Download - İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER...........................................................................................................................I KISALTMALAR......................................................................................................................IV GİRİŞ..........................................................................................................................................1
I. BÖLÜM
BALKAN KRİZLERİNDE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TUTUMU
A.1990 Sonrası Dönemde Balkanlar’da İlk Savaş: Yugoslavya’nın Parçalanması......11
1. AT’nin Yugoslavya Krizindeki İlk Girişimleri.............................................12
a. AT Troykası.......................................................................................12
b. Lahey Görüşmeleri ve Badinter Komisyonu.....................................13
2. AT içinde Tanıma Sorunu.............................................................................15
3. Yugoslavya Krizinde AT Dış Politikasının Değerlendirilmesi....................17
B. Balkanlar’da Yeni Bir Savaş Alanı: Bosna-Hersek..................................................19
1. Bosna-Hersek Krizinde AT’nin Diplomatik Girişimleri...............................26
2. Dayton Barış Anlaşması’na Giden Süreçte AB Girişimleri.........................26
3. Bosna-Hersek Krizinde AB Dış Politikasının Değerlendirilmesi.................29
C. Balkanlar’ın Sorun Kaynağı: Kosova.......................................................................32
1. AB’nin Kosova Krizi’ndeki Girişimleri........................................................33
2. Kosova’da Barışın Sağlanmasından Sonraki Süreçte AB Dış Politikası......38
3. Kosova Krizi’nde AB’ye Üye Devletlerin Tavrı...........................................41
II. BÖLÜM
DAYTON BARIŞ ANTLAŞMASI SONRASINDA AB’NİN BALKANLAR’A YÖNELİK
GELİŞTİRDİĞİ POLİTİKALAR
A. Royaumont Süreci...................................................................................................47
I
B. Bölgesel Yaklaşım Politikası..................................................................................48
C. İstikrar Paktı.............................................................................................................51
1. İstikrar Paktı’nın İçeriği ve Yapılanması......................................................52
2. İstikrar Paktı’nın Siyasi Etki ve Sonuçları....................................................55
D. İstikrar ve Ortaklık Süreci........................................................................................58
1. İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin İşlevi ve Yapısı.............................................58
a. İstikrar ve Ortaklık Antlaşmaları.......................................................61
b. İstikrar Sağlama, Gelişme ve Yeniden Yapılandırma için Topluluk
Yardımı.............................................................................................63
2. İstikrar ve Ortaklık Sürecinin Gelişimi.........................................................65
a. Zagreb Zirvesi ve “Potansiyel Adaylık” Kavramı.............................66
b. Makedonya ve Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı İmzalaması ve Sonrasında Yaşanan Gelişmeler................................67
c. Selanik Zirvesi ile Batı Balkanlar’ın Ön Plana Çıkışı.......................70
III. BÖLÜM
BATI BALKAN ÜLKELERİNİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ
A. HIRVATİSTAN......................................................................................................77
1. AB ile Hırvatistan Arasındaki Resmi İlişkinin Tarihçesi.............................77
2. AB ile Hırvatistan Arasındaki İlişkilerin Siyasi Boyutu..............................81
B. MAKEDONYA.......................................................................................................84
1. Avrupa Birliği ile Makedonya İlişkilerinin Resmi Boyutu..........................84
2. Yunanistan-Makedonya İlişkisinin AB’ye Yansımaları...............................87
3. Makedonya’daki Sorunlar Karşısında AB’nin Tutumu................................90
C. ARNAVUTLUK......................................................................................................93
1. AB ile Arnavutluk İlişkilerinin Resmi Boyutu.............................................93
2. Balkanlar’da Arnavut Sorunu Kapsamında Arnavutluk-AB İlişkileri..........96
II
D. BOSNA-HERSEK...................................................................................................99
1. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Resmi Boyutu.........................................99
2. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Siyasi Boyutu........................................102
E. SIRBİSTAN-KARADAĞ ve KOSOVA................................................................105
1. AB ile Sırbistan-Karadağ İlişkileri..............................................................106
2. Kosova’nın Statüsü ve Kosova’da AB Varlığı............................................111
IV. BÖLÜM
AB DIŞ POLİTİKASINA VE AVRUPA GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ
BAKIMINDAN BATI BALKANLAR
A. AB’nin Genişleme Politikası Kapsamında Batı Balkanlar.....................................117
B. AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Kapsamında Batı Balkan Stratejisi.......121
C. Transatlantik İlişkilerinde Balkan Faktörü.............................................................124
D. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliğine ve AGSP’ye Etkileri................................129
1. AGSP’nin geliştirilmesinin Batı Balkanlar’a Yansıması............................130
2. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliği Hakkında Gösterdikleri.....................133
SONUÇ...................................................................................................................................136 KAYNAKÇA..........................................................................................................................140
ÖZET.......................................................................................................................................153
ABSTRACT............................................................................................................................155
III
GİRİŞ
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, uluslararası ilişkilerde dengelerin sarsılmasına neden
olan en önemli olayların başında gelmektedir. İki kutuplu sistemin ortadan kalkması, Avrupa
kıtası üzerindeki güvenlik baskısını ortadan kaldırarak Avrupa’nın batısında oluşturulmuş
olan Avrupa Toplulukları’nı yeni arayışlara yönlendirmiştir. Yeni devletlerin ortaya çıkması
ve bu devletlerin Batı tipi ekonomik ve siyasi model benimsemeleri, Avrupa’da birlik
oluşturma ideali için kaçırılamaz bir fırsat yaratmıştır. Avrupa Toplulukları yeni sisteme
kendini uydurmak ve siyasi birlik kavramını yerleştirmek amacıyla başlattığı yenilenme
sürecinden üç sütunlu Avrupa Birliği modeliyle çıkmış, ikinci sütunu olan Ortak Dış ve
Güvenlik Politikası ile Avrupa bütünleşmesinin siyasi boyutunu sağlamayı hedef edinmiş ve
ODGP’yi 1990’lı yıllar boyunca geliştirilerek “ekonomik dev, siyasal cüce” tanımlamasından
kurtulmak istemiştir. ODGP’nin başarılı olup olmadığının sınava tabi tutulduğu yer ise büyük
çoğunlukla Batı Balkanlar olmuştur.
Avrupa Birliği ve Batı Balkan ülkelerinin uluslararası sistemde yerini alması, 1990
sonrasına ait gelişmelerdir. Her ikisinin de geçmişi 1990 öncesine dayanmasına rağmen
dönem koşulları nedeniyle geliştirilemeyen ilişkiler, Soğuk Savaş sonrası dönemde inşa
edilmeye başlanmıştır. Yeni sistemin dengeleri içerisinde kendine yol bulmaya çalışan AB-
Batı Balkan ilişkileri bu nedenle bir çok kez sorunla karşılaşmış, sorunların çözümü için bir
çok yeni politika üretilmiş ve sonuçta AB’nin klasik dış politika anlayışı olan genişleme
süreci ile bir temele oturtulmuştur.
Avrupa bütünleşmesinin sağlanması için AB’nin en etkili dış politika aracı olan
genişleme, 1990 sonrasında Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelmiştir. 2004 yılında 10
yeni üyeyi bünyesine katarak 25 üyeli bir yapıya ulaşan AB’nin 2007 yılında Romanya ve
Bulgaristan’ı da içine alarak neredeyse tüm Avrupa kıtasına yayılması söz konusudur. AB’nin
1
Avrupa’nın tümünü içine almasının önünde ise iki engel bulunmaktadır: Derinleşme ve Batı
Balkanlar’ın belirsiz durumu. Bu nedenle Batı Balkan ülkeleri ile AB’nin ilişkisi, genişleme
sürecinin tamamlanarak AB bütünleşmesinin sağlanması için önemli bir adımdır. Avrupa’nın
en sorunlu bu bölgesinin geleceği, “bütünleşmiş Avrupa” idealinin sürmesi ve AB’nin
bölgeye yönelik politikaları, AB siyasi kimliğinin inandırıcılığı ile doğrudan bağlantılıdır.
AB ile Batı Balkan ülkelerinin ilişkileri, 1990’lar boyunca yaşadığı sıkıntılı dönemleri
atlattıktan sonra 2000 yılından itibaren düzene girmiş gibi görünmektedir. Bununla birlikte
ilişkilerin geleceği açısından olumlu bir tablo çizilmekte zorlanılmaktadır. Hem AB’nin iç
dinamiklerinden kaynaklanan hem de Batı Balkan ülkelerindeki mevcut ve muhtemel
sorunlar olumlu seyreden süreci tersine çevirebilir. AB’nin geleceğine ilişkin tartışmalar
yapılırken genişleme politikasının devam edip etmeyeceği şüphelidir. AB’nin Batı Balkan
ülkelerini içine almadan bu bölgede etkin bir rol oynaması ise kısa vadede mümkün
görünmemektedir. Bu nedenle ODGP’nin geliştirilmesi, AB’nin Batı Balkanlar ile ilişkisinin
temelindeki en önemli konulardan biridir. AB’nin ODGP’yi oluşturma sürecine Batı
Balkanlar’ın etkisi veya tersten bakıldığında ODGP’nin gelişiminin Batı Balkanlar’a etkisi
ilişkilerin tarihi ve geleceği açısından incelenmesi gereken alanların başında gelmektedir. Bu
kapsamda, Batı Balkanlar’da olup bitenin daha iyi anlaşılabilmesi için bölgenin coğrafyası ve
tarihi hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.
Balkanlar en kısa tanımıyla, Avrupa kıtasının güneydoğusunda yer alan bir
yarımadadır. Fakat bölgenin tarihi boyunca sürdürdüğü önemi nedeniyle herhangi bir coğrafi
yer belirlemenin ötesinde tanımlanması gerekmektedir. Üç tarafı denizlerle çevrili Balkan
yarımadasının coğrafi tanımında deniz olmayan tek taraf Tuna Nehri’yle belirlenmektedir.
Buna göre; kuzeyde Tuna Nehri, batıda Karadeniz, doğuda Adriyatik Denizi ve güneyde Ege
Denizi ve Akdeniz’le çevrili coğrafi alana Balkanlar adı verilmektedir.
2
Balkanlar’ın Avrupa’nın Anadolu yarımadası ve Doğu Akdeniz’e uzanan konumu,
tarihi boyunca önemli göçlere ve imparatorluklar arasındaki mücadelelere tanıklık etmesine
neden olmuştur. Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları dönemlerinde şekillenen
Balkanlar’ın bugünkü halini almasında bu büyük imparatorluklar kadar önemli bir diğer
neden de bölgenin fiziki yapısıdır. Öyle ki Türkçe olan ve “üzeri sık ormanlarla kaplı dağ”
anlamına gelen Balkan sözcüğü bölgenin fiziki yapısından gelmektedir. Balkanlar’ın sarp
dağlardan oluşan bu fiziki yapısı, bütün bölgeyi etki ve nüfuz altına alabilecek doğal bir
jeopolitik merkez yaratmaksızın çok sayıda havza oluşturması nedeniyle istila ve göçlere açık
bir alan yaratmaktadır.1 Bu nedenle Balkanlar çok sayıda etnik grubun birbirleriyle iç içe
yaşadığı bir bölge olmuştur. Bu özellik bir taraftan muhteşem bir kültür zenginliği yaratırken
diğer taraftan Balkanlar’ın “Avrupa’nın barut fıçısı” adını almasına neden olmuştur.
Coğrafi olarak Balkanlar’ın sınırı Tuna Nehri’ne kadar çizilse de onun ötesinde
topraklara sahip ülkeler, balkan tarihinin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Günümüzde
Türkiye, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve eski Yugoslavya’nın dağılmasıyla
bağımsız olan Makedonya, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek ve Sırbistan-Karadağ,
Balkan devletlerini oluşturmaktadır. Bu devletler içerisinde, Batı Balkanlar’ı oluşturanlar ise
eski Yugoslavya’dan ayrılan devletler ve Arnavutluk’tur.
Bölgeye son olarak hakim olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kıtasındaki
ilerlemesinde Balkanlar çok önemli üslere sahipti. Osmanlı yönetimi dönemi, Balkanlar’ın
etnik ve kültürel yapısının oluşmasında da son derece etkili olmuştur. Osmanlı döneminde
hem bölgeye yerleştirilen Türkler hem de İslamiyet’in bölgeye ulaşması ile birlikte Balkanlar
farklı bir kimlik kazanmıştır. Bu farklı kimlikler bugün özellikle Batı Balkanlar’da birçok
küçük devletin olmasına yol açmıştır. Balkanlar’daki Osmanlı geçmişi, bugün Türkiye’nin
bölgeyle ilişkilerinin de temelini oluşturmaktadır.
1 İhsan Gürkan, “Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye: Geçmişin Işığında Geleceğe Bakış,” Balkanlar, Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993, s.261.
3
Balkanlar’daki Osmanlı İmparatorluğu geçmişinin kültürel mirası yanında en önemli
izi, İslamiyet’in bölgeye gelmiş olmasıdır. Müslüman ve Hıristiyan unsurların iç içe yaşaması
bölgenin en başta gelen dinamiği olmuştur ve gelecekte de olacaktır. Bölgede doğrudan dinsel
çatışma olarak görülmese de tetikleyici unsurların başında dinsel farklılık gelmektedir.
Avrupa için Balkanlar, II. Dünya Savaşı’ndan SSCB’nin dağılmasına kadar olan
süreçte tehdit unsurudur. Fakat Yunanistan ve Türkiye’nin NATO içerisinde yer alıyor olması
Avrupa’yı bölgeden gelebilecek bir tehlikeye karşı koruyordu. Soğuk Savaş dönemi tecrübesi
Avrupa’ya Balkanlar’ın stratejik önemini iyi öğrettiğinden günümüzde AB’nin Balkan
politikası bölgede daimi barış temeline dayanmaktadır. Bu noktadan bakıldığında Türkiye ve
Avrupa’nın yolları Balkanlar’da kesişmektedir. İki tarafın da güvenlikleri açısından Balkanlar
arka bahçe rolünü oynamaktadır. Bununla birlikte AB, son zamanlarda yürüttüğü politikalarla
bir adım öne geçerek Balkanlar’ı arka bahçe olmaktan çıkarıp doğrudan ilgi alanı içerisine
dahil etmektedir.
Avrupa, genel olarak Balkanlar’ı, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopmaların
başlamasına kadar olan süre içerisinde ayrı devletlerin olduğu bir coğrafya olmaktan çok
imparatorlukların yönetimindeki topraklar olarak görmüştür. Özellikle Osmanlı
İmparatorluğu’nun 15. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmesi ve 19. yüzyıla kadar bölgeyi
kontrol altında tutması nedeniyle Balkanlar’ın Avrupa’nın gözünde Osmanlı
İmparatorluğu’nun mirası olarak görülmesine neden olmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Yunanistan’ın bağımsızlığını İngiltere, Rusya ve
Fransa’nın desteği ile kazanması sonrasında Balkanlar, Avrupa güçleri ve Rusya için yeni ilgi
alanı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecine girmesi üzerine Balkanlar’ın
büyük güçler tarafından yapılan stratejik planlar doğrultusunda parçalanarak yeni devletler
kurulması, I. Dünya Savaşı öncesine rastlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908’te ilan
edilen İkinci Meşrutiyet’ten 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesine kadar geçen
4
altı yıllık süre içinde Osmanlı Devleti çoğu Balkan kaynaklı bir dizi iç ve dış sorunla darbe
almıştır. Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi,
Yunanistan’ın Girit’i ilhak teşebbüsü İkinci Meşrutiyet’in ilanını takiben ortaya çıkan
sorunlar olmuştur. İtalya’nın Trablusgarb’a saldırmasının ardından Osmanlı Devleti’nin
İtalya ile savaşa tutuşması ise Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan’ın Makedonya’yı ele
geçirmek konusundaki çabalarına zemin hazırladı ve bu çabaların sonucu olarak da Balkan
Savaşları patlak vermiştir.2
1912 ve 1913 yıllarında yaşanan Balkan Savaşları, Makedonya’nın Bulgaristan,
Sırbistan ve Yunanistan arasında paylaşılamamasından kaynaklanmıştır. Rumeli’ye kadar
uzanan geniş bir coğrafyayı içine alan Makedonya üzerinde tarihsel hak iddia eden üç devletin
savaşı sadece Balkanlar’ı etkilemekle kalmamıştır. I. Dünya Savaşı’nın da tetikleyicisi olan
bu savaşlar Avrupa dengelerinin değişmesine neden olan bir sürecin ilk adımıdır. Bu nedenle
Balkanlar’da 20. yüzyılın sonunda yaşanan savaşlarla başında yaşanan savaşlar arasında ortak
noktalar bulunarak bağlantı yapmak mümkündür.
I. Dünya Savaşı’nın ardından şekillenen Avrupa kıtası içinde Balkanlar kendi
aralarında bölgesel işbirliği yapmanın yollarını aramışlardır. 1930 ile 1933 arasında
Bulgaristan ve Arnavutluk da dahil olmak üzere tüm Balkan ülkelerinin katılımıyla Balkan
Birliği kurulması yönünde görüşmeler yapılmıştır. Çalışmaların sonucunda 1934 yılında
Bulgaristan ve Arnavutluk dışında kalan Balkan ülkeleri Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve
Romanya Balkan Paktı’nı imzalamışlardır. Pakt uygulanamadan çeşitli sebeplerle kısa süre
içinde sona ermiştir. Fakat bölge ilişkilerini göstermesi açısından Balkan Pakt’ı önemli
olmuştur. Çünkü Balkan Birliği’nin oluşturulmaya çalışıldığı yıllar, Avrupa’da Fransa
Başbakanı Briand’ın Avrupa Birliği kurulması yönünde çalıştığı yıllarla çakışmaktadır.
Avrupa devletleri arasında siyasi bir birlik kurulamayacağı anlaşılınca Avrupa’nın büyük
2 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1997, s.651.
5
devletleri, özellikle Fransa, bölge anlaşmalarına önem vermeye başlamışlardır. Bu nedenle
Balkanlar’da barışın kurulması ve korunmasını amaç edinen Balkan Birliği girişimi
Avrupa’dan destek görmekteydi.3 1954 yılında ikinci kez Balkan Birliği kurulması yönünde
çalışmalar başlamıştır. İkinci Balkan Birliği’nin amacı, ortak tehdide karşı kuvvet birliği
yapmaktı. Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanan antlaşma ile SSCB’den
gelen baskı azaltılmak istenmiştir. Fakat bu Pakt’ın sonu da ilki gibi çabuk gelmiştir.4
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Balkanlar’ın bir kısmı SSCB etkisinde kalarak bir kısmı
da iki kutuplu yapıdan uzak durarak Avrupa sisteminden ve değerlerinden uzaklaşmıştır.
Balkan ülkeleri SSCB’nin dağılmasına kadar geçen neredeyse yarım yüzyıllık süre içerisinde,
Yugoslavya’nın Bağlantısızlar hareketi içerisinde olması sayılmazsa, uluslararası sistemde
Avrupa’yla karşı kutuplarda yer almaktaydılar. Avrupa ise bu dönemde SSCB’ye karşı
kendini NATO güvencesi altına alarak ekonomik birlik kurma yolunda ilerlemekteydi.
Balkanlar ise Avrupa kıtası içerisinde yer almasına rağmen Batı Avrupa tarafından “Avrupalı”
kimliğine sahip olarak görülmüyordu. Avrupa’nın ve Atlantik İttifakının Soğuk Savaş
boyunca Balkanlar’la ilgisi bu nedenle Türkiye ve Yunanistan ile sınırlıydı.
Soğuk Savaş dönemi, Avrupa ile Balkanlar arasında işbirliğinin gerçekleşmesine
olanak veren bir ortamdan yoksundu. Batı Balkanlar şeklinde bir tanım ise Avrupa siyasi
literatüründe yoktu. Günümüzde Batı Balkanlar olarak adlandırılan yer Avrupa devletleri için
Yugoslavya sınırları ve Arnavutluk’tan ibaretti. Bu iki ülke SSCB ile doğrudan bağlantılı
olmamakla birlikte Avrupa ile de aralarında kesin çizgiler bulunan fakat komünist yönetim
tarzını benimsemiş ülkelerdi. Bu nedenle Batı Avrupa ile Batı Balkanlar arasında siyasi
ilişkilerin başlama tarihi olarak 1990 yılı kabul edilebilir.
1990 yılına kadar süren bu süre içerisinde Avrupa da yeni bir yapılanma içerisine
girmiştir. Avrupa Toplulukları’ndan Avrupa Birliği olma yolunda atılan adım Balkanlar’da 3 Abdülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 258-261. 4 Ibid., s.272-276.
6
yeni devletlerin kurulması ile eş zamana denk düşmektedir. 1993 yılına kadar Avrupa
Toplulukları olarak adlandırılan yapılanma zaman içerisinde genişleyerek Batı Avrupa’nın
büyük bir kısmını içine alarak üye sayısını iki katına çıkarmış ve yeni üyelerle
genişleyeceğinin sinyallerini vermeye başlamıştır. Bu süre içerisinde AT’nin dış politikası dış
ticaret politikasıyla eşdeğerdi. AT’nin siyasi olarak dış ilişkilerinde ortak hareket edememesi
ekonomik ve ticari ilişkilerle kapatılmaya çalışılıyordu. Fakat Balkanlar’ın Sovyet etkisi
altında olması nedeniyle ekonomik ilişkiler de 1990 sonrası dönemde başlamıştır. Bu nedenle
AT ile Batı Balkan ilişkileri gibi bir durum geniş ölçekte söz konusu olamamıştır.
Dünyada dengelerin değişim yılı olan 1989 kısa süre içerisinde Avrupa tarihi için
annus mirabilis (mucize yılı) olarak lanse edildi. Politbüroların yıldırım hızıyla düşürülmesi,
hükümetlerin, siyasi sistemlerin ve hatta devletlerin sonunun gelmesi Avrupa kıtası için bir
dönüm noktası olmuştur. Avrupa 1945 yılında otuz yıl süren savaş nedeniyle parçalanmış bir
durumdaydı. 1990’da ise kıtanın birleşmesi yolunda duyulan yeni ve gerçekçi bir görünüme
bürünmüş olan umut yeniden filizlenmeye başladı.5 1989 yılı Doğu Avrupa’da uzun süredir
devam eden ayaklanmaların sonu gibiydi. Fakat bu son, savaşlar için yeni bir başlangıç
anlamına da gelmekteydi.
SSCB’nin dağılmasının ardında yatan bir çok sebepten ikisi doğrudan Avrupa ile
ilgilidir. Birincisi, Gorbachev’in “Ortak Avrupa Evi” fikrinin, Doğu Avrupa’nın, birleşen Batı
Avrupa’ya doğru hedefini meşru hale getirme gibi beklenmedik bir sonuç yaratmasıdır.6
Diğeri ise Batı’nın mıknatıs gücünün Avrupa’nın doğusunu cezbetmesidir.7 Avrupa
Topluluğu yoluyla artan ekonomik refah ve AGİK yoluyla yayılan demokrasi isteği Doğu
Avrupa devletlerini hareketlendiren nedenlerden olmuştur. Özellikle AGİK, Avrupa tarihinin
en ilginç olgularından biridir. Avrupa’da güvenlik ve işbirliği konusunda konferans yapılması
fikrini ortaya atan Sovyetlerdi. Fikre başta karşı çıkan Batı Avrupa devletleri ise sonra AGİK 5 Ludger Kühnhardt, Devrim Zamanları, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s.255-257. 6 Zbigniew Brzezinski, Büyük Çöküş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2000, s.173. 7 Kühnhardt, op. cit., s.266.
7
yapısının özellikle insan haklarının uygulanması açısından , Batı Avrupa ruhunun Doğu’ya
aktarılabileceği ve bu amaçla Doğu Avrupa’nın kapılarını açabileceğini düşünerek AGİK’i
sahiplenmişlerdir.8
Avrupa’nın birleşme sürecinde Balkanlar ve özellikle Batı Balkanlar en geç Avrupa
sistemi ile tanışan bölge olmuştur. Orta ve Doğu Avrupa devletleri 1989’dan sonraki süreçte
siyasi ve ekonomik dönüşümü hızla gerçekleştirirken Batı Balkan ülkeleri Avrupa ile
entegrasyon yerine öncelikle bağımsızlıkları için savaşmışlardır. Yugoslavya’nın dağılma
süreci eskiden beri sallantıda olan dengeleri altüst etmiştir. Savaşın dışında kalanlar ise ya
komşularıyla sorunlar yaşamış ya da dönüşüm sürecinin şiddetli sancılarını çekmiştir. Bu
savaşlar, Batı Balkanlar’ın Avrupa ile yakınlaşmasını geciktiren başlıca sebeptir. Diğer bir
sebep ise Balkan devletlerinin birbirinden farklı ekonomik gelişme düzeyine sahip
olmalarıdır. Balkan devletleri arasında iki taraflı ilişkiler Soğuk Savaş döneminde aynı tarafta
olmalarına karşın çok kısıtlıdır. Bu ülkeler komünist düzenin etkilerini üstlerinden atmadan
bölge dışından kendilerine partner aramaya başlamışlardır.9 Bu nedenle Avrupa ile
Balkanlar’ın ortak tarihi için “uzun bir aradan sonra 1989 yılında yeniden başladı” tabirini
kullanmak yanlış olmayacaktır.
Batı Balkanlar’ın Avrupa ile ilişkileri bundan sonraki süreçte AB ile ilişkileri
anlamına gelecektir. AB, son aşamada Avrupa’yı siyasi ve ekonomik olarak birleştirmeyi
amaçladığı sürece, Batı Balkanlar’ın AB içine bir şekilde dahil olması kaçınılmaz bir sonuç
olacaktır. Fakat Balkanlar’da çözümlenmemiş sorunların varlığı Avrupa’yı tarihi
tecrübelerden hareketle endişelendirmektedir.
Yukarıda genel olarak tarihi ve coğrafyası hakkında bilgi verilen Batı Balkanlar,
uluslararası ilişkilerde incelenen alanların başında gelmesine rağmen AB’nin bölge
politikaları üzerinde yeterince durulmaması, tezin konusunun seçilmesinde başlıca nedendir. 8 Ibid., s.267. 9 Loukas Tsoukalis, “The European Community and the Balkans,” The Volatile Powder Keg: Balkan Security After the Cold War, ed. F. Stephen Larrabee, The American University Press, Washington D.C., 1994, s.219.
8
Bu kapsamda bütünlüğü bozmamak için çalışmanın konusu dış politika temeline
dayandırılmasına rağmen AB’nin ekonomi politikalarına da genel hatlarıyla değinilmiştir. Bu
dorultuda öne sürelen tez, ekonomi politikalarını ve genişleme perspektifini bölgede başarıyla
sürdüren AB için dış politika alanında aynı değerlendirmeyi yapmanın mümkün olmadığıdır.
AB siyasi birlik olma yolunda attığı adımları, Balkanlar’da uygulamada çoğunlukla başarısız
olmuş ve bu başarısızlığı ODGP’yi de olumsuz etkilemiştir.
AB-Batı Balkan ülkelerinin ilişkilerinin incelendiği bu çalışmanın temel dayanağı, AB
dış politikasıdır. Bu kapsamda AB’nin dış politika yürütme becerisine sahip olup olmadığı da
sorgulanmıştır. Balkanlar’ın, AB’nin 1993 yılında uygulamaya koyduğu ODGP’nin gelişim
süreciyle yakından bağlantılı olduğunun ortaya konulduğu bu çalışmada, bölge ülkelerinin
bağımsızlık mücadeleleriyle başlayan savaşlar ve çatışmalar doğrultusunda kronolojik bir
inceleme yapılmıştır.
Avrupa Birliği’nin ODGP’nin oluşturulma sürecine Batı Balkanlar’ın etkisinin ele
alındığı bu çalışmada, Batı Balkan ülkeleri arasında ve kendi içlerindeki çatışmalar ve
sorunlar temel alınarak bunlara karşı AB’nin tavrı ve geliştirdiği politikalar incelenmiştir.
Giriş ve sonuç bölümleri dışında dört bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde, Batı
Balkanlar’da Yugoslavya’nın dağılması sürecinde yaşanan çatışmalar ve AB’nin çatışmaları
sona erdirme girişimleri incelenmektedir. Hırvatistan, Slovenya ve Bosna-Hersek’in
bağımsızlıklarını kazanma sürecinde yaşananlar karşısında AB’nin bu ülkeleri tanıma
konusunda içine düştüğü durum ve barışın NATO bombardımanı ve ABD arabuluculuğu
vasıtasıyla gelmesinin ODGP üzerinde yarattığı etki ele alınmıştır. Aynı bölüm içerisinde
Kosova sorunu da yerleştirilerek 1999 yılına kadar olan süreç kesintiye uğratılmadan
incelenmiştir. AB’nin bölgeye yönelik politikasının dönüm noktası olan Kosova Krizi’nin
ODGP’ye etkisi ve üye devletlerin tutumları ayrı başlıklar altında toplanmıştır.
9
Çalışmanın ikinci bölümü, Dayton Barış Anlaşması sonrası AB’nin bölgeye yönelik
geliştirdiği politikalarla ilgilidir. Bu kapsamda, Royaumont Süreci ve Bölgesel Yaklaşım
Politikası’na genel hatlarıyla değinildikten sonra 1999 sonrasındaki iki önemli girişim, İstikrar
Paktı ve İstikrar ve Ortaklık Süreci ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Özellikle AB’nin
sürmekte olan İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin gelişim süreci üzerinde durularak AB’nin Batı
Balkan Ülkeleri’ne verdiği üyelik perspektifi ele alınmıştır.
Üçüncü bölüm, ikinci bölümde yer alan İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin ülkelere
yönelik ayrı ayrı geliştirdiği politikalar kapsamında AB ile kurulan ilişkiler ve ülkelerin
mevcut siyasi durumları ile AB stratejileri göz önüne alınarak hazırlanmıştır. AB’nin İstikrar
ve Ortaklık Süreci içerisinde yer alan beş ülkenin AB ile ilişkisinin incelendiği bölümler,
ülkelerin kendine has sorunları ve AB’nin bu sorunlar karşısındaki tutumlarını içermektedir.
Çalışmanın son bölümü, AB dış politikası ve güvenliğine Batı Balkanlar’ın etkisinin
genel bir bakışla değerlendirmesini içermektedir. Batı Balkanlar’ın ODGP’ye etkisinin
yorumlanmasının yanı sıra AB dış politikasının iki önemli parçası genişleme politikası ve
Transatlantik ilişkileri kapsamında ayrı bir inceleme yapılmıştır. Son olarak Avrupa Güvenlik
ve Savunma Politikası’nın gelişim sürecinde Batı Balkanlar faktörü ve somut girişimler ele
alınarak Avrupa güvenliğine Batı Balkanlar’ın etkisi ortaya konulmaya çalışılmıştır.
10
I. BALKAN KRİZLERİNDE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TUTUMU
Avrupa kıtası tarihinde Balkanlar adının savaşlarla birlikte anılması alışılagelmiş bir
durumdur. Bölgenin bu unvana sahip olmasının nedenleri arasında ilk sırayı coğrafi önemi
alırken, en az onun kadar önemli bir diğer neden ise bölgenin çok farklı etnik grupları bir
arada bulundurmasıdır.1990 sonrası değişen düzende bu etnik farklılıklar yeni bir çok savaşın
temel nedeni olmuş ve Balkanlar tarihinde bir kez daha adını savaşlarla duyurmuştur.
Balkanlar, 1990 sonrası dönemde savaşlarla boğuşurken hemen yanı başında yeni bir
yapılanma dünya siyasetinde etkili olabilmek adına uğraşıyordu. 1993’ten itibaren Avrupa
Birliği adını alan ve dünyanın belli başlı büyük güçleri olma iddiasını taşıyan devletleri
bünyesine barından bu yapılanmanın Balkan krizlerindeki tavrı, onun ilk ciddi dış politika
sınavındaki notunu belirleyecekti. Maastrich Antlaşması ile oluşturduğu yeni yapılanması
içindeki Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın inandırıcılığı ve bir anlamda da geleceği bu
tavra bağlıydı. Avrupa Birliği’nin Bosna ve Kosova krizlerinde oynadığı rol ve geliştirdiği
stratejiler bölgenin geleceğinden çok kendi geleceği açısından önem kazanıyordu. Bu nedenle
Balkan krizleri ve AB politikaları incelenirken bu ayrım dikkate alınacaktır.
A. 1990 Sonrası Dönemde Balkanlar’da İlk Savaş: Yugoslavya’nın Parçalanması
Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından Orta ve Doğu Avrupa’da bağımsız olan devletler
Batı Avrupa ülkelerinin dikkatini çekmeye başladı. O zamana kadar Sovyet bloğu içerisinde
yer almış ve komünist sistemle yönetilmiş bu ülkeler Batının ilgisini özel olarak çekmiyordu.
Batı için Yugoslavya tek bir devletti ve komünist blokla arasında bir tampon bölgeydi. 1990
sonrasında Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerin bağımsız olarak Avrupa kıtası içerisinde
11
yer alması yeni bir olgu olmuştur. Sadece yeni kurulan devletler değil aynı zamanda rejim
değişikliği yapan devletler ile Avrupa’nın bu yeni düzeni, Batı tarafından kaçırılmaması
gereken bir fırsat olarak görüldü. Avrupa kıtası böylelikle bir bütün olarak AT tarafından
temsil edilebilir ve bu AT’nin uluslararası ilişkilerde yerini güçlendirirdi. Bu nedenlerle yola
çıkan Topluluk, o dönemde kuruluşundan bu yana gerçekleştirmeye çalıştığı bir ideali, siyasi
birlik olma isteğini böylece gündeme getirebilirdi. Bu düşünceler AT’nin ilk politikalarında
kendini gösterecektir.
1. AT’nin Yugoslavya Krizindeki İlk Girişimleri: Soğuk Savaş’ın ardından AT’nin
Yugoslavya’ya bakışı öncelikle ülkenin toprak bütünlüğünün korunması ve Batı sistemine
mevcut haliyle entegre edilmesi yönündeydi. AT bu nedenle 1991 yılında Hırvatistan ve
Slovenya’nın bağımsızlıklarını ilan etmelerinin hemen ardından “Yugoslavya’nın toprak
bütünlüğünü” desteklediğini beyan etmiştir.10 Bunun yanı sıra Topluluk, Yugoslavya federal
hükümetine ekonomik yardım sözü vermiş ve Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlığını
açıklamasından sadece bir gün sonra bu sözünü yerine getirerek federal hükümete 850 milyon
dolar kredi sağlamıştır.11 AT’nin krizin başında takındığı bu tavır, sorunun en kısa yoldan
çözümüne yönelikti. Ayrılıkçı harekete karşı olmak ve mevcut devletin toprak bütünlüğünü
destekleyen açıklamalarda bulunmak etnik yapısı son derece karmaşık olan bir bölgede
çatışmanın büyümesini önlemek açısından kimi zaman etkili olan bir yöntemdir.
a. AT Troykası: AT ülkeleri, krizin başlangıcında, bu tek taraflı bağımsızlık
girişimini tanımamanın yanı sıra diplomatik yardımla ve ekonomik destek programlarıyla
krizi kontrol altında tutabilecekleri inancındaydılar. Bu nedenle AT ilk resmi girişim olarak
10 Martin Holland, European Communitiy Integration, St Martin’s Press, New York, 1992, s.136. 11 Kostas G. Messas, “Failure in Former Yugoslavia: Hard Lessons for the European Union,” Crises in the Balkans, ed. Constantine P. Donopokilos and Kostas G. Messas, Westview Press, Colorado, 1997, s.312.
12
AT troykasını kullanma yolunu seçmiştir.12 AT’nin ülkeyi bir arada tutma girişimi Haziran
1991’de AT troykasının çalışmalarını başlatmıştır. Troyka, öncelikle 30 Haziran’da
Slovenya’da ateşkes ve Yugoslavya’nın geleceği hakkında anlaşmaya varmak için üç aylık
moratoryum yapılması çağrısında bulunmuştur. AT’nin sunduğu ateşkes planı içinde
Yugoslav Federal Ordusunun geri çekilmesi ve Slovenya’nın bağımsızlık deklarasyonu
uygulamasına üç ay ara vermesi yer almıştır. Ağustos ayının başında Federal Ordu,
Slovenya’dan geri çekilmiştir.
Troyka, ateşkes çağrısını Slovenya’dan sonra Hırvatista’a yapmıştır. Federal Ordu
işgali altındaki Hırvat topraklarından çıkmayan Sırplara yönelik ekonomik yaptırımlar ve
politik izolasyon tehdidinde bulunmuşlardır.
Tüm girişimlere rağmen Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jacques Poos, İtalya Dışişleri
Bakanı Gianni de Michelis ve Hollanda Dışişleri Bakanı Hans van den Broek’dan oluşan AT
troykasının Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsız olma isteklerini engelleme girişimi
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ateşkes ve moratoryum ilan edilmesi yolundaki girişimleri de
sonuca ulaşamamıştır. Troyka’nın Hırvatistan ve Slovenya’yı ikna etmedeki başarısızlığı
sadece AT’nin bölgeyi ve görevini iyi tanımlayamama suçlamasını değil aynı zamanda
AT’nin bu devletleri tanıyıp tanımama ikilemi içine girmesini doğurmuştur.13 Bununla
birlikte, troyka, süregelen çatışmaları sona erdirmek amaçlı bir görüşme yapılması için tüm
tarafları bir araya gelmeye ikna edebilmiştir.
b. Lahey Görüşmeleri14 ve Badinter Komisyonu: Taraflar 7 Eylül 1991’de,
başkanlığını eski İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Carrington’un yaptığı AT destekli bir barış
konferansı için Lahey’de bir araya gelmişlerdir. Lord Carrington, konferansta herhangi bir
12 Ben Soetendorp, Foreign Policy in the European Union, Longman, New York, 1999, s.140. 13 Dimitris Papadimitriou , “The EU’s Strategy in the Post-Communist Balkans,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.1, No.3, (September 2001), s.80. 14 Lahey görüşmeleri, Hollanda’nın Hague şehrinde yapıldığı için “Hague Süreci” adıyla da anılmaktadır.
13
arabulucu anlaşmanın iki ilkeye dayanacağını açıklamıştır. Bu ilkeler; iç sınırların ulusal veya
uluslararası bir güç tarafından değiştirilemeyeceği ve azınlık haklarının garanti edilmesiydi.15
Konferansta taraflar kendi görüşlerini karşı tarafa sunmuşlardır. Lahey görüşmelerinde
AT tarafı, Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerin mevcut sınırlarının uluslararası sınır olma
önerisini Sırp tarafına kabul ettirememiştir. Sırp tarafının getirdiği “Mini Yugoslavya”16
önerisi ise taraflarca kabul görmemiştir. Sonuçta, konferansta taraflar arasında uzlaşma
sağlanamamıştır. Bununla birlikte, konferans sonunda yayınlanan deklarasyonda görüşmeler
süresince çözüme ulaşılamamış konuları ele almak için bir “Hakem Komisyonu” kurulduğu
belirtilmiştir. Hakem komisyonunun bir diğer görevi ise Hırvatistan ve Slovenya’ya yönelikti.
Sırp tarafının uzlaşmadan uzak görüntüsü ve bölgeden gelen yeni çatışma haberleri,
AT’nin Yugoslavya krizi karşısındaki tutumunun değişmesine neden olmuştu. AT, diplomatik
girişimlerin başarısızlığı sonucunda, bağımsızlıklarını ilan eden devletlerin tanınabileceği
yönünde mesajlar vermeye başlamıştır. Bu amaçla Hırvatistan ve Slovenya’nın,
bağımsızlıkları için yeterliliklerini değerlendirmek amacıyla hakem komisyonunun
görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır.
16 Aralık 1991’de Genel İşler Konseyi tarafından toplanan Hakem Komisyonu,
Hırvatistan ve Slovenya’nın demokrasi ve insan hakları itimatnamesini değerlendirmiştir.
Fransız Hukukçu Robert Badinter başkanlığındaki bu komisyona Badinter Komisyonu adı da
verilmektedir. Komisyonun hazırladığı raporda söz konusu ülkelerin 15 Ocak 1992’de
tanınabileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte raporda Hırvatistan’ın azınlık haklarına saygı
konusunda ciddi sorunlar yaşadığı ve bu konunun şüphe uyandırdığı da raporda
belirtilmekteydi.17
15 Messas, op. cit., s. 314. 16 Mini Yugoslavya önerisi , Sırbistan, Karadağ ve Federasyon içinde kalmak isteyen diğerlerini içeriyordu. Bunun kapsamına özellikle Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki Sırp otonom bölgeleri girmektedir. 17 Papadimitriou, op. cit., s.80.
14
Lahey konferansının Badinter Komisyonu’nu görevlendirmekten başka kaydettiği en
önemli sonucu AT üzerinde olmuştur. Sırp tarafının tavrını gören AT, diplomatik çabaları
yanında ekonomik yaptırımları devreye sokmuş ve 12 Kasım 1991’de Yugoslavya’ya karşı
ekonomik yaptırım kararı almıştır.18 Sırp tarafının konferans sürecince kararlara itiraz etmesi
ve barış girişimlerini, etnik azınlıkların tekliflerini reddederek ve referandumla sınırları
değiştirme hakkına sahip oldukları konusunda ısrar ederek, engellemesi onların savaştan
birinci derecede sorumlu tutulmalarına sebep olmuştur. AT, Sırp tarafının gücünü kırmak
amacıyla BM Genel Konseyi’ndeki ülkeleri, İngiltere, Fransa ve Belçika aracılığıyla petrol
ambargosu uygulanması konusunda BM’i cesaretlendirmiştir.
Tüm çabalara rağmen Lahey Komisyonu taraflar arasında ateşkesi sağlayamamıştır.
Hem diplomatik hem de ekonomik yolları kullanan AT ise üstlendiği görevde başarısız
olmuştur. Badinter Komisyonu kararı ile de yeni bir politika geliştirerek “bağımsızlıklarını
ilan eden devletleri tanıma” yoluna gitmiştir.
2. AT içinde Tanıma Sorunu: AT’nin diplomatik arabuluculuk çabasından sonra
giriştiği “tanıma politikası” büyük ölçüde Almanya’nın yoğun baskısının sonucunda gelinen
bir noktaydı. Almanya, topluluğun belirlediği 15 Ocak tarihini beklemeden 23 Aralık 1991’de
daha Badinter raporu bile yayınlanmadan Hırvatistan ve Slovenya’yı tanımıştır. Almanya’nın
bu davranışı tesadüf değildir. Almanya bu yolla 1990 sonrası dönemde AT içinde ağırlığını
daha fazla hissettirmek ve liderlik rolünü oynamak istemiştir.19 Ayrıca Yugoslavya krizinde
AT içinde en aktif politika yürüten devlet olan Almanya’nın Slovenya ve Hırvatistan ile tarihi
ve kültürel bağları vardı. Bu nedenle Almanya, her iki ülkenin bağımsızlığının tanınması için
18 Holland, op. cit., s.137. 19 Bağcı, op. cit., s.53.
15
AT içinde en çok istekli olan ülkeydi. Hatta bu isteği onu kimi zaman AT içinde tehditkar bir
tavır takınmaya kadar götürüyordu.20
Almanya’nın karşısında ise Avrupa’nın diğer iki güçlü ülkesi Fransa ve İngiltere yer
almaktaydı. Bu iki ülkenin Yugoslavya krizinde ortak bir politika izlediği söylenemez. Ne var
ki Almanya’ya karşı politikaları benzerdi. Her iki ülke de Almanya’nın tanıma konusundaki
baskısını yersiz bulmaktaydılar. Almanya’nın tanıma konusundaki yoğun baskısına karşı AT
içine direnen İngiltere ve Fransa, 1989 yılında birleşmiş olan Almanya’nın kendi içinde ortak
dış politika yürütmede sorun yaşamadığını görmüş ve bu ülkenin yeniden güçlenerek Avrupa
içinde etkin hale gelmesinden endişe etmiştir. İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği diğer AT
ülkeleri, Almanya’nın Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını tanımasını yerinde olmayan
ve aceleci bir tutum olarak değerlendirmişlerdir.21 Buna rağmen AT, Almanya’nın açtığı
yoldan ilerlenmiş ve önce 15 Ocak 1992’de Hırvatistan ve Slovenya’yı ardından da 17 Nisan
1992’de Bosna-Hersek’i tanımıştır.
Almanya’nın AT’den önce bu iki ülkeyi tanıması, ortak dış politikanın zayıflığını
ortaya koymuştur. Krizin başından itibaren ortak hareket etmeye çalışan AT, dış politika
konularında ortak hareket etmenin zorluğunu Almanya’nın bağımsız tavrıyla bir kez daha
yaşamıştır. Almanya’nın baskısı zamanlama açısından tarihi Maastrich Antlaşması ile denk
düşmüştür. 7 Şubat 1992’de imzalanan Antlaşma içindeki Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
daha oluşum aşamasında Almanya’nın Hırvatistan’ı tek başına tanıma tehdidiyle bozulma
tehlikesi ile yüz yüze gelmiştir. Bu aşamaya gelmek için çok uğraşan Avrupalı devletler ise
Almanya’nın tehdidine boyun eğmek durumunda kalmışlardır.
Krizin başında değişen AT politikası ve peşinden gelen Yugoslavya federasyonundaki
devletlerin bağımsız olma isteğinin Avrupa tarafından onaylanması, bundan sonraki sürece
20 Erhan Türbedar, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Balkanlar ve Avrupa Birliği,” Stratejik Analiz, C.3, S.4, (Şubat 2003), s.66. 21 Başak Kale, “Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası: Çelişkiler İçinde Bir Yanılsama,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM, Ankara, 2001, s.298.
16
AT’nin dış politikasına karşı güven eksikliği şeklinde yansımıştır. Uluslararası çevrelerde
AT’nin bağımsızlığı onaylaması ile kısa süre sonra patlak verecek olan Bosna savaşı arasında
ilişki kurulması, AT’nin yanlış politika izlediği ve savaşın gidişatı açısından tetikleyici rol
oynadığı yorumlarının yapılmasına da neden olmuştur. Dahası yeni kurumsallaştırılmaya
çalışılan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın güvenirliği açısından AT, baştan sorunlar
yaşamaya başlamıştır.
3. Yugoslavya Krizinde AT Dış Politikasının Değerlendirilmesi: Yugoslavya’da
çıkan bu ilk krizde AT’nin izlediği dış politikayı tek kelimeyle özetlemek gerekirse
“isteksizlik” son derece uygun düşecektir. Bu isteksizliğin temel nedeni AT’nin dış politikada
ortak hareket edebilme kabiliyetine karşı, üye devletlerdeki inançsızlıktan kaynaklanıyordu.
Bu nedenle AT ülkelerinin krize bakış açısı milli çıkarları doğrultusunda olmuştur.
Topluluğun da kriz boyunca ortak politika yürütememesi, devletlerin kendi politikalarını
geliştirmesinde etkili olmuştur.
AT üyesi ülkelerin Yugoslavya krizinde izledikleri dış politikaların birbirinden farklı
noktalarda olması bir gerçeği de ortaya koymaktaydı. Soğuk Savaş sonrası dönemde ilk ciddi
dış politika sorunuyla karşı karşıya gelen topluluk içinde “ortak ses”in oluşamaması
topluluğun küresel bir güç olmaktan çok uzak olduğunu göstermekteydi.
1990 sonrasında uluslararası ortamda art arda gelen değişimler karşısında AT kendine
bir yön bulmakta zorlanmıştır. Küresel bir güç olmanın öncelikle bölgesel bir güç olmaktan
geçtiği gerçeğine rağmen AT, ilk bölgesel krizde etkisizliğini gözler önüne sermiştir. Bununla
birlikte krizin başlangıcında AT’de ve ABD’de krizin bir Avrupa sorunu olduğuna dair tam
bir görüş birliği vardı. Çatışmaların yoğun bir şekilde yaşanmaya başladığı zaman bile AT,
soruna çözüm bulabileceği inancındaydı. ABD’nin de o dönemde Irak’ta operasyon yapıyor
17
olması, Balkanlar’da yaşanan krizinin Avrupa’ya havale edilmesini tetikleyen bir faktör
olmuştur.
Yalnız gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek vardı; Soğuk Savaş sonrasında
yaşanan Avrupa kıtası içerisindeki bu ilk kriz Avrupa’da yeni güç kırılmalarını beraberinde
getirebilirdi.22 Avrupa kıtası, tarihinde birçok kez yaşadığı gibi milliyetçilik akımlarının
etkisiyle yeni savaşlara sürüklenebilirdi. Tüm bu ihtimallere karşı topluluk kurmuş olan
Avrupa birlikte hareket edebildiğini hem kendine hem de dünyaya kanıtlamak durumundaydı.
Fakat AT bir taraftan kendi içinde ortak karar çıkarmakta zorlanırken bir taraftan da karşı
karşıya kaldığı bu ilk krizle baş etmeye çalışıyordu.
AT’nin krizi önlemek adına attığı somut adımlar23 çatışmalara nasıl müdahale
edileceği konusunda üye devletler içinde tartışmalara yol açmıştır. Kriz konusunda etkili
çözümler getirmek için BAB’ın devreye sokulması da ayrı bir tartışma konusu olmuştur. AT
üye devletleri arasındaki fikir ayrılıkları oluşturulmaya çalışılan Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası’nın yara almasına neden olmuştur. 1993 yılında bu politika yürürlüğe girdiğinde
hükümetlerarası niteliğiyle AB’nin etkisiz bir parçası olacaktır.
AT üyeleri arasında askeri önlemler konusunda görüş birliğine varılamaması, BM’nin
devreye sokulmasını gündeme getirmiştir. Böylece AT, bundan sonraki süreçte devre dışı
kalmış ve AT üyesi ülkeler BM çatısı altında bölgeye müdahale etmeye başlamışlardır.
BM’nin Yugoslavya krizine dahil olmasıyla AT, uluslararası alanda kendini kabul ettirme
konusunda büyük bir fırsatı da kaçırmıştır.
AT’nin Yugoslavya’da çıkan 1990 sonrası ilk krizde bölgeyi anlamakta zorlanması ise
ortak dış ve güvenlik politikası için gerekli olan ortak paydanın zayıflığının görülmesine
22 Trevor C. Salmon, “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and Yugoslavia, 1990-1992,” International Affairs, C.68, No.2, (Nisan 1992), s.248. 23 AT’nin krizin patlak verdiği 1991 yılında attığı ilk adım, Avrupa Topluluğu Gözlemci Misyonu adıyla silahlı olmayan güçlerden oluşan ateşkes denetleme birimi oluşturmak olmuştur. Gözlemciler aynı zamanda arabuluculuk girişimlerine katkıda bulunmuşlardır. AT, daha sonra Fransa’nın önerisi ile BAB’ı devreye sokmak istemiş ve çalışma grubuna lojistik destek sağlamak için BAB kullanılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ben Soetendorp, Foreign Policy in the European Union, Longman, New York, s.141-142.
18
neden olmuştur. AT’nin bölge ülkelerini tanıyıp tanımama konusunda yaşadığı kararsızlık ve
fikir ayrılıkları çok daha önemli bir konunun gözden kaçırılmasına neden olmuştur.
Balkanların kendine has özelliği nedeniyle bölgede atılan bir adımın nasıl sonuçlanacağı
düşünülmemiş ve AT’nin Avrupa’nın bu bölgesine karşı bir gelecek planlaması yapmadığı
ortaya çıkmıştır. AT’nin 1991 ve 1992 yıllarında gösterdiği kararsız tutumu, onu devam eden
süreçte olayların dışına itmiştir.
B. Balkanlar’da Yeni Bir Savaş Alanı: Bosna-Hersek
Hırvatistan ve Slovenya’nın tanınmasının ardından AT, Nisan 1992’de Bosna-
Hersek’i bağımsız bir devlet olarak tanıdı ve tanımanın hemen ardından savaş Bosna-
Hersek’e sıçradı. AT’nin Bosna-Hersek’i tanıması için gerekli olan referandum koşulunu
gerçekleştirmek amacıyla, 29 Şubat-1 Mart 1992 tarihlerinde Bosna-Hersek’te referandum
yapıldı. Referandumda Bosnalı Müslümanlar ve Hırvatlar tam bağımsızlıktan yana tavır
takınırken Bosnalı Sırplar, Bosna-Hersek’in Yugoslavya Federasyonu içerisinde kalması için
referandumu boykot ettiler. Buna rağmen referandumla gelen bağımsızlık deklarasyonunun
ardından hem ABD hem de AT, 6 Nisan 1992’de Bosna-Hersek’i tanıdılar.24
Bosna-Hersek’in uluslararası alanda tanınmasının hemen ardından başkenti
Saraybosna, Sırp kontrolü altındaki Federal Ordu tarafından kuşatılmıştır.25 Saraybosna’nın
kuşatılması, Balkanlar’da uzun süren bir gerginliğin başlamasına neden olmuştur. Şehrin üç
ayrı etnik grubu bünyesinde bulundurması, savaşan tarafların artabileceğine işaret ediyordu.
Bu nedenle kuşatmanın bir an önce sona erdirilmesi amacıyla AT, BM ile birlikte hareket
ederek kısa sürede diplomatik girişimlere başlamış ve Sırplara yönelik ekonomik ambargoyu
24 N. Aslı Şirin, “Balkans in the Post Cold War Era: Quest For Stability and the European Union,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2003/8, İstanbul, s.92. 25 Ibid.
19
devreye sokmakta geç kalmamıştır. Ne var ki Balkanlar’da savaş öncesi duruma dönmek
kadar savaşı sona erdirmek de zordu.
Bosna-Hersek’in de federasyondan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesi ve bu
bağımsızlığın AT tarafından tanınması, hem Balkanlar açısından hem de AT dış politikasının
oluşum sürecine etkisi bakımından önemli bir noktadır. 1992 ile 1995 yılları arasındaki süreç
şüphesiz ki barışın sağlanması açısından zor geçmiştir. 1995 yılında gelen barış, bölgenin ve
savaşın yayılmasından ve dolayısıyla muhtemel bir göçten endişe duyan Avrupa’nın rahat
nefes almasını sağlamıştır. Fakat bölgeye barış getiren anlaşma, savaştan zarar gören Avrupa
yerine ABD girişimleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu sonuç AT’nin krizi çözmek için
girişimde bulunmaması anlamına gelmemekle birlikte, girişimlerinin etkisiz olduğu gerçeğini
de ortadan kaldırmamaktadır.
1. Bosna-Hersek Krizinde AT’nin Diplomatik Girişimleri: AT’nin Bosna-
Hersek’in tanınması için referandum koşulunu öne sürmesinin ardından, Bosna-Hersek’in
geleceği hakkında konuşmak için, 13 Şubat 1992’de Saraybosna’da, AT tarafından
görevlendirilmiş olan Lord Carrington başkanlığında Boşnak, Hırvat ve Sırp temsilciler bir
araya geldiler.26 22-23 Şubat’ta Lizbon’da AT temsilcileriyle yapılan son görüşmelerde
tarafların varabildikleri tek sonuç, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin dış sınırlarının
korunması, iç sınırlarda ise etnik çeşitlilik bağlarının güçlendirilmesi için taraflara sorumluluk
verilmesi olmuştur.27 Çözümden uzak bu soyut ifadeler yaklaşık bir hafta sonra
gerçekleştirilecek olan referandum öncesinde tarafların da birbirlerinden ne kadar uzak
olduğunu gösteriyordu. Sonuçta 29 Şubat-1 Mart tarihlerinde gerçekleştirilen referandumu
26 Keesing’s Record of World Events, News Digest for February 1992, Vol.38, No.1, s.38779. 27 Ibid.
20
Sırplar boykot etmiş ve Sırp lider Rodovan Karadzic, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını
tanımayacağını ilan etmiştir.28
AT’nin Bosna-Hersek seçimlerini, batı demokrasilerinin ve topluluk politikasının bir
gereği olarak uygulatmasının ardından geliştirdiği politika, üç etnik grubun AT himayesinde
yapılacak görüşmelerde anlaşmaya varmalarıydı. Bu nedenle AT konseyi Mart ayında
konferans yapmaya ve yeniden yaptırım politikasını uygulamaya karar verdi.29 18 Mart’ta
yapılan bu konferansta taraflar, AT himayesinde, cumhuriyetlerin sınırları konusunda
anlaşmaya varabilmek için görüşmelere başlamaya karar verdiler.30
AT, bölgede barışı sağlayacak bir çözüm için taraflarla görüşmeleri sürdürürken,
bölgede hiçbir olumlu gelişme sağlanmaması onu farklı yollar denemeye sevk ediyordu. AT
dışişleri bakanlarının 2 Mayıs’ta Portekiz’de yaptıkları toplantıda Fransızların öne sürdüğü,
insani yardım, BM ile işbirliği yapma ve diplomatik çabaların güçlendirilmesi önerileri kabul
edildi. Dışişleri bakanları toplantısını takiben 11 Mayıs’ta yayınlanan AT deklarasyonunda
JNA’nın Bosna-Hersek’ten çekilmesi, Saraybosna havalimanının yeniden açılması talep
edildi ve uluslararası izolasyon ve yaptırım tehdidinde bulunuldu.31 AT’nin diplomatik
girişimlerinin sonuç vermemesi, bundan sonraki barış görüşmeleri sürecinde BM ile hareket
etmesine neden olacaktır.
AT, diplomatik girişimlerine Ağustos 1992’de BM ile koordinasyon halinde
düzenledikleri Londra Konferansı ile devam etmiştir. İngiltere tarafından organize edilen
konferans, Bosna-Hersek’in sınır sorunlarını ele alan barış anlaşması sürecini yönlendirecek
kuralları belirlemiştir. Bunun için tarafların derhal düşmanlıklarını bırakması, sorunların
çözümü için düşmanca davranışlardan kaçınması, azınlıklar da dahil olmak üzere birbirlerine
karşı saygı duymaları ve nihai anlaşmaya kadar mevcut anlaşmalara uyularak sınırların
28 Ibid. 29 Hazel Smith, European Union Foreign Policy: What It is and What It does, Pluto Press, London, s.255. 30 Keesing’s Record of World Events, News Digest for March 1992, Vol. 38, No.3, s.38832. 31 Keesing’s Record of World Events, News Digest for May 1992, Vol.38, No.5, s.38918.
21
korunması kararları alınmıştır.32 Genel olarak konferans sonuçlarına bakıldığında son derece
soyut ve tamamen tarafların inisiyatifine bağlı olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Londra
Konferansı’nda kabul edilen bu temel ilkeler, anlaşmanın sağlam bir zemine oturması için
şarttı. Daha sonra yapılan anlaşmalarda Londra Konferansı’nda belirlenen temel ilkeler esas
alınmış ve bu ilkelere atıf yapılmıştır.
Londra Konferansı’nda barış anlaşması sürecinin ilkeleri belirlendikten hemen sonra 3
Eylül 1992’de Yugoslavya hakkında devamlı konferans süreci Cenevre’de başladı. Süreç esas
itibariyle son derece düzenli yürütülen bir “konferans diplomasisi”ydi.33 Görüşmelere Bosna-
Hersek’teki üç etnik grubun liderleri katılmayı kabul ettiler. Fakat görüşmelere birlikte
katılmayı reddettiler. Görüşmelerde AT’yi Lord Owen, BM’i Cyrus Vance temsil ettiler.
Cenevre görüşmeleri AT-BM ortak girişimi olduğu için bu iki isim görüşmelere ortak
başkanlık etmiştir.
Cenevre görüşmeleri kapsamında, Ocak 1993’de Vance-Owen planı ortaya konularak
temel amaç olan barışı sağlama yolunda bir adım atılmıştır. Vance-Owen Planı, temel hatları
itibariyle Bosna-Hersek’i on kantona bölüyordu. Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar bu on
kantondan üçünü alıyor, geriye kalan tek kanton ise başkent Saraybosna oluyordu. Planda
Saraybosna’dan “açık şehir” olarak bahsediliyordu. Devletin %49’u Sırp kontrolüne
veriliyordu. Hırvatlar, Batı Hersek’i geri kalanı ise Boşnaklar alıyordu. Kantonlar kendi
sınırları içinde hükümet konumundayken uluslararası hukuki kişiliğe sahip değillerdi.
Saraybosna, AB-BM denetimi altında askerden arındırılmış statüye sahip olacaktı.34
Vance-Owen planı; Avrupalılar, Hırvatlar ve Miloseviç tarafından desteklenirken,
Amerikalılar, Boşnaklar ve Bosna Sırpları tarafından reddedilmiştir. ABD Başkanı Bill
Clinton Vance-Owen planının “etnik temizlik”i ödüllendirdiğini belirtmiş35 ve ABD hükümeti
32 Messas, op. cit., s.317. 33 Brian White, Understanding European Foreign Policy, Palgrave, London, 2001, s.109. 34 Messas, Ibid. 35 Keesing’s Record of World Events, News Digest for Feburary 1993, Vol.39, No.2, s.39327.
22
barış anlaşmasında olması gerekenleri açıklamıştır.36 Balkanları, “Avrupa sorunu” olarak
gören ABD’nin konuyla ilgilenmeye başlaması, yeni bir politikanın başladığının daha doğrusu
eski politikanın terk edildiğinin göstergesidir.
Vance-Owen planının açıklandığı Ocak ayından, Bosnalı Sırplar tarafından Mayıs
ayında reddedilişine kadar geçen süre içinde barışı sağlamak için AB, diplomatik yolların
tümünü kullanmıştır. Zaman içinde çeşitli değişimlere uğrayan planın askeri bölümü 3
Mart’ta, harita bölümü ise 25 Mart’ta, İzzetbegoviç tarafından imzalanmıştır. Bosnalı
Hırvatlar ise planın uygulanması açısından geçici hükümetin resmi olmayan düzenlemesi ile
ilgili kısmı 25 Mart’ta imzalamıştır. Sırplar anlaşmayı imzalamak için referanduma gitme
kararı almıştır. 26 Mart’ta AB, Bosnalı Sırpların anlaşmayı reddetmesini önlemek için
Sırbistan-Karadağ’a topyekün izolasyon tehdidinde bulunmuştur. 37
AB’nin diplomatik baskısı ve Sırp Cumhuriyeti’nin planı kabul etmesi, Bosnalı
Sırpların barışı reddetmesine engel olamamıştır. Sırpların barış planını reddetmesinin
ardından, 25 Nisan’da AB Dışişleri Bakanları Danimarka’da bir araya gelmişlerdir.
Toplantıda, Sırplara yönelik uygulanan silah ambargosuna devam edilmesi kararı alınmıştır.
AB’nin bundan sonraki süreçte politikaları ambargoları ve uluslararası baskıyı arttırarak
Sırpları barışa zorlama yönünde olmuştur. Bu nedenle AB, BM yaptırımlarını da kendi
yükümlülüğü altında görmeye başlamıştır.
AB’nin yaptırımları arttırması, Bosnalı Sırplar üzerinde etkili olamamıştır. Mayıs ayı
boyunca Sırplar plan üzerinde düşünmüş fakat 15 Mayıs’ta plan bir kez daha reddedilmiştir.
22 Mayıs’a gelindiğinde ise artık büyük umutlarla başlanan Vance-Owen planı, uluslararası
toplulukta kabul görmez olmuştur.38 Planın rafa kaldırılmasının nedeni yeni bir planın
36 ABD’nin önerileri için bkz. Keesing’s Record of World Events, News Digest for Feburary 1993, Vol.39, No.2, s.39345. 37 Messas, op. cit., s.318; Keesing’s Record of World Events, News Digest for March 1993, Vol.39, No.3, s.39375. 38 Gareth M. Winrow, “The Internatinal Community and the Crisis in the Balkans,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 1993/1, İstanbul, s.161.
23
gündeme getirilmesidir. “Güvenli Bölgeler” Planı yada diğer adıyla Washington
Deklarasyonu, 22 Mayıs 1993’te ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İspanya dışişleri
bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Bakanlar bu anlaşmanın Vance-Owen planını
ortadan kaldırmadığını ilan etseler de plan uluslararası toplumda çoktan gözden düşmüştü.
Washington deklarasyonu öncesinde, ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher’ın
Avrupa devletlerini gezerek, Vance-Owen planının uygulanmasına ve Sırplara yönelik hava
harekatına destek bulmayı amaçlamıştı. Fakat Fransa ve İngiltere bölgedeki kuvvetlerinin
zarar görmesinden endişe ederek bu teklifi geri çevirmişlerdir.39 Hava saldırısı yerine,
Bosna’da sınır bölgelerinde, BM denetimi altında güvenli bölgeler oluşturulması fikri
benimsenmiştir.
Bir AB girişimi olmayan fakat AB’nin üç önemli devletinin içinde bulunduğu bu
girişim sonuç vermemekle birlikte AT dış politikasının ne durumda olduğunu göstermek
açısından önemlidir. Ortak dış ve güvenlik politikasını oluşturma sürecinde olan AB içinde
ortak çıkarın olmaması ve özellikle Almanya’nın ODGP’yi engelleme tehditleriyle ulusal
çıkarı yönünde sert politikalar izlemesi, barış anlaşmasına da yansımış ve Almanya, “güvenli
bölgeler” planını, 25-26 Mayıs’ta yapılan NATO savunma bakanları toplantısında
reddetmiştir.
Vance-Owen planının başarısızlığının ardından Cenevre görüşmeleri, Haziran ayının
başında yeniden başlatıldı. AB tarafını temsil eden Lord Owen ve BM tarafını temsil eden
Thorvald Stoltenberg’in başkanlık yaptığı görüşmelerde bir araya gelen taraflara yeni bir plan
sunuldu. Owen-Stoltenberg planı olarak adlandırılan bu yeni planda, nüfusun %44’ünü
oluşturan Müslümanların toprak payı %30’da kalıyor ve birbirlerine koridorlarla bağlı dört
parçadan oluşuyordu. Parçalardan biri olan Mostar ise AB yönetimi altına veriliyordu.40
39 Ibid. 40 Owen-Stoltenberg planının ayrıntıları için bkz. Keesing’s Record of World Events, News Digest for June 1993, Vol.39, No.6, s.39425-39446.
24
Bosnalı Müslümanların lideri İzzetbegoviç, planı, etnik temizliği güçlendirdiği ve 1992
Londra Konferansı ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle reddetmiştir.
Görüşmelerin tamamlanmasının ardından 20 Haziran’da, Kopgenhag zirvesinden önce
AB Dışişleri bakanlarıyla Lord Owen arasında bir görüşme yapıldı ve yayınlanan
deklarasyonla İzzetbegoviç’in zirveye katılacağı ilan edildi. Deklarasyonda ayrıca, Owen-
Stoltenberg planına güven vurgulanarak Sırp ve Hırvatlar tarafından dikte edilen sınır
çözümünün kabul edilemez olduğu ve Londra Konferansı ilkelerine uyulması gerektiği
belirtildi.41
Devam eden Cenevre görüşmelerinde ortaya çıkan kesin sonuç tarafların uzlaşmaya
varmak için daha fazla devam etmek istemeyişleri olmuştur. Bu nedenle 29 Kasım’da yapılan
konferansta, Owen ve Stoltenberg görüşmelere ara verdiler. Görüşmelere ara verilmeden önce
22 Kasım’da, AB’nin bölge için yeni bir strateji belirlediği ilan edilmiştir. Lüksemburg’ta
yapılan AB dışişleri bakanları toplantısında belirlenen stratejiye göre; AB, “havuç ve sopa”
yaklaşımını Bosnalı Sırpları barış görüşmelerine çekmek için kullanacaktı.
Lüksemburg stratejisi, Fransız dışişleri bakanı Alain Juppe ve Alman dışişleri bakanı
Klaus Kinkel’in 8 Kasım’da hazırladıkları bir ön plana dayanmaktadır. Strateji temelde
savaşan taraflara ilave koşullara uymayı zorlayarak “Sırpların işgal ettikleri topraklarda
kalmalarına izin verilerek ödüllendirilmesi” suçlamalarından uzak durmayı hedeflemekteydi.
İnsani yardım için bağımsız bölgeler yaratarak ateşkesi öngören strateji böylece küreselleşme
olgusunu yerleştirmeyi içeriyordu. Uluslararası alanda genel kabul gören idealist düşünceler
içeren bu strateji, somut bir sonuca ulaşmak açısından yeterli değildi. Bir süre sonra, Cenevre
görüşmelerine ara verilmesiyle birlikte oluşan ortamda, Lüksemburg stratejisi de gündemden
düşmüştür.
41 Ibid., s.39517.
25
2. Dayton Barış Anlaşması’na Giden Süreçte AB Girişimleri: Tüm dünyanın
olduğu gibi AB’nin de Bosna’da yaşananlar karşısında dehşete düştüğü Saraybosna’da bir
pazar yerinin bombalanması görüntülerinin yayınlanmasının ardından, kamuoyunda oluşan
hava nedeniyle uluslararası güçlerin konuya ilgisi artmış ve politikaları sertleşerek değişmeye
başlamıştır. 1994 yılının başında yaşanan bu olay sonrasında AB dışişleri bakanları, krizin
çözümü için güç kullanımı seçeneğini kabul etmişlerdir.42
Esasında, Saraybosna’da yaşanan pazar yeri katliamı sadece AB’yi değil tüm
uluslararası güçlerin bölgeye bakışını değiştirmiştir. Yaklaşık üç yıldır süren çatışmaların gün
geçtikçe artması ve diplomatik çabaların yetersiz kalması, askeri güç kullanımını gerekli
kılmıştır. Bu aşamada, AB ve BM’nin yanında NATO ve BAB da konuya dahil olmuştur.
BAB’ın Maastrich Antlaşması ile AB’nin savunma ve güvenlik alanlarında hazırlık
çalışmaları ve uygulamaları yerine getirme sorumluluğunu üstlenerek AB ile
ilişkilendirilmesi43 nedeniyle esasında BAB’ın konuya dahil olması demek AB’nin askeri
anlamda konuya dahil olması anlamına gelmektedir. Fakat AB’nin diplomasi alanında bile
kimi zaman ortak hareket etmede zorluk yaşadığı göz önüne alınırsa, ortak askeri girişimin
neredeyse imkansızlığı anlaşılacaktır.
AB ülkelerinin krizin başladığı andan itibaren BM içinde askeri varlıklarını bölgeye
göndermiş olmaları, AB üyesi bazı devletlerce yeterli görülmekteydi. BM’nin etkisizliği ise
defalarca kanıtlanmıştı. AB ve BM’nin sorunun çözümünde etkisiz kalması ve savaşın
şiddetinin giderek artması nedeniyle NATO, Ağustos 1994’te hava saldırısı ile askeri alanda,
diplomatik girişimleri ile de ABD, siyasi alanda sorunun çözümünde inisiyatifi ellerine
almışlardır. NATO zaten Haziran 1992’den beri Yugoslavya krizinde UNPROFOR’un (BM
Koruma Gücü) idare ve personel yapılanmasına katkıda bulunuyor ve çeşitli operasyonlarda
42 Smith, Ibid. 43 Maastricht Antlaşması, J.4 maddesi için bkz. <http://www.eu.int/eur-lex/en/treaties/dat/EU_treaty.html>
26
aktif rol alıyordu.44 Hava saldırısı hemen gerçekleşmemekle birlikte bir süre Sırplar üzerinde
baskı aracı olarak kullanılmıştır.
Bu süre içerisinde ABD’nin girişimiyle yeni bir yapılanma oluşturulmuş ve 1995
Dayton Anlaşması ile sonuçlanacak askeri destekli diplomatik süreç başlatılmıştır. Nisan
1994’te oluşturulan ad hoc nitelikli Temas Grubu ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya
temsilcileri ve AB adına eş başkan olarak Carl Bildt’ten oluşuyordu. Temas Grubunun
oluşturulması AB’nin politikalarında bir değişimin göstergesidir. AB’nin ABD’nin Avrupa
sorunlarından uzak durmasından yana olan tavrı Temas Grubunun kurulmasıyla
yumuşamıştır. Daha da önemlisi, AB’nin üç büyüklerinin öne çıkması, AB içinde ortak dış
politika anlayışının yerleşmediğini ve bölgeye yönelik politikada tek kimlik olarak hareket
etmekten vazgeçildiğini gösteriyordu.45
Haziran 1994’te Temas Grubu, tarafların barış için verecekleri tavizleri içeren bir planı
açıkladı. Planın kabul edilmemesi durumunda taraflara yaptırım uygulanacağı belirtilmesine
rağmen plan, Sırp tarafının reddetmesi ile ortadan kalkmıştır. Bu olaydan sonra Temas
Grubunun etkisizliği anlaşılmıştır. Bununla birlikte, ABD, temas grubundan vazgeçmiyordu.
ABD’nin barışı sağlamakla görevli elçisi Richard Holbrooke anılarında Temas Grubunun
önemine ve aynı zamanda önemsizliğine şu şekilde değinmektedir:46
“Temas Grubu bize sürekli sıkıntı yaratıyor. Onlarla da onlarsız da olamıyoruz.
Onlarla buluşup neler yaptığımızı anlatmazsak şikayet ediyorlar, anlatırsak itiraz
ediyorlar........Eninde sonunda Temas Grubunu bir arada tutmamız gerek, özellikle daha sonra
varılacak herhangi bir anlaşmayı onaylatmak için.......Bir çözüm olursa onların hepsine
ihtiyacımız olacaktır. Ekonomik yardım için AB’ye, BM sonrası barış gücü kuvvetleri için
NATO’ya...”
44 NATO’nun görevleri ve konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Ali Karaosmanoğlu, “The UN-NATO Cooperation in the Former Yugoslavia,” Foreign Policy, Vol.XXII, No.3-4, 1998, s.31-41. 45 White, op. cit., s.110. 46 Richard Holbrooke, Bir Savaşı Bitirmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999, s.110-111.
27
ABD’nin arabuluculuğu ile sağlanan gelişmelere AB de bir şekilde dahil ediliyordu.
18 Mart 1994’te ABD’nin, Bosna hükümeti ile Bosnalı Hırvatlar arasında sağladığı
anlaşmada Mostar’ın idaresi AB’ye bırakılmıştır. Bu nedenle 16 Mayıs’ta AB Konseyi,
Mostar’ın idaresini kurmak ve Bosna’ya yardım etmek amacıyla ODGP içinde ortak eylem
kararı almıştır. Mostar’da AB yönetimi resmi olarak 23 Haziran’da başlangıç olarak iki yıl
süreyle kurulmuştur. Amacı, sosyal ve siyasi yeniden bütünleşme ile yeniden yapılanma
süreciyle Boşnak ve Hırvatlar arasındaki etnik ayrışmayı ortadan kaldırmak ve böylece tek
elde birleşmiş bir idare için uygun şartları hazırlamaktı. 47 Mostar’da AB idaresinin Haziran
1996’da son bulmasına kadar geçen süre içinde AB bölgeye 144 milyon ECU maddi
yardımda bulunmuştur. Fakat bölgenin güvenliğine ve düşmanlıkların giderilmesine yönelik
herhangi bir başarı sağlayamamıştır.48
AB’nin Dayton Anlaşması’nın imzalanmasına kadar olan süreçte en aktif rol oynayan
devleti Fransa’dır. Fransızlar ABD’nin bölgede çok fazla etkili olmasından endişe ettikleri
için sürekli durumdan rahatsız olduklarını belirten açıklamalarda bulunuyorlardı. Dönemin
Fransız dışişleri bakanı Herve de Charette, Fransa’nın görüşmelerin dışına itildiği konusunda
rahatsızlıklarını belirterek, barış görüşmelerinin Fransa’da yapılması için ABD’ye baskı
yapıyordu.49 Fransızların barış görüşmelerine ev sahipliği yapmaya çok önem vermelerine
rağmen görüşmeler ABD’de yapılmıştır. Fakat Fransızları memnun etmek için imza töreninin
Paris’te yapılacağı sözü verilmiştir. Bununla birlikte diğer Avrupa devletleri de barış
konferanslarına ev sahipliği yaparak AB ülkeleri arasındaki önemlerini vurgulamaya ve iç
politikaları için puan kazanmaya çalışıyorlardı.50
Barış görüşmeleri sürerken temas grubu içindeki AB üyesi ülkelerde de görüşmelerden
uzak tutulmaktan kaynaklanan rahatsızlıklar artıyordu. Temas grubu dışında kalmış olan
47 Chiristopher Hill and Karen E. Smith, European Foreign Policy, Key Documents, Routledge, London and New York, 2000, s.370. 48 Ibid., s.361. 49 Holbrooke, op. cit., s.226. 50 Ibid., s.242.
28
İtalya, durumundan başından beri rahatsızdı. Bu nedenle İtalya da temas grubuna dahil
edilerek 6 Ekim’de genişletilmiş temas grubu toplantısı yapılmıştır. Diplomatik açıdan önemli
olan bu toplantıların uygulamada açısından öneminin çok az olduğu, Dayton’da görüşmeler
başlayınca ABD’nin temas grubu üyelerini devre dışı bırakarak inisiyatifi tamamen eline
almasıyla anlaşılmıştır.
21 Kasım 1995’te Dayton’da barış anlaşması parefe edildiğinde AB ve Avrupalı
herhangi bir devletin adı anılmıyordu. Bununla birlikte Fransızların başından beri çok önem
verdiği bir konu olan barış anlaşmasına ev sahipliği gerçekleşmediği için Fransa’ya ve
Avrupa’ya bir jest olması açısından, anlaşma 14 Aralık 1995’te Paris’te imzalanmıştır.
3. Bosna-Hersek Krizinde AB Dış Politikasının Değerlendirilmesi: Bosna-
Hersek’te yaşananlar 1991’den beri devam eden ayrılıkçı politikaların devamı niteliğindeydi.
Yugoslavya’da yaşanan ilk krizde, AB’nin etkisizliği Bosna’da da devam etmiştir. Özellikle
temas grubunun kurulmasıyla ortak politika izlemekten uzaklaşılması, uygulamaya yeni
geçilmiş olan ODGP’yi ve uluslararası bir güç olma iddiasındaki AB’yi yolun başında güç bir
duruma sokmuştur.
AB’nin bölgeye yönelik izlediği dış politika, Temas grubunun kurulmasıyla birlikte
hem tek bir kimlik olmaktan çıkmış hem de ABD’nin inisiyatifi ele almasına neden olmuştur.
Bölgeye yönelik AB politikalarının yavaşlığı ve etkisizliği, üye devletler arasındaki güç
dengesizliğinden kaynaklanan farklılık ve ulusal çıkarların AB çıkarlarından önce gelmesi
sonucunda AB, Bosna’ya yönelik ortak bir politika uygulamaktan vazgeçmiştir. Bu vazgeçiş,
ODGP’nin uluslararası alanda AB politikası olarak algılanmasını engellemiş ve ODGP’nin
daha uygulanmadan başarısız olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur. Temas grubunun AB
29
üyeleri, AB’nin diplomatik olarak küçük düşmesinin sorumluluğunu bu nedenle aynı oranda
paylaşmaktadırlar. 51
Temas grubu hiçbir zaman barış görüşmelerinde aktif rol oynayamamıştır. Temas
grubunun oluşturulmasıyla konu dışına itilen AB’nin ise varlığından bile bahsedilmiyordu.
Temas grubu içindeki üç eş başkandan biri olan AB temsilcisi Carl Bildt’in yetkileri de tam
bir muammaydı. Bu karmaşa içinde AB dış politikasının en büyük sorunlarından biri olan
“AB adına kim konuşacak?” sorusu bir kez daha gündeme gelerek, AB dış politikasının
durumu gözler önüne serilmekteydi.
Çatışmaların başladığı yıllarda Avrupalı siyasetçilerin “Bu, Avrupa’nın işidir.”
şeklindeki kararlı tavrı, barışın Amerikalılar tarafından sağlanmasıyla şaşkınlığa dönüşmüş ve
eleştirileri beraberinde getiriştir. Avrupa kendi güvenliğini de etkileyecek bir savaşı
sonlandıramayarak Soğuk Savaş sonrası dönemde değişenin sadece güvenlik algılaması
olduğunu fakat güvenliği sağlamada değişiklik olmadığını anlamıştır. Avrupa devletleri için
hala önemli olduğu görülen NATO tarihinde ilk defa kendi alanı dışında bir harekata
girişmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun Avrupa’ya yönelik harekatı dünya
dengelerindeki değişimi açıkça gösteriyordu. AB’nin tek kutuplu dünyada küresel bir güç
olması için gerekli olan ne askeri gücü ne de bunu oluşturmaya yönelik üyelerinde fikir birliği
vardı.
Dayton görüşmeleri sonucunda Bosna’da barışın sağlanması sadece Balkanlar’da değil
aynı zamanda Transatlantik ilişkilerinde de farklı bir dönemin başlamasına neden olmuştur.
Barış anlaşmasının imzalanmasından sonra birçok Avrupalı siyasetçi görüşmelerden uzak
tutulduklarını belirterek rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir.52 ABD ile AB arasındaki
gerginlik tarafların birbirini suçlayıcı açıklamalar yapmasıyla giderek artmıştır. AB zaten yanı
51 John Peterson and Elizabeth Bomberg, Decision Making in the European Union, St. Martin’s Press, New York, 1999, s.243. 52 Emel G. Osmançavuşoğlu, “The Wars of Yugoslav Dissolution and Britain’s Role in Shaping Western Policy 1991-1995,” SAM Papers, No.1, (January 2000), s.228.
30
başında yaşanan bir savaşı sonlandıramamanın vicdan azabını yaşıyordu. Bir de barışın ABD
eliyle gelmesi, özellikle AB içinde Avrupacı kanat ve bağımsız güvenlik politikası taraftarları
için utanç vesilesi olmuştur.53 Her fırsatta “ABD’den bağımsız AB” fikrini öne sürenler için
Dayton Anlaşması umutlarının yıkılmasına neden olmuştu. Bu olumsuz tabloya görüşmeler
sırasında uzak tutulmaları da eklenince Transatlantik ilişkileri karşılıklı suçlayıcı
açıklamalarla kopma noktasına gelmiştir.
Dayton sonrası gerilen Transatlantik ilişkilerinde sakinleştirici rolü İngiltere
oynamıştır. Avrupalılar, AB’nin bölgede bulunan asker sayısında ve bölgeye yapılan
ekonomik yardım tutarında ABD’den çok önde olduğunu ileri sürerek ABD’nin suçlamalarını
reddediyorlardı. İngiltere iki taraf arsındaki gerginliği askeri ve sivil bakış açılarının
farklılığına bağlıyordu. İngiltere’ye göre AB’nin havuç-sopa stratejisi abartıldığı gibi başarılı
değildi, askeri başarı da insani yardım programıyla desteklenmezse sonuca ulaşamazdı.
İngiltere’nin bu bakışı ve “yatıştırma politikası” bir süre devam ettikten sonra, İngiltere’de
hükümet değişikliğinin yaşanmasıyla eskiye dönmüştür. İngiltere’nin yeniden Atlantikçi
tavırlara bürünmesi, AB tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir.54
Bosna savaşı, ODGP’nin test edilmesi için bir fırsat olmuştur. AB’nın arabulucu
girişimleri önemsiz gibi görünse de üye devletleri aynı fikir çevresinde toplayarak, farklı
ulusal görüşlerin uygulamaya geçmesine engel olmuştur. Özellikle Almanya, diğer AB
üyelerine göre çok daha farklı ve etkin politikalar izliyordu. Almanya’nın bölgeyle stratejik ve
tarihi bağları nedeniyle, ayrılıkçı hareketleri desteklemesi AB içinde rahatsızlığa neden
olmaktaydı. Bosna-Hersek’in de bağımsız olmasından sonra Almanya istediğini elde etmenin
rahatlığıyla AB ortak politikalarına ve bölgeye yönelik geliştirilen ekonomik ve insani yardım
programlarına destek vermiştir. Üye devletleri arasında fikir ayrılıklarının ortadan
kalkmasıyla, Bosna savaşı sonrasında AB, bölgeye yönelik girişimlerini hızla arttırmıştır.
53 Ibid. 54 Ibid., s.233.
31
C. BALKANLAR’IN SORUN KAYNAĞI: KOSOVA
Kosova, eski Yugoslavya içerisinde 1974 yılından itibaren özerk statüye sahip bir
bölgeydi. Yugoslavya’nın parçalanmasının ardından ise bu bölge Sırbistan ve Karadağ’dan
oluşan yeni Yugoslavya Federal Cumhuriyeti içerisinde kalmıştır. Kosovalı Arnavutlar tüm
anayasal haklarını yitirerek Sırbistan içinde sıradan bir azınlık haline dönüştürülmüşlerdir.
Sırbistan’ın 1989’da Kosova’nın özerk statüsüne tek taraflı olarak son vermesinin ardından
Kosova’da bağımsızlık çalışmaları başlamıştır. Tito döneminde dahi bağımsız Kosova
peşinde olan ve bölgenin yüzde 90’ını oluşturan Arnavutlar, Yugoslavya’nın dağılmasıyla
yaşanan bunalımda Kosova’nın bağımsızlığını düşünüyorlardı.55 Kosova, Bosna’da savaşlar
olurken patlamaya hazır bir bomba gibi duruyordu. Sırp yönetimi altında hakları elinden
alınan Kosovalı Arnavutlar o dönemde daha çok “sivil itaatsizlik” politikası izleyerek ve
Sırbistan’ın Kosova’daki egemenliğini meşrulaştıracak her hareketten kaçınarak Kosova’da
kendi “paralel devlet”lerini kurdular.56
İbrahim Rugova’nın önderliğinde savaşa karışmadan 1995 yılına kadar gelen Kosovalı
Arnavutlar içinde muhalif isimlerin ön plana çıkmaya başlamasıyla 1997 yılında Kosova
Kurtuluş Ordusu kuruldu. 28 Şubat 1998’te Kosova Kurtuluş Ordusunun Sırp devriyelerine
ateş açmasıyla Kosova’ya müdahale etmek için fırsat kollayan Miloseviç, Bosna’da yaşanan
etnik temizliği Kosova’da yeniden başlattı.
Bosna’da yaşananlardan ders almış olan Batılı güçler, Kosova sorununda daha etkili
olabilmek adına 23 Eylül 1998’te BM Güvenlik Konsey’inden 1199 sayılı kararı çıkarmışlar
ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nden Arnavut yerleşim bölgelerine yönelik saldırıların
durdurulmasını, Sırp asker ve polislerinin Kosova’dan derhal çekilmesini, mültecilerin
55 Şule Kut, “Kosova: Milliyetçiliğin Kördüğümü,” Foreign Policy, (Güz 1998), Yıl.1, S.3, s.57. 56 Ibid., s.58.
32
evlerine güvenli bir şekilde dönmesinin sağlanmasını ve Kosova’nın siyasi statüsü için
görüşmelere başlamasını istemiştir. BM’nin kararı, 13 Ekim’de NATO Daimi Konseyi’nde
kabul edilmiş ve Belgrad yönetimine BM kararını kabul etmesi için 96 saat süre tanınmıştır.
Ayrıca Bosna’da olduğu gibi Kosova için de bir Temas Grubu kurarak AB ve ABD birlikte
çalışma ortamı yaratmışlardır.
Kosova savaşına NATO’nun katılması iki açıdan önemlidir. Birincisi NATO tarihinde
bir ilki gerçekleştirerek kendi topraklarında gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle bir devlete
karşı güç kullanma kararı almıştır.57 İkincisi ise NATO’nun 1999 Mart’ında savaşa girerken
BM Güvenlik Konseyi’nden kesin onay almamasıdır.58 NATO’nun tarihinde ilkleri
gerçekleştirerek Kosova savaşına girmesi hem kararlılığını göstererek Bosna’da geç kalmasını
telafi etmek hem de 1990 sonrası giriştiği yeni yapılanmasının amaçlarını ve hareket alanını
göstermek istemesi şeklinde yorumlanabilir.
Şubat 1999’da Rambouilet’te varılan anlaşma sonuçlarını Kosovalı Arnavutlar 18
Mart’ta kabul ederken Miloseviç’in anlaşmayı imzalamayı reddetmesi 24 Mart’ta NATO
bombardımanın başlamasına neden oldu. NATO’nun müdahalesinin ardından 3 Haziran
1999’da Miloseviç’in anlaşmayı kabul etmesiyle savaş sona ermiştir. Fakat savaşın sona
ermesi, Balkanlar’da sorunların bittiği anlamına gelmemektedir.
1. AB’nin Kosova Krizi’ndeki Girişimleri: AB, Kosova krizi sıcak çatışmaya
dönüşmeden önce bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmeye başlamıştı. Bosna’da barışın
sağlanmasının ardından AB, bölgeye yönelik politikalar geliştirmesi nedeniyle Kosova’da
olup bitenden de haberdar oluyor ve gelişmeleri yakından takip ediyordu.
Dayton Barış Anlaşması’nın hemen ardından 23 Ekim 1996’da Avrupa
Parlamentosu’nda Kosova’nın durumu bir soru olarak gündeme gelmiştir. Parlamentonun 57 Ibid., s.54. 58 Ivo H. Daalder and Michael E. O’Hanlon, “Kosova’dan Farklı Dersler Çıkarmak,” Foreign Policy, (Güz 1999), Yıl.2, S.3, s.82.
33
cevabı, bölgede çatışma ihtimalinin eski Yugoslavya toprakları üzerindeki her yerde olduğu
gibi sürdüğü ve bu bölgedeki sorunların çözümüne katkıda bulunmak için Konseyin
gelişmeleri yakından takip ettiği şeklinde olmuştur.59 Ayrıca açıklamada, AB’nin 9 Nisan
1996’da yayınladığı deklarasyonda belirttiği gibi, Kosova’ya genişletilmiş özerklik verilmesi
gerektiği bir kez daha dile getirilmiş ve Konsey tarafından Belgrad yönetimine, Temas
Grubuna yapıcı bir tavırla yaklaşılması tavsiye edilmiştir.60
AB’nin 1996 yılından itibaren bölgedeki gelişmeleri yakından takip ettiği ve bölgedeki
çatışma tehdidini sık sık gündeme getirdiği görülmektedir. 20 Aralık 1997’de yapılan basın
açıklamasında AB’nin Kosova’daki durumu yakından izlediği belirtilerek bölgedeki şiddet
riskinin bölgesel istikrar için ciddi bir tehlike olduğunun altı çizilmektedir.61 AB, Kosovalı
Arnavutların terörist eylemleri nedeniyle tutuklanması üzerine yaptığı bu basın
açıklamasında, bölgede yaşanacak her hangi bir çatışmanın hangi taraf tarafından başlatılmış
olursa olsun hoş karşılanmayacağını belirtmiştir. Bu ve bunun gibi bir çok açıklamada AB,
1996 ve 1997 yılları boyunca genel olarak gelişmeleri yakından takip ettiğini ve bölgedeki
istikrarın her an bozulabileceği uyarısını dile getirmiş fakat AB’nin bu uyarıları Kosova’da
savaşın başlamasına engel olamamıştır.
1998 yılının başında Kosova’da çatışmaların başlamasının ardından AB adına ilk
girişim 31 Mart 1998’de İngiltere tarafından BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan açıklamadır.
Açıklamada, AB’nin bölgedeki barış ve istikrarın bozulmasından derin endişe duyduğu
belirtilerek, uluslararası topluluğun, askeri birimleri aracılığıyla Kosovalı Arnavutlara karşı
aşırı şiddet uygulayan YFC’ye ve Sırp yönetimine bu davranışının kabul edilemez olduğunu
içeren açık bir mesaj yollaması gerektiği vurgulanmıştır.62 AB, bu açıklamasında YFC’deki
sorunların çözümüne katkıda bulunmak ve AB’nin etkisini güçlendirmek için AB Özel
59 Hill and Smith, op. cit., s.386. 60 Ibid. 61 Ibid. 62 Ibid., s.387.
34
Temsilcisi olarak Felipe Gonzalez’i aday gösterdiğini de belirtmiştir. AB’nin BM’de yaptığı
bu açıklamada Kosova’da sorunların giderilmesi yönünde hem uluslararası topluluğu harekete
geçirmeye çalışmakta hem de üzerine sorumluluk almaktadır. Özellikle açıklamada, AB’nin
YFC’ye yönelik silah ambargosunun sürdüğünü belirterek tüm BM’e üye ülkeleri aynı
tutuma davet etmesi ve Bosna savaşına atıfta bulunarak uluslararası toplumun krizin çözümü
için birlik olmasının önemine değinmesi, Kosova krizinde Bosna’dakinden daha aktif bir rol
üstlenmek istediğini gösteriyordu.
AB’nin öngördüğü çözüm Kosova’ya genişletilmiş özerklik verilmesiydi. Bu
görüşünü 15 Haziran 1998’te Cardiff zirvesinde yapılan, Konseyin Kosova hakkındaki
açıklamasında da belirtmiştir.63 Zirvede Avrupa Konseyi, YFC ve Sırp askeri gücünün
Belgrad hükümetinin siyasi koşullarını zorla kabul ettirmek için kullanmasını kınamıştır.
Kendi vatandaşlarına karşı zalimce askeri baskı uygulayan hiçbir devletin Avrupa’da yeri
olamayacağı ve Başkan Miloseviç’in bu konuda ağır kişisel sorumluluğu olduğu belirtilmiştir.
AB, Kosova’daki krizin bölgedeki istikrarı tehdit etmesi nedeniyle güçlü ve birleşmiş bir
uluslararası birliğin gerekliliğine de dikkat çekmiştir. Zirvede Miloseviç’ten dört konuda
derhal harekete geçmesi istenmiştir. Bu konular:
• Sivil nüfusa karşı güvenlik güçlerince yapılan tüm operasyonların
durdurulması,
• Kosova’da etkili ve sürekli bir uluslararası gözetimin sağlanması,
• Mültecilerin ve yerlerinden edilmiş halkın evlerine geri dönmesinin sağlanması
ve insani yardıma erişimin engellenmemesi ve
• Kosovalı Arnavut liderlerle siyasi görüşmelerde hızla ilerleme sağlanmasıdır.
AB, bu dört konuda gecikmeksizin adım atılmazsa uluslararası toplumdan farklı
yollarla çok daha güçlü tepki vermesini isteyeceğini açıklamıştır. Ayrıca Konsey, durumun
63 Cardiff zirvesi sonuç bildirgesi için bkz. <http://eu.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/54315.pdf>
35
ciddiyetini göstermek amacıyla YFC ve Sırp hükümetine karşı ek önlemler almayı
kararlaştırmıştır. Bu önlemlerin başında YFC ile AB üye devletleri arasındaki uçuşların
yasaklanması gelmektedir.
Avrupa Konseyi’ne göre Kosova’nın statüsüne ilişkin sorunun çözümü sadece canlı
bir siyasi süreç başlatılmasıyla olabilirdi. Bu nedenle Konsey iki tarafa da görüşmelere geri
dönmeleri için çağrıda bulunmuştu. AB, güven inşa edici önlemler üzerinde anlaşmaya
varılmış uluslararası katılımlı bir konferansta Kosova’nın yeni statüsü belirlenebileceğini
iddia ediyor ve AB’nin kesinlikle Kosova’nın bağımsızlığından yana olmadığını, Kosova’ya
genişletilmiş özerklik verilmesi gerektiğinin ısrarla altını çiziyordu.
Kosova’da çatışmalar devam ederken Miloseviç, 15 Ekim 1998’te NATO ile ve 16
Ekim’de AGİT ile imzaladığı iki ayrı antlaşmayla Sırp birliklerin Kosova’dan ayrılmalarını
kabul etmiştir. AB, 27 Ekim’de yaptığı basın açıklamasında64 Kosova krizinin siyasi çözümü
için bu gelişmeyi çok önemli bir adım olarak nitelendirmiş ve ayrıca BM’in 23 Eylül’de kabul
ettiği 1199 sayılı kararı da AB’nin memnuniyetle karşıladığı belirtilmiştir. AB, basın
açıklamasında kendisini Balkanlar’ın istikrarında temel faktör olarak tanımlamıştır. AB, bu
statüsünü sürdürebilmek için de müzakere sürecinde aktif olarak katılacağını, AB özel
elçisinin çalışmalarını etkin biçimde sürdüreceğini ve bölgedeki AGİT çalışmalarını
destekleyeceğini ilan etmiştir.
AB’nin 1998 yılı boyunca çalışmaları genelde çatışmaların sona ermesi yönünde
bildirilerek yayınlamak ve bölgede aktif çalışan uluslararası örgütlere yardım ederek, YFC
üzerinde baskının artmasını sağlamak yönündeydi. Fakat 4 Aralık 1998’te St. Malo’da
İngiltere ve Fransa’nın ODGP’nin önünü açacak şekilde hareket etme kararı alması, AB’nin
Balkan politikasının da hareketlenmesine neden olmuştur.
64 Basın açıklamasının tam metni için bkz. Hill and Smith, op. cit., s.389.
36
AB, 13 Kasım 1998’de aldığı Konsey kararında65 Maastricht Antlaşması’nın J/4
maddesinden yola çıkarak BAB’ı, AB’nin NATO ve AGİT gözlemci misyonlarına katılımının
sağlanmasına yardımcı olmak üzere görevlendirmiştir. BAB’ın gözlemci statüsü ile
Balkanlar’da yer alması, AB’nin eksik olan askeri gücünün en azından simgesel olarak
doldurulması anlamına gelmesi nedeniyle önemlidir. AB’nin bu kararı, uygulamada çok
büyük etkisi olmasa da ODGP’nin işleyişi açısından da son derece önemli olmuştur. AB üyesi
Danimarka, Edinburg kararına66 atıfta bulanarak Kosova’daki gözlemci misyonuna
katılmayacağını ve Konsey kararına uymayacağını ilan etmiştir. Danimarka’nın bu tutumu,
ODGP’nin geleceği açısından harekete geçilmesi gerektiğini göstermiştir. Eğer AB ortak dış
politika üretmede üye devletlerin farklı ulusal çıkarları nedeniyle başarısız olursa, siyasi birlik
idealinin gerçekleşemeyeceği ortadadır. Bu nedenle Danimarka gibi ülkelerin sayısının
artmasının önüne geçilmesi gerektiği görülmüştür. Yaklaşık bir ay sonra St. Malo’dan çıkan
karar, bu nedenle daha anlaşılır olmaktadır.
AB askeri gücüyle de Balkanlar’da yer almayı karara bağladıktan birkaç ay sonra Mart
1999’da NATO’nun harekatı başlamıştır. Aynı tarihlerde, 24-25 Mart’ta da Berlin’de Avrupa
Konseyi toplantısı yapılmıştır. Toplantıdan çıkan sonuçta,67 Miloseviç’ten derhal
Rambouillet Anlaşmasını imzalaması ve Kosova’daki vahşete son vermesi istenmektedir.
Ayrıca yapılan açıklamada, Avrupa’nın ortasında yaşanan bu vahşete karşı AB’nin sessiz
kalamayacağı, uluslararası ortamdan YFC’nin soyutlanacağı ve şayet Miloseviç barış
anlaşmasını imzalamazsa kalan son çarenin askeri operasyon olduğu belirtilmektedir.
1999 yılında Kosova’da çatışmaların sona ermesinin ardından AB kendi içinde
Balkanlar’a yönelik yeni politikalar üretmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra AB’nin uluslararası
ortamdaki diplomatik girişimleri de devam etmiştir. 31 Mayıs 1999’da Kosova hakkında
65 Council Decision 98/646/CFSP, 13 November 1998. 66 12 Aralık 1992’de Avrupa Konseyi tarafından alınan Edinburg kararı, Danimarka’nın BAB’a üye olmayacağı ancak BAB’ın kararlarını da engellemeyeceğini içermektedir. 67 Berlin Avrupa Konseyi toplantısı sonuçları için bkz. <http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/ACFB2.html>
37
yayınladığı deklarasyonda,68 YFC üzerinde uluslararası baskının sürmesi ve böylece Belgrad
yönetiminin siyasi çözüm için zorlanması çağrısını yapmıştır. Ayrıca AB, Belgrad’da
görüşmelere katılması için Finlandiya Başbakanı Martti Ahtisaari’yi görevlendirdiğini
açıklamıştır.
2. Kosova’da Barışın Sağlanmasından Sonraki Süreçte AB Dış Politikası:
Kosova’ya yönelik AB dış politikası incelendiğinde iki konu öne çıkmaktadır. Bunlardan
birincisi AB’nin bölgede siyasi ve ekonomik etkinliğini arttırmak için başlattığı yardım
temelli politikalarının kendisine bölgede bir rol sağladığı ve ilişkilerini geliştirmek için bir
zemin oluşturduğudur. AB, barışın sağlanmasından sonraki süreçte Balkanlar’a yönelik daha
aktif politika izlemenin yolunu bölgesel politikalar geliştirmede bulmuştur.69 Zaman içinde
sistemli bir organizasyona dönüşen bu politikalar AB’nin bölgeye yönelik geliştirdiği dış
politikalarının temeli ve genişleme stratejisinin de ilk adımı niteliğindedir.
İkinci olarak öne çıkan konu ise AB’nin askeri güç olma isteğidir. Kosova krizi,
1993’ten itibaren etkinliği arttırılmaya çalışılan ODGP ve oluşturulmaya çalışılan AGSP için
yeni bir döneme işaret etmektedir. Bosna’dan sonra Kosova deneyimini yaşayan AB için
Balkanlar çözülmesi gereken bir sorunun ötesinde, kendisini askeri ve politik açıdan
değerlendirmesi için de bir fırsat olmuştur. Avrupa dayanışması kendini gösterecek bir alan
bulmuş, 1997 yılında imzalanıp 1999 yılında yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması’nın
ODGP alanında getirdiği yeniliklerin uygulanması için bir fırsat doğmuştur.
AB, Kosova’da yaşananların ardından Balkanlar’da Soğuk Savaş dönemi boyunca
gizli kalan sorunların ortaya çıkmasının devam edeceğinin farkına vararak70 askeri bir güç
olma yolunda adımlar atmaya başlamıştır. AB’nin dış ilişkilerden sorumlu komiseri Chris
Patten, AB’nin bu isteğini “İhtiyacımız olan, çabuk ve esnek hareket edebilen güvenilir bir 68 Hill and Smith, op. cit., s.385. 69 AB’nin bölgesel politikaları ayrı bir başlık altında incelenecektir. 70 Elizabeth Pond, The Rebirth of Europe, Brookings Instition Press, Washington D.C., 2000, s.179.
38
askeri güçtür.” diyerek dile getirmekte ve bu askeri gücün barışı koruma, kriz yönetimi ve
insani müdahale alanlarında varlık göstermesi gerektiğini özellikle vurgulamaktadır.71
Kosova’da çatışmalar başladığında üye devletler arasındaki jeostratejik ilgi
farklılıkları AB’nin bölgede tutarlı bir politika geliştirmesini engellemiştir. Savaşları askeri
operasyonların sona erdirdiği ve bu askeri operasyonları NATO’nun gerçekleştirdiği göz
önüne alınırsa AB’nin diplomatik ve ekonomik gücünün sınırlarının dar bir alanı kapsadığı
görülecektir. AB’nin bir yandan askeri kimliğini oluşturmak isterken ve bu amaçla ODGP’yi
etkinleştirmenin yolunu ararken diğer yandan üye devletlerin ulusal çıkarlarının ön plana
çıkması nedeniyle askeri bir güç olarak bölgede etkili olamaması, Avrupa güvenlik
mimarisinin geleceği hakkında ciddi bir şekilde düşünülmeye başlanmasına neden olmuştur.
Kosova’da tüm çabalara ve yeni yapılanmalara karşı gelen başarısızlık, AB içinde
eleştirilerin artmasına ve fikirlerin değişmesine neden olmuştur. Kosova’nın AB açısından en
önemli sonucu olarak yorumlanabilecek bu değişim sonucunda, askeri güç oluşturma
konusunda fikir birliğine varılmıştır.72 Avrupa’nın önde gelen liderleri, AB’nin ekonomik
açıdan dev, askeri açıdan cüce olan durumunu düzeltmek için girişimlerde bulunmaya
başladılar. Avrupa’nın askeri açıdan yetersizliğinin görülmesi iki önemli sonuç doğurmuştur.
Birincisi, barışın Avrupalılar tarafından yönetilmesi fikrinin gündeme gelmesidir. Bu
kapsamda AB temsilcisi Martti Ahtisaari, diplomatik strateji hazırlamada ve Miloseviç
üzerinde baskı oluşturmada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca AB, Kosova’nın yeniden imarı
ve bölgenin istikrara ulaşabilmesi için strateji geliştirilmesinde ve bunun finansal kaynağını
sağlamada başı çekmiştir. İkincisi ise, AB ülkelerinin Kosova barış gücüne katılmasıdır.
Özellikle Almanya’nın katılımı, II. Dünya Savaşı’ndan beri süre gelen Avrupa’daki Alman
71 Albrecht Schnabel, “Political Cooperation in Retrospect: Contact Group, EU, OSCE, NATO, G-8, and UN Working toward a Kosova Settlement,” Kosovo: Lessons Learned for International Cooparative Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for Security Studies and Conflict Research, Vol.5, Zurich, 2000, s.28. 72 Daalder and O’Hanlon, op. cit., s.85.
39
askeri gücü fobisinin yıkılmasına ve İngiltere’nin Avrupa askeri gücünün oluşturulması
yönündeki muhalefetini terk etmesine neden olmuştur.73
Kosova savaşında çözümün Bosna’da olduğu gibi NATO tarafından sağlanması
uluslararası ilişkilerde Soğuk Savaş sonrası dönemin nasıl şekilleneceğini göstermesi ve
Transatlantik ilişkilerin geleceği açısından da önemlidir. Soğuk Savaş dönemi boyunca
Avrupa’nın güvenliğini sağlayan NATO, kendine yeni bir görev tanımı yaptığı sırada
meydana gelen bu savaşlar aracılıyla Avrupa’daki varlığını güçlendirmiştir. ABD, Avrupa’nın
kendi güvenliğini sağlamasını desteklemesine rağmen, AB’nin II. Dünya Savaşı sonrası
Avrupa’da yaşanan savaşlarda başarısız olması, Avrupa’da NATO’ya olan ihtiyacı gözler
önüne sermiştir. Eski NATO Genel Sekreteri ve Haziran 1999’tan itibaren AB Yüksek
Temsilcisi Javier Solana, NATO’nun Kosova operasyonunu Atlantik ittifakı tarihindeki ve
Avrupa güvenliği için en büyük mücadele durumu olarak tanımlamaktadır.74 Bu mücadeleden
NATO’nun üstün çıkması ise oluşturulma sürecindeki AGSP’ye vurulan bir darbe olmuştur.
NATO, Avrupa’daki etnik şiddetle savaşarak etkiliğini ve bu konuyla ilgili olduğunu
kanıtlamıştır. AB de dahil olmak üzere, askeri güce sahip olmayan örgütlerin başarısızlığı ve
Kosova’daki başarı, Avrupa’nın geleceğinde NATO’nun üstünlüğünü garanti etmiştir.75
Kosova sorunu çok açık bir şekilde Avrupa’da oluşturulma sürecinde olan Ortak Dış
ve Güvenlik Politikası’nın her iki boyutuna da zarar verir gibi görünse de, aslında bunun tam
tersi yaşanmıştır. Krizden önce diplomatik yollarla ve havuç-sopa stratejisi ile sorunları
çözmeyi uman ve yeni yapılanmasının özellikle savunma ayağını tek başına oluşturabileceğini
iddia eden AB, Kosova deneyimini yaşadıktan sonra hayallerden kurtularak daha etkili yollar
denemesi gerektiğinin farkına varmıştır.
73 Ibid. 74 Javier Solana, “NATO’s Success in Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.6, (November/December 1999), s.114. 75 Peter W. Rodman, “The Fallout from Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (July/August 1999), s.46.
40
AB, Kosova sonrası geliştirdiği dış politikasında bölgeye yönelik ekonomik yapılanma
temelli politikaların yanı sıra güvenlik politikasında belirli konular üzerine odaklanmıştır.
Özellikle AB’de ABD karşıtı tutum değişerek NATO imkanlarının kullanılarak askeri
yeteneklerinin geliştirilmesi fikri oluşmuştur.76 Bu fikrin oluşmasında İngiltere’nin ODGP
lehine değişen tavrı da destek olmuştur. Ayrıca AB devletlerinin askeri olanakları ve ulusal
savunma bütçeleri açısından ABD’nin çok gerisinde kalmaları, AB’nin Avrupa kıtasının
savunulmasında ABD’ye bağımlılığını arttırmaktadır. AB her ne kadar BAB’ı AB bünyesine
dahil ederek savunma alanında adımlar atsa da bu konuda ilerleme kaydedebilmesi için
bütçesinden büyük bir pay ayırması gerekmektedir. Ekonomik temelli bir örgütte bu çapta bir
değişim sağlanması ise son derece zor bir konudur. Bunun için Kosova örneğinde de olduğu
gibi Avrupa güvenliğinde Atlantik dayanışması sürmektedir. Bu kapsamda Kosova deneyimi,
hem AB’nin daha etkili politikalar üretmesini sağlamış hem de Atlantik ittifakını
güçlendirmiştir.
3. Kosova Krizi’nde AB’ye Üye Devletlerin Tavrı: Kosova krizi, AB içindeki büyük
devletlerin süregelen politikalarında önemli değişiklikler yapmaları nedeniyle bir çok konuda
dönüm noktaları yaşanmasına neden olmuştur. Temas Grubu içerisindeki İngiltere, Fransa,
Almanya ve İtalya, AB içerisinde Kosova krizinin çözümü konusunda öne çıkan ülkelerdir.
Bu dört devletin dış politika öncelikleri ODGP’yi de yönlendirerek Kosova krizi karşısında
AB’nin tavrının oluşmasına etkide bulunmuştur.
AB içinde Kosova krizinde en çok ön plana çıkan devlet İngiltere’dir. Bunda
İngiltere’nin Atlantik ittifakının değişmez üyesi ve ABD politikalarının Avrupa içerisindeki
en güçlü destekçisi olmasının yanı sıra 1998 yılındaki politika değişikliğinin de etkisi
olmuştur. 1998 yılındaki, St. Malo’da Fransa-İngiltere görüşmesi sonrasında Avrupa
76 Ibid., s.50.
41
güvenlik ve savunma politikalarının önünün açılarak AB’ye askeri beceri kazandırılması
kararı, Kosova krizi boyunca ve sonrasında AB’nin bu yönde girişimlere başlamasının
temelini oluşturmuştur.
AGSP’nin geleceği açısından İngiltere’nin değişen tavrı son derece önemlidir. 1998
yılındaki politika değişikliğine kadar Avrupa savunmasını Transatlantik ilişkileri çerçevesinde
gören ve bu nedenle AB içinde Atlantikçi grubun başını çeken İngiltere, Kosova krizinden
sonra daha Avrupacı bir yaklaşım sergilemeye başlamıştır. İngiltere’nin AB stratejisinde
yaptığı bu değişimin ardında ABD dayatmalarından rahatsız olmasının yattığını ileri
sürmenin77 yanı sıra İngiltere’nin AB içinde daha etkin bir rol oynamak ve değişimi bu yolla
denetlemek istediği yorumunun yapılması daha gerçekçi olacaktır.
İngiltere’nin Kosova krizindeki diplomatik girişimleri de Kosova krizinde aktif rol
oynamasına neden olmuştur. Özellikle İngiltere Dış İşleri Bakanı Robin Cook, Belgrad ve
Priştina arasında mekik diplomasisi yapması, tarafların BM kararlarını uygulamasında etkili
olmuştur.78 İngiltere’nin bu başarısının altında yatan nedenlerden biri de Miloseviç’in
İngiltere ile ilişkisinin soğuk olmamasıdır. Miloseviç’in bu tavrı Atlantik ittifakını kırmaya
yönelik veya bu durumu bir baskı aracı olarak kullanma isteğinden kaynaklanmış olabilir. Ne
amaçla olursa olsun Miloseviç’in politikası, İngiltere’nin dikkatini çekmeyi başarmıştır.
Ayrıca Londra, dış politikasında Kosova’ya öncelik vererek AB başkanlığı dönemini
Balkanlar’da bir başarıyla taçlandırmak istiyordu.79 Bu neden de İngiltere’nin Kosova’daki
aktif rol oynamasını açıklamaktadır.
İngiltere’den sonra Kosova krizi ile ön plana çıkan ikinci ülke Almanya’dır. Almanya,
askeri açıdan bir güç olduğunu göstermek istercesine müttefik kuvvetler içerisinde en fazla
77 Daalder and O’Hanlon, op. cit., s.85. 78 Simon Duke, Hans-Georg Ehrhart and Matthias Karadi, “The Major European Allies: France, Germany and the United Kingdom,” Kosovo and the Challange of Humanitarian Intervention, Selective Indignation, Collective Action and International Citizenship, ed. Albrecht Schnabel and Ramesh Thakur, United Nations University Press, 2000, s.137. 79 Roberto Morozzo della Rocca, “Italy and the United States: Two Approaches to the Kosovo Crisis,” Italy and the Balkans, CSIS Press, Washington, 1998, s.45.
42
asker gönderen ülkelerden biri olmuştur. Dayton Anlaşması’ndan önce Almanya’nın
Balkanlar’daki görevlere katkısı yok denecek kadar azken Kosova’da Almanya askeri açıdan
en önde gelen ülkelerdendi.80 Almanya’nın Kosova krizindeki diplomatik katkısı ise
İngiltere’ninki kadar kolay gerçekleşmiyordu. Almanya’nın Kosova’daki dezavantajı,
Yugoslavya ile olan tarihi ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Dünya savaşları esnasında
Almanya’nın tavırları nedeniyle Sırplar Almanya’ya tarihi bir düşmanlık besliyorlardı. Bu
nedenle diplomatik çabalarına rağmen Almanya, Sırplar tarafından bir arabulucu olarak
görülmüyordu.81 Almanya’nın Slovenya ve Hırvatistan’ın tanınması konusunda AB’ye yaptığı
baskı, ne Miloseviç ne de Fransa tarafından hoş karşılanmamıştı. Fransa’nın Sırplarla ilişkisi
ne derece iyiyse Almanya’nın da o derece kötüydü. Bu durum Kosova krizi sürecinde
yumuşamıştır. Alman-Fransız çekişmesi beklendiği gibi yaşanmamış, bu iki ülke AB çatısı
altında ortak noktada buluşabilmişlerdir.
Almanya’nın savaş nedeniyle maruz kaldığı en büyük sorun ise göçmenlerdi. Almanya
Kosova’dan en çok göçmen alan ülkelerin başında geliyordu ve bu sorundan bir an önce
kurtulmak istiyordu. Kosova’da barışın sağlanması bu nedenle Almanya için son derece
önemli olmuştur.
AB’nin üç büyüklerinden Fransa ise her zamanki Avrupacı tavrıyla krizin AB
desteğiyle çözülebilmesi için uğraşmıştır. Bosna savaşında, barış anlaşmasının Fransa’da
imzalanmasını sağladığı gibi, yine diplomatik girişimleriyle barışa yön vermek istiyordu.
Fakat Fransa’nın en önemli politik girişimi, İngiltere ile birlikte aldıkları AGSP’nin
geliştirilmesi fikrini Kosova krizi ve sonrasında uygulamaya koymak istemesidir. Fransa,
Avrupa’nın ABD’den bağımsız bir askeri güç geliştirmesini ve Avrupa savunma gücünün
tamamen Avrupalı olmasını, Amerikan idaresinden bağımsız olmasını savunuyordu.82
Fransa’nın değişmeyen bu politikası Kosova krizi boyunca da sürmekle birlikte Bosna’da 80 Daalder and O’Hanlon, op. cit. 81 Morozzo della Rocca, op.cit. 82 Pond, op. cit., s.188.
43
yaşananlardan alınan dersle o zamanki kadar sert olmamıştır. Bununla birlikte Fransa Temas
Grubu’nun 9 Mart 1998’teki toplantısında “güç kullanma tehdidi” fikrini reddetmiştir. Fransa
sorunun Avrupa devletlerinin diplomatik girişimleriyle çözülmesi gerektiğine inanıyor ve bu
nedenle NATO’nun askeri müdahalesini erken buluyordu.83
AB içinde üç büyüklerden sonra gelen İtalya’nın Kosova krizi karşısındaki tutumu
bölgeye coğrafi yakınlığı nedeniyle önemlidir. İtalya’nın Balkan krizleri karşısında
geliştirdiği politikalar dört maddede özetlenebilir. Bunlar; göçmen akınlarından korunmak,
bölgeyle ticari bağları kuvvetlendirmek, Balkanlarla ilgili forumlara aktif olarak katılmak ve
AB’nin bölgesel politikalarına ve ortak eylemlerine destek vermektir. 84 İtalya, özellikle AB
politikalarının uyumlu bir şekilde sürdürülebilmesini ve Avrupa dayanışmasını destekliyordu.
Bununla birlikte AGSP’nin geliştirilmesi için Transatlantik ilişkilerinin devamına ihtiyaç
olduğu ve Balkanlarda barışın sağlanabilmesi için transatlantik bağın sağlam olması gerektiği
fikrini de savunuyordu. Bu nedenle İtalya, kriz boyunca Avrupa ve NATO arasında dengeli
bir politika izlemeye çalışmıştır.
İtalya, Balkanlar’a diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak coğrafi kaygılarla
bakmaktadır. İtalya’nın bölgeye olan coğrafi yakınlığı, olaylara stratejik gözle bakmasını
sağlarken AB’nin de bu konuya hassasiyet göstermesine yol açmaktadır. Balkanlar’da
yaşanan savaşlar bu açıdan İtalya’nın politik değerinin AB içerisinde yükselmesine neden
olmuştur. Ayrıca AB’nin bölgeden gelebilecek tehlikeleri fark etmesi, İtalya’nın jeopolitik
öneminin artmasını da sağlamıştır.85 Bununla birlikte İtalya, bölgedeki istikrarsızlıktan
doğrudan etkilenmektedir. AB’nin sınırlarının ötesinde istikrar sağlamak adına geliştirdiği
politikaların başarısızlığı, İtalya’nın bölgeye yönelik geliştirmek istediği politikaları geri
plana itmektedir. Balkan savaşları yaşanmadan önce İtalya bölgede daha etkili bir ülkeyken
83 Duke, Ehrhart and Karadi, op. cit., s.130-131. 84 Rosa Balfour, Roberto Menotti and Ghita Micielli de Biase, “Italy’s Crisis Diplomacy in Kosovo, March-June 1999,” The International Spectator, Vol.XXXIV, No.3, (July/September 1999), s.68. 85 Ibid., s.79.
44
başarısız AB politikaları İtalya’nın bölgede güvenirliliğini sarsmaktadır. Bununla birlikte,
AB’nin insani yardım adı altındaki ekonomik desteği bölgeye istikrarı getirmekten çok uzak
olmasına rağmen Balkanlar’ın “Avrupalılaşma” politikasına dahil olması İtalya açısından
olumlu bir gelişmedir.86
AB içindeki küçük devletler, AB’nin askeri oluşum içine girmesinden tedirgin
olmaları ve bu durumun kendilerini AB içinde daha da geri plana iteceğini düşünmelerine
rağmen Kosova krizi boyunca çoğunlukla sessiz kalmışlardır. Bu dönem AB’nin küçük
devletlerinin de politikalarında değişime işaret etmektedir. Çünkü Amsterdam Antlaşması
düzenlemeleri ile bir bakıma artık AB içinde tarafsız statüde devlet kalmamıştır. Hatta
eskiden tarafsız statüde olan Finlandiya ve İsveç “kriz yönetimi ordusu” kurulması isteğini
dile getirmişlerdir.87 Küçük devletlerin bu süreçten sonra güvenlik konularında ortak
politikalara destek vermeye başlaması, bir bakıma AB içinde önyargıların kalkması şeklinde
yorumlanabilir. AB politikalarının oluşumunda çoğunlukla büyük devletlerin söz sahibi
olması nedeniyle küçük devletlerin güvenlik gibi devletlerin hassas oldukları bir konuda
ortak politika belirlenmesi sırasında şüpheci davranmaları anlaşılır bir durumdur. Bu nedenle
küçük devletlerin de güvenlik ve savunma alanında ortak politikalara destek vermeye
başlaması AB siyasi birliği ideali açısından önemli bir gelişmedir.
86 Ibid., s.80. 87 Pond, op. cit., s.189.
45
II. DAYTON BARIŞ ANLAŞMASI SONRASINDA AB’NİN BALKANLAR’A
YÖNELİK GELİŞTİRDİĞİ POLİTİKALAR
Balkanlar’da yaşanan şiddet ve çatışma ortamının ardından gelen barışla birlikte
bölgeye daha farklı gözlerle bakılmaya başlanmıştır. Balkanlar’da artık 1990 öncesi durum
söz konusu değildi. Bölgede yeni devletler kurulmuştu ve bu devletler belirsizliği beraberinde
getirmişti. Barış anlaşması imzalanmış olmasına rağmen barışın kalıcılığı tartışmalıydı.
Üstelik bir kere başlamış olan etnik kimliğe dayalı devletlerin kurulması sürecinin diğer etnik
unsurları etkilemesi kaçınılmazdı. Bu nedenlerle Dayton Barış Anlaşması’yla gelinen nokta
fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Her an bozulmaya hazır olan dengeler bölge devletlerini
tetikte beklemeye zorluyordu.
Balkanlar’daki bu gergin durum, savaşlar boyunca etkin politika izleyemeyen ve
bunun rahatsızlığını duyan AB’yi de yeni politikalar üretmeye yönlendirmişti. AB’nin barış
anlaşmasının imzalanmasından sonra üstlendiği en önemli görev, Mostar’ın idaresiydi.
Haziran 1996’da bölgede seçimlerin yapılmasına kadar AB şehrin yapılanmasına ve yerel
yönetime yetkilerin devredilmesinde herhangi bir sorun yaşanmaması için belirlediği ortak
tutumda,88 Mostar’ın Bosna-Hersek devletinin barış ortamına hızlı bir şekilde
entegrasyonunun sağlanması amacıyla yerel yönetime yardımcı olacak bir özel elçi atamıştır.
Özel elçinin görevleri arasında; yeni seçilen Mostar şehri yönetimini güçlendirmek,
yerlerinden edilmiş insanların ve mültecilerin Mostar’a geri dönüşünü sağlamak, insan
haklarının korunması, etkili bir hukuk sisteminin yerleştirilmesi ve anlaşmaların
uygulanmasının sağlanması başta gelenleridir.
AB’nin barış anlaşmasının imzalanmasından sonra üstlendiği görev, anlaşmanın
uygulanmasına destek olmak yönündeydi. AB, barış anlaşmasının imzalanmasında devre dışı
88 Decision 96/442/CFSP.
46
kalmasını bu şekilde telafi etmeye çalışıyordu. Bu doğrultuda 19 Aralık 1995’te aldığı ortak
tutumda89 bu amacını açıkça ortaya koymuştur. AB, barışa katkıda bulunmak için hem yüksek
temsilcinin harcamalarını hem de izleme sürecindeki altyapı giderlerini karşılama
sorumluluğunu üzerine almıştır.
AB, Mostar’ın idaresi görevini yürütürken bölgeye yönelik yeni bir politikanın da
temelleri oluşuyordu. 26-27 Şubat 1996’da Genel İşler Konseyince alınan kararla AB,
Balkanlara yönelik Bölgesel Yaklaşım politikası belirlemiştir. Bununla birlikte AB’nin barış
anlaşmasının imzalanmasından sonra bölgeye yönelik geliştirdiği ilk politika Fransa’nın
önerisiyle 13 Aralık 1995 tarihinde başlatılan Royaumont Süreci’dir.
A. Royaumont Süreci
AB’nin Balkanlar’a yönelik ilk kapsamlı politikası olarak tanımlanan süreç Fransa’nın
önerisiyle 13 Aralık 1995’te başlamıştır. Resmi adı İyi Komşuluk ve İstikrar Süreci’dir.
Güneydoğu Avrupa’da istikrarı ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeyi ve bu yolla barış,
istikrar, işbirliği ve demokrasi ilkelerini benimseyerek bütünleşen Avrupa idealine katkıda
bulunmayı amaçlayan politika, Bosna-Hersek, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Hırvatistan,
Slovenya ve Makedonya ile bu devletlere komşu olan Arnavutluk, Macaristan, Bulgaristan,
Romanya, AB ülkeleri, ABD ve Rusya’yı kapsamaktadır. Bu ülkelerin yanı sıra Avrupa
Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve AGİT de sürece katılmaktadır.
Royaumont sürecinin temel amacı, kültürel ve sosyal önyargıları aşmak ve sınır ötesi
işbirliğini güçlendirmek isteyen sivil toplum örgütlerini bir araya getirerek bölgenin
istikrarına katkıda bulunmaktır. 90
89 Decision 95/545/CFSP. 90< http://royaumont.Irf.gr>
47
Royaumont Süreci olarak tanımlanan politika esas itibariyle 13 Aralık’ta barış
antlaşmasının imzalanmasının ertesinde, katılımcıların Balkanlar’da istikrar paktı
oluşturulması fikrini tartıştıkları bir konferansla başlamıştır. AGİT bünyesinde kurulması
düşünülen Avrupa İstikrar Paktı projesi hayata geçirilemediyse de birkaç yıl sonra AB
öncülüğünde başlatılan İstikrar Paktı projesinin önünü açmıştır.91 Konferanslar dizisi şeklinde
devam eden Royaumont Süreci, somut bir eylemi olamamasına karşılık daha sonraki süreçler
için tartışmaların yapılarak altyapının hazırlanmasına katkıda bulunmuştur. Süreç bir süre
sonra iyi komşuluk ilişkilerinin güçlendirildiği ve Balkan ülkeleri için bölgesel işbirliğini
ilerleten bir AB inisiyatifine dönüştürülmüştür.92 ABD de Avrupa dışından bir ülke olarak
sürece destek vermekteydi.
Royaumont Süreci kapsamında Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya,
Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin yanı sıra AB ile Avrupa Antlaşması imzalamış olan
Bulgaristan, Romanya ve Slovenya ile Türkiye ve Yunanistan da bulunmaktadır. AB, süreç
kapsamındaki Batı Balkan ülkelerine maddi destek vererek istikrarın sağlanmasına katkıda
bulunmayı amaçlamıştır.
B. Bölgesel Yaklaşım Politikası
Bölgesel yaklaşım politikası, AB tarafından Dayton anlaşması ve Yugoslavya’daki
AGİT çalışmalarını tamamlamak amacıyla 1996 yılında başlatılmıştır. Politika temel olarak
Balkanlar’da ekonomik iyileşme, iyi komşuluk ilişkileri ve istikrarın güçlendirilmesi
konularında yardımcı olacak bir genel çerçeve belirlemektedir. Bu kapsamda bölgesel
yaklaşım politikasının içeriği şöyledir:93
91 Ünal Çeviköz, “European Integration and Regional Co-operation in Southeast Europe,” Perceptions, Vol.2, No.4, (December 1997/February 1998), s.146. 92 Ibid. 93 1903. Genel İşler Konseyi Toplantısı, Brüksel, PRES/96/33, 26-27 Şubat 1996.
48
• Dayton Barış Anlaşması koşullarının başarılı bir şekilde yerine getirilmesine
yardımcı olmak,
• Ekonomik refah ve politik istikrara sahip bir bölge yaratmak,
• Hukuk kuralları, demokrasi, insan haklarına saygı ve azınlık haklarına saygıyı
sağlamak ve ilerletmek,
• Ekonomik hareketliliği yeniden başlatmak.
Yukarıda sıralanan dört ilkeyi temel alan bölgesel yaklaşım politikası, hem bölge
ülkeleri arasında daha sıkı bir işbirliğini sağlamayı hem de bu ülkelerle AB arasında
oluşturulacak ikili ilişkiler için zemin oluşturmayı hedeflemiştir. Bunun yanı sıra ilkelerde de
belirtildiği gibi politikanın en önemli amacı barış anlaşmasının en kısa zamanda hayata
geçirilerek bölgede istikrarın sağlanmasıydı.
Bölgesel yaklaşım politikası içinde gerekli şartlara sahip beş ülke olan Arnavutluk,
Bosna-Hersek, Hırvatistan, Yugoslavya Federal Devleti ve Makedonya, AB ile geliştirdikleri
ilişkinin farklılığı göz önüne alınarak iki gruba ayrılmıştır. Bu gruplar;
• Bosna savaşına katılmamış ve böylece AB ile ticaret ve işbirliği anlaşmaları
yapmaya ehil olan Arnavutluk ve Makedonya,
• Dayton barış anlaşmasına taraf olan ve AB ile anlaşmayla ilgili ilişiler
geliştirmeden önce AB’nin koymuş olduğu ilkeleri yerine getirmesi gereken
Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Yugoslavya Federal Devleti’dir.
AB bölgesel yaklaşım politikasını belirlerken bölge devletlerini ikiye ayırarak, AB
devletleri ile bölge devletleri arasında siyasi ilişkilerin geliştirilmesi için uygun ortam
yaratmaya çalışmıştır. Politik diyalog adı altındaki toplantılara bölge devletlerinin ayrı ayrı
katılıyor olması AB’nin bölgede daha etkili bir politika izlemesine yardımcı olmuştur.
Özellikle Makedonya ile AB arasındaki siyasi sorunların çözümü için bölgesel yaklaşım
politikası bir başlangıç olmuştur.
49
Genel İşler Konseyi, 29 Nisan 1997’de, bölgesel yaklaşım politikası kapsamındaki
ülkelere yönelik geliştirdiği siyasi ve ekonomik ilişkilerinin kapsamını açıklığa kavuşturdu.
Konsey, bu ülkelerin AB ile ilişkilerini geliştirmeden önce her ülke için belirli koşullar koydu.
Ayrıca genel olarak “insan hakları ve hukuk kuralları,” “azınlıklara saygı ve azınlık haklarının
korunması” ve “pazar ekonomisi reformu” başlıkları altında ön koşullar belirledi.94 Bu ön
koşulları yerine getirmesine bağlı olarak bölge devletleri için belirlenen politikalar daha çok
ekonomik destek içerikliydi. Ticari ayrıcalıklar, ticaret ve işbirliği anlaşmalarından doğan
sorumlulukların yerine getirilmesi ve bölge ülkelerinin kullanımına açılacak ekonomik destek
programları öngörülmekteydi. Ekonomik yardım programı kapsamında PHARE’dan
yararlanma ve sadece bölge ülkelerine yönelik olan OBNOVA yardımı yer almaktaydı.
PHARE yardımları yeni başlatılmış bir uygulama olmamakla birlikte kapsamının
genişletilmesi bölgesel yaklaşım politikası kapsamında olmuştur. Bosna’nın PHARE
fonlarından yararlanması karara bağlanmıştır. 1995 yılında program dışına çıkarılan
Hırvatistan’ın yeniden PHARE kapsamına dahil edilme isteği ise geri çevrilmiştir.
Yugoslavya Federal Devleti de PHARE kapsamı dışında tutulmaktaydı. Bununla birlikte bu
iki ülkeye bir takım ticari ayrıcalıklar verilmiştir.
Bölgesel yaklaşım daha çok ekonomik yardımlar aracılığıyla bölge koşullarını
iyileştirmeyi ve devletler arasındaki uyuşmazlıkları ekonomik refahı arttırarak çözmeye
yönelik bir politikaydı. Klasik AB yaklaşımı olan “düşük politika alanlarından yüksek politika
alanlarına geçiş” uygulaması, Balkanlar için de temel kabul edilmiştir. AB, kendi
deneyimlerinden de yararlanarak ekonomik alandan işe başlamayı tercih etmiştir.
1998 yılı sonuna gelindiğinde AB’nin bölge devletleriyle ilişkileri daha çok ekonomik
ilişki düzeyine göre oluşmuştu. Arnavutluk ve Makedonya ile yapılan ticaret ve işbirliği
anlaşmaları, Bosna-Hersek ile PHARE kapsamında yürütülen ilişkiler, Hırvatistan ve
94 2003. Genel İşler Konseyi Toplantısı, Lüksemburg, PRES/97/129, 29-30 Nisan 1997.
50
Yugoslavya Federal Devleti’ne yapılan ekonomik yardımlar AB’nin bölgeye yönelik
yaklaşımının özünü oluşturmaktaydı.
AB’nin bölgesel yaklaşım politikası, 1999 yılına gelindiğinde Kosova’da yaşanan
olaylar karşısında gözden geçirilecektir. 1996 yılında uygulanmaya konulduğundan beri çok
büyük ilerleme kaydedemeyen politika buna rağmen AB’nin Balkan politikasındaki bazı
yanlışlıkların düzeltilmesini sağlamıştır. Fakat etkili finansal kaynakların eksikliği ve
politikanın adının belirttiği gibi bölgesel olamaması, AB’nin Balkan stratejisinin başarıya
ulaşmasını engellemiştir.95 Bölgesel olarak belirlenmesine rağmen politikanın sadece Batı
Balkan ülkeleri ile yürütülmek istenmesi ve Balkanlar’daki diğer ülkelerin yaklaşımdan uzak
tutulması da başarısızlığın arkasında yatan nedenlerden biridir.
Balkanlar’ın coğrafi ve tarihi bağları bu bölge üzerinde uygulanmak istenen
stratejilerde göz önünde tutulması gereken bir olgudur. Bu nedenle bölgesel yaklaşım
politikasının istenilen etkiyi yaratmaması, AB’nin bölgenin kendine has durumunu göz ardı
etmesinden kaynaklanmıştır. Üstelik AB’nin Batı Balkan ülkeleriyle kurduğu ilişki de bu
ülkeler için ne ekonomik açıdan ne de siyasi açıdan tatmin edici değildi. AB’nin Balkanlar’da
Yugoslavya’nın dağılmasıyla yaşanan savaşlar karşısında başarısız politikalar izlemesinin
ardından başlattığı bölgesel politikası bu nedenle etkili bir politika olmaktan çok uzaktı.96
C. İstikrar Paktı
Kosova’da NATO bombardımanın başlamasından hemen sonra, AB Dönem Başkanı
Almanya’nın önerisiyle 10 Haziran 1999’da Cologne Zirvesi’nde başlatılan geniş kapsamlı
bir girişimdir. Balkanlar’daki siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarsızlığın istikrara dönebilmesi
95 Papadimitriou, op. cit., s.79. 96 Ibid.
51
için AB, bölgeyle ilgili tüm devletlerin, uluslararası örgüt ve kuruluşların katılımıyla barışı ve
yeniden yapılanmayı gerçekleştirmek amacıyla yola çıkmıştır.
1. İstikrar Paktı’nın İçeriği ve Yapılanması: İstikrar Paktı, 10 Haziran 1999’da
imzalanmış, 30 Haziran 1999’da Saraybosna’da onaylanmıştır. İstikrar Paktı’nı daha önceki
girişimlerden ayıran en temel özelliği, katılımcıların çokluğudur. Paktın katılımcıları
şunlardır:
• AB üye devletleri ve Avrupa Komisyonu
• Bölge ülkeleri ve bölgeye komşu olan devletler: Bosna-Hersek, Hırvatistan,
Arnavutluk, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Macaristan,
Türkiye
• G-8 Üyeleri: ABD, Kanada, Japonya, Rusya
• Diğer Ülkeler: Norveç, İsviçre
• Uluslararası Örgütler: BM, AGİT, Avrupa Konseyi, NATO, BAB, OECD
• Uluslararası Finans Kuruluşları: Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu,
Avrupa Kalkınma ve Gelişim Bankası, Avrupa Yatırım Bankası
• Bölgesel Oluşumlar: Royaumont Süreci, Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Kuruluşu, Merkezi Avrupa İnisiyatifi, Güneydoğu Avrupa İşbirliği İnisiyatifi,
Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci.
İstikrar Paktı, yukarıda sayılan katılımcılar arasında, Güneydoğu Avrupa’da büyüme
ve istikrarı sağlayacak ortak bir strateji geliştiren ve uluslararası işbirliğini hedefleyen bir
çerçeve anlaşmaya varıldığını ilan eden siyasi bir deklarasyondur. Katılımcıların çeşitliliği
dolayısıyla İstikrar Paktı, yeni bir uluslar arası örgüt veya bağımsız finansal kaynaklara sahip
52
bir yapılanma değildir.97 Katılımcıların siyasi stratejilerini birbirlerine iletmek, bölgede
oluşturulan yeni inisiyatifleri koordine etmek ve böylece çalışmalarda gereksiz ikilemlere
düşmemek için özel koordinatör tayin edilmiştir. Bu görevi ilk üstlenen Bodo Hombach’tır.
İstikrar Paktı temel olarak, Güneydoğu Avrupa’da bölgesel olarak uzun süreli bir
istikrarın sağlanması, bölge devletleri arasında barışın tesis edilmesi, demokrasinin
benimsenmesi, insan haklarına saygının artması ve ekonomik kalkınmanın hızlandırılmasına
katkıda bulunmayı amaç edinmiştir.
Paktın çalışma yöntemi ve yapısı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı model
alınarak hazırlanmıştır. Fakat çalışma masası yapılanması Pakt ile birlikte oluşturulmuş ve
zaman içinde geliştirilmiştir. Çalışma masalarının konularına göre öncelikli olan kurum ve
kuruluşlar bu masalarda temsil edilmişlerdir.98 Örneğin Avrupa Komisyonu ve Dünya
Bankası, bölgeye yapılacak olan ekonomik yardımın idaresi için görevlendirilmişlerdir.
İstikrar Paktı’nın çalışma sistemi, başta genel bir bölgesel masa ile bu masaya bağlı
çalışan üç çalışma masası şeklindedir. Çalışma masalarından birincisi demokratikleştirme ve
insan hakları, ikincisi ekonomik yeniden yapılanma, işbirliği, gelişme ve de üçüncüsü
güvenlik konuları ile ilgilidir.
Birinci çalışma masası kapsamında demokrasi ve insan haklarıyla ilişkili konular yer
almaktadır. Konu başlıklarına göre katılımcılar ayrılmış ve her biri ayrı görev üstlenmiştir.
Çok kültürlü yapının ve azınlıkların korunması için kapsamlı programlar hazırlanmış, yerel
yönetimler desteklenmiş, kadınların sosyal hayata ve politik süreçlere katılımının
arttırılmasına yönelik çalışmalar yapılmış, eğitim konusunda özellikle üniversite eğitimi,
mesleki eğitim ve tarih eğitimi konularına ağırlık verilmiş, parlamentolar arası işbirliği
sağlanmış, medyanın bağımsızlığının sağlanması ve gazetecilerin eğitimi konularına öncelik
verilmiştir. 97 Bodo Hombach, “Stability Pact for South-eastern Europe: A New Perspective for the Region,” Perceptions, Vol.5, No.3, (September/November 2000), s.8. 98 Ibid., s.10.
53
İkinci çalışma masası, Mart 2000’de “Güneydoğu Avrupa’da Refah ve İstikrar Yolu”
adı altında yayınladığı strateji belgesinde orta ve uzun dönem ekonomik kalkınma hedefleri
belirlemiştir. Bu kapsamda özel sektörün desteklenmesi, AB ile ticaretin geliştirilmesi, sosyal
hizmetlerin ve politikaların desteklenmesi, altyapı yatırımlarının arttırılması ve çevrenin
korunmasına önem verilmesi gibi konular yer almaktadır. Buna benzer strateji belgeleri daha
sonra da hazırlanmıştır. Genel olarak diğerleri de ekonomik refahın arttırılmasına yönelik
politikalar içermektedir.
Güvenlik sorunlarıyla ilgili üçüncü masa ise iki alt masaya ayrılmaktadır. Güvenlik ve
savunma hakkındaki masa askeri reform, silahların denetimi, hafif silahların hızlı artışını
önleme ve insani yardım gibi konuları içerirken, adalet ve içişleri masası organize suçların
önlenmesi, iç güvenlik yapılanmasında kurumlar arasında saydamlığın ve etkililiğin
arttırılması, sığınma hakkı ve göç konuları ile ilgilenmektedir.
İstikrar Paktı bölgesel kalkınmayı desteklemeye yönelik ekonomik yardım ağırlıklı bir
politika olması nedeniyle Marshall Planı ile karşılaştırılmaktadır. Fakat paktın katılımcı
çokluğu ve çeşitliliği ile sosyal konularda geliştirdiği uzun ve orta vadeli politikaların
farklılığı nedeniyle bu karşılaştırmayı yapmak uygun değildir.99 Paktın ilk yılının sonunda
özel koordinatör Bodo Hombach yaptığı genel değerlendirmede ilk yılı genel olarak başarılı
olduğu belirtmiştir. Bununla birlikte stratejinin daha başarılı olabilmesi için dört temel amaç
göstermiştir. Bunlardan ilki proje ve programların zamanında tamamlanarak verilen sözlerin
tutulması, ikincisi özel yatırımların bölgeye çekilerek ekonomik potansiyelin arttırılması,
üçüncüsü uluslar arası kuruluşların karşı karşıya kaldıkları bürokratik engellerin kaldırılarak
etkinliğin arttırılması ve sonuncusu bölgede bilgi teknolojisi devriminin
geçekleştirilmesidir.100
99 Ibid., s.16. 100 Ibid., s.20.
54
2. İstikrar Paktı’nın Siyasi Etki ve Sonuçları: İstikrar Paktı, AB’nin bölgeye
yönelik politikalarında değişime işaret etmektedir. AB daha önceki politikalarının sonuç
vermediğini görerek bunlardan ders almış ve uluslararası çapta kriz yönetimi politikası
geliştirerek bunu uzun döneme yaymayı planlamıştır. Daha önceki girişimleri nedeniyle AB
içinde ve uluslararası toplumda bölgesel politikalara yönelik bir altyapı hazırdı. AB bu
altyapıyı kullanarak bölgede kalıcı barışı sağlamaya yönelik bir politika oluşturmuştur.
Politikanın bölge devletleri ve AB arasında sıkıştırılmaması ve bölgenin bir bütün olarak ele
alınarak, ekonomik ve demokratik yapının bir bütün olarak yerleştirilmesi ancak uzun
dönemde sonuçlandırılabilecek bir hedeftir.
Daha önceki girişimlerin aksine İstikrar Paktı projesinde, tüm katılımcılar arasında
projenin hedefleri ve temel yapısı üzerinde tam bir fikir birliği oluşmuştur. Bu birliktelik ve
katımcıların sayıca çokluğu İstikrar Paktı’nın ciddi bir yapılanma olduğu izlenimini
vermektedir.101 Barışı kurmak ve devam ettirmek misyonunu üstlenen Pakt, ekonomik ve
siyasi değerleri aynı anda geliştirmeyi amaçladığı için bölge açısından yüksek değere sahip
stratejik bir girişimdir. Paktın bu idealist amacı gerçekleştirebilmek için öne sürdüğü model
olabildiğince çok alanda işbirliğine gidilmesidir. Bu alanlar kapsamında, insan haklarına,
temel özgürlüklere ve azınlık haklarına saygılı bir kurumsal yapı, adalet sistemi ve medyada
özgürlüklerin sağlanması, sivil toplum örgütlerinin güçlendirilerek işbirliğine gidilmesi gibi
sosyal hayatı doğrudan ilgilendiren konular yer almaktadır.
İstikrar Paktı’nın amaçları üzerinde katılımcılar fikir birliği içerisinde olsalar da
onların bu girişimin bir parçası olmaya iten sebepler farklıydı. AB açısından bu politika, üye
devletlerin ve kamuoyunun dikkatini askeri operasyon dışında da seçeneklerin varlığına
çekmekti. Bunun yanı sıra AB için en önemli neden bölgeyi, AB ile bağlantısını kurarak
ekonomik ve siyasi açıdan ilişkilerin daha rahat kurulabileceği bir statüye getirmekti. Ayrıca
101 Kostas Ifandis, “The Politics of Order Building? Reviewing Western Policy in Kosovo and Southeast Europe,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.2, No.2, (May 2002), s.32.
55
barışın sağlanması AB için yeni bir pazara açılan kapı demekti. Bu nedenle bölgede bir an
önce barışın tesis edilerek Batı tarzı sistemin kurulması gerekmekteydi.102
G-8 Ülkeleri için Pakt, Balkanlar’daki tehlikeli durumu kontrol altında tutarak küresel
çapta bir askeri müdahaleye gerek duyulacak çatışma riskini azaltacak bir araçtı. Özellikle
ABD için bölgeye yapılacak yardımın azalması ve yükün AB ile paylaşılması anlamına
geliyordu. Rusya için ise bölgede varlığını sürdürebileceği bir fırsattı.103 Tüm bu ulusal çıkar
kaynaklı katılımlar için Pakt bir araçtı. Balkan ülkeleri için ise temkinli yaklaşılması gereken,
riskleri ve fırsatları içinde barındıran yeni bir oluşumdu. Pakt, bu ülkeler için bir çeşit
Marshall Planı olma özelliği taşımasına rağmen bölgedeki istikrarsız durum her türlü
oluşuma ilk başta kuşkuyla bakılması sonucunu doğurmaktaydı.
Pakt, bir çok alanda tüm katılımcıların beklentilerini ortak noktada buluşturmayı
başarmıştır. Bunların başında bölgede Avrupa ve Amerika işbirliğinin uzun bir aradan sonra
sağlanması gelmektedir. AB için bölgenin pazar ekonomisi koşullarına uyum sağlaması
stratejik bir öncelikti ve bu geçişi gerçekleştirebilmek için Atlantik ötesi ekonomik örgütlerin
yardımına ihtiyaç duyuyordu. Balkanlar’da genel olarak ekonomik sistemin değişmesi
komünist sistemden arda kalanların da yok edilerek Batı tipi devlet sisteminin bölgeye
yerleştirilmesi anlamına gelmekteydi. Bu nedenle Balkan ülkelerinin serbest piyasa sistemini
destekleyen küresel örgütlere üye olması hem AB hem de ABD tarafından desteklenmekteydi.
Bu süreç Balkan ülkelerinin Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıyla hedefine ulaşmış
olacaktı.104
İstikrar Paktı bölge sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için ne ilk ne de son
girişimdir. Birçok bölgesel girişim olmasına rağmen Paktı özel kılan, Balkanlar’a yönelik en
büyük uluslararası girişim olmasıdır. AB açısından önemi ise ODGP kapsamında alınan ortak
102 Fabrizio Saccomanni, “The Stability Pact for Southeastern Europe: A New Approach to a Regional Problem,” The International Spectator, Vol.XXXV, No.1, (January/March 2000), s.66. 103 Ibid. 104 Ibid., s.67.
56
kararla sürecin başlatılmasıdır.105 AB’nin Kosova sonrasında bölgeye yönelik daha etkin
politika izleyeceğinin ilk işareti İstikrar Paktı projesinin hayata geçirilmesine aracı olmuş
olmasıdır.
AB’nin İstikrar Paktı’na çok önemli katkısına rağmen aynı dönemde Balkanlar’a
üyelik perspektifi sunması, bölgesel politikaların ve dolayısıyla İstikrar Paktı’nın işleyişi
açısından zorlaştırıcı bir unsur olmuştur. AB, Slovenya, Bulgaristan ve Romanya ile üyelik
görüşmelerine başlamıştı. Batı Balkanlar ise etnik sorunları ve ekonomik geri kalmışlığı
sebebiyle Avrupa’dan uzak duruyordu. Üyelik görüşmelerine başlanılan ülkelerde de durum
iç açıcı değildi ama en azından etnik çatışmalar yaşanmıyordu ve AB, Balkan genişlemesine
ilk olarak bu ülkelerden başlayabilirdi. AB’nin genişleme politikası, Balkanları bir bütün
olarak ele alan bölgesellik ilkesi ile bu noktada çelişmektedir. Bölgesellik kavramıyla
çelişmesine rağmen AB genişleme süreci, bölge ülkelerinin AB normlarına uyum sağlama
isteği nedeniyle Balkanlar’da istikrarın sağlanması yönünde olumlu sonuçlar doğurmuştur.
AB üyeliği gibi NATO üyeliği de bölgesel politikaların işleyişini zora sokan bir durum
olmuştur. 24 Nisan 1999’da gerçekleştirilen NATO Washington Zirvesi’nde alınan genişleme
kararı, bölge ülkeleri için yeni bir fırsat anlamına geliyordu. NATO’ya üye olmak, bölge
ülkeleri için son derece çekici bir seçenekti. NATO genişlemesi, bölgesel politikalar ve Pakt
açısından düşük politika alanından yüksek politika alanına geçişi simgeliyordu. İstikrar Paktı,
sınırlarını çok geniş tuttuğu için NATO ve AB üyeliği gibi olgular özüyle çelişmiyordu. Yola
çıkarken uzun dönemli bir politika olduğunu ilan eden Paktın başarıya ulaşabilmesi için bölge
ülkelerinin ve uluslararası aktörlerin sürece tam katılımı gerekmekteydi. Fakat İstikrar
Paktı’ndan çok daha güçlü bir yapılanmanın ön plana çıkması, bölge devletlerinin ilgi alanının
değişmesine sebep olmuştur Hem NATO ve AB üyeliği perspektifini yakalayan bölge
105 Johannes Varwick, “The Kosovo Crisis and The European Union: The Stability Pact and its Cosequences for EU Enlargement,” Kosovo: Lessons Learned for Internationel Cooperative Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for Security Studies and Conflict Resarch, Vol.5, Zurich, 2000, s.165-166.
57
devletleri hem de politikalarında değişikliğe giden uluslararası örgütler için İstikrar Paktı
önceliğini zaman içinde kaybetmiştir.
D. İstikrar ve Ortaklık Süreci
İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin Balkan politikalarının devamı niteliğindedir. 1995
yılından itibaren AB’nin bölgeye yönelik geliştirdiği politikalar birbirinden bağımsız değildi.
Bu süreç de İstikrar Paktı’nda öngörüldüğü ve Bölgesel Yaklaşım içinde temel ilkelerinin
oluşturulduğu İstikrar ve Ortaklık Anlaşmalarının imzalanmasıyla başlar ve derinleşerek
devam eder.
Süreç, 26 Mayıs 1999’da Avrupa Komisyonu tarafından başlatılmış, bölgede istikrar
ve refahın sağlanması hedefleyen bir politikadır.106 AB, bölgeye yönelik geliştirdiği daha
önceki politikaların şiddeti engellemede ve istikrarı sağlamada yetersiz kaldığını Kosova’da
yaşananlar sonrasında kavrayarak bölgeye yönelik daha kapsamlı bir strateji geliştirme kararı
almıştır. İstikrar ve Ortaklık Süreci hem AB’nin bölgeye yönelik geliştirmeye çalıştığı ortak
stratejisinin bir parçası hem de AB’nin İstikrar Paktı’na katkısının temel bir parçası olarak
görülmüştür. AB bu politikası ile bölge istikrarı için kilit rol oynarken bölgenin geleceğini de
şekillendirmeyi amaçlamıştır.
1. İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin İşlevi ve Yapısı: İstikrar ve Ortaklık Süreci,
ekonomik ve insani kaynaklarla siyasi çabanın birlikte oluşturacağı uzun dönemli bir
politikadır. Süreç Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Makedonya
ve Hırvatistan’dan oluşan Batı Balkan ülkelerinin AB ile bütünleşme olanağı bulacağı ve her
ülkenin kendi durumuna göre değerlendirileceği bir temel üzerine oturtulmuştur. AB’nin
106 The Stabilisation and Association Process for South-Eastern Europe, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/index.htm> (08.01.2005).
58
bölgesel olmakla birlikte bölgeleri kendi koşullarına göre değerlendireceği bir politika
başlatmış olması, bölgeyle ilişkisi açısından bir dönüm noktasıdır. Bu sürece kadar bölgesel
politikalarda ülkesel özellikler ön plana çıkarılmayıp daha çok Batı Balkan ülkelerinin
birbirleriyle ilişkilerinin düzelmesine yönelik girişimlerde bulunuluyordu. AB’nin bire bir
ilişki kurma politikası bu açıdan kendi stratejileri için farklılaşmayı işaret ederken Batı Balkan
ülkeleri için AB’ye üyeliğin önünü açması nedeniyle önem kazanmaktadır.
AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci ile Batı Balkanlar’ın Avrupa değerlerine uyum
sağlayabilecek düzeye gelmesini amaçlamıştır. Bunu gerçekleştirirken her ne kadar bire bir
ilişki kursa da bölgesel politika üretmeye çaba harcamıştır. Bölgenin istikrarının sağlanması
için bölgesel politika üretmek şarttı. Bu nedenle Avrupa Anlaşmalarını imzalamış olan Balkan
ülkeleri kapsam dışında bırakılarak sadece Batı Balkanlar ele alınmıştır.
Süreç temel olarak dört aşamadan oluşmaktadır. Bunlar:107
• Birinci evre, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’na doğru: İstikrar ve Ortaklık
Anlaşmaları, sürecin tamamlanması için anahtar role sahiptir. Anlaşmaların
imzalanması imza atan devletlerin AB ile resmi ilişkiye geçmesi anlamına
gelmektedir. Bu tür bir ilişki AB için yüksek siyasi değer taşımaktadır. Serbest
ticaret alanının kurulması ve AB standartlarına uyumun sağlanması için
reformların yapılması anlamını taşımaktadır.
• İkinci evre, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın müzakere edilmesi ve
tamamlanması: İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları için gerekli olan şartlar en az
AB ile üyelik perspektifi bulunan Avrupa Anlaşmaları kadar kapsamlıdır. AB
Orta Avrupa ülkeleriyle görüştüğü gibi koşulların yerine getirilmesini Batı
Balkan ülkeleriyle tek tek görüşerek birlikte AB standartlarına yaklaşılmasını
sağlar. Anlaşmalar temel olarak demokratik ilkelere ve AB tek pazarının temel
107 From Regional Approach to the Stabilisation & Association Process, <http://Europa.eu.int/comm/external_relations/see/actions/sap.htm> (15.04.2005).
59
yapısına uygundur. AB ile serbest ticaret alanının kurulması bölge
ekonomilerinin AB ile bütünleşmesini sağlayarak diğer alanlarda bütünleşme
için ortam yaratacaktır. AB’nin anlaşmaların imzalanması öncesinde tüm Batı
Balkan ülkelerinden istediği geçiş döneminin temel gereklerini yerine
getirmeleridir. Anlaşmalar, AB’ye bu ülkeleri aday olabilecek konuma
getirmek için imkan sağlayacaktır. AB’nin desteği ve yardımıyla bu ülkeler
kısa zamanda koşulları yerine getirecektir.
• Yardım: İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın tamamlanması için gerekli olan
AB maddi desteği özel olarak oluşturulan bir fon aracılığıyla sağlanacaktır.
İstikrar sağlama, gelişme ve yeniden yapılandırma için topluluk yardımı
(CARDS) adı altında oluşturulan program, AB ile ilişkilerini derinleştirmek
isteyen ülkeler için maddi destekte bulunmaktadır. Ayrıca ülke stratejileri ve
çok taraflı programların uygulanmasını sağlar. CARDS başlı başına bir
stratejidir. AB siyasi stratejilerinden ayrıdır ve siyasi programların sona ermesi
CARDS programlarının çalışmasına engel değildir.
• Bölgesel Boyut: İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın imzalanması ve
uygulanması sadece iki taraflı bir süreç değildir. Bölgesel işbirliği CARDS
desteğiyle teşvik edilmektedir. AB’nin bölgesel önceliği bölge ülkelerinin AB
ülkeleriyle olduğu gibi birbirleriyle de işbirliği yapmalarıdır. Böylece iki taraflı
anlaşmalarla oluşturulmuş bir anlaşmalar ağı kurularak bölgesel işbirliği
sağlanır. İşbirliği ve ikili ticaret anlaşmaları, bölge ülkelerinin AB’ye aday
ülkelerle de ilişkilerini kuvvetlendirerek bölgede serbest bir ticaret alanının
dolaylı olarak kurulmasını sağlamış olur. AB, özellikle bölgesel işbirliğini
güvenliğin sağlanması ve uluslararası suçların önlenmesine yönelik ortak bir
yaklaşım belirlenmesi için destekliyordu. Yasa dışı göç, kaçakçılık ve organize
60
suçlar gibi alanlarda işbirliği yapılması bu suçların engellenmesi için önemli
bir adım olurken aynı zamanda bölgesel işbirliğine de katkıda bulunacaktır.
AB, Batı Balkan ülkelerinin yukarıda sayılan program çerçevesinde hareket ederek
İstikrar ve Ortaklık Anlaşmalarının imzalanması ve uygulanması için gerekli koşulları yerine
getirmesi sonrasında AB’ye tam üye olma koşullarının da büyük bölümünü yerine getirmiş
olacağını belirtmektedir.108
AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni altı temel hedef üzerine inşa etmiştir. Bu hedefler:
• Bölgede ve bölge ile süregelen ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi,
• Ekonomik ve finansal yardımın geliştirilmesi ve yenilenmesi,
• Demokratikleşme, sivil toplum, eğitim ve kurumsal yapılanma için gerekli olan
yardımın arttırılması,
• Adalet ve içişleri alanında işbirliğinin sağlanması,
• Bölgesel düzeyde de olmak üzere siyasi ilişkilerin geliştirilmesi,
• İstikrar ve Ortaklık Anlaşmalarının tamamlanmasıdır.109
Yukarıda sayılan hedefleri gerçekleştirebilmek için AB iki araçla hareket etmektedir.
Bunlardan ilki İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları iken diğeri ekonomik yardım programı olan
CARDS’dır.
a. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları: AB’nin yeni Balkan politikası daha önce
geliştirmiş olduğu ekonomik ve ticari ilişkileri kapsayan ortak üyelik sisteminin devamı
niteliğindedir. Bu sistemde AB ile ortak üyelik sistemi öngörülen devletler arasında resmi
ilişki anlaşma yoluyla tesis edilir. AB, Balkan ülkelerinin bir kısmı ile Avrupa Anlaşmaları
108 Ibid. 109 Joint Raport to the Helsinki Council on EU Action in Support of the Stability Pact and South-Eastern Europe, <http://ceps.be/Pubs/SEEMonitor/Monitor6.htm> (08.01.2005).
61
yoluyla ortaklık kurarken Batı Balkan ülkeleriyle İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ile resmi
ilişki kurmayı tercih etmiştir.
İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları, taraflar arasında malların, hizmetlerin, işgücünün,
girişimcinin ve sermayenin serbest dolaşımını öngören, belirli alanlarda işbirliği politikaları
geliştiren, siyasi diyalog ve bölgesel işbirliği kurmaya öncelik veren, adalet ve içişleri
politikalarında uyumlu hareket etmeyi hedefleyen ve mali işbirliği içeren anlaşmalardır.110
AB’nin İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ile ortaya koyduğu hedefler genel hatlarıyla
şöyledir:
• Batı Balkan ülkelerine AB ile tam entegrasyon olanağını sunmak,
• Siyasi diyalogun devamı için işlevsel bir çerçeve oluşturmak,
• Hukuk devleti ve demokratik yönetimin sağlamlaştırılmasını desteklemek,
• Ekonomik yapının gelişimini hızlandırmak,
• İki taraflı ticaret antlaşmalarının sonuçlanması için ekonomik önlemler almak,
• Adalet ve içişlerinde yoğunlaştırılmış işbirliği için kurumsal ilişki geliştirmek,
• Anlaşma hedeflerini sağlayabilmek için gerekli tüm alanlarda geniş işbirliğine
gitmek.
İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları, AB’nin bölgeye yönelik temel yaklaşımlarını içeren
ve Batı Balkanlar’ın AB sistemine uyumunu sağlamaya yönelik ilkeleri olan anlaşmalar
dizisidir. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ortak paydaya sahip olmalarına rağmen her ülke ile
özel koşulları ve isteklerine bağlı olarak ayrı ayrı imzalanmıştır. Batı Balkan ülkelerinden
Hırvatistan ve Makedonya ilk yıl içinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere
başlayacak koşullara erişmişlerdir. 2003 yılında ise Arnavutluk görüşmelere başlamıştır.
Bosna-Hersek ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ise görüşmelere başlamak için gerekli
şartları yerine getirememişlerdir. Görüşmelere başlamak için gerekli şartlar; hukukun
110 Stabilization and Association Agreements, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see.htm> (08.01.2005).
62
üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve azınlık haklarına saygının gerçekleşmesi, serbest ve
adil seçimlerin sağlanması, temel ekonomik reformların gerçekleştirilmesi ve komşuluk
ilişkilerinin iyileştirilmesidir. Bunun haricinde Bosna Hersek, Hırvatistan ve Yugoslavya
Federal Cumhuriyeti için ek olarak Dayton Barış Anlaşması’na uyumun gerçekleşmesi şartı
vardır.
AB, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı Batı Balkan ülkeleri için Avrupa Anlaşmaları
ile büyük ölçüde benzerlik gösteren fakat bir ölçüde ondan ayrılan bir yapıda hazırlamıştır.
AB’nin Batı Balkanlar için özel bir ayrıma gitmesinin temelinde yatan başlıca etmen bölgenin
kendine has koşullarıdır. Batı Balkanlar’da ekonomik gelişmeden daha önemli olan barış
ortamının devamının sağlanmasıydı. Bu nedenle Anlaşmalarda özellikle AB’nin amacının
sadece taraflar arasında ortaklık yaratmak olmadığı aynı zamanda kısa ve orta vadede istikrarı
yerleştirmek olduğu belirtilmektedir. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın Avrupa
Anlaşmaları’ndan ayrılan bir yönü de AB’ye üyelik perspektifi içermesidir. Avrupa
Anlaşmaları, AB’ye üyelik konusunda hükümler içermiyordu. Fakat bu anlaşmaları imzalayan
Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri tam üyelik başvurusunda bulanarak genişleme sürecine
dahil olmuşlardır. Bu nedenle Avrupa Anlaşmaları üyelik sürecine hazırlayan anlaşmalar
olmuşlardır. İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ise Batı Balkan ülkelerine tam üyelik için
potansiyel aday statüsü vermektedir. Bu aşamada Avrupa Anlaşmaları’ndan bir adım önde
olduğu söylenebilir.
b. İstikrar Sağlama, Gelişme ve Yeniden Yapılandırma için Topluluk Yardımı:
AB, Batı Balkan ülkelerini 1991 yılında itibaren birlik fonlarından aktardığı maddi
yardımlarla desteklemekteydi. 1999 yılında Balkanlar’a yönelik yeni bir politika başlattığını
açıklamasıyla birlikte yeni bir de maddi yardım programı oluşturmuştur. 5 Aralık 1999 tarihli
63
Konsey tüzüğüyle oluşturulan program CARDS adı altında ilan edilmiştir.111 CARDS
programının , Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ni model alan bir kurumsal, yasal,
ekonomik ve sosyal yapılanmaya gitme çabaları ile serbest piyasa ekonomisini benimseme
çalışmalarını desteklemesi öngörülmüştür.
CARDS programını diğer yardım programlarından ayıran en önemli özellik,
programdan destek sağlayabilmenin koşula bağlanmış olmasıdır. Buna göre, demokratik
ilkelere, hukukun üstünlüğüne , insan hakları ile azınlık haklarına, temel özgürlüklere ve
uluslararası hukuk ilkelerine saygılı bir devlet olmak gerekmektedir.
CARDS programı çerçevesinde bölgeye 2000-2006 yılları arasında 4.6 milyar Dolar
kaynak sağlanması öngörülmüştür. Bu kaynağın sağlanmasının dört ana amacı vardır:
• Yeniden yapılanma, demokratik istikrar, uzlaşma ve göçmenlerin evlerine
dönüşünün sağlanması,
• AB normlarına uyumlu yasal ve kurumsal gelişmeler, demokrasi ve hukukun
üstünlüğünün, insan haklarının, medya ve sivil toplumun, ve pazar
ekonomisinin geliştirilmesi,
• Yapısal reformlarla desteklenmiş, sürdürülebilir ekonomik ve sosyal
kalkınmanın desteklenmesi,
• Bölgesel düzeyde daha yakın ilişkiler, işbirliği, diğer Batı Balkan ülkeleri ile,
üye ülkelerle ve aday ülkelerle ilişkilerin yakınlaştırılmasının teşvik edilmesi,
• Bu ülkelerin, İstikrar ve Ortaklık Sürecine katılımını desteklemek, AB
standartlarına ve ilkelerine daha da yaklaştırmak ve Batı Balkan ülkelerini,
aşamalı olarak AB ile entegrasyona hazırlamaktır.
Temel görevi İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın imzalanması sürecinde Batı Balkan
ülkelerine destek olmak olan CARDS için belirlenen miktar 2000 ile 2006 yılları arasında
111 Council Regulation, No.2666/2000, 5 December 1999.
64
4,65 milyar Euro’dur. Bu miktar ülkelere ve yıllara göre değişim göstermektedir. 2002 yılında
her ülke için ayrı ayrı hazırlanan strateji belgelerine göre yapılacak yardım ülkelerin İstikrar
ve Ortaklık Süreci’ne katılımının değerlendirileceği yıllık raporlar doğrultusunda serbest
bırakılacaktır.112
CARDS programı dahilinde 2002 yılından 2006 yılına kadar olan süre için, belirlenen
stratejiye göre AB, Batı Balkanlar’a bölgesel işbirliğini geliştirmek ve mevcut sorunların
üstesinden gelmek amacıyla 2002 ve 2004 yılları için 197 milyon Euro ödenek tahsis
etmiştir.113 Bu ödeneğin verilme amaçları; ülkeler arasında sınır ilişkilerinin düzene
sokulması, AB politika ve hukukuna bölge devletlerinin kurumsal yapısının uyumunun
desteklenmesi, demokratik yapının güçlendirilmesi, sivil toplum örgütlerinin etkili hale
getirilmesi ve enerji, ulaşım ve çevre altyapısının AB standartlarına getirilmesinin
desteklenmesi olarak belirtilmiştir.
2. İstikrar ve Ortaklık Sürecinin Gelişimi: İstikrar ve Ortaklık Süreci, 1999 yılında
hayata geçirildiği günden bugüne zaman içinde geliştirilerek AB’nin Batı Balkanlar’a yönelik
başlıca politikası olmuştur. Sürecin anlaşmalar yoluyla desteklenerek sonucunun AB’ye tam
üyeliğe kadar gitmesi, uzun soluklu olacağının ispatı niteliğindedir. 2003 yılında Selanik
Zirvesi ise ivme kazandıktan sonra politikanın AB tarafından vazgeçilemez olduğunu
göstermektedir. İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin klasik genişleme politikası kapsamında
olmamakla birlikte bir çok açıdan onu tamamlamaktadır. Genişleme politikasının asıl amacı
ülkeleri AB yapısına hazırlamak iken İstikrar ve Ortaklık Süreci öncelikle bölgede istikrarı
sağlamak sonrasında genişleme sürecine dahil etmek şeklinde işlemektedir. Bu temel farklılık
haricinde AB’nin Balkan politikası dış politikasında kullandığı en etkili aracı olan genişleme
112CARDS Regional Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/cards/sp02_06.pdf> (12.05.2005). 113 Euro 197 million to promote regional cooperation in the Western Balkans, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip01_1464.htm> (13.05.2005).
65
politikasıyla paralellik göstermektedir. AB’nin Batı Balkan ülkelerine üyelik umudu vermesi
kuşkusuz ki İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin başarıya ulaşmasında ve devam etmesinde temel
faktör olmuştur.
a. Zagreb Zirvesi ve “Potansiyel Adaylık” Kavramı: İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin
zaman içerisinde yenilenerek daha etkili hale getirilmek istenmesi nedeniyle gerçekleştirilen
ilk kapsamlı girişim, 24 Kasım 2000 tarihli AB ve Batı Balkan Ülkeleri Liderler Zirvesi veya
diğer adıyla Zagreb Zirvesi’dir. Fransa’nın dönem başkanlığında gerçekleştirilen ve
Hırvatistan’ın ev sahipliği yaptığı zirveye, AB üye devletleri, İstikrar ve Ortaklık Süreci
kapsamındaki Batı Balkan devletleri ve AB üyeliğine aday Balkan ülkesi Slovenya’nın
hükümet ve devlet başkanları ile dışişleri bakanları katılmıştır.
Zirvenin amacı, İstikrar ve Ortaklık Süreci kapsamındaki ülkelerin AB ile daha yakın
işbirliği içine girebileceği bir yol haritası çizmek ve böylece Batı Balkan ülkeleri için yeni bir
vizyon oluşturmaktır. Zirvenin sonuç bildirgesinde AB o tarihe kadar bölgede yaptığı
çalışmalardan bahsetmiş ve İstikrar Paktı’na önemli katkılarda bulunduğunu vurgulamıştır.
AB’nin İstikrar Paktı’na katkısı Zirve’nin sonuç bildirgesinde övülmektedir. İstikrar Paktı’nın
en büyük destekleyicisi ve finans kaynağı olan AB’nin o tarihe kadar Balkanlar’da istikrarın
sağlanması için Pakt kapsamında yaptığı çalışmalara değinerek İstikrar Paktı içinde bundan
sonra da öncü rolünü oynayacağını açıklaması önemlidir. Çünkü AB aynı bildirge içerisinde
Batı Balkan ülkelerine çok önemli bir statü kazandırmaktadır. Bu statü AB’ye tam üye
adaylığının önünü açarak Batı Balkan ülkeleri için AB’nin ve AB’nin bölgeye yönelik İstikrar
ve Ortaklık politikasının öneminin artmasına ve dolaylı olarak İstikrar Paktı’nın öneminin
azalmasına neden olmuştur.
Zirvede süreç kapsamındaki ülkeler için, bölgesel işbirliğinin devamı, demokratik
kurallara saygı ve reformların devamı koşuluyla, “potansiyel aday ülke” ifadesi
66
kullanılmıştır.114 AB, ilk olarak Haziran 2000’de yapılan Feira Zirvesi’nde bu ifadenin
kullanılması karara bağlamıştır. AB bünyesinde bu karar alındıktan birkaç ay sonra Batı
Balkan ülkeleriyle yapılan Zirve’de bu ifade kullanılarak Batı Balkan ülkelerinin tam üyelik
süreçlerinin işleyişi ile ilgili koşullar belirlenmiştir.
Zagreb Zirvesi’nde “potansiyel adaylık” kavramı üzerinde önemle durulmaktadır. AB,
İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne dahil ülkelerin bundan sonra statülerinin değerini kavrayarak
daha etkili çalışmalar yürütmesi gerektiği belirtilmiştir. Her ülkenin statüsünün bilincinde
olarak bölgesel işbirliğinin geliştirilmesine katkıda bulunması, Zirvenin temel gündem
maddesini oluşturmuştur. Bu kapsamda Zirvenin ikinci önemli sonucu bölgesel işbirliğinin
geliştirilmesine yöneliktir. Zirve’de AB ile yakınlaşmanın bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi
süreci ile birlikte yürüyeceği konusunda anlaşılmıştır. Komisyon, bu konuda her bir ülkeyi
sorumlu tutarak bölgesel işbirliğinin geliştirilmesinin önemini ısrarla vurgulamıştır. Bölgesel
işbirliğinin geliştirilmesinin, AB ile yürütülecek çalışmalarda öncelikli konu olacağı ısrarla
belirtildiğinden tam üye adaylığın yolu bu politikayı güçlendirmekten geçmektedir.
Zagreb Zirvesi’nde ele alınan bir önemli konu da Komisyon tarafından öne sürülen
“siyasi forum” oluşturulması teklifiydi. Komisyon, AB ve bölge liderlerinin bir araya geleceği
bu tip görüşmelerin bölgesel işbirliğinin derinleştirilmesi ve işbirliğine katkıda bulunması
açısından önemli olacağını belirtmiştir.
b. Makedonya ve Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı İmzalaması
ve Sonrasında Yaşanan Gelişmeler: Zagreb Zirvesi’nden sonra İstikrar ve Ortaklık
Süreci’ndeki en önemli gelişme Makedonya ve Hırvatistan ile imzalan İstikrar ve Ortaklık
Anlaşmaları’dır. 26 Mart 2001 tarihli Konsey kararı ile Makedonya ve AB ilişkileri farklı bir
noktaya taşınırken diğer ülkeler için de bölgesel işbirliğini hızlandırıcı bir unsur olmuştur.
114 Zagreb Summit, 24 November 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_11_00/index.htm> (15.04.2005).
67
Makedonya’nın ardından 29 Ekim 2001’de İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalayan ikinci
ülke ise Hırvatistan’dır. Bu iki ülkenin AB ile yakınlaşan ilişkisi İstikrar ve Ortaklık
Süreci’nin diğer Batı Balkan ülkeleri gözünde değerinin artmasını sağlamıştır.
Makedonya ve Hırvatistan ile imzalanan İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nda bu
ülkelerin AB’ye tam üye olma yolunda önemli bir adım attığı belirtilmiş fakat tam üyeliğin
koşulunun bu ülkeler için sadece Kopenhag Kriterlerine uymak değil aynı zamanda
Anlaşmaların başarıyla uygulanması olduğu vurgulanmıştır. İstikrar ve Ortaklık
Anlaşmaları’nın başarıyla uygulanması için bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi gerekliliği
nedeniyle AB’nin bu koşulu koyarak bölgesellikten uzaklaşmamaya çalıştığı ve tüm Batı
Balkan ülkelerine bu doğrultuda mesaj verdiği açıktır.115
Makedonya ve Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nı imzalamasından
sonraki bir yıl boyunca Süreci hareketlendirecek bir gelişme olmamıştır. Bununla birlikte
Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin ilk yıllık raporunu116 yayınlaması Balkan
ülkelerinin gelişmelerinin izlenebilmesi için faydalı olmuştur. Bölgedeki ekonomik ve siyasi
gelişmelerin ayrıntılı bir şekilde ele alındığı Raporla birlikte ayrıca her ülke için ayrı “ülke
raporları” yayınlanarak hem ülkelerin kaydettiği gelişmeler değerlendirilmiş hem de gelecek
bir yıllık süre için Komisyon bu ülkelere eylem önerilerinde bulunmuştur. Raporda,
Balkanların etnik yapısı yap-boza benzetilerek bu durumun bölgeyi karmaşık hale getirdiği
yorumu yapılmıştır. Rapora göre, yaşanan savaşlarının da bölgenin karmaşık yapısına katkıda
bulunması sonucunda ekonomik ve siyasi geçiş zorlaşmıştır. Fakat İstikrar ve Ortaklık Süreci
ile bölge ülkelerinin büyük bir aşama kaydederek bölgesel işbirliğini geliştirmeleri ve bu
gelişmenin AB ile ilişkilerine de olumlu yansıması, bölgedeki karmaşanın ve sorunların
giderilmesine yardımcı olduğu, Komisyon tarafından özellikle vurgulanmıştır.
115 Elif Uçkan Dağdemir, “Batı Balkan Ülkeleri ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik Olasılıkları,” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, No.59/1, (Ocak/Mart 2004), s.99. 116 Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East Europe, First Annual Report, Brussels, 4 April 2002, COM(2002)163 final.
68
Komisyonun ilk yıllık raporu, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin bir çok konuyu net
bir şekilde açıklamaktadır. İlk olarak Komisyon, Süreci bir “eşlik etme politikası” olarak
tanımlamıştır. Bu politika ile AB, ulusal kurum ve kuruluşların yerini almak değil onlara geçiş
sürecinde yardımcı olmak istediğini, bu nedenle bölgede yaşanan sorunlara taraf olmak yerine
çözüm konusunda dışarıdan yardımcı olmayı seçtiğini öne sürmektedir. Raporda ikinci olarak
altı çizilen konu ise Sürecin “geri dönülemez” olduğudur. AB, Batı Balkan ülkelerinin sürece
daha yoğun katılımının ve bu katılımın anlaşmalar yoluyla resmileştirilerek ortaklık statüsüne
erişmesini dönüşü olmayan bir yol olarak görmektedir.117 Raporda vurgulanan bir diğer konu
da İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin uygulanması aşamasında karşılaşılan zorluklardan alınan
dersler doğrultusunda AB’nin istikrar ve ortaklık arasında dengeyi sağlama gayretidir. Bu iki
unsurdan birinin öne çıkması Sürecin yavaşlamasına neden olacağı için dengenin
sağlanmasına AB son derece önem vermektedir.
Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin temel ilkelerine açıklık getirdikten sonra
süreç kapsamında bölgede devam eden sorunlara ve mücadele edilmesi gereken alanlara
değinmiştir.118 AB başlıca mücadele edilmesi gereken alanlar olarak demokratik bir devlette
olması gereken hukukun uygulanması, güçlü idari kapasitenin sağlanması ve siyaset
kurallarının demokratik yaşamın bir parçası olarak benimsenmesini göstermiştir. Ayrıca zayıf
sivil toplum örgütleri ve basın yapılanması ile aşırı milliyetçiliğin devam etmesine dikkat
çekmiştir. AB, bu uyarıların dikkate alınmasını genişleme süreci içerisinde çekilen sıkıntıları
azaltarak tam üyelik sürecinin hızlı işlemesine yardımcı olacağını belirmiştir.
Komisyon 2003 yılı Mart ayında ikinci yıllık raporunu119 yayınlamıştır. Raporda
AB’nin bir değerler birliği olduğundan hareketle ülkelere temel ilkelere uymalarının önemi
hatırlatılmaktadır. Bu değerler, hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan haklarına saygı,
117 Ibid., s.6-8. 118 Ibid., s.9-13. 119 Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East Europe, Second Annual Report, Brussels, 26 March 2003, COM(2003)139 final.
69
azınlıkların korunması ve pazar ekonomisi koşullarına uyum olarak sıralandıktan sonra
değişimin bir gecede olamayacağı ve zaman içinde AB ile ortak politikalar üreterek bu
değerlerin benimseneceği belirtilmektedir. Bu değişim süreci ülkeden ülkeye farklılık
gösterdiğinden AB’yle ortaklığın artmasının ülkelerin kendi elinde olduğu, ikinci raporun
başlıca konusudur. Bu doğrultuda ülkelerin durumu, yaptıkları ve yapması gerekenler ayrı
ayrı incelenmiş ve AB değerlerinin benimsenmesi ile AB genişleme politikasına dahil olma
arasında doğrudan bağlantı kurulmuştur.120
İkinci raporun dikkat çeken yönü, İstikrar ve Ortaklık Süreci ile Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası arasında bağ kurmasıdır. Komisyon, AB’nin Bosna-Hersek’teki polis misyonu
faaliyetlerinin İstikrar ve Ortaklık Süreci programlarının uygulanmasına destek olduğunu ve
böylece süreç kapsamındaki uygulamaların hızla gerçekleştiğini belirtmiştir. ODGP’nin Batı
Balkanlara yönelik gerçekleştirilen politikalardan uzak kalması bu şekilde dengelenmeye
çalışılmıştır. Bunun yanı sıra Komisyon, Makedonya’da NATO’dan görev teslim alması
öngörülen AB kuvvetlerinin bölgede istikrarın sağlanmasına faydalı olacağı yorumunu
yapmaktadır.
c. Selanik Zirvesi ile Batı Balkanlar’ın Ön Plana Çıkışı: 2003 yılı İstikrar ve
Ortaklık Süreci’nin canlandığı, yeni gündem maddelerinin oluşturulduğu ve Makedonya ile
Hırvatistan dışındaki Batı Balkan ülkelerinin de sürece katılımının arttığı bir yıl olmuştur.
2003 yılının ilk altı ayında Yunanistan’ın Dönem Başkanlığı görevini üstlenmesiyle İstikrar
ve Ortaklık Süreci, AB gündeminin en önemli konusu haline gelmiştir. Yunanistan’ın bir
Balkan ülkesi olması nedeniyle bölgenin istikrarı ve gelişmesiyle yakın ilgi içerisinde olması,
Sürecin önem kazanmasının başlıca nedenidir.
120 Ibid., s.5.
70
16 Haziran 2003 tarihinde, Selanik Zirvesi öncesi, Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi
Batı Balkanlara yönelik Selanik Gündemi’ni açıklamıştır.121 AB, Batı Balkanlar’ın Avrupa
yapılanmasına uyum sağlayabilmesi ve sonucunda tam üye olabilmesi için hazırlıklarına
destek olmaya öncelik verdiğini belirtmiştir. AB’nin Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine
yönelik gelişmesinin Batı Balkanlar için teşvik unsuru olması gerektiği ve Batı Balkanlar’ın
da birleşmiş Avrupa’nın tamamlayıcı parçası olacağı vurgulanmıştır.
Selanik Gündemi, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne yeni bir boyut getirmiştir. AB geçen
dört yıl boyunca bu politikayı bölgede istikrarı yerleştirmek ve bölgenin Avrupa ile bağlarını
kuvvetlendirmek için kullanmıştır. Selanik Gündemi’nde AB, bu politikasının başarıya
ulaştığı yorumunu yaparak bundan sonraki süreç için yeni ve daha kapsamlı politikalar
üreteceğini ifade etmiştir. AB’nin yeni politikasının genişleme sürecinin öğeleri ile
zenginleştirileceği ve genişletileceği ve böylece bölge ülkelerinin AB ile ortaklık sürecine
hazırlanacağını belirten Gündem, İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları’nın imzalanmasının bu
aşamada önemli olduğuna değinmiştir. Selanik Gündemi beş temel maddeden oluşmaktadır.
Bunlar, demokratik gelişme ve istikrarın sağlanmasında ilerleme , zenginleştirilmiş İstikrar ve
Ortaklık Süreci, adalet ve içişleri konularında işbirliği, ekonomik gelişme ve bölgesel
işbirliğinin görüşülmesidir. Bu kapsamda Komisyon’un ikinci yıllık raporu dikkate alınarak
hazırlanmış bir program dahilinde çalışılarak Batı Balkanlar’ın geleceğe hazırlanacağı
belirtilmiştir.
Selanik Zirvesi, Zagreb Zirvesi’nden sonra AB ile Batı Balkan ülkeleri arasında
yapılan ikinci zirvedir. AB, Feira ve Kopenhag Zirveleri’nden sonra bir kez daha üyelik
olasılığının altını çizerek Batı Balkanlar’ın Avrupa entegrasyonuna hazırlanmasının somut
yollarla yapılacağı tekrarlamıştır. Batı Balkan ülkelerinin Avrupa yolunda ilerlemesinin ise
hukuk kurallarına saygı, demokrasi ve insan hakları standartlarının yakalanması, iyi yönetişim
121 The Thessaloniki Agenda for the Western Balkans, 16 June 2003, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gacthess.htm> (15.04.2005).
71
ve ekonomik gelişmelerine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Zirve’de yoğunlaştırılan ilişkilerin
Batı Balkanlar’ın bölgesel olarak entegrasyonunu hızlandıracağını umut edildiği belirtilmiştir.
Zirveye başkanlık yapan Chris Patten’in “Selanik Zirvesi Batı Balkanlara iki önemli mesaj
vermektedir: Birincisi, AB’ye üyelik olanağı gerçektir; ikincisi ise Batı Balkanlar AB’ye
katılmadıkça AB genişlemesi tamamlanmayacaktır. Komisyon Batı Balkan ülkelerinin
Avrupa yolunda başarılı olabilmesi için desteğini artırarak sürdürecektir. Fakat üyelik
kazanılır. Bu, sıkı çalışma ve bölgenin güçlenmesiyle olur. Avrupa entegrasyonu yolunda
nasıl ilerlediğiniz ve ilerleme sürecindeki hızınız sizi sonuca ulaştırır.” şeklindeki sözleri
Zirve’nin Batı Balkanlar için değerini son derece net özetlemektedir.122
19-20 ve 21 Haziran’da süren Zirve’nin son günü tamamen Batı Balkanlar Zirvesine
dönüşmüş olması AB’nin bölgeye yönelik yaklaşımında önemli bir değişimin söz konusu
olduğunu göstermektedir. Batı Balkan liderleri ile görüşmenin Selanik Zirvesi’nde yapılması
bile AB’nin 2004’te gerçekleştireceği genişlemenin ardından Batı Balkanlar’ı unutmayacağını
sembolik açıdan göstermektedir. Bu zirveye Batı Balkan ülkelerinin liderlerinin çağrılmış
olması Batı Balkanlara verilen değeri ve bölgenin genişlenin bir parçası olduğunu göstermesi
açısından önemlidir.123 Hırvatistan’ın Şubat ayında yaptığı tam üyelik başvurusu, Batı Balkan
ülkeleri tarafından da genişleme perspektifinin yakalandığını göstermektedir.
Zirvenin son günü açıklanan bildirgede AB’nin Batı Balkan politikasında yaptığı
değişiklikler göze çarpmaktadır. Genel hatlarıyla Zirvede alınan kararlar şunlardır:124
• Balkanlar’ın geleceği AB içindedir. Genişleme süreci, Batı Balkan ülkelerinin
cesaretlendirmelidir. Avrupa yapısına ve tam üyeliğe hazırlanmak büyük
122 The Thessaloniki Summit: A Milestone in the European Union’s Relations with the Western Balkans, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip03_860,htm> (15.04.2005). 123 Erhan Türbedar, “Selanik Zirvesi’nin Ardından: Batı Balkanlar Gölgeden Çıkıyor,” Stratejik Analiz, C.4, S.40, (Ağustos 2003), s.64. 124 Thessaloniki EU-Western Balkans Summit Declaration, 21 June 2003, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_06_03/decl.htm> (15.04.2005).
72
mücadele gerektiren bir yoldur. Bu aşamada Hırvatistan’ın tam üyelik
başvurusu Komisyon gündemindedir.
• İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin Batı Balkanlar politikasının çerçevesini
oluşturmaya devam edecektir. Fakat Merkezi ve Doğu Avrupa genişlemesinde
yapılan üyelik sürecine ilişkin reformlar Batı Balkan için de uygulanacaktır.
Ülkeler bireysel olarak üyelik için Kopenhag kriterlerine uymak, İstikrar ve
Ortaklık Süreci’ne yoğun bir şekilde katılarak programları tamamlamak ve
Zagreb Zirvesi sonuç bildirgesinde yer alan şartları yerine getirmek
durumundadır. Bu kapsamda İstikrar ve Ortaklık Süreci genişleme sürecinin
deneyimlerinden yararlanılarak zenginleştirilecektir. Zenginleştirme
kapsamında öncelikli konu olarak ODGP, parlamentolar arası işbirliği ve
topluluk programlarına katılım alanlarında siyasi diyalog başlatılması yer
almaktadır.
• AB, Kosova’daki BM barış gücünün faaliyetlerini desteklediğini belirterek
Dayton Barış Anlaşması’na bağlı kalınmasının önemini vurgulamıştır. NATO
ve ABD ile bölgede güvenlik konularında işbirliğinin arttırılarak süreceği ve
bölgenin güvenliği için çalışan uluslararası yapılanmalara destek verileceği
belirtilmiştir.
• Bunun yanı sıra Selanik Gündemi’nde belirlenen konuların kabul edilerek
ekonomik yapının güçlenmesi, ulaşım, iletişim ve çevre konularında altyapı
çalışmalarına hız verilmesi, sınırlar arası ilişkilerin düzenlenmesi gibi temel
sorunların çözümü için AB’nin maddi destekli somut programlar hazırlayacağı
belirtilmiştir.
73
Genel hatlarıyla yukarıdaki konuların karara bağlandığı Selanik Zirvesi teknik
konularda daha önceki süreçlerin geliştirilerek devam edeceğini göstermektedir. Zirve ile
değişiklik gösteren asıl konular siyasidir. Bu aşama AB’nin hem kendi yapısını geliştirmede
kullandığı hem de genişleme süreçlerinde aday ülkeleri hazırlamak için kullandığı “düşük
politika alanlarından yüksek politika alanlarına geçiş” ilkesinin hayata geçirilmeye başladığını
göstermektedir. AB için Batı Balkanlar güvenlik ve savunma açısından son derece önemlidir.
Balkanların çatışma yaşanmaya hazır yapısı hem bölgeyi hem de AB’yi tehdit etmekte ve bu
durum AB’nin en azından kendi kıtasında siyasi güç olarak algılanmasını engellemektedir. Bu
nedenle AB bölge ülkelerini işbirliğine zorlamakla bölgede kalıcı istikrarı yerleştirmeyi
hedefleyerek temelde kendi güvenliği için önlemler almıştır.
AB, 1999’dan itibaren adım adım geliştirdiği Balkan politikasını Selanik Zirvesi ile en
sonunda getirmek istediği noktaya ulaştırmıştır. Bu süreçten sonra Batı Balkan ülkeleri tam
üyelik için yerine getirmeleri gereken koşullarla uğraşırken bir taraftan da AB kurumsal
yapısı içine işleyeceklerdir. AB üyeliği özü itibariyle ekonomik bağımlılıktan geçtiğinden
Batı Balkanlarda da öncelikle bu konu halledilmeye çalışılacaktır. AB, ekonomik gelişmenin
barış ve istikrarı getireceği düşüncesinden hareket etmektedir. Balkan ülkelerinin birbirleri ve
AB ile bağımlılıkların artması yoluyla bölgede istikrarın sağlanması Avrupa kıtası için olası
sorunların önceden yok edilmesi anlamı taşımaktadır. AB açısından ekonomik ve güvenlik
öncelikleri nedeniyle Batı Balkanlar’a üyelik yolu açılırken Batı Balkan ülkeleri arasında da
AB’ye üye olma politikası öne çıkmaya başlamıştır. Selanik Zirvesi öncesinde aralarında
görüşmeleri sıklaştıran Batı Balkan ülkeleri, Selanik Zirvesi’ne önemli ölçüde umut
bağladıklarını göstermişlerdir. Bu görüşmelerden biri olan ve Güneydoğu Avrupa İşbirliği
Süreci125 çerçevesinde Saraybosna’da Haziran 2003’ün ikinci haftasında düzenlenen
125 Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci, 6-7 Temmuz 1996’da açıklanan Sofya Bildirgesi ile bölgede iyi komşuluk ilişkileri, güvenlik, istikrar ve işbirliğinin tesisi için bir araya gelmişlerdir. Üyeleri, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Türkiye ve gözlemci statüsü ile Hırvatistan’dır.
74
toplantıda, Batı Balkan ülkelerinin dışişleri bakanları kabul edilen ortak kararda Selanik
Zirvesi’nde net bir şekilde “Avrupa Birliği sınırlarının Balkanlar olmadan
tamamlanamayacağı” mesajının verilmesini beklediklerini belirtmişlerdir.126
AB’nin Batı Balkanlar’da siyasi istikrarı sağlamasında teşvik edici unsur olarak tam
üyelik perspektifini sunması, AB içinde eleştirilere maruz kalmasına neden olmuştur. Son
genişleme dalgasının bile AB üzerinde nasıl bir etki oluşturacağı bilinmezken AB’nin yeni bir
genişleme dalgası yaratma politikası izlemesinin ciddi sorunlara yol açacağı düşünülmektedir.
126 Türbedar, op. cit., s.65.
75
III. BATI BALKAN ÜLKELERİNİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ
Batı Balkan ülkeleri olarak adlandırılan Makedonya, Hırvatistan, Arnavutluk, Bosna-
Hersek ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (Sırbistan-Karadağ) aynı bölge içerisinde yer
alan ve 1990 öncesinde devlet sistemi açısından Batı Avrupa’dan farklı konumda olan
ülkelerdir. Bu ülkelerden Arnavutluk hariç diğerlerinin eski Yugoslavya’nın birer parçası
olması ise aralarındaki en temel ortak yöndür. 1990 sonrasında Yugoslavya’dan Slovenya ve
Hırvatistan’ın ayrılma hareketiyle başlayan parçalanma süreci içerisinde bu devletler, zamanla
bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Günümüzde ise Batı Balkan ülkelerinin tümü AB sistemine
uyum sağlamaya çalışmaktadırlar.
Genel olarak Batı Balkan ülkelerinin ortak özellikleri, 1990 sonrasında rejim
değişikliği yaşanması ve etnik yapılarının çeşitliliğidir. Özellikle eski Yugoslavya’dan ayrılan
devletler arasında etnik yapıların iç içe geçmiş olması, bu ülkeler arasında sınır ve toprak
sorunları yaşanmasında ve bu sorunların şiddetli savaşlara dönüşmesinde etkili olmuştur.
1990 sonrasında AB, yeniden yapılanma ve yeni uluslararası sisteme uyum sağlama
sorunları yaşarken yanı başındaki savaşlar karşısında kelimenin tam anlamıyla ne yapacağını
bilemez duruma düşmesi nedeniyle çok eleştirilmiştir. AB de hatasını kabullenerek özeleştiri
yapmış ve hem hatasını telafi etmek hem de bölgesel güç konumuna yükselmek için Balkan
politikalarına ağırlık vermiştir. AB’nin 1999 yılında uygulamaya koyduğu İstikrar ve Ortaklık
Süreci bu dönemde AB’nin hedeflerine ulaşmasına yardımcı olan başlıca araçtır. AB, bu
politika kapsamında sıkça bölgesel işbirliğinin öneminden bahsederken ülkelerle bireysel
olarak da ilişki kurmaya önem vermiştir.
AB’nin Batı Balkan ülkeleri ile bağımsızlıklarından itibaren kurduğu ilişki bir çok
açıdan farklılık göstermektedir. Balkanlar’daki gelişmelerden doğrudan etkilenen AB üyesi
76
ülkelerin farklı ulusal çıkarları, AB’nin genişleme politikası içerinde geri kalan Balkan
ülkelerine yönelik farklılaşmış politikaları ve bölge ülkelerinin kendine has koşulları, Batı
Balkanlar’ın bir bütün olarak algılanmasından uzaklaşılarak özel sorunlara özel çözümler
üretilmesi sonucunu doğurmuştur. Özellikle gelecekte sorun çıkmasına muhtemel gözüyle
bakılan ülkelerle ilişkilerlerde hem AB hem de AB üyesi ülkeler farklı politikalar
üretmektedir. Batı Balkanlar tek başına bir bölge olarak önemli olduğu kadar tek tek bölge
ülkeleri de AB ile ilişkileri açısından son derece önemlidir. Genişleme sürecini Batı
Balkanlar’a çeviren AB için bundan sonraki süreçte bireyselleştirme, bölgesel politikalara
göre daha çok önem kazanacak gibi görünmektedir.
A. HIRVATİSTAN
1. AB ile Hırvatistan Arasındaki Resmi İlişkinin Tarihçesi: Hırvatistan ile AB
arasındaki yasal ilişkinin başlama tarihi diğer Batı Balkan ülkelerinde olduğu gibi AB’nin
Bölgesel Yaklaşım politikasını uygulamaya koyduğu 1997 yılıdır. Bölgesel yaklaşım
politikası dahilinde AB, Hırvatistan ile ikili ilişkilerin geliştirilmesi için kendi siyasi ve
ekonomik ilkelerine uyumu gerekli görmekteydi. Bölgesel Yaklaşım politikası kapsamında
yer alan Hırvatistan ile AB’nin ilişkilerinin esas olarak başlama tarihi ise Hırvatistan’ın
AB’nin 1999 yılında başlattığı İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne katılması olarak kabul edilebilir.
Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Süreci içinde yer alan Hırvatistan hakkında yaptığı
değerlendirmede,127 Hırvatistan’a basın reformu, seçimlerin yapılması ve göç edenlerin
evlerine geri dönmesi konusunda yapacağı çalışmalara maddi destek sağlayacağını
belirtmiştir. Bununla birlikte Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Anlaşması görüşmelerinin
başlaması için gerekli olan koşulları sıralamıştır.
127 Operational Country Conclusions, 26 May 1999, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm> (13.05.2005).
77
Hırvatistan, İstikrar ve Ortaklık Süreci içerisinde yer almasına rağmen AB ile
ilişkileri, Hırvatistan’da genel olarak seçimlerin yapılmaması, insan hakları ihlalleri ve savaş
suçlularının iadesi gibi konular nedeniyle verimli değildi.128 Hırvatistan, Süreç içerisinde yer
almasına rağmen AB programlarından yararlanamıyordu. Ocak 2000’de Hırvatistan’da
başkanlık seçimlerinin yapılması, AB ile ilişkilerde dönüm noktası olmuştur. Seçimlerin
hemen ardından bir danışma kurulu oluşturularak Hırvatistan’ın programlardan yararlanması
sağlanmıştır. AB ile ilişkilerini düzelten Hırvatistan bu tarihten sonra hızlı bir gelişim
kaydedecektir. AB de Hırvatistan’la ilişkilerini düzeltmek için Zagreb’deki özel elçisini
Avrupa Komisyonu’nun daimi delegasyonu konumuna yükseltmiştir.129
24 Mayıs 2000 tarihinde Komisyon, yayınladığı fizibilite raporunda Hırvatistan’ın
İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları için müzakerelere başlaması konusunda olumlu görüş
bildirmiştir. Bu görüş dikkate alınarak 20 Kasım 2000 tarihinde Zagreb’deki zirve sonucunda
Hırvatistan’ın İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalaması için müzakerelerin başlanılmasına
karar verilmiştir. Bu tarihten yalnızca beş ay sonra, 14 Mayıs 2001’de, Hırvatistan ile AB
arasında İstikrar ve Ortaklık Anlaşması başlatılarak ilişkiler daha da güçlü bir konuma
getirilecektir.
29 Ekim 2001’de İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması Hırvatistan’a AB
ile geniş tabanlı bir işbirliği içerisine girme fırsatı yaratmıştır. Hırvatistan AB ile İstikrar ve
Ortaklık Anlaşması’nı imzaladığı sırada, AB üye ülkelerinin imzaları onaylamasının uzun
sürmesi nedeniyle, Geçici Anlaşma imzalanarak süreç hızlandırılmıştır. Geçici Anlaşma,
İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın ticari ve ticaretle bağlantılı hükümlerinin erken
128 Esra Hatipoğlu, “Meeting The Balkan Challenge: The EU Policies toward South Eastern Europe,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2001/6, İstanbul, s.238. 129 Milestones in the Relations between the EU&Croatia, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (10.03.2005).
78
uygulanmaya başlamasına olanak vermektedir. Ayrıca ilk toplantısının 30 Ekimde
yapılmasına karar verilen bir politika diyalog süreci de başlatılmıştır.130
İstikrar ve Ortaklık Anlaşması ekonomik, siyasi ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi
yoluyla 6 yıllık bir geçiş döneminin ardından AB ile Hırvatistan arasında bir Serbest Ticaret
Bölgesi’nin oluşturulmasını içermektedir. Anlaşma bunun dışında adalet ve içişleri alanında
işbirliğini ve Hırvatistan’ın Avrupa entegrasyon sürecine katılabilmesi için yasalarının AB
mevzuatı (acquis communautaire) ile uyumlulaştırılması gereğini içermektedir. Hırvatistan
böylece üyeliğin temel yükümlülüklerini üstlenmiş, yasal ve ekonomik çerçevesini Avrupa
Biriliği standartlarına getirmeye başlamış, komşularıyla işbirliğini güçlendirmiş ve AB ile
çeşitli konularda işbirliğini geliştirmiştir. İstikrar ve Ortaklık Anlaşması, Hırvatistan’ın
hukuki yapısını Topluluk müktesebatı ile uyumlulaştırması konusunu da içermektedir.
Hırvatistan bu konuda gönüllü olarak çalışmalara başlamıştır.
1 Mart 2002’de geçici anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte Hırvatistan, AB
pazarına geniş ölçüde serbest giriş imkanı kazanmıştır. Tek taraflı bir uygulama olan bu
sürecin amacı, Hırvat ekonomisinin AB ile rekabet edebilecek düzeye gelmesine yardımcı
olmaktır. Geçici anlaşmanın kapsamında tüm endüstriyel ürünler ve işlenmiş tarım ürünleri
vardır. Bunun yanı sıra AB, Hırvatistan’a CARDS programı altında finansal destek sağlayarak
yardımcı olmuştur.
AB, Hırvatistan’a yönelik temel hedefleri arasında, yapısal ve ekonomik reformların
desteklenmesi, hukuk kuralları ve demokrasinin uygulanmasının sağlanması, etnik sorunların
çözülerek mültecilerin evlerine dönmesi konusunda ilerleme kaydedilmesi ve Hırvatistan’ın
AB ile entegrasyon sürecine hazırlanmasını saymaktadır. AB bu hedeflerini gerçekleştirmek
için yapacaklarını da açıklamıştır. Bu kapsamda CARDS desteği verilecek alanlar
130 Stabilisation and Association Agreement between the EC and Croatia, http://eudelyug.org/en/documents/Croatia-stabilisatione.htm> (08.01.2005).
79
belirlenerek, 2002-2004 yıllarını içeren 189 milyon Euro tutarında ekonomik yardım
programı hazırlanmıştır.131
2002 yılında, 2002-2006 yılları arasını kapsayan bir strateji belgesi hazırlanmıştır. Her
ülke için ayrı ayrı hazırlanan strateji belgesinin Hırvatistan için olanında,132 1998 ve 1999
yıllarında Hırvatistan’ın yaşadığı ekonomik daralmanın 2000 yılından itibaren giderildiği ve
uzun dönemde ekonomik programların daha da başarılı olacağı öne sürülmektedir. 2000-2006
yıllarında ülkenin önündeki en önemli sorunların kamu yönetimi ve yargı, göçmenlerin geri
dönüşü, ekonominin yeniden yapılandırılması, azınlıkların topluma uyumu ve İstikrar ve
Ortaklık Anlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi olduğu ve bu
nedenle AB’nin Hırvatistan’a yardımının öncelikle demokratik istikrar, ekonomik ve sosyal
gelişme, adalet ve içişleri, yönetimin güçlendirilmesi ve çevre konularında yoğunlaşması
gerektiği belirtilmiştir.
2002 yılından itibaren Komisyon, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin olarak
içerisinde her ülkenin gösterdiği gelişmelere ilişkin özetler yer alan ve bir önceki yılın
değerlendirmesini yapan yıllık raporlar yayınlamaya başlamıştır. Hırvatistan hakkındaki ilk
özet raporda133 Hırvat hükümetinin iki temel sorunla karşı karşıya kaldığını vurgulamaktadır.
Bunlardan ilki sosyal ve siyasal yaşamda demokrasinin sağlamlaştırılması iken ikincisi siyasi
ve ekonomik dönüşümü başarıya ulaştıracak yapısal reformların tamamlanmasıdır. Komisyon
bu iki durumda sağlanacak başarıda sivil toplumun rol oynamasının payı olması gerektiğini de
eklemektedir. Komisyon ayrıca, siyasi ve sosyal istikrar alanındaki eksikliklere ve programlı
bir şekilde gerçekleştirmesi gereken yapısal reformlara değinerek bu reformların önündeki en
büyük engelin devam eden milliyetçi baskılar ve hukuksal alandaki eksiklikler olduğunu
belirtmiştir.
131 What is the EU doing to Help Croatia? <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (13.05.2005). 132 Croatia: Country Strategy Paper 2002-2004, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croatia/csp/index.htm> (13.05.2005). 133 Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)341].
80
Komisyon’un 2003 yılındaki ikinci yıllık raporunda134 Hırvatistan, ilk rapora göre
daha olumlu değerlendirilmiştir. Hırvatistan’ın sağladığı ekonomik ve siyasi gelişmelerden
bahsedilerek İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması ile Hırvatistan’ın AB’ye
entegrasyonu için kapsamlı çalışmalar yapılması gerekliliği vurgulanmıştır.
2003 yılı Hırvatistan ile AB ilişkileri açısından dönüm noktasıdır. Hırvatistan 21 Şubat
2003 tarihinde AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. AB Genel İşler ve Dış İlişkiler
Konseyi, Komisyon’dan Hırvatistan’ın başvurusuna ilişkin görüş hazırlamasını istemiştir.
Komisyon’un olumlu görüş vermesi üzerine Hırvatistan’ın tam üyelik başvurusu kabul
edilmiş ve 17 Aralık 2004’te, 17 Mart 2005 tarihinde Hırvatistan ile katılım müzakerelerine
başlanması kararı alınmıştır. Ancak, 16 Mart 2005 tarihinde toplanan Genel İşler Konseyi
kararı neticesinde, başlanması öngörülen müzakereler ertelenmiştir.135
2. AB ile Hırvatistan Arasındaki İlişkilerin Siyasi Boyutu: Hırvatistan, 25 Haziran
1991’de bağımsızlığını ilan ettiği günden bu güne kadar AB ile ilişkileri giderek artan oranda
iyileşme göstermiş ve sonucunda AB’ye aday ülke olma başarısını yakalamış tek Batı Balkan
ülkesidir. Bununla birlikte yakın tarihlerde bağımsızlığını ilan etmiş ve AB üyesi olmayı
başarmış Slovenya kadar başarılı bir çıkış izleyememiştir. Hırvatistan ile Slovenya arasındaki
ekonomik gelişmişlik farkı, Hırvatistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte karşı karşıya
kalmış olduğu savaş ortamı ve savaş sırasında dünya kamuoyuna yansıyan davranışları
Hırvatistan’ın AB’ye üyelik sürecinde geri kalmasının başlıca nedenleridir.
Hırvatistan ile AB’nin 1990 sonrası karşı karşıya geldikleri ilk olay, Hırvatistan’ın
bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından yaşanmıştır. Almanya, Hırvatistan ve
Slovenya’nın bağımsızlıklarını şiddetle destekliyordu. Hatta bu desteği öyle boyutlara
ulaşmıştı ki yeni oluşturulmaya çalışılan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’na darbe vurmaya 134 Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)341]. 135 <http://ikv.org.tr/turkiye-ab/guncel/ab-hirvatistan.htm> (27.05.2005).
81
bile hazırdı.136 Almanya’nın bağımsızlıkların tanınmasına yönelik bu ısrarcı tutumunun
arkasında iki temel neden vardır. Birincisi, Almanya özellikle Hırvatistan ile olan tarihi
bağları nedeniyle bu iki ülkeyi “arka bahçesi” olarak görüyordu. İkincisi ise AT’den AB’ye
geçiş süreci Avrupa için siyasi birliğe atılan ilk adımdı ve Almanya, Soğuk Savaş koşullarının
da değişmesinden cesaretle yeni süreçte kendi gücünü göstermek istiyordu. Hırvatistan da
Almanya’nın bu desteğine karşı kayıtsız değildi. Hırvatistan’ın bağımsızlığının tanınmasından
sonra Hırvat radyo ve televizyonlarında bir süre Teşekkürler Almanya adlı bir şarkıyı
dinlemek mümkündü.137
Hırvatistan’ın tanınmasından sonraki süreçte AB ile Hırvatistan ilişkilerinin
bölgesellikten çıkıp bireyselleştiği dönem, 2000 yılında Hırvatistan’da başkanlık seçimlerinin
yapılmasından sonradır. Aralık 1999’da ülkenin on yıla yakın bir süredir Cumhurbaşkanı olan
Franjo Tudjman’ın vefatından sonra yapılan seçimler, uluslararası toplum tarafından
“demokrasiye geçiş” olarak algılanmıştır. Tudjman’ın ardından ülkenin Cumhurbaşkanı
seçilen Stipe Mesic ve Ivica Raean başbakanlığında kurulan yeni hükümetin AB ve ABD’nin
üzerinde durduğu konularda olumlu mesajlar vermesi uluslararası alanda saygınlığının
artmasını sağlamıştır.138
Seçimlerin hemen ardından AB ile Hırvatistan ilişkileri olumlu yönde gelişmeye
başlamıştır. AB, Zagreb’deki misyonunu daimi temsilcilik düzeyine çıkartırken AB Dış
İlişkiler ve Güvenlik Temsilcisi Javier Solana ile Dış İlişkiler Komiseri Chris Patten
Hırvatistan’a resmi ziyaret gerçekleştirmişlerdir. Bu ziyaretler Hırvatistan ile AB arasındaki
yeni sürecin habercisiydi. Hırvatistan, AB programları ve destek fonlarından yaralanmaya
başlamış ve dış politika önceliği olarak Batılı kuruluşlara üye olmayı koymuştur.
Hırvatistan’ın batıya entegre olma amacı çerçevesinde öncelikle NATO’ya üyelik yolunda
136 Misha Glenny, The Fall of Yugoslavia: The Third Balkan War, Penguin Books, New York, 1996, s.191. 137 Türbedar, Soğuk Savaş Sonrası..., op. cit., s.67. 138 Pınar Yürür, “Tarihi Süreç İçerisinde Hırvatistan Dış Politikası,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, s.217.
82
önemli bir adım olan “barış için ortaklık projesine” dahil olmayı sonra da Fransa’nın
itirazlarının dinmesinin ardından Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmayı başarmıştır.139
Hırvatistan’ın bundan sonraki dış politika hedefi ise AB ile ilişkilerini geliştirmek yönünde
olmuştur.
Hırvatistan, AB ile yakınlaşma politikasına “Balkanlı” kimliğini reddetmekle
başlamıştır. Hırvatistan, Balkanlı olmayı bir tür geri kalmışlık olarak görmekte ve kendisini
Orta Avrupalı bir devlet olarak tanıtmaya çalışmaktadır.140 Hırvatistan’ın kimliğini
değiştirerek AB’ye yakınlaşma politikasının, AB’nin Batı Balkanlar’a yönelik geliştirdiği
bölgesel politikaları içerisine Hırvatistan’ı da dahil etmesi göz önüne alınırsa başarılı olduğu
söylenemez. Fakat Hırvatistan, Almanya’dan aldığı destekle Avrupalı kimliğini işlemeye
devam etmektedir. Hırvatistan’ın AB üyeliği, diğer Batı Balkan ülkelerine göre önce
gerçekleşmesi muhtemel olduğu için yakın gelecekte kimlik değiştirme politikası başarıya
ulaşabilir.
Hırvatistan, 2000’den sonra hızla AB’ye entegre olma yolunda ilerlese de önünde bir
takım ciddi sorunlar bulunmaktadır. Öncelikle AB’ye tam üyelik için gerekli ekonomik
koşulları gerçekleştirmekte zorlanmaktadır. Yaşanan ekonomik sıkıntılar AB değerlendirme
raporlarında göze çarpmaktadır. Hırvatistan’ın önündeki en büyük sorunlardan biri de savaş
öncesinde topraklarında yaşayan Sırp azınlıkların geri dönmesi ile ilgilidir. Yeni Hırvat
hükümeti bu konuda ilerleme kaydedeceklerine ve Sırpların evlerine geri döneceklerine
ilişkin söz vermiş olmalarına rağmen savaş öncesi koşullara dönülmesi şaşırtıcı olacaktır.141
AB’ya üye olmak isteyen Hırvatistan’ın azınlık sorununu çözmesi savaşın kötü izlerini
üzerinden silmesi açısından önemli bir adımdır.
139 Ibid., s.218. 140 Türbedar, Selanik Zirvesi’nin ardından..., op. cit., s.65. 141 The Balkans 2001: Where Do We Go Now? <http://seep.hu/arcieves/issue21/balkans2001.pdf> (27.12.2004).
83
Bunun da ötesinde AB, Hırvatistan’dan savaş suçlularının yargılanması yönünde adım
atmasını beklemektedir. Hırvatistan’ın 1995 yılındaki “yıldırım(blijesak)” askeri
operasyonunda Krayina bölgesinde 170 Sırp sivilin öldürülmesinden sorumlu tutulan ve savaş
suçlusu ilan edilen Emekli General Ante Gotavina’yı teslim etmemesi AB ile arasının
açılmasına hatta tam üyelik müzakerelerinin başlatılmamasına neden olmuştur. AB üyesi
ülkeler, Hırvatistan’ın BM Savaş Suçları Mahkemesi’ne karşı yükümlülüklerini yerine
getirmeden önce sürece devam edilmesi halinde, bunun hem BM Mahkemesi, hem de AB'nin
bütünlüğüne zarar vereceğini öne sürerek Gotavina’yı teslim etmeden Hırvatistan ile tam
üyelik müzakerelerine başlamama kararı almışlardır.142 Hırvatistan ise bu süreçte ikilem
içinde kalmıştır. Hırvatistan hükümeti bir yandan AB ile ilişkilerin bozulmasını istememekte,
bir taraftan da Gotavina’yı milli kahraman olarak gören halkına, iç siyasetin de etkisiyle, yüz
çevirememektedir.
B. MAKEDONYA
1. Avrupa Birliği ile Makedonya İlişkilerinin Resmi Boyutu: 1991 yılında
Slovenya ve Hırvatistan’ın ardından bağımsızlığını ilan eden Makedonya ile AB arasındaki
ilişkiler, 1992 yılından itibaren Makedonya’nın AB ekonomik yardım programı PHARE
kapsamında acil yardım almasıyla başlamıştır. 1996 yılından itibaren ise tam olarak PHARE
programına dahil olmuştur. Fakat tam anlamıyla AB ile Makedonya arasındaki ikili ilişkiler,
1997 yılında Bölgesel Yaklaşım politikası ile başlamıştır.143 1998 yılında Makedonya’nın
AB’den ticari imtiyazlar elde ettiği İşbirliği Antlaşması yürürlüğe girmiştir. 1999 yılında ise
142 Mirzet Mujezinoviç, Hırvatistan’ın AB Üyelik Görüşmeleri ve Savaş Suçluları, <httm://turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=67> (23.05.2005). 143 Hatipoğlu, op. cit., s.241.
84
AB’nin bölgeye yönelik İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlatmasıyla Makedonya ile ilişkiler
de bu kapsama alınmıştır.144
Makedonya’nın İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne dahil olmasından kısa bir süre sonra
Genel İşler Konseyi ülkenin İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için gerekli şartları yerine
getirmesini göz önüne alarak 26 Nisan 1999’da görüşmelerin başlaması yönünde karar
almıştır.145 Konsey’in önerisini dikkate alan Komisyon, Makedonya ile İşbirliği Antlaşmasını
tamamlamaya ve siyasi diyalogu yoğunlaştırmaya başlamıştır. 7 Mart 2000’de AB,
Üsküp’teki temsilciliğini daimi delegasyonluğa yükseltmiş ve İstikrar ve Ortaklık Anlaşması
görüşmelerini başlatmıştır. Makedonya ile AB arasındaki görüşmeler sonucunda 9 Nisan 2001
tarihinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır. Haziran ayında ise geçici anlaşma
imzalanarak anlaşmanın ticari hükümleri yürürlüğe girmiştir.
AB’nin Makedonya’ya yönelik politikasının temel hedefi, devletin kurumsal yapısının
güçlendirilmesi ve sivil toplumun etkinliğinin arttırılması yoluyla demokratik süreci
desteklemek ve Makedonya’nın AB ilke ve standartlarına erişmesini sağlayacak ekonomik ve
siyasi dönüşüme yardımcı olmaktır. Bu amaçla AB, bölgedeki öncelikli konularını, etnik
gruplar arasında diyalogun geliştirilmesi ile demokrasi ve insan hakları konularında ilerleme
sağlanması olarak belirlemiştir.
Makedonya, AB ile İstikrar ve Ortaklık Anlaşmasını imzalayan ilk ülkedir. Fakat
Makedonya’da 2001 yılında yaşanan siyasi ve ekonomik kriz nedeniyle AB ile Makedonya
ilişkileri yavaş gelişmiştir. AB bu dönemde Makedonya’ya CARDS yoluyla ekonomik
desteğini sürdürürken, ülkenin içinde bulunduğu durumdan bir an önce kurtulabilmesi için
Acil Tepki Mekanizması adı altında Haziran 2000’den Eylül 2002’e kadar süren bir yardım
programı başlatmıştır.
144 Milestones in the Relations between the EU&Former Yugoslav Republic of Macedonia, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/macedonia/index.htm> (13.05.2005). 145 Operational Country Conculitions, 26 May 1999, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm> (13.05.2005).
85
Makedonya’da yaşanan etnik temelli siyasi kriz, AB ile ilişkilerini farklı bir noktaya
taşımıştır. AB, 2002 ile 2006 yılları için hazırladığı strateji belgesinde,146 Makedonya’da
yaşanan krizin İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın tamamlanma sürecini olumsuz etkilediği
belirtilmiştir. Krizin kısa dönemli etkileri ve uzun dönemde ortaya çıkabilecek sonuçları,
AB’nin ekonomik yardım yapacağı alanları belirlemesinde etkili olmuştur. Bununla birlikte
AB, strateji belgesinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’ndan kaynaklanan politikaları
uygulamaya koyabilmek amacıyla bir program belirlemiştir. AB, strateji belgesinde hiçbir
uzun dönemli politikanın ülkede istikrar olmadan başarılı olamayacağını belirterek
yardımların ülkenin durumuna göre şekilleneceğini açıklamıştır. AB’nin, Makedonya’nın
krizin üstesinden gelebilmesi için yaptığı yardımlarla öncü rol oynadığı vurgulanan strateji
belgesinde, AB desteğinin sürmesi Makedonya’nın bir daha kriz yaşanmasını önleyecek
politikalar geliştirmesi şartına bağlamıştır.
Komisyon, Makedonya’da yaşanan siyasi krizi 2002 yılında yayınladığı yıllık
raporuna da taşımıştır. Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin özet raporunda147
ülkede yaşanan ciddi siyasi ve güvenlik krizinin ekonomik ve demokratik yapıya verdiği
zararın AB yardımlarıyla üstesinden gelineceği belirtilmiştir. Kasım 2001’de yapılan anayasa
değişikliği ile yerel yönetimler yasasındaki düzenlemeleri Komisyon “olumlu adımlar” olarak
nitelendirmiş ve ülkede istikrarın sağlanabilmesi için yönetim yapısındaki değişikliklerin
hayata geçirilmesinin önemini vurgulamıştır.
Komisyon bir yıl sonraki özet raporunda148 ise Makedonya’nın 2001 yılında yaşanan
krizin etkilerinden büyük ölçüde kurtulduğunu ve ülkede siyasi durumun normalleştiğini
belirterek AB’nin bu konuda desteğini sürdüreceğini açıklamıştır. Raporda Makedonya’nın
146 Former Yugoslav Republic of Macedonia: Country Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/csp/index.htm> (13.05.2005). 147 Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)342]. 148 Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)342].
86
ekonomik durumunun beklentilerin gerisinde olduğu eleştirilen bir noktadır. Ekonomik
durumu değerlendiren AB, 15 Eylül 2002’den önce ülkede yaşanan siyasi belirsizliğin
ekonomik gelişme üzerinde olumsuz etkide bulunduğu yorumunu yapmıştır. Makedonya’nın
ilerleme kaydetmesine rağmen önünde bulunan sorunları halletmesi İstikrar ve Ortaklık
Süreci’nden daha fazla yararlanabilmesi için gerekli olduğuna değinen Komisyon, hükümetin
geçen yılki rapordan yola çıkarak hazırladığı Ulusal Eylem Planının izlenmesini tavsiye
etmektedir.
1 Nisan 2004 tarihinde Makedonya ile AB ilişkileri, İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın
yürürlüğe girmesi ile birlikte ortaklık statüsüne yükselmiştir. Genel İşler ve Dış İlişkiler
Konseyi’nin 23 Şubat’ta antlaşma sonuçlarını onaylamasının ardından kesinleşen durumdan
cesaret alarak Makedonya, 22 Mart 2004’te AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. 17
Mayıs’ta ise Komisyon, Makedonya’nın başvurusunu incelemeye almıştır.149 Makedonya’nın
başvurusunun ardından AB ile ilişkileri, İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın gereklerini yerine
getirerek tam üyelik şartlarını tamamlamak şeklinde gelişmektedir. Selanik Zirvesi
kararlarının ardından zaten anlaşmanın imzalanmış olması tam üyeliğe giden yolda ilk adım
olarak görülmeye başlanmıştır. Makedonya AB ile ilişkilerinde ilk adımı attıktan sonra tam
üyelik adaylığının onaylanmasını beklemektedir.
2. Yunanistan-Makedonya İlişkisinin AB’ye Yansımaları: Makedonya
Cumhuriyeti, 1991 yılında bağımsızlığını ilan ederek Yugoslavya Federasyonu’ndan
savaşmadan ayrılan tek federe devlet olmayı başarmıştır. Ayrılan diğer devletler gibi
bağımsızlığının ilk yıllarında savaşlarla boğuşmamış olsa da bu Makedonya’nın sorunsuz bir
devlet olduğunu göstermemektedir. Hem kendi içinde yaşadığı etnik temelli sorunlar hem de
bölge devletleriyle yaşadığı gerilimler nedeniyle Makedonya, bağımsızlığının ilk on yılını zor
149 EU Relations with the Former Yugoslav Republic of Macedonia, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/index.htm> (10.03.2005).
87
geçirmiştir. Bağımsızlığının ilk yıllarında sorun yaşadığı “ad” sorunu ise aşılamamakla
beraber zaman aşımına uğramış gibi görünmektedir.
Makedonya 8 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan edebilmek için referanduma
gitmiştir. Ancak Makedonya nüfusunun yaklaşık %23’ünü oluşturan Arnavutlar, sosyo-
kültürel gelişmelerinin sınırlı tutulduğu ve kendilerine Makedonlar gibi bir kurucu millet
statüsü tanınmadığı gerekçesiyle referandumu boykot etmişlerdir. Buna rağmen %71,85
oranında katılım gerçekleşmiş ve katılanların %95,09’u bağımsızlık yönünde oy
kullanmıştır.150 Makedonya’nın seçim sonuçlarına dayanarak bağımsızlığını ilan etmesinin
ardından AB’ye da taşınacak olan Yunanistan-Makedonya gerginliği başlamıştır.
Yunanistan, Makedonların eski Yunanlılar, Makedon kültürünün ise Helen kültürünün
bir parçası olduğu gerekçesiyle Makedonya Cumhuriyetini tanımaya yanaşmamıştır. Kendi
topraklarındaki Makedon azınlığın varlığını reddeden Yunanistan, Makedon adının
kullanılmasının kendisinden toprak talebi anlamına geleceğini öne sürerek “Makedonya
Cumhuriyeti” yerine “Üsküp Cumhuriyeti” terimini kullanmıştır.151
AT, Badinter Komisyonu kararları doğrultusunda Slovenya ve Hırvatistan yanında
Makedonya’nın da tanınması kararını almıştır. Komisyon her ne kadar Makedonya’nın
tanınması iddiasını desteklese de Yunanistan bu karara itiraz ederek “Makedonya
Cumhuriyeti” adı altında komşusunu tanımayı reddetmiştir.152 Yunanistan, AT içinde
baskısını arttırarak Makedonya’yı tanımayacağını ilan etmesi nedeniyle AT, Slovenya,
Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek’in ülkedeki bunalım dolayısıyla barış ve huzurun
sağlanamaması gerekçesiyle bağımsızlıklarının tanınmasını konusunda yaptıkları başvuruyu
incelerken Yunanistan ile Makedonya arasındaki soruna da çözüm bulmak istemiştir. Buna
göre, bağımsızlıklarını ilan eden ülkelerin tanınması için , topluluk üyesi hiçbir ülkeden
150 İlker Alp, “Makedonya Üzerindeki Mücadeleler ve Makedonya Cumhuriyeti,” Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, der. Doç. Dr. Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s.83. 151 Ibid. 152 Stephan George, Ian Bache, Politics in the European Union, Oxford Press, New York, 2001, s.399.
88
toprak talebinde bulunmamaları ve komşu ülkeler aleyhinde propaganda yapmamaları
gerekmektedir.153 Bu kararın ertesinde Yunanistan ile Makedonya arasında görüşmeler
yapılmasına rağmen, Yunanistan tutumundan vazgeçmeyerek Makedonya’yı “Eski Yugoslav
Makedonya Cumhuriyeti” olarak adlandırmaya devam etmiştir.
Yunanistan’ın Makedonya tarihi ve ismi üzerindeki iddiaları Balkanlar’da tek değildir.
Bulgaristan da Makedon unsurunun Bulgaristan tarihi ve kültürünün bir parçası olduğunu ileri
sürerek Makedonya üzerinden siyaset yapmaktadır. Bununla birlikte, Makedonya’nın
bağımsızlığını izleyen süreçte Bulgaristan’ın tavrı Yunanistan’a göre farklı olmuştur.
Bulgaristan, AT’nin Hırvatistan ve Slovenya’yı tanımasının ardından bu cumhuriyetlerle
birlikte Makedonya ve Bosna-Hersek’i de tanıdığını açıklamıştır.154 Böylece Bulgaristan,
Makedonya’nın bağımsızlığını ilk olarak tanıyan devlet olurken Yunanistan ile de arası
açılmıştır.
Yunanistan’ın Makedonya konusundaki tavrı uluslararası toplumda destek görmeyerek
ciddi eleştiriler yapılmasına neden olmuştur. Yunanistan’ın Makedonya gibi ekonomik, siyasi
ve askeri açıdan zayıf bir ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği iddiası Yunan diplomasisi
ve toplumsal reaksiyonu konusunda kuşkular yaratmıştır.155 Yunanistan’ın dış politikasındaki
tavrına karşılık AB içinde de eleştiriler başlamıştır. Son olarak, 1994 yılında,Yunanistan’ın
Makedonların Selanik limanına ulaşım hakkını tek yanlı olarak kaldırması AB içinde tepki
doğurmuştur. Yunanistan’a bu kararını değiştirmesi yönünde baskı yapılması sonuç
vermeyince Roma Antlaşması’nın “Komisyon’un veya her hangi bir üye devletin, ulusal
güvenlik çıkarlarını öne sürerek antlaşmanın uygulanmasını tehdit eden bir üye ülkeyi AB
153 Alp, op. cit., s.84. 154 Ibid., s.85. 155 İlhan Uzgel, “Doksanlarda Türkiye için Bir İşbirliği ve Rekabet Alanı Olarak Balkanlar,” En Uzun On Yıl, der. Gencer Özkan ve Şule Kut, Büke Yayınları, İstanbul, 2000, s.417.
89
Adalet Divanı’na vermesi” hakkını tanıyan 225. maddesi uyarınca Komisyon, Yunanistan’ı
AB Adalet Divanı’na vermiştir.156
Yunanistan, AB içinden gelen tepkiler nedeniyle Makedonya politikasında
yumuşamaya gitmiştir. Makedonya Cumhuriyeti’nin isminin “Eski Yugoslav Cumhuriyeti
Makedonya” şeklinde kabul görmesiyle soruna geçici bir çözüm bulundu. Bununla birlikte
Türkiye Makedonya Cumhuriyeti ismini kullanmaya devam etmiştir. Son olarak ABD’nin de
Makedonya Cumhuriyeti ismini kullanacağını açıklaması Yunanistan’da endişeyle
karşılanmıştır. Fakat Yunanistan özellikle AB’nin bu ismi kullanmasını engellemekten
vazgeçecek gibi görünmemektedir. Makedonya’nın da AB ile müzakerelerde bu konuyu
gündeme getirerek adaylığını tehlikeye atması beklenmemektedir.
Yunanistan’ın Makedonya’nın bağımsızlığının ilk yıllarındaki dış politikası 2000’li
yıllarda değişmiştir. Yunanistan artık her fırsatta Makedonya’yı tehdit olarak algıladığını
söylemekten vazgeçerek bu ülke ile ilişkilerini iyileştirme yoluna gitmiştir. Yunanistan’ın dış
politikasındaki bu değişim, Balkanlarda lider rol oynama isteğinden kaynaklanmaktadır.
Yunanistan bu nedenle Makedonya ile ticari ilişkilerini kuvvetlendirerek birkaç yıl içinde
Makedonya’daki yabancı yatırımlar içinde ilk sırayı almıştır. Makedonya’nın da AB ile
entegre olma arzusu içerisinde olması AB’nin tek üye Balkan devleti olan Yunanistan’ın elini
güçlendirmektedir.
3. Makedonya’daki Sorunlar Karşısında AB’nin Tutumu: Balkanlar’daki diğer
ülkeler gibi etnik çeşitliliğe sahip olan Makedonya’nın sorunsuz bir şekilde Yugoslavya’dan
ayrılması ilk anda herkes için şaşılacak bir durumdu. Çünkü Balkanlar’da etnik temelli
şiddetli çatışmaların yaşandığı yıllarda Makedonya tüm bunlardan uzak duruyordu.
Makedonya, bölgedeki istikrarsız ortama ve komşularıyla yaşadığı sorunlara rağmen, Avrupa
156 George and Bache, Ibid.
90
ve Transatlantik kuruluşlara üyeliği öncelikli dış politika hedefi haline getirerek uluslararası
alanda Balkanlar için “model ülke” olarak anılmaya başlanmıştı.157 Fakat Makedonya’daki
durgun sular da 2001 yılından itibaren kabarmaya başlayacaktır.
Makedonya 1991 yılında bağımsızlığını alan ettiğinde Parlamento tarafından kabul
edilen anayasada “Makedonya’nın Makedon halkının ulusal devleri” olduğu belirtilerek
Arnavutlar, Türkler, Ulahlar, Romanlar ve diğer gruplardan “ülkede yaşayan diğer
milliyetler” olarak bahsedilmiştir.158 2001 yılındaki sorunun çıkış noktası olarak on yıl önce
kabul edilen bu anayasa gösterilebilir. Çünkü Arnavutlar, anayasada kendilerine kurucu millet
statüsü verilmemesinden rahatsızlık duyarak bağımsızlık referandumu boykot etmişlerdi.
Fakat ne oldu da rahatsızlıklar on yıl sonra çatışmaya dönüşmüştür? Bu sorunun cevabı
Kosova savaşı ile bağlantılıdır.
Makedon Arnavutlarının Kosova’daki durumdan etkilenmesine kaçınılmaz gözüyle
bakılıyordu. Fakat bu durum şimdi bir çok kişi tarafından kaçınılmaz değil kesin olarak
değerlendirilmektedir.159 Kosova’daki savaşta Makedonya’daki Arnavutların desteği vardı,
Kosova Kurtuluş Ordusu Makedonya ve Arnavutluk üzerinden destekleniyordu ve
Kosova’daki savaş sırasında çok sayıda Arnavut Makedonya’ya sığınmıştı. Tüm bu etkenlerin
de tetiklemesiyle 2001 yılında Makedonya’da beklenen olmuş ve Arnavutlar silahlı direnişe
geçmişlerdir. Makedonya’daki kriz 13 Ağustos 2001’de Parlamentodaki dört büyük partinin
liderleri arasında Ohri kentinde barış antlaşmasının imzalanmasıyla sona ermiştir. Dayton
Anlaşması gibi Ohri Antlaşması’na da kalıcılık konusunda şüpheyle bakılmaktadır.
AB, Makedonya’da yaşanalar karşısında barış anlaşmasının sağlanması için bölgeye
özel temsilci gönderme ve ABD ile işbirliği yapmanın dışında çok varlık gösterememiştir. AB
157 Birgül Demirtaş Coşkun ve Emir Türkoğlu, “Makedonya Bıçak Sırtında: Balkanlar’ın Eski ‘Model Ülkesi’ Yeni İstikrarsızlık Unsuru mu?” Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, der. Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s.119. 158 Ibid., s.125. 159 P. H. Liotta, “Spillover Effect: Aftershocks in Kosovo, Macedonia and Serbia,” European Security, Vol.12, No.1, (Spring 2003), s.94.
91
içerisinde Makedonya’da yaşananların “iç sorun” olduğu görüşü ağırlıktaydı. Neredeyse her
ülke kendi içinde yaşadığı terör olaylarıyla Makedonya’da yaşananları karşılaştırıyordu.
İspanya’daki ve İrlanda’daki terör olaylarına benzetme eğilimi içerisindeki AB, mevcut
sınırların değişmemesi koşuluyla Makedonya’nın sorunu kendi içinde halletmesinden
yanaydı.160
Makedonya’da Ohri Antlaşması’nın imzalanmasından sonraki süreçte AB, istikrarın
yeniden sağlanması için yapılan çalışmalarda daha etkin rol üstlenmiştir. Makedonya
hakkında yayınladığı İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin işleyişine ilişkin raporlarda, Ohri
Anlaşması’nı desteklediklerini ve Makedonya’da istikrarın sağlanması için ekonomik ve
teknik destek sunacaklarını dile getirmişlerdir. AB tarafından, Makedonya’da 2002 yılında
gerçekleşen seçimler ise Makedonya’nın AB’ye entegrasyonu için umut dolu bir işaret olarak
değerlendirilmiştir.161 Görüldüğü gibi AB, Makedonya’nın Balkanlar’da AB ile ilişkilerinde
yeniden model ülke konumuna gelerek diğer Balkan ülkelerine örnek olmasını istemektedir.
Bu nedenle AB’nin dış politikasının en önemli anahtarı olan “genişleme politikası” devreye
sokularak Makedonya ile ilişkiler bu kapsam dahilinde ele alınmaya başlamıştır.
Birbirinden doğrudan etkilen Balkan devletlerinin Makedonya’daki krizden de
etkilenmesi olasılığı nedeniyle kriz sonrasında bu olasılığı en aza indirmek AB’nin ilk
önceliği olmuştur. AB kurumlarının Makedonya’da demokrasiyi yerleştirmek için geliştirdiği
politikalar, uluslararası çevreler tarafından da hoş karşılanmıştır. AB’nin Makedonya’ya
yardım ederek bölgenin istikrarı için oynadığı kararlı rolü uluslararası çevrelerin takdirini
kazanmakta etkili olmaktadır. Makedonya’nın da AB ile işbirliği yapması, onu uluslararası
toplumun bir parçası olma yolunda hak ve sorumluluk sahibi yapmaktadır. Eğer bölge
devletleri Makedonya’ya yönelik, gelecekte AB üyesi olma ruhu sayesinde, “açık kapı”
politikasını uygulamayı başarabilirse, hem AB’ye üyeliği hem de bölge güvenliği açısından 160 The EU and Macedonia, 6 April 2001, <http://ceps.be/Article.php?article_id=206> (10.03.2005). 161 Macedonia and European Integration: Facing Commitments, 12 November 2003, <http://ceps.be/Article.php?article_id=169> (10.03.2005).
92
önemli bir adım atmış olurlar.162 Bu nedenle Makedonya’nın istikrarı sadece kendi geleceği
için değil tüm bölgenin geleceği, AB üyeliği ve en önemlisi güvenliği için gereklidir.
Makedonya ile AB ilişkileri bugün beklenenin üzerinde olumlu seyretmektedir. 9
Nisan 2001’de imzalanan İstikrar ve Ortaklık Anlaşması, bölge devletleri arasında ilk
olmasına rağmen, Makedonya’da başlayan krizin gölgesi altında kalmıştır. Fakat Makedonya
krizin üzerinden dört yıl geçtikten sonra yararlarını sararak AB’ye tam üyelik başvurusunu
yapmış ve NATO üyeliğine de kabul edilmeyi bekler durumdadır. Makedonya’nın kaydettiği
ilerleme, Balkanlar’da çok kültürlü ve farklı etnik grupların ortak bir amaç doğrultusunda
beraber çalışabileceklerini kanıtlamıştır. Uluslararası toplumun ve AB’nin en büyük isteği de
bu tür bir işbirliğinin diğer Batı Balkan ülkelerinde görülmesidir.
C. ARNAVUTLUK
1. AB ile Arnavutluk İlişkilerinin Resmi Boyutu: Arnavutluk diğer Batı Balkan
ülkelerine göre, eski Yugoslavya Cumhuriyeti olmaması nedeniyle, farklı bir konumdadır.
Fakat Batı tipi yönetim sistemi ile tanışması diğer Balkan ülkeleri gibi 1990 sonrası dönemde
olmuştur. AB ile ilişkileri de bu dönemde başlayan Arnavutluk ilk önemli adımı 1992 yılında
AT ile Ticaret ve İşbirliği Anlaşması imzalayarak atmıştır. Bu anlaşma ile AB’nin PHARE
programı kapsamında yardım almaya hak kazanan Arnavutluk , Ticaret ve İşbirliği
Anlaşması ve bu anlaşmaya bağlı olarak yayınlanan Siyasi Diyalog Deklarasyonu sonrasında
AB ile resmi ilişkilere başlamıştır.
1997 yılında Bölgesel Yaklaşım politikası ve 1999 yılında İstikrar ve Ortaklık
Süreci’ne dahil olmasıyla AB ile ilişkileri ticari ilişkiler ve yardım programları kapsamından
kurtulup daha yoğun ve sistematik hale gelmiştir. 1999 yılından sonra AB’nin İstikrar ve
162 Vasil Tupurkovski, “The Balkan Crisis and the Republic of Macedonia,” Crisis in the Balkans, Editors: Constantine P. Dono Poulos, Kostas Messas, Westview Press, Colorodo, 1997, ss. 149-150.
93
Ortaklık Süreci kapsamında bölgeye yönelik geliştirdiği politikalar kapsamında diğer ülkeler
gibi CARDS fonlarından yararlanmaya ve 2000 yılındaki AB Feira Zirvesi’nden sonra
“potansiyel aday ülke” statüsünü kullanmaya başlamıştır.
AB ile Arnavutluk ilişkilerinin farklılaşarak yeni bir boyut kazanması, 2001 yılında
Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere başlanması tavsiyesinden sonra
AB Göteborg Zirvesi’nde görüşmelerin açılması yönünde Komisyon’a çağrı yapılmasıyla
olmuştur. 2002 yılının Eylül ayında Arnavutluk ile görüşmelerin genel çerçevesi belirlenmiş
31 Ocak 2003’de de görüşmeler resmen başlatılmıştır.163 Arnavutluk ile AB arasındaki ilişki
günümüzde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması görüşmelerinin devam etmesi
şeklinde yürümektedir. Bu kapsamda özellikle ülke ticaretinin AB ile rekabet edebilecek hale
gelmesine yardımcı olmak amacıyla maddi yardım programları vardır. Arnavutluk, 1991
yılından 2001 yılına kadar PHARE programlarında 2001 yılından sonra da CARDS
programından 1273,1 milyon Euro yardım almıştır.164
AB, Arnavutluk’a yaptığı yardımın temel hedefleri olarak, Arnvutluk’u AB ile daha
yakın ilişkiye sokacak olan İstikrar ve Ortaklık Süreci’nde desteklemek, Arnavut yönetimine
ülkede demokrasi ve hukukun üstünlüğünün kurulması için yardımda bulunmak, ülke
ekonomisinin pazar ekonomisine dönüşüm sürecini hızlandırmak ve kurumsal reformların
tamamlanmasına katkıda bulunmak şeklinde sıralamaktadır. AB ayrıca yardımların da bu
alanlarda gösterilen gelişmeye bağlı olarak süreceğini belirtmektedir.
AB, Arnavutluk için özel çalışma alanları belirlemiştir. Bu alanlar; kamu yönetimi,
adalet, gümrük, istatistik, altyapı, yerel yönetimler, tarım, sınır ötesi işbirliği, çevre, eğitim,
demokrasi ve insan haklarıdır. Bu alanlardan bir kısmı diğer Batı Balkan ülkelerinin çalışma
programlarında da yer almakla birlikte bir kısmı Arnavutluk’un özel durumuyla yakından
163 Milestones in the Relations Between the EU&Albania, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (10.03.2005). 164 What is the European Union Doing to Help Albania? <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (13.05.2005).
94
ilgilidir. Örneğin sınır ötesi işbirliği alanında Arnavutluk’un İtalya ve Yunanistan ile sınır
ilişkilerini geliştirmesine yardımcı olacak program sınır bölgelerinin kalkındırılması, deniz ve
karayolu ticaretinin geliştirilmesine yöneliktir. Bu programla az gelişmiş Arnavut sınırı
içindeki yerleşim bölgelerinden kalınmış Yunanistan bölgelerine göçün önüne geçilmek
istenmiştir. Bunun yanı sıra AB, Arnavutluk’a diğer Batı Balkan ülkelerinde olmayan veya
kısa dönemli olan destek programları uygulamıştır. Bunların başında Üniversiteler Arası
Değişim Programı (TEMPUS) ve İnsani Yardım Programı (ECHO) gelmektedir.165
AB, 2002 yılında Arnavutluk için “Ülke Strateji Belgesi” 166 yayınlamıştır. 2002 ve
2006 yıllarını kapsayan belgede CARDS yardımlarının genel çerçevesi belirlenerek AB’nin
işbirliği amaçları, politik karşılıkları ve Arnavutluk’un politika gündemi ile siyasal ve sosyo-
ekonomik durumunun yeniden değerlendirilmesi neticesinde işbirliğinin öncelikli alanları
açıklanmıştır. Aynı yıl yayınlanan Komisyon’un İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin ilk
yıllık raporunda167 da benzer konular ele alınarak Arnavutluk’un ekonomik yapısındaki
zayıflığın siyasi yapıyı etkilemesi ve ekonomik koşullar iyileşse de ülkedeki sosyo-ekonomik
koşulların kötüleşmesi eleştirilmektedir.
AB’nin Arnavutluk için hazırladığı 2003 yılı yıllık raporu168 ise bir önceli yıldan daha
iyi değildir. Raporda, Arnavutluk’un karşı karşıya olduğu zorluklarla mücadele etme
konusunda sınırlı gelişme göstermesi ve 2002 İstikrar ve Ortaklık Süreci raporu kapsamındaki
tavsiyelerin sadece bir kısmını değerlendirmesi eleştirilmiştir. Bununla birlikte seçimlerin
yapılması ile oluşan yeni siyasi durum ve ülkenin seçim prosedürünün değiştirilmesi
Arnavutluk’un kaydettiği gelişmeler arasında sayılmıştır. Arnavutluk’un politik istikrarı ve
reformların uygulanmasını garanti etmedeki zorluklarından doğan gecikmelerden sonra, 2003
165 Hatipoğlu, op. cit., s.234-235. 166 Albania: Country Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/csp/index.htm> (13.05.2005). 167 Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)339]. 168 Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)339].
95
Ocak ayı sonlarında İstikrar ve Ortaklık Anlaşması görüşmeleri resmen başlatılmasına
değinilen raporda mevcut reform uygulama hızı ile görüşmelerin uzaması ve hatta kopması
riski olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca Arnavutluk’un İstikrar ve Ortaklık sürecinde
anlamlı ilerlemeler göstermek istiyorsa, hukuk ve iç işlerine önem vermesi gerektiği
konusunda uyarı yapılmıştır.
2. Balkanlar’da Arnavut Sorunu Kapsamında Arnavutluk-AB İlişkileri:
Arnavutluk, Balkanlar’ın olduğu kadar dünya siyasetinin de farklı ülkelerinden birisidir.
Soğuk Savaş dönemi boyunca dış dünyaya kapalı ve otoriter bir rejim altında yaşayan
Arnavutluk, 1990 sonrası değişen dünya dengelerine alışmakta en büyük zorluğu çeken ülke
olmuştur. 41 yıl iktidarda kalan Enver Hoca döneminde ülke, kapılarını dış dünyaya kapadığı
için ekonomik açıdan son derece zayıf durumdaydı. Günümüzde bile ekonomik sıkıntılarla
boğuşan Arnavutluk demokrasiye geçiş sürecinde ekonomik krizlerin etkisini acı bir şekilde
hissetmekteydi.
Arnavutluk için 1990 sonrası yaşanan sıkıntı sadece ekonomik temelli değildi.
Bölgede yaşayan Arnavutlar hem Arnavutluk hem de bölge ülkeleri için sorun kaynağı
olmuştur. Balkanlar’daki 6 milyon Arnavut’tan sadece 3,3 milyonu Arnavutluk’ta
yaşamaktadır. Geri kalan Arnavutların 2 milyonu Kosova’da, 500 bin kadarı Makedonya’da
ve son nüfus sayımına göre 41 bini Karadağ’da yaşamaktadır.169 Balkanlar’a yayılmış çok
sayıdaki Arnavut, Arnavutluk dış politikasını etkilediği kadar bölge ülkelerinin iç politikasını,
Arnavutluk’un bölge ülkeleriyle ilişkilerini ve bölgenin güvenliğini doğrudan etkilemektedir.
Arnavutluk’un dış politikasında izleyeceği yol, bölgenin geleceğini etkileyecek
niteliktedir. Arnavutluk, Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan yeni cumhuriyetlerde
yaşayan Arnavut azınlıklarla ilişkilerini geliştirmede bağımsızlığının ilk döneminde temkinli
169 Birgül Demirtaş Coşkun, “Arnavutluk’un Dış Politikası ve Balkanlar’da Arnavut Sorunu,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, s.67.
96
davranmıştır. Arnavutluk’un bu tavrı dış Arnavutlarda büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.170
1992 yılında değişen hükümetle birlikte yeniden umutlanan Arnavutlar için Arnavutluk bu
dönemde de kurtarıcı rol üstlenmekten kaçınmıştır. Arnavutluk’un bu tavrı dış politikasında
belirlediği öncelikleri ile doğrudan bağlantılıdır. Arnavutluk bu dönemde AB ve NATO’ya
üye olmayı ekonomik ve güvenlik kaygıları nedeniyle istemekte ve dış Arnavutların haklarını
uluslararası ortamlarda arama yoluna gitmekteydi.
Arnavutluk’un dış politikası, bölgeyle ilişkili olan uluslararası güçler ve AB için son
derece önemlidir. Arnavutluk’un “Büyük Arnavutluk” ideali doğrultusunda alacağı kararların
bölgenin istikrarı açısından zararlı olacağının farkında olan AB, bu dönemde Arnavutluk ile
ilişkilerini geniş ölçekli bir “Avrupalılaştırma” politikası haline dönüştürmüştür.171 AB, bu
politikasını tüm Balkan ülkelerine uygulamakla birlikte Arnavutluk’ta yapılacak çok iş olması
nedeniyle yardım politikalarına daha çok ağırlık vermiştir.
1999 yılında Kosova’da çatışmaların başlaması, Arnavutluk’un bölge politikalarında
ön plana çıkmasını sağlamıştır. Arnavutluk bu dönemde Kosova’nın bağımsızlığını
savunmamış, Kosovalı Arnavutları uygulanan etnik temizlik politikasının sona ermesi için
NATO’nun askeri müdahalede bulunmasını istemiştir. Zayıf ekonomisi ve ülke içindeki
sosyal problemler nedeniyle Arnavutluk’un Batıyla uyumlu politika izlemesi Batı için
beklenen bir gelişmeydi. Çünkü Arnavutluk 1992’den itibaren bu yönde politika izleyeceği
sinyallerini vermeye başlamıştı. AB ile ilişkileri de bu nedenle Kosova krizi sırasında her
hangi bir kesintiye uğramamıştır.
AB için Balkanlar’daki Arnavut sorunu iki açıdan önem taşımaktadır. Birincisi,
Arnavutların bağımsız olma isteklerinin potansiyel bir tehlike unsuru olmasıdır. AB için bu
konu hem bölge güvenliği hem de Avrupa kıtasının güvenliği ile doğrudan ilgilidir. 1999’da
Kosova’da yaşanan savaş ve ardından 2001 yılında Makedonya’daki çatışmalar AB’nin 170 Ibid., s.72. 171 Ailish M. Johnson, “Albania’s Relation with the EU: on the Road to Europe?” Journal of Southern Europe and the Balkans, Vol.3, No.2, 2001, s.171.
97
güvenlik kaygılarının yersiz olmadığını göstermiştir. AB, Arnavutluk kaynaklı bir savaşın
bölgede yaşanmaması için Arnavutluk’la ilişkilerini derinleştirme yoluna gitmiştir. Bu açıdan
bölgede yaşanan krizler Arnavutluk-AB ilişkilerinde katalizör görevi görmüştür.172 Bölgeye
yönelik endişeler Arnavutluk’un kısa süre içinde desteklenerek Batı ile kurumsal ve ekonomik
bağlarının kuvvetlendirilmesi sonucunu doğurmuştur.
AB için ikinci olarak önemli konu ise, Arnavutların çeşitli nedenlerle başta Yunanistan
ve İtalya olmak üzere AB üyesi ülkelere göç etmelerinden kaynaklanan sorunlardır. İtalya
ülkesindeki göçmenlere AB fonlarından yardım yaparken ve aynı zamanda Arnavutluk’a
“Pelikan Operasyonu” adı altında acil yardım operasyonu düzenlerken, Yunanistan’ın
göçmenlere karşı tavrı son derece sert olmuştur. 1991 yılında 100 bin kadar Arnavut göçmeni
sınır dışı eden Yunanistan ile Arnavutluk’un ilişkileri, Arnavutluk’un Makedonya’yı
tanımasıyla iyice gerilmiştir. Yunanistan AB’nin Arnavutluk’a yapacağı yardımları bu
nedenle engellerken bir yandan da Arnavut göçmenlere karşı sert politikalar uygulamaktaydı.
Bununla birlikte yaşanan insani kriz, AB ile Arnavutluk arasında yapılan İşbirliği
Anlaşması’nın ortaya çıkmasındaki en önemli faktörlerden biri olmuştur.173
AB’nin bölgeye yönelik 1995 sonrasında daha kapsamlı politikalar izlemeye
başlamasıyla Yunanistan’ın da bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzelteme yoluna gittiği
görülmektedir. Aynı dönemde Arnavutluk da AB’ye üyeliğin yolunun Atina’dan geçtiğini
görerek Yunanistan ile aralarında sorun olan konularda politikalarını yumuşatmıştır. 1996
yılında Yunanistan ile Arnavutluk arasında imzalanan Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği
Anlaşması ile Arnavutluk, ülkesindeki Yunan topluluğun haklarına saygı göstereceği sözü
vermesi üzerine Yunanistan da Arnavutluk’un AB üyeliğini destekleyeceğini açıklamıştır.174
172 Ibid., s.176. 173 Ibid., s.176-177. 174 Demirtaş Coşkun, op. cit., s.94.
98
D. BOSNA-HERSEK
1. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Resmi Boyutu: Resmi adı Bosna-Hersek
Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olan devletin uluslararası topluma katılması ve dolayısıyla
AB ile ilişkilerinin resmi düzeyde başlaması 1995 Dayton Barış Anlaşması’nın imzalanması
ile olmuştur. Bununla birlikte AB’nin ilgisi savaşların yaşandığı ve barış görüşmelerinin
yapıldığı zamanlarda bölge üzerindeydi. AB, yanı başındaki etnik temizliği sona erdirmekte
başarısız olmuş ve güvenlik konularında NATO’ya bağımlılığını gözler önüne sermiştir.
Bosna savaşını sona erdirmede varlık gösteremeyen AB için bu nedenle Bosna’ya barış
sonrası dönemde yardım etmek prestij meselesi olmuştur. Savaşın sona ermesi ve mültecilere
yardım edilmesi konularında çalışan AB’nin 1991 yılında ECHO aracılığı ile başlattığı
yardımlar, 1999 yılına kadar sürmüştür.
1995 yılında barışın sağlanmasının ardından bölgede durumun normale dönmesi ile
AB, Bosna-Hersek’i OBNOVA ve PHARE programları kapsamına almıştır. 1997 yılında
Bosna-Hersek’in Bölgesel Yaklaşım politikası kapsamına alınmasıyla AB ile ikili ilişkileri de
bir program dahilinde şekillenmeye başlamıştır. 1998 yılında AB yayınladığı bir deklarasyon
ile yönetim alanında teknik ve uzman tavsiyeleri için bir araç olan düzenleyici çerçeve ve
politikaları oluşturan Geçici Danışma Kurulu oluşturmuştur.175 Bosna-Hersek ile İstikrar ve
Ortaklık Anlaşması için görüşmelerin başlaması bir takım şartlara bağlanmıştır. Komisyon bu
konuda teknik rapor hazırlarken, Geçici Danışma Kurulu da bölgesel düzeyde diyalogun
ilerletilmesi ve işbirliğinin güçlendirilmesinde önemli rol oynamıştır.176
1999 yılına kadar ekonomik yardım temelinde gelişen ilişkiler AB’nin İstikrar ve
Ortaklık Süreci’ni devreye sokmasıyla diğer Batı Balkan ülkelerinde de olduğu gibi farklı bir
175 Milestones in the Relations Between the EU&Bosnia and Herzegovina, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005). 176 Operational Country Conclusions, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/contry_conlus_com_99_235.htm> (13.05.2005).
99
boyut kazanmıştır. 2000 yılında İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere başlamadan
önce yapılacak çalışmaları belirlemek üzere Bosna-Hersek için “yol haritası” belirlenmiştir.
Ayrıca Bosna-Hersek mallarının AB pazarlarına gümrüksüz ulaşım kapsamı genişletilmiştir.
2001 yılında İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin bir parçası olarak Bosna-Hersek CARDS
programına alınmış ve eski ekonomik yardım programları kaldırılmıştır.
AB, 2002 ve 2006 yılları için CARDS yardımlarını düzenlediği Ülke Strateji
Belgesi’nde Bosna-Hersek için önceliklerini belirlemiştir. Bu kapsamda Bosna-Hersek için
2002-2006 dönemi için belirlenen yardım miktarı ulusal programlar için 172,4 milyon Euro,
bölgesel programlar için 23 milyon Euro’dur.177 Belge’de ayrıca 1992 yılında ilan edilen
bağımsızlıktan bu yana Bosna-Hersek’in genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır. 1996 yılında
yapılan seçimlerin ardından demokratik ilkelerin yerine getirilmesi açısından ülkenin
uluslararası toplulukta yerini aldığı fakat insan haklarına saygı ve hukukun uygulanması
konularında henüz evrensel değerlere ulaşamadığı eleştirilen bir noktadır.
AB’nin Bosna-Hersek’e İstikrar ve Ortaklık Süreci içinde destek vereceği alanlar
sayılırken başta barış anlaşmasının uygulanması ve sağlamlaştırılması gelmektedir.
Balkanlar’daki en kanlı savaşlardan birini yaşayan ülke için önceliğin barış olması
kaçınılmazdır. Daha sonraki amaçlar içerisinde, savaş sırasındaki yıkımın telafi edilmesi,
mültecilerin evlerine geri dönmesi, ekonomik olarak kalkınmanın sağlanması ve tüm bu
yollarla Bosna-Hersek’in AB yapısına uyumu için gerekli koşulları sağlayarak AB ile yakın
işbirliği içine girmesi yer almaktadır.178 AB, Bosna-Hersek’in yeniden yapılandırılması ve AB
ile yakınlaşması kapsamında yapacağı maddi yardımları Ülke Strateji Raporu ile belirlemiştir.
Bunun haricinde bölgeye ECHO kapsamında insani yardım da ayrıca yapılmaktadır.
177 Bosnia&Herzegoniva:Country Strategy Paper 2002-2006, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/csp/index.htm> (13.05.2005). 178 Main Objectives of European Union Assistance, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005).
100
AB’nin Bosna-Hersek politikası 2002 yılından itibaren değişime gitmiştir. Bu değişim
İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin yayınladığı raporlarda rahatlıkla görülmektedir. 2002
yılında yayınladığı raporda179 daha çok barış anlaşması gereklerinin yerine getirilmesi, siyasi
ve ekonomik reformların yapılması tavsiye edilirken bir yıl sonra yayınladığı raporda180
Bosna-Hersek’te yapılan seçimlerin etkisiyle AB programlarına katılım ve teknik konularda
politikalar belirlenmektedir. Bosna-Hersek için belirlenmiş olan “yol haritası”nın özü
itibariyle tamamlanmış olması da AB’yi harekete geçiren nedenlerden biridir. AB bundan
sonraki adım olarak Komisyon’un hazırlayacağı fizibilite raporunu beklemeye başlamıştır.
Komisyon 2004 yılında yayınladığı üçüncü yıllık raporunda181 fizibilite çalışmasının
sonucunu açıklamıştır. Raporda, siyasi durumla ilişkili olan konu başlıklarının çoğunda
ilerleme kaydedildiği, bununla birlikte federasyonlar arasındaki gerilimin reformlara yansıdığı
ve kamu yönetimi reformunun henüz başladığı belirtilmiştir. Bundan sonraki süreçte Bosna-
Hersek’in fizibilite çalışmasında belirlenen 16 konu başlığında ilerleme kaydetmesi
sonucunda İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelerin başlaması kararının verileceği
belirtilmiştir. Bu sürecin Bosna-Hersek’in çalışmalarına bağlı olduğu özellikle raporda
vurgulanmıştır.
2003 yılı genel olarak Selanik Zirvesi sonucu nedeniyle tüm Batı Balkan ülkeleri için
önemli bir yıl olmuştur. Ama özellikle AB ile Bosna-Hersek ilişkileri açısından önemlidir.
Bunda hem Komisyon’un fizibilite çalışması kapsamında teknik ilişkilerin artması hem de 29
Eylül’de Bosna-Hersek ile AB arasında siyasi diyalog hakkında ortak deklarasyon
yayınlanmasının etkisi olmuştur. Deklarasyon ile taraflar aralarında Bosna-Hersek’in
potansiyel aday statüsü kazanması nedeniyle yeni işbirliği alanları yaratmak, ekonomik ve
179 Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)340]. 180 Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 Marh 2003, [SEC(2003)340]. 181 Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 30 Marh 2004, [SEC(2004)340].
101
siyasi değişimlerde destek olmak ve ilerlemeleri takip edebilmek için düzenli siyasi diyalog
süreci başlatmışlardır. Bu kapsamda Bosna-Hersek ve AB temsilcileri arasında yüksek
düzeyde, Troyka formatında, toplantılar yapılması, dış politika kararlarında iki taraflı
bilgilendirmenin sağlanabilmesi için diplomatik kanalların tam olarak kullanılması ve
parlamentolar arası temasın sağlanması kararları alınmıştır.182
Bosna-Hersek ile AB ilişkileri günümüzde Selanik Zirvesi ile oluşturulan “Avrupa
Ortaklığı” kapsamında sürmektedir. 533/2004 sayılı Konsey tüzüğü ile kurulan ortaklık
statüsü kapsamında İstikrar ve Ortaklık Süreci’nin yoğunlaştırılması, Bosna-Hersek için
öncelikli eylem alanları belirlenmesi ve AB ile ilişkilerinin yakınlaştırılması için kapsamlı bir
çerçeve belirlenmesi yer almaktadır. AB, Bosna-Hersek’ten Avrupa Ortaklığı öncelikleri
doğrultusunda hazırlanacak planın ayrıntılarına ve zamanlamasına uymasını istemektedir.
Komisyon’un hazırlamakta olduğu yıllık planlarda yer alan önceliklerin ve uyarıların dikkate
alınarak kısa dönem ve uzun dönem önceliklerin tamamlanması Bosna-Hersek’ten beklenen
davranışlar olarak belirtilmiştir. Ortaklık statüsü kapsamında CARDS programlarının da yeni
önceliklere göre düzenlenmesi kararı alınmıştır.
2. AB ile Bosna-Hersek İlişkilerinin Siyasi Boyutu: Yugoslavya’nın dağılma
sürecine girmesiyle bağımsızlığını 1992 yılında ilan eden ve AB tarafından kısa süre içinde
tanınan Bosna-Hersek için “devlet” olma süreci ne yazık ki son derece sancılı olmuştur.
AB’nin büyük devletlerinin arabuluculuk çalışmalarına katkıda bulunduğu görüşmeler
sonrasında Paris’te imzalanan Dayton Barış Anlaşması ile Bosna-Hersek karmaşık bir
yönetim yapısıyla uluslararası toplulukta yerini almıştır.
Anayasası bile Dayton Anlaşması ile oluşturulan Bosna-Hersek’in idari yapısı tam bir
keşmekeş içindedir. Anlaşma ile Bosna-Hersek’te iki birimli bir yapı oluşturularak bu iki
182 Council Conclusions Joint Declaration on Political Dialogue between the EU and Bosnia and Herzegovina, 29 September 2003,< http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gac.htm> (13.05.2005).
102
birime birbirinden farklı olarak komşu ülkelerle ilişki kurma hakkı verilmiştir. Ayrıca her üç
milletten temsilcilerin katılımıyla ortak kurumların kurulması amaçlanmıştır.183 Devlet
kurumlarındaki karmaşık yapı ülkenin kalkınması için sorun olurken AB ile ilişkilerinde de
aksamalara neden oluyordu. Bosna-Hersek’te kamu kurumlarındaki karmaşa Dış İşleri
Bakanlığı’nı da sarmış durumdaydı. Öyle ki Bosna diplomasisinde çoğu şeyin yerli yerinde
olmadığını gören AB, PHARE programı ile bakanlığa uzman almak için ilan vermiştir.184 Bu
nedenle AB ile Bosna-Hersek ilişkileri son yıllara kadar teknik sorunların giderilmesi ve barış
anlaşmasının tam olarak yerine getirilmesine yönelikti. AB’nin Bosna-Hersek’in idari
yapısına yönelik eleştirileri ve AB programlarının kamu yönetimindeki sorunlar nedeniyle
aksaması Bosna-Hersek’i harekete geçirmiş ve Haziran 2000’de Avrupa Bütünleşmeleri
Bakanlığı kurulmuştur. Bu bakanlık, Bosna-Hersek’in önce Avrupa Konseyi sonra da AB’ye
üyeliği için gerekli hazırlık çalışmalarını yapmakla görevlidir.185
Bosna-Hersek’in karmaşık yapısı AB ile ilişkilerinde sorunların temelini
oluşturmaktadır. Ülke ekonomisinin zayıflığı da sorunların artmasına katkıda bulunmaktadır.
AB, bölgeye yönelik geliştirdiği tüm politikalar kapsamında Bosna-Hersek’e ne kadar yardım
yaparsa yapsın ülke kendini bir türlü toplayamamaktadır. Son olarak 2002 yılında yapılan
seçimlerle Bosna-Hersek’teki olumsuz gidiş gözler önüne serilmiştir. Bunun yanı sıra 5 Ekim
2002’de yapılan seçimler Dayton Anlaşması’nın uygulanabilirliği üzerindeki tartışmaları da
yeniden alevlendirmiştir. Seçimlere katılımın azlığı ve seçimlerden milliyetçi partilerin
zaferle ayrılması uluslararası toplum ve AB tarafından “hayal kırıklıklarının ifadesi” olarak
yorumlanmıştır.186
183 Bosna-Hersek anayasası Dayton Antlaşması’nın 4 numaralı ekidir. Antlaşma için bkz. <http://bihpress.com> 184 Amer Kapetonovic, “Bosna-Hersek’in On Yıllık Dış Politika Tecrübesi,” Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, s.196. 185 Ibid., s.204. 186 Dimitrious Triantaphyllou, “The Balkans Today: The EU and the Region,” Marmara Journal of European Studies, Vol.10, No.2, 2002, s.69.
103
Bosna-Hersek’in geleceği hakkında seçimlerin sonrasında yapılan yorumlarda iki
farklı görüşün birbiriyle çatıştığı görülmektedir. Birinci gruptakiler Dayton Anlaşması’nın
daha fazla yürütülemeyeceğini iddia ederek çözümün ayrılma olması gerektiğini savunurken
ikinci gruptakiler uluslararası yardımla sorunların çözüleceğini düşünmektedirler.187
Ayrılmanın bölgeye getireceği yeni bir savaş olasılığı nedeniyle ülkede bağların
kuvvetlendirilerek ekonomik gelişmenin sağlanması genel kabul gören görüştür. Bu nedenle
Bosna-Hersek için öncelik kamu yönetimi reformu olmaktadır. AB de Bosna-Hersek’e
yönelik geliştirdiği programlarda bu konu kapsamında çalışmalar yapmaktadır. Bosna-
Hersek’in yeniden düzenlenme sürecine girmesi AB’nin istekleri arasındadır. AB özellikle
Bosna-Hersek’ten anayasa reformu ve polis güçlerinin tek çatı altında toplanmasını
istemektedir.
Bosna-Hersek için gündemdeki en ciddi sorun anayasa reformudur. AB, Bosna-Hersek
ile ilişkilerin devamı ve İstikrar ve Ortaklık Anlaşması görüşmelerinin başlaması için anayasa
reformu ve polis güçlerinin tek çatı altında toplanması gibi konularda adım atılmasını
istemektedir. Fakat bu konuya Sırp yetkililer itiraz etmekte, polis güçlerinin birleştirilmesine
karşı çıkmaktadırlar. Bununla birlikte AB’den gelen yoğun baskılar sonucunda Sırp yetkililer
Boşnak ve Hırvat tarafıyla görüşmelere katılmak durumunda kalmışlardır. Görüşmeler
sonucunda iki tarafın polis güçlerinin birleştirilmesi ve tek bir emniyet müdürlüğü kurulması
kararı alınmıştır.188 Bosna-Hersek’te polis güçlerinin birleştirilmesi kararı AB ile ilişkilerinde
önemli bir adım olmasının yanı sıra ülkenin iç dinamikleri açısından da önemlidir. Sırp
tarafının yetkilerinin azalması anlamına gelen bu karar merkezi sistemi güçlendirirken
ayrılıkçı Sırp milliyetçilerinin gücünü kıracaktır. Ayrıca polis kuvveti yetkilerinin Sırp
187 Ibid., s.70. 188 Mirzet Mujezinovic, Bosna-Hersek’teki Anayasa Tartışmaları ve Reform Süreci, <http://usakgundem.com/haber.php?id=122> (23.05.2005).
104
tarafından alınarak Bosna-Hersek’e verilmesi Bosna-Hersek halkı açısından güven hissini
arttırmaktadır.
E. SIRBİSTAN-KARADAĞ ve KOSOVA
Sırbistan-Karadağ, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin 2003 yılı itibariyle değişen
yeni adıdır. Eski Yugoslavya Federasyonu’nun dağılmasının ardından geriye kalan Sırbistan
ve Karadağ, Kosova özerk bölgesini de içine alacak şekilde Yugoslavya Federal Cumhuriyeti
adı altında yaşıyorlardı. Fakat ülke zaman içerisinde dağılmanın eşiğine gelmiştir. Önce 1999
yılında Kosova’nın bağımsızlık talebi ve NATO müdahalesi sonrası BM denetiminde
yaşamaya başlaması ve sonrasında Karadağ’da bağımsızlık taleplerinin artması sonucunda
bölgede yeni bir kriz yaşanmasını önlemek amacıyla AB arabuluculuğunda 14 Mart 2002’de
imzalanan antlaşma, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin sonunu getirmiştir. Yugoslavya
Federal Cumhuriyeti (YFC) yerine Mart 2003’den itibaren Sırbistan-Karadağ Devleti
kurulmuştur.
Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyetleri, imzaladıkları antlaşma gereği Temmuz 2006’da
bağımsızlıkları için referandum düzenleme hakkına sahiptirler. Antlaşma 2003 yılından
geçerli olmak üzere üç yıllık bir geçiş süreci öngörmektedir. Bu süre içerisinde her iki
cumhuriyet de uluslararası kimlikleri hariç neredeyse bağımsızlığın tüm imtiyazlarından
faydalanabilecekti. Cumhuriyetler kendi sınırlarını gümrükler de dahil olmak üzere kontrol
altında tutarken kendi ekonomileri ve iç güvenliklerinden de tümüyle kendileri sorumludurlar.
Birliğin yetkileri ise dış ilişkiler, savunma ve ortak enstitüler gibi birkaç alanla sınırlıdır.189
Sırbistan ile Karadağ’ın yollarına bağımsız mı yoksa birlikte mi devam edecekleri
belirsizliğini korumaktadır. Fakat Kosova konusunda yapılan yorumlar çoğunlukla er ya da
189 Pınar Yürür, Balkanlar Yeni Krizlerin Eşiğinde; Kosova ve Sırbistan-Karadağ İhtilafları, <http://panoramadergisi.com/mart2005/index.php?dosya=dunyabakis6> (10.03.2005).
105
geç Kosova’nın bağımsız olacağı yönündedir. Kosova bağımsız olsun veya olmasın
önümüzdeki süreçte bölgede yaşanan gelişmelerin AB’yi doğrudan etkilemesi kaçınılmazdır.
Bu nedenle AB’nin bölgeye yönelik politikalarını yoğunlaştırması ve etkinleştirmesi
beklenmektedir. Bu nedenle AB’nin iki cumhuriyet arasındaki ilişkileri düzenlemede
arabuluculuk yapması etkili hale getirilen politikasının ilk adımı olarak görülebilir. AB,
yaşanan gelişmeler sonrasında resmi belgelerinde Sırbistan-Karadağ adını kullanmaya
başlamış ve Sırbistan, Karadağ ve Kosova hakkında ayrı politikalar uygulamaya koymuştur.
Bununla birlikte AB’nin 1991 yılından itibaren Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ile kurduğu
ilişki genel olarak Sırbistan ile kurduğu ilişki kapsamında ele alınmaktadır. 2003 yılından
sonra ise AB politikalarını Sırbistan ve Karadağ olarak ikiye ayırmıştır. Kosova ise
belirsizliğini hala koruyan özel bir bölge olarak görülmektedir.
1. AB ile Sırbistan-Karadağ İlişkileri: AB’nin bölge devletleri arasında ilişki
kurmakta en zorlandığı ülke Sırbistan olmuştur. AB, Sırbistan ile ilişkilerini iki döneme
ayırmıştır. 2000 öncesi ve sonrası olarak ayrılan dönemlerin belirleyici unsuru Sırp lider
Miloseviç’in devlet yönetiminden ayrılmasıdır. Miloseviç rejiminin sona ermesi AB’nin
ülkeyle ilişkilerini geliştirmek için fırsat olarak görülmüştür. Fakat Miloseviç sonrası dönem
başlangıçta öncesine göre çok farklı olmadığından AB ile Sırbistan ilişkileri istenilen seviye
getirilmekte zorlanılmıştır. Yeni alınan İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere
başlanılması kararı, bundan sonraki sürecin olumlu gelişmesini sağlamakta önemli bir etken
olacaktır.
Ekim 2000’de Miloseviç rejiminin sona ermesinden önceki dönemde AB’nin Sırbistan
ile ilişkilerinin temelinde insani yardım, demokratikleştirme ve bağımsız medya yer
almaktaydı. Yardımlar siyasi bir süreç içerisinde verilmiyordu ve her hangi bir koşula bağlı
değildi. 1991 yılında YFC’ye ECHO kaynaklarından 170,25 milyon euro insani yardım
106
yapılmıştır. Yardım daha çok Kosova ve Karadağ’a yönelikti. YFC’ye yapılan bu insani
yardım Bosna’ya yönelik eylemlerinden dolayı kaldırılmıştır. 1994 yılında ECHO’dan aldığı
az miktardaki yardım sayılmazsa 1995 yılına kadar YFC’ye hiçbir şekilde yardım
yapılmamıştır.190
Ekim 2000 öncesinde Sırbistan’a yapılan insani yardımlar, Bosna-Hersek ve
Hırvatistan’dan gelen mülteciler, Kosova’da yelerinden edilmiş insanlar ve hasta ve yaşlılar
gibi en kolay zarar görebilecek grup üzerinde yoğunlaşmıştır. 1994 yılından itibaren bölgede
sivil toplum örgütlerinin çalışmalarıyla insan hakları ve demokratikleşme konularında projeler
geliştirilmiştir. Bu süre içerisinde AB’nin desteklediği bağımsız medya kuruluşlarına maddi
yardım yapılmıştır.191
AB, 1998 yılından itibaren Sırbistan’ın Kosova’daki eylemleri sebebiyle Sırbistan’a
karşı ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Yaptırımlar, doğrudan
Miloseviç yönetimini ve işbirlikçilerini hedef almaktaydı. Aynı şekilde yapılan yardımlar da
Miloseviç hükümetine değil doğrudan halka yapılmaktaydı. AB, Miloseviç rejimine karşı
yaptırımlar uygularken insani yardımlarına devam ediyordu. Bu kapsamda yaptırımların
sadece Sırp tarafına yönelik olduğu da belirtilmelidir. Kosova ve Karadağ, AB’nin uyguladığı
uçuş yasağı ve petrol ambargosundan muaf tutuluyorlardı.192 Kosova’da çatışmaların devam
ettiği sırada AB tarafından YFC’ye yönelik İstikrar ve Ortaklık Süreci kapsamına alınmasının
tartışılması ve PHARE kapsamında yardım yapılması uygun bulunmamıştır. Sırbistan’ın
çatışmaları şiddetlendirmesi üzerine 26 Nisan 1999’da Konsey, Sırp tarafına karşı alınan
önlemlerin güçlendirilmesini istemiştir. Bu kapsamda petrol ve silah ambargosu, terör ve polis
eylemlerinde kullanılan malzemelerin satışının yasaklanması, Sırp hükümetinin yurtdışındaki
190 Fraser Cameron and Andreas Kintis, “Southeastern Europe and the European Union,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.1, No.2, (May 2001), s.104. 191 Republic of Serbia, Before October 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005). 192 Cameron and Kintis, op. cit.
107
fonlarının dondurulması, ülkeye yönelik yeni yatırımların yasaklanması ve daha önce
konulmuş olan uçuş yasağı yer almaktadır.193
AB, Ekim 1999’da “Demokrasi için Enerji” adı altında bir program başlatmıştır.
Program Sırbistan’a yönelik uygulanan petrol ambargosundan okul, hastane ve kamu binaları
gibi halkın yararlandığı yerleşim yerlerinin zarar görmemesi ve ekonomik zorluklar nedeniyle
ısınma sorunu yaşanmaması için uygulamaya konulmuştur. Bu program seçilen pilot
bölgelerde başarıyla uygulanmıştır. AB’nin Haziran 2000’de uygulamaya koyduğu
“Demokratik Sırbistan için Okullar” kampanyası da başarılı olan bir diğer programdır. Bu
program kapsamında belirlenen okullara maddi destek yapılmış ve gelen proje teklifleri
değerlendirilerek bunların büyük bir kısmı uygulamaya konulmuştur.194
Miloseviç’in ardından Ekim 2000 sonrası başlayan süreç AB ile Sırbistan ilişkilerinin
de dönüm noktası olmuştur. Belgrad yönetiminin demokrasiye geçişi ile birlikte AB ülkeye
yönelik desteğini belli etmek amacıyla 13-14 Eylül 2000 tarihli Biarritz Avrupa Konseyi’nde
AB Hükümet ve Devlet Başkanları, Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’ndeki demokratik
değişimin tamamlanmasına yardım için 200 milyon Euro vereceklerini açıklamışlardır.195 11
Kasım da ise petrol ambargosu kaldırılarak 23 Aralık’ta yapılacak parlamento seçimleri
öncesinde demokrasiye geçişin AB tarafından desteklendiği gösterilmiştir.
AB ile Sırbistan ilişkileri 2000 yılından itibaren ilerleme kaydetmektedir. Enerji,
insani yardım, eğitim ve sağlık gibi temel alanlarda yapılan teknik çalışmaların yanında
bölgede demokratik kuralların yerleştirilmesi için AB destek vermektedir. Bununla birlikte
AB, Miloseviç’e yönelik şahsi yaptırımları kaldırmamayı tercih etmiştir.196
193 Operational Country Conculitions, 26 May 1999, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm> (13.05.2005). 194 Republic of Serbia, Before October 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005). 195 Republic of Serbia, After October 2000, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005). 196 AB yaptırımları için bkz. <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/sanctions.htm>
108
AB ile Karadağ’ın ilişkileri Sırbistan’dan ayrı tutulmuştur. 60.000’ni mülteciler ve
yersizlerden olmak üzere 660.000 nüfuslu ülke, demokratik yöneliş altında politik ve
ekonomik reform yolunu izleyerek kendisini Miloseviç rejiminden farklılaştırmıştır. Bunun
sonucu olarak da AB Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’ne uyguladığı yatırımları Karadağ’a
karşı kaldırarak malzeme ve teknik yardımlarla, destekleme politikalarına başlamıştır. AB
Karadağ hükümetine reform programlarını tamamlaması için çeşitli alanlarda yardımlar
yapmayı planlamıştır. Bu planlar arasında, altyapıların modernizasyonu; köprülerin,
havaalanlarının, yolların yenilenmesi; ekonomik ve diğer reformlara yardım edilmesi; kamu
yönetim reformunun desteklenmesi; özel sektörün ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin
geliştirilmesi; eğitim, tarım, medya alanlarda iyileştirme çalışmaları yapılması; yiyecek, ilaç,
su sağlığı gibi temel insani alanların desteklenmesi ve Kosova’dan gelen mültecilerin, yersiz
insanların ve zayıfların toplum hizmetlerinden yararlanmasının sağlanması yer almaktadır.197
Sırbistan-Karadağ, AB bölgeye yönelik İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlattığında
kapsam dahiline alınmakla beraber, süreçten yararlanması Miloseviç’in devrildiği 2000
yılından sonra olmuştur. Bu tarihten sonra Sırbistan-Karadağ da diğer Batı Balkan ülkeleri
gibi AB politikalarından yararlanmaya ve gelişimi AB tarafından takip edilmeye başlanmıştır.
AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci’ne ilişkin yayınladığı raporlarda Sırbistan-Karadağ’ın
demokrasi yolunda önemli adımlar attığını fakat AB beklentilerini yerine tam olarak
getiremediğini belirtmiştir. Özellikle Sırbistan’ın uluslararası ceza mahkemesi ile işbirliği
yapması gerektiğine değinilmiştir.
2003 yılının Mart ayında Sırbistan Başbakanı Zoran Djindjic’in öldürülmesi, AB ile
ilişkilerde gerginliğe neden olmuştur. AB rahatsızlığını 2003 yılına ait İstikrar ve Ortaklık
Süreci’ni değerlendirdiği rapora yansıtarak ülkenin acil olarak organize suç örgütlerine karşı
harekete geçmesini tavsiye etmiştir. AB ayrıca ülkenin geleceği konusunda belirsizliğe neden
197 Republic of Montenegro, <http://www.europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/montenegro/index.htm> (24.05.2005).
109
olan ve politik alanda gelişmelerin hızını kesen anayasa reformlarının bir an önce
tamamlanarak iki cumhuriyet arasındaki tartışmaların giderilmesi ve Uluslararası Ceza
Mahkemesi ile işbirliği raporda ele alınan konular arasındadır.198
Selanik Zirvesi’nin ardından “ortaklık” statüsü kazanan Sırbistan-Karadağ’ın AB ile
İstikrar ve Ortaklık Anlaşması için görüşmelere başlayabilmesi değerlendirme yapan fizibilite
raporu Komisyon tarafından onaylanmıştır. Sırbistan-Karadağ ile AB arasındaki bu son
gelişme, ülkenin gösterdiği gelişmenin bir sonucudur. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri
Olli Rehn bu gelişmeyi Sırbistan-Karadağ için “Avrupa yolunun başlangıcı” olarak
yorumlamıştır. 199 Sırbistan-Karadağ için Avrupa yolu açılmış görülse de önünde aşılması
gereken ciddi sorunlar vardır. Öncelikle ülkenin geleceğinin belirsizliğini koruması, AB’ye
uyum konusunu zora sokmaktadır. Bunun yanı sıra Kosova’nın statüsü de ülkenin geleceğini
etkileyen konular arasındadır. Sırbistan’da 2002 yılında yapılan seçimlerde çoğunluğun
sağlanmasında yaşanan zorluklar ve genç ve kentli nüfusun seçimlere katılımının düşüklüğü
Sırbistan’daki siyasi isteksizliği göstermektedir. Aynı yıl Karadağ’da yapılan seçimlerde
reformist parti çoğunluğun oyunu almıştır. Fakat Sırbistan örneğinde olduğu gibi Karadağ’da
da seçimlere katılım oranı düşük olmuştur.200 Her iki cumhuriyet arasındaki sorunların
çözüme kavuşturulamamış olması halkın siyasi katılıma karşı isteksizliğinin başlıca nedenidir.
Sırbistan ve Karadağ’ın birlikteliklerine devam edip etmeyeceği ve Kosova’nın
tamamen bağımsız bir devlet olup olmayacağı soruları kendini eski Yugoslavya’nın mirasçısı
olarak gören ülkenin önünde beklemektedir. 2003 yılında Sırbistan Başbakanı Zoran
Djindjic’in öldürülmesi Sırbistan’daki aşırı milliyetçilerin bu sorulara cevabı olarak
yorumlanabilir. Çünkü Djindjic ölümünden birkaç ay önce Kosova’lı Sırp ve Arnavutların
tarih içerisinde hiçbir zaman bir arada yaşayamadıklarını tam tersine yan yana yaşamak
198 Serbia and Montenegro Country Report, Stabilisation and Association Report 2004, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/rep3/cr_s-m.htm> (24.05.2005). 199 IP/05/421, Brussels, 12 April 2005.200 Triantaphyllou, op. cit., s.72.
110
zorunda kaldıkları vurgulayarak Kosova’nın bölünmesini önermişti.201 Nedeni ne olursa olsun
bu cinayet, Avrupa ve Atlantik kurumları ile entegrasyonu hedefleyen Sırbistan’ın organize
suç çetelerinin elinde olduğu ve Miloseviç dönemi alışkanlıklarının devam ettiği şeklinde
görülmesi ile sonuçlanmıştır. Sırbistan bu cinayet sonrası imajını düzeltebilmek ve AB ile
ilişkilerinde ilerleyebilmek için olağanüstü hal ilan etmek zorunda kalmıştır.202
Sırbistan-Karadağ adını almadan önce özellikle 1990’lar boyunca Yugoslavya Federal
Cumhuriyeti, 2000’li yıllardaki politikasına göre oldukça farklı bir yerdeydi. AB’nin bölgeye
yönelik geliştirdiği ilk politikalarına YFC, bölgesel kuvvetini güçlendirmenin ve Yugoslav
ruhunu canlandırmanın bir yolu olarak bakıyordu.203 2000’li yıllarda ise Sırbistan artık
AB’nin bölgesel politikalarını, ekonomik gelişmesine katkıda bulanacak ve Batı sisteminde
kendine yol açacak bir araç olarak değerlendirmektedir. Sırbistan’daki bu değişim Miloseviç
rejiminin devrilmesi ile doğrudan bağlantılı olsa da bunda AB’nin bölgesel politikalarındaki
gelişim de etkili olmuştur. AB üyeliği fırsatı, Sırbistan’ı uyumlu politikalar üretmeye teşvik
etmektedir.
2. Kosova’nın Statüsü ve Kosova’da AB Varlığı: 1999 yılında NATO harekatı ile
son bulan çatışmalar sonrasında 10 Haziran’da Kosova, BM Güvenlik Konseyi’nin 1244
sayılı kararı ile kurulan UNMIK yönetimi altına girmiştir. AB ve üye devletleri, Kosova’nın
yeniden imarı için öncü rol oynamaktadırlar. Bölgeye ve Kosova’ya yapılan yardımlarda AB
en büyük oranlarda yardım yapan uluslararası kurumdur.
1999 yılında AB Komisyonu, savaştan etkilenenler için 378 milyon Euro acil insani
yardım ve savaşın izlerini ortadan kaldırmak için 127 milyon Euro yeniden yapılandırma
yardımı temin etmiştir. 2000 ve 2001 yıllarında da devam eden ekonomik yardımlar, AB’nin
201 Erhan Türbedar, “Cinciç Sonrası Sırbistan,” Stratejik Analiz, C.4, S.38, (Haziran 2003), s.22. 202 Ibid., s.21. 203 Predrag Simic, “Yugoslav Foreign Policy: Countinuity and Changes,” Perceptions, Vol.II, No.3, (September/November 1997), ss. 126-127.
111
Kosova’da üstlendiği tek görev değildir. Bunun yanı sıra AB Kosova’da barışın sağlanması ve
korunmasına yönelik askeri operasyonlara da katılmıştır. Günümüzde AB devletleri 36.000
askerle toplam Kosova gücünün (KFOR) %80’ini oluşturmaktadır. Ayrıca AB devletlerinden
800 kadar sivil polis Kosova’da hizmet vermektedir. 204
AB’nin Kosova’daki eylemleri iki ana kola ayrılmaktadır. Birincisi ECHO aracılığıyla
yapılan insani yardımlar ve Yeniden Yapılandırma Avrupa Ajansı aracılığıyla yapılan temel
yapılandırma yardımlarıdır. İkincisi ise AB’nin dış politika ve savunma alanındaki en büyük
eksiği olan askeri alanda BM’e verdiği destektir. Bu iki alandaki AB eylemlerine ek olarak
UNMIK içinde de AB önemli bir rol üstlenmiştir.
AB’nin UNMIK içindeki temel görevi Kosova’nın ekonomik olarak yeniden
yapılandırılmasıdır. Kosova’nın pazar ekonomisi koşullarına uyum sağlaması ve AB
standartlarına yaklaşması için yapılan çalışmalar doğrultusunda yatırım teşvikleri, ekonomik
altyapı çalışmaları ve ticaret mevzuatının gözden geçirilmesi çerçeve programlar dahilinde ele
alınmaktadır.205 AB, Kosova’da kapsamlı bir ekonomik kalkınma çalışması sürdürmektedir.
Yeniden Yapılandırma Avrupa Ajansı ve Dünya Bankası’nın da maddi destekleriyle
sürdürülen çalışmalarda şimdiye kadar planlanan programların büyük kısmı hayata geçirilmiş
ve savaştan arta kalan sorunlar çözülmüştür.
AB, İstikrar ve Ortaklık Süreci kapsamına Kosova’yı Sırbistan-Karadağ başlığı altında
fakat uygulamada ayrı olarak ele almaktadır. Bu kapsamda AB yardımları ve programları ele
alınarak, Kosova’nın siyasi yaşamındaki gelişmeler değerlendirilmektedir. 17 Kasım 2001
tarihinde yapılan Kosova’daki seçimler sonrasında Kosovalı Arnavutların lideri İbrahim
Rugova bağımsızlık istekleri daha sık dile gelmeye başlamıştır. Fakat Kosova’nın
bağımsızlığının düşünülmesi için çok erken bir dönemdi. Kosova’nın bağımsızlığının
204 Kosovo, The European Contribution, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (24.05.2005). 205 The EU Pillar of UNMIK, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (15.04.2005).
112
bölgedeki dengeleri nasıl değiştireceği tahmin etmek oldukça zordu. “Kosova’nın
bağımsızlığı bölge için istikrar mı yoksa istikrarsızlık unsuru mu olur?” sorularına cevap
olarak AB taraflar arasında diyalog sürecini başlatarak cevap vermiştir.206
Kosova’nın bağımsızlığının bölgeye ne getireceği belirsiz bir konu olmasının yanında
Kosova’daki BM denetiminin varlığının ne kadar süreceğinin belli olmaması bölgenin
geleceği konusunda rahatsızlık yaratmaktadır. KFOR bölgeyi korumaktan uzak olduğunu
Mart 2004’de yaşanan şiddet olaylarını ve peşinden yaşanan göçü engelleyemeyerek
göstermiştir. UNMIK de sonuç itibariyle geçici bir misyondur ve bir şekilde ortadan
kalkacaktır. Bu kapsamda UNMIK’in nihai statüsü hakkında görüşmelere bu yıl içerisinde
başlanması beklenmektedir.
Avrupa ülkeleri bölgede yeni bir Arnavut sorunu ve beraberinde çatışmaların
yaşanmaması için soruna ihtiyatlı yaklaşmaktadır. Kosova’nın bağımsızlığının bölgede
domino etkisi yaratarak Avrupa güvenliğini tehdit eder hale gelmesi bir olasılık olarak
durmaktadır. Özellikle Arnavutluk ve Makedonya Kosova’daki gelişmelerden doğrudan
etkilenmektedir. 1999 yılında Kosova’da çatışmalar yaşanırken Kosovalı Arnavutlar’ın büyük
oranda Arnavutluk’a göç etmesiyle başlayan sorunlar karşısında Arnavutluk, Kosova’nın
YFC içerisinde bir cumhuriyet olması fikrini savunurken Makedonya’nın Kosova’da
yaşananlar karşısındaki konumu ülkenin kırılgan yapısı nedeniyle daha kritiktir.207
Kosova’nın bağımsızlığı Arnavutluk için bölgede etkisini arttırması açısından olumlu bir
gelişme olabilir fakat Makedonya için olumsuz bir gelişme olacağı neredeyse kesindir. Şayet
Kosova bağımsızlığına kavuşursa veya Sırbistan-Karadağ devletinin üçüncü cumhuriyeti
olmayı başarırsa bu Arnavutların bölgede öne çıkmasına neden olacak ve Makedonya içindeki
Arnavutları cesaretlendirerek bölgede yeni bir sorunlu alan yaratacaktır.
206 Dimitrios Triantaphyllou, “Beyond the Kosovo Elections-The EU Needs to Act,” <http://ceps.be/Article.php?article_id=201> (27.12.2004). 207 İlhan Uzgel, “Kosovo: Politics of Nationalism and the Question of International Intervention,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 1998/1999, No.4, s.222-223.
113
Bu olasılıklar göz önüne alındığında AB’nin bölgede ekonomik kalkınmayı teşvik
ederek düşük politika alanlarında sağlamlaştırma yoluna gitmesi anlaşılır bir tercihtir. Aksi
halde ekonomik zorlukların bağımsızlık istekleriyle birleşerek ortaya çıkaracağı tehlikeli
durum öncelikle Balkanlar’ın ardından Avrupa’nın güvenliğini sarsacaktır. Avrupa’nın bu
kaygıları 1999 öncesinden beri süregelmektedir. Örneğin AB, 1995 yılında Dayton Barış
Anlaşması’ndan sonra YFC’den ilk talebi Kosova sorunu çözmesi olmuştur.208 AB günümüze
kadar bu talebinden vazgeçmemiştir. Kosova’nın geleceğinin yerel aktörlere
bırakılamayacağını anlayan AB, İstikrar Paktı’ndan AB üyelik perspektifine kadar bir çok
seçeneği Sırp tarafına ve Kosova’ya sunmuştur. Fakat gelinen noktada Kosova için nihai
çözüm bulunamamıştır.
AB’nin ve uluslararası topluluğun Kosova için geliştirdiği çözüm, “statüden önce
standartlar” şeklinde formüle edilmektedir.209 Buna göre, Kosova’nın bağımsızlığının
konuşulabilmesi için öncelikle bağımsızlığı talep edebilme hakkına sahip olacağı suç ve
şiddetten arınma gibi işlevsel koşulları yerine getirmesi gerekmektedir. Kosova’nın bağımsız
bir devlet olma yeterliliğine erişip erişmediğinin tespiti için 2005 yılının ortası olarak
belirlenen bir tarihte görüşme kararı alınmıştır. Bu değerlendirmenin 2005 yılı sonbaharında
yapılması beklenmektedir. Fakat 2004 yılında yaşanan ve “kara çarşamba” olarak anılan
şiddet olaylarından sonra bağımsızlık yönünde yoğunlaşan düşünceler değişim göstermiştir.210
Bununla birlikte Kosova’da bağımsızlık rüzgarı gücünü yitirmemiştir.
Kosova’nın geleceği konusunda Sırbistan’a yeniden bağlanması düşüncesi,
uluslararası alanda kabul görmemektedir. Zaten Sırbistan 2001 yılındaki seçimlerden bu yana
fiilen Kosova’daki etkisini kaybetmiştir. BM idaresi altındaki Kosova’nın tekrar Sırbistan’a
eski koşullarda bağlanması mümkün olmadığı gibi Kosova’nın Sırbistan’ın teklif ettiği
“özerklikten fazla” formülü kabul etmesi de beklenmemektedir. 208 Chris Hedges, “Kosova’s Next Masters,” Foreign Affairs, Vol.78, No.3, (May/June 1999), s.30. 209 Carl Bildt, Why Kosovo must not Submit to Violence, Financial Times, 22 March 2004. 210 Ibid.
114
İki taraflı direnç altında BM ve AB’nin nasıl tavır takınacağı Kosova’nın ve bölgenin
geleceği açısından son derece önemlidir. Sadece “Kosova’nın geleceği” tartışması bile
Balkanlar’da rahatsızlık yaratmaktadır. Yapılan yorumlarda Kosova’nın statüsü konusunun
2006’ya kadar çözülememesi bölgeyi yeniden çatışmalara sürükleyebileceği
belirtilmektedir.211 Bu nedenle Kosova’nın ve Sırbistan-Karadağ’ın AB ile ilişkileri mümkün
olduğunca yakın tutularak üyelik havucunun bir kez daha Balkanlar’da sorun çözmek için
kullanması mümkündür.
211 Kosovo Toward Final Status, ICG Europa Report, No.161, <http://icg.org/library/documents/europe/balkans/161_kosovo_toward_final_status.pdf> (27.12.2004).
115
IV. AB DIŞ POLİTİKASINA VE AVRUPA GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ
BAKIMINDAN BATI BALKANLAR
Ortaçağa kadar giden Avrupa’da “birlik” oluşturma fikri, II. Dünya Savaşı’nın
ardından kıtada yeni savaşların yaşanmaması amacıyla kömür ve çelik gibi iki hayati ama
siyasi olmayan konuda yapılan antlaşma ile ilk somut adımını atmıştır. Zaman içinde kurulan
ekonomik ilişkiler bağı ve artan üye sayısı ile Birlik, 1990 yılında dünya dengelerinin
SSCB’nin dağılmasıyla bozulması ve Avrupa kıtasının yeni devletlerle tanışmaya başlaması
ile kendini yenileme ihtiyacı hissetmiştir. Uzun zamana yayılmış olan Avrupa’da siyasi birlik
kurma ideali için yeni dengeler bir umut olmuş ve Maastrich Antlaşması ile dış politika ve
savunma alanlarında işbirliği için ilk adım atılmıştır. İşte bu süreç sonrasında 1990’lı yıllar
AB için tek Avrupa oluşturmak amacıyla denenen sonuçsuz girişimlere sahne olmuştur.
özellikle Balkanlar’da yaşanan savaşlar, Avrupa Birliği’nin “ekonomik dev siyasi cüce”
yakıştırmasıyla karşı karşıya kalmasında en önemli etmen olmuştur.
AB’nin siyasi olarak en azından Avrupa kıtasında etki sahibi olabilmesi için Batı
Balkanlar’da varlığını hissettirmesi gerekmektedir. 1990’lar boyunca yaşanan savaşlar
karşısında ne siyasi ne de askeri olarak Avrupa “birlik” olmanın esaslarını yerine getiremediği
için prestij kaybetmiştir. 1993’te uygulamaya konulan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın
içinin boş olduğu aslında AB’nin ortak politika üretmekten çok uzak olduğu anlaşılınca
ekonomik yöntemlere geri dönülmüştür. Bu nedenle AB’nin Batı Balkan politikası ekonomik
programlara dayalı ve siyasi yönü genişleme politikası ile giderilen bir yöntemle
ilerlemektedir. AB, Balkanlar’da ve uluslararası ilişkilerde siyasi bir güç olarak kazanamadan
kaybettiği prestijini 1999 Kosova Savaşı’ndan sonra bölgeye yönelik geliştirdiği üyelik
perspektifli politikasıyla bulmaya çalışmaktadır.
116
AB’nin Balkanlar’a yönelik genişleme politikası değerlendirildiğinde ikili bir ayrım
yapmak doğru ve kolaydır. AB’ye üye olanlar ve olmayanlar şeklinde yapılan bir ayrımda üye
olmayanlar aslında üye olması muhtemel ülkelerdir. Bulgaristan ve Romanya’nın 2007
yılında gerçekleşecek olan üyelikleri sonrasında Balkanlar’da üye olmayan ülkeler Avrupa
kıtası içinde çevresi AB ile sarılı bir şekilde duran Batı Balkan ülkeleri olacaktır. Sadece bu
görüntüsü bile Batı Balkanlar’ın AB için önemini göstermektedir. Batı Balkanlar AB için
siyasi açıdan uluslararası bir güç olabilmek ve güvenlik açısından istikrarlı bir gelecek için
son derece önemli bir konumda bulunmaktadır.
A. AB’nin Genişleme Politikası Kapsamında Batı Balkanlar
Genişleme politikası, AB’nin en etkili dış politika aracı olarak başarıyla
kullanılmaktadır. Son olarak 2004 yılında gerçekleşen Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine
yönelik genişlemesinden sonra 2007 yılında yapacağı son genişleme dalgası ile neredeyse tüm
Avrupa kıtasını içine alacak olan AB, Batı Balkanlar’a yönelik genişleme işaretini 2003
yılında Selanik Zirvesi ile vermiştir. Batı Balkanlar, AB’nin en zorlu ama belki de en gerekli
genişleme dalgasıdır. Batı Balkanlar’da istikrarı sağlamak AB’nin orta ve uzun vadede dış
politika ve güvenlik algılaması içinde yer almaktadır. AB içinde “Roma İmparatorluğu’ndan
bu yana ilk kez bütünleşmiş Avrupa” fikri sesli olarak dile getirilmeye başlanmıştır. Tüm bu
açılardan genişleme, Batı Balkanlar ve AB için eşit derecede önemli bir dış politika aracı
olmuştur.
AB, Batı Balkanlar’a yönelik “üyelik” perspektifini 1999 yılında geliştirdiği İstikrar
ve Ortaklık Süreci ile geliştirmiştir. Bu politikaya göre, Batı Balkan ülkelerinin AB ile
ilişkilerinin geliştirilebilmesi için öncelikle AB standartlarına yaklaşacağı bir program
117
dahilinde iç istikrarını ve toplamda bölge istikrarını sağlayacak düzeye erişmeleri
gerekmektedir. İstikrar ve Ortaklık sürecinin nihai hedefi İstikrar ve Ortaklık Anlaşması
imzalamaktır. Bu anlaşmayı imzalayan devlet artık AB ile ilişkilerinde sözleşmeye dayalı hak
ve sorumluluklar sahibi olarak tam üyelik yolunda ilk adımı atmış olmaktadır. Bu nedenle
İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın imzalanması Batı Balkan ülkeleri için tam üyelik
başvurusunda bulunma anlamına gelmektedir. Bu kapsamda bu güne kadar Hırvatistan ve
Makedonya AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuş, Hırvatistan’ın başvurusu kabul
edilirken Makedonya’nın başvurusu hakkında karar henüz açıklanmamıştır.
AB genişleme politikası içine aldığı Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini öncelikle
“Avrupalılaştırma” politikası kapsamında üyeliğe hazırlamıştır. Avrupalılaştırma, daha önceki
genişleme dalgalarında olmayan bir kavramdır. Sosyalizmin yıkılmasının ardından bu
devletler ortaya çıktıkları için liberal ekonomi koşullarından ve demokratik ilkelerden
yoksundular. Batı Balkanlar için de durum aynıdır. 1990 sonrası ortaya çıkan bu devletler için
Avrupa’nın sahip olduğu temel değerler yeni kavramlardı. Avrupa değerleri veya genişleme
sürecindeki adıyla Kopenhag kriterleri Batı Balkanlar’ın “Avrupalılaştırılması” yolunda
sistemli bir dönüşüm sürecine işaret etmektedir.212
Avrupalılaştırma mekanizması temel olarak üç gruba ayrılmaktadır. Ekonomik, sosyal
ve siyasi koşullarda dönüşüm ile gerçekleşen Avrupalılaştırma olgusuna Batı Balkanlar için
dördüncü olarak azınlık ve sınır sorunlarından kaynaklanan istikrarsızlığın istikrara
dönüştürülmesi de eklenmiştir. Bu kapsamda, Batı Balkanların “Avrupalılaştırma” sistemi
istikrar ve güvenlik sorunları nedeniyle bire bir ilişkilerin yanı sıra bölgesel ilişkilerin ön
plana çıkarıldığı bir proje ile yürütülmektedir. Batı Balkanlar ile Avrupa’nın geri kalanı
212 Leeda Demetropoulou, “Europe and the Balkans: Membership Aspiration, EU Involment and Europeanization Capacity in South Eastern Europe,” Southeast European Politics, Vol.III, No.2-3, (November 2002), s.89.
118
arasındaki sosyo-ekonomik uçurum yeni krizlerin ve sınır uyuşmazlıklarının ortaya çıkmasını
tetiklediği için bölgenin Avrupalılaştırılması daha güçlü olması gerekmektedir. 213
Batı Balkanlar için AB üyeliği gelecek planları içerisinde ilk sırada yer almaktadır. AB
üyeliğinin bu denli önemli olması daha çok ekonomik getirisinin yüksek olmasıyla
bağlantılıdır. Güvenlik kaygıları, AB üyeliği ile çözülebilecek bir konu olarak
görülmemektedir. Aslında bu inanç sadece Batı Balkan ülkelerinde değil tüm Balkanlar’da
yaygın bir düşüncedir. AB için ise durum tamamen tersidir. AB, üyelik perspektifi olan Batı
Balkan ülkelerinin istikrar arayışının artacağını düşünmektedir.
AB için Batı Balkanlar’ın üyeliği iki açıdan değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Birincisi, yukarıda da bahsedildiği gibi Batı Balkanlar’ın istikrarı Avrupa’nın güvenliği ile
doğrudan bağlantılı olması sebebiyle bu ülkelerin tam üyelik için gerekli şartları yerine
getirirken kendi içlerinde ve bölgede istikrarı sağlayacağının düşünülmesidir. Bu düşünce
uygulamaya da konularak ortaya İstikrar ve Ortaklık Süreci çıkarılmıştır. İkincisi ise Batı
Balkanlar’ın AB içinde veya dışında olmasının AB’nin geleceğini nasıl etkileyeceği
konusudur. “Batı Balkanlar’ın geleceğinin AB içinde olması AB’nin geleceğini olumlu mu
yoksa olumsuz mu etkiler?” sorusuna bulunan cevaplar AB’ye bakış açısına göre
değişmektedir.
AB’nin geleceği tartışmaları içerisinde AB’yi ekonomik güçten siyasi güce
çevirmenin gerekliliğine inananlar için Batı Balkanlar’ın AB’ye üye olması bir zorunluluktur.
Fakat AB üyeliğini elde etmek için Batı Balkanlar’ın başarılı bir dönüşüm sürecinden geçmesi
gerekmektedir. Bu nedenle genişleme ile derinleşme süreçleri arasındaki dengenin kurulması
AB’nin önündeki en büyük sorundur.214 Batı Balkanlar’daki istikrarın her an bozulmaya hazır
durumu göz önüne alınırsa AB’nin sorunu bir kat daha artmaktadır. Bu açıdan Batı
213 Ibid., s.90-93. 214 Peter Lang, The Stability Pact and its Consequences for EU Enlargament, <http://dgap.org/texte/kosovo.htm> (15.04.2005).
119
Balkanlar’ın olası AB üyeliğinden önce bölgesel işbirliğinin sağlamlaştırılması için uygulanan
politikalar, üyelik için ön hazırlık niteliğindedir.
AB’nin 2004 yılındaki genişlemesinin Balkanlar üzerinde siyasi, ekonomik ve
psikolojik etkilerinin ne yönde olacağı AB’nin genişleme politikasının değerlendirilmesi
açısından önemlidir. Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin aksine Batı Balkan ülkeleri ne
ekonomik açıdan ne de siyasi açıdan AB üyeliğine hazır durumda değildirler. Batı Balkanlar
çevresindeki ülkelerin özellikle diğer Balkan ülkelerinin AB üyeliği Batı Balkanlar çevresinde
ekonomik açıdan gelişmiş bir çember oluşturacaktır ve ekonomik açıdan oluşan uçurumun
Batı Balkan ülkeleri üzerinde baskı yaratması muhtemeldir. Bunun yanı sıra Batı Balkan
ülkeleri arasında kimi ülkelerin AB üyeliğine daha erken ulaşmasının yaratacağı etkinin ne
yönde olacağı belirsizdir. Balkan ülkeleri arasında AB üyeliğinden kaynaklanan statü
farklılığı bölge devletlerini AB üyeliği için cesaretlendirip harekete geçirirken diğer taraftan
bölgesel işbirliğine zarar verebilir. Batı Balkan ülkelerinin AB’ye tümünün birden üye olduğu
düşünülse bile azınlık sorunlarının çok fazla olduğu bir bölgede kişilerin serbest dolaşımının
sağlanması zor olacaktır. 215 Böyle bir ortamda Batı Balkan ülkelerinin AB’ye üye olmalarının
Balkanlar’da istikrarı sağlayacağı yorumunun yapılması temelsiz kalmaktadır veya başka
açıdan bakılırsa Batı Balkanlar’ın istikrar sağlanmadıkça üye olması AB’nin büyük bir
sorumluluk üstlenmesi anlamına gelmektedir.
AB için Batı Balkanlar’ın genişleme politikası kapsamına alınıp alınmayacağı 2003
Selanik Zirvesi’nden bu yana soru işareti olma özelliğini yitirmiştir. AB, Batı Balkan
ülkelerine “potansiyel aday” statüsü vererek ve Hırvatistan’ın tam üyelik başvurusunu kabul
ederek genişlemenin önünü açmıştır. Ayrıca AB, bölgeye yönelik politikasını devlet bazına
indirgeyerek genişlemenin tüm Batı Balkanlar’ı aynı anda içine alacak bir dalga şeklinde
olmayacağını da ortaya koymuştur. AB’nin Batı Balkanlar’ı bütün olarak ele almamasının
215 Marie-Janine Calic, “EU Policies towards the Balkans: Fostering Ownership of Reforms,” The International Spectator, Vol.XXXVIII, No.3, (July/September 2003), s.116-117.
120
nedenlerinin başında Kosova’nın henüz çözümlenememiş statüsü ve bölge ülkelerine olası
etkileri yer almaktadır. AB’nin genişleme ve derinleşme parametrelerini hesaba katarak çok
vitesli bir genişleme politikası izlemesi, Kosova’da yaşananlar sonrasında çözüm olarak
görülmeye başlanmıştır.
AB’nin Batı Balkan politikasının ana sorunu olan entegrasyonun sağlanması,
genişlemede hız ve nitelik arasındaki dengenin kurulmasına bağlıdır. Bu açıdan
değerlendirildiğinde Batı Balkanlar’ın tümüyle AB’ye üye olması on yıllar alacak zorlu bir
süreçtir.216 Bu süre içinde AB’nin nereye gideceği, nasıl bir yapılanma içinde olacağı ve AB
üyeliğinin bu günkü kadar cazip imkanlar sunup sunmayacağı ise belirsiz bir konudur.
B. AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Kapsamında Batı Balkan Stratejisi
Balkanlar’da rejim değişikliğinin ardından AB, bölgeye yönelik geliştirdiği
politikaların temeli, ekonomik destek yoluyla bu ülkelerin kısa süre içerisinde Batı tarzı
ekonomi ve siyaset modelini benimsemesine dayanmaktadır. Batı Balkanlar’da
Yugoslavya’nın dağılmasının sorunları yaşanırken AB de ODGP’nin ilk sınavını vermiştir.
AB, Balkanlar’ı Güneydoğu Avrupa olarak adlandırmaktadır. Özellikle 1999 yılında
geliştirdiği İstikrar ve Ortaklık Süreci ile yerleştirmeye başladığı bu tanım, Avrupa’nın
Balkan stratejisinin ne yönde olduğunu göstermektedir. Balkan kelimesinin Türkçe olması ve
Osmanlı dönemini çağrıştırması nedeniyle bölgenin tarihinden kopmasını sağlayarak
Avrupalılaşmasını hızlandırmak AB’nin bölgeye yönelik politikasının özü niteliğindedir. AB,
Balkanları, Güneydoğu Avrupa yaparak öncelikle ismini Avrupalılaştırmıştır.
AB, Batı Balkanlar’a yönelik geliştirdiği ilk stratejisinde bölgenin beş devletini iki
gruba bölmüştür. İlk grupta, AB ile ilişkilerini yoğun bir şekilde sürdüren Arnavutluk ve
216 Lang, op. cit.
121
Makedonya yer almaktadır. İkinci grupta ise hem AB hem de kendi aralarındaki ilişkilerde
sorunlar yaşayan Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Sırbistan-Karadağ yer almaktadır.217 AB’nin
1990’lı yılların başında yaptığı bu ayrım 1995 yılından sonra değişmiştir. AB’nin Bosna
Savaşı’nı sona erdirmede etkisiz olması sonrasında Balkanlar’da varlığını hissettirmek için
öncelikle Bosna-Hersek’in yeniden yapılandırmasında görev almıştır. Barıştan iki yıl sonra
geliştirdiği Bölgesel Yaklaşım politikası ise AB’nin bölgeye yönelik stratejisinde köklü bir
değişikliği göstermektedir. AB’nin Batı Balkanlar’da yaşananları bölgesel olarak
değerlendirerek bölgeye yönelik politika geliştirmesi gruplama yönteminden daha etkili
olmuştur.
Bölgesel Yaklaşım politikasından sonra AB, 1999 yılında stratejisini genişleterek hem
bölgesel hem de devlete özel bir politika olan İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlatmıştır.
İstikrar ve Ortaklık Süreci geçerliliğini korumakla beraber önce 2000 yılındaki Zagreb
Zirvesi’nde sonra da 2003 yılındaki Selanik Zirvesi ile kapsamı genişletilmiştir. Batı Balkan
ülkeleri ile AB arasında artık “üyelik” stratejisi vardır.
Yukarıdaki genel çerçevesi çizilen AB politikalarının yanı sıra uygulamada kullandığı
bir takım stratejiler de vardır. Bunların başında özellikle Bosna savaşı sırasında sıkça
kullandığı “havuç-sopa” stratejisi gelmektedir. AB’nin bu stratejisini uygularken elinde
tuttuğu araçlarının sayıca fazlalığı stratejinin geniş bir alana yayılmasını kolaylaştırmaktadır.
Ortak Ticaret Politikası kapsamında alacağı ticari önlemler, AB bütçesinden bölgeye
sağlayabileceği finansal yardımlar ve ODGP’nin işlerlik kazanmasının ardından bu kapsamda
alacağı ortak karar ve tutumlar AB’nin elindeki silahlardır. Fakat stratejinin uygulandığı
alanlara bakıldığında havuç ve sopa arasında dengenin kurulmakta zorlandığı görülmektedir.
AB’nin “havuçları” genellikle yok olmuştur ve sunulduğu zamanlarda da genellikle geç
kalınmıştır.218 Batı Balkan ülkeleri içinden Makedonya ve Arnavutluk kendilerinin
217 Smith, op.cit., s.253. 218 Papadimitriou, op. cit., s.78.
122
Bulgaristan ve Romanya’dan ayrı tutulmaları ve buna karşılık verilen yardımın azlığı
karşısında şaşkınlık yaşamışlardır.219 AB havuçlarının etkisizliği kadar sopaları da beklenen
etkiyi gösterememiştir. AB’nin Sırp yönetimine karşı Bosna savaşı boyunca uyguladığı
ambargo ve YFC’yi ekonomik yardımların dışında bırakma politikası savaşı sona erdirmede
etkili olamamıştır.
1995 yılına kadar AB, kendi içinde de ortak dış politika oluşturmanın zorluklarını
yaşarken bölgeye yönelik uyguladığı stratejisinin başarılı olmadığını görmüştür. Fakat
90’ların ikinci yarısı AB’nin bölgeye yönelik daha etkin politikalar izlediği bir dönemdir.
Bunda kuşkusuz 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanan ve 1 Mayıs 1999’da yürürlüğe giren
Amsterdam Antlaşması’nın ODGP’ye kazandırdığı ivme de etkili olmuştur.
2000 yıllar, AB’nin Batı Balkan stratejisi için önemli atılımların yapıldığı yıllar
olmuştur. AB’nin Dış İlişkiler Komiseri Chris Patten 10 Haziran 2001’de yaptığı
konuşmasında,220 AB’nin bölgeye yönelik uzun dönemli stratejisini açıklamıştır. Patten,
Balkanlar’ın Avrupa’nın bir parçası olduğunu belirterek aynı gemide olduklarını, tarihlerinin
ve geleceklerinin birbirine bağlı olduğunu söylemiştir. AB’nin 2000 yılında Zagreb Zirvesi ile
şekillendirmeye başladığı strateji, Balkanlar’ın AB sistemine tam uyumunu ve sonucunda
üyeliği içermektedir. Patten, bu hedefin gerçeğe dönüşebilmesi için zamana ihtiyaç olduğunu
ve çok çaba harcanması gerektiğini vurgulamıştır. Balkanlar’ın İstikrar ve Ortaklık Süreci ile
AB normlarına uyum süreci içerisinde bulunduğu göz önüne alındığında Patten’in sözlerinden
üyeliğin zaman alacağı fakat bu süre içinde Batı Balkanlar ile sıkı bağlar kurulacağı
anlaşılmaktadır.
219 Ibid. 220 EU Strategy in the Balkans, Speech by Chris Patten, The International Crisis Group, Brussels, 10 July 2001, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/news/patten/sp_balkans.htm> (13.05.2005).
123
C. Transatlantik İlişkilerinde Balkan Faktörü
1990’lı yıllar bir çok açıdan Avrupa’da değişimlere sahne olmuştur. Bunlardan en
önemlilerinde biri de Transatlantik ilişkilerinin geçirdiği değişimdir. 1990 yılında ABD’nin
Irak’a düzenlediği operasyon aslında ABD dış politikasının anlaşılması kadar Transatlantik
ilişkilerinin seyri açısından da ipucu olmuştur. ABD “yeni dünya düzeni” olarak adlandırdığı
dönemde ilgi alanını Orta Doğu olarak belirlediğini Irak operasyonu ile ve Sovyet tehdidinin
ortadan kalktığını Avrupa kıtasındaki sorunların çözümünü Avrupalılara bırakarak
göstermiştir. ABD, bu dönemde şekillenen AT’den AB’ye geçiş sürecini ve AB’nin Avrupa
kıtasının savunmasını üstlenmesi fikrinin de destekçisi olmuştur.
1990’ların başındaki Transatlantik ilişkilerinde “Avrupa’yı Avrupalılara bırakma”
yaklaşımı, Bosna Savaşı ile birkaç yıl sonra kesintiye uğrayacaktır. AB, Avrupa kıtasındaki
ilk ciddi sınavı karşısında başarısız olunca ABD’nin devreye girerek sorunu çözmesi, bir
gerçeği Atlantik’in iki tarafına da hatırlatmıştır. Avrupa henüz bir savunma gücü değildi ve
olup olmayacağı belli değildi. Balkanlar sadece ekonomik yardımla denge sağlanacak
topraklar değildi ve AB’nin elinden fazlası gelmiyordu.
Bosna’da yaşanan çatışmalara NATO operasyonu ile son verilmesi, Avrupa
savunmasının Soğuk Savaş sonrası dönemde de Transatlantik ilişkilerinin önemini su yüzüne
çıkarmıştır. AB’nin ODGP’ye işlerlik kazandırmaya çalıştığı yıllarda, Bosna’da diplomatik
çabaların etkisiz kalması politikanın yeteri kadar olgunlaşamadığını göstermiştir. NATO,
1990 yılında “yeni stratejik konsept”ini belirlerken Avrupalı üyelerinin kendi alanlarında daha
fazla sorumluluk alması gerektiğini ortaya koymuştu.221 Fakat Bosna Savaşı, Avrupalı
müttefiklerin ve AB’nin askeri operasyon düzenlemek için gerekli ne altyapıların ne de ortak
amaçlarının olmadığını göstermiştir. Üstelik AB, askeri kapasiteden önce gerekli olan ortak
221 Stanley R. Sloan, “The United States and European Defence,” Chaillot Paper, Institute for Security Studies, No.39, Paris, (April 2000), s. 8.
124
dış politikaya da sahip olma yolunda ciddi sorunlar yaşıyordu. Böyle bir durumda
Transatlantik ilişkilerinin önemi daha fazla öne çıkmaktaydı.
AB’nin askeri güce sahip olması için atılan ilk adım NATO içerisinde olmuştur.
“NATO’dan ayrılabilir fakat NATO’dan ayrı olmayan” bir Avrupa Güvenlik ve Savunma
Kimliği oluşturulması düşüncesi 1994 yılında somutlaştırıldı. AGSK, NATO içerisinde
geliştirilmeye çalışılırken 1997 yılında Amsterdam Antlaşması ile AB’nin bir politikası olarak
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası gündeme gelmiştir. Tüm bu çalışmaların ortak
hedefi Avrupa’nın kendini savunabilecek bir yapılanmaya sahip olmasıydı. 1998 yılında St.
Malo’dan çıkan sonuçla o güne kadar Atlantikçi yaklaşımla AB içinde dikkat çeken
İngiltere’nin, Avrupa’da savunma gücü oluşturulmasının önünü açan bir tavra bürünmesi,
Transatlantik ilişkilerinin farklılaşmasına ve Avrupa güvenliği için AB içinde bir birim
oluşturma girişimlerinin hızlanmasına neden olmuştur.
AB içinde askeri güç oluşturma çabaları sürerken 1999 yılında patlak veren Kosova
krizi ve sonrasında yaşanan NATO bombardımanı ile çatışmaların sona ermesi, 1995’te
olduğu gibi AB için yine bir başarısızlık olmuştur. Bununla birlikte Kosova’ya NATO
müdahalesi AB içinde AGSP’nin güçlendirilmesini savunanların sayısını arttırmış ve AB üye
devletlerinin ortak dış ve güvenlik konularına odaklanmalarını sağlamıştır. Bir bakıma
Kosova, Avrupa’nın ABD askeri gücüne olan bağımlılığını göstererek AB’yi harekete
geçirmiştir. Kosova’nın etkisiyle 10 Haziran 1999’da Cologne Zirvesi’nde AB liderleri, tarihi
bir karar alarak otonom savunma gücü yaratma yolunda ilk adımı atmışlardır.222 Aynı
Zirve’de AB, bölgeye yönelik geniş uluslararası katılımlı İstikrar Paktı projesini de
başlatmıştır. AB’nin hem kendi içinde hem de bölgede önemli değişimlere yol açacak kararlar
alması, AB içinde Kosova’ya NATO müdahalesinin yarattığı etkinin daha iyi anlaşılmasını
sağlamaktadır. Hiç şüphesiz ki ABD’ye bağımlılık AB’yi küresel bir güç olmaktan alıkoyacak
222 Richard Medley, “Europe’s Next Big Idea, Strategy and Economics Point to a European Military,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (September/October 1999), s.18.
125
ve üstelik Balkanlarda ABD’nin AB’den daha etkili ve güvenilir bir dış güç olmasına sebep
olacaktır. Bu gerçeğin AB tarafından algılanması Transatlantik ilişkilerini olumsuz
etkilemekle birlikte AB-Balkan ilişkisini olumlu yönde hareketlendirmiştir.
1999 yılından sonra AB’nin Balkanlar’a yönelik kapsamlı politikalar geliştirmesi,
bölgede ABD’nin geri plana çekilmesiyle desteklenmiştir. Bundan sonraki süreçte, öncesinde
de olduğu gibi ABD, bölgede AB girişimlerinin en büyük destekçisi olmuştur. Bunun nedeni
basit bir şekilde ABD savunma harcamaları üzerindeki yükü azaltmak olarak açıklanabilir.223
ABD, Avrupa güvenliği için yaptığı harcamaları mümkün olduğunca en aza indirmek için
AGSP’ye verdiği desteği sürdürürken bir taraftan da AB’nin küçük çaplı krizlere ve barışı
koruma operasyonlarına yönelik kabiliyetlerini arttırmasını istemektedir.224 ABD ile AB’nin
savunma gücü oluşturma konusunda düşüncelerinin paralellik göstermesi, Avrupa’da ve
özellikle Fransa’da anti-amerikancı seslerin azalarak Transatlantik ilişkilerinin ılımlı bir
şekilde sürmesi sonucunu doğurmuştur.
2000’li yıllarda Balkanlar, Transatlantik ilişkileri açısından yeni bir ortaklık alanı
olmuştur. Bununla birlikte zaman içinde AB, Balkanlar’da öne çıkarak ABD’yi kimi
konularda geri plana itmiştir. Bu değişimde Transatlantik ilişkilerinin yeni dengesi etkili
olmuştur. Bundan böyle artık soru, AB’nin kendi adına Balkanlar’da başarılı olup
olamayacağıdır. Eğer AB, Balkanlar’da Amerika’yı istemiyorsa başarılı olmak zorundadır.225
ABD’nin, AB İstikrar ve Ortaklık Süreci’ni başlattıktan sonra, Balkan konularına karşı
ilgisini kaybetmesi eğer Avrupalılar politikalarında başarılı olamazsa kötü sonuçlar
doğurabilir. ABD, Balkanlar için yaptığı ekonomik yardımı azaltmış, bölgedeki askerlerini
223 Ibid., s.21. 224 Sam Nunn, “NATO and European Security: A Two Track Approach,” Rethinking the Transatlantic Partnership, ed. Gary L. Geipel, Hudson Institute, 1996, s. 76-77. 225 Morton Abramowitz and Heather Hurlburt, “Can EU Hack the Balkans, A Proving Ground for Brussels,” Foreign Affairs, Vol.81, No.5, (September/October 2002), s.2.
126
kademeli olarak geri çekmiş ve bölgeye üst düzey diplomasi memurları yerine alt ve orta
düzey memurlarını göndermeye başlamıştır.226
2002 yılında ABD, Balkan stratejisinin önceliklerini Balkanlar’ın Avrupa’ya tümüyle
entegre olması, NATO’nun bölgeden geri çekilmesini hızlandırmak, Avrupa’ya bölgede
başarılı olması için yardım ederek sorumluluğu devretmek ve bölgenin terörizmin kalesi
olamamasını temin etmek olarak belirlemiştir.227 Bunun yanı sıra ABD, birçok konuda bölge
ile ilişkilerini AB ile ortak programlar ile veya İstikrar Paktı aracılığıyla sürdürmektedir. ABD
ile AB, Batı Balkan ülkeleri için ortak yardım programları kapsamında işbirliği alanları
belirleyerek her ülke için ayrı stratejik hedefler belirlemişlerdir. 25 Haziran 2003 tarihinde
yayınlanan bildiride228 genel olarak savunma ve güvenlik konularında ortak hedefler her ülke
için ayrı olarak belirtilmiş ve İstikrar Paktı kapsamında yapılacak çalışmalara açıklık
getirilmiştir.
ABD ile AB’nin Balkanlar’da uyumlu politikalar izlemesi ve ABD’nin Balkanları AB
ilgi alanı içerisinde görerek kendini geri çekmesi, Balkan devletlerinin AB’yi ABD’den daha
fazla önemsemesi sonucunu doğuramamıştır. Elbette Balkan ülkeleri arasında AB’ye üye
olmak birinci hedef olarak durmasına rağmen NATO’ya üye olmak da en az AB üyeliği kadar
önemlidir. Bu durum ABD’nin 11 Eylül 2001 tarihinden sonra terörizme karşı başlattığı
kampanya ve 2003 yılındaki Irak saldırısına karşı Balkan ülkelerinin tavrında açıkça
görülmektedir. Irak operasyonunda ABD koalisyonu içerisinde yer alan, yer almayan ve yer
almamasına rağmen ABD lehine açıklamalarda bulunan ülkeler, Transatlantik çekişmesinin
Balkanlar’da sürdüğünü göstermiştir.
2007 yılında AB’ye üye olması beklenen Bulgaristan ve Romanya, ABD’nin
Balkanlar’da askeri üssü olma hedefleri doğrultusunda Irak operasyonuna tam destek veren
226 Ibid., s.6. 227 NSC Offical Outlines U.S. Strategy for the Balkans, Washington File, 03 April 2002. 228 United States-European Union Cooperation in the Balkans, Office of the Spokesman, Washington D.C., 25 June 2003, <http://state.gov/r/pa/prs/ps/2003/21937.htm> (19.04.2005).
127
ülkelerdir. Batı Balkanlar’da ise Hırvatistan dışındaki ülkeler ABD’ye destek vermişlerdir.
Hırvatistan, Irak’ın silahsızlandırılması konusunda ABD’ye destek verirken; ABD, BM’den
bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlayınca, Almanya ve AB ile ilişkilerine son derece
önem vermesi nedeniyle geri adım atmıştır.229 Makedonya ve Arnavutluk ise doğrudan ABD
koalisyonu içerisinde yer alarak Amerikan yanlısı politikalarını açıkça belli etmişlerdir.
Arnavutluk, herhangi bir şart olmaksızın ABD’ye destek vereceğini açıklarken Kosova’nın
statüsünü konusunda ABD’ye ihtiyaç duyan Kosova Başkanı İbrahim Rugova Irak’a yönelik
ABD müdahalesini “dünya barışı için yürütülen bir savaş” olarak nitelendirmiştir.230 Güvenlik
sorunlarıyla boğuşan Makedonya’nın “ekonomik güce karşı savunma gücünü” tercih etmesi
de anlaşılır bir yaklaşımdır. Fakat en şaşırtıcı olanı 1999’da NATO bombardımanı altında
kalan Sırbistan-Karadağ’ın, Irak’ın durumundan dolayı Saddam rejimini suçlayarak dolaylı
bir şekilde ABD’yi desteklemesidir.231
Genel olarak Hırvatistan dışındaki Batı Balkan ülkelerinin Irak Krizi’nde ABD yanlısı
politika izlemiş olmaları, AB ile ilişkilerinde çok büyük gerilimlere yol açmamıştır. Çünkü
AB’nin kendisi de Amerika karşıtları, yanlıları ve kararsız kalanlar olarak bölünmüş
durumdaydı. Hatta zaman içinde Fransa gibi Amerika karşıtı grubun liderliğini üstlenen bir
ülke bile ABD’ye karşı politikalarında yumuşamaya başlamıştır. Bu nedenle Balkanlar’ın
durumu AB’nin gözüne çok batmamıştır.
Irak krizi, AB ile Batı Balkan ilişkilerinde büyük bir sarsıntıya neden olmamakla
birlikte, Transatlantik bağların bölge için önemini koruduğunu göstermiştir. AB’ye üyelik
umudu ve İstikrar ve Ortaklık Süreci içerisinde AB ile geliştirilen çok yönlü ilişkiye rağmen
AB’nin savunma ve güvenlik alanında bir “güç” olamaması Batı Balkan ülkelerinin ABD
desteğine olan ihtiyacını ortaya koymuş ve aynı zamanda AB’ye ODGP’nin istenilen düzeye
229 Ayşe Özkan, Erhan Türbedar ve Nurgül Bostan, “Irak Savaşı Sırasında Yaşanan Amerika-Avrupa Birliği Ayrışmasının Balkanlar’daki Yansımaları,” Stratejik Analiz, C.4, S.37, (Mayıs 2003), s.56. 230 Ibid. 231 Ibid., s.55-56.
128
getirilemediği ve siyasi birliğin eksiklikleri, Batı Balkanlar tarafından hatırlatılmıştır. AB’ye
üye olsalar veya olmasalar da Transatlantik ilişkileri, ilk önceliği güvenliğini sağlama olan
Batı Balkan ülkeleri için önemini koruyacaktır.
D. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliğine ve AGSP’ye Etkileri
Batı Balkanlar için çözülmesi gereken en önemli sorun şüphesiz bölge güvenliğinin
sağlanmasıdır. Yugoslavya’nın dağılmasıyla yaşanan çatışmalar, savaşlar ve etnik temizlik
girişimleri bölgedeki tüm ülkeleri etkileyerek önce bağımsızlık mücadelesine sonrasında da
parçalanmayı önlemeye dönüşmüştür. Barış anlaşmalarına rağmen Batı Balkanlar, savaşları
geride bırakmanın rahatlığını yaşayamamaktadır. Makedonya’da her an patlamaya hazır iç
savaş olasılığı, Kosova’nın nihai statüsünü belirleme sırasında ortaya çıkması muhtemel
sorunlar, Sırbistan ve Karadağ’ın birlikte yaşamaya devam edip etmeyeceğini belirlemesi
önümüzdeki sürecin belli başlı risk içeren konularıdır. Bunun yanı sıra bir bütün olarak
Balkanlar’a bakıldığında Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginlikler de güvenlik sorunları
arasında yer almaktadır.
Balkanlar’ın her an bozulmaya hazır durgun ortamı, kendisini olduğu kadar AB’yi de
tetikte durmaya yönlendirmektedir. AB, bölgedeki çatışmaların doğrudan veya dolaylı olarak
kendi güvenliğini etkilemesinin ötesinde AGSP’nin Avrupa kıtasının tümünde etkili olarak
güçlenmesi için Batı Balkanlar’ın güvenliğiyle yakından ilgilenmektedir. Bununla birlikte
NATO 1995 ve 1999 yıllarında Avrupa güvenliğinin baş aktörü olduğunu göstererek
ODGP’nin zayıflığını göstermesi, AB’nin Batı Balkanlar’ın güvenliği için acil politikalar
geliştirmesi gerekliliğini ortaya koymuştur.
129
1. AGSP’nin geliştirilmesinin Batı Balkanlar’a Yansıması: 1998 yılında St. Malo’da,
İngiltere ve Fransa’nın anlaşmasıyla önü açılan AGSP’nin, 1999 yılında NATO’un Kosova’ya
müdahalesi sonrasında daha etkili hale getirilmesi için çalışmalara başlanmıştır. 2000 yılında
ODGP Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın AGSP’nin etkinleştirilmesi için “küresel bir kriz
yönetimi stratejisi geliştirilmesi gerektiği” 232 yorumunu yapması bu çalışmaların ne yönde
olduğunu göstermektedir. AGSP, 3-4 Haziran 1999 tarihli Köln Zirvesi’nde, 14 Haziran
1992’de BAB bünyesinde karara bağlanmış olan ve Petersberg görevleri olarak adlandırılan;
insani görevler, arama kurtarma faaliyetleri, barış koruma operasyonları ve barış inşası
faaliyetleri dahilinde kriz yönetimi ve güç kullanımı görevlerini kazanmıştır. 14-15 Aralık
2001 tarihli Laeken Zirvesi ile de BAB’ın operasyonel faaliyetlerini kazanmış olan AGSP’nin
bunu kullanmaya başlayacağı resmen açıklanmıştır. 233
AGSP’nin operasyonel hale getirilmesinden sonraki ilk girişimleri Batı Balkan
ülkelerine yönelik olmuştur. 21-22 Haziran 2002 tarihli Sevilla Zirvesi ile AB’nin kriz
yönetimi operasyonlarını üstlenecek durumda olduğu teyit edilerek Bosna-Hersek’te BM’nin
yerine 1 Ocak 2003’ten itibaren AB’nin polis misyonu üstlenmeye hazır olduğu belirtilmiştir.
Ayrıca Makedonya’da NATO’nun görev süresinin dolmasını takiben, bu görevi AB’nin, o
tarihe kadar AB ile NATO arasında AGSP konusunda kesin bir anlaşmaya varılabilmesi
koşuluyla, devralma isteği dile getirilmiştir. Bu anlaşma 12-13 Aralık 2002 tarihinde
Kopenhag Zirvesi’nde sağlanmıştır.
Kopenhag Zirvesi sonrasında Sevilla Zirvesi’nde alınan kararlar doğrultusunda 1 Ocak
2003 itibariyle Bosna Hersek’te 3 yıl süreyle AB Polis Gücü (EUPM) hayata geçirilmiştir.
EUPM, ana karargâhı Saraybosna'da olmak üzere BM'nin Uluslararası Polis Görev Gücüne
bir takip operasyonu olarak meydana getirilmiştir. 61 uluslararası sivil ve 329 Bosna-
Hersek’li personel de dahil olmak üzere toplam 862 kişiden oluşan güce, Malta haricindeki 232 Daniel Keohane, “EU Defence Policy: Beyond the Balkans, Beyond Peacekeeping?” 1 July 2003, <http://cer.org.uk/articles/keohane_weltpolitik_jul03.html> (29.04.2005). 233 Zirvelerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. <http://ue.eu.int/pesc/military>
130
bütün AB üye ülkeleri katılmaktadır. İzleme, danışmanlık ve teftiş faaliyetleriyle görevli
misyonun amacı, uluslararası standartlara uygun şekilde işleyen bir polis teşkilatı
oluşturmaktır. Kurum ve kapasite inşası, organize suç ve yolsuzlukla mücadele, yerel polise
finansal kapasite ve sürdürülebilirlik kazanmasında yardım etme ve polisin bağımsızlık ve
güvenilirliğini destekleme EUPM’nin dört temel stratejisi olarak belirlenmiştir.234
2003 Mart ayında, AB Dışişleri Bakanları Brüksel’de biraraya gelerek 350 kişilik AB
gücünün Makedonya’daki barışı koruma görevini NATO’dan devralmasına onay vermiştir.235
Bu gelişmenin ardından 1 Nisan 2003 tarihinde AB Barış Gücü Makedonya’da göreve
başlamıştır. Tüm bu gelişmeler AB’nin Acil Müdahale Gücü oluşturma gayretini
desteklemektedir. Acil Müdahale Gücü’nü, AB için son derece önemli olmasına rağmen
“Avrupa Ordusu” şeklinde düşünmek yanlış olur. Çünkü sadece operasyon zamanlarında
NATO’nun müdahale etmeme kararı aldığı durumlarda toplanacak ve Petersberg görevleri
doğrultusunda hizmet verecek bir yapılanmaya sahiptir. AB’nin Batı Balkanlar’da askeri
alanda ağırlığını koyma yönündeki kararlılığını göstermesi, Acil Müdahale Gücü’nü
oluşturma hedefine daha da yaklaşmasına yardımcı olacaktır.236
2003 yılında AB Barış Gücü’nin “Concordia Operasyonu” adıyla Makedonya’da
görevine başlaması ve Bosna-Hersek’te AB Polis Gücü’nün Birleşmiş Milletler Uluslararası
Polis Görev Gücü'nün yerini alması AB’nin Balkanlar’da bundan sonraki süreçte askeri
varlığıyla da yer alacağının göstergesi olmuştur. Özellikle Makedonya’daki AB Barış Gücü,
AGSP açısından bir ilk olması nedeniyle önemlidir.
ODGP Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın aynı yıl Selanik Zirvesi’nde açıkladığı
“güvenlik stratejisi” AB’nin Balkanlar’da yaşanan bu gelişmelerden cesaretlenerek daha
234 “Solana Raporu: EUPM Ciddi İlerleme Kaydetti.” 11 Şubat 2005, <http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2005/02/11/feature-01> (08.06.2005). 235 2001 yılında barış antlaşmasının uygulanmasını denetlemek üzere Makedonya’ya giden uluslararası gözlemcileri korumak için NATO, bu ülkeye 700 Barış Gücü askeri göndermiştir. 236 Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, “Makedonya, İlk Tecrübe,” Güncel Haber, Özel Sayı (Şubat-Mart 2003), s.1.
131
iddialı bir dış politika izleme sürecine gireceğinin işaretini vermektedir.237 Solona’nın
Balkanlar haricinde AB sınırlarının ötesinde, barışı koruma misyonundan başka ve
Petersberg görev tanımlamasının dışında, kitle imha silahlarının yayılması ve terörizmle savaş
gibi konularda AGSP’nin genişletilmesi önerisi, AB ülkeleri arasında bölünmeye neden
olmuştur.238 AB’nin kendi sınırları dışında olmasına rağmen Balkanlar’da askeri görev
üstlenmesi ile Avrupa kıtası dışında böyle bir girişimde bulunması bir birinden çok farklıdır.
Balkanlar, AB üyesi olmamakla birlikte Avrupa’nın parçası olarak görülmekte ve AB
tasarrufları uluslararası güçler tarafından kabul edilmektedir. Fakat Avrupa kıtası dışında
AB’nin girişimde bulunması hem üye devletleri ortak noktada buluşturma hem de
Transatlantik ilişkilerine etkisi bakımından çok daha zorlu bir konudur.
2003 yılında alınana bir önemli karar da 2004 yılının başında AB’nin Bosna-
Hersek’teki NATO komutasındaki barış gücü misyonunu devralmasıdır. Bu konuda AB Dış
İşleri Bakanları 24 Şubat 2003 tarihinde fikir birliğine vararak bir öneriler belgesi
hazırlamışlardır. Britanya-Fransa belgesi olarak da adlandırılan bu belge, Solana tarafından
hazırlanan bir strateji belgesi ile tamamlanmıştır. Genel olarak belgede, NATO ile daha yakın
eşgüdüm sağlanması öngörülerek geçişin sorunsuz bir biçimde yapılmasını için mümkün olan
en kısa sürede bu konuda hazırlıklara başlaması istenmiştir.239 Belgede yer alan “AB gücü
yerine geçeceği NATO gücünden daha zayıf olmamalıdır.” ifadesi AB’nin Avrupa’nın
savunmasını üstlenme konusundaki hassasiyetini ve AGSP’yi güçlendirme isteğini ortaya
koymaktadır.
2003 yılındaki AGSP’deki önemli gelişmelerin ardından 2004 yılı da AB’nin
Balkanlar’da bir önemli görev daha üstlenmesine sahne olmuştur. 2 Aralık 2004 tarihinde
NATO komutasındaki Bosna-Hersek barış misyonu AB’ye devredilmiştir. NATO’nun İstikrar
237 Keohane, op. cit. 238 Ibid. 239 “AB'de, Bosna Hersek'teki Barış Gücünü 2004 Yılında Devralma Konusunda Görüş Birliğine Varıldı.” 26 Şubat 2003,< http://setimes.com/tr/document/setimes/features/2003/02/030225-SVETLA-001> (08.06.2005).
132
Gücü’nün (SFOR) görev süresinin dolması nedeniyle, daha önce bu göre talip olduğunu
açıklayan AB, Barış Gücü (EUFOR) ile görevi devralmıştır. EUFOR, bölgedeki
operasyonlarını “Althea” adlı misyonla sürdürmektedir. Temel görevi SFOR’un görev
yönergesi ile aynı olarak istikrarlı ve güvenli bir ortam yaratılmasına katkıda bulunmak olan
ve yaklaşık olarak SFOR’da olduğu gibi 22'si AB üyesi olmak üzere 33 ülkeden 7 bin askerin
görev yapacağı Althea, NATO’nun en uzun süreli barış gücünün yerini almıştır. AB'nin
Bosna-Hersek'teki varlığının siyasi liderliğini ise o zamana kadar Bosna-Hersek Yüksek
Temsilcisi olan Lord Paddy Ashdown yürütmeye başlamıştır.240
AB, hem Althea hem de AB Polis Gücü ile Bosna-Hersek’te ve bölgenin genelinde
geniş kapsamlı bir politika yürüttüğünü göstermektedir. Solona, bu geniş kapsamlı programı
AB’nin siyasi, ekonomik ve güvenlik içerikli taahhütü olarak açıklamaktadır.241 Siyasi boyutu
İstikrar ve Ortaklık Süreci, ekonomik boyutu CARDS programı olan taahhütün güvenlik
boyutunu ise AB Polis Gücü oluşturmaktadır. AGSP çerçevesinde başlatılan ilk misyon
olması nedeniyle EUPM, AB için Balkanlar’da daha etkili bir konuma gelmesi açısından
önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra AB’nin sivil bir güç olmanın ötesinde askeri kapasitesini
arttırabileceğini göstermesi ve AGSP’nin uygulanabilirliğinin kanıtlanması açısından da
Balkanlar bir nevi AB’ye yardımcı olmuştur.
2. Batı Balkanlar’ın Avrupa Güvenliği Hakkında Gösterdikleri: AB’nin
Balkanlar’da askeri konularda başlattığı girişimler, Avrupa güvenliğinin kimin sağlayacağı
konusunda sorulan sorulara “AB” cevabının verilmesini sağlayamamaktadır. ODGP alanında
hükümetlerarası konumunu sürdüren AB’nin attığı somut adımlar şüphesiz ki kendi açısından
son derece önemlidir. Fakat Avrupa’nın geneline bakıldığında NATO’nun ağırlığı hala
240 Bosna-Hersek’te SFOR-EUFOR Görev Devri Resmen Gerçekleşti, 3 Aralık 2004, <http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2004/12/03/feature-01> (08.06.2005). 241 Javier Solana, “Dayton’un Uygulamasından Avrupa Entegrasyonuna,” <http://nato.int/docu/review/2004/issue4/turkish/art2.html> (08.06.2005).
133
hissedilmektedir. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Bosna-Hersek ve Kosova’da yaşanan
olaylar ve sorunların NATO’nun katkısıyla çözüme ulaşması, bu örgütün Avrupa güvenliği
için ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymuştur. Avrupa güvenliğinin geleceğini öncelikle
NATO güvence altına almaktadır.242 Soğuk Savaş döneminde Avrupa’nın güvenliğinden
sorumlu olan NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından belirlediği “yeni stratejik
konsept” ile Avrupa güvenliğinden sorumlu olmaya devam etmiştir. Avrupa’da koşulların
değişmiş olması ve AB’nin kıtanın tümünde söz sahibi olma isteğine rağmen yaşanan
çatışmaları önlemede ne AB’nin ne de BM ve AGİT’in başarılı olamaması NATO’nun
müdahalesini zorunlu kılmıştır.
AB’nin Avrupa güvenliğini tek başına sağlamasının önünde iki ana engel vardır.
Bunlardan ilki, AB’nin ODGP alanında uluslararası bir örgüt gibi hareket etmesidir.
Amsterdam Antlaşması ile getirilen karar alma sürecindeki yapıcı çekimserlik243 bile AB’nin
ortak karar alma sürecine katkıda bulunmamaktadır. AGSP alnında Türkiye’nin vetosunu
kaldırmasıyla kaydedilen ilerleme AB’nin elini rahatlatmakla birlikte AB içindeki AGSP’ye
muhalif devletler süreci tıkamak için birlikte hareket etmeleri durumunda sürecin sekteye
uğraması mümkündür. Özellikle Batı Balkanlar’da üye ülkelerin farklı tutumlarının, daha
önce kendini gösterdiği gibi, yeni bir çatışma durumunda ortaya çıkması da muhtemel bir
sonuçtur.
AGSP önündeki ikinci engel ise AB’nin askeri olanaklar ve teknik kapasite bakımından
ABD’den çok geride olmasıdır. Kosova’ya yönelik hava saldırısı ABD ile Avrupalı
müttefikleri arasındaki bu farkın ne kadar büyük olduğunu göstermiştir.244 AB’nin çatışmaları
sona erdirmede yetersiz kalması ve sonucunda NATO’nun devreye girmesi Transatlantik
ilişkilerinde, Balkanlar’da yaşanan çatışmaların ardından, görünmez bir işbirliği
242 Rodman, op. cit., s.44. 243 Yapıcı çekimserlik, çekimser kalan ülkelerin oyları toplamın üçte birini geçmemek kaydıyla karar alma sürecini etkilememeleridir. 244 Muharrem Gürkaynak, Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Asil Yayınları, Ankara, 2004, s.233.
134
oluşturmuştur. Buna göre ABD savaşı yapacak, AB de barışı koruyacaktır.245 Bu yaklaşım,
AB’nin uluslararası alanda bir güç olmasını engellemektedir. Bu nedenle AB içinde ABD ile
aralarındaki teknik farkı kapatmak ve AB’yi siyasi alanda da bir güç haline getirmek
isteyenler bulunmakta fakat üye ülkeler arasındaki görüş farklılıkları nedeniyle bu isteği kısa
vadede gerçekleştirmek mümkün görünmemektedir.
Balkanlar, 1990 sonrasında Avrupa’nın güvenliğinden kimin sorumlu olacağı
tartışmaların odak noktasında bulunmaktadır. Bölgede barış anlaşmaları imzalanmış olmasına
rağmen bu anlaşmaların ne kadar süre devam edeceği şüphelidir. Barış anlaşmalarının
etkisizliğinin yanında henüz çözüme kavuşturulmamış konular da güvenliği tehdit edici
boyutlardadır. Kosova’nın nihai statüsünün belirlenmesi ve Sırbistan-Karadağ’ın ayrılma
ihtimali gündemdeki en önemli iki konudur. Ayrıca, Bosna-Hersek içindeki Sırp Cumhuriyeti
de gelecekte sorun yaratabilecek bir konumdadır. Tüm bu sorunlu alanlarda AB’nin tek başına
etkili olması ise mümkün görünmemektedir. Bu nedenle Balkanlar’da Transatlantik
işbirliğinin devam etmesi kaçınılmazdır. Bunun yanı sıra AB’nin Balkanlar’da NATO’dan
görevi teslim almış olması, bu bölgenin AB askeri ve siyasi kontrolü altına girdiğini anlamına
gelmemektedir. NATO’nun Balkanlara doğru genişlemesi ve Bulgaristan ve Romanya’da üs
elde etmesi bölgede varlığını devam ettireceğini göstermektedir.
245 Ibid.
135
SONUÇ
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile Avrupa kıtası yepyeni bir görünüme
kavuşmuştur. Kıtanın doğusunda yeni bağımsız olan devletler, batısında ise kendine yeni bir
yol açmaya hazırlanan ekonomi temelli bir toplulukla Avrupa kıtası tümüyle bir değişim
sürecinde olduğunu göstermiştir. Kıtanın doğusu ve batısı günümüzde AB çatısı altında
toplanmaya başlamıştır. Dışarıda kalanların büyük kısmı ise içeriye girmek için
çalışmaktadırlar. İşte bu görüntünün dışarıda kalanları içinde Batı Balkan ülkeleri başta
gelmektedir. Avrupa’nın tarihi birleşme ideali Batı Balkanlar’ın AB’ye üye olmasıyla
gerçekleşecektir. Fakat, bu süreç son derece zorlu geçmektedir.
Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından Pakt ülkeleri bağımsızlıkları elde ederek Batı
ile ilişki kurmaya başlamışlardır. Pakt üyesi olmayan iki ülke Arnavutluk ve Yugoslavya ise
bu değişim sürecinden yara alarak çıkmışlardır. Arnavutluk rejim değişikliğinin getirdiği
siyasi ve ekonomik sorunlarla boğuşurken Yugoslavya Federasyonu dağılma sürecine
girmiştir. Dünya, 1990’ların başında Bosna’da yaşanan “etnik temizlik” karşısında dehşete
düşmüş, uluslararası güçlerin savaşı sona erdirmek için başlattıkları diplomatik girişimler
başarısız olmuştur.
Yugoslavya’da bağımsızlık için çatışmaların yaşandığı yıllarda Avrupa’nın batısı
ekonomik temelli topluluklarını siyasileştirerek yeni sistemde kendine yön bulmaya
çalışıyordu. Avrupa Birliği adını alan yeni oluşum süregelen Avrupa Toplulukları yapısının
yanında Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Adalet ve İçişlerinde İşbirliğini de ekleyerek üç
sütunlu bir yapı oluşturmuştur. AB, dış politikada ortak hareket etme hedefini ilk olarak
uygulama fırsatını da Balkanlar’da bulmuştur. Fakat AB’nin diplomatik girişimleri savaşı
sona erdirmekte başarısız olmuştur. AB’nin, Hırvatistan, Slovenya ve Bosna-Hersek’in
bağımsızlıklarını ilan etmeleri karşısında ortak bir tavır geliştirememesi ODGP’nin en baştan
136
zarar görmesine sebep olmuştur. Diplomatik girişimlerin sonuçsuz kalması nedeniyle
NATO’nun Sırp kuvvetlerini bombalaması ve ardından ABD’nin barış anlaşmasının
imzalanmasını sağlaması, AB için ikinci bir darbe olmuştur. Avrupa’nın güvenliğini, Soğuk
Savaş dönemi sona ermesine rağmen, NATO’nun sağlamış olması AB’nin siyasi ve askeri bir
güç olmaktan çok uzak olduğunu ve güvenliği için ABD’nin yardımına ihtiyaç duyduğunu su
yüzüne çıkarmıştır.
Avrupa Birliği’nin, Batı Balkan ülkelerinin bağımsızlıklarını tanıma konusunda
Almanya’nın ısrarcı tutumu karşısında erken karar alması, savaşın seyrini etkileyen
nedenlerden biri olmuş ve aynı zamanda Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın oluşum
sürecinde üye devletlerin ulusal çıkarlarına verdiği önceliği göstermiştir. Bosna’da
ODGP’nin etkisizliğinin görülmesinin ardından AB, bölgeye yönelik politikalar geliştirmeye
başlamıştır. AB’nin bölgeye yönelik geliştirdiği ilk politika olan “bölgesel yaklaşım” barışın
ve istikrarın sağlanması, ekonomik kalkınmanın desteklenmesi ve demokrasinin yerleşmesi
gibi temel konularda bölge ülkeleriyle işbirliği yapmaya dayanmaktadır. Bu politika
kapsamında AB, Batı Balkan ülkelerini savaşanlar ve savaşmayanlar olarak ikiye ayırmıştır.
Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ilk grupta, Makedonya ve
Arnavutluk ikinci grupta yer almaktadır. Bölgesel yaklaşım, bölgenin sorun kaynağına
inebilecek derinlikte politikalar üretmemesi nedeniyle etkili bir politika olamamıştır.
1999 yılında NATO’nun Kosova operasyonu, AB’nin Batı Balkan Politikası’nın dönüm
noktasıdır. AB, Balkan politikasını daha etkili hale getirmesi gerektiğinin farkına vararak iki
farklı girişimde bulunmuştur. Biri, AB’nin başını çektiği uluslararası katılımlı İstikrar Paktı;
diğeri, AB’nin kendi içinde geliştirdiği İstikrar ve Ortaklık Süreci’dir. İstikrar ve Ortaklık
Süreci, Batı Balkan ülkeleri ile AB arasında iki taraflı ve aynı zamanda bölgesel işbirliğine de
dayalı bir sistem üzerine kuruludur. Nihai hedefi İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalanması
olan Süreç, AB’nin bölgeye yönelik stratejisinin temelini oluşturmaktadır. 2000 yılında,
137
Zagreb Zirevesi’nde dile getirilen potansiyel adaylık ile AB, Batı Balkanlara yönelik
stratejisinin “tam üyelik” olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte Batı Balkan ülkelerinin
AB’ye tam üye olması orta vadede gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Bölge
ülkelerindeki iç içe geçmiş etnik yapı nedeniyle sorunların çözümünün kolay olmaması AB
üyeliğini geciktirici bir etmen olmaktadır. AB üyeliğine en yakın aday olarak görülen
Hırvatistan’ın katılım müzakerelerine başlamasının reddedilmesi, AB’nin de bu süreci
hızlandırmaya niyeti olmadığını göstermiştir.
AB için Kosova’da yaşananların bir sonucu da Avrupa güvenlik örgütlenmesinin
başarısızlığını göstermiş olmasıdır. Almanya’nın birleşerek Avrupa’nın ortasından geçen
“demir perde”nin kalkmasıyla güvenlik algılamalarında genel bir iyimser hava yerleşmiştir.
Bu havanın kısa süre içinde Yugoslavya’nın dağılma süreci ile değişmesi AB’yi de
etkilemiştir. 1999’da yaşanalar ise aradan geçen zaman içinde AB’nin ODGP’yi etkili bir araç
olarak kullanamadığını göstermiştir. Balkanlar’da yaşananlar AB’nin dış politikada ekonomik
araçlardan öte geniş kapsamlı bir kriz yönetimi politikasının gerekliliğini ortaya koymuştur.
2000 yılında ODGP Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın küresel ölçekte güvenlik
algılamasından bahsetmesi, AB’nin askeri yetenek ve kabiliyetlerinin arttırılması ve
AGSP’nin uygulamada güçlendirilmeye başlanması olarak yorumlanabilir. Çünkü AB, birkaç
yıl içinde Balkanlar’da askeri varlığıyla yer almaya başlamıştır.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, Batı Balkanlar’ın AB’nin ODGP’yi oluşturma
sürecinde hızlandırıcı bir rol oynadığı görülmektedir. Bosna’da yaşananlar ODGP’nin ilk
ciddi sınavı olmuş ve ardından AGSP’nin oluşturulma süreci başlamıştır. Dayton Barış
Anlaşması’ndan sonra AB, 1997 yılında Amsterdam Antlaşması ile BAB’ı bünyesine katarak
askeri kapasitesini geliştirmeye başlamıştır. 1999 yılında Kosova’da AB’nin tekrar etkisiz
olmasını, 2000 yılında BAB’ın operasyonel faaliyetlerinin AGSP’ye dahil edilmesi izlemiştir.
2003 yılında ise AB, ilk somut askeri sorumluluğunu Makedonya’da üstlenerek önemli bir
138
adım atmıştır. Bu gelişmeler AB’nin Batı Balkanlar’da yaşananlar karşısında geliştirdiği
politikaların sonucundan ders aldığını göstermektedir.
Batı Balkanlar, AB güvenlik örgütlenmesinin ve daha geniş açıdan bakıldığında AB
siyasi geleceğinin aynasıdır. Başarısızlıkların ardından atılan adımlar, geliştirilmeye çalışılan
politikalar ve sonuçta üstlenilen görevler ODGP’nin gelişimi ile paralel seyretmektedir. Batı
Balkanlar’da sular durulmuş görünse de yakın gelecekte Kosova ve Sırbistan-Karadağ’ın
geleceğini etkileyecek gelişmelerle bölgenin yeniden hareketlenmesi karşısında AB güçlerinin
tutumu, ODGP’nin inandırıcılığını ve geleceğini doğrudan etkileyecektir. ODGP’nin
inandırıcılığını kaybetmesi, AB’nin siyasi alanda hükümetlerüstü bir yapılanmaya gitmesinin
önünü tıkayacak ve AB’nin geleceğini belirsizliğe sürükleyecektir. Görülüyor ki Batı
Balkanlar’ın istikrarı ve güvenliği ODGP ve AB’nin geleceğiyle yakından ilgilidir.
139
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
Akşin, Abdülahat, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1991.
Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1997.
Brzezinski, Zbigniew, Büyük Çöküş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2000.
Donopokilos, Constantine P. and Messas, Kostas G., (ed.), Crises in the Balkans, Westview
Press, Colorado, 1997.
Geipel, Gary L., (ed.), Rethinking the Transatlantic Partnership, Hudson Institute, 1996.
George, Stephan and Bache, Ian, Politics in the European Union, Oxford Press, New York,
2001.
Glenny, Misha, The Fall of Yugoslavia: The Third Balkan War, Penguin Books, New York,
1996.
Gürkaynak, Muharrem, Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Asil Yayınları, Ankara, 2004.
Hatipoğlu, Murat, (der.), Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, ASAM Yayınları, Ankara,
2002.
Hill, Chiristopher and Smith, Karen E., European Foreign Policy, Key Documents,
Routledge, London and New York, 2000.
Holbrooke, Richard, Bir Savaşı Bitirmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1999.
Holland, Martin, European Communitiy Integration, St Martin’s Press, New York, 1992.
140
Kühnhardt, Ludger, Devrim Zamanları, ASAM Yayınları, Ankara, 2002.
Larrabee, F. Stephen, (ed.), The Volatile Powder Keg: Balkan Security After the Cold War,
The American University Press, Washington D.C., 1994.
Lütem, Ömer E. ve Demirtaş Coşkun, Birgül, (der.), Balkan Diplomasisi, ASAM Yayınları,
Ankara, 2001.
Özkan, Gencer ve Kut, Şule, (der.), En Uzun On Yıl, Büke Yayınları, İstanbul, 2000.
Peterson, John and Bomberg, Elizabeth, Decision Making in the European Union, St.
Martin’s Press, New York, 1999.
Pond, Elizabeth, The Rebirth of Europe, Brookings Instition Press, Washington D.C., 2000.
Schnabel, Albrecht and Thakur, Ramesh, (ed.), Kosovo and the Challange of Humanitarian
Intervention, Selective Indignation, Collective Action and International Citizenship, United
Nations University Press, 2000.
Smith, Hazel, European Union Foreign Policy: What It is and What It does, Pluto Press,
London, 2002.
Soetendorp, Ben, Foreign Policy in the European Union, Longman, New York, 1999.
Spillmann, Kurt R. and Krause, Joachim, (ed.), Kosovo: Lessons Learned for International
Cooparative Security, Center for Security Studies and Conflict Research, Vol.5, Zurich, 2000.
White, Brian, Understanding European Foreign Policy, Palgrave, London, 2001.
MAKALELER
Abramowitz, Morton and Hurlburt, Heather, “Can EU Hack the Balkans, A Proving Ground
for Brussels,” Foreign Affairs, Vol.81, No.5, (September/October 2002), ss.2-7.
141
Alp, İlker, “Makedonya Üzerindeki Mücadeleler ve Makedonya Cumhuriyeti,” Dünden
Bugüne Makedonya Sorunu, der. Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, ss. 71-90.
Balfour, Rosa, Menotti, Roberto and Micielli de Biase, Ghita, “Italy’s Crisis Diplomacy in
Kosovo, March-June 1999,” The International Spectator, Vol.XXXIV, No.3, (July/September
1999), ss. 67-80.
Cameron, Fraser and Kintis Andreas, “Southeastern Europe and the European Union,”
Southeast European and Black Sea Studies, Vol.1, No.2, (May 2001), ss. 94-112.
Çeviköz, Ünal, “European Integration and Regional Co-operation in Southeast Europe,”
Perceptions, Vol.2, No.4, (December 1997/February 1998), ss. 143-153.
Daalder, Ivo H. and O’Hanlon, Michael E., “Kosova’dan Farklı Dersler Çıkarmak,” Foreign
Policy, Yıl.2, S.3, (Güz 1999), ss. 76-88.
Demetropoulou, Leeda, “Europe and the Balkans: Membership Aspiration, EU Involment and
Europeanization Capacity in South Eastern Europe,” Southeast European Politics, Vol.III,
No.2-3, (November 2002), ss.87-106.
Demirtaş Coşkun, Birgül, “Arnavutluk’un Dış Politikası ve Balkanlar’da Arnavut Sorunu,”
Balkan Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları,
Ankara, 2001, ss. 67-101.
Demirtaş Coşkun, Birgül ve Türkoğlu, Emir, “Makedonya Bıçak Sırtında: Balkanlar’ın Eski
‘Model Ülkesi’ Yeni İstikrarsızlık Unsuru mu?” Dünden Bugüne Makedonya Sorunu, der.
Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, ss. 119-151.
Duke, Simon, Ehrhart, Hans-Georg and Karadi, Matthias, “The Major European Allies:
France, Germany and the United Kingdom,” Kosovo and the Challange of Humanitarian
Intervention, Selective Indignation, Collective Action and International Citizenship, ed.
Albrecht Schnabel and Ramesh Thakur, United Nations University Press, 2000, ss.128-148.
142
Gürkan, İhsan, “Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye: Geçmişin Işığında
Geleceğe Bakış,” Balkanlar, Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yayınları, İstanbul,
1993, ss. 259-274.
Hatipoğlu, Esra, “Meeting The Balkan Challenge: The EU Policies toward South Eastern
Europe,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2001/6, İstanbul, ss. 229-242.
Hedges, Chris, “Kosova’s Next Masters,” Foreign Affairs, Vol.78, No.3, (May/June 1999), ss.
24-42.
Hombach, Bodo, “Stability Pact for South-eastern Europe: A New Perspective for the
Region,” Perceptions, Vol.5, No.3, (September/November 2000), ss. 5-21.
Ifandis, Kostas, “The Politics of Order Building? Reviewing Western Policy in Kosovo and
Southeast Europe,” Southeast European and Black Sea Studies, Vol.2, No.2, (May 2002), ss.
21-42.
Johnson, Ailish M., “Albania’s Relation with the EU: on the Road to Europe?” Journal of
Southern Europe and the Balkans, Vol.3, No.2, 2001, ss. 171-192.
Kale, Başak, “Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası: Çelişkiler İçinde Bir Yanılsama,” Balkan
Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM, Ankara, 2001, ss. 293-
311.
Kapetonovic, Amer, “Bosna-Hersek’in On Yıllık Dış Politika Tecrübesi,” Balkan
Diplomasisi, der. Ömer E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara,
2001, ss. 183-204.
Karaosmanoğlu, Ali, “The UN-NATO Cooperation in the Former Yugoslavia,” Foreign
Policy, Vol.XXII, No.3-4, 1998, ss. 31-41.
Kut, Şule, “Kosova: Milliyetçiliğin Kördüğümü,” Foreign Policy, Yıl.1, S.3, (Güz 1998), ss.
53-64.
143
Liotta, P. H., “Spillover Effect: Aftershocks in Kosovo, Macedonia and Serbia,” European
Security, Vol.12, No.1, (Spring 2003), ss. 82-108.
Marie-Janine Calic, “EU Policies towards the Balkans: Fostering Ownership of Reforms,”
The International Spectator, Vol.XXXVIII, No.3, (July/September 2003), s.111-123.
Medley, Richard, “Europe’s Next Big Idea, Strategy and Economics Point to a European
Military,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (September/October 1999), ss. 18-22.
Messas, Kostas G., “Failure in Former Yugoslavia: Hard Lessons for the European Union,”
Crises in the Balkans, ed. Constantine P. Donopokilos and Kostas G. Messas, Westview
Press, Colorado, 1997. ss. 311-329.
Morozzo della Rocca, Roberto, “Italy and the United States: Two Approaches to the Kosovo
Crisis,” Italy and the Balkans, CSIS Press, Washington, 1998, ss. 40-49.
Nunn, Sam, “NATO and European Security: A Two Track Approach,” Rethinking the
Transatlantic Partnership, ed. Gary L. Geipel, Hudson Institute, 1996, ss. 69-85.
Özkan, Ayşe, Türbedar, Erhan ve Bostan, Nurgül, “Irak Savaşı Sırasında Yaşanan Amerika-
Avrupa Birliği Ayrışmasının Balkanlar’daki Yansımaları,” Stratejik Analiz, C.4, S.37, (Mayıs
2003), ss. 53-61.
Papadimitriou, Dimitris, “The EU’s Strategy in the Post-Communist Balkans,” Southeast
European and Black Sea Studies, Vol.1, No.3, (September 2001), ss. 69-94.
Rodman, Peter W., “The Fallout from Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.4, (July/August
1999), ss. 45-51.
Saccomanni, Fabrizio, “The Stability Pact for Southeastern Europe: A New Approach to a
Regional Problem,” The International Spectator, Vol.XXXV, No.1, (January/March 2000),
ss. 65-71.
144
Salmon, Trevor C., “Testing Times for European Political Cooperation: The Gulf and
Yugoslavia, 1990-1992,” International Affairs, C.68, No.2, (Nisan 1992), ss. 233-253.
Schnabel, Albrecht, “Political Cooperation in Retrospect: Contact Group, EU, OSCE, NATO,
G-8, and UN Working toward a Kosova Settlement,” Kosovo: Lessons Learned for
International Cooparative Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for
Security Studies and Conflict Research, Vol.5, Zurich, 2000, ss.21-36.
Simic, Predrag, “Yugoslav Foreign Policy: Countinuity and Changes,” Perceptions, Vol.II,
No.3, (September/November 1997), 107-134.
Solana, Javier, “NATO’s Success in Kosovo,” Foreign Affairs, Vol.78, No.6,
(November/December 1999), ss. 114-120.
Şirin, N. Aslı, “Balkans in the Post Cold War Era: Quest For Stability and the European
Union,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 2003/8, İstanbul, ss. 87-106.
Triantaphyllou, Dimitrious, “The Balkans Today: The EU and the Region,” Marmara Journal
of European Studies, Vol.10, No.2, 2002, ss. 65-82.
Tsoukalis, Loukas, “The European Community and the Balkans,” The Volatile Powder Keg:
Balkan Security After the Cold War, ed. F. Stephen Larrabee, The American University Press,
Washington D.C, 1994, ss.219-231.
Tupurkovski, Vasil, “The Balkan Crisis and the Republic of Macedonia,” Crisis in the
Balkans, ed. Constantine P. Dono Poulos and Kostas Messas, Westview Press, Colorodo,
1997, ss. 135-152.
Türbedar, Erhan, “Cinciç Sonrası Sırbistan,” Stratejik Analiz, C.4, S.38, (Haziran 2003), ss.
21-22.
_____________, “Selanik Zirvesi’nin Ardından: Batı Balkanlar Gölgeden Çıkıyor,” Stratejik
Analiz, C.4, S.40, (Ağustos 2003), ss. 64-68.
145
_____________, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Balkanlar ve Avrupa Birliği,” Stratejik
Analiz, C.3, S.4, (Şubat 2003), ss. 65-70.
Uçkan Dağdemir, Elif, “Batı Balkan Ülkeleri ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik
Olasılıkları,” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, No.59/1, (Ocak/Mart 2004), 89-117.
Uzgel, İlhan, “Doksanlarda Türkiye için Bir İşbirliği ve Rekabet Alanı Olarak Balkanlar,” En
Uzun On Yıl, der. Gencer Özkan, Şule Kut, Büke Yayınları, İstanbul, 2000, ss. 393-429.
__________, “Kosovo: Politics of Nationalism and the Question of International
Intervention,” Turkish Review of Balkan Studies, Annual 1998/1999, No.4, ss. 203-233.
Varwick, Johannes, “The Kosovo Crisis and The European Union: The Stability Pact and its
Cosequences for EU Enlargement,” Kosovo: Lessons Learned for Internationel Cooperative
Security, ed. Kurt R. Spillmann and Joachim Krause, Center for Security Studies and Conflict
Resarch, Vol.5, Zurich, 2000, ss.157-176.
Winrow, Gareth M., “The Internatinal Community and the Crisis in the Balkans,” Turkish
Review of Balkan Studies, Annual 1993/1, İstanbul, ss. 159-171.
Yürür, Pınar, “Tarihi Süreç İçerisinde Hırvatistan Dış Politikası,” Balkan Diplomasisi, der.
Ömer E. Lütem, Birgül Demirtaş Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara, 2001, ss. 205-225.
İNTERNET KAYNAKLARI
“AB'de, Bosna Hersek'teki Barış Gücünü 2004 Yılında Devralma Konusunda Görüş Birliğine
Varıldı.” 26 Şubat 2003, < http://setimes.com/tr/document/setimes/features/2003/02/030225-
SVETLA-001> (08.06.2005).
Albania: Country Strategy Paper 2002-2006,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/csp/index.htm> (13.05.2005).
146
Bildt, Carl, Why Kosovo must not Submit to Violence, Financial Times, 22 March 2004,
<http://cer.org.uk/articles/bildt_ft_22march04.html> (10.03.2005).
Bosnia&Herzegoniva:Country Strategy Paper 2002-2006,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/csp/index.htm> (13.05.2005).
“Bosna-Hersek’te SFOR-EUFOR Görev Devri Resmen Gerçekleşti,” 3 Aralık 2004,
<http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2004/12/03/feature-01> (08.06.2005).
CARDS Regional Strategy Paper 2002-2006,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/cards/sp02_06.pdf> (12.05.2005).
Council Conclusions Joint Declaration on Political Dialogue between the EU and Bosnia and
Herzegovina, 29 September 2003,<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gac.htm>
(13.05.2005).
Croatia: Country Strategy Paper 2002-2004,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croatia/csp/index.htm> (13.05.2005).
EU Relations with the Former Yugoslav Republic of Macedonia,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/index.htm> (10.03.2005).
Euro 197 million to promote regional cooperation in the Western Balkans,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip01_1464.htm> (13.05.2005).
EU Strategy in the Balkans, Speech by Chris Patten, The International Crisis Group, Brussels,
10 July 2001, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/news/patten/sp_balkans.htm>
(13.05.2005).
Former Yugoslav Republic of Macedonia: Country Strategy Paper 2002-2006,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fyrom/csp/index.htm> (13.05.2005).
From Regional Approach to the Stabilisation & Association Process,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/actions/sap.htm> (15.04.2005).
147
Joint Raport to the Helsinki Council on EU Action in Support of the Stability Pact and South-
Eastern Europe, <http://ceps.be/Pubs/SEEMonitor/Monitor6.htm> (08.01.2005).
Keohane, Daniel, “EU Defence Policy: Beyond the Balkans, Beyond Peacekeeping?” 1 July
2003, <http://cer.org.uk/articles/keohane_weltpolitik_jul03.html> (29.04.2005).
Kosovo, The European Contribution,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (24.05.2005).
Kosovo Toward Final Status, ICG Europa Report, No.161,
<http://icg.org/library/documents/europe/balkans/161_kosovo_toward_final_status.pdf>
(27.12.2004).
Lang, Peter, “The Stability Pact and its Consequences for EU Enlargament,”
<http://dgap.org/texte/kosovo.htm> (15.04.2005).
Macedonia and European Integration: Facing Commitments, 12 November 2003,
<http://ceps.be/Article.php?article_id=169> (10.03.2005).
Main Objectives of European Union Assistance,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005).
Milestones in the Relations Between the EU&Albania,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (10.03.2005).
Milestones in the Relations Between the EU&Bosnia and Herzegovina,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/bosnie_herze/index.htm> (10.03.2005).
Milestones in the Relations between the EU&Croatia,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (10.03.2005).
Milestones in the Relations between the EU&Former Yugoslav Republic of Macedonia,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/macedonia/index.htm> (13.05.2005).
148
Mujezinovic, Mirzet, “Bosna-Hersek’teki Anayasa Tartışmaları ve Reform Süreci,”
<http://usakgundem.com/haber.php?id=122> (23.05.2005).
Mujezinoviç, Mirzet, “Hırvatistan’ın AB Üyelik Görüşmeleri ve Savaş Suçluları,”
<httm://turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=67> (23.05.2005).
Operational Country Conclusions, 26 May 1999,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/docs/country_conclus_com_99_235.htm>
(13.05.2005).
Republic of Montenegro, June 2001,
<http://www.europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/montenegro/index.htm>
(24.05.2005).
Republic of Serbia, After October 2000,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005).
Republic of Serbia, Before October 2000,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/serbia/index.htm> (24.05.2005).
Serbia and Montenegro Country Report, Stabilisation and Association Report 2004,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/rep3/cr_s-m.htm> (24.05.2005).
Solana, Javier, “Dayton’un Uygulamasından Avrupa Entegrasyonuna,”
<http://nato.int/docu/review/2004/issue4/turkish/art2.html> (08.06.2005).
“Solana Raporu: EUPM Ciddi İlerleme Kaydetti,” 11 Şubat 2005,
<http://setimes.com/tr/features/setimes/features/2005/02/11/feature-01> (08.06.2005).
Stabilization and Association Agreements,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see.htm> (08.01.2005)
149
Stabilisation and Association Agreement between the EC and Croatia,
http://eudelyug.org/en/documents/Croatia-stabilisatione.htm> (08.01.2005).
The Balkans 2001: Where Do We Go Now?
<http://seep.hu/arcieves/issue21/balkans2001.pdf> (27.12.2004).
The EU and Macedonia, 6 April 2001, <http://ceps.be/Article.php?article_id=206>
(10.03.2005).
The EU Pillar of UNMIK,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/fry/kosovo/index.htm> (15.04.2005).
Thessaloniki EU-Western Balkans Summit Declaration, 21 June 2003,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_06_03/decl.htm> (15.04.2005).
The Stabilisation and Association Process for South-Eastern Europe,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sap/index.htm> (08.01.2005).
The Thessaloniki Agenda for the Western Balkans, 16 June 2003,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/gacthess.htm> (15.04.2005).
The Thessaloniki Summit: A Milestone in the European Union’s Relations with the Western
Balkans, <http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/news/ip03_860,htm>
(15.04.2005).
Triantaphyllou, Dimitrios, “Beyond the Kosovo Elections-The EU Needs to Act,”
<http://ceps.be/Article.php?article_id=201> (27.12.2004).
United States-European Union Cooperation in the Balkans, Office of the Spokesman,
Washington D.C., 25 June 2003, <http://state.gov/r/pa/prs/ps/2003/21937.htm> (19.04.2005).
What is the EU doing to Help Croatia?
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/croaita/index.htm> (13.05.2005)
150
What is the European Union Doing to Help Albania?
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/albania/index.htm> (13.05.2005).
Yürür, Pınar, “Balkanlar Yeni Krizlerin Eşiğinde; Kosova ve Sırbistan-Karadağ İhtilafları,”
<http://panoramadergisi.com/mart2005/index.php?dosya=dunyabakis6> (10.03.2005).
Zagreb Summit, 24 November 2000,
<http://europa.eu.int/comm/external_relations/see/sum_11_00/index.htm> (15.04.2005).
DİĞER KAYNAKLAR
Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002,
[SEC(2002)339].
Albania, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26
March2003,[SEC(2003)339].
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, “Makedonya, İlk Tecrübe,” Güncel Haber, Özel
Sayı (Şubat-Mart 2003).
Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels,
4 April 2002, [SEC(2002)340].
Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels,
26 Marh 2003, [SEC(2003)340].
Bosnia and Herzegovina, Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels,
30 Marh 2004, [SEC(2004)340].
Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 4 April 2002,
[SEC(2002)341].
151
Croatia Stabilisation and Association Report, Executive Summary, Brussels, 26 March 2003,
[SEC(2003)341].
Keesing’s Record of World Events, 1992-1993.
NSC Offical Outlines U.S. Strategy for the Balkans, Washington File, 03 April 2002.
PRES/96/33, 1903, Genel İşler Konseyi Toplantısı, Brüksel, 26-27 Şubat 1996.
PRES/97/129, 2003, Genel İşler Konseyi Toplantısı, Lüksemburg, 29-30 Nisan 1997.
Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East
Europe, First Annual Report, Brussels, 4 April 2002, COM(2002)163 final.
Report from the Commission, The Stabilization and Association Process for South East
Europe, Second Annual Report, Brussels, 26 March 2003, COM(2003)139 final.
Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive
Summary, Brussels, 4 April 2002, [SEC(2002)342].
Former Yugoslav Republic of Macedonia, Stabilisation and Association Report, Executive
Summary, Brussels, 26 March 2003, [SEC(2003)342].
Osmançavuşoğlu, Emel G., The Wars of Yugoslav Dissolution and Britain’s Role in Shaping
Western Policy 1991-1995, SAM Papers, No.1, (January 2000).
Sloan, Stanley R., The United States and European Defence, Chaillot Paper, Institute for
Security Studies, No.39, Paris, 2000.
152
ÖZET
Erbaş, Göknil, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Oluşturma Sürecinde Batı
Balkanlar, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. İlhan Uzgel, 155 s.
Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa Birliği, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
oluşturarak siyasi birlik olma yolunda adımlar atmıştır. Aynı yıllar Batı Balkan ülkeleri için
de Yugoslavya’dan ayrılmalar nedeniyle önemlidir. Bu dönemde AB, ODGP’yi geliştirirken
bölgeye yönelik çeşitli politikalar uygulamaya koymuştur. 1995 Dayton Barış Anlaşması
sonrası geliştirilen Bölgesel Yaklaşım ve 1999 Kosova operasyonu sonrası geliştirilen İstikrar
ve Ortaklık Süreci, AB’nin en temel iki politikasıdır. İstikrar ve Ortaklık Süreci, AB’nin
bölgeye yönelik politikasının temelini oluşturmaktadır.
AB’nin Batı Balkan politikası kapsamında ülkelerin özelliklerine göre geliştirilmiş
politikalar ve bölgesel politikalar birlikte yürütülmektedir. AB bölgeye yönelik ekonomi
politikalarını başarıyla yürütmekte fakat ODGP’yi uygulamakta zorluklarla karşılaşmaktadır.
Bu nedenle AB, bölgedeki istikrar arayışlarında çoğu kez başarısız politikalar izlemiş,
ODGP’yi etkin kullanamaması eleştirilmiştir. AB’nin 2000 yılından itibaren izlediği temel
politika, Batı Balkan ülkelerine üyelik fırsatı sunmaktır. AB’nin Batı Balkanlar için üyelik
yolunu açması, bütünleşmiş Avrupa ideali için de önemli bir adımdır. Genel bir
değerlendirme yapıldığında, Batı Balkanlar Avrupa’nın barut fıçısı olma özelliğini
sürdürmesine rağmen siyasi birlik projesinin tamamlanması nedeniyle AB için öncelikli
konulardandır.
Bu çalışmada öncelikle AB’nin Balkan krizlerinde izlediği dış politika incelenmiştir.
Her bölümde bu politikaların ODGP’ye etkileri ve AB’nin büyük devletlerinin tavrı
değerlendirilmiştir. İkinci olarak AB’nin 90’lardan bu yana geliştirdiği bölgesel politikalar ve
153
Batı Balkan ülkeleri ile ilişkileri incelenmiştir. Son bölümde ise Batı Balkanlar’ın ODGP’nin
geliştirilmesi ve uygulanması üzerindeki etkisi ele alınmıştır.
154
ABSTRACT
Erbaş, Göknil, Western Balkans in the Process of Consisting EU’s Common Foreign
and Security Policy, Master Thesis, Advisor: Assoc. Prof. İlhan Uzgel, 155 p.
European Union has taken steps to be oplitical union since the end of the cold war
period. Same years are also important for Western Balkans because of separition of Former
Yugoslavia. During tis period EU put into effect some policies related to Balkans in one hand
it has developed the Common Foregin and Security Policy (CFSP) on the other. Regional
Approach followed by EU after Dayton Peace Accord and Stabilization and Association
Process (SAP) started in 1999 have important role for Western Balkan policies of EU.
Especially, SAP has been the basic policy of EU in Western Balkans since 1999.
In the EU’s Balkan policy, both special policies for each country and regional policies
are implemented. EU has succesfully implemented economy policies while it has faced with
some difficulties for implementation of CFSP. EU, therefore, has been critizited. EU’s basic
policy which has been put into effect since 2000, gives a membership opportunity to Western
Balkan countries. Paving the way of membership is also important step for the idea of
integrated Europe. In general, inspite of becoming “powder keg”, Western Balkans are still
primary issue for EU foreign policy in order to complete project of political union.
In this study, firstly EU’s foreign policy as to Balkan crisis are examined in details. In
each part of the thesis, effects of this policy on CFSP and position of EU’s big countries about
Balkan crisis are evaluated. Secondly, regional policies and relations between EU and
Western Balkan countries are focused on. Finally effects of Western Balkan issues on CFSP
are dealt with.
155
KISALTMALAR
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
AGİK : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü
AGSP : Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
ASAM : Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi
AT : Avrupa Toplulukları
BAB : Batı Avrupa Birliği
bkz : Bakınız
BM : Birleşmiş Milletler
CARDS : Community Assistance for Reconstruction, Development and Stabilization
der : Derleyen
ECHO : European Community Humanitarian Aid Office
ed : Editor
EUPM : European Union Police Mission
Ibid : Aynı Yerde
KFOR : Kosovo Force
NATO : North Atlantic Treaty Organization
No : Number
ODGP : Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
OECD : Organisation for Economic Cooperation and Development
op. cit : Yukarıda Değinilen Çalışma
PHARE : Poland and Hungary: Actions for Economic Reconstruction
s : Sayfa
S : Sayı
ss : Sayfalar
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
UNMIK : United Nations Mission in Kosovo
UNPROFOR : United Nations Protection Force
Vol : Volume
YFC : Yugoslavya Federal Cumhuriyeti
IV