges, “Kosova’s Next Masters,” Foreign Affairs, Vol.78, No.3, (May/June 1999), s.30. 209 Carl Bildt, Why Kosovo must not Submit to Violence, Financial Times, 22 March 2004. 210 Ibid.

114

Page 118: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

İki taraflı direnç altında BM ve AB’nin nasıl tavır takınacağı Kosova’nın ve bölgenin

geleceği açısından son derece önemlidir. Sadece “Kosova’nın geleceği” tartışması bile

Balkanlar’da rahatsızlık yaratmaktadır. Yapılan yorumlarda Kosova’nın statüsü konusunun

2006’ya kadar çözülememesi bölgeyi yeniden çatışmalara sürükleyebileceği

belirtilmektedir.211 Bu nedenle Kosova’nın ve Sırbistan-Karadağ’ın AB ile ilişkileri mümkün

olduğunca yakın tutularak üyelik havucunun bir kez daha Balkanlar’da sorun çözmek için

kullanması mümkündür.

211 Kosovo Toward Final Status, ICG Europa Report, No.161, <http://icg.org/library/documents/europe/balkans/161_kosovo_toward_final_status.pdf> (27.12.2004).

115

Page 119: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

IV. AB DIŞ POLİTİKASINA VE AVRUPA GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ

BAKIMINDAN BATI BALKANLAR

Ortaçağa kadar giden Avrupa’da “birlik” oluşturma fikri, II. Dünya Savaşı’nın

ardından kıtada yeni savaşların yaşanmaması amacıyla kömür ve çelik gibi iki hayati ama

siyasi olmayan konuda yapılan antlaşma ile ilk somut adımını atmıştır. Zaman içinde kurulan

ekonomik ilişkiler bağı ve artan üye sayısı ile Birlik, 1990 yılında dünya dengelerinin

SSCB’nin dağılmasıyla bozulması ve Avrupa kıtasının yeni devletlerle tanışmaya başlaması

ile kendini yenileme ihtiyacı hissetmiştir. Uzun zamana yayılmış olan Avrupa’da siyasi birlik

kurma ideali için yeni dengeler bir umut olmuş ve Maastrich Antlaşması ile dış politika ve

savunma alanlarında işbirliği için ilk adım atılmıştır. İşte bu süreç sonrasında 1990’lı yıllar

AB için tek Avrupa oluşturmak amacıyla denenen sonuçsuz girişimlere sahne olmuştur.

özellikle Balkanlar’da yaşanan savaşlar, Avrupa Birliği’nin “ekonomik dev siyasi cüce”

yakıştırmasıyla karşı karşıya kalmasında en önemli etmen olmuştur.

AB’nin siyasi olarak en azından Avrupa kıtasında etki sahibi olabilmesi için Batı

Balkanlar’da varlığını hissettirmesi gerekmektedir. 1990’lar boyunca yaşanan savaşlar

karşısında ne siyasi ne de askeri olarak Avrupa “birlik” olmanın esaslarını yerine getiremediği

için prestij kaybetmiştir. 1993’te uygulamaya konulan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın

içinin boş olduğu aslında AB’nin ortak politika üretmekten çok uzak olduğu anlaşılınca

ekonomik yöntemlere geri dönülmüştür. Bu nedenle AB’nin Batı Balkan politikası ekonomik

programlara dayalı ve siyasi yönü genişleme politikası ile giderilen bir yöntemle

ilerlemektedir. AB, Balkanlar’da ve uluslararası ilişkilerde siyasi bir güç olarak kazanamadan

kaybettiği prestijini 1999 Kosova Savaşı’ndan sonra bölgeye yönelik geliştirdiği üyelik

perspektifli politikasıyla bulmaya çalışmaktadır.

116

Page 120: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

AB’nin Balkanlar’a yönelik genişleme politikası değerlendirildiğinde ikili bir ayrım

yapmak doğru ve kolaydır. AB’ye üye olanlar ve olmayanlar şeklinde yapılan bir ayrımda üye

olmayanlar aslında üye olması muhtemel ülkelerdir. Bulgaristan ve Romanya’nın 2007

yılında gerçekleşecek olan üyelikleri sonrasında Balkanlar’da üye olmayan ülkeler Avrupa

kıtası içinde çevresi AB ile sarılı bir şekilde duran Batı Balkan ülkeleri olacaktır. Sadece bu

görüntüsü bile Batı Balkanlar’ın AB için önemini göstermektedir. Batı Balkanlar AB için

siyasi açıdan uluslararası bir güç olabilmek ve güvenlik açısından istikrarlı bir gelecek için

son derece önemli bir konumda bulunmaktadır.

A. AB’nin Genişleme Politikası Kapsamında Batı Balkanlar

Genişleme politikası, AB’nin en etkili dış politika aracı olarak başarıyla

kullanılmaktadır. Son olarak 2004 yılında gerçekleşen Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine

yönelik genişlemesinden sonra 2007 yılında yapacağı son genişleme dalgası ile neredeyse tüm

Avrupa kıtasını içine alacak olan AB, Batı Balkanlar’a yönelik genişleme işaretini 2003

yılında Selanik Zirvesi ile vermiştir. Batı Balkanlar, AB’nin en zorlu ama belki de en gerekli

genişleme dalgasıdır. Batı Balkanlar’da istikrarı sağlamak AB’nin orta ve uzun vadede dış

politika ve güvenlik algılaması içinde yer almaktadır. AB içinde “Roma İmparatorluğu’ndan

bu yana ilk kez bütünleşmiş Avrupa” fikri sesli olarak dile getirilmeye başlanmıştır. Tüm bu

açılardan genişleme, Batı Balkanlar ve AB için eşit derecede önemli bir dış politika aracı

olmuştur.

AB, Batı Balkanlar’a yönelik “üyelik” perspektifini 1999 yılında geliştirdiği İstikrar

ve Ortaklık Süreci ile geliştirmiştir. Bu politikaya göre, Batı Balkan ülkelerinin AB ile

ilişkilerinin geliştirilebilmesi için öncelikle AB standartlarına yaklaşacağı bir program

117

Page 121: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

dahilinde iç istikrarını ve toplamda bölge istikrarını sağlayacak düzeye erişmeleri

gerekmektedir. İstikrar ve Ortaklık sürecinin nihai hedefi İstikrar ve Ortaklık Anlaşması

imzalamaktır. Bu anlaşmayı imzalayan devlet artık AB ile ilişkilerinde sözleşmeye dayalı hak

ve sorumluluklar sahibi olarak tam üyelik yolunda ilk adımı atmış olmaktadır. Bu nedenle

İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması Batı Balkan ülkeleri için tam üyelik

başvurusunda bulunma anlamına gelmektedir. Bu kapsamda bu güne kadar Hırvatistan ve

Makedonya AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuş, Hırvatistan’ın başvurusu kabul

edilirken Makedonya’nın başvurusu hakkında karar henüz açıklanmamıştır.

AB genişleme politikası içine aldığı Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini öncelikle

“Avrupalılaştırma” politikası kapsamında üyeliğe hazırlamıştır. Avrupalılaştırma, daha önceki

genişleme dalgalarında olmayan bir kavramdır. Sosyalizmin yıkılmasının ardından bu

devletler ortaya çıktıkları için liberal ekonomi koşullarından ve demokratik ilkelerden

yoksundular. Batı Balkanlar için de durum aynıdır. 1990 sonrası ortaya çıkan bu devletler için

Avrupa’nın sahip olduğu temel değerler yeni kavramlardı. Avrupa değerleri veya genişleme

sürecindeki adıyla Kopenhag kriterleri Batı Balkanlar’ın “Avrupalılaştırılması” yolunda

sistemli bir dönüşüm sürecine işaret etmektedir.212

Avrupalılaştırma mekanizması temel olarak üç gruba ayrılmaktadır. Ekonomik, sosyal

ve siyasi koşullarda dönüşüm ile gerçekleşen Avrupalılaştırma olgusuna Batı Balkanlar için

dördüncü olarak azınlık ve sınır sorunlarından kaynaklanan istikrarsızlığın istikrara

dönüştürülmesi de eklenmiştir. Bu kapsamda, Batı Balkanların “Avrupalılaştırma” sistemi

istikrar ve güvenlik sorunları nedeniyle bire bir ilişkilerin yanı sıra bölgesel ilişkilerin ön

plana çıkarıldığı bir proje ile yürütülmektedir. Batı Balkanlar ile Avrupa’nın geri kalanı

212 Leeda Demetropoulou, “Europe and the Balkans: Membership Aspiration, EU Involment and Europeanization Capacity in South Eastern Europe,” Southeast European Politics, Vol.III, No.2-3, (November 2002), s.89.

118

Page 122: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

arasındaki sosyo-ekonomik uçurum yeni krizlerin ve sınır uyuşmazlıklarının ortaya çıkmasını

tetiklediği için bölgenin Avrupalılaştırılması daha güçlü olması gerekmektedir. 213

Batı Balkanlar için AB üyeliği gelecek planları içerisinde ilk sırada yer almaktadır. AB

üyeliğinin bu denli önemli olması daha çok ekonomik getirisinin yüksek olmasıyla

bağlantılıdır. Güvenlik kaygıları, AB üyeliği ile çözülebilecek bir konu olarak

görülmemektedir. Aslında bu inanç sadece Batı Balkan ülkelerinde değil tüm Balkanlar’da

yaygın bir düşüncedir. AB için ise durum tamamen tersidir. AB, üyelik perspektifi olan Batı

Balkan ülkelerinin istikrar arayışının artacağını düşünmektedir.

AB için Batı Balkanlar’ın üyeliği iki açıdan değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Birincisi, yukarıda da bahsedildiği gibi Batı Balkanlar’ın istikrarı Avrupa’nın güvenliği ile

doğrudan bağlantılı olması sebebiyle bu ülkelerin tam üyelik için gerekli şartları yerine

getirirken kendi içlerinde ve bölgede istikrarı sağlayacağının düşünülmesidir. Bu düşünce

uygulamaya da konularak ortaya İstikrar ve Ortaklık Süreci çıkarılmıştır. İkincisi ise Batı

Balkanlar’ın AB içinde veya dışında olmasının AB’nin geleceğini nasıl etkileyeceği

konusudur. “Batı Balkanlar’ın geleceğinin AB içinde olması AB’nin geleceğini olumlu mu

yoksa olumsuz mu etkiler?” sorusuna bulunan cevaplar AB’ye bakış açısına göre

değişmektedir.

AB’nin geleceği tartışmaları içerisinde AB’yi ekonomik güçten siyasi güce

çevirmenin gerekliliğine inananlar için Batı Balkanlar’ın AB’ye üye olması bir zorunluluktur.

Fakat AB üyeliğini elde etmek için Batı Balkanlar’ın başarılı bir dönüşüm sürecinden geçmesi

gerekmektedir. Bu nedenle genişleme ile derinleşme süreçleri arasındaki dengenin kurulması

AB’nin önündeki en büyük sorundur.214 Batı Balkanlar’daki istikrarın her an bozulmaya hazır

durumu göz önüne alınırsa AB’nin sorunu bir kat daha artmaktadır. Bu açıdan Batı

213 Ibid., s.90-93. 214 Peter Lang, The Stability Pact and its Consequences for EU Enlargament, <http://dgap.org/texte/kosovo.htm> (15.04.2005).

119

Page 123: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Balkanlar’ın olası AB üyeliğinden önce bölgesel işbirliğinin sağlamlaştırılması için uygulanan

politikalar, üyelik için ön hazırlık niteliğindedir.

AB’nin 2004 yılındaki genişlemesinin Balkanlar üzerinde siyasi, ekonomik ve

psikolojik etkilerinin ne yönde olacağı AB’nin genişleme politikasının değerlendirilmesi

açısından önemlidir. Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin aksine Batı Balkan ülkeleri ne

ekonomik açıdan ne de siyasi açıdan AB üyeliğine hazır durumda değildirler. Batı Balkanlar

çevresindeki ülkelerin özellikle diğer Balkan ülkelerinin AB üyeliği Batı Balkanlar çevresinde

ekonomik açıdan gelişmiş bir çember oluşturacaktır ve ekonomik açıdan oluşan uçurumun

Batı Balkan ülkeleri üzerinde baskı yaratması muhtemeldir. Bunun yanı sıra Batı Balkan

ülkeleri arasında kimi ülkelerin AB üyeliğine daha erken ulaşmasının yaratacağı etkinin ne

yönde olacağı belirsizdir. Balkan ülkeleri arasında AB üyeliğinden kaynaklanan statü

farklılığı bölge devletlerini AB üyeliği için cesaretlendirip harekete geçirirken diğer taraftan

bölgesel işbirliğine zarar verebilir. Batı Balkan ülkelerinin AB’ye tümünün birden üye olduğu

düşünülse bile azınlık sorunlarının çok fazla olduğu bir bölgede kişilerin serbest dolaşımının

sağlanması zor olacaktır. 215 Böyle bir ortamda Batı Balkan ülkelerinin AB’ye üye olmalarının

Balkanlar’da istikrarı sağlayacağı yorumunun yapılması temelsiz kalmaktadır veya başka

açıdan bakılırsa Batı Balkanlar’ın istikrar sağlanmadıkça üye olması AB’nin büyük bir

sorumluluk üstlenmesi anlamına gelmektedir.

AB için Batı Balkanlar’ın genişleme politikası kapsamına alınıp alınmayacağı 2003

Selanik Zirvesi’nden bu yana soru işareti olma özelliğini yitirmiştir. AB, Batı Balkan

ülkelerine “potansiyel aday” statüsü vererek ve Hırvatistan’ın tam üyelik başvurusunu kabul

ederek genişlemenin önünü açmıştır. Ayrıca AB, bölgeye yönelik politikasını devlet bazına

indirgeyerek genişlemenin tüm Batı Balkanlar’ı aynı anda içine alacak bir dalga şeklinde

olmayacağını da ortaya koymuştur. AB’nin Batı Balkanlar’ı bütün olarak ele almamasının

215 Marie-Janine Calic, “EU Policies towards the Balkans: Fostering Ownership of Reforms,” The International Spectator, Vol.XXXVIII, No.3, (July/September 2003), s.116-117.

120

Page 124: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

nedenlerinin başında Kosova’nın henüz çözümlenememiş statüsü ve bölge ülkelerine olası

etkileri yer almaktadır. AB’nin genişleme ve derinleşme parametrelerini hesaba katarak çok

vitesli bir genişleme politikası izlemesi, Kosova’da yaşananlar sonrasında çözüm olarak

görülmeye başlanmıştır.

AB’nin Batı Balkan politikasının ana sorunu olan entegrasyonun sağlanması,

genişlemede hız ve nitelik arasındaki dengenin kurulmasına bağlıdır. Bu açıdan

değerlendirildiğinde Batı Balkanlar’ın tümüyle AB’ye üye olması on yıllar alacak zorlu bir

süreçtir.216 Bu süre içinde AB’nin nereye gideceği, nasıl bir yapılanma içinde olacağı ve AB

üyeliğinin bu günkü kadar cazip imkanlar sunup sunmayacağı ise belirsiz bir konudur.

B. AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Kapsamında Batı Balkan Stratejisi

Balkanlar’da rejim değişikliğinin ardından AB, bölgeye yönelik geliştirdiği

politikaların temeli, ekonomik destek yoluyla bu ülkelerin kısa süre içerisinde Batı tarzı

ekonomi ve siyaset modelini benimsemesine dayanmaktadır. Batı Balkanlar’da

Yugoslavya’nın dağılmasının sorunları yaşanırken AB de ODGP’nin ilk sınavını vermiştir.

AB, Balkanlar’ı Güneydoğu Avrupa olarak adlandırmaktadır. Özellikle 1999 yılında

geliştirdiği İstikrar ve Ortaklık Süreci ile yerleştirmeye başladığı bu tanım, Avrupa’nın

Balkan stratejisinin ne yönde olduğunu göstermektedir. Balkan kelimesinin Türkçe olması ve

Osmanlı dönemini çağrıştırması nedeniyle bölgenin tarihinden kopmasını sağlayarak

Avrupalılaşmasını hızlandırmak AB’nin bölgeye yönelik politikasının özü niteliğindedir. AB,

Balkanları, Güneydoğu Avrupa yaparak öncelikle ismini Avrupalılaştırmıştır.

AB, Batı Balkanlar’a yönelik geliştirdiği ilk stratejisinde bölgenin beş devletini iki

gruba bölmüştür. İlk grupta, AB ile ilişkilerini yoğun bir şekilde sürdüren Arnavutluk ve

216 Lang, op. cit.

121

Page 125: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Makedonya yer almaktadır. İkinci grupta ise hem AB hem de kendi aralarındaki ilişkilerde

sorunlar yaşayan Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Sırbistan-Karadağ yer almaktadır.217 AB’nin

1990’lı yılların başında yaptığı bu ayrım 1995 yılından sonra değişmiştir. AB’nin Bosna

Savaşı’nı sona erdirmede etkisiz olması sonrasında Balkanlar’da varlığını hissettirmek için

öncelikle Bosna-Hersek’in yeniden yapılandırmasında görev almıştır. Barıştan iki yıl sonra

geliştirdiği Bölgesel Yaklaşım politikası ise AB’nin bölgeye yönelik stratejisinde köklü bir

değişikliği göstermektedir. AB’nin Batı Balkanlar’da yaşananları bölgesel olarak

değerlendirerek bölgeye yönelik politika geliştirmesi gruplama yönteminden daha etkili

olmuştur.

Bölgesel Yaklaşım politikasından sonra AB, 1999 yılında stratejisini genişleterek hem

bölgesel hem de devlete özel bir politika olan İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlatmıştır.

İstikrar ve Ortaklık Süreci geçerliliğini korumakla beraber önce 2000 yılındaki Zagreb

Zirvesi’nde sonra da 2003 yılındaki Selanik Zirvesi ile kapsamı genişletilmiştir. Batı Balkan

ülkeleri ile AB arasında artık “üyelik” stratejisi vardır.

Yukarıdaki genel çerçevesi çizilen AB politikalarının yanı sıra uygulamada kullandığı

bir takım stratejiler de vardır. Bunların başında özellikle Bosna savaşı sırasında sıkça

kullandığı “havuç-sopa” stratejisi gelmektedir. AB’nin bu stratejisini uygularken elinde

tuttuğu araçlarının sayıca fazlalığı stratejinin geniş bir alana yayılmasını kolaylaştırmaktadır.

Ortak Ticaret Politikası kapsamında alacağı ticari önlemler, AB bütçesinden bölgeye

sağlayabileceği finansal yardımlar ve ODGP’nin işlerlik kazanmasının ardından bu kapsamda

alacağı ortak karar ve tutumlar AB’nin elindeki silahlardır. Fakat stratejinin uygulandığı

alanlara bakıldığında havuç ve sopa arasında dengenin kurulmakta zorlandığı görülmektedir.

AB’nin “havuçları” genellikle yok olmuştur ve sunulduğu zamanlarda da genellikle geç

kalınmıştır.218 Batı Balkan ülkeleri içinden Makedonya ve Arnavutluk kendilerinin

217 Smith, op.cit., s.253. 218 Papadimitriou, op. cit., s.78.

122

Page 126: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Bulgaristan ve Romanya’dan ayrı tutulmaları ve buna karşılık verilen yardımın azlığı

karşısında şaşkınlık yaşamışlardır.219 AB havuçlarının etkisizliği kadar sopaları da beklenen

etkiyi gösterememiştir. AB’nin Sırp yönetimine karşı Bosna savaşı boyunca uyguladığı

ambargo ve YFC’yi ekonomik yardımların dışında bırakma politikası savaşı sona erdirmede

etkili olamamıştır.

1995 yılına kadar AB, kendi içinde de ortak dış politika oluşturmanın zorluklarını

yaşarken bölgeye yönelik uyguladığı stratejisinin başarılı olmadığını görmüştür. Fakat

90’ların ikinci yarısı AB’nin bölgeye yönelik daha etkin politikalar izlediği bir dönemdir.

Bunda kuşkusuz 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanan ve 1 Mayıs 1999’da yürürlüğe giren

Amsterdam Antlaşması’nın ODGP’ye kazandırdığı ivme de etkili olmuştur.

2000 yıllar, AB’nin Batı Balkan stratejisi için önemli atılımların yapıldığı yıllar

olmuştur. AB’nin Dış İlişkiler Komiseri Chris Patten 10 Haziran 2001’de yaptığı

konuşmasında,220 AB’nin bölgeye yönelik uzun dönemli stratejisini açıklamıştır. Patten,

Balkanlar’ın Avrupa’nın bir parçası olduğunu belirterek aynı gemide olduklarını, tarihlerinin

ve geleceklerinin birbirine bağlı olduğunu söylemiştir. AB’nin 2000 yılında Zagreb Zirvesi ile

şekillendirmeye başladığı strateji, Balkanlar’ın AB sistemine tam uyumunu ve sonucunda

üyeliği içermektedir. Patten, bu hedefin gerçeğe dönüşebilmesi için zamana ihtiyaç olduğunu

ve çok çaba harcanması gerektiğini vurgulamıştır. Balkanlar’ın İstikrar ve Ortaklık Süreci ile

AB normlarına uyum süreci içerisinde bulunduğu göz önüne alındığında Patten’in sözlerinden

üyeliğin zaman alacağı fakat bu süre içinde Batı Balkanlar ile sıkı bağlar kurulacağı

anlaşılmaktadır.

219 Ibid. 220 EU Strategy in the Balkans, Speech by Chris Patten, The International Crisis Group, Brussels, 10 July 2001, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/news/patten/sp_balkans.htm> (13.05.2005).

123

Page 127: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

C. Transatlantik İlişkilerinde Balkan Faktörü

1990’lı yıllar bir çok açıdan Avrupa’da değişimlere sahne olmuştur. Bunlardan en

önemlilerinde biri de Transatlantik ilişkilerinin geçirdiği değişimdir. 1990 yılında ABD’nin

Irak’a düzenlediği operasyon aslında ABD dış politikasının anlaşılması kadar Transatlantik

ilişkilerinin seyri açısından da ipucu olmuştur. ABD “yeni dünya düzeni” olarak adlandırdığı

dönemde ilgi alanını Orta Doğu olarak belirlediğini Irak operasyonu ile ve Sovyet tehdidinin

ortadan kalktığını Avrupa kıtasındaki sorunların çözümünü Avrupalılara bırakarak

göstermiştir. ABD, bu dönemde şekillenen AT’den AB’ye geçiş sürecini ve AB’nin Avrupa

kıtasının savunmasını üstlenmesi fikrinin de destekçisi olmuştur.

1990’ların başındaki Transatlantik ilişkilerinde “Avrupa’yı Avrupalılara bırakma”

yaklaşımı, Bosna Savaşı ile birkaç yıl sonra kesintiye uğrayacaktır. AB, Avrupa kıtasındaki

ilk ciddi sınavı karşısında başarısız olunca ABD’nin devreye girerek sorunu çözmesi, bir

gerçeği Atlantik’in iki tarafına da hatırlatmıştır. Avrupa henüz bir savunma gücü değildi ve

olup olmayacağı belli değildi. Balkanlar sadece ekonomik yardımla denge sağlanacak

topraklar değildi ve AB’nin elinden fazlası gelmiyordu.

Bosna’da yaşanan çatışmalara NATO operasyonu ile son verilmesi, Avrupa

savunmasının Soğuk Savaş sonrası dönemde de Transatlantik ilişkilerinin önemini su yüzüne

çıkarmıştır. AB’nin ODGP’ye işlerlik kazandırmaya çalıştığı yıllarda, Bosna’da diplomatik

çabaların etkisiz kalması politikanın yeteri kadar olgunlaşamadığını göstermiştir. NATO,

1990 yılında “yeni stratejik konsept”ini belirlerken Avrupalı üyelerinin kendi alanlarında daha

fazla sorumluluk alması gerektiğini ortaya koymuştu.221 Fakat Bosna Savaşı, Avrupalı

müttefiklerin ve AB’nin askeri operasyon düzenlemek için gerekli ne altyapıların ne de ortak

amaçlarının olmadığını göstermiştir. Üstelik AB, askeri kapasiteden önce gerekli olan ortak

221 Stanley R. Sloan, “The United States and European Defence,” Chaillot Paper, Institute for Security Studies, No.39, Paris, (April 2000), s. 8.

124

Page 128: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

dış politikaya da sahip olma yolunda ciddi sorunlar yaşıyordu. Böyle bir durumda

Transatlantik ilişkilerinin önemi daha fazla öne çıkmaktaydı.

AB’nin askeri güce sahip olması için atılan ilk adım NATO içerisinde olmuştur.

“NATO’dan ayrılabilir fakat NATO’dan ayrı olmayan” bir Avrupa Güvenlik ve Savunma

Kimliği oluşturulması düşüncesi 1994 yılında somutlaştırıldı. AGSK, NATO içerisinde

geliştirilmeye çalışılırken 1997 yılında Amsterdam Antlaşması ile AB’nin bir politikası olarak

Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası gündeme gelmiştir. Tüm bu çalışmaların ortak

hedefi Avrupa’nın kendini savunabilecek bir yapılanmaya sahip olmasıydı. 1998 yılında St.

Malo’dan çıkan sonuçla o güne kadar Atlantikçi yaklaşımla AB içinde dikkat çeken

İngiltere’nin, Avrupa’da savunma gücü oluşturulmasının önünü açan bir tavra bürünmesi,

Transatlantik ilişkilerinin farklılaşmasına ve Avrupa güvenliği için AB içinde bir birim

oluşturma girişimlerinin hızlanmasına neden olmuştur.

AB içinde askeri güç oluşturma çabaları sürerken 1999 yılında patlak veren Kosova

krizi ve sonrasında yaşanan NATO bombardımanı ile çatışmaların sona ermesi, 1995’te

olduğu gibi AB için yine bir başarısızlık olmuştur. Bununla birlikte Kosova’ya NATO

müdahalesi AB içinde AGSP’nin güçlendirilmesini savunanların sayısını arttırmış ve AB üye

devletlerinin ortak dış ve güvenlik konularına odaklanmalarını sağlamıştır. Bir bakıma

Kosova, Avrupa’nın ABD askeri gücüne olan bağımlılığını göstererek AB’yi harekete

geçirmiştir. Kosova’nın etkisiyle 10 Haziran 1999’da Cologne Zirvesi’nde AB liderleri, tarihi

bir karar alarak otonom savunma gücü yaratma yolunda ilk adımı atmışlardır.222 Aynı

Zirve’de AB, bölgeye yönelik geniş uluslararası katılımlı İstikrar Paktı projesini de

başlatmıştır. AB’nin hem kendi içinde hem de bölgede önemli değişimlere yol açacak kararlar

alması, AB içinde Kosova’ya NATO müdahalesinin yarattığı etkinin daha iyi anlaşılmasını

sağlamaktadır. Hiç şüphesiz ki ABD’ye bağımlılık AB’yi küresel bir güç olmaktan alıkoyacak

222 Richard Medley, “Europe’s Next Big Idea, Strategy and Economics Point to a European Military,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (September/October 1999), s.18.

125

Page 129: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ve üstelik Balkanlarda ABD’nin AB’den daha etkili ve güvenilir bir dış güç olmasına sebep

olacaktır. Bu gerçeğin AB tarafından algılanması Transatlantik ilişkilerini olumsuz

etkilemekle birlikte AB-Balkan ilişkisini olumlu yönde hareketlendirmiştir.

1999 yılından sonra AB’nin Balkanlar’a yönelik kapsamlı politikalar geliştirmesi,

bölgede ABD’nin geri plana çekilmesiyle desteklenmiştir. Bundan sonraki süreçte, öncesinde

de olduğu gibi ABD, bölgede AB girişimlerinin en büyük destekçisi olmuştur. Bunun nedeni

basit bir şekilde ABD savunma harcamaları üzerindeki yükü azaltmak olarak açıklanabilir.223

ABD, Avrupa güvenliği için yaptığı harcamaları mümkün olduğunca en aza indirmek için

AGSP’ye verdiği desteği sürdürürken bir taraftan da AB’nin küçük çaplı krizlere ve barışı

koruma operasyonlarına yönelik kabiliyetlerini arttırmasını istemektedir.224 ABD ile AB’nin

savunma gücü oluşturma konusunda düşüncelerinin paralellik göstermesi, Avrupa’da ve

özellikle Fransa’da anti-amerikancı seslerin azalarak Transatlantik ilişkilerinin ılımlı bir

şekilde sürmesi sonucunu doğurmuştur.

2000’li yıllarda Balkanlar, Transatlantik ilişkileri açısından yeni bir ortaklık alanı

olmuştur. Bununla birlikte zaman içinde AB, Balkanlar’da öne çıkarak ABD’yi kimi

konularda geri plana itmiştir. Bu değişimde Transatlantik ilişkilerinin yeni dengesi etkili

olmuştur. Bundan böyle artık soru, AB’nin kendi adına Balkanlar’da başarılı olup

olamayacağıdır. Eğer AB, Balkanlar’da Amerika’yı istemiyorsa başarılı olmak zorundadır.225

ABD’nin, AB İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlattıktan sonra, Balkan konularına karşı

ilgisini kaybetmesi eğer Avrupalılar politikalarında başarılı olamazsa kötü sonuçlar

doğurabilir. ABD, Balkanlar için yaptığı ekonomik yardımı azaltmış, bölgedeki askerlerini

223 Ibid., s.21. 224 Sam Nunn, “NATO and European Security: A Two Track Approach,” Rethinking the Transatlantic Partnership, ed. Gary L. Geipel, Hudson Institute, 1996, s. 76-77. 225 Morton Abramowitz and Heather Hurlburt, “Can EU Hack the Balkans, A Proving Ground for Brussels,” Foreign Affairs, Vol.81, No.5, (September/October 2002), s.2.

126

Page 130: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

kademeli olarak geri çekmiş ve bölgeye üst düzey diplomasi memurları yerine alt ve orta

düzey memurlarını göndermeye başlamıştır.226

2002 yılında ABD, Balkan stratejisinin önceliklerini Balkanlar’ın Avrupa’ya tümüyle

entegre olması, NATO’nun bölgeden geri çekilmesini hızlandırmak, Avrupa’ya bölgede

başarılı olması için yardım ederek sorumluluğu devretmek ve bölgenin terörizmin kalesi

olamamasını temin etmek olarak belirlemiştir.227 Bunun yanı sıra ABD, birçok konuda bölge

ile ilişkilerini AB ile ortak programlar ile veya İstikrar Paktı aracılığıyla sürdürmektedir. ABD

ile AB, Batı Balkan ülkeleri için ortak yardım programları kapsamında işbirliği alanları

belirleyerek her ülke için ayrı stratejik hedefler belirlemişlerdir. 25 Haziran 2003 tarihinde

yayınlanan bildiride228 genel olarak savunma ve güvenlik konularında ortak hedefler her ülke

için ayrı olarak belirtilmiş ve İstikrar Paktı kapsamında yapılacak çalışmalara açıklık

getirilmiştir.

ABD ile AB’nin Balkanlar’da uyumlu politikalar izlemesi ve ABD’nin Balkanları AB

ilgi alanı içerisinde görerek kendini geri çekmesi, Balkan devletlerinin AB’yi ABD’den daha

fazla önemsemesi sonucunu doğuramamıştır. Elbette Balkan ülkeleri arasında AB’ye üye

olmak birinci hedef olarak durmasına rağmen NATO’ya üye olmak da en az AB üyeliği kadar

önemlidir. Bu durum ABD’nin 11 Eylül 2001 tarihinden sonra terörizme karşı başlattığı

kampanya ve 2003 yılındaki Irak saldırısına karşı Balkan ülkelerinin tavrında açıkça

görülmektedir. Irak operasyonunda ABD koalisyonu içerisinde yer alan, yer almayan ve yer

almamasına rağmen ABD lehine açıklamalarda bulunan ülkeler, Transatlantik çekişmesinin

Balkanlar’da sürdüğünü göstermiştir.

2007 yılında AB’ye üye olması beklenen Bulgaristan ve Romanya, ABD’nin

Balkanlar’da askeri üssü olma hedefleri doğrultusunda Irak operasyonuna tam destek veren

226 Ibid., s.6. 227 NSC Offical Outlines U.S. Strategy for the Balkans, Washington File, 03 April 2002. 228 United States-European Union Cooperation in the Balkans, Office of the Spokesman, Washington D.C., 25 June 2003, <http://state.gov/r/pa/prs/ps/2003/21937.htm> (19.04.2005).

127

Page 131: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ülkelerdir. Batı Balkanlar’da ise Hırvatistan dışındaki ülkeler ABD’ye destek vermişlerdir.

Hırvatistan, Irak’ın silahsızlandırılması konusunda ABD’ye destek verirken; ABD, BM’den

bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlayınca, Almanya ve AB ile ilişkilerine son derece

önem vermesi nedeniyle geri adım atmıştır.229 Makedonya ve Arnavutluk ise doğrudan ABD

koalisyonu içerisinde yer alarak Amerikan yanlısı politikalarını açıkça belli etmişlerdir.

Arnavutluk, herhangi bir şart olmaksızın ABD’ye destek vereceğini açıklarken Kosova’nın

statüsünü konusunda ABD’ye ihtiyaç duyan Kosova Başkanı İbrahim Rugova Irak’a yönelik

ABD müdahalesini “dünya barışı için yürütülen bir savaş” olarak nitelendirmiştir.230 Güvenlik

sorunlarıyla boğuşan Makedonya’nın “ekonomik güce karşı savunma gücünü” tercih etmesi

de anlaşılır bir yaklaşımdır. Fakat en şaşırtıcı olanı 1999’da NATO bombardımanı altında

kalan Sırbistan-Karadağ’ın, Irak’ın durumundan dolayı Saddam rejimini suçlayarak dolaylı

bir şekilde ABD’yi desteklemesidir.231

Genel olarak Hırvatistan dışındaki Batı Balkan ülkelerinin Irak Krizi’nde ABD yanlısı

politika izlemiş olmaları, AB ile ilişkilerinde çok büyük gerilimlere yol açmamıştır. Çünkü

AB’nin kendisi de Amerika karşıtları, yanlıları ve kararsız kalanlar olarak bölünmüş

durumdaydı. Hatta zaman içinde Fransa gibi Amerika karşıtı grubun liderliğini üstlenen bir

ülke bile ABD’ye karşı politikalarında yumuşamaya başlamıştır. Bu nedenle Balkanlar’ın

durumu AB’nin gözüne çok batmamıştır.

Irak krizi, AB ile Batı Balkan ilişkilerinde büyük bir sarsıntıya neden olmamakla

birlikte, Transatlantik bağların bölge için önemini koruduğunu göstermiştir. AB’ye üyelik

umudu ve İstikrar ve Ortaklık Süreci içerisinde AB ile geliştirilen çok yönlü ilişkiye rağmen

AB’nin savunma ve güvenlik alanında bir “güç” olamaması Batı Balkan ülkelerinin ABD

desteğine olan ihtiyacını ortaya koymuş ve aynı zamanda AB’ye ODGP’nin istenilen düzeye

229 Ayşe Özkan, Erhan Türbedar ve Nurgül Bostan, “Irak Savaşı Sırasında Yaşanan Amerika-Avrupa Birliği Ayrışmasının Balkanlar’daki Yansımaları,” Stratejik Analiz, C.4, S.37, (Mayıs 2003), s.56. 230 Ibid. 231 Ibid., s.55-56.

128

Page 132: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

getirilemediği ve siyasi birliğin eksiklikleri, Batı Balkanlar tarafından hatırlatılmıştır. AB’ye

üye olsalar veya olmasalar da Transatlantik ilişkileri, ilk önceliği güvenliğini sağlama olan

Batı Balkan ülkeleri için önemini koruyacaktır.

D. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliğine ve AGSP’ye Etkileri

Batı Balkanlar için çözülmesi gereken en önemli sorun şüphesiz bölge güvenliğinin

sağlanmasıdır. Yugoslavya’nın dağılmasıyla yaşanan çatışmalar, savaşlar ve etnik temizlik

girişimleri bölgedeki tüm ülkeleri etkileyerek önce bağımsızlık mücadelesine sonrasında da

parçalanmayı önlemeye dönüşmüştür. Barış anlaşmalarına rağmen Batı Balkanlar, savaşları

geride bırakmanın rahatlığını yaşayamamaktadır. Makedonya’da her an patlamaya hazır iç

savaş olasılığı, Kosova’nın nihai statüsünü belirleme sırasında ortaya çıkması muhtemel

sorunlar, Sırbistan ve Karadağ’ın birlikte yaşamaya devam edip etmeyeceğini belirlemesi

önümüzdeki sürecin belli başlı risk içeren konularıdır. Bunun yanı sıra bir bütün olarak

Balkanlar’a bakıldığında Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginlikler de güvenlik sorunları

arasında yer almaktadır.

Balkanlar’ın her an bozulmaya hazır durgun ortamı, kendisini olduğu kadar AB’yi de

tetikte durmaya yönlendirmektedir. AB, bölgedeki çatışmaların doğrudan veya dolaylı olarak

kendi güvenliğini etkilemesinin ötesinde AGSP’nin Avrupa kıtasının tümünde etkili olarak

güçlenmesi için Batı Balkanlar’ın güvenliğiyle yakından ilgilenmektedir. Bununla birlikte

NATO 1995 ve 1999 yıllarında Avrupa güvenliğinin baş aktörü olduğunu göstererek

ODGP’nin zayıflığını göstermesi, AB’nin Batı Balkanlar’ın güvenliği için acil politikalar

geliştirmesi gerekliliğini ortaya koymuştur.

129

Page 133: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

1. AGSP’nin geliştirilmesinin Batı Balkanlar’a Yansıması: 1998 yılında St. Malo’da,

İngiltere ve Fransa’nın anlaşmasıyla önü açılan AGSP’nin, 1999 yılında NATO’un Kosova’ya

müdahalesi sonrasında daha etkili hale getirilmesi için çalışmalara başlanmıştır. 2000 yılında

ODGP Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın AGSP’nin etkinleştirilmesi için “küresel bir kriz

yönetimi stratejisi geliştirilmesi gerektiği” 232 yorumunu yapması bu çalışmaların ne yönde

olduğunu göstermektedir. AGSP, 3-4 Haziran 1999 tarihli Köln Zirvesi’nde, 14 Haziran

1992’de BAB bünyesinde karara bağlanmış olan ve Petersberg görevleri olarak adlandırılan;

insani görevler, arama kurtarma faaliyetleri, barış koruma operasyonları ve barış inşası

faaliyetleri dahilinde kriz yönetimi ve güç kullanımı görevlerini kazanmıştır. 14-15 Aralık

2001 tarihli Laeken Zirvesi ile de BAB’ın operasyonel faaliyetlerini kazanmış olan AGSP’nin

bunu kullanmaya başlayacağı resmen açıklanmıştır. 233

AGSP’nin operasyonel hale getirilmesinden sonraki ilk girişimleri Batı Balkan

ülkelerine yönelik olmuştur. 21-22 Haziran 2002 tarihli Sevilla Zirvesi ile AB’nin kriz

yönetimi operasyonlarını üstlenecek durumda olduğu teyit edilerek Bosna-Hersek’te BM’nin

yerine 1 Ocak 2003’ten itibaren AB’nin polis misyonu üstlenmeye hazır olduğu belirtilmiştir.

Ayrıca Makedonya’da NATO’nun görev süresinin dolmasını takiben, bu görevi AB’nin, o

tarihe kadar AB ile NATO arasında AGSP konusunda kesin bir anlaşmaya varılabilmesi

koşuluyla, devralma isteği dile getirilmiştir. Bu anlaşma 12-13 Aralık 2002 tarihinde

Kopenhag Zirvesi’nde sağlanmıştır.

Kopenhag Zirvesi sonrasında Sevilla Zirvesi’nde alınan kararlar doğrultusunda 1 Ocak

2003 itibariyle Bosna Hersek’te 3 yıl süreyle AB Polis Gücü (EUPM) hayata geçirilmiştir.

EUPM, ana karargâhı Saraybosna'da olmak üzere BM'nin Uluslararası Polis Görev Gücüne

bir takip operasyonu olarak meydana getirilmiştir. 61 uluslararası sivil ve 329 Bosna-

Hersek’li personel de dahil olmak üzere toplam 862 kişiden oluşan güce, Malta haricindeki 232 Daniel Keohane, “EU Defence Policy: Beyond the Balkans, Beyond Peacekeeping?” 1 July 2003, <http://cer.org.uk/articles/keohane_weltpolitik_jul03.html> (29.04.2005). 233 Zirvelerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. <http://ue.eu.int/pesc/military>

130

Page 134: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

bütün AB üye ülkeleri katılmaktadır. İzleme, danışmanlık ve teftiş faaliyetleriyle görevli

misyonun amacı, uluslararası standartlara uygun şekilde işleyen bir polis teşkilatı

oluşturmaktır. Kurum ve kapasite inşası, organize suç ve yolsuzlukla mücadele, yerel polise

finansal kapasite ve sürdürülebilirlik kazanmasında yardım etme ve polisin bağımsızlık ve

güvenilirliğini destekleme EUPM’nin dört temel stratejisi olarak belirlenmiştir.234

2003 Mart ayında, AB Dışişleri Bakanları Brüksel’de biraraya gelerek 350 kişilik AB

gücünün Makedonya’daki barışı koruma görevini NATO’dan devralmasına onay vermiştir.235

Bu gelişmenin ardından 1 Nisan 2003 tarihinde AB Barış Gücü Makedonya’da göreve

başlamıştır. Tüm bu gelişmeler AB’nin Acil Müdahale Gücü oluşturma gayretini

desteklemektedir. Acil Müdahale Gücü’nü, AB için son derece önemli olmasına rağmen

“Avrupa Ordusu” şeklinde düşünmek yanlış olur. Çünkü sadece operasyon zamanlarında

NATO’nun müdahale etmeme kararı aldığı durumlarda toplanacak ve Petersberg görevleri

doğrultusunda hizmet verecek bir yapılanmaya sahiptir. AB’nin Batı Balkanlar’da askeri

alanda ağırlığını koyma yönündeki kararlılığını göstermesi, Acil Müdahale Gücü’nü

oluşturma hedefine daha da yaklaşmasına yardımcı olacaktır.236

2003 yılında AB Barış Gücü’nin “Concordia Operasyonu” adıyla Makedonya’da

görevine başlaması ve Bosna-Hersek’te AB Polis Gücü’nün Birleşmiş Milletler Uluslararası

Polis Görev Gücü'nün yerini alması AB’nin Balkanlar’da bundan sonraki süreçte askeri

varlığıyla da yer alacağının göstergesi olmuştur. Özellikle Makedonya’daki AB Barış Gücü,

AGSP açısından bir ilk olması nedeniyle önemlidir.

ODGP Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın aynı yıl Selanik Zirvesi’nde açıkladığı

“güvenlik stratejisi” AB’nin Balkanlar’da yaşanan bu gelişmelerden cesaretlenerek daha

234 “Solana Raporu: EUPM Ciddi İlerleme Kaydetti.” 11 Şubat 2005, <http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2005/02/11/feature-01> (08.06.2005). 235 2001 yılında barış antlaşmasının uygulanmasını denetlemek üzere Makedonya’ya giden uluslararası gözlemcileri korumak için NATO, bu ülkeye 700 Barış Gücü askeri göndermiştir. 236 Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, “Makedonya, İlk Tecrübe,” Güncel Haber, Özel Sayı (Şubat-Mart 2003), s.1.

131

Page 135: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

iddialı bir dış politika izleme sürecine gireceğinin işaretini vermektedir.237 Solona’nın

Balkanlar haricinde AB sınırlarının ötesinde, barışı koruma misyonundan başka ve

Petersberg görev tanımlamasının dışında, kitle imha silahlarının yayılması ve terörizmle savaş

gibi konularda AGSP’nin genişletilmesi önerisi, AB ülkeleri arasında bölünmeye neden

olmuştur.238 AB’nin kendi sınırları dışında olmasına rağmen Balkanlar’da askeri görev

üstlenmesi ile Avrupa kıtası dışında böyle bir girişimde bulunması bir birinden çok farklıdır.

Balkanlar, AB üyesi olmamakla birlikte Avrupa’nın parçası olarak görülmekte ve AB

tasarrufları uluslararası güçler tarafından kabul edilmektedir. Fakat Avrupa kıtası dışında

AB’nin girişimde bulunması hem üye devletleri ortak noktada buluşturma hem de

Transatlantik ilişkilerine etkisi bakımından çok daha zorlu bir konudur.

2003 yılında alınana bir önemli karar da 2004 yılının başında AB’nin Bosna-

Hersek’teki NATO komutasındaki barış gücü misyonunu devralmasıdır. Bu konuda AB Dış

İşleri Bakanları 24 Şubat 2003 tarihinde fikir birliğine vararak bir öneriler belgesi

hazırlamışlardır. Britanya-Fransa belgesi olarak da adlandırılan bu belge, Solana tarafından

hazırlanan bir strateji belgesi ile tamamlanmıştır. Genel olarak belgede, NATO ile daha yakın

eşgüdüm sağlanması öngörülerek geçişin sorunsuz bir biçimde yapılmasını için mümkün olan

en kısa sürede bu konuda hazırlıklara başlaması istenmiştir.239 Belgede yer alan “AB gücü

yerine geçeceği NATO gücünden daha zayıf olmamalıdır.” ifadesi AB’nin Avrupa’nın

savunmasını üstlenme konusundaki hassasiyetini ve AGSP’yi güçlendirme isteğini ortaya

koymaktadır.

2003 yılındaki AGSP’deki önemli gelişmelerin ardından 2004 yılı da AB’nin

Balkanlar’da bir önemli görev daha üstlenmesine sahne olmuştur. 2 Aralık 2004 tarihinde

NATO komutasındaki Bosna-Hersek barış misyonu AB’ye devredilmiştir. NATO’nun İstikrar

237 Keohane, op. cit. 238 Ibid. 239 “AB'de, Bosna Hersek'teki Barış Gücünü 2004 Yılında Devralma Konusunda Görüş Birliğine Varıldı.” 26 Şubat 2003,< http://setimes.com/tr/document/setimes/features/2003/02/030225-SVETLA-001> (08.06.2005).

132

Page 136: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Gücü’nün (SFOR) görev süresinin dolması nedeniyle, daha önce bu göre talip olduğunu

açıklayan AB, Barış Gücü (EUFOR) ile görevi devralmıştır. EUFOR, bölgedeki

operasyonlarını “Althea” adlı misyonla sürdürmektedir. Temel görevi SFOR’un görev

yönergesi ile aynı olarak istikrarlı ve güvenli bir ortam yaratılmasına katkıda bulunmak olan

ve yaklaşık olarak SFOR’da olduğu gibi 22'si AB üyesi olmak üzere 33 ülkeden 7 bin askerin

görev yapacağı Althea, NATO’nun en uzun süreli barış gücünün yerini almıştır. AB'nin

Bosna-Hersek'teki varlığının siyasi liderliğini ise o zamana kadar Bosna-Hersek Yüksek

Temsilcisi olan Lord Paddy Ashdown yürütmeye başlamıştır.240

AB, hem Althea hem de AB Polis Gücü ile Bosna-Hersek’te ve bölgenin genelinde

geniş kapsamlı bir politika yürüttüğünü göstermektedir. Solona, bu geniş kapsamlı programı

AB’nin siyasi, ekonomik ve güvenlik içerikli taahhütü olarak açıklamaktadır.241 Siyasi boyutu

İstikrar ve Ortaklık Süreci, ekonomik boyutu CARDS programı olan taahhütün güvenlik

boyutunu ise AB Polis Gücü oluşturmaktadır. AGSP çerçevesinde başlatılan ilk misyon

olması nedeniyle EUPM, AB için Balkanlar’da daha etkili bir konuma gelmesi açısından

önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra AB’nin sivil bir güç olmanın ötesinde askeri kapasitesini

arttırabileceğini göstermesi ve AGSP’nin uygulanabilirliğinin kanıtlanması açısından da

Balkanlar bir nevi AB’ye yardımcı olmuştur.

2. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliği Hakkında Gösterdikleri: AB’nin

Balkanlar’da askeri konularda başlattığı girişimler, Avrupa güvenliğinin kimin sağlayacağı

konusunda sorulan sorulara “AB” cevabının verilmesini sağlayamamaktadır. ODGP alanında

hükümetlerarası konumunu sürdüren AB’nin attığı somut adımlar şüphesiz ki kendi açısından

son derece önemlidir. Fakat Avrupa’nın geneline bakıldığında NATO’nun ağırlığı hala

240 Bosna-Hersek’te SFOR-EUFOR Görev Devri Resmen Gerçekleşti, 3 Aralık 2004, <http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2004/12/03/feature-01> (08.06.2005). 241 Javier Solana, “Dayton’un Uygulamasından Avrupa Entegrasyonuna,” <http://nato.int/docu/review/2004/issue4/turkish/art2.html> (08.06.2005).

133

Page 137: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

hissedilmektedir. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Bosna-Hersek ve Kosova’da yaşanan

olaylar ve sorunların NATO’nun katkısıyla çözüme ulaşması, bu örgütün Avrupa güvenliği

için ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymuştur. Avrupa güvenliğinin geleceğini öncelikle

NATO güvence altına almaktadır.242 Soğuk Savaş döneminde Avrupa’nın güvenliğinden

sorumlu olan NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından belirlediği “yeni stratejik

konsept” ile Avrupa güvenliğinden sorumlu olmaya devam etmiştir. Avrupa’da koşulların

değişmiş olması ve AB’nin kıtanın tümünde söz sahibi olma isteğine rağmen yaşanan

çatışmaları önlemede ne AB’nin ne de BM ve AGİT’in başarılı olamaması NATO’nun

müdahalesini zorunlu kılmıştır.

AB’nin Avrupa güvenliğini tek başına sağlamasının önünde iki ana engel vardır.

Bunlardan ilki, AB’nin ODGP alanında uluslararası bir örgüt gibi hareket etmesidir.

Amsterdam Antlaşması ile getirilen karar alma sürecindeki yapıcı çekimserlik243 bile AB’nin

ortak karar alma sürecine katkıda bulunmamaktadır. AGSP alnında Türkiye’nin vetosunu

kaldırmasıyla kaydedilen ilerleme AB’nin elini rahatlatmakla birlikte AB içindeki AGSP’ye

muhalif devletler süreci tıkamak için birlikte hareket etmeleri durumunda sürecin sekteye

uğraması mümkündür. Özellikle Batı Balkanlar’da üye ülkelerin farklı tutumlarının, daha

önce kendini gösterdiği gibi, yeni bir çatışma durumunda ortaya çıkması da muhtemel bir

sonuçtur.

AGSP önündeki ikinci engel ise AB’nin askeri olanaklar ve teknik kapasite bakımından

ABD’den çok geride olmasıdır. Kosova’ya yönelik hava saldırısı ABD ile Avrupalı

müttefikleri arasındaki bu farkın ne kadar büyük olduğunu göstermiştir.244 AB’nin çatışmaları

sona erdirmede yetersiz kalması ve sonucunda NATO’nun devreye girmesi Transatlantik

ilişkilerinde, Balkanlar’da yaşanan çatışmaların ardından, görünmez bir işbirliği

242 Rodman, op. cit., s.44. 243 Yapıcı çekimserlik, çekimser kalan ülkelerin oyları toplamın üçte birini geçmemek kaydıyla karar alma sürecini etkilememeleridir. 244 Muharrem Gürkaynak, Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Asil Yayınları, Ankara, 2004, s.233.

134

Page 138: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

oluşturmuştur. Buna göre ABD savaşı yapacak, AB de barışı koruyacaktır.245 Bu yaklaşım,

AB’nin uluslararası alanda bir güç olmasını engellemektedir. Bu nedenle AB içinde ABD ile

aralarındaki teknik farkı kapatmak ve AB’yi siyasi alanda da bir güç haline getirmek

isteyenler bulunmakta fakat üye ülkeler arasındaki görüş farklılıkları nedeniyle bu isteği kısa

vadede gerçekleştirmek mümkün görünmemektedir.

Balkanlar, 1990 sonrasında Avrupa’nın güvenliğinden kimin sorumlu olacağı

tartışmaların odak noktasında bulunmaktadır. Bölgede barış anlaşmaları imzalanmış olmasına

rağmen bu anlaşmaların ne kadar süre devam edeceği şüphelidir. Barış anlaşmalarının

etkisizliğinin yanında henüz çözüme kavuşturulmamış konular da güvenliği tehdit edici

boyutlardadır. Kosova’nın nihai statüsünün belirlenmesi ve Sırbistan-Karadağ’ın ayrılma

ihtimali gündemdeki en önemli iki konudur. Ayrıca, Bosna-Hersek içindeki Sırp Cumhuriyeti

de gelecekte sorun yaratabilecek bir konumdadır. Tüm bu sorunlu alanlarda AB’nin tek başına

etkili olması ise mümkün görünmemektedir. Bu nedenle Balkanlar’da Transatlantik

işbirliğinin devam etmesi kaçınılmazdır. Bunun yanı sıra AB’nin Balkanlar’da NATO’dan

görevi teslim almış olması, bu bölgenin AB askeri ve siyasi kontrolü altına girdiğini anlamına

gelmemektedir. NATO’nun Balkanlara doğru genişlemesi ve Bulgaristan ve Romanya’da üs

elde etmesi bölgede varlığını devam ettireceğini göstermektedir.

245 Ibid.

135

Page 139: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

SONUÇ

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile Avrupa kıtası yepyeni bir görünüme

kavuşmuştur. Kıtanın doğusunda yeni bağımsız olan devletler, batısında ise kendine yeni bir

yol açmaya hazırlanan ekonomi temelli bir toplulukla Avrupa kıtası tümüyle bir değişim

sürecinde olduğunu göstermiştir. Kıtanın doğusu ve batısı günümüzde AB çatısı altında

toplanmaya başlamıştır. Dışarıda kalanların büyük kısmı ise içeriye girmek için

çalışmaktadırlar. İşte bu görüntünün dışarıda kalanları içinde Batı Balkan ülkeleri başta

gelmektedir. Avrupa’nın tarihi birleşme ideali Batı Balkanlar’ın AB’ye üye olmasıyla

gerçekleşecektir. Fakat, bu süreç son derece zorlu geçmektedir.

Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından Pakt ülkeleri bağımsızlıkları elde ederek Batı

ile ilişki kurmaya başlamışlardır. Pakt üyesi olmayan iki ülke Arnavutluk ve Yugoslavya ise

bu değişim sürecinden yara alarak çıkmışlardır. Arnavutluk rejim değişikliğinin getirdiği

siyasi ve ekonomik sorunlarla boğuşurken Yugoslavya Federasyonu dağılma sürecine

girmiştir. Dünya, 1990’ların başında Bosna’da yaşanan “etnik temizlik” karşısında dehşete

düşmüş, uluslararası güçlerin savaşı sona erdirmek için başlattıkları diplomatik girişimler

başarısız olmuştur.

Yugoslavya’da bağımsızlık için çatışmaların yaşandığı yıllarda Avrupa’nın batısı

ekonomik temelli topluluklarını siyasileştirerek yeni sistemde kendine yön bulmaya

çalışıyordu. Avrupa Birliği adını alan yeni oluşum süregelen Avrupa Toplulukları yapısının

yanında Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Adalet ve İçişlerinde İşbirliğini de ekleyerek üç

sütunlu bir yapı oluşturmuştur. AB, dış politikada ortak hareket etme hedefini ilk olarak

uygulama fırsatını da Balkanlar’da bulmuştur. Fakat AB’nin diplomatik girişimleri savaşı

sona erdirmekte başarısız olmuştur. AB’nin, Hırvatistan, Slovenya ve Bosna-Hersek’in

bağımsızlıklarını ilan etmeleri karşısında ortak bir tavır geliştirememesi ODGP’nin en baştan

136

Page 140: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

zarar görmesine sebep olmuştur. Diplomatik girişimlerin sonuçsuz kalması nedeniyle

NATO’nun Sırp kuvvetlerini bombalaması ve ardından ABD’nin barış anlaşmasının

imzalanmasını sağlaması, AB için ikinci bir darbe olmuştur. Avrupa’nın güvenliğini, Soğuk

Savaş dönemi sona ermesine rağmen, NATO’nun sağlamış olması AB’nin siyasi ve askeri bir

güç olmaktan çok uzak olduğunu ve güvenliği için ABD’nin yardımına ihtiyaç duyduğunu su

yüzüne çıkarmıştır.

Avrupa Birliği’nin, Batı Balkan ülkelerinin bağımsızlıklarını tanıma konusunda

Almanya’nın ısrarcı tutumu karşısında erken karar alması, savaşın seyrini etkileyen

nedenlerden biri olmuş ve aynı zamanda Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın oluşum

sürecinde üye devletlerin ulusal çıkarlarına verdiği önceliği göstermiştir. Bosna’da

ODGP’nin etkisizliğinin görülmesinin ardından AB, bölgeye yönelik politikalar geliştirmeye

başlamıştır. AB’nin bölgeye yönelik geliştirdiği ilk politika olan “bölgesel yaklaşım” barışın

ve istikrarın sağlanması, ekonomik kalkınmanın desteklenmesi ve demokrasinin yerleşmesi

gibi temel konularda bölge ülkeleriyle işbirliği yapmaya dayanmaktadır. Bu politika

kapsamında AB, Batı Balkan ülkelerini savaşanlar ve savaşmayanlar olarak ikiye ayırmıştır.

Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ilk grupta, Makedonya ve

Arnavutluk ikinci grupta yer almaktadır. Bölgesel yaklaşım, bölgenin sorun kaynağına

inebilecek derinlikte politikalar üretmemesi nedeniyle etkili bir politika olamamıştır.

1999 yılında NATO’nun Kosova operasyonu, AB’nin Batı Balkan Politikası’nın dönüm

noktasıdır. AB, Balkan politikasını daha etkili hale getirmesi gerektiğinin farkına vararak iki

farklı girişimde bulunmuştur. Biri, AB’nin başını çektiği uluslararası katılımlı İstikrar Paktı;

diğeri, AB’nin kendi içinde geliştirdiği İstikrar ve Ortaklık Süreci’dir. İstikrar ve Ortaklık

Süreci, Batı Balkan ülkeleri ile AB arasında iki taraflı ve aynı zamanda bölgesel işbirliğine de

dayalı bir sistem üzerine kuruludur. Nihai hedefi İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalanması

olan Süreç, AB’nin bölgeye yönelik stratejisinin temelini oluşturmaktadır. 2000 yılında,

137

Page 141: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Zagreb Zirevesi’nde dile getirilen potansiyel adaylık ile AB, Batı Balkanlara yönelik

stratejisinin “tam üyelik” olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte Batı Balkan ülkelerinin

AB’ye tam üye olması orta vadede gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Bölge

ülkelerindeki iç içe geçmiş etnik yapı nedeniyle sorunların çözümünün kolay olmaması AB

üyeliğini geciktirici bir etmen olmaktadır. AB üyeliğine en yakın aday olarak görülen

Hırvatistan’ın katılım müzakerelerine başlamasının reddedilmesi, AB’nin de bu süreci

hızlandırmaya niyeti olmadığını göstermiştir.

AB için Kosova’da yaşananların bir sonucu da Avrupa güvenlik örgütlenmesinin

başarısızlığını göstermiş olmasıdır. Almanya’nın birleşerek Avrupa’nın ortasından geçen

“demir perde”nin kalkmasıyla güvenlik algılamalarında genel bir iyimser hava yerleşmiştir.

Bu havanın kısa süre içinde Yugoslavya’nın dağılma süreci ile değişmesi AB’yi de

etkilemiştir. 1999’da yaşanalar ise aradan geçen zaman içinde AB’nin ODGP’yi etkili bir araç

olarak kullanamadığını göstermiştir. Balkanlar’da yaşananlar AB’nin dış politikada ekonomik

araçlardan öte geniş kapsamlı bir kriz yönetimi politikasının gerekliliğini ortaya koymuştur.

2000 yılında ODGP Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın küresel ölçekte güvenlik

algılamasından bahsetmesi, AB’nin askeri yetenek ve kabiliyetlerinin arttırılması ve

AGSP’nin uygulamada güçlendirilmeye başlanması olarak yorumlanabilir. Çünkü AB, birkaç

yıl içinde Balkanlar’da askeri varlığıyla yer almaya başlamıştır.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, Batı Balkanlar’ın AB’nin ODGP’yi oluşturma

sürecinde hızlandırıcı bir rol oynadığı görülmektedir. Bosna’da yaşananlar ODGP’nin ilk

ciddi sınavı olmuş ve ardından AGSP’nin oluşturulma süreci başlamıştır. Dayton Barış

Anlaşması’ndan sonra AB, 1997 yılında Amsterdam Antlaşması ile BAB’ı bünyesine katarak

askeri kapasitesini geliştirmeye başlamıştır. 1999 yılında Kosova’da AB’nin tekrar etkisiz

olmasını, 2000 yılında BAB’ın operasyonel faaliyetlerinin AGSP’ye dahil edilmesi izlemiştir.

2003 yılında ise AB, ilk somut askeri sorumluluğunu Makedonya’da üstlenerek önemli bir

138

Page 142: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

adım atmıştır. Bu gelişmeler AB’nin Batı Balkanlar’da yaşananlar karşısında geliştirdiği

politikaların sonucundan ders aldığını göstermektedir.

Batı Balkanlar, AB güvenlik örgütlenmesinin ve daha geniş açıdan bakıldığında AB

siyasi geleceğinin aynasıdır. Başarısızlıkların ardından atılan adımlar, geliştirilmeye çalışılan

politikalar ve sonuçta üstlenilen görevler ODGP’nin gelişimi ile paralel seyretmektedir. Batı

Balkanlar’da sular durulmuş görünse de yakın gelecekte Kosova ve Sırbistan-Karadağ’ın

geleceğini etkileyecek gelişmelerle bölgenin yeniden hareketlenmesi karşısında AB güçlerinin

tutumu, ODGP’nin inandırıcılığını ve geleceğini doğrudan etkileyecektir. ODGP’nin

inandırıcılığını kaybetmesi, AB’nin siyasi alanda hükümetlerüstü bir yapılanmaya gitmesinin

önünü tıkayacak ve AB’nin geleceğini belirsizliğe sürükleyecektir. Görülüyor ki Batı

Balkanlar’ın istikrarı ve güvenliği ODGP ve AB’nin geleceğiyle yakından ilgilidir.

139

Page 143: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

KAYNAKÇA

KİTAPLAR

Akşin, Abdülahat, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu

Basımevi, Ankara, 1991.

Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu Basımevi,

Ankara, 1997.

Brzezinski, Zbigniew, Büyük Çöküş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2000.

Donopokilos, Constantine P. and Messas, Kostas G., (ed.), Crises in the Balkans, Westview

Press, Colorado, 1997.

Geipel, Gary L., (ed.), Rethinking the Transatlantic Partnership, Hudson Institute, 1996.

George, Stephan and Bache, Ian, Politics in the European Union, Oxford Press, New York,

2001.

Glenny, Misha, The Fall of Yugoslavia: The Third Balkan War, Penguin Books, New York,

1996.

Gürkaynak, Muharrem, Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Asil Yayınları, Ankara, 2004.

Hatipoğlu, Murat, (der.), Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, ASAM Yayınları, Ankara,

2002.

Hill, Chiristopher and Smith, Karen E., European Foreign Policy, Key Documents,

Routledge, London and New York, 2000.

Holbrooke, Richard, Bir Savaşı Bitirmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1999.

Holland, Martin, European Communitiy Integration, St Martin’s Press, New York, 1992.

140

Page 144: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Kühnhardt, Ludger, Devrim Zamanları, ASAM Yayınları, Ankara, 2002.

Larrabee, F. Stephen, (ed.), The Volatile Powder Keg: Balkan Security After the Cold War,

The American University Press, Washington D.C., 1994.

Lütem, Ömer E. ve Demirtaş Coşkun, Birgül, (der.), Balkan Diplomasisi, ASAM Yayınları,

Ankara, 2001.

Özkan, Gencer ve Kut, Şule, (der.), En Uzun On Yıl, Büke Yayınları, İstanbul, 2000.

Peterson, John and Bomberg, Elizabeth, Decision Making in the European Union, St.

Martin’s Press, New York, 1999.

Pond, Elizabeth, The Rebirth of Europe, Brookings Instition Press, Washington D.C., 2000.

Schnabel, Albrecht and Thakur, Ramesh, (ed.), Kosovo and the Challange of Humanitarian

Intervention, Selective Indignation, Collective Action and International Citizenship, United

Nations University Press, 2000.

Smith, Hazel, European Union Foreign Policy: What It is and What It does, Pluto Press,

London, 2002.

Soetendorp, Ben, Foreign Policy in the European Union, Longman, New York, 1999.

Spillmann, Kurt R. and Krause, Joachim, (ed.), Kosovo: Lessons Learned for International

Cooparative Security, Center for Security Studies and Conflict Research, Vol.5, Zurich, 2000.

White, Brian, Understanding European Foreign Policy, Palgrave, London, 2001.

MAKALELER

Abramowitz, Morton and Hurlburt, Heather, “Can EU Hack the Balkans, A Proving Ground

for Brussels,” Foreign Affairs, Vol.81, No.5, (September/October 2002), ss.2-7.

141

Page 145: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Alp, İlker, “Makedonya Üzerindeki Mücadeleler ve Makedonya Cumhuriyeti,” Dünden

Bugüne Makedonya Sorunu, der. Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, ss. 71-90.

Balfour, Rosa, Menotti, Roberto and Micielli de Biase, Ghita, “Italy’s Crisis Diplomacy in

Kosovo, March-June 1999,” The International Spectator, Vol.XXXIV, No.3, (July/September

1999), ss. 67-80.

Cameron, Fraser and Kintis Andreas, “Southeastern Europe and the European Union,”

Southeast European and Black Sea Studies, Vol.1, No.2, (May 2001), ss. 94-112.

Çeviköz, Ünal, “European Integration and Regional Co-operation in Southeast Europe,”

Perceptions, Vol.2, No.4, (December 1997/February 1998), ss. 143-153.

Daalder, Ivo H. and O’Hanlon, Michael E., “Kosova’dan Farklı Dersler Çıkarmak,” Foreign

Policy, Yıl.2, S.3, (Güz 1999), ss. 76-88.

Demetropoulou, Leeda, “Europe and the Balkans: Membership Aspiration, EU Involment and

Europeanization Capacity in South Eastern Europe,” Southeast European Politics, Vol.III,

No.2-3, (November 2002), ss.87-106.

Demirtaş Coşkun, Birgül, “Arnavutluk’un Dış Politikası ve Balkanlar’da Arnavut Sorunu,”

Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları,

Ankara, 2001, ss. 67-101.

Demirtaş Coşkun, Birgül ve Türkoğlu, Emir, “Makedonya Bıçak Sırtında: Balkanlar’ın Eski

‘Model Ülkesi’ Yeni İstikrarsızlık Unsuru mu?” Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, der.

Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, ss. 119-151.

Duke, Simon, Ehrhart, Hans-Georg and Karadi, Matthias, “The Major European Allies:

France, Germany and the United Kingdom,” Kosovo and the Challange of Humanitarian

Intervention, Selective Indignation, Collective Action and International Citizenship, ed.

Albrecht Schnabel and Ramesh Thakur, United Nations University Press, 2000, ss.128-148.

142

Page 146: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Gürkan, İhsan, “Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye: Geçmişin Işığında

Geleceğe Bakış,” Balkanlar, Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yayınları, İstanbul,

1993, ss. 259-274.

Hatipoğlu, Esra, “Meeting The Balkan Challenge: The EU Policies toward South Eastern

Europe,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2001/6, İstanbul, ss. 229-242.

Hedges, Chris, “Kosova’s Next Masters,” Foreign Affairs, Vol.78, No.3, (May/June 1999), ss.

24-42.

Hombach, Bodo, “Stability Pact for South-eastern Europe: A New Perspective for the

Region,” Perceptions, Vol.5, No.3, (September/November 2000), ss. 5-21.

Ifandis, Kostas, “The Politics of Order Building? Reviewing Western Policy in Kosovo and

Southeast Europe,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.2, No.2, (May 2002), ss.

21-42.

Johnson, Ailish M., “Albania’s Relation with the EU: on the Road to Europe?” Journal of

Southern Europe and the Balkans, Vol.3, No.2, 2001, ss. 171-192.

Kale, Başak, “Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası: Çelişkiler İçinde Bir Yanılsama,” Balkan

Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM, Ankara, 2001, ss. 293-

311.

Kapetonovic, Amer, “Bosna-Hersek’in On Yıllık Dış Politika Tecrübesi,” Balkan

Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara,

2001, ss. 183-204.

Karaosmanoğlu, Ali, “The UN-NATO Cooperation in the Former Yugoslavia,” Foreign

Policy, Vol.XXII, No.3-4, 1998, ss. 31-41.

Kut, Şule, “Kosova: Milliyetçiliğin Kördüğümü,” Foreign Policy, Yıl.1, S.3, (Güz 1998), ss.

53-64.

143

Page 147: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Liotta, P. H., “Spillover Effect: Aftershocks in Kosovo, Macedonia and Serbia,” European

Security, Vol.12, No.1, (Spring 2003), ss. 82-108.

Marie-Janine Calic, “EU Policies towards the Balkans: Fostering Ownership of Reforms,”

The International Spectator, Vol.XXXVIII, No.3, (July/September 2003), s.111-123.

Medley, Richard, “Europe’s Next Big Idea, Strategy and Economics Point to a European

Military,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (September/October 1999), ss. 18-22.

Messas, Kostas G., “Failure in Former Yugoslavia: Hard Lessons for the European Union,”

Crises in the Balkans, ed. Constantine P. Donopokilos and Kostas G. Messas, Westview

Press, Colorado, 1997. ss. 311-329.

Morozzo della Rocca, Roberto, “Italy and the United States: Two Approaches to the Kosovo

Crisis,” Italy and the Balkans, CSIS Press, Washington, 1998, ss. 40-49.

Nunn, Sam, “NATO and European Security: A Two Track Approach,” Rethinking the

Transatlantic Partnership, ed. Gary L. Geipel, Hudson Institute, 1996, ss. 69-85.

Özkan, Ayşe, Türbedar, Erhan ve Bostan, Nurgül, “Irak Savaşı Sırasında Yaşanan Amerika-

Avrupa Birliği Ayrışmasının Balkanlar’daki Yansımaları,” Stratejik Analiz, C.4, S.37, (Mayıs

2003), ss. 53-61.

Papadimitriou, Dimitris, “The EU’s Strategy in the Post-Communist Balkans,” Southeast

European and Black Sea Studies, Vol.1, No.3, (September 2001), ss. 69-94.

Rodman, Peter W., “The Fallout from Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (July/August

1999), ss. 45-51.

Saccomanni, Fabrizio, “The Stability Pact for Southeastern Europe: A New Approach to a

Regional Problem,” The International Spectator, Vol.XXXV, No.1, (January/March 2000),

ss. 65-71.

144

Page 148: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Salmon, Trevor C., “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and

Yugoslavia, 1990-1992,” International Affairs, C.68, No.2, (Nisan 1992), ss. 233-253.

Schnabel, Albrecht, “Political Cooperation in Retrospect: Contact Group, EU, OSCE, NATO,

G-8, and UN Working toward a Kosova Settlement,” Kosovo: Lessons Learned for

International Cooparative Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for

Security Studies and Conflict Research, Vol.5, Zurich, 2000, ss.21-36.

Simic, Predrag, “Yugoslav Foreign Policy: Countinuity and Changes,” Perceptions, Vol.II,

No.3, (September/November 1997), 107-134.

Solana, Javier, “NATO’s Success in Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.6,

(November/December 1999), ss. 114-120.

Şirin, N. Aslı, “Balkans in the Post Cold War Era: Quest For Stability and the European

Union,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2003/8, İstanbul, ss. 87-106.

Triantaphyllou, Dimitrious, “The Balkans Today: The EU and the Region,” Marmara Journal

of European Studies, Vol.10, No.2, 2002, ss. 65-82.

Tsoukalis, Loukas, “The European Community and the Balkans,” The Volatile Powder Keg:

Balkan Security After the Cold War, ed. F. Stephen Larrabee, The American University Press,

Washington D.C, 1994, ss.219-231.

Tupurkovski, Vasil, “The Balkan Crisis and the Republic of Macedonia,” Crisis in the

Balkans, ed. Constantine P. Dono Poulos and Kostas Messas, Westview Press, Colorodo,

1997, ss. 135-152.

Türbedar, Erhan, “Cinciç Sonrası Sırbistan,” Stratejik Analiz, C.4, S.38, (Haziran 2003), ss.

21-22.

_____________, “Selanik Zirvesi’nin Ardından: Batı Balkanlar Gölgeden Çıkıyor,” Stratejik

Analiz, C.4, S.40, (Ağustos 2003), ss. 64-68.

145

Page 149: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

_____________, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Balkanlar ve Avrupa Birliği,” Stratejik

Analiz, C.3, S.4, (Şubat 2003), ss. 65-70.

Uçkan Dağdemir, Elif, “Batı Balkan Ülkeleri ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik

Olasılıkları,” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, No.59/1, (Ocak/Mart 2004), 89-117.

Uzgel, İlhan, “Doksanlarda Türkiye için Bir İşbirliği ve Rekabet Alanı Olarak Balkanlar,” En

Uzun On Yıl, der. Gencer Özkan, Şule Kut, Büke Yayınları, İstanbul, 2000, ss. 393-429.

__________, “Kosovo: Politics of Nationalism and the Question of International

Intervention,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 1998/1999, No.4, ss. 203-233.

Varwick, Johannes, “The Kosovo Crisis and The European Union: The Stability Pact and its

Cosequences for EU Enlargement,” Kosovo: Lessons Learned for Internationel Cooperative

Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for Security Studies and Conflict

Resarch, Vol.5, Zurich, 2000, ss.157-176.

Winrow, Gareth M., “The Internatinal Community and the Crisis in the Balkans,” Turkish

Review of Balkan Studies, Annual 1993/1, İstanbul, ss. 159-171.

Yürür, Pınar, “Tarihi Süreç İçerisinde Hırvatistan Dış Politikası,” Balkan Diplomasisi, der.

Ömer E. Lütem, Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, ss. 205-225.

İNTERNET KAYNAKLARI

“AB'de, Bosna Hersek'teki Barış Gücünü 2004 Yılında Devralma Konusunda Görüş Birliğine

Varıldı.” 26 Şubat 2003, < http://setimes.com/tr/document/setimes/features/2003/02/030225-

SVETLA-001> (08.06.2005).

Albania: Country Strategy Paper 2002-2006,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/csp/index.htm> (13.05.2005).

146

Page 150: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Bildt, Carl, Why Kosovo must not Submit to Violence, Financial Times, 22 March 2004,

<http://cer.org.uk/articles/bildt_ft_22march04.html> (10.03.2005).

Bosnia&Herzegoniva:Country Strategy Paper 2002-2006,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/csp/index.htm> (13.05.2005).

“Bosna-Hersek’te SFOR-EUFOR Görev Devri Resmen Gerçekleşti,” 3 Aralık 2004,

<http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2004/12/03/feature-01> (08.06.2005).

CARDS Regional Strategy Paper 2002-2006,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/cards/sp02_06.pdf> (12.05.2005).

Council Conclusions Joint Declaration on Political Dialogue between the EU and Bosnia and

Herzegovina, 29 September 2003,<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gac.htm>

(13.05.2005).

Croatia: Country Strategy Paper 2002-2004,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croatia/csp/index.htm> (13.05.2005).

EU Relations with the Former Yugoslav Republic of Macedonia,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/index.htm> (10.03.2005).

Euro 197 million to promote regional cooperation in the Western Balkans,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip01_1464.htm> (13.05.2005).

EU Strategy in the Balkans, Speech by Chris Patten, The International Crisis Group, Brussels,

10 July 2001, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/news/patten/sp_balkans.htm>

(13.05.2005).

Former Yugoslav Republic of Macedonia: Country Strategy Paper 2002-2006,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/csp/index.htm> (13.05.2005).

From Regional Approach to the Stabilisation & Association Process,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/actions/sap.htm> (15.04.2005).

147

Page 151: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Joint Raport to the Helsinki Council on EU Action in Support of the Stability Pact and South-

Eastern Europe, <http://ceps.be/Pubs/SEEMonitor/Monitor6.htm> (08.01.2005).

Keohane, Daniel, “EU Defence Policy: Beyond the Balkans, Beyond Peacekeeping?” 1 July

2003, <http://cer.org.uk/articles/keohane_weltpolitik_jul03.html> (29.04.2005).

Kosovo, The European Contribution,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (24.05.2005).

Kosovo Toward Final Status, ICG Europa Report, No.161,

<http://icg.org/library/documents/europe/balkans/161_kosovo_toward_final_status.pdf>

(27.12.2004).

Lang, Peter, “The Stability Pact and its Consequences for EU Enlargament,”

<http://dgap.org/texte/kosovo.htm> (15.04.2005).

Macedonia and European Integration: Facing Commitments, 12 November 2003,

<http://ceps.be/Article.php?article_id=169> (10.03.2005).

Main Objectives of European Union Assistance,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005).

Milestones in the Relations Between the EU&Albania,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (10.03.2005).

Milestones in the Relations Between the EU&Bosnia and Herzegovina,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005).

Milestones in the Relations between the EU&Croatia,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (10.03.2005).

Milestones in the Relations between the EU&Former Yugoslav Republic of Macedonia,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/macedonia/index.htm> (13.05.2005).

148

Page 152: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Mujezinovic, Mirzet, “Bosna-Hersek’teki Anayasa Tartışmaları ve Reform Süreci,”

<http://usakgundem.com/haber.php?id=122> (23.05.2005).

Mujezinoviç, Mirzet, “Hırvatistan’ın AB Üyelik Görüşmeleri ve Savaş Suçluları,”

<httm://turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=67> (23.05.2005).

Operational Country Conclusions, 26 May 1999,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm>

(13.05.2005).

Republic of Montenegro, June 2001,

<http://www.europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/montenegro/index.htm>

(24.05.2005).

Republic of Serbia, After October 2000,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005).

Republic of Serbia, Before October 2000,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005).

Serbia and Montenegro Country Report, Stabilisation and Association Report 2004,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/rep3/cr_s-m.htm> (24.05.2005).

Solana, Javier, “Dayton’un Uygulamasından Avrupa Entegrasyonuna,”

<http://nato.int/docu/review/2004/issue4/turkish/art2.html> (08.06.2005).

“Solana Raporu: EUPM Ciddi İlerleme Kaydetti,” 11 Şubat 2005,

<http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2005/02/11/feature-01> (08.06.2005).

Stabilization and Association Agreements,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see.htm> (08.01.2005)

149

Page 153: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Stabilisation and Association Agreement between the EC and Croatia,

http://eudelyug.org/en/documents/Croatia-stabilisatione.htm> (08.01.2005).

The Balkans 2001: Where Do We Go Now?

<http://seep.hu/arcieves/issue21/balkans2001.pdf> (27.12.2004).

The EU and Macedonia, 6 April 2001, <http://ceps.be/Article.php?article_id=206>

(10.03.2005).

The EU Pillar of UNMIK,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (15.04.2005).

Thessaloniki EU-Western Balkans Summit Declaration, 21 June 2003,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_06_03/decl.htm> (15.04.2005).

The Stabilisation and Association Process for South-Eastern Europe,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/index.htm> (08.01.2005).

The Thessaloniki Agenda for the Western Balkans, 16 June 2003,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gacthess.htm> (15.04.2005).

The Thessaloniki Summit: A Milestone in the European Union’s Relations with the Western

Balkans, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip03_860,htm>

(15.04.2005).

Triantaphyllou, Dimitrios, “Beyond the Kosovo Elections-The EU Needs to Act,”

<http://ceps.be/Article.php?article_id=201> (27.12.2004).

United States-European Union Cooperation in the Balkans, Office of the Spokesman,

Washington D.C., 25 June 2003, <http://state.gov/r/pa/prs/ps/2003/21937.htm> (19.04.2005).

What is the EU doing to Help Croatia?

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (13.05.2005)

150

Page 154: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

What is the European Union Doing to Help Albania?

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (13.05.2005).

Yürür, Pınar, “Balkanlar Yeni Krizlerin Eşiğinde; Kosova ve Sırbistan-Karadağ İhtilafları,”

<http://panoramadergisi.com/mart2005/index.php?dosya=dunyabakis6> (10.03.2005).

Zagreb Summit, 24 November 2000,

<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_11_00/index.htm> (15.04.2005).

DİĞER KAYNAKLAR

Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002,

[SEC(2002)339].

Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26

March2003,[SEC(2003)339].

Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, “Makedonya, İlk Tecrübe,” Güncel Haber, Özel

Sayı (Şubat-Mart 2003).

Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels,

4 April 2002, [SEC(2002)340].

Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels,

26 Marh 2003, [SEC(2003)340].

Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels,

30 Marh 2004, [SEC(2004)340].

Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002,

[SEC(2002)341].

151

Page 155: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003,

[SEC(2003)341].

Keesing’s Record of World Events, 1992-1993.

NSC Offical Outlines U.S. Strategy for the Balkans, Washington File, 03 April 2002.

PRES/96/33, 1903, Genel İşler Konseyi Toplantısı, Brüksel, 26-27 Şubat 1996.

PRES/97/129, 2003, Genel İşler Konseyi Toplantısı, Lüksemburg, 29-30 Nisan 1997.

Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East

Europe, First Annual Report, Brussels, 4 April 2002, COM(2002)163 final.

Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East

Europe, Second Annual Report, Brussels, 26 March 2003, COM(2003)139 final.

Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive

Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)342].

Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive

Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)342].

Osmançavuşoğlu, Emel G., The Wars of Yugoslav Dissolution and Britain’s Role in Shaping

Western Policy 1991-1995, SAM Papers, No.1, (January 2000).

Sloan, Stanley R., The United States and European Defence, Chaillot Paper, Institute for

Security Studies, No.39, Paris, 2000.

152

Page 156: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ÖZET

Erbaş, Göknil, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Oluşturma Sürecinde Batı

Balkanlar, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. İlhan Uzgel, 155 s.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa Birliği, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

oluşturarak siyasi birlik olma yolunda adımlar atmıştır. Aynı yıllar Batı Balkan ülkeleri için

de Yugoslavya’dan ayrılmalar nedeniyle önemlidir. Bu dönemde AB, ODGP’yi geliştirirken

bölgeye yönelik çeşitli politikalar uygulamaya koymuştur. 1995 Dayton Barış Anlaşması

sonrası geliştirilen Bölgesel Yaklaşım ve 1999 Kosova operasyonu sonrası geliştirilen İstikrar

ve Ortaklık Süreci, AB’nin en temel iki politikasıdır. İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin

bölgeye yönelik politikasının temelini oluşturmaktadır.

AB’nin Batı Balkan politikası kapsamında ülkelerin özelliklerine göre geliştirilmiş

politikalar ve bölgesel politikalar birlikte yürütülmektedir. AB bölgeye yönelik ekonomi

politikalarını başarıyla yürütmekte fakat ODGP’yi uygulamakta zorluklarla karşılaşmaktadır.

Bu nedenle AB, bölgedeki istikrar arayışlarında çoğu kez başarısız politikalar izlemiş,

ODGP’yi etkin kullanamaması eleştirilmiştir. AB’nin 2000 yılından itibaren izlediği temel

politika, Batı Balkan ülkelerine üyelik fırsatı sunmaktır. AB’nin Batı Balkanlar için üyelik

yolunu açması, bütünleşmiş Avrupa ideali için de önemli bir adımdır. Genel bir

değerlendirme yapıldığında, Batı Balkanlar Avrupa’nın barut fıçısı olma özelliğini

sürdürmesine rağmen siyasi birlik projesinin tamamlanması nedeniyle AB için öncelikli

konulardandır.

Bu çalışmada öncelikle AB’nin Balkan krizlerinde izlediği dış politika incelenmiştir.

Her bölümde bu politikaların ODGP’ye etkileri ve AB’nin büyük devletlerinin tavrı

değerlendirilmiştir. İkinci olarak AB’nin 90’lardan bu yana geliştirdiği bölgesel politikalar ve

153

Page 157: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

Batı Balkan ülkeleri ile ilişkileri incelenmiştir. Son bölümde ise Batı Balkanlar’ın ODGP’nin

geliştirilmesi ve uygulanması üzerindeki etkisi ele alınmıştır.

154

Page 158: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

ABSTRACT

Erbaş, Göknil, Western Balkans in the Process of Consisting EU’s Common Foreign

and Security Policy, Master Thesis, Advisor: Assoc. Prof. İlhan Uzgel, 155 p.

European Union has taken steps to be oplitical union since the end of the cold war

period. Same years are also important for Western Balkans because of separition of Former

Yugoslavia. During tis period EU put into effect some policies related to Balkans in one hand

it has developed the Common Foregin and Security Policy (CFSP) on the other. Regional

Approach followed by EU after Dayton Peace Accord and Stabilization and Association

Process (SAP) started in 1999 have important role for Western Balkan policies of EU.

Especially, SAP has been the basic policy of EU in Western Balkans since 1999.

In the EU’s Balkan policy, both special policies for each country and regional policies

are implemented. EU has succesfully implemented economy policies while it has faced with

some difficulties for implementation of CFSP. EU, therefore, has been critizited. EU’s basic

policy which has been put into effect since 2000, gives a membership opportunity to Western

Balkan countries. Paving the way of membership is also important step for the idea of

integrated Europe. In general, inspite of becoming “powder keg”, Western Balkans are still

primary issue for EU foreign policy in order to complete project of political union.

In this study, firstly EU’s foreign policy as to Balkan crisis are examined in details. In

each part of the thesis, effects of this policy on CFSP and position of EU’s big countries about

Balkan crisis are evaluated. Secondly, regional policies and relations between EU and

Western Balkan countries are focused on. Finally effects of Western Balkan issues on CFSP

are dealt with.

155

Page 159: İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

AGİK : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı

AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü

AGSP : Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası

ASAM : Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

AT : Avrupa Toplulukları

BAB : Batı Avrupa Birliği

bkz : Bakınız

BM : Birleşmiş Milletler

CARDS : Community Assistance for Reconstruction, Development and Stabilization

der : Derleyen

ECHO : European Community Humanitarian Aid Office

ed : Editor

EUPM : European Union Police Mission

Ibid : Aynı Yerde

KFOR : Kosovo Force

NATO : North Atlantic Treaty Organization

No : Number

ODGP : Ortak Dış ve Güvenlik Politikası

OECD : Organisation for Economic Cooperation and Development

op. cit : Yukarıda Değinilen Çalışma

PHARE : Poland and Hungary: Actions for Economic Reconstruction

s : Sayfa

S : Sayı

ss : Sayfalar

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

UNMIK : United Nations Mission in Kosovo

UNPROFOR : United Nations Protection Force

Vol : Volume

YFC : Yugoslavya Federal Cumhuriyeti

IV


Top Related